1945 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1945 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

WKCUS K
U- Varvy
îprof ınd^n
İNSANLIK İDEALİNİN FEDAKÂR HADİMİ EŞSİZ KAHRAMAN ATATÜRK, VATAN SANA MİNNETTARDIR.
I. İNÖNÜ
CUMARTESİ
10
KASIM
1945
GÜN
HAFTALIK KÜLTÜR « AKTÜÂLİTE GAZETESİ
YIL : 1
SAYI: 2
10
Kuruş
BENİM FANİ VÜCUDÜM BİR GÜN TOPRAK OLACAKTIR; FAKAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR.
K. ATATÜRK
NE İRTİCA,
NEDE ANARŞİ
£«(V Adil MÛSTECAPLIOĞLU
Tarihin akışı İçinde ve türlü şartların bir araya gelmesi suretiyle millî bir olgunun asmaya doğru yol almakta bulunan milletimizin günlük büyük meselelerinden biride Tiirkçenin ya-banc* kelimelerden temizlenmesi dâvasıdır.
Günlük değerini asla kaybetmemiş olan bu dâvanın, hakikatte en az yüz yıllık ömrü vardır. Selçukların OsmanlIlara bıraktıkları miraslardan biri de Arap ve Acem karışığı bir dil ve bir de kalıp ve mazmun budalası bir edebiyattı. Osmanlı derebeyliğinin mümessilleri, zadegân artıkları ve kapıkulları bu dil ve edebiyat terekesinin başına üşüşerek yüzlerce yıl onunla geçinmeğe çalıştılar.
Öte yandan, asıl halk kütleleri ve bu kütlelerin hakikî mümessilleri kendilerini köleleştiren saraya karşı olduğu kadar, saray uşaklarının diline ve edebiyatına da karşı koymanın yollarını aradılar. Halk dili ile halk edebiyatı; halk mukavemetinin yanı sıra yaşamakta, gelişmekte devam ede-geldl.
Türk milletinin, şarka karşı garp üstünlüğünü sezmiye başladığı sıralarda, terkipti, süslü, yapmacık dil ve onun meydana getirdiği edebiyat da kendini tutan zümre ile birlikte sarsılmıya başladı. Adım adım, kademe kademe yükselen, artan, ilerliyen bu hareket bir yandan bizi şarktan uzaklaştırıp garba yaklaştırırken, öte yandan da demokrasinin İlk pırıltı-tılariylc memleketimizi aydınlatmnya çalışıyordu. __ ----------
Dilde ve edebiyatta sadelik, adını taşıyan bu hareket, Türk demokrasisinde bir başlangıç, halka değer vermeye, ona yaklaşmaya doğru atılmış bir adımdı.
Şair NEDİM’de. ŞEYH GALİP’dc duraklaya, duraklaya yürüyen bu hareket siyasî cereyanların da yardı-miyle Tanzimatın peşinden birdenbire dalbudak salıverdi. Her bakımdan büyük bir ihtilâl adamı olan AHMET VEFİK PAŞA dilde sadelik dâvasını bir bayrak gibi tek başına taşımaya ve dalgalandırmaya çalıştı. O büyük adam Bursa, Balıkesir. Kütahya vilâyetlerindeki aşiretler arasında geçirdiği uzun ve mücadelcli hayat içinde, bugün bütün dilcilerin gizil gizli karıştırıp kendi Icadları gibi ortaya attıkları halis, yerli malı LEHÇE’l OSMANî yl meydana getirdi. Bu eser de, Türk milletinin köy köy, şehir şehir tedavül eden öz Türkçe kelimeleri devşirilnolşti.
Ahmet Veflk Paşa UYDURMASYONCU değildi. Halk dilindeki kelimeleri derlerken bir FİLOLOĞ gibi davranmıştı. Bu büyük adamın açtığı çığır, Edebiyatı Cedide ve Fecrlatl irtl-calarına karşı koyarak Genç Kalemler ve Millî Edebiyat cereyanları na da kaynaklık etti.
Meşrutiyet demokrasisinde Türkçülük cereyanı millî sınırları aşmalıydı, Turancılık gibi faşist bir ideolojiye sapmamış olsaydı öyle sanıyorum ki, Ahmet Vefik Paşanın büyük bir şuurla ele almış olduğu bir dâva raydan çıkmamış, soysuzlaşmamış olurdu.
Ylllnrdnnberl, kendi köşemden, sıkı bir müşahede altına aldığım, ve fırsat düşdükçe, kendi çapımda kritiğini yapmaya çalıştığım dil meselesinin ana unsurları şrınlnrdan İbarettir:
1 ) Selçuklnr OsmanlIlardan. OsmanlI devrinden de bize İntikal ede-gelen zü m re. knpukulu dili, yani A rap
ı -Acem - Türk KARMA dili temlzlen-| mell, yabancı gramerlerin artığı terkiplerle. halkın hâlâ yadırgadığı kelimeler tamamlyle atılmalıdır.
2 ) Anadolu ve Trakya'da Türk halkları arasında tedavül eden ve millî tekâmülünü az çok tamamlamış olan bütün kelimeler münevverlere, muharrirlere tanıtılmak üzere derien-mell ve bir YERLİ TÜRKÇE KELİMELER KAMUSU yapılmalıdır.
3 ) Bir yandan, Arap ve Acem
kisvesi taşıyan kelimelerin atılma-siyle boş kalan yer doldurulmalı, öte yandan ilim ve tekniğin gelişmesinden doğan zaruretler karşılanmalıdır.
Bu sonuncu mesele, büyük bir ifrata ve uydurmasyonculuğa dayanan bugünkü dil politlkasiyle asla çözülüp, başarılamaz. Bugünkü ileri tekniğin ve İlim hareketlerinin ortaya koyduğu zaruretleri, bu zaruretlerin asla mevcut olmadığı, devirlerin lehçelerinde aramak, yani ırk köküne gitmek UYDURMASYOCULUĞUN ba$-lıca sebebidir.
Meselâ ATOM kelimesini ele alalım : Bu yabancı kelimeye karşılık aram ık için ne ırk köküne, ne de millî köke baş vurmanın mânası yoktur. Bnuu her millet gibi biz de olduğu gibi almaya mecburuz. Naşı ki, otomobil, kamyon, lâstik karbüratör gibi kelimeler! aldıksa. İçine düşdüğü-müz ikinci manasızlık şudur : Millî köke mal olmuş, halk tarafından tn-m.ımiyle benimsenmiş, Türk gramerine tamamlyle ayak uydurmuş başkaca karşılığı da bulunmayan eski Os-manlıcada ki halk kelimelerini değiştirip ırkçı bir zihniyetle Uygurca’dan Çagataycadan KAZGAN. YAZG AN gibi kelimeler idhal etmek veya ÖZET gibi kelimeler uydurmaktır. Bay veya bayan tâbirleri bile o kadar mec- I buriyetlere rağmen bir türlü halkın > iç ve samimi hayatında yer tutama- . m ıştır. _____ ■_____
’ıçıııd Huştuğilmüz üçüncü 'mâna-sizlik şudur : Bir yandan yaba'ncıdır diye az çok halk tarafından benimsenmiş olan Hesap gibi, Hendese gibi, kelimeleri atarken onların yerine yine birer yabancı kelime getirdiğimizin hiç farkında değilmişiz gibi davranıyoruz. Sanki Aritmetik Geometri tâbirleri Türkçcymiş ve nınır kelimelermiş çalışıyoruz.
Nihayet içine
dîincü mânasızlık da şudur: Bir yandan İRKÇI, öte yandan GARPÇI ve liı-r iki bakımdan YABANCI, aynı zamanda MÜFRİT ve UYDURMASYONCU bu savsak ve şaşkın cereyanlar karşısında korkan, şaşıran ve başları dönen bir çoklarımız da her nt olursa olsun bir muhalif hava tutturmuşa olmak İçin eğriye olduğu kadar doğruya da karşı koymaya çalışıyorlar. Meselâ bu arada değiştirilen ayların adlarını da yadırgar görünüyorlar. Hem kelime, hem tâbir bakımından tamamlyle millî kökten gelen, halk arasında zaten mütedavll olan. Ocak, Knsım, Aralık, Ekim gibi ve daha bu- | na benzer münevverlerimizin yeni yeni tanımıya, öğrcnmıye başladıkları | yerli kelimelere de husumet gösteri-- 1 llyO^
Görülüyor ki, aslında son derece ı basit ve kendi tabiî akışı içinde gelişip, olgunlaşmaya esasen mecbur olan bu dil meselesi, politik bir dâva olarak kaldıkça bir çoklarımız İçin bir geçim, bir şöhret vesilesi oldukça I hiç bir zaman çözülüp düzenlencmi-yecektir.
Biz, dil meselesinde ne mürteci, ne de anarşistiz. Uzun yıllardanberi sürüp giden, blrblrlyle boğuşup duran. halkı münevverden; evi. sokağı, mektepten; çocuğu babadan ayıran; kanunda, İlimde, teknikte kararsızlıklara yol açan; hepimizi heın şarktan, garptan edecek olan; mazimizi, görenek ve geleneklerimizi nltüst eden, bir yandan İrticaa, bir ynndan anarşiye sürüklenen bu ınes'elenitı daha fazla soysuzlaşmasına göz yu-mıılmnsn ve İş politikanın elinden kurtarılıp, İlim ve akliselimin ışığı altına konabllse..
Sanırım ki, icabı düşünülmüş ve yerine getirilmiş olurl,.
halkça bilinir, ta-gibi göstermeye
düştüğümüz dör-

ISTİKl.AL SAVAŞ!
DESTANINDAN:
ATATÜRK
VAKTİLE DÜNYA GÖRÜŞ FARKLARINI BİR TARAFA ATARAK ESKİLERE KARŞI BİRLEŞMİŞ OLANLARDA BUGÜN ARTIK AYNI BİRLİĞİ GÖREMEMEKTEYİZ.
Kocatepe,
Şayak kalpaklı nöbetçi
Gözetleme yerinde
Duruyordu
Birdenbire onu gördü
Paşalar onun arkasnıdaydılar
O saati sordu
Paşalar üç dediler
Sarışın bir kurda benziyordu Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı
Sanki bıraksalar
Yürüdü uçurumun başına kadar Eğilip durdu.
Uzun, inee bacakları üzerinde [yaylanarak Geceden kayan bir yıldız gibi akarak
Kocatepeden
Afyon ovasına athyacaklı.
Nazım HİKMET
â


A
f *
W
I
Atatürk, bıı memlekette Tan-zimalta doğup emeklemeğe başlayan, harplerle sendeleyen, Abdülhamit istibdadile boğulmak istenen, meşrutiyetle kendi- I ni gömdürmememe çalışmış bir 1 ileri hareketin kat’i, son ve en büyük sözüdür.
Atatürk, Anadoluda emper-yalism sürülerini bozgundan bozguna uğratmış bir hâik ordusunun dâhi kumandanı,
Atatürk hilafet, tekke medrese izbelerinde çöreklenmiş irticai yerin dibine gömen köklü bir inkılapçılığın önüne geçilmez enerjisi.
Atatürk milli politikamızı sulh ve insanlık prensipleri üzerinde kurmuş bir siyaset herkülü,
Atatürk kültürümüze Huma-nisına istikametini vermiş kuvvetli tarih şuuruna malik bir önsezi sahibi, bizim bütün sosyal dilek ve tarihî ihtiyaçlarımızın muhassalasıdır,
Atatürk kuvvetini halktan ve tarihten alarak 15 yıl içinde öyle kesin hamleler yaptı, öyle büyük meseleler başardıki bu bii-ı yük inkılap kartalının hayatında lerin hayatında olduğu gibi, bir taraftan şahikalar öbür taraftan uçurumlar uzanır. O, bu baş döndürücüm esafe-rin üzerinde yükselmektedir.
Atatürk’ün halkçı ve inkılapçı yolundan yürümekte devam edelim, onun anayasasını olduğu gibi tatbik edelim, en ileri ve en medeni millet olmak için bıı yeter bize..
ölümünün ardından geçen her yıl Atalürkii biraz daha büyülüyor. O, ölümünün yedinci yıl I dönümünde hürriyet ve demokrasinin şanlı sembolü olarak yur dumuzu aydınlatmaktadır. GÜN
ESKİYEN YENİLER
Dört beş yıl önce, aralarındaki dünya görüşü farkiarını bir tarafa atarak “eskilere,, karşı birleşen gençlerin gayesi yeni bir sanatın yaratıhnasıydı. Bu gaye, ileri ve geri dünya görüşlerine bağlı olan sanatkârların yıkıcılık, eskiye karşı reaksiyon alanlarında birleşmelerinden doğuyordu. Zaman gelip te yıkıcılıktan, yapıcılığa geçmek zoru baş gösterince genç sanatkârlar arasındaki kesin metot farkı ortaya çıktı. Ayrıldılar. Ayrı gruplar halinde ayrı dergilerde toplandılar. Asıl mücadele o zaman başladı. Aktüel dünya olaylarının harp yıllan içinde, fertler üzerinde artan baskısı başta estetik gaye güden grubu estetiği ikinci pilânı atmağa mecbur etti. Me-lod ve dünya görüşü farkları ön pilânda yer alınca estetik münakaşanın yerini sosyal polemik tuttu. Böylece dünyanın her tarafında olduğu gibi memleketimizde de iki zıt kutbun sanat ve fikir mücadelesi hüküm sürdü._______ _ _ .
*^2STetik yönden ieğer tanıdıklarına inandıklarımızın bir çoğu insanoğlunun altı yıl süren korkunç buhran devresinde, mübarek gönüllerinin şahsî intihalarını söylemekte devam ettikleri için mustarip kitlelerin nazarında sıfıra müncer oldular. Artistik yaradılışları daha zayıf olmakla beraber halkın sesi olmayı bilmiş olan birçok kimse de ön plânda yer aldı.
Hemen şunu söylemek isteriz ki, estetiğe sadık kalabilmeyi sosyal olaylara ve insanoğlunun korkunç macerasına lâkayt olmakla mümkün sananlar çok yanlış ve çok eski bir temayülün kurbanı olmuşlardır. Onlar asırlık itiyatların bağı içinde okadar yerleştiler ki oradan bir adım ayrılınca değerlerinin sıfıra müsavi hale geleceği vehimine kapıldılar. İnsansız tabiatın ve cemi-yetsiz insanın sanatını yapanlar şehrin, köyün ve kendi başına kaldığı vakit de cemiyet olmakta devam eden "sosyal şahsiyet,, in ne büyük bir ilham kaynağı olduğu gerçeğine akıl erdirmek cehdini yani asırlık itiyatlardan kurtulmak ih-
KÖY VE KÖYLÜ BAHSİNDE
Şairin bize anlattığı.., hayatın bize tanıttığı...
Hasan TANRIKUT lirasını tadamadılar. Hazır bulunan bir sanat ananesine baâlanıp kalmak kolaydır fakat hergün biraz daha ilerliyerek kurulmakta olan yeni dünya sanatının kuruluş zorluklarına katılmak güçtür I Sonsuz bir aşk, sonsuz bir cehit ve yaratma gücü ister.
Her sanat cereyanının iki ucu, başı ve sonu — son, evvelkilerin bütün tecrübesini hamil olarak — zayıf, ortası zirve şahsiyetlerle doludur. Bugünkü Yunusçu, Bod-lerci v.s. sanatkârlar uzun bir sanat ananesinin sonu, realist sanatkârlar ise yeni bir ananenin başlangıcıdırlar. İçlerinde dâhi’ye Taşlanmaması bundandır. Birinciler üs-tadlarmı vermiş bir geleneğe bağlı ve bu geleneğin varisleri oldukları için belki estetik ve form bakımından daha kuvvetlidirler. Ancak onlar '«»'^halsizdirler İtlİfMÜ
bir cereyanın döküntüleriınrte*»* İkincilerinse geniş bir istikbali var, yeni bir cereyanın temelleri, müjdecileri olup bizi sonsuz hayatiyet-lerile cezbediyorlar.
Dört yıl önce tanzimatçı, Serve-tifününcu ve Hececilere karşı birleşenler daha mütekâmil bir sanat istiyorlardı. Bu müşterek nokta onları topladı. Aynı nokta onları bu gün ayırmış bulunuyor. Anlaşılmıştır ki bir sınıf edebiyatı vardır. Yenilerin, eskilerden en büyük farkı bu şuurlu anlayışta görünür. Tanzimatçı, v.s lerin şuuruna ulaşmamış oldukları cihet budur. Böylece eskilere karşı realistlerle bir aralık birleşen Yunusçu ve Bodlerciler bir sınıfa mensup oldukları gerçeğinin şuuruna ulaştıkları anda kendilerini realistlerden uzak ve-form, estetik bakımından olmasa bile muhteva hakiminden tanzimatçı, serve-lifünuncu vc Hececilere yakın duydular. Artık onlara “eski yeniler,, diyebiliriz.
i
— Sayfa 2 —
GÜN
10 Kasım 1945
KÜLTÜR HAREKETLERİ ve OLAYLAR
V

s
F
R. ROLLAD’ DAN TERCÜMELER • ölmez Eserler yayınevi büyüle renlivt ro-nınncı Romen Rolland’ın Jan Christophf'u-nu dilimine çevirme İşini üzerine almış ve enerin ilk üç cildini yayınlamıştır. Ro inen Rolland gibi büyük bir rcalint’in şaheserlerini akunınkln renlism ve halkçı sanal alanında kulak dolgunluğu ile iktifa ederek ekmek, taprak, açlık, hapishane... klişelerini gelişigüzel ve belki de sırf moda ohnuştnr diye kollanıp duran bir çok genç sanatkârlar bu, nisbeten geni» ve evrensel sanat cereyanının çok temelli kültür, derin bir ilmi bilgi istediğini anlamaya bağlıyacaklardır. Sosyalist olmok dile ko. lay. Bu işin bütün felsefi ekonomik ve politik literatürünü kazanmadıkça satıhta kalmaktan^ yani için ukalâsı olmaktan kurtulmak mümkün değildir.
AHLÂKSIZLIKTAN ŞİKÂYET: Ahlâksızlıktan şikâyetçi olanlar kimlerdir? Burjuva ahlâkının yıkılışı sıkıntısı kendini pek tabii olarak gene Burjuvalarda gösteriyor. Birbirine kopmaz bağlarla bağlanmış bulunan din ve burjuvazi feryad ediyorlar: Ahlâk buhranı var I Hayır baylar, ahlâk buhranı yok. Zenginler ahlâkının, mistik ahlâkın yıkılış buhranları, halkçı ahlâkın doğum sancıları içinde kıvranan bir dünya var... Feryad. -ahlâksızlık var I • Feryadı yüz yıllardan beri kökleşe, kökleşe hüküm süren sosyal egoizmin yerinden koparılışı feryadıdır. Evvelâ kendilerini düşünenler bu intikal devrinin kendileri için ne demek olduğunu anlamLşlardır; halkı düşünen ve sadece onun hayrına ömür-, tüketenler de öyle...
H. T.
İDEAL TİYATRO BİNASI:
Yazımda siziere gördüğüm hoş bir rüyayı nakledeceğim.
Şu atom asrında, gaz kokan odamın bir köşesinde uyuya kalmışım...
Rüyamda ben “belediye reisi., olmuşum. Ne beis var, bir zevk sahte olmuş, elverirki hakikî zan olsun.
—crüzel_____________Ista nbu 1 uinu•
zd"îttfcal bir tiyatro binası yaptırmak oldu. Evet o salaş, köhne şehir tiyatrosu yerine yepyeni bir bina.
İlk olarak sanatkârlar “Istan-bulun zaptının 500 cü yılı,, adlı telif bir eseri temsil ettiler. Bu gece tiyatro mevsiminin en canlı, en şanlı gecesi oldu. Bu zafer meşalesi Türk sanatkârlarının yaratıcı
kabiliyetlerini bir daha gösterdi, Bu sebeple muvaffakiyette payları olan değerli sanatkârlara lâyik ideal bir şehir tiyatrosu kazan dırdı-ğınıdan sevinç içinde idim...
Gazetelerin bir kısmı lehimde bir kısmı da aleyhimde yazdılar.,.,
Bunların bir kısmı şehrin daha-başka ihtiyaçları varken diyolardı
— Evet bir şehir yola da, merdivene de, tiyatroya da, hastahane-de muhtaçtır. Fakat tiyatroyu bir kültür problemi saydığımız böylc-bir devirde, şehrimizde tiyatroda zevkini aşılamak hususunda ideal binanın inkâr edilemiyecek bir hizmeti olduğunu anlattım. İlâve ola-rakta sanatkar teşvik ve güzele karşı son derece hassastır dedim. İdeal tiyatro her şeyden evvel Is-tanbulun, insanlığın malı olacaktır. Bir insan nasıl kendi malını, değerini, onun neye yaradığını bilirse, İstanbul da ideal tiyatroyu benimsemelidir.
Ne çareki bu zevklerim uzun sürmedi. Çünkü heyecanla uyandım
Artık hakikat tezâhür etmişti Fakat ben hâlâ o hayallerin tesiri altında idim. Düşünceler kafama bir sel gibi hücum ediyordu. Dahi ATATÜRKÜN şu ölmez sözlerini mırıldandım. [Efendiler, siz hayatınızda mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, Hatta reisi cumhurda olabilirsiniz, fakat hiç bir zaman sanatkâr olamazsınız. Binaonaleyh bu çocukların kıymetini bilelim.
Rüyamın gerçekleşmesi için sanat tanrısına yalvarıyorum:
^ttitolhık.^.-lDEAL Tl-
YATRO BİNAS1J X
Aziz- FİKRET

NOTLAR:
YALNIZ ADAM : Geçen yıl şehir tiyatrosunun -can sıkıntısı* adile temsil ettiği dramı roman halinde Türkçemize çevirmiş olan Oktay Aslanapa bu eserile kültürümüze büyük bir hizmet etmiş sayılabilir.
Tanınmış Rus hikayecisi Anton çehof bu kitabında insan varlığının felsefi bir tahlilini yapmıştır.
UNUTULANLAR
Bir zamanlar bir Fılorinah Nâzım vardı, ne de çabuk unutuldu? Ozülmiye değmez, sanatın çilesi değil bul Yalnız onun gibi yaratma güçleri kısır ve sanat hevesleri özenti olanlar unutulmuyor; başlarında defne dalından bir taçla yaldızlı kadife koltuklarda haşmetle oturan ve adları efsaneleşenler de unutuluyor. Buna karşılık, devirleri için üçüncü beşinci derece bir değer olduklarında karar kılınanlar niçin hâlâ dudaklarımızda?.. .
Merak edilecek bir şey yok: sanatkârın bulunduğu kitle ile bağını kaybetmemesi ve ayaklarını toprağa metanetle basması gerekiyor. Bu, dün, sanatkârın büyüklük ve ölmezlik sebebi için yapılan izahlardan ancak bir tanesiydi; bugün tek ve biricik izah tarzı olmuştur.
Sanatkâr için en büyük kusur köksüz olmaktır.
Yarın, bir sanat müzesinde; hiçbir ziyaretçi, Marinçtti’nin resimleri önünde heyecan ve hayranlık duymıyâcaktır. Eğer birkaç dakikasını haretyan biri çıkarsa, bu, haz değil tecessüs zoruyladır. Çürüyen sınıfların, çöken sosyal değerlerin sanatını yapanlar bir daha hatırlanmamak üzere unutuluyor.
Malraux’nun bahsettiği taştan heykelin oyuk gözlerine, eğer bu, köksüz sanatkârların bıraktıkları bir kadavra ise; yarının hiçbir nesli nur dolduramıyacaktır. Küçük bir elit tabakasının veya sosyal platformunu kaybetmiş soysuzların kaprislerini ve acaip şeylere karşı meyillerini teşvik eden sanatkârlar, bîr ân için büyük kitleler karşısına çıkmış olsalar bile, gittikçe itibarlarını kaybetmektedirler.
Onun içindir ki, “Süleyman efendinin nasırı,, ile birlekte "rakı şişesinde balık olsam- bugün artık iflas etmiş bir estetik kalıbının muhtevalarıdır.
İlmi Araştırmalar
Doğan RUŞENAY
Tnsv’ır-i- şcrlf'tc bir kelebek gö z-lük, vatanına İhanet cimi» bir ateş maşası, bir demir elli şövalye, ve bir yığın ölülerin diriltilmesi konusu üzerinde ilmi araştırmalar yaparken görünüyorlar. İncelemelerini derinleştirerek bircilerinde “yirminci yüzyılın Mit’i,, öbür ellerinde “Irklar üzerine deneme,, olduğu halde gece gündüz çalışmaktadırlar. Bu. tamamile İlmî baştan başa ahlâkî ve boydan boya demokratik çalışmaların ilk hedefi «on nefesini vermiş ölüyü en geç bir yıl içinde hayata iade etmektir. İkinci hedef uzak mesafelerden, meselâ İstanbul ile Nurenberk arasındaklnİ kadar bir mesafeden vasıtasız bir şekilde telepati tesirlerini mümkün kılmak üzere Hegel’in“evrensel ruh,, unu ilmi bir kanun içinde “detcrmlne,, etmektir. Üçüncü hedef Madrit, Arjantin gibi bölgeler arasında mistik ve esirî hava yollarından faydalanarak “mubadele-i-ervahı imkân alanına koyacak aleti icat etmektir. Henüz resim! bir rapor yayınlanmamış olmakla beraber ölüleri diriltmek üzerinde çalışmalar tefessühe başlamış olan cesedin dehşetli kokusu karşısında ölü nokta’ya gelmiştir. Bunun üzerine taze ölülere ihtiyaçı hasıl oldu ve Mayıs 1915te yerin dibine teşrif eden cesedin kurtarılamayacağı anlaşıldı Rnh çağırmak tecrübelerinin yakında başlıyablleceği haber verilmektedir.
İkinci çalışma konusu olan vasıtasız telepatin determinasyonu, heyete bir ordinariyüs Profesörün katılması üzerine bir aralık masalar yürütülmüş “ervah’ı habise,, nln davetine muvaffak olunmuş İse de sonradan, anlaşılmaz sebepler yüzünden akim kalmıştır. Çalışmalar bu noktadn durdurularak hemen “akametin «ebep-■ ^MlL^hjkktndn gayri resmi bir rapor yayiblanmış’tır: •*
"Lnboratuvarımızda, Fransanin kendisine ihanet etmiş olduğu ateş maşasının Iştlrakile Mayıs 1945 günü baş-hyan İlmî araştırmalar başarılı bir yolda devam ederken Fillstine gitmek üzere boğazdan geçen vapurun taşıdığı 1000 Yahudlnin korkunç vasıtasız telepatilerine maruz kalarak Icad ve İmal ettiğimiz alet berhava olmuştur. Memleketimizde İlmî araştırmaları teşvik eden sayın hükümetimizin uzun ve yorucu çalışmaların semerelerini bir anda yok eden bu çeşit geçişlere mani olmasını rica ederi». Aksi halde çalışmalarımı»» son I vereceğimizi kendisine gayrı resmi olarak bildiririz’ İmzalar: Kelebek, ateş maşası, demircili Şövalye, yeğen.
Üçüncü hedef esiri hava yollarında uçup göze görünmeden İspanya ve Arjantlne gidebilecek hava sefinelerini vücude getirmekti’ Telepatik “mübadele-l-ervah’n imk&n hasıl | olacaktır. Esiri hava yollarının inşa-slylede “m ubadclel-i-ecsad,, tahakkuk edecektir.
Dünya hndiıelerlnln tazyiki karşısında büzüle büzük bir binaya sığmak mecburiyetine düşen, hayat sa-has(„ bu suretle adı geçen Tasvlr-I-Şerifte mistikleşmiş romantikleşmiş dinileşmiş yani hezeyan, hayal, fan-tazi haline gelmiştir.
Mistik konular üzerindeki bu ilmi araştırmalarında heyete başarılar dileriz.

mümkündür, hayatını gene uygun "şekil,,

Onlar Kimlerin — — Mümessilidirler?
Hüsamettin BOZOK
Özür Dileriz
GÜN’ün ilk sayısının çıkışında bir gün gecikme oldu, bazı yazılarda da mürettip hatasına rastladık. Kusur ve eksiklerimizin farkındayız. Bu sebeple her yeni sayı daima ileriye doğru atılmış yeni bir adım olacaktır. “Gün,, ü okuyucularımız kendilerinden saymalı, gelişmesine yayılmasına çalışmalıdırlar.
Eksik ve kusurlarımız için özür dileriz.
Oğlumun Destanı
Biirer kara yel gibi esip. Brer kara bulut gibi gelip geçtiler Durdurmak istiyenler
Tarihin akışını...
O ki, hâlâ Erimiş çelik gibi akmatadır Kölelerin kurduğu Çin setlerini Yine köleler yıkmadadır. Ve perde perde yükselmededir şarkılar: Gayri ne “ferman padişahın,, Ne de "dağlar bizimdir,, Külleri savrulup gitme de fermanların, Ve dağların yamaçları artık, Üzüm salkımlarıyla yüklü Erguvan ağaçlarıyle süslüdür.
Ahmet FEDAİ
binae-mahi-çıplak natür-
HALKveSANAT
Haşmet AKAL
Bence sanatı şu cümlelerle kısaca tarif etmek (Halkın iç ve d»ş halkın idrakine en de tesbit etmek.)
Bundan iki netice çıkar:
1 — Sanat eseri bütün cemiyetin faydasını ön safta düşünen ve onun için İçtimaî motifler ihtiva ederek alâkayı çeken bir hitap vasıtasıdır.
Halka göre ekalliyete uıalolan süslü bir enteriör kıymetli bir pan-tantif nasıl bilinmeyen şeylerse her gün içinde yaşadığı bir kır manzarası o derece alışılmış naleyh bir şey konuşmaz yetedir. Güzel yeşillikler, kadınlar veya armut, kabak
mortları ile halka yeni bir şey veremeyiz. Ve bu vasıtaları kullanmak suretile onların alâkasını çekecek bir iş görmüş olunamaz. Bütün bunlar onların belki iştahasını açar, yahut şehevî duygularını tahrik edebilir, fakat bütün bunlar sanat eserinin gayesi değildir, Fakat siz o kabak natürmortuna kabağı yetiştirip tadını unutanların muhteris bakışlarını ilâve eder, bunu gören herhangi bir (mirasyedi olmamak şartile kendi hayatından, bir safhayı hatırlamaması ve dolayısiyle alâka göstermemesi kabil değildir.
"Büyük kütle,, milleti teşvik eden fert yekûnunun ekseriyeti, yani bizzat millettir.
"Büyük kütle,, işçi, esnaf, muallim, asker, köylüdür. Bunun içindir ki (sanat eseri) milleti teşkil eden fert ekseriyetinin ahlâk, an’-ane karekter ve iş hayatını tespit eden manzaraları ihtiva ettiği nis-■frmi.ıtoıfyı f J- kUr_ ...
Bunun bir neticesi olarak halk sanat inkişafının imkânı da temin olunmuş olur.
2 — Halkın idrakini tatmin eder mahiyette bir ifade şekline lüzum görmüştük. Bu cümle aynı zamanda devrin bütün teknik bilgilerini en mükemmel bir tarzda kullanmak mânasını da taşır. Meselâ kiliseye yâni kilisede ibadet eden halka hitap eden primitif resim rönesansta tekâmül etti ve plan perspektif anlayışları yeni bilgilerle yükseldi.
Isayı oraya hıristiyan yeni bir safhaya giren ve daha müşahhas bir teknikle tesbit edilen Rönesans san’atını yadırgamadı.
Süleymaniye bütün teknik mükemmeliyetle halk san’atıdır “Halk sanalıdır. Çünkü halkan çıkmıştır. -ve 17 inci asır Türk halkının ibadetini yapması, toplaması için en mükemmel kubbeleri en güzel sütunları tanzim etmiştir. Bu sebep-tendirki (halk sanatı) (yüksek sanat) gibi bir tasnif lüzumsuzdur.
Çünkü büyük san'at zaten halk san’atıdır ve san’at eserinin en hakiki kıymet ölçüsü içtimai tekamüle ayak uydurmasile ölçülür.
Halk sanattan anlamaz diyorlar : “Bal gibi anlar yeterki sen onun için konuş onun san’atını
Ressam Nurullah Berk Italyada başından geçen şöyle bir vak’a anlattı:
“Bir gün garda tren bekliyor-muş, elindeki kutudan Nurullalı Berk’in ressam olduğunu anlıyan iki kadın yanına gelmişler, ve Italyan resminin ilk kaynaklarından itibaren bütün tekâmülü hakkında selâhiyetle konuşmuşlar, ayrılırken Nurulah Berk sormuş:
Siz ressam, yahut Üniversi-talcbesi. hoca filan misiniz?
Kadınlar cevap vermiş ve:
— Hayır, demişler, biz çamaşırhanede işçiyiz.
Londra'nın Albert Holl’ünde faşizm aleyhtarı dünya gençlik birliği “dostluk ve barış dünyası,, için büyük bir toplantı halindedir. Bu tolantıya Türk gençliği namına bazı murahhasların gönderildiğini öğrendik. Bu murahhasları tir? Türkiyedeki teşkilâtını temsil Biz, milletlerarası hil bulunan teşkilâtlı bir gençliğin mevcudiyetini ilk defa işitiyoruz! Üniversite talebesinin bile kendi kendini serbestçe teşkilâtlandırma hakkından mahrum olduğu şu sıra, bütün tür-kiye gençliğini temsil iddiasile Londra’ya gönderilenlerin hangi vekâlete mensup olduklarını da öğrenmek istiyoruz. Türkiycye dönüşlerinde temsil etikleri Türkiye gençlik teşkilâtının bir kongresini toplayıp mesaileri hakkında izahat vermeleri için her halde uzun yılar beklememiz icabedecektirl..
kimler seçmiş-hangi gençlik etmektedirler ? bir birliğe da-
NESİR
BALIK
Sahilden bir adım içeride taşlara atılmış bir balık durmadan çırpınıyor, kendini yerden yere vuruyor.
Galsamalarının değdiği taş parçalan kan damlacıklarından benek, benek.. Ben, balıkçı, bir de koltuğunun altında bir yığın gazete tutan tenbel müvezzi seyrediyoruz bu şahane ölümü!..
açılmış, derin, derin içini çekiyor, ölüm onu yerden yere vuruyordu.
Balık bağırmadan, karşı koymadan, kendini kıskıvrak saran ölümün pençesinde..
Başım döndü, içimde bir isyan şahlandı. Kollarım kendiliğinden yerde kıvranan balığa uzandı. Onu gene hayatın içine atmak istedim.
Balığı tuttuğum sırada toprak yüzlü, yalınayak ihtiyar balıkçı koluma yapıştı; gözlerimin içine gözlerini dikti ve sert bir sesle:
— Bırak! dedi, keyf için avlanmıyoruz.
İzmir - İsmet KÜLTÜR
Editörlere
Basdırdığınız kitapların intişarını haber verebilmemiz için bire nüshasını ( POSTA KUTU-SU : 792 İSTANBUL > Adresine güderiniz.
te
Kıymetli ressam hikâyesinin nihayetinde şöyle bir mütalâa da bulunmuştur:
“Italyada halka resim kültürü veriliyor.,.
Bence mesele başkadır. Resim öğretilemez alaka gördüğü taktirde alâkadarlar tarafından benimsenir, hazmedilir.
Bunun nasıl mümkün olacağını da yukarda araştırmıştık.
"Halk için halkın faydasına hitap etmek„ bütün mesele bundan ibarettir.
Çamaşırcı kızların sanata olan sevgi ve alâkası ancak İtalyan resminin ilk doğuşundan itibaren halkın ananevi, dinî ve ahlâki hayatına tercüman oluşu ile izah edilebilir.

t
10 Kasını 1945
G U N
1
HİK
"AŞKA
Ne ayıp şey! Ne kötü başlık! Ne çirkin bir hikâye ismi.
Ben de böyle düşünüyorum. Hadi bırakalım bir .tarafa dünyayı; dünyanın halini. Türk toprağı içinde sevişmek... Hadi sevişmeği de bırakalım bir yana; bir dereceye kadar onu da yarı aç insanlar içinde var sanalım. Amma neden mevzu diye seçelim. Ne ayıp şey!
Ayıp olduğunu biliyorum. Dindar birisi “ günah bu zamanda! „ bile der. Hem ayıp hem günah doğrusu!
Doğrusu bu! Doğrusu bu amma, elimde değilse... Bir başkasiyle yalnızlığı bölüşmeyi canım çekiyorsa.. Yine hakkım yok, yine ayıp,. Allah belâmı versinl Aşka dair söz açarsam. Hikâyemin başına "Kıravata dair,, de diyebilirim.
Aşka dair söylenen sözler kafamdan geçiyor. Zaman zaman ben de bir şeylere benzetmeğe çalışıyorum. Bir tiren düşündüm. İki kişilik bir kompartıman, üst kattaki yolcu hangi istasyanda binecek; umurumda mı? Ovaları, karlı dağları, akar suları, kayaları, çölü, ovayı, küçük şehri, tirene bakan o gözleri, yolculara ayıp işaretler yapan çoban çocuklarını geçtik.. Gözümüze kırların, akan suların, küçük kulübelerin, öküzlerin. çoban çocuklarının, kiminin sükûnu, kiminin çağıldayışı, kiminin pençeresinin ışığı, kiminin hü-zünü, kiminin h a y r e t i, kızgınlığı çöktü. Bir şeyler söylememiz_ lâ-(ım, içimizden güzel şeyler geçiyor. Söylemeliyiz, işte yolcu da bindi. Konuşmağa başlamalıyız.
Beğenmedim. Aşkı seyahata, sevgiliyi iki yolcuya benzetmek de ne halt karıştırmak oluyor.?
Ekmek, yemiş, su, tuz... Say sayabildiğin kadar korku, gece, gündüz, yaz, kış, uyku, döşek de, söyle...
Ben aşka dair konuşmamalıyım. Yalnızlık koyuma taş düşmemeli.
Bir akşam üstü, insanoğulları şehrin bütün nakil vasıtalarını seferber etmişti. Taksi, tıramvay, otomobil, araba, hususî otomobil bir kısmına, kimine de parke, arnavut kıldırımı, asfalt düşüyordu. Piyau-go buya ! İnsan oğullarının bir kısmı için yol da bir nakil vasıtasıdır. Ayaklarımıza da tekerlek, eski biçimde birer tekerlek diyebiliriz. Ne farkı var asfaltla hususî otomobilin; tönelle parke taşının; arnavut kaldırımıyle tıramvayın?
Tıramvaya binmekdense yüksek kaldırımı tırmanmak üzere, dört arkadaş işten çıkmıştık. Şendik, gürültücü idik, cebimizde uç, dört lira vardı, şehrin ışığına ko-şuyorddk. Vay anasını, I dünyada ne güzel kızlar vardı. Bir dakika göz göze gelir; dünyaya rengini değiştirirdik. Olur mu olurdu.
Kaç akşamlar böyle içimizde atik bacaklı bir kızla tanışıvermek, dost oluvermek yalanı geçti. Bana nasip olmadı bu yalan! Amma olana oldu. Hattâ içimizden ikisine birden bu piyango düştü. Onların başından geçti, bu aşka dair hikâyeleri bana nakletmek düştü. Benim başıma gelmiş değil.
Arkadaşlarimdan birinin güzel gözleri vardı, üst dudağında sarı bir bıyık pırıl pırıl parlardı, saçlarında bir kestane, kumral, koyu kırmızı dumanlı bir ışık yanar dö-■erdi. En kötü elbiselerin hastalıklı, zayıf vücuduna bir oturuşu vardı!... Bunlar vardı, yalan değil.
Sait Faik ABAS1YANIK
Kızların onu seçmeğe hakkı vardı.
Kıza gelince; kolları, bacakları bayağı adaleliydi Yalnız bir teni vardı. Kafasını bir sallayış sallardı. Belini: mübalâğasız, gösterişsiz yürürken tabiî bir büküş bükerdi!.. Kaşını, bir tanesi bir az yukarıya kalkık kaşını ötekisile bir, birleştirir, birleştirirdi.. Hepimiz aşka dairdik. Onu görür görmez hepimiz aşka dairdik. Yolumuz üstüne her akşam çıkardı. Suratımıza bile bakmazdı. Bana öyle gelirdi. O sarı bıyıklı arkadaşımla bir arada bakışırlarmış bilmem ki.. Ben bu bakışı yakalasam kendime sanır, bir iki akşam yatağımda uyumadan evvel tatlı, tatlı kaşınır, hülya kurardım. Yazık ki kızların o arkadaşımıza baktığının farkında bile değilim. Günün birinde olan oldu- Bu işte hepimizin içine bir acı yapıştı. Yanmayan da yandı. Güzel arkadaşımızla tatlı kız seviştiler. Bize evvelâ lâkaydı, sonra hüsran, sonra başka bir takını hisler yapıştı...
Arkadaşımızla insanoğlu’nun güzel günlerinin geleceğini konuşurduk. tnsanoğlu’nnn bugünkü halinden söz açardık.. Aşktan bahseder olduk.
Güzel arkadaşımız çirkinliğimize, halimize acıdı mı nedir ? Onu bize takdim etti. Bir müsabakaya da giriştik. Şairimiz şiirini okudu. Birimiz iyi dünyalardan, dünya görüşünden dem vurduk. Ban aşka dairdim. Derdim jki :
— Hanimi» cni raiıHil. rM-rr*-' miz aşka dairdik. Sen onu seçtin hakkın, Arkadaşım bu ara kızarırdı. Ben devam ederek:
— Senin hakkmdır, kadın seçecektir.
Genç kız cevap verdi.*
— O hayvanlar da öyle derdi. En kuvvetlisini, ama ben en kuvvetsizini seçtim.
Bir tanemiz - güzelliğin kuvveti, diye bir lâkırdı atardı. Bir diğerimiz - boksor kuvvetine benzemez, diye ötekinin cümlesini tamamlardı. Gülüşürdük.
Birimiz müstesna, üçümüz işçi sınıfıydık. Kafa işçisi diyelim de kol işçisinden ayrılalım. Çünki aramızdaki bize biralar ikram eden, paralı, zeki, şöhretli arkadaşımızın mevcudiyetinin manası kalmayacak sonra.
Dostlarım uzatmıyalım hikâyeyi. Bitirelim şu aşka dair’i. Aramızdaki apartman, şöhret, para sahibi bu kuvvetli işçi kızını hem bizden, hem güzel arkadaşımızdan cayırdı aldı.
Cüzel arkadaşımız Heybeli Sa-natoryomunda dört ay yattı. İyileşti maşallah; zar, zor işe geliyor hani insan hikâye yazarken orada öldü de diyebilir. Be n diyemem, sevmem insan öldürmeyi.
Biz zengin arkadaşımızı feda etmeğe mecbur kaldık. Hani cesaret gösterip te yaptıklarını ayıpladık. Namussuz eri dedik sanmayın. Hayır! O bizim yanımıza gelhıeğe bir müddettir çekiniyor yaptığı mühim şey değil ki. Her zaman olağan şey. Kızla beş ay beraber yaşadılar. sonra onlar da ayrıldılar.
Siz bilir misiniz Beyoğlundaki “Şelâle Saz.. ını ? Bir acayip yerdir. Bir akşam yolumuz düşse oraya giderseniz “Üsküdarlı Sevim„ diye sorun. Size gösterirler. O akşam orada yoksa, size melez bir Arap karısını işaret ederler; ona sorarsınız. Ben biliyorum onun size söyliyeceğini: — Sevim mi ? Ha ! O bu akşam "komple,, dir, der.
HAYATIN İÇİNDEN
Devlet Himayesi Ve Sanatkâr
Aziz NESİN
Her devlet kendi propagandasını yapmak için sanatkârın yardımına muhtaç olmuştur. Şarkta ve Garpta sarayların h maye-lerine, kral ve padişahla rın sahavetine mazhar olmuş, her mısraı, her cümlesi altınlarla ödenmiş bir çok sanatkârlar tanıyoruz. Fakat bu sanatkârların çoğu, saraya intisaplarından evvel şaheserlerini ve-miş bulunuyorlardı. Şahane bir himayeye mazhar olduktan sonra ekseriya alelade olmaktan ileri geçememişlerdir. Halbuki son asra kadar sanatkâra yapılan himaye, bugünküler gibi, sanatkârı dar bir çerçeve içinde hapsetmek kayıt altına almak demek de değildi. Buna rağmen, resmî bir sanatın cenderesi içine dahi girmedikleri ve yalnız himayesini gördükleri tahtın methiyesini yapmaktan başka bir vazifeleri olmadığı halde, saraya intisaplarından sonra aldıkları atiyeler bahasına verdikleri eserlerin sanat kıymetleri, kuru bir namdan ileri geçememiştir.
Ya hele bugünkü gibi, sanatkârlar ideolojilerin müdafaasında âlet olarak kullanılsalardı, ne Fir-devsi şehnamesini yazabilir, ne de, muztarip arkadaşı Beethoven’in dostluğunu feda uğruna saray himayesini kabul eden Goethc adını bugüne ulaştırabilirlerdi.
Sanatkâr, ideolojilerin üstünde, propagandanın dışında, resmî himayelerin üniformasından azade kaldıkça, yani sonsuz bir hürriyet -JyinAf.vtıUdğnfi a lak î sanat” eserleri verebilir. Yoksa kurulmuş bir saat gibi, mutarrit tiktaklar-dan. saat başlarında yani resmî tören ve bayramlarda dan dan I... diye Ötmekten daha ileriye geçemez. Sanatkâr, yalnız kendisinin olanı söyler, yalnız inandığı fikrin savaşını yapar.
İktidarı elinde bulunduranlar için, sanatkârı memur yapmak gibi bir taltifle, yahut bunun tam tersi bir tehdit siyaseti ile. sanatkârın ağzından iktidar ideolojisini konuşturmak ne kadar suçsa, inandığı bir fikri söylerken sanatkârın ağzını iktidarın eliyle tıkamak ta o kadar suçtur, ayıptır.
Bütün bu sebeplerle, yerin dibine geçen Faşizm ve Nazizm dünyasının üniformalı ve teneke nişanlı sanatkârlarından yarına hiç bir iz kalmıyacaktır.
Bizde de bir sanatkâr himayesi vardır. Bu himaye, sanatkârı memur yapmaktır. Bunun bir çok misallerini gösterebiliriz. Ya-kup Kadrı’yi, Ruşen Eşref’i, Hamdullah Suphi’yi, Fazıl Ahmet’i hatta Yahya Kemal’i bu himaye söndürmüştür. Devirlerini tamamladılar mı diyebiliriz? Ne verdiler ki, devirlerini tamamlamış olsunlar, Meselâ Hamid, sefaret
Anadolulu pir manifatura tüccarından yahutta Beyoğlulu bir yemişçi, bir birahaneciden o akşam için izinli ise masanıza çağırırsanız, size söyleyeceklerini gene biliyorum :
— Uğrumda verem olup'ölenler oldu. Sen ne diyorsun züppe!
Akşam hele biraz fazla içmişse bizimle, bizimze konuştuğu günleri hatırlarsa:
— Ne en kuvvetlisini, ne en güzelini...
Sigaradan sararmış elini göğ-siiuüzün yan tarafına vurarak : Erkeklerin en paralısını..* Şu dünyada haklı olmayan kadın varımdır?
Bizim Ansiklopedimiz :
ADALET: Hür bir cemiyette, hür bir mahkemenin, hür kanunlara dayanarak asılmasına karar verdiği adamla’ beraat ettirdiği adamın bir arada temsil ettikleri mefhum.
SANAT*. Alınıp satılması yasak olan, hür kafa ile hür bir ruhun işbirliğinden doğan eser.
SANATKÂR: Saray ve konak kapılarında dilenmiyen, bağımsızlığını geçim pazarında mezata çıkarmıyan, güzele, iyiye, doğruya ve ileriye gönül vermiş adam.
PLÂNLI EKONOMİ: Vazifelerin ve rakamların birbiri ardınca gelişi güzel sıralanmasile değil bütün bir milletin elbirliğiyle, amelî ve canlı faaliyetiyle meydana gelen tekniğe ve teknik kadrolara dayanan istihsal ekonomisidir.
TARİH: Hep birlikte altın aramıya çıkmış milletlerin ve insanların daha ilk adımda başlıyan boğuşmalarının maceralaJindan ibarettir.
HARP: Milletleri idare ve istismar edan azlıkların mukaddes demagojisi.
ENTERNASYONAL ADALET : 1) Yirminci asra kadar dünya nimetleri üzerindeki arslan payını baş pehlivanların inhisarında tutan yüksek nazariye.
2) Belki 30, uncu asırda, vücuduna lüzum kaluuyacak olan tabir.
EKMEK : Asıl sahiplerinin yiyemedikleri acayib bir meyve.)
ALTIN: Asalet, Levs, Tahakküm, Vurgun ve Nahvet kelimelerinin ilk harflerinden teşekkül etmiş bir hükümranlık-
İLİM : Ancak Üniversite tarlalarında yetişen faydalı bir mahsul.
KÖYLÜ: Öküzü ölünce sabana kendini koşan bir yoksul. Bizde bir çok ad taşır... "Velinimet,, efendi vesaire...
ÖLÜM: İnsanlık tarihin son satırı. Atomdan sonra kaos, ondan sonra da tekrar taş devri başlıyacaktır.
ŞEYTAN: İkinci cihan harbini seyrederken sekteyi kâlpten ölen uamuskâr bir dünya vatandaşı,
ADİLOĞLU
Parts İşçi üniversitesi Derelerinden ;
Etiennc Fajon fl
. fAi.’i'.U'ı ! UK PUUHLemleri
Türkçeye Çeviren :
Etat Adil M O S T E C A P L ! O Ğ L U
Pek yukında yayınlanack olan bu harikulâde eseri şimdiden I) arkadaşlarınıza tavsiye ediniz.
GÜN’ÜN YAŞAMASINI İSTİYORSANIZ ABONE OLUNUZ. HERKESE OKUTUNUZ VE YAYINIZ



başkâtibi, maslahatgüzar, sefir, mebus, şu. bu olmuş, fakat şair olamamıştır. Hem de bütün iddialara rağmen şair değildi.
Şüphesiz marifet, hele sanat marifeti iltifata tabidir. Fakat sanatkârı masa başında zincire vurmak, elini evrak imzalamak için kaleme bağlamak, dilini resmi dairelerin kamusuna uydur t-mak, iltifat olmasa gerektir.
Sanatkârı himaye lâzımdır, memur yapmak himaye değildir. Lâzım olan himaye, belediyenin ödediği kira ile Hamidi Maçkapa-lasın bodrumunda oturtmamak. Mahmut Yesari’yi kan kusarak öldürtmemek, Osman Cemal’in karısını kocasının eski elbiselerini satıp geçinmeğe mecbur bırakmamaktır.
p"k Ynkında :
SOYYETLER BİRLİĞİNDE İLİM ve KÜLTÜR
Türkçeye Çeviren :
E tat Adil M0STAPCELOĞLU
Pek Yakında ;
Demokrat Milletler İdaresi
Birinci Kitap
SOVYETLER BİRLİĞİ NASIL İDARE OLUNUR
İkinci Kitap
BİRLEŞİK AMERİKA CUMHURİYETİ NASIL İDARE OLUNUR
Eıat Adil tara finden hatırlanan bu yeni eteri bekleyinit.
Görüş Farkı
Patron Nasıl Görür.; Müşteri Nasıl Görür?..
DİKKAT
Gaket _• nizi ı okuyucularımıza bir kolaylık temin etmek, hem y.ı.; ı ; i genişletmek maksadiylc yeni bir abonman tarifesi \ a ' ' .
Abone bedellerinin, mektupların, yazıların şu adrese gönderilmesini rica ederiz : POSTA KUTUSU : 762 İstanbul
Yeni Abone Ücretleri ;
3 Aylık: 1 Lira Altı Aylık 2 Lira, 9 Aylık: 3 Lira Yıllık 4 Liradır.
GÜN
Şen Çocuk
HAFTALIK ÇOCUK DERGİSİ
Çocuğunuz, kardeşiniz, akrabanız için düşünmeden alacağınız romanları, hikâyeleri. 6 renkli resimleri ile beraber tamamen yerli olan yegâne çocuk mecmuasıdır. Kurban bayramında çıkıyor.
Yıllık Abone 5 Lira, Her say! 10 kuruştur.
HAFTALIK KÜLTÜR AKTÜALİTE GAZETESİ B İ R Yayınevi — Posta Kutusu: 28 - F A T I H
KÖYLÜ DÜNYASI:

BUĞDAY İSTİHSALÂTI
Bu sütunlarda arada bir, toprak mahsullerimiz üzerinde gazetemizin temsil ettiği fikir çerçevesi içinde ve tamamile objektif olarak incelemeler yapacağız. Bu gün mevzuumuza buğday ile giriyornz.
Her iş şubesinin bütün problemlerinin muhassalar ve bütün ekonomi yollarının sonu VERİM meselesidir. İstihsal ekonomisinin unsurlarını teşkil eden emek, sermaye, iş mevzu, teknik ve başlı başına bir sanat olan işletme muhasebesinin bütün organimi verimin artırılması gayesini güder.
Biz insanın maddi ve mânevi emeklerinin mahsulü olan verimi refah, sağlık kültür ve adalete tahvil etmek suretile insan saadetini yaratan bir kuvvet sayıyoruz. Esasen ileri bir işletme sistemi dediğimiz şeyde verimin artırılması yo-lunda ve toprak üzerinde tatbikı-n a girişilecek olan ilmi bir metoda ve teknik kuvvetlere davanân mücadeledir.
Bu mücadeleyi ziraat ekonomisi ve onu destekleyen diğer ilim ve teknik şubeleri temsil eder
Bütün bu gayretlerin gayesi de kısaca toprağın verimini aı ttırmak-Un ibarettir. Halbuki köylerimizde ■fiıp/tlgm vrn/rrrn.' -teİHlık
imkânlar yoktur. Bu sebeple toprağın verim nisbeti daima her yer- | den daha düşüktür. Değerli bir , ziraat alimimizin İtalya’dan vaktıle | getirmiş olduğu Mentani buğdayı İtalya’nın bazı bölgelerinde bire 25 — 28 mahsul verdiği halde işletme sisteminde ki gerilik dolayı-sile bizde hiç bir zaman bu nisbet bire 12 yi geçmemektedir.
Türkiyede buğday ekilen topraklar bütün ekili arazisinin yüzde 35—38 ini teşkil eder. 1941 yılında bu nisbet yüzde 37 idi.
Son üç yılın buğday ekiliş ve mahsul vaziyeti şöyledir.
Buğday ekilen
Alınan mahsul
yıllar [Hektar] [Ton]
1940 4381420 4067950
1941 4407989 3483981
1942 4369455 2000405
RAKKAMLAR - GERÇEKLER
■ Bütün dünyada, Sovyetler Birliği hariç, 1941 yılında 104,130,000 hektar buğday ekilmiş ve Rusyada dahil olmak üzere 145,546,000 ton buğday istihsal olunmuştur.
1941 yılında dünyada dn çok buğday istihsal etmiş memleketler sırayla şnnlardır:
İl Sovyetler birliği 20 milyon, Birleşik Amerika 12 milyon, Kanada 8 milyon, Hindistan 5 milyon, İtalya 3,5 milyon, Türkiye 3,4 milyon ton.
İl 1942 yılında Türkiyede en çok buğday istihsal eden vilâyetlerimiz şunlardır.
Konya 196, Ankara 130, Yoz,-gat 112, Eskişehir 88. Seyhan 83, Niğde 82 bin ton. 1942 yılı buğday istihsali bakımından en verimsiz yıllardandır.
U 1941 yıkıda ise Konya 414, Ankara. 2C6, Sivas 153, Yozgat 134, Urfa 121, Afyo.ı 120. Denizli 117 bin to.ı buğday istihsal etmişlerdi.
% Bütün Türkiye buğday istih-selatinin 1941 yılında takriben yüzde 12 sini Konya, yüzde 6 sini da Ankara vilâyetleri elde etmiştir.
Bu rakamlar da gösteriyor ki. verim nisbeti çok düşüktür 1938-1941 yılları verim vasatisi hektar başına 970 kilodur. Bazı memleketlerde buğdaydan hektar (takriben on dönüm) başına ekilen mahsul miktarı ise şöyledir :
I
Kilo
Hollanda 3080
Danimarka’da 2350
Isviçre’de 2850
Almanya’da 2280
Ingiltere’de 2180
Fransa’da 1590
Yugoslavya’da 1100
Türpiye’de 970
Memleketimizde verimin Hollan-dadan üç defa daha az oluşu toprağının fena oluşundan değil, bilgimizin, tekniğimizin, sistemimizin eksik ve gelişi göze! oluşundandır.
Türkiye’de nüfus başına ortalama 193 kilo buğday düştüğünü ayrıca hatırlarız.
A Ğ I T
I
Nihayet bir derde düçar olduk Derdimiz, dağlardan yücedir Devası bnlunmaz, tarifi müşkül dedik,
Bir ağıt yakmak dildik, ,c$i iUpcdenw. Canına kıyılan İnsanoğluna.
İşte gene geldi baharın * yazı, Lâkin çobanaIHntanlnr. tarla kuşları
Destur alıp yenibaştan öter m - ola? Açmaz badem çiçekleri,
Namı büyük, şanı büyük şu dağlar Kahrından yarılıp, yıkılır, göçer m - ola?
Gökyüzünü karartmaz mı acaba Yetimlerin ve dulların tasası? Kardeşim, ne zaman dolacak söyle, İnsanoğlunun çilesi.
Ne zaman herkes alacak nasibini hürriyetten? Nc zaman pervasız söyleyecek şarkısını — Maraş bağlarında salkım salkım üzüm var. Ey gözü kanlı zalim: sana bir çift sözüm var: Şahan gibi hür geldik, hür gideriz bu dünyadan. Hürriyct'den geçmeyiz, keçsek biie yârdan.—
II
İki şahan geliyor karşıdan - beri Birin kan tutmuş, biri yaralı. Gayri pervaz eylemişler yangın yerinden.
Llsan-ı hâl ile söylerler bize : Memleketlerine giren yabancıların Hürriyeti nasıl kurşuna dizdikleri ni, Nasıl dövüşGldüğünil şehir, şehir, sokak sokak, Ne kadar kan döküldüğünü. Hürriyet sever delikanlıların Yaşamak İçin nasıl öldüğünü.
iki |»han geliyor yavaştan yavaş. Yüreğim kan ağlıyor içerim nteş. Düşünürüm: delikanlılık nasıl gitmiş sıladan, Karanlığa karşı nasıl dîSvtfşBlmüş? Amn şimdi kimisi elsiz ayaksız dönmüş.
Orada kamış kimisi, gayrı yaşamaz Karlar arka.ına, ü,Hınca
Oy anam, oy garip anam Derdimiz âlem derdidir
Dağlar taşımaz.
Atilâ İLHAN
GÜN
Imtlyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Haşan Tnnrıkut.
Cağaloğlu yokuçu. Nnrlıbahçe soknğı No: 9 Kat: 3 - Istnnbul Yıllığı: 4, Altı aylığı: 2, Üç aylığı I Liradır
Birinci frayfn başlık 8 Lira, Dördüncü aayfa ballık 6 Lira, Diğer sayfaların santimi 50 Kuruş YARATIŞ Mürettiphanesi. Baskı TAN Mntbnnnı
Mileaala ve Başmuharriri : F.snt Adil Müatecnplıuğln
İdare Yeri Abone Şartları : İlân Şartları : Dizgi:

İKİZLER
ADİLOĞLU
— Ey güvercin bakışlı güzel çocuk : Ceyran dağlarında otlattığın keçilerini mi kaybettin! Niye ağlayıp duruyorsun öyle!..
— Biz ikiz kardeşdik.. el ele verir gezerdik, her ayak basdığı-mız yer taptaze çimenlik olurdu. Gönlümüz yıldızlar kadar rahat, gökler kadar genişti., şimdi görüyorsun: İşte bak ne hale geldim..
— Peki, kardeşine ne oldu ki.. — Onu bir gün, kolundan tutup zorla benden ayırdılar.
— Buna sebep ne idi.. Bu zorbalığı kim yaptı?.
— Biliyorsun ki, benim adıma Ceyran dağlalarında “ İlim „ derlerdi, kardeşimin adı da “ Hü-riyet „ di..
Çok iyi hatırlıyorum, siz o zamanlar daha küçücükdünüz, sizin bir çok dayılarınız, akrabalarınız vardı. Galiba bir de Volter adında bir amucanız olacak..
9 — Onu çoktan kaybettik.. Bizi bir zamanlar Emil Zola dayımız büyüttü.. Sonra bir gün Bet-hove’nin memleketinde dolaşırken JgaJları işaretli, belleri tabancalı şahıslar* İtazi tevkîlT" elitte fi larca zindanlarda kapalı tuttular.. Bir gün bana, artık eziyetli günler bitti serbestsin dediler..
U — Peki ya kardeşin..!
I — Tevkif edildikten sonra o-nu bir daha göremedim., zindan çıkar çıkmaz aradım, soruşturdum.. Bir gün ihtiyar bir adamdan; “kardeşin, belki kurtulup Türkiye ye kaçmıştır,, dedi..
H — Demek sen, onun için burada bulunuyorsun., geleli çok oldu
mu?
— Onbeş gün kadar..
— Peki, kardeşini nerelerde soruşturdun., sana ne dediler.?
Geldiğim gündenberi belki rastlarım diye bu kapıdan ayrılmıyorum.
- Niçin hep bu kapıda bekleyip duruyorsun, başka yerlerde de soruşdursana..
— Biliyorsunuz ki, biz daima ünüversite bahçelerinde oynardık.. Emil Zola dayımız tenbih eder, sakın buradan ayrılmayın derdi. Bilmez misin Volter amuca bir gün
Demokrat Terbiye
Lütfiye GÜÇLÜ
Çok eski, üzerinde çok konuşulmuş bir konu; kitnplardn yer almış, terbiye ve usul derslerinde hararetle anlatılan, Millî Eğitim Bakanlığınca her fırsatta teyit ve tekil edilen ideal terbiye prensipleri.. Henüz tenkit ve tedrip sistemi karşısında "güzel fakat tatbiki mümkün oİmıyan hayali bir şey..,, diye telâkki edilmektedir. Dış hayatta dn dört başı mamur, refah ve saadet içindeki demokratik insan hayatının bir '‘hayali mühal,, telâkki edildiği gibi....
Her çocuk evinde başka türlü muamele görürmüş.. Evde nnn( baba kavgasını dlnliyen, sarho? babasından veya sinirli annesinden daynk yemeğe alışmış bir çocuğa siz okulda "yavrum, çocuğum !la hllsp «.dcrsenlz^al sindlrmlye, riyakâr
İŞÇİ DÜNYASI :
GREV YASAĞI
Grev, hukuki bakımdan, işçilerin kendi aralarında ve kendi menfaatlerine uygun bir şekilde işi terk etmek hakkına denilir. Bu hakları kullandıklarından dolayı işçiler kanunen suçlu sayılamazlar. Bütün demokrat milletlerin iş kanunlarile. ceza kanunlarında ancak yağma ve tahrip gibi hareketler yasak edilmiş ve cezalandırılmıştır.
Grev, insan emeğinin istismardan korunmasını temin eden bir müdafaa vasıtası olduğu için kanunlar bu hakkın kullanılmasını serbest bırakmışlardır. Halbuki 1936 yılından beri yürürlükte olan 3008 numaralı İş Kanunumuzla grev yasak edilmiş, Türk işçilerine bu hakkın kullanılması yasak edilmiştir.
İş Kanununun 72,73,75 inci maddelerde 127-131 inci maddeleri nelerin grev sayıldığını ve grevciler e verilecek cezaları tayin etmektedir.
Kanuna göre şu hareketler grev sayılır ;
1) 50 kişiden az işçi kullanılan yerlerde 10 işçinin,
2) 50-500 işçi kullanılan yerlerde beşte birinin,
3) 500 den yukarı işçi çalıştırılan yerlerde ise en az 100 işçinin
_hep birlikte ve birdenbire işi bırak maları, ' - —
4) Yukarda yazılı nisaba uymasa bile işi ehemmiyetli surette atalete uğratacak olursa en az üç işçinin birlikte işi terketmeleri.
ne kadar kızmıştı kardeşime., beni bırakıp yalnızca Versaya git-ti diye..
— Belki içeridedir, hiç gidip rektörden sormadın mı?
— Sormaz olur muyum..
— Peki, ya nc cevap verdiler.?
— Biraz sertçe konuştular.. Bu isimde kimseyi tanımıyoruz dediler. Ben, nasıl olur bizi her yerde tanırlar, diye İsrar edince, oradakilerin hepsi birbirlerine tuhaf tuhaf bakışmaya başladılar.. Ben neredeyse ağlayacaktı m..
Ya sonra ne oldu..
Rektör hızla ayağa kalktı, yüzüme dik dik bakarak mânası nı iyice anlayamadığım bir şeyler söyledi..
— Neydi o söylediği., hatır-
çalışmamakla kalmaz, üstelik başınıza çıkarmış....
Eğer bir kısım vatandaşlarımız çocuklarını dövecek ve kendi aile ha-yatlnrlle yavrularına bilfiil kötü örnek alacak psikolojik ve sosyal durumda İseler ve biz henüz meseleyi kökünden halletmlyc muktedir değilsek, yapacağımız İş okulda ayni yanlış, ayni fen.ı metodu mu tatbik etmektir? Evinde dayak yiyen çocuğu bir dc biz okulda mı insani muamele* den mahrum edcllın?
Neden, niçin? Otorite namına mı ? "bizim znvnllı otoritemiz,,. .. Cemiyete korkak, şahsiyetsiz, fırsatçı, riyakâr, dalkavuk, mütereddi, kuvvete tapan fertler yetiştiren otoriterAlz..
Şüphesiz bu, en kısa ve en az yorucu bir yoldur. Çocuk küçüktür, zayıftır, yetkisizdir. Öğretmenin çatılan kaşları, sesinin tonu onu der-blr İtaate
iş ihtilâfını yapılan işi
5) Ayni şartlar altında fakat başka bir yerdeki toplu desteklemek maksadile terk etme hareketi.
Müstahdemlerin bu yan hareketlerini de kanun grev saymıştır.
Cezalar:
1) Yukarda gösterilen 1, 2, 3 üncü fıkralarda yazılı grevcilerden her birine 10-100 lira ceza kesilir.
2) Grevciler devlet müesseseleri işçileri ise para cezasına 1-6 aylık hafif hapis cezası da eklenir.
3) Eğer grev amme müesseseleri idare ve kararları üzerine tesir ve tazyik maksadiyle yapılırsa grevcilere 2 aydan iki seneye kadar hapis cezası verilir.
Kanun daha buna mümasil bir takım cezayı artıcı sebepleri tayin etmiştir.
Bu kanun, başta söylediğimiz gibi Türk işçisinin bazı hürriyet ve haklarını tamâmile kaldırmış» bazılarını da kayıt altına aldırmıştır. 1936 dan önce Türkiye’de de başka memleketlerde olduğu gibi işçilere grev hakkı tanınmıştı. Türkiyede Balya maden işçilerinin 17 gün süren grevi grevler tarihi bakımından sonuncuyu teşkil etmektedir.
şartlara u-
İş Kanunumuzun da, değiş mesi ve demokratlaştırılması icab eden kanunlar aı asında yer alması lâzımdır.
lamıyor musun?
— Galiba şöyle dedi: * Sen yabancı bir ideolojiye benziyorsun.. çıkar pasaportunu göreyim» yoksa şimdi seni polise teslim ederim „..
O A A
Zavallı çocuğun hali pek perişandı.. nemli gözlerini oğuştura oğuştura yüzüme bakıyor, benden bir cevap bekliyordu, kendisini teselli ettim. Kardeşin her halde Türkiyededir. Biz de onu çoktan beri arayıp duruyoruz. Hükümete de haber verelim, her halde az zamanda rastlaşır ve birbirinize kavuşursunuz, dedim.
Çocuğun güvercin bakışlarında sevimli pırıltılar belirdi. Yanından ayrılırken dudaklarına bir ümit tebessümü yayılmıştı..
sevketmiye kâfidir. Fakat o kadar... Baskının vc korkunun bir an üzerinden kalkması ona hemen okul adap ve muaşeretini unutturur... ve ortaya en başa çıkılmaz, İslah edilemez bir çocuk çıkar..
Çocuk niçin okuduğunu, neden kırık veya yüksek not aldığını, neden beğenildiğini veya tenkid edildiğini, nerede, nasıl hareket etmek Icabettiğini bilmelidir... Ancak çocuk bu hale getirildikten sonradır ki kendi kendini terbiye, hür terbiye bir hayal olmaktan çıkar. Bu, tahakkuku ve tatbiki güç bir şey de değildir. yalnız çocuğun insan yavrusu olduğunu unutmıyarnk uzun bir sn* tarla. onun hassas cephelerini tahrik ede ede, sevgi ve şefkatimizi cömertçe vere vere İzzetinefis sahibi istediğimiz manada İtaatli vc çalışkan çocuklar yetiştirebiliriz..
Yaşama şartları pek çok çocuklar Içln-her sınıf için bir başka ba-kımdnn-daynnılmıyacak kadar acı ve gayri müsaitken bir dc biz, onların betbahtlıklarını art t ırmıynl un. Onların şahsiyetlerini ezmlyclim. Yarım milletimizin mukadderatını ellerine teslim edeceğimiz çccuklarn hür ve şerefli, inanç sahibi birer İnsan olmak gururunu verelim..
Esasen çocuklarımızın kaçta ka çı okul sıralarında oturabiliyor?

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

CUMARTESİ 3 KASIM 1945
Göz yumma güneşten, nc kadar nuru kararsa Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır-Millet yoludur, Hak yuludur tuttuğumuz yol. Ey Hak yaşa, ey sevgili Millet yaşa var ol!
TEVFİK FİKRET

YIL : 1 SAYI: 1 FİATI 10 Kuruş
«Hürriyetten doğacak tehlike ve zarar, Hürriyetsizlikten gelecek tehlike ve zarardan yüz misli büyük de olsa yine birincisi tercih edilmelidir. >
HAFTALIK KÜLTÜR AKTÜÂLİTE GAZETESİ
KEMAL ATATÜRK
KÜLTÜR HÜRRİYETİ !

AM MÜSTKCAPLIOĞLU
ÜNİVERSİTE Açılırken
SULH ve TERRİYE
Günün büyük Devlet adamların-rından biri "Aşçı yamağına dahî devlet idare etmesini öğretmek kültürümüzün hedefidir.,, diyor. Geniş ölçüdeki bu kültür huriydi dâvasını yürüten ve başarabilen her millet şüphe yok kİ hakiki medeniyet kadrosunun en şerefli azasınndan biri olacaktır.
Kültür hüriyetlnden bizim anladığımız mâna; bir memleketin bütün halklarının millî kültür beraberliği içinde gelişmesini sağlıyacak olan vasıtalardan ve İmkânlardan serbestçe faydalanabilmesidir. Eğer fertlere kültür verici bu vasıtalar ve imkânlar bir milletin azlığı elinde bulunur ve geniş halk kütleleri bunlardan istifade edemezse o memlekette kültür hürlyeti vardır denemez.
Okumada, yazmada, düşündüğünü yaymada, her türlü bilgi kademelerini aşmada, hakikat yolunu tutmada ve nihayet cemiyetin maddî, manevî bütün mesuliyetlerini ve nimetlerini paylaşmada bir milletin bütün fertlerine hak tanımakla, bu hakkı ayrıca maddî vasıtalar ve imkânlarla teminat altına almış olmakladır kİ millet kültüre, kültür de hüriyetine kavuşmuş olur.
Bir aşçı yamağına dahi devlet idaresini öğretmek: devlet idaresinin muhtaç olduğu yüksek kültürü bile halk arasına yayabilmek demektir. Kültürümüzü bu ideal hüriyetine ulaştırabilmemiz için yapmağa mecbur olduğumuz şeyleri hesaplamak baş döndürücü bir iştir. Yeter ki, he- I nüz iik öğretim ûâvasıı.t bile başaramamış, yani milletimizi kültürün ilk j basamağına bile ulaştıramamış oldu- ' ■R—1İMİ—a i ■ ' -w—hÜKÜ.1 .
bir zümrenin inhisarında bırakmak istiycnlerin ve böylelikle insanları köleleştirmenin daha da kolaylaşacağına inananların yer yüzünde hâlâ mevcut olduğunu unutmamalıyız.
Ve bilmeliyiz ki, hüriyet, ekmek ve kültür milletlerin mukaddes hakları safında dalgalanan üç renkli bir bayraktır.
Bir aşçı yamağından koskoca bir devlet adamı yetiştirecek kadar halklaştırılacak olan bir kültür dâvası gütmek sanıyorum ki, hepimiz için yurd ve halksevcrliğin ilk şartıdır.
Yüzlerce yıldanberi dünyaya karşı gözlerini yumarak yaşamağa alıştırılmış olan on milyonlarca halkınızın bugünkü cihan kültürünün ulaşmış olduğu şahikalardan yıldızlar kadar uzaklarda oluşunu düşünmek yürek ve ümit paralayıcı olsa bile bu uzun mesafeyi şçmanın hiç olmazsa kısaltmanın daima çıkar yolu bulunacağına da inanmıyanlardan değiliz.
Son yirmi beş yıllık gayretlerimizin rakkamlara dayanan gerçekleri bu yoldaki hızımızı arttırmasını bildiğimiz ve kültürü Ihalklaştırmağı prensip saymakta devam ettiğimiz takdirdo bilhassa köylü ve yoksul kitlelerin içinde dolandığı bu uçsuz bucaksız cehalet fezasının darala nihayet kuvvetli birer tedir. -
Bir yandan tür kadromuzu. İktisadî
darala. küçül t ülcbilcccgine delil teşkil etmek-
Cami BAYKURT
acılar, üzüntüler içinde yaşıyoruz. I Biz ki. aynı zamanda kültür huriye- I tinin yüksek idealine kavuşmak için çırpınıyoruz. Şu halde bizi bu iki menzil arasındaki uzun mesafeyi süratle ortadnn kaldırmaya muvaffak edecek olan kuvvet ne olabilir ?
Hiç tereddüt etmeden iddia edebiliriz ki, bu kuvvet, hakiki bir yurd ve halk severlikten ve bir de kültür hüriyenin lüzumuna inanmaktan iba- ] rettlr.
Yurdumuzu ve halkımızı o derece candan ve kökten sevmemiz lazım- | dır ki, milletimizin kültür geriliği, | milyonlarca köylü ve yoksul şehirli çocuğunun zekâ ve kabiliyetini geliştirmek için ilk öğretim saflarında bile yer tutamayışı hepimizin vicdanında bir haile, bir millî azap yaratmalıdır..
İşte o zaman fertleri her bakımdan dağerlendiren ve insanlaştıran kültür hakkının yalnız maddî imkânlara sahip muayyen bir zümrenin inhisarı altında kalmaması bilâkis bu haktan bütün milletin faydalanması gerektiğine sadece inanmakla kalmaz, bu millî dâvanın başarılması yolunda her ne lâzımsa yapar ve yaptırırız.
Görülüyor ki. kültür hürlyeti iki cepheli bir problemdir: Bir taraftan bütün hlak kütlelerinin kültür seviyelerini elden geldiği kadar birbirinden farksız bir hale getirmek; milletin bütün fertlerine cemiyetin her türlü mesuliyetlerini paylaşma vs her türlü vazifelerine iştlr&k etme imkânını hazırlamak.
öteyandan; düşünme, düşündüğünü yayma ve hakikat yolunu tutma işinde hür ve kaliteli vatandaş sayısını artırmak ve bu suretle halkımızın İçtimai, İktisadî ve siyasî kaynaşmasında duyguya olduğu kadar şuura da yer vermek.
Ancak kültür hüriyetinln yardı-mıyledirki. vatandaşta hak ve vazife mefhumları vuzuhlaşır, kendini ve cemiyeti tahlil ve tenkit kabiliyeti artar, vicdan, fikir ve teşkilâtlanma hürlyetlerl canlanır ve hakka saygı, haksızlıklara ise boyun eğmemek ahlâkı sağlamlaşır.
İnsanlık tarihi kadar millî tarihimizde kültür hüriyetine İnanmış İnsanların mâceralariyle, doludur. Onların kahramanca hayatlarının yanı sıra kültür hürriyetini inkâr etmiş sistemlerin*, onu. azlığın ve küçücük
I
millî ve yüksek kÜl-________________________________________________- ------- Imk ânları 3İtınaâ aûlandüraa azlığın ’t'nkjsarln— don çıkarıp halk kitlelerinin içinden yetişecek elemanlarla takviye etmek; öte yandan költürü köstekleyen her türlü İçtimaî bağları kopnrtarpk kültür hürriyetini sarsılmaz bir anane haline getirmek millî eğitim politikamızın bir şiarı olmalıdır.
Galile’e nin, arz güneşin etrafında dönüyor dediği için hapse atıldığı ve işkenceler edildiği devirlerden o kadar uzaklaşmış bulunuyoruz ki bugün ilim hürriyetini münakZŞaya lüzum görmek ancak derebeylik çağında yaşadığımızı farzetmekle mümkün olabilir.
Bu sebepledir ki biz, Türkiye Cumhuriyeti Üniversitelerinin ilim hürriyetini temsil edip etmedikleri yolunda Türk basınının açıkladığı endişe ve tereddütleri büyiık bir hayreîîc heyecanla karşıladık.
Ne basının ileri sürdüğü deliller ve yaptığı ithcmlar ile, nede Üniversitelerimizin bunlara karşı tuttuğu sükût ve müdafaa sistemile umumî efkârın tatmin edilmiş olduğunu Si nmiyoruz.
Türkiycde ilim hürriyetinin hem beşiği hem I- ilesi olması icabeden Üniversite ‘ imizin değil böyle açık ithamla? >. endişe ve tereddüdü hal vermiyccek hüJ yol tutmuş öldüğe-^ dan zerr? kada^ jEİŞfcf Teg ine e rrmnr-.---' “ ’
■[Yüksek ve milli kültür kadromuzun yetiştiricisi olan Üni-1 versitelerimize yeni ders yılı için şerefli başarılar dileriz.
Faşist aleyhdarı dünya gençlik birliğini temsil eden 600 murahhas “dostluk ve barış dünyası,, nın kurulması yolunda iş birliği etmek maksadiyle Londra’nın "Al bert Holl„ ında toplanırlarken büyük Biritanyanın saltanat merkezinde ehemmiyetli bir toplantı daha olmakta idi: Milletler arası tahsil ve terbiye konferansı... Bu iki toplantının - ki her cihetle dikkate şayan vak’alardır - ayni zamanda vaki olmaları sadece bir tesadüf eseri olmasa gere*. Gerçek, milletlerin müşterek hayatında sulh münaset-leri vs harp buhranlan ile insanların fikrî terbiyeleri, ve bunun neticesi olan ruhî haletler arasında hakikî bir münasebet vardır. Sulh ve harp bizim fikrî mizi, ruhî haletimizi bina birer âmil oldukları gibi, çiler de sulh halini devam
veyahut harp buhranını doğuran âmiller oluyorlar. Buna göre ikinci dünya harbinin sayısız felâketlerinden, vahşet ve cinayetlerinden sonra ruhlarda hasıl olanlar ak-sülamel faşist alehytarı dünya gençlik birliğini milletleri barış içinde birleştirmek yolunda çalışmıya sevkederken, müstakbel milletler curı cek salim bir terbiye tarzı üzerindi alâkadar ilim adamlarının, dünya ya şâmil, bir anlaşma ihtiyacını dûymuş olmaları gayet tabiidir; ve bu zemindeki teşebbüs tam zama nında ve yerinde olmuştur. Ter
terbiye-ctmekte bu ikin-ettiren,
I
en küçük .-re bile ma-vc ileri bir xbu yol-nive-
ha-
ya-mi-
CUMHURİYETİMİZİN XXII inci YILDÖNÜMÜ
Gelecek Yılların İçtimai ve Kültürel Bünyemizde Daha Büyük Gelişmelere Yol Açacağını Ummaktayız.
İstiklâl savaşının anlamını yalnız cephelerde cereyan etmiş muharebelere inhisar ettirenler şub-hesiz yanılıyorlar. İstiklâl savaşı doymak bilmez emperyalist ekonominin Anadoluda tam bir bozguna oğramasıdır. Askeri bozgunla birlikte orduların arkasında gizlenmiş olup muharrik rolünü oyna-yan-kapitalisl âlemin, müstemlekecilik, istismar zihniyetlerinin bütünsel bozgunu vardır. İstiklâl savaşı böyle temeller üzerinde yükselmiş bir anlayışa karşı yapıldı ve zafeıle neticelendi. Bu savaşın sonucu olan Cnmhuriyct pek tabiî olarak sonucu bulunduğu ana prensiplere uygun şekilde devletçi, halkçı, lâik, inkılâpçı... Bir çehreyle ortaya çıktı. Atatörkfın diyalektik mizacı, mütemadi hamle, inkılâp, hareket unsurlarını ihtiva etmek üzere bu milletin aynası, aksidir. Bir yeni rejim ve sosyal düzen içine girmek zoru baş gösterdiği vakit halkların bir ( çocukluk devresi > geçirmeleri tabiidir. Bu devrede halklar-yüzdeyüz kendi lehlerine dayanan prensiplerden hareket edilmiş olsa bile-eski ve asırlık itiyatlarından hemen kurtulamazlar. Yeni elbise onlara sıkıntı verir. Sosyal hayatın, ilmin
Haşan TANRIKUT
......
ve hakkın zaruretlerinden kuvvet alan prensîplcr-inî^p ve ihtilâl menılekctieıindc-daiqıa halkçı bir dehanın rehberliğine mühiaçtırtar. Bu dâhi, iyiliğine olduğu halde ilâcı içmek istemeyen çocuğa ilâcı "ısrarla içirecektir. Çocuk ilâcı içip-te sıhhate kavuştuğunu görünce kendisini olgunlaşmış bulacak, dâhinin heykelini dikecektir. Atatür-kün dehâsı bu milletin asırlarca mahrum bırakıldığı, ihtibasları içinde boğulduğu medeni ve İnsanî arzuların muhassalasıdır.
Alatürkün koyduğu anayasa ve kültür prensipleri en ileri hareket noktalarıdır. Bunlar Türk mil-
letinin hedefi ve gayesi olarak kondu, hedefe giden yolda bir « “çocukluk devresi,, geçirmek tabiiydi. İkinci cihan harbinin doğurduğu sıkıntılar arasında kâfi derecede yoğurulan bu millet “ çocukluk devresini „ bütün sosyal hayalında ikmal etti. Bu gün anayasa dediğimiz istiklâl savaşının tııhnn-dan doğma metnin sosyal ve kültürel alanda harfi, harfine tatbikini istemesi milletin olgunlnğuna USonu S. 3 (/e)
biye birliği hareketinin daha ziyade Amerikadan gelmekte olduğuna hükmedebiliriz. Çünkü Amerikanın irfan çevreleri ötedenberi Avrupa da gençliğe verilen terbiyeyi bilmiyorlardı; hususile tarih tedrisi tarzımızı kınamaktaydılar. Amerikalıları beğenmeyen AvrupalIlar da onları tarihsiz bir millet oldukları için bu tarzda düşünmeğe mecbur insanlar sanmaktaydılar. Fakat iki cihan harbine şahit olan bizim nesil için bu davada Amerikalılara hak vermek daha kolay olur. İnsan ferdiyetinin fikrî tekâmül derecesi ile harb-ler arasında münasebet, son faşizm tecrübesinden sonra o derece belli bir şey oldu ki, yeni ve daha korkunç bir faciadan kurtulmak istiyorsak eski kafamızı değiştirmek gerçekten âczi bir zaruret oldu. Yoksa küçük arzımızı insan nesli için geniş bir mezar üne getireceğiz.
Harp binlerce asır evvel şamış ecdadımızın meş’um bir
rasıdır. O ecdat ki paleolithique devinde küçük serseri cemaatler halinde av peşinde koşmakta, ve birbirile döğüşmekte idiler. O zaman bu cemaatler için beka ve kendisini boğmaya gelen aç insanlara karşı başka silâhı yoktu: ölmemek için öldürmek. Serseri zamanımızın sefil hayatı şuurumuzda o derece derin bir iz bırakmış ki biz hâlâ beka ve selâmetimizi ancak bununla mümkün zannediyoruz. Diğer taraftan son dünya harbinde şahit olduğumuz baskın ve çapul meylimiz de gösteriyor ki bir asır evvel yaşamış olan eski yağmacı ceddimiz içimizde yaşıyor.
O zamandan beri yüzlerce nesil birbirini takibetti. İnsanlığın İçtimaî tekâmülü ağır adımlarla ilerledi. Serseri avcı cemaatleri daha geniş çoban cemiyetleri oldular, çiftçi kavimler haline geldiler, ve bugünkü milletleri teşkil ettiler; ırklar bir birine karıştı, müşterek medeniyetler kuruldu, ve gittikçe büyüyen, genişleyen bu cemiyetler içinde ferdin hayatı ve emeğinin mahsulü emniyet altına alındı. Millet çerçevesi içinde fer-( Sona S. 3 te )
BAHTI KARALAR
Sıska omuzlardan indi tabut.. Üç arşın boyu açmış ağzını Yutmaya hazırdı toprak
Açlıktan ölen Bu insan kadavrasını. Diz çöktüler diri açlar Gördüler müşterek sonlarını... Ve hazırlanmak için bu akibete El sıkışıp dağıldılar
Şehrin
Islak kaldırımlarına.
Hepinizde elbise istiyorsunuz ama yünlü kumaşı biz giyemeylz, çuha çok pahalı, çuvalda bulunmuyor...
ADİL
Sayfa 2 —
GÜN
3 Kasım 1945
KÜLTÜR HAREKETLERİ ve OLAYLARI
HAFTANIN HİCVİ
BİBLİYOGRAFYA
BALZAC’TAN TERCÜMELER
Kedini B.ılzac'a veren ve “Altın Gözlü Kız,, tercümesinin başında, araştırmalarını mükemmel şekilde tertibe muvaffak olan Cemil MERİÇ son zamanlarda “Otuzundaki Kadın„ı ve “Onüçlcrln Romanı,, nı da dilimize — muvaffakiyetle — çevirdi. Diğer taraftan Cevdet PERİN, Balzac'ın belli başlı eserlerinden biri olan “Cesar Biratlcou" yu dilimize kazandırdı.
Dâhi bir mürteci olan Balzac. re-allsm’e habercilik etmesi bakımından bu günkü realist sanatın dedesi sayılabilir. O. İhtilalin yıktığı aristokrasinin hasretiyle dolu bir kralcı, dinci ve aristokrattır. Eseri. “Aristokrasiye Hücum,, olmakla beraber bu hücum “Tilkinin yetişemediği üzüme kötü demesi,, kabilindendir. Bal-zac dünyanın cn büyük romancısı, realistsin başlangıcı olduğu için bu devrin de malıdır.
120 KLÂSİK ESER : Bizi dar şoven zihniyetlerden uzaklaştırmağa hizmet edecek bereketli yollardan biri de her türlü hududun üstünde yer alnn dünya dâhilerinin eserleridir. Bu eserlerle bütün insanların kayıtsız ve şartsız şekilde ortak malı olan bir kültür ve ahlâk sahasına girmiş oluyoruz. Mili! Eğitim Bakanlığının her yıl artan bir süratle ve şimdilik keyfiyetten çek kemmiyete önem vererek giriştiği bu iş ancak bir hürriyet havası içinde temelli ve gerçek semereler verebilir. Çün kü kültür sofrasının ekmeği hürriyettir. Dünya şaheserlerinin zihniyet yaratabilmesi için konuşma vc tenkit havası lâzımdır. Yoksa klâsikler tozlu raflarda sadece cilt elarnk kalmağa mahkûmdur. Kültür hürriyetinin olmadığı Almanyada -klâsikler bizden pek çok önce benimsenmiş olduğu halde - Nazizmin devamı boyunca zihniyet öldü, tozlu ciltler kaldı.
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI: Şehir Tiyatrosu sanatkârlarından Cahit Saffet IrgaVtn bu kitabı şairin 62 şiirini taşımaktadır. Her biri ayrı ayrı güzel ve iyi olan bu şiirlerden bir tanesini naklediyoruz :
H A S A D
in—
Bereketliymiş tohum Toprak namuslu, Ağaçlar cömert. Ağlıyarak uyuduğumuz uykudan Gerine, gerine uyanıyoruz.
HÜRRİYET: Her biri sosyal değerini kazanmış olan iki genç ve realist şairimizin, Ömer Faruk ve Suat Taşer ın. şiirlerini bir arada toplayan bu güzel, heyecanlı va sağlam eser bize kendini şöyle takdim etmektedir: «Bu şiirler Hürriyet için doğanlara, hürriyet için yaşayanlara, hürriyet için çalışanlara, kafalarını ve yüreklerini hürriyete bağhyanlnra. hürriyet için ölenlere, canlarını hürriyet için aaklı-yanlnra armağan edilmiştir.- Bizce bu armağan hürriyete lâyıktır.
HÜRRİYETE KASİDE : Matbuatta bir hayli polemiğe yol açmış olun llhnıni Bekir Tez’in bu eseri taşıdığı yüksek ve asıl hürriyet heyecanı, mısralnrındtıkı olgun ifade kudreti bakımından hakiki bir. sanat eseridir. Şu mısraları saygı ile dinliydim :
Ey. vatanlarında Vatansız gezenlerin Sıla hasreti!
Ey Hayatda, Kltapda Kurşuna dizilen !
Ey
Peşince devriye gezilen! Ey ağaçta yürüyen su! Göğüste atan yürefc! Ey yürümek. Ey uçmak, İnmemek Gidip dönmemek!
Sen ey vatandan üstün olan! Sen “Ey» kl sensiz vatan Bir cesettir, üstünde Akbabaların dolaştığı... Sen ey vatandaşların ıslığı. Çığhğ>> sırrı HÜriyet
“Emret kl ölelim. Emret»!
HARMAN SONUNDA GELEN: Eski tabirle şairi maderzat Gavsi Otan* soy'un bu lirik ve idealist şiir kitabını okurken, sanki kendimizi bir safiyenin er-guyan ağaçları altında uzanmış ve bir • bsd-ı saha» nın fısıltılarını dinliyormuşuz sanırız. Ne olurdu cemiyetin sert rüzgârlarda yüzümüz nasırlaşmaktan kurtulup, kulaklarımız bu tatlı nağmelere kendini vercbilscydi I Öğünler gelecek ve Gavai Ozansoy gibi şairleri o tnmno bol l>ol dinleyeceğiz elbet!
DENİZE HASRET: Bn Karadeniz çocuğunun diğer eserlerinde de mavi ve ışıklı dalgaların sonsuz hasrettir de karşılaştığımı hatırlıyorum. Şair olaıığu kadar da değerli lıir adliyeci olan Şckip Muslıı-oğlu'nun şiirlerinde halk şairlerimizin ruhu yaşamakta Anadolu yaylalarının yaıııl; melodileri ses vermektedir.
SAÇMALAR : Izmirın gcnç’şniri Ni. yari Hicran damlanın İni aşk tarzı hicviyeleri taşıdığı isme rağmen hiç te saçma değildir, zevkle okunabilir.
DUMBARTON OAKS PROJESİ: Siyasi ilimler mccmunsı yayınlanndnn vc dokümanlar serisinin; ikinci kitabı ulan lıu eser Sebatı Lûtcın tarafından lınzırlnn-
* iniştir. Ayrıca uluslar arası tesnnüdiin *fa-J rihi gelişmesini de ihtiva eden bıı eseri biz pek istifadeli bulduk. Türk münevverlerinin dünya görüşünü aydınlatıcı, genişletici bu gibi ciddi eserlere ne kndnr çok ihtiyacımız olduğunu tekrar bilmem lûznrn var mıdır ? Siyasi ilimler Mecmuasına bu teşebbüsünde başarılar dileriz.
GÖLGELER ORDUSU: Bu. belki kuvvetli bir roman değil, fakat bir milletin hürriyet vc istiklâl savaşının cn güzel bir kasidesidir. Kominist. sosyalist vc papazlardnn mürekkep bir halk ordusunun millet ve yurt sevgisini nzaınetlendiren bu eseri Türkçeye çevirmiş olan Mansur Te" kia’i tebrik ederiz.
HÜSEYİN RAHMİ'NİN ROMANLARINDA AİLE ve KADIN: Medibu Berkes büyük Türk romancısının aile ve kadına nit görüş sistemini tetkik eden bu küçük eserile büyük bir iş yapmış sayılabilir. Bu değerli etüd ile Mediha Berkes Hüseyin Rahminin aile tiplerini vc kadını tanımndaki ustalığını tamamile tesbit edebilmiştir.
HÜSEYİN RAHMİNİN SOSYAL GÖRÜŞLERİ : Yine merhum üstadın cemiyeti ve insanları tahlil ve kritik sistemini inceleyen ve neticelere bağiıyan bu etüdünde Niyazi Berkes hakikaten muvaffak olmuş kendi jnnrında bir yeniliği meydana getirmiştir.
TİYATRO
KORİOLANUS: Şehir dram şubesi hu yıla Tiyatro açı lış kürde le sini kestirmiştir
araştırma
Tiyatrosu mevsimini Shakespenre’e Koriolanus Sanatkor-
ı.tfî nnztsrrfrBaaVr*fîraynauwnvur. Shakespenre Romu tarihinin bir sayfasını bize olduğu gibi naklederek realistliğini tekrarlamış olrnnkin beraber Roma hakim sınıfının halka karşı olan duygularındaki İstifkârı fevkalade bir uslupla açıklıyarak bugünün demokrasisin de ayrıca hizm dettiği kanaatindeyiz. Eseri Türkçeye çeviren genç ebebiyatçılnrımızı tebrik ve Hnlidc Edip-Adıvnr üstadımıza teşekkür ederiz.
MÜFETTİŞ : Şehir Tiyatrosunun komedi kısmında Gogol'ün Müfettiş’i oyna* maktadır. Herkesin bildiği gibi Müfettiş Rus bürokrasisinin bir hicvidir. Şüphesiz ki bu harikülâde hieiv bütün dünya bürokrasisine şamildir. Tercüme bir esere, bilhassa Gogol gibi bir üstadın eserine tuluat karıştırıldığını görmüş ve dinlemiş olmaktan çok müteessiriz. Sanatkârlarımız isterlerse Gegol'ün seviyesine halkımızı pekala yükseltebilir tuluata da lüzum kalmazdı I
BORA : Eminönü Halkevi Bale kurstan .atbiknt sahnesi * BORA • adile bir temsil vermiştir.
HALKEVLERİNDE
Ankara Halkcvinde Bay Müfit imşir tarafından bir yaylı sazlar orkestaası kurulmuştur.
Ankara Halkevınde yine bu hafta Kız öğretmen Okulu talebesinin sergisi
Bursa
eserlerinden mürekkep bir resim açılmıştır.
SERGİ
Ingili.* Kültür Hey’eti Ankara Dil Turih-Coğr.ıfya Fakültesinde grafik sonatlar sergisi açmıştır. Bn sergide 129 parça renkli grsviir. çizgi gravür vc linol oyma resimleri bulunmaktadır.
SPOR
futbol nctiec-
Bu hafta Istanbulda yapılan maçları beklenilmiycu bir şekilde lenmiştir. Fener ve Galatasaray takımları hiçte ümit edildiği gibi oyun çıkaramamışlar. Netckiın Fener — Beyoğlu spor takımı ile 1—1 berabere kalmıştır.
Yine Galatosarnyda İstanbul sporla müdafaa hnttının gayreti sayesinde golsüz olarak berabera kalmıştır.
Diğer taraftan Süleymaniyr takımı çok güzel bir oyunla Beykoz takımını 5 — 2 yenmiştir.
Ankarada yapılan Ankara kupası maçlarında İstanbul karma takımı ile Ankara karma takını I ! berabere kalmışlardır.
— CÜN—
Narıbeyza Halindeki
Ruh
RUŞENAY yoktur ki

Doğaıı
Hiçbir akıl yoksulu kendisini akıllı sanmasın. Hiçbir sivri kafaya^ raslayamazsınız ki kendisini kafaların en yatkını olarak görmesin. Bütün dünyanın, politik demokrosile birlikte en gerçek bir kültür demokrasisine doğru ilerlemekte olduğu şu harp sonrasında bize tekke ve medresenin irtica ile dolup taşmış havasım (narıbeyza) hezeyanı içinde vermeğe kalkanları polemiğe mevzu ya-pabilscydim “mürteci,, olarak vasıf-landırırdım. Halbuki onları sadece bir olay mevzuu olarak görüyor, “sivrikafa,, diye vasıflandırıyorum.. Nerede ibham, karanlık, anlaşılmazlık varsa hemen oraya saldırarak onu (hakikat) diye piyasaya süren fizik bakımdan aksak, sosyal bakımdan sarıklı şahsiyetlerini bu karanlık ve ibham içinde gizlemek suıx3tWe âleme allâmelik ve münevverlik taslayan kafadan çatlakları timarhanede bulmak !â-zı gelirken ne gariptir ki dergilerde, afişlerde, cinnetlerini ilân eder görüyoruz. Biz bu gün pahalılığı, veremi, ihtikârı bu milletin bütün dertlerini ele alıp onlara elbirliği _ve iyi niyetle çare ar trken bir tekke çömezi veremlilerin, fakir ve açların hasta ciğerlerine, bo$ midelerine, elemlerine narıbeyza halindeki ruhla derman olmağ. 7 kalkarsa onun bu ahmaklık vey(^ küstahlığı karşısında baştan ba^a sinir kesilmemek elden gehne^Yıllardan beri o na-rıbeyza Jfja^n.vjd^herzeyle biçare
Paryatarİ ^y^rfna^â kafRb^ı'îç'İ^ otr üübriF k'acklP1’’^^
dir ki Gandi kendi hevesi memleketini kardeşlerini yurttaşlarımı farkında olarak veya olmayarak müs-temlekeci kültürlere peşkeş çekiyor. Sen gibi millet ve memleket davalarına narıbeyzayla girenler kendi kokmuş nefislerini her şeyin üstüne koyanlardır. Hele bir aç kal, hele bir vereme yakalan, hele anana, karma çocuklarına yetecek ekmeğin olmasın o zaman narıbeyza halindeki ruhu ekmek yapıp midene, ilâç yapıp karnına indir de göreyim seni mistik. İşin narıbeyzajdan değil ekmekten başladığını anlayacaksın o zaman..
Bu gün nâiMheyza’ntn sanat vc felsefesini yapanlar içinde bulunduk ları yanık, yıkık, aç ve çıplak dünyayı mamur, tok, sırtıpek gören şaşkın egoistlerdir. Bu günün filozofu en iyi, en realist bir hayat idealini söyleyecek, bu günün sanatkârı benliğini bir tarafa atarak halkın, içinde kendisini görebileceği bir ayna olacaktır. Sen bir o-danın dört duvarı, tavan ve tabanı boyunca konmuş aynalarda sayısız hayaller halinde mütemadiyen kendini göre, kaybetmiş ve bu halinin lık., olduğuna inamış Pir Sultan Abdalsın..
göre muvazenesini
Evliya-
ELEKTRİK PARASI
Beyaz geldi veremedik. Yeşil geldi veremedik, Kırmızı geldi veremedik,
Ve kestiler elektriği.
Işık ekmek değil ya... Karanlıkta da yaşarız biz. Çıplak da gezeriz icabında. Yirmi dört saatte bir somun, Yeter düşümmek için...
A. N
havada
Vakit Sokak-önünde
Cıvık, yağmurlu bir Beyoğlunda yürüyordum, gece yarısına yaklaşmıştı, larda sarhoşlar, barların otomobiller vardı. Birkaç saçı boyalı
kadın sık sık arkalarına bakarak çabuk adımlarla yürüyor, bir bekçi ile bir polis bir sokağın başında münakaşa ediyordu. Elektrikli ilânların önünden bir an aydınlanıp (geçen) iri, seyrek yağmur damlaları yere birer tükrük gibi düşüp yayılıyor, çamurlu asfaltı daha yapışkan bir hale getiriyordu.
Bir dört yol ağzındaki genişçe bit meydanın kenarında dört beş çocuğun kavga ettiğini gördüm. Anaya avrata söven ince seslerin arasına acı bir vızıldama karışıyor, arada sırada keskin bir çığlık, boz renkli gökyüzüne doğru yükseliyordu. Biraz yaklaşınca, yalınayak, yırtık gömlekli, en büyüğü on yaşında kadar dört çocuğun, epey-den beri sürdüğü anlaşılan bir kavgayı bitirmek üzere olduklarını anladım. Biraz irice yapılı, fırlak dişli, kırmızı saçlı, bilmiş bakışlı bir oğlan, kendisini kolundan tutup sürüklemeğe çalışan bir çocukla birlikte uzaklaşıyor, bu arada ikide bir arkasına dönüp bakıyordu. Duvarın dibinde, kaldırımın çamurlarına düşüp dağıtılmış beş on gazetenin yanında duran korkunç derecede sarı yüzlü, ufak, kalkık burunlu bir çocuk, burnunu elinin tersine silerek ağlıyor ve yanında kalıp yerdeki gazeteleri toplamak istiyen arkadaşının:
"Haydi, sen de topla da, artık gidelim Kemal! „ diye İsrar edişine kulak asmadan, suratına dökülen açık kahve rengi saçlarını eliyle
laşmtş olan kırmızı saçlının arkasından; “ben sana gösteririm, orospu evlâdı! „ diye bağırıyordu. Kır mızı saçlı bunu duyunca kolundaki arkadaşını silkelediği gibi geri koştu, korkudan büyümüş gözlerle kaçmak istiyen Kemal’i daha üç adım atmadan yakaladı, hiç telâş etmeden, sadece dişlerini sıkıp küfürler mırıldanarak, rastgele tokatlamağa başladı. Kurtulmak için çırpman oğlan avaz avaz bağırıyor, yerden topladığı gazete’eri tekrar çamura fırlatan arkadaşı araya girip :
“Sen ona uyma, Esad ağabey, ben onu eve götürürüm! „ diye kırmızı saçlıyı teskine uğraşıyor, E-sad’ın arkadaşı ise, cam sıkılmış bir halde ellerini pantalonunun ceplerine sokmuş, iki üç adım uzaktan seyrediyordu.
Sokaktan, yanlarında birer karı ile geçen insanlar bu gürültüye başlarını çevirip bakıyorlar, sonra gülüşerek yollarına gidiyorlardı. Yalnız, meyhanelerde çiçek satan topal bir Rus karısı bir dükkân camekânına dayanmış, iri gözlerle çocuklara bakıyordu. Yüzünde hem dehşet, hem merak’a benziyen garip bir gerilme vardı. Ben bir kaç adım ilerliyerek çocukların arasına girdim, ikisini de yakalarından tutup ayırdım, sonra kırmızı saçlıya :
“Hadi bakalım, çek arabanı, utanmıyor musun?,, diye sertçe söylendim. Esad beni biran dikkatle süzdü. Gözüme doğru kaçamak bir göz altı. Nedense gözüne kestirememiş olacak ki, ağır ve gururlu bir eda ile yavaş yavaş uzaklaştı, fakat dört beş adım gittikden sonra başını çevirerek :
“ Söyleyin o piçe de ağzını tutsun I .. dedi yeniden küfürlere başlamak üzere olan Kemal’i susturdum. Her tarafı ıslanmış, çamura bulanmış olan gazeteleri toplamak için yere eğilen arkadaşına :
C I G A R A
SABAHATTİN ALİ
“ Bırak çocuğum, artık onlar bir işe yaramaz. Kaç para ise ben vereyim!,, dedim. Küçük Kemâl benim bu teklifime en küçük bir alâka hile göstermedi. Sadece dizil* dayarak ağlıyor, anlaşılmaz küfürler mırıldanıyordu.
“ Gazeteler senin mi? „ diye sordum.
İlk defa olarak yüzüme baktı, amma hiç görmiyen gözlerle baktığını ve bu sırada kafasının çok başka şeylerle dolu olduğunu derhal fark eltim. Sorduğumu tekrarlayınca başıyle “evet,, diye işaret etti, hafifçe silkinerek yakasını elimden kurtardı, kenardaki dükkânın çıkıntı köşesine dayanarak sessizce bekledi. Öteki çocuk yerdeki gazeteleri sayıyor; ikide birde gözlerini kaldırıp beni sözüyordu. Meydan tenhalaşmıştı. Yan sokakdaki bardan hafif bir dans müziği işidili-yor, Kemal arasıra burnunu çekiyordu. Öteki doğruldu, inanmaz gözlerle yüzüme bakarak :
"Yedi gazete amuca, kırk iki kuruş eder I „ dedi. Sonra, sanki cevabımdan korkarmış gibi başını arkadaşına çevirdi :
" Hadi Kemal, gidelim artık ! „ dedi.
Cebimden bir elli kuruş çıkarıp uzattım:
"Kardeş misiniz?» diye sordum. •Hayır, bir mahalleliyiz!» " Nerede oturuyorsunuz ? „
“Tophanede! „
Parayı Kemalin cebine koydu : " Hadi be Kemal, aldık parayı işte... gidelim artık!.. . diye ötekinin kolundan tuttu. Fakat Kemal şiddetle elini çekti, aynı vaziyette kaldı. .
—^^N?dıy^Tâv^retfflSTgazet^ satmaktan mı?„
“Yo canım, Sulbiye yüzünden!,,
" Sulbiye de kim! »
“ Bizim mahallede, önce Esadı dost tutuyordu. Sonra Kemale döndü. öteki boyna kıza dayak atıyordu. Üç gün, beş gün, en sonunda kız Kemale kaçtı.. „
" Esad buna mı kızdı? „
Geçen akşam sinemanın arkasındaki arsada üst üste yakalamış. Kızın ağzını yüzünü paçavraya çevirdi amma, Kemal kaçmış. O günden beri arkasını kovalıyordu. Bir daha konuşduklarını görürsem bıçaklarım diyor! „
Duvara dayanıp gözlerini sokağın çamuruna, sarı ışıkların aksettiği ve iri damlaların düşüp noktaladığı pis sulara diken Kemale baktım, kulağının dibinde anlatılanları hiç duymamış gibi hareketsiz duruyordu. Arkadaşı onu tekrar çekelemeğe başladı:
"Hadisene be Kemal... ne bekliyorsun be! gidelim be! „
Kemal onu eliyle itti:
“ Sen gideceksen git ulanl bana karışma!,,
öteki bir an düşündü, sonra omuzlarını silkerek :
" Canın istersel „ dedi, yürüdü. Barın önünden geçerek yokuştan aşağıya doğru uzaklaştı.
Ben Kemale sokuldum, bir elli kuruş daha uzatarak :
"Hadi Kemal bunu da al da git evine yatl artık,, dedim.
O parayı cebine koydukdan sonra gururla bir kaç adım attı. Sonra kaldırımın kenarında aynı şekilde dalgın, durup beklemeğe başladı.
Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Yağmurda adamakıllı ıslanmıştım, Çocuğun yanından uzaklaşmıştım, karşı kaldırıma vardığım zaman, yan sokakdan gelen dans müziği sesleri kuvvetlendi. Başımı çevirince, binanın ışıklı kapısı açı-
3 Kasını 1915
G O N
Sayfa 3
KADINLIĞIN İSTEKLERİ
HAFTADA BİR
ANSİKLOPEDİMİZ
Hayatımızda »aha geniş bir demokrasinin tahakkuk etmesini arzuladığımız. ciddi vatansever - en-tellektücllerin haklı bir alâka ile yalnız bundan bahsettikleri son günlerde ben de hemcinsimi daha çok düşünmekten kendimi alamaz oldum. Evet, milletvekili olan avukat olan, öğretmen olan, doktor olan fakat arkadaş olmayan hemcinsimi,.....
Bir çok türk kızlarını ebedi bir zillete, ölçüsüz bir hacalete mahkûm eden, kurtulmak istedikçe daha kuvvetle çeken umumhaneler, barlar... et ticareti yapılan korkunç konsantrasyoon kampları bağrımızda hergün biraz daha taaffün ederek kanıyor. Hiç bir kadın milletvekilimizin iki cinse ait bu ayrı hukuk ve ahlâk meslesine dokunduğunu işitmedik... Bataklıkların kurutulması için tedbirler alındığını duyuyoruz.. Fakat cemiyetin bağrında yaşıyan bu hakiki intan menbazlarının kurutulması için hiç bir tedbir ittihaz edilmiyor.
80 sene evvel yaşıyan büyük Tevfik Fikret :
Elbet değil nasibi mezellet kadınlığın Elbet değil melcktiğin ümidi zulmü-?er Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer, diyordu. Hâlâ öyle :
Lâkin bugün hep onlara ait yığın yığın Endişeler, kederler, eziyetler, iğneler mevcut..
Kadın adi bir zevk aleti olduğu kadar hâlâ, bir süs ve ticaret va-sıtasıdırda. Mecmualarda, vitrinler-(filânlarda kadın başla/ını, ba-caklanm. saçlarını ticaret için istismar mevzuu olmaktan kurtarmalıyız. Kadın bir süs metaı, bir reklâm değil, kadın erkeğin bittiği yerde başlıyan ulvî bir mahluk ta değil, kadın sadece erkek kadar hür ve şerefli bir insandır.
Daha geçende İzmir yüksek ticaret okulunda (kadın yüksek tahsil yapmalı mıdır ? ) gibi geri, abes ve utanç verici bir mevzuu hortlattılar. Bu ilmi (II) münazaranın arkasındaki kara irticai sezmemek mümkün mü ? Orada, Liseden hür müsavi bir va’andaş şuuru ile çıkması icabederken menfi tarafı müdafaa eden kızlarımız-
lıp dışarıya iki sarhoş delikanlının çıktığını gördüm, birbirlerine yaslanarak saltana saltana caddeye doğru yürüdüler.
Kemal hâlâ köşede duruyor, fakat barın kapısına dikkatle bakıyordu. Sarhoşlar uzaklaşır uzaklaşmaz oraya koştu, yere eğildi, biraz evvel çıkanların attığı bir cıgara izmaritini alıp eliyle çamurunu temizliycrek ağzına götürdü, sıkı sıkı birkaç nefes çekti, gözlerinin parladığını uzaktan görüyordum. Hızlı adımlarla benim tarafıma yürüyor, amma benim oradan kendisine baktığımı her halde gör-miyordu. önümden geçerken eğildim, yavaşça kolunu tutarak :
“ Ne o, Kemal? „ dtdim. " Bu yaşta cıgara mı içiyorsun? „
Yüzüme şöyle yandan bir baktı, kolunu kurtardı, sonra beni şiddetle bir kenara itip :
** Hastir ulan! n dedi, hızlı hızlı çektiği cıgaranın dumanını sert sert üfledi; gergin, çabuk adımlarla ve çıplak tabanlarının izini kaldırımın çamurlu asfaltında bırakarak, Bcyoğlunun ışıklı, tenha sokaklarından birine daldı, kayboldu. 14-VIII-1945
Lûtfiye GÜÇLÜ dan daha çok, bunlara lisede öğretmenlik etmiş olan (kıskanılan, üzerine titremlen bir kadın olmak isterdim,) diyen bir öğretmene acıdım : Haşimin tamamen başka duyguları ifade için söylediği: (Dönmek mi. ne mümkün geri dönmek) mısraını hatırlıyorum. Onlar kafes arkalarını, yumuşak sedirleri, — veya daha moderni - poker masalarını, ipek halılar üzerinde dans etmeği arzulıyabilir ve imkân bulabilirlerse geri dönebilirler..
Fakat şükür ki. (ne dün), (ne bugün) Türk kadınının ekseriyeti böyle tufeyli, böyle kendinden u-zak olmadı. Onu biz tarlada öküzün arkasında çift sürerken, bez tezgâhı çukurunda, çıkrık başında, hah dokurken, İstiklâl savaşında cephane taşırken, bizzat döğüşür-ken gördük.... Şimdide Üniversite kürsüsünde, laboratuvarda, san’at atölyesinde, fabrikada... hayatın her sahasında kıymet yaratan bir unsur olarak görüyoruz. Hayat daima daha ileriye, daha güzele ve doğruya doğru ezelî ve ebedî a-akışında devam ediyor. Geri ve mürteci kuvvetlere rağmen bu inkişaf durmuyor (akar suya kilit vurmak kabilmi dir ?) Asırlarca avvel ub kıyılarda yaşıyan büyük filezof Heraklitin de dediği gibi (bir nehrin sularında iki defa yıkanmak mümkün değildir.)
Bu gün şehirde ve köyde kuvvetli karşısında, zayıfın durumu ne ise erkek karşısında kadının — is. terse ana, kardeş, eş, sevgili olsun — durumu aynidir ve yüzyıllar boyunca bunların mukadderatı birbirinden ayrılmamıştır. Ne-partisinin mevkii iktidara geçişi dünya yüzünde ilkdefa vekil olan kadınında zaferi olmuştur.
Sırası gelince, çağrılmadan millî ve vatanî vazifesini yapan, (topraktan ve ateşten hayat yaratan) erkek arkadaşlarından geri kalmı-yan Türk kadınının da, esasen in-kilâp kanunları ile sağlanmış olan demokratik haklarını bilfiil yaşama zamanı çoktan gelmiş bulunuyor. Millet, köylüsü ile, şehirlisile, kadını ile. erkeği ile bir bütün değil midir? Lûtfiye GÜÇLÜ
Ylrmiiklnci Yıldönümü ( Birinciden devatn ) en büyük delildir. Bunun hiç bir şekilde durdurulması mümkün değildir.
Sosyal hayatımızın genel bütününü içine alan yukarıki duruma işaret ettikten sonradır ki bu genel durum içinde kültür hayatimizin gidiş ve istikameti belirtilebilir.
Cumhuriyetin XXII ci yıldönümünden itibaren kültür hayatımızda orijinal eserlerin ortaya çıkmasını sağlayacak olan hür hava esmeğe başlıyor. Bu hür atmosfer sayesinde üniversitelerimizin istiklâli temin edilip ilim adamlarımız “memur,. telâkki edilmekten kurtulunca az zaman zarfında hayrete şayan ilmi neticeler [alacağımız muhakkaktır. Sanat eserleri neden bahsederlerse etsinler gerçek kıymet iseler toplatılmaktan kurtulacaklar. Dünya klâsiklerinin, iyice hazmedilecekler! vakit ortaya çıkacak olan “humen„ zihniyet içinde hiçbir hakikî sanat eserinin tehlikeli olamayacağı yakinen anlaşılacaktır.,. Köy enstitülerinde kültürün geniş köylü kütlelerinin katına indirilmesile memleketimizde ilk büyük halkçı hareket başlamış bulunuyor. Bu enstitüler köy çocuğunun sosyal hayatımızda faâl bir unsur haline gelmesini sağlamaktadır.
Yurt İçinde Kilometreler
Aziz NESİN
Yurd içinde şu kadar kilometre başlığıyle gazetelerde sık sık seyahat notları görülür. Seyahatten seyahate fark var. Uçakla seyahat fırsatına erenler, hadiseleri ve manzaraları kuş bakışı görürler, havadan bakarlar. Böyle gök yüzünden, yürünemeyen çamurlu yollar, papyekuşe üzerine çini mürekkebi ile çizilmiş cetveller gibi gözükür. Renklenmiş, ışıklanmış sefalet, bir minyatür cazibesiyle gözlere zevk verir.
Kilometreleri yataklı vagonda geçirenler de, hadise ve manzaraları, süratle bir birini kovalayan telgraf direkleri gibi seyrederler. Bu bir galatı rüyet değildir; hakikatte de onlar restorandaki yumuşak koltuklarına çakılmışlar ve gözlerinin önünden geçen hadiseler birbirlerini kovalamaktadır.
Hele yılan sırtu^kaypak bir asfalt kayışı üzerinde, radyolu bir otomobil içinde yapılan kilometreler, en lüks seyahatnamelerin mevzun olur. Fakat bu atomik asrın modern vasıtaleriyle astronomik mesafeler kat ederken yaşanan tatlı rüyaları, kaloriferli bir salonda, alkole bulanmış hayal ile karıştıp, seyahatnameler düzmek, rivazete çekilmiş zahidin istihareye yatmasına benzer.
Yurd içinde kilometreler yapan muharrirler! Yanı başınızdaki iztiraba tıkadığınız kulağınızdan pamuklan çıkarıp i>tın, gözlerinizden geçdeyi indjrin^^bakmak kolay, görmek zo'rmrr. sjöyle bir bakıp geçtiğiniz tren uğrağı, asfalt üzeri köyler, kompartımanda, istasyonda bir cigara içimi ahbap olduğunuz köylüleri bize anlatmak zahmetine katlanmayın. Her zaman yaptığınız gibi bakarak değil, bir kere olsun görerek Top-kapı — Bahçekapı tramvayına binin yeter.
Sakın, köye gitmeyin diyorum, sanmayın. Fakat patronlarınızdan kopardığınız bir aylık izinle topladığınız seyahat notlarını artık ne bize, ne de köylüye yutturulmazsınız. Demiryolu ve asfalt, zorluk ve iztırabı daha gerilere doğru iner: Hele içerilere doğru gidin, fakat sadece bakmayın, görün.
Sağını solunu bilmiyen delikanlıları, milletin nedir diye sorulunca müslümanım diyenleri, yüzde yüz Türk oldukları halde, hâlâ kendini inkâr edip, kabile adlariylc övünenleri anlatın bize.
Dün. Mehmet ile çeşme başında su dulduran Emine’yi seviş-tirirdiniz. Bir eli yağda, bir eli balda çobanlara yanık kavallar çaldırır, koyunlar gibi bizi de uyu-turdunuz. Aşıklara pınar başlarında mâniler söyletirdiniz. Nerde bu köyün adresi verir misiniz?
Bugün de daha fazlasını yaptığınız yok. Bu afyon tiryakiliği yeter artık, hakikat kafamıza vuruyor. Hâlâ köyün ve köylünün iztırabını söyliyen sanatkâra menfimi diyorlar? Biz müsbet olalım, isteyen istediğini desin, zaman verir hükmünü...
XXII ci yaşını bitiren Cumhu-liyet, halkın hakimiyeti ve kültürün azamî inkişafını vadeden bir temayülle xxıı yaşına bastı. Halkın selâmet ve refahından başka hiçbir şey istemeyen ve bütün egoist ve ferdi tezahürleri iğrenç bulan her namuslu vatandaş gibi bekliyoruz ve ümitle doluyuz.
İDEAL İNSAN: Orijinal şahsiyetini hür bir cemiyetde inkişaf ettiren hür insandır.
HAKİKİ HÜRRİYET s İnsanın insan üzerindeki hakimiyetinin ve istismarının kaldırılmasilc elde edilen hürriyettir.
MÜSAVAT : Ferdler fizik ve zekâ bakımından ayni olarak doğmazlar, insanlar tabiat bakımından az ve ya çok kuvvetli, zekâ bakımından ise az veya çok zekidirler. Şu halde müsavat namına ferdin şahsiyetini boğmayı “Standart,, bir insan yaratmayı gütmek ve ferdler ara-I sındaki farkları ortadan kaldırmayı iddia etmek tamamile saçmadır.
Asıl müsavat, İktisadî imkânlar, vasıtalar karşısındaki İçtimaî müsavattır.
DEMOKRASİ: Halkın halk tarafından ve halk için idare ediliş sistemidir. Üç türlü demokrasi vardır: 1) Derebeylik nizamının yıkılışından faydalanarak kendini geliştiren ve bu gelişmeyi kolaylaştırdığı müddetçe onu inhisarında tutan yüksek zümre demokrasisi. (2) Yüksek zümrenin menfaatlerini tehdit edecek miktarda oria çaptaki halk kütlelerinin de gelişmesine yol açan ve bu sebeple faşizmin doğmasına fırsat veren, milletler arasında İktisadî ve siyasî rekabetlere yol açan yirminci asır demokrasisi.
3) Milletler arasındaki her türlü husumet ve rekabeti kaldıracak, bütün halk kütleleri arasında tesanüdü ve İçtimaî müsavatı kuracak olan yarının demokrasisi.
MİLLET: Tarihin akışı içinde doğup, büyüyüp, sağlamlaşan üike dil. İktisadî hayat kültür ve anane beraberliğidir.
MİLLİYETÇİLİK: Bu millî, bağımsız beraberliğin devamını sağlıyan. ne kendi milletinin yabancı tahakkümü altına girmesine, ne de başka milletlerin kendi tahakkümü altında bulunmasına asla razı olmıyan hür ve halk sever bir düşünüş ve aksiyon sistemidir.
VATAN: İçinde hür doğup, hür yaşayıp hür olarak öldüğümüz; uğruna harcamaktan kıyamıyacağmıiz hiç bir değer tanımadığımız, ve hepimize bağrında eşit yer veren gerçek ana.
KANUN : Sertliği acı vermiyen yumuşaklığı şımartmıyan, evlât fark gözetmiyen baba. ADİLOĞLU
Sulh ve Hürriyet
(Birinciden Devam)
Bütün ortaçağ boyunca Hıristiyanlık ve İslâmlık gibi büyük dinlere salık milletler camiaları arasında olduğu kadar bu camialar içindeki mezhep ihtilâflarında da her taraf kendi davasının haklı olduğunu kılıcile isbat etmeği tercih ediyordu. Böylece maşeri cinaye-. tin kudsiyetine inanç asırdan aşıra kuvvetlenerek geldi. Bu uzun ve karanlık devrede feodal Avrupada harp her günün meselesi halini aldı; öyle ki ortaçağın Avrupahları arasında tecavüz, yağma, kital istidadı prehisforic insan örneği-ninki derecesini buldu. Vakıa Avrupada millî kıratlıklar kurulduktan sonra harp feodalite devrine nis-betle çok azalmış ve maşeri cinayet bir çeşit ihtisas ehline münhasır kalmıştır. Condottiereler, mer-cenaire ler... Fakat Avrupada burjuva sınıfı sulha sahib bir cumhur teşkil etmekle beraber üç asır devam eden müstemlekecilik politikası esnasında Avrupah milletler önce Amerikanın ve Asya’nın ve daha sonra Amerikanın yerli halkına karşı açtığı kıtal devri maşeri cinayet istidadını temellendiren yeni bir âmil oldu. Bu üç asrın sonuncusunda, ondokuzuncu . asırda, Avrupa milletlerinin her | biri silâhlı bir ordugâh haline girdi; ve yirminci asrın ilk yarısı esnasında hemen durmadan döğü-şüyoruz.
Harplerle, cinayetleıle dolu insanlık tarihinin devamı müddetin-ce gelip geçen nesiller verdiğimiz terbiyede ilk serserilik hayatımızdan getirdiğimiz ecdat mirasını gitgide kuvvetlendirecek şekilde oldu. Analarımızdan dinlediğimiz masallar, ilk mektep sıralarından başlıyarak tarih dersi diye, bize öğretilen efsaneler hep komşn milletleri kırar, onların malını yağma eden kahramanların hikâyeleridir. İçimizde uyumakta olan iptidaî insanı bunlar besliyor; böylece yabancı düşmanı, mütecaviz insan oluyoruz; öldürülmek vehmile öldürmeğe hazırlanıyoruz. Hiç şüp- ’ he yokki bu tarz terbiyeyi irsi istidamıza, derunî meyillerimize uy-
gun olduğu için elverişli buluyoruz Akıntıya karşı kürek çeker gibi... Ve yine şüphe yok ki kotu meyillerimiz içimizde gizli kıtal istidadını körletecek maşeri cinayeti mübah sayan zihniyeti öldürecek yeni bir terbiye gerçekten güç bir işydir: akıntıya karşı kürek çekmek değil, arz üzerinde bütün uzvî hayatı yok edecek en müthiş bir tahrip vasıtasını elde etmiş bulunuyoruz. Ya böyle bile bile bu intiharı kabul edeceğiz, veyahut kafalarımızı değiştirecek yeni bir terbiye yolu bulacağız, ötedenberi insanın salâh bulmaz, ezeli bir mahkûm olduğuna inananlar vardır. Belki şimdi umumi intihan mukadder bir akibet sayanlar da çıkacaki. Fakat biz eminiz ki muhakkak bir ölümün önünde irkilecek olanlar ekseriyeti teşkil edeceklerdir. Çünkü insana hayatı her şeyden ziyade sevdiren hırs, öldürme istidadından daha çok kuvvetlidir. Bundan dolayıdır ki şimdi Londra’da toplanmış olan kongreleri* konferansları bize haya tı sevdiren derunî bir kuvvetin tezahürleri saymaktayız. Ve eminiz ki bu çeşit tezahürler daha bir çok sahalarda tekrar olunacaktır.
dî cinayet ortadan kalktı. Fakat maziden taşıyarak getirdiğimiz meşum tesis harp dediğimiz maşerî cinayet baki kaldı — yalnız baki kaldı değil, gittekçe kuvvet buldu. Dinler, daha doğrusu kilise, (theocratie) onu takdis etti.
Theocratie ile harp arasındaki münasebet o derece malûmdur ki bu nokta üzerinde uzun uzadıya durmak, misaller aramak fazla bir zahmet olur. Filhakika üç büyük kitap dininin ilki olan yahudi kitabımu-kaddesinde maşeri cinayeti mubah sayan ve hatta takdis eden yazılar çoktur; fakat böyle olmakla beraber cebrî, tecavüzü, yağmacılığı lânelliyen, Israiloğulları o nebilerine ait yazıları da ayni kitapta buluyoruz. Yahudi âlimlere ait ebiyatta ferdî cinayeti lanetlemek maksadile hikâye olunan Cain. Abel (Kabil ve Habil) macerası hakikatte göçebe çoban kabilelerin toprağa yerleşmiş halka olan tecavüzlerini symbole halinde tasvir eden bir kıssa olduğuna şüphe yoktur.
Sayfa 4
GÜN
3 Kasım 1946
ŞEHİRDEN SESLER
İŞÇİNİN KORUNMASI
On dokuzuncu asrın ortalarına kadar işçilerin hukuki durumunda hiç bir değişiklik meydana gelmemiştir. O zamanın hâkim zümreleri. İçtimaî meseleleri devlet mevzuu saymamakta, işçi ile iş düzeni kendi başlarına serbest bırakılmakta idiler. O meşhur "bırakınız yapsınlar. bırakınız geçsinler! „ formülü her şeyi tıkırında tutar sanılıyordu. Fakat 1840 da doktor Vıllermenin ortaya koyduğu hakikatler devlet müdahalesine bir baş-lıngıç teşkil eder. Doktor iş saatlerini vasatî 14 saat sürdüğünü, gece çalışmasında kadın erkek farkı gözetmediğini 6-8 yaşındaki çocukların günde 16 hatta 17 saat ayakta çalıştıklarını söylüyor ve bu gibi çocuklar sabahın 5 inde yataklarından kalkıp en uzak atölyelere koşmak mecburiyetinde olduğunu bütün dünya efkârı umu-miyesine ilân ediyordu.
Her şeyi penbe gören “bırakınız yapsınlar,, formülünün yerini alan doktrin; işçileri korumak hayal şartlarını teminat altına almakla beraber çalışma şartlarını da insanlığa yakışır bir şekle sokmak yolunda devletin bütün kuv-vetile müdahalesinin hem bir hak hem bir vazife olduğu esasına dayanıyordu.
Bu suretle başlavan devlet müdahalesi bir çok memleketlerde işçilerin emniyet ve sağlığını kanunlara bağladı.
İsviçre'de 1877, Avusturyada 1883, Almanya’da 1891, Fransa'da 1893, Belçika’da 1899, Ingiltere’de 1901 kanunlarile devlet müdahalesi harekete geçti.
Bununla beraber devletler arasındaki kanunî görüş farkları işçi-İelîn devletler tarnfından gözetilmesi işini bir çok bakımdan aksatmakta idi. Bunu önleme ınaksa-dile devletler 1900 yılında Pariste milletler arası bir cemiyet meydana getirdiler, Merkezî İsviçre’nin Bal şehrinde olan olan cemiyetin
İŞ ve İŞÇİ DÜNYASINA AİT RAKKAM ve BİLGİLER
Bazı memleketleri numum nüfusuna göre okur yazar nisbetleri şöyledir:
ti İsveç: 99.9 Birleşik Amerika 95.6, Belçika 94.4, Fransa 93.7, Kanada 92.8, Sovyetler birliği 82.3 Bulgaristan 68.4, Yunanistan 58.5, Romanya 57.4, Yugoslavya 55.6, Filistin 32.4, Mısır 14.
ti Türkiyenin 1927 yılında okur yazar sayısı * 8,2 1935 yılında
15,6 idi, 1945 yılında bu tin o 20 yi bulmuş olması kündür.
H İstanbul nüfusunun * 9 0 Izmirin 29.6 sı, Siirt vilâyetinin 3.7 si ve Mardinin 3.8 i okur yazardır.
M Türkiyede 43. 486 köy vardır. Bunun 34465 inde muhtarlık teşkilâtı mevcuttur.
r] Türkiye köylerinin 5.676 sın-da eğitmenli, 3894 ünde öğretmen-li ilk okul vardır. Geri kalan 33 916 köy okulsuzdur.
tl 1941 yılında yapılan çocuk sayımında ilk tahsil çağında köylerde 2.968.824, şehirlerde ise 816.784 çocuk olduğu anlaşılmıştır. Yine aynı yılda ilk okula kiremiyen çocukların sayısı köylerde 2.214.617 şehitlerde ise 280.557 dir.
»f İlk tahsil çağındaki bütün köy çocuklarının ° e 75 ini şehir çocuklarının ise e 34 ünü henüz okutmamaktayız.
nisbe-müm-
53.3 ü
yasak etti. Bir birliklere iltihak
harbinden sonra
adı "İşçilerin kanun yoluyle korunmasını güden beynelmilel cemiyet,, idi. Yine bu maksatla 1904 de F-Fransa ile İtalya arasında bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre Italyan hükümeti sanayide çalışan kadınların iş saatini azaltacak ve Fransadakine benzer bir iş kontrol sergisi kuracaktı. Belçika, Almanya, Fransa arasında böyle muahedeler yapıldı.
Bunlardan başka 1905, 1906 da Bern şehrinde toplanan işçi konferansları iki mühim birlik vücude getirdi. Birincisi, kibrit fabrikalarında beyaz fosfor kullanılmasını yasak etti. İkincisi kadınların gece çalıştırılmasını çok devletler bu ettiler.
Birinci dünya
kurulmuş olan milletler arası iş komisyonu sonraları milletler cemiyetinin daimî bürosu olarak ilân edildi. Bu teşekkül her memlektin iş kanunlarına muayyen müşterek prensiplerin yerleşmesi maksatlarını güdüyordu, ilk toplantı 1919 da Vaşington’da yapılmıştı. 39 devletin iştirak ettiği toptantıda şu meseleler gözden geçirildi ve devletlere teklif olundu : Günlük iş saatinin 8 e indirilmesi. İşsizlikle mücadele, sanayi ve ticaret müesse-selerinde 14 yaşından aşağı çocuk çalıştırılmaması, 18 yaşından aşağı gençlerin gece çalıştırılmaması.
Teşekkül ikinci cihan harbine kadar oldukça mühim işler gördü.
25 Ekim ayında Pariste Sorbon salonlarında toplanan milletler arası iş konferansı da yine bu teşekkülün harp sonu eserlerinden biridir. Diğer taraftan yüz milyonlarca işçiyi temsil eden milletlerarası fedarasyonu da işçi miktarlarını tanzim edebilecek büyük çaptaki hareketlerden biri sayılmalıdır.
Gayet kısaltarak izaha çalıştığımız işçinin devlet tarafından korunmasının ve milletlerarası iş yasalarının yüz yıllık tarihi işte bundan ibarettir. Gelecek yazılarımızda işçi hukukunun diğer meselelerini inceleyeceğiz. E. A.
İç Politikaların Büyük Meaeleleri:
Birinci Kitap
KÖY ve KÖYLÜ
E,at Adil MOSTECAPLIOĞLU
Köye ve köylüye [ait siyasî İktisadî ve kültürel bütün meseleler bu eserde tahlil ve tenkit edilerek formüllere bağlanmıştır.
İkinci Kitap
ANAYASA ve KANUNLARIMIZ iki eser basılmktatadır.
F>rla İşçi Onhver»ltesl Deflerinden t
POLEMİK
Üslup • Kültür - Dava
Hâdiseler Kazanından : AıDİLOĞLU
Etiennc Fa jön
DÜNYA POLİTİKASININ BÜYÜK PROBLEMLERİ
Pek Yakında :
, Türkçeye Çeviren :
Adil Af S T E C A P L J O C. L U
Pek yukında yayınlanack olan bu harikulâde eseri şimdiden arkadaşlarınıza tavsiye ediniz.
İ = —_______________________— ,_______-
gün
Müeaala ve Başmuharriri: Esat Adil Müstrcadlıoglu - İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat MUdUriS : Haşatı Tanrıkııl.
İdare Yeri: Çağaloğlu yokuşu. Narhbahçe sokağı No: 9 Kal: 3
Abone Şartları : lifin Şartlnrı :
Yıllığı : 540. Alt. aylığı: 280 Kuru,. Birinci aahife başlık 8 Lira
Dördüncü sahile ballık 6 •
Dlffer stnhifder n anntiıni S0 Kuruş
Di:sgi : YARATIŞ Baskı : TAN Mntbaaaı
HAYATIN İÇİNDEN
boğulurcasına gömülüp
ırg atlan in köle-r gelip lası ka-
Faatazya
Ey ümit toprağınla ırgatları, ey kuru ekmek tezgâhının köleleri dize geliniz! Donsuz şiş karınlı, sıtmalı, dalaklı çocuklar, onytdilik dullar, otuzluk ihtiyarlar, işsizler, açlar hepimiz Ankara caddesi kaldırımlarına dizilip yerlere seriliniz ! Şikayetsiz, inil-tisiz, kinsiz ve nefretsiz kendinizi seyrettiriniz! El açıp hak ve hürriyet, saç yolup ilâç ve kalori istemeyiniz ! O, kaldırımlarına serileceğiniz caddenin sağında ve solunda her gün yüzlerce kilo mürekkep, binlerce kalem ve tonlarca kâğıt, kurşun ve çelik ve 5-6 yüz insan hep sizin oğru-nuza seferberdirler. Hepsi sizden sizin israf ettiğiniz nimetlerden, haklardan, hürriyetlerden, yediğiniz pasta ve has ekmeklerden ve türlü leziz meyvalardan, şarap ve kebaplardan bahsedip ilim ve irfanınıza ahlâk ve faziletlerinize hayranlıklar duyup kâffesi kâf-fenizin sıhhat ve afiyetinize her gece badenuş' olurlar. Hepsi bir olup sabahın 5 ine kadar sizler için harıl harıl çalışırlar. Bembeyaz kâğıtları sizin oğrunuza kâfir yüz ügibi siyaha çevirip, bazı da yeşiller ve kırmızılar çalıp şehrin her yerini donatırlar.
Ey ümit toprağının ey kuru ekmek tezgâhımı ieri ! Dize geliniz 1 Onlaı geçtikçe her birinin kırıl temlerine yüz suyu dökünüz. Ve nur düşesi yüzlerine kinsiz ve nefretsiz bakmaya çalışınız! tâki yaptıklarını anlamayalar ve ettiklerine pişmanlık duymıyalar. Ta ki, utanmıyalar da bütün fo--^rllariiiı ( . T w nAgjJA*
Sizler nasıl olsa mezbaha kapısından içeri kakılmış boyunları cellât eline düşmüş, celep tekmesi yiye yiye, yaşamış eski kara gözlü kuzularsınız I Beyhude meleşip durmayınız. Ankara caddesinin huzur ve sükûna son derece ihtiyacı vardır. Bilir-misiniz ki, bu caddenin pencerelerinden ilham perileri her gece bakraç bakraç hayal, ambalajları henüz açılmamış, sözüm ona nükte ve türlü küfür ve hakaret taşırlar. Soşra onları ürkütür, kaçırırsınıziz her gece sizin uğrunuza kalemlerini seferber edip hali pür felaketinize kasideler ve methiyeler yazıp hepinize türküler ve uyutucu ninniler söyleyenleri ilhamsız ve kendini* gibi aç susuz bırakmış olursunuz!
Anladınız mı ey toprak ırgatları ve ey tezgâh köleleri! Amma iyice anladınız mı ?
ADİLOĞLU
ortayaT"lçvyiBİuı! I dan-nnwm—muhdtfk kiıırsdcr^tp
KÖYDEN SESLER :
Türk Köylüsünün Milli Kültür Kadrosunda Yeri Varnu dır?
fırsatı elde sönüp ka-
ile hemen
Bir milletin kultiir kalitesi onu hazırlayan işçilerinin sayısı ile ilgilidir. Daha açık olarak diyebiliriz ki, milli kültürü temsil eden kadro o milletin bütün ferdlerinin her kültür kademesinde geçireceği tasfiyelerden sonra teşekkül eder. Halbuki, bugünkü şartlar içinde halkın on milyonlarca ferdi ilk öğretim kademesinden yukarı çıkamadığından Türkiyenin yüksek milli kültür kadrosu tahsil kademelerini her bakımdan aşmaya muktedir olabilen gayet mahdut bir zümreye inhisar etmektedir. Birçok kabiliyet ve istidatlar ya hiç bir deneme geçirmeden tama-mile geri pilâna geçmekte, yahut daha geniş bir gelişme edemeden olduğu gibi rarmaktadır.
Yoksul şehirli halk bütün köylü kütlesi çocukları içinde yüksek tahsil görebilenlerin, hattâ orta tahsil kademesinde tu-tunabilenlerin sayısı o kadar azdır ki, bunu on binde bir, yüzbın-de bir gibi nisbetlerle ifade etmekte bile güçlük çekeriz.
Halbuki bir milletin yüksek kültür kadrosu o milletin mukadderatından mes’ul olan dir kadrodur. Demokratik bir rejimde böyle bir kadronun mahdut bir zümreden değil bütün halk kütlelerinin içinden yetişmesi icabeder. Çünkü devlet idaresine iştirak ehliyetini her şeyden önce ferde temin eden, kültürdür. Eğer bu kültür mefhunu-nun basamaklarına ayak koymak hak ve imkânları en bütün halk kütlelerine temin edilemezse ve bun-
fade edecek olursa hakikî demokrasiye hiç bir zaman ulaşılamaz.
Türkiye’de Maarifi denfokrat-laştımanın manası işte budur. Ge-
11 YARATIŞ,,
Gazete, Mecmua — Kitap gibi her nevi matbaa işleri en ucuz fiyatla, en kısa zamanda yapılır...
Adres :
Çağaloğlu Narhbahçe sokak
No. 9 Kat : 3
!
Ş O L O H O F
YURT İÇİN ÖLDÜLER
Mansur Tekin tarafindan Türkçeye çevrilen bu romanı pek yakında büyük bir zevkle okuyacaksınız.

rek içtimai, gerek İktisadî şartlar herkesin kültürün her kademesinden istifade edebilmesine elverişli olmıyor ki, bir milletin yüksek kültür kadrosu bütün halk kütlelerinin eseri ve mahsulü olabilsin.
Gerçi, Türkiyede bütün tahsil kademeleri herkes için açık ve ücretsizdir. Fakat bu, tahsilin yoksul ve hatta orta halli kütleler için ucuz ve kolay olduğunu isbat etmez.
Memleketimizde tahsil bahalıdır, masraflıdır. Orta ve yüksek tahsil masraflarına tahammül edebilecek aile bütçeleri sayısı pek azdır. Hele çok zengin köylü müstesna diğer köylü halk kütleleri için orta ve yüksek tahsil masraflarına katlanmak hemen hemen imkânsızdır. Nitekim bu hakikat üniversite talimatnamesinde şöyle bir formül ile ifade edilmiştir: "Üniversite kapıları maddi ve manevî imkâna sahip olanlara açılır!.»
İşte asıl bu İktisadî sebeplerle dir ki Türkiye’nin yüksek kültür kadrosuna köylü halk eleman verememektedir. Türkiyede köylü ve şehirli aşağı yukarı dört milyon aile vardır. Çocuklarına yüksek kültür kademesini aşma fırsatı temin edebilen aileler tahminen binde 4 dür. Nitekim 1942 yılında yüksek tahsil talebe sayısı 14693 olduğuna göre nüfusumuzun yine tahminen on binde 8 i yüksek kültür kademesine ulaşabilmektedir ki bunlardan ne kadarının köylü kütlesine ait olduğunu tesbit etmeğe bizim hesap bilgimiz müsait değildir.
Köylü halkın değil yüksek millî kültür kadrosunda, ilk öğretim kadrosund;. bile ver] dığını merak edenlere “rakamlar ve” gerçekler,, sütununu tetkik etmelerini tavsiye ederiz.
E. A
İŞ ve İŞÇİ DÜNAS1NA AİT RAKKAM ve BİLGİLER
9 Umum nüfusun — Sovyetler Birliğinde „ 58 i, Bulgaristanda 56,5 u Almanyada 49.4, Türkiye de 49 u, Avusturyada 47 si, Ja-ponyada 46 sı çalışmaktadır. Av-rupada en az çalışan memleket ispanyadır- Nüfusunun: ° 37 si.
■ Kadınları en çok çalışan memleketler şunlardır; Sovyetler Birliği 0 52, Bulgaristan 50 .7 Türkiye 40, Fransa 37.
g Kadınları en az çalışan memleketler şunlardır: Ispanya . 9 Kanada: 13, Birleşik Amerika 17.7 Avusturalya 18,
I Aşağıdaki rakamlar çalışan umum nüfusun "e de ne kadarının hangi iş sahasında çalıştığını, do-layısile o memleketlerin İktisadî karakterini tayin etmektedir:
Toprak İstihsalâtında : Sovyetler Birliği 85, Tüekiye: 82, Kanada 81, Bulgaristan 79.8, Romanya 79,5, Lehistan 76. 2 Mısır 69.
Sanayi ve Madencilik : Belçika 48.9, İngiltere 48, Isviçre 44.9, Almanya 40.6, Holânda 39.3
Ticaret ve Nakliyatçılık : Yeni Zelanda 28.4, Avusturalya 27.8 Birleşik Amerika 27.4, Ingiltere 27, Holanda 23.4.
Demek oluyor ki çalıştırdığı nüfus bakımından Sovyetler birliği zira-atçilikte, Belçika sanayi ve madencilikte yeni Zelanda ise Ticaret ve nakliyatçılıkta birinci gelmektedir.
♦♦