1946 Haziran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1946 Haziran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Tahrikçilik Modası




f
kayaları nasıl a , küçücük haki almış olan asillik batılları nasıl devirebil eliğini de anlamak
Yumuşacık suların sert şındırabildiğini düşünenler katların, sıradağlar halini








ta zorluk çekmezler.
Bundan bir yıl kadar önce, memleketimizde kurulan küçücük bir demokrasi safının giriştiği savaş nihayet bugünkü demokratik neticeleri elde etti.
Matbaaları tahrip ve muharrirleri tahkir ve bir kısmı da hapsedilmiş olan Gün, Fan, Latürki ve Yeni Dünya demokrasi ailesi. bunların, fikir ve mücadelesini paylaşmış olan on binlerce vatandaş bu neticeler karşısında sevinç ve gurur duymakta şüphesiz ki herkesden fazla hak sahibidirler. Çünkü, anayasaya aykırı ve anti demokratik kanunların varlığını isbat eden ve bunların derhal kaldırılmasını istiyen bizdik.
Vatandaşların hak, hüriyet ve hüsnüni yellerinin kanunlarla teminat altına alın -masını istiyen bizdik. Sınıflı bir cemiyet olduğumuzu, bu sebeple sınıfların kendi hak ve menfaatlerini korumak için teşkilâtlanmalarının zarurî bulunduğunu iteri süren bizdik.
Sınıflı .cemiyetlerde tek partili demokrasi olamıyacağını, siyasi partiler kurulması zaruretini, teşkilâtlanma hürriyetine konan kayıtların kaldırılması, lüzumunu İsrarla isbat eden bizdik.
Üniversitelerimize İlmî ve idari muht^-riyetin tanınması davasını ilk defa yürüten yine bizdik.
Türk gençliğinin, üniversite gençliğinin demokıatça yetiştirilmesi, onların medenî haklarının gelişmesine imkân verilmesini, kültür seviyelerinin yükseltilmesi yolunda herşeyin yapılmasını istiyen bizdik.
Sefâletlerden. haksızlıklardan, çeşitli iştimaî adaletsizliklerden, taıüsavatsızlıklar-dan durmadan bahseden ve bunların mevcudiyetlerini ispat eden yine bizdik.
Biz .bütün bunları umumî efkârın önüne sererken karşımızda herşeyi inkâr eden, demokrasi ve demokratlara onlara bozguncu, hain beşinci gibi iftiralar ve hakaretler savurarak, merhametsiz, münkir saflar kurulmuştu.
Bu münkir safların meydana getirdiği


Demokrasi aleytarlan taktik değiştiriyor
a
4 ARALIK HADÎSESÎNÎ ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİNİN ESERİ İMİŞ GİBİ GÖSTERMEK ISTIYENLER YALNIZ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNİ DEĞİL, BÜTÜN TÜRK MÜNEVVERLERİNİ DE TAHKİR ETMİŞ OLUYORLAR.

Avukat
ESAT ADİL
ve silâhlandırdığı tahrikçilerle 1 ürk medeniyet tarihinin tertemiz ve parlak sayifeleri-ni 4 aralık hadisesiyle kirletmiye cüret ettiler.
Jürk demokratları faşizmin, ilticam nelere kadir olduğunu bir defa dalıa gördüler ve anladılar. Fakat bu görüş i ve anlayış onların demokrasiye olan imanlarını
I ve Türk milletinin, Türk yatanının yüksek menfaatlarına olan bağlılığını ada madı. Biz bütün namuskâriığımız ve ligimizle bu dâvanın bir sııa olarak kalmakta devam edeceğiz.
Türk demokrasisi uğruna. Türk milletinin hürriyeti, istiklâli, refah ve saadeti uğruna herşeye ve herşeye katlanacağız. Biz, gayretlerimizin, iztiraplanmızın tek tesellisini milletimizin hoşnutluğunda arayan insanlarız.
gençliklerinin emir

■4 :

• •
sarsa-erkek-
neferi
Bizi »evııuyenleıın 1 ürk milletim sevdiklerine inanamavız. Çünkü bizim davamız bütün, açıklığı ve namuskârlığı ile yalnız ve yalnız 1 ürk demokrasisinin gelişmesi Türk milletinin* azap ve iştirap çeken büyük halk kütlelerinin refah, kültür sağlık ve adifdet nimetlerinden ihtiyacı kadar iaydalanabilmcsmui Lemim dâvasıdır. Bizi sevmiyahler, Fakat onlar 'yürüte ğeldiğimiz demokrasi,, dâvasının bugünkü neticelerini paylaşmakta ve hatta 'ounuekendi inhisarları altında tutmakta istical'gösteriyorlar. Bu da binerlerindendir. . 'Bu arada yine müfsit metotlarını bir defa daha tecrübeye kalkmış bulunuyorlar. Bu tahrikçiler dört beş masum genci ileri sürerek 4 aralık hadisesini üniversitemizin eseri gibi göstermek istiyorlar. Bu suretle hem ünrvesiteyi tahkir, hem mahut hâdiseyi tenkit edenleri de üniversiteyi tenkit ediyormuş gibi jurnal etme denaatini irtikâptan çekinmiyorlar. Bu adi ve menfur hilenin iç yüzünü aşağıki satırlarla bir defa daha açıklamak ve bu tahrikçilerin maskelerini Türk gençliğinin ve üniversite gençliğinin gözleri önünde alaşağı etmek lüzumunu duyuyoruz.
dâvamızı
sevmiyenterdir.
" «onların mâluu.
küfreden, kol, ajan

Cevdet İktisat Orhan
Meydanlarda kitap yangınları ve matbaa tahripleri ancak iNazi Almanya ve fa şist İtalya üniversite
ve tahrik neticesi şuursuzca yapmış oldukları hareketlerdir. Türk üniversite gençliği-nin şuuruna böyle bir kir sürülemez.
( €
Muhle! iı Fakülıe^ep Üniversite talebesinin «Gün» dergisi hakkında «lanin gazetesine afalladıkları mektupdan bahseden yazıyı «Üniversiteli» adlı 15 günde bir çıkan derginin iLk sayısının üçüncü sayfasında «Sokak Serserileri kimdir?» ballıklı bir vazının da’ bazı .p-rç al arını aynen alarak Üniversite gençliğinin dikk ıt nvtzarma sunuyoruz:
«... Çünkü o günkü mitingi yapan üniversitelilerdi. Hareketleri sadece gençlik heyeca.nlarının memleket sevgilerinin, inandıklar ımilliyet prensiplerinin ve o hürriyeti îiiyc vasıflandırılan gazeteye duyulan nefretlerin bir ifadesi idi. üniversitelilerin. tamamen kendi iradeleriyle hareket ettiklerini ve bu iste başkalarının parmağı bulunmadığını herkes gibi siz de bilirsiniz»..»
«Üniversiteli» dergisi s^vyı: 1
BES ÜNlVEJttStTEl/DEN ALDIĞIMIZ ’ Mp&TUP
Hukuk. Fakültesinden Tnrgud Ataköy, Akçalı. Fen F« kültesinden Ihsan Çirkin. FaJtfl İtesin dr il .Mi Hatlboalıı ve Eczacıdan
Ozil imzasile aldığımız bir mektupta şöyle denmek-UrtÜT.
Vc «Sayın Cumhuriyet Savcılığının dikkat nazarı-
nn: »
4 aralık nümâyiglerinde nasılsa unutulmak yansına malik olan (Gün) mecmuası, kısa bir tereddütten sonra kızıl neşriyatına yeniden haşladı. Mahdut olan satışını dahi polemik perendebazlıklarile Fçahştığmr her yeni (numara) smda göstermektedir. Biz, oııun bu arzusuna âlet olmak istemezdik. Ancak; son sayısında, vatanı kırmızı oralın kavsindim görenleri lâyik oldukları akıbete uğralan Türk gençliğine «bir sürü sokak serserisi..» diyerek küfretmeseydi, * '*
Bugün için nıusterih olsunlar. Zira, bu gençlik «Ferûkcti tahşiyenin müsebbibini» unutacak kadar ulvî: fakat vatart anaya «Hakareti affetme» yecek kudur nzfmliılir. Bu sebeple, Türk gençliğinin manevi şahsiyetine edilen hakarete Cumhuriyet Saveılı-* ğınm dikkat nazarını çekmekle iktifa ediyor; sar-tedilen iğrenç sözlerin bolsevik kaynakların ilan * almadığını da bugün için en büyük kaygısı milli birliğin muhaftucaöi olan Türk efkârı umumiyesiniu gözleri önüne seriyoruz.»
30-5-946 TANIN GAZETESİNDEN
Ekser sahifelerk esaret ve kölelik, fikir-terinden dolayı insanların hapislerde ve zindanlarda çürütülmelerile kirletilmiş olan milletler tarihine ancak. Nazi Almanyasm-da ve Faşist İtalyada üniversite gençliğinin emirle matbaa tahrip etmeleri şeklinde bir teke sürülmüştür.
Türk üniversitesi ve onun mümtaz
ÜIMnm 12 inci
Selğl a nıa ’na-

“Akademi,, mecmuasındaki bir yazı mttnasebetile:
(ŞİİRDE SAĞ VE SOL)
Yahya Kemal için verilecek hüküm (dahî bir mülteci) dır. Onun şiirini zevkle okuyacağımız mes'ut devirler elbet gelecektir.
I
Yeniyi anlamak için onu seçebilecek göz, ona yaklaşabilmek için de önse zi ve cesaret ister .

«Akademi» dergisinde arkadaşım Ca-d anyol’un «Şiirde sağ ve sol» başlıklı yazısı çıktı. Hemen söyleyeyim ki Ca-j anyol son derece aceleci ve Son de-
çin sosyal maddenin verilmesi icabeder, çünkü sosyal zihin havada kurulamaz. Burjuvazi yani valktile Aristokrasiyi yıkan ihtilâlci sınıf I 789 dan sonra, kendi Sosyal nizamını kurunca o, nizam içince şairlerini, fiÜozfoflarım, artistlerini yetiştirdi. Cahit Tanyolun, şekil mükemhneliyetine
hayran olduğu, şiir. Aristokrasiyi yıkarak onun yerine geçen, bugün buhran ve yıkılış halinde bulunan burjuvazinin en par -lak, en rahat, en, emin devresinde yara -dılmıştır. «Kötü, iğrenç» buidbğu şiir de yine bugün, kalkınma, halinde bulunan helik nizamının ilk sanat belirtileridir. Bu belirtileri alkışlamak, teşvîk etmek gerekirken Cahit Fanyol, tam bir küçük bur juva şaşkınlığı ile ve müesses zevkin hu dudunu .aşamıyarak hücum »diyor.. Halkın, Avrupada teşkilâtlanıp, bir nizamı değilse bile partiler,
kooperatifler etrafında toplanmış ve ken-’ di sınıfı efkârıumumiyesini olduğu memleketlerde, sınıfı nizam ve teşkilât içinde Gorki, Romen Rolland, Mal-raux, v.s., v.s. gibi büyük sanatkârlar yetiştirdiği Malûmdur. En geniş halk kitlesinin.
zammı kurriu-ktan sonra kendi büyük dâhilerini yetiştireceği
Cahit Tanyol
bir d evre ./ve onun yeni sanatına ediyor,
artistik
inkâr
«Hümen» tarafı halk rejimlerinde die yaşayacaktır. Hatta asıl değerini orda. bulacaktır. Bugün, yıkılan, inkâr edilen birçok kıymetler olabilir, onlar humen, cebhelenile değil «(d'ünya» larile
ediliyorlar. Çünkü o dünyayı kabul etmek halkın kendi yeni dünyasını kösteklemek olur. Fakat halkın dünyası bir kere realite haline, burjuva dünyası da bir imaj veya hatıra haline gelsin Cahit danyolun hayran olduğu «şekiller» eğer hakikaten bizim vazgeçemeyeceğimiz beşerî bir tarafımızı söylüyorlarsa eskicinden çok daha geniş bir 'kültü süreceklerdir.
r muhiti içinde saltanat
c em iye t sendikalar
efdilen. «dünyası» dır.
demiyoruz. sevemiyoruz •».
yaratabilmiş
burjuvazinin yerini alarafc sosyal ni -
«Sanat şöyle'olmalı» şeklindeki emirlere de C. Tanyol kızıyor. Kendisi hiç te halkçı olmayan bir müesses zevk içinde bulunduğu için Realist sanatta böyle bir
• I
«emir» duyuyor. Halbuki, hava tazyikinin his edilmemesi cinsinden olan bu «emir» ler sınıfı’dır. Realist sanatkâr kendini böyle bir zoraki badkı altında his etmez. Cahit I artyolun, mensup olduğu sınıfın «sa-’ nat şöyle olmalıdır» emrini his etmemesi gibi.
geriliğini söylüyoruz. Benim
Yahya Kemal için verebile-
bit bir hit rece kararsız neticelere varmaktadır.
Evvelâ Yahya Kemal meselesi: Yahya Kemal in sanat alanındaki ustalık ve üstatlığına dokunan yok. tenkid hücuma uğrayan tarafı
Biz ona «dünyanı fena terennüm ed'iyör-sun, sanatkârlığın v o k»
t #
«bize sunduğun dünyayı diyoruz. Kısaca form .sahasında üstatlığını, muhtevada
şahsan bugün ceğim hüküm «dâhi bir mürteci» olduğudur. Yahya Kemal’in şiirini zevkle oikuya bileceğimiz mesut .devirler elbet gelecek tir. Bugün fonu okuyabilmek imkânlarına malik değiliz. İnsanlık Öyle derin huzursuzluklar. öyle çetin davalar içinde bulunuyor ki. ağzı aşk ve mehtap şiirleri söv
« ■ •
lemek için değil ancak feryadı etmek için açılıyor. Kala, kala bu koskoca sefalet ve istismar edilmişler Ikitlesî üzerindeki sırça kö’şkte oturan bir avuç adam kalıyor.„ Onların her.Şeyleri tam, Yahya Kemali oku mamaları için sebeib ybk.. Halkın, iizerir de «an»la durabileceği refahı onlar «daimilik» içinde buluyor. Her' ne kadar C hit Tanyol şimdi sırça köşkteki «mes
azlığa» dahil değilse de. topraktaki «bedbaht çolklulkna da .dahil değildir. Ve. ban., kalırsa, en kötü bir duıumda(!ır. sırç’n köşkle, toprak arasında gidip geliyon.. Böylece hayatı, tepeden tırnağa ka(daı bir karansızLık. küçük burjuvaya has bir sıkıntı içinde geçiy'or.
Burjuva sanatı şaheserlerini yaratmışsa, bu onun sosyal nizam ve teşkilâtını vü-cud'e getirterek inkılâp ve ihtilâl safhasından sükûnet safhasına geçmiş bulunmasından geliyordu. Sosyal zihnin yapı olaylarının) meydana
d-
Ut
(yani üst gelebilmeli i-
Hele Cahit Tanyol Realist sanatkâr -ları «cesaretsizlik; le itham ederken, he men hepsi de bir veya birkaç kere mağdur olmuş tolan bu temiz vatan çocuklarına ancak gülünç olabilecek bir iftirada bulunmuştur.
Şark edebiyatında misi İsiz olan Gölpınarlıya eebebi bilir misiniz n_______
yo4_h^^erak burjuva hayatında bir tekâmül geçirdiği.
ANLATMALIYIZ Kİ den’ rea,'^me ««f^ği için...
geriye aogru. yahuıt bir ileri bir geri şeklinde oldiufğu zaman karaktersizliktir. Daima daha iyiye, daha ileriye doğru olan 'değişme ayıplanmaz, alkışlanır. Meğer ki, kenıcimız, tekâmül eden kimsenin geride bıraktığı kademede bulunalım veya samimî olarak.
terk edene kızalım..
kızıyorsak gaflet, çeketmemezlik yüzünden Kızıyorsak moral zaafı içinde bulunuyoruz demektir.
aşikârdır. Şu halde farkında olmıyarak yeni hüıcum eskı’nin dolstu oluyor. Htele bu
hücum memleketimiz gibi halkın tamamile teşkilâtsız, kendi halinde bırakılmış olduğu
yapılırsa korkunç bir şey olur. Cahit Tan-
Daha açık konuşmalıyız,
*Daha cesaretle bahsetmeliyiz yarından Ve kusmahyız kinimizi üstüne Bu zehirli ve işkenceli haj Ateş püskürmeliyiz*
Zincirlere, kelepçelere ;aı
.Anlatmalıyız ki S
Yalnız kendimiz için yaşamıyoruz
zatın.
sı.

Ve bu dünyaya gelişimiz Sırf bir tesadüf eseri değil. Anlatmalıyız ki Mukaddes hürriyetin aşkıdır Bizi uyutmıyan geceleri V e bize böyle şiirler yazdıran İnsanlığın sefaletidir; Düşüncelerimizi hep Gülen ve kedersiz gözler sarmış. Gülen ve kedersiz gözler uğruna Bıraktık bütün zevklerini ömrümüzün.
Sabri SORAN
bir üstâd savurduğu küfürlerin edendir? Üstad fikir , m ist faizim-Değişme.
yahut çek em em ez likten bizi
Eğer samimî olarak
Şiirde sol olmak, asırlık burjuva sa -natı yanınida tamamile yeni olmak demek-t tir; sağ olmanın yeni realist sanat yanında tamamile «eskilik» ifade etmefei gibi., parlak, debdebeli ve tamamen or -kavranır, göz, ona
cesaret
Edki;
tada olan hüviyetile kolayca yeniye gelince onu seçebilecek yaklaşabilmek için /die önsezi ve ister..
a
X
Millî ve sosyal kalkınmıya doğru
---------o£o-------
Partii'en solsyal sırui şuurunun muayyen bir tekâmül merhalesi olarak meydana gelmişlerdir. Bu husüts Gün sütunlarında arkadaşımız Behçet Atılgan tarafından açıklanmıştır. (Gün, Sayı: 9) onun için üzerinde ydurmağa lüzum gömüyoruz. Bu gün hiç b?r idrak sahibi, modern sosyetelerin, burjuvazi, proletarya ve bu ikisi arasında srkışıp ezilen (orta sınıflar olarak üç esaslı sınıfa bölünmüş olduğunu inkâra yeltenemez. Geçen sene Cenevrede Marksizm aleyhinde konferanis veren, ta mnmış ıbir papaz «Ben size bir cemiyet i-çinde yirmi tane sınıf sayabilirim» diye öğünüyordu. Sosyal sınıfların hangi temel ler üzerine kunıldluğunu anlamıyan veya anlamaz görünen bu gibi demagojik mütalaalar ımevzuumuz haricindedir.
Siyasî demokrasinin inkişaf seyri bize şu olayı açıkça göstermektedir ki, çok partili memleketlerde partiler gittikçe tasfiyeye uğrayarak iki iilç büyük gurup halinde toplanmaktadırlar.. Köklerini mu-ayyen bir İçtimaî Isınıfdan almıyan^ ^cr hangi bir sınıfın menfaatlerinin mümessili olamıyan her parti ergeç tasfiyeye uğramaktadır. Burada şu nloktaya işaret etme- h
. , , . , . u , W milletten hakikatların giz
yi faydalı buluyoruz kı, bizim de demok- U ... . 3
rasi hayatına girmekte oHuğu'muz şu an- J fanın yüksek menfaaflan lard'a «iki parti olsun, üç parti olsun» gibi keyfî mütalâalara rastlıyoruz. Bu gibi mü talâalar. ançak demokrat bilgi ve zihniyetten bihaber kimseler tarafından ileri sürülebilir. Partilerin adedini tayin etmek kimsenin keyfine kalmış bir şey değildir.
Partilerin tasfiyesi zorbalıkla değil tabiî bir seyirle, efkârı umumiyenin itimaıdînı kazananların gelişip mez kabul etmişlerdir. Bu memleketlerde kuvvetlenmesi, diğerlerinin kendiliğinden silinip yok olmadı şeklinde olur. Sınıf' şuuru ne kadar inkişaf etmiş ise, siyasî partilerin aded'i, de cemiyeti teşkil eden sınıfların adedine d kadar yaklaşır 'Bı»gün Ingiltere, Amerika, Fransa gibi kapitalizm esasına, dayanan demokrat memleketlerde her sınıfın serbdstçe inkişaf imkânını bul-ması, menfaatlerini tam bir serbesti ile müdafaa edebilmesi, demokrasinin en vaz geçilmez esaslanridandır. Bundajn, dolayı bu memleketlerde medeni milletlerce kabul ediDmiş hukuk prensiplerine göre suç teşkil etmeyen bîr gaye ile kurulan her 'türlü teşekküllere tam bir» serbest’ tlımn-
t mıştrr. Bu hürriyeti eı^ geç olarakl jişçi sınıfı uzun mücadeleler neticesinde elde ettikten sonra artik p^rtî mücadeleleri cemiyette sınıflar mücadelesinin tam bir *aksi olarak tezahür etmektedir. «Sınıf mücade-
t
parlemantariZm sistemi cari ola.ıı tabiî bir
Köklerini muayyen bir İçtimaî sınıftan almıyan, her hangi bir sınıfın menfaatlerinin mümessili olmıyan her parti ergeç tasfiyeye uğrayacaktır
• • —.
ses çıkmaktadır. Bununla beraber, bozulan "dünya muvazenesinin doğurduğu, siyasî ihtiraslar, keskinleşen sınıf tezatları neticesinde çetinleşen mücadeleler ve bu mücadelelerde kullanılan demagojik metod-lann büsbütün içinden çıkılmaz bir hale
isi» tâbiri bafzı kimseleri pek ziyade sinir-lendirmektedfr. Fakat bu nazeninler sinirlerini biraz terbiye etmeğe mecburdurlar. Bu‘mücadelenin mevcudiyeti kimseyi mern nun etmez, fakat bir marazın tedavisi için, onun teşhisi şarttır. Cemiyette "sınıf mücadelesini doğuran, bu sınıflar
gittikçe çetinleşen 'uzlaşmaz menfaat ay-rılığı olduğu ela gün gibi aşikârdır. Fakat bu uzlaşmazlığın mevcudiyetini ileri sürmek, sınıflanr barbarca birbirlerini boğazlamalarını meşruı göstermek *
aTasmda «°ktuğu buj kör 'düğüsü içinden • fikirlerin umumî tekâmül istikametini görmek mümkündür. Bulgun demokrasi mefhumunun hem siyas hem de iktisadi mânada anlaşılması lâzım geldiği hususunda herkes mutabıktır. Demokrasi hürriyetleri siyasî sahada olduğu kadar İktisadî (sahada da tahakkuk ettirilmedikçe hakikî bir demokrasiden bahsedilemiyeceği hususunda fikirler birleşmektedir. Ancak bu müşterek gayeye erişmek için takibedilmesi lâzım ■gelen yol ve metod'lar hususunda fikirler ayrılmakta ve umumiyette «garp anlamında, demokrasi» ve «şark anlamında demokrasi» diye adlandırılmaktadır. Bunlardan birincisi siyasi demokrasi yoluyla iktisadı derriokrasiye varmağı İkincisi ise iktisadi demokrasi ytolııyla, siyasî demok rasiyi hedef tutmaktadır. Bunlardan hangisinin haklı olduğunu münakaşa edecek değiliz, fakat her îk taraf da. gayesine erişebildiği takdirde müşterek gayed*e. hakîkî demokraside ‘birleşeceklerdir.
demek
S Acaba Hüseyin Cahit Yalçın (Türk
5 milletini dünyada oıup bitenler hak-3 kında yanlış kanaate sevketmekls g
J ne gibi bir fayda umma! mîlletten hakikatların gizlenmesi va-ı İcabı oldu-
B ğu hiç bir zaman İddia edilemez;!! -jbu olsa olsa şahsî menfaatlerin İca-J Bbıdır. .L ____
değildir. Bu, sınıflar mevcut oldukça sınıf
kanun yoluyla veya
ktadır. Bir fi
■ s
w
S
mücadelesinin de şu veya bu tajrzda, .de-vam edeceğini ifade eder. Esasen garp
demokrasileri artik bu -hakikati ister iste-
Bize gelince: Çok parriji demokrasi hayatına girmekte olduğumu/z şu anlarda biz ide milletimizin muhtelif sınıflardan
• % müteşekkil bir sosyete teşkil ettiği hakikatim olduğu gibi kabul ederek, bu sınıflar arasında esasen mevcut o La n ve bilhassa •emekçiler aleyhine çok müsavatsız şartlar
sınıfı teşekküller kürma hürriyeti tanınmakla sınıfların ve sınıf menfaatlerinin Sosyete içinde müstakil bir • mevcudiyeti esası fiilen kabul, edilmiş olduğu gibi, grev hakkı gîbi mücadele tnetfodları tanınmak-bul edilmiş-« inkişaf î 9 ~ .sT VBL
merhalesinde bu c'sastar, sosyetenin inkişa- a,ltınıda devam eden mücadeleyi 'tam bir
müsavat içinde sportmence bir disiplin v,e derrtokrat bir ruhla yürütülecek kanunî ve insanı bir mücadele şeklinde yükseltmek mecburiyetindeyiz. Ve b,un(un için de her sınıfa hiç bir Fark gözetmeden tam bir teşkilâtlanma hürriyeti tanımak lâzımdır. Sosyal ve millî bakımdan sür’atli kalkınmamız için, başka, demokratik bir yol mevcut değilidir. Bu gün sosyal bakımdan en yüksek seciyeye yükselmiş olan memleketlerin geçirdiği tecrübeler apaçık gözü-(DevBjmj 11 inci snyfafta)
la sınıf mücadelesi esası deu'ka tir. Garp 'dfiiîokraöisinin eriştiği
fıruda maddî realiteler tarafından demok rat zihinlere ihâfk edilmiştir. Zira> bütün sosyal müesseseler gibi demokrasi mefhu-ıriu dia sosyetenin madldı inkişaf realitelerini takrbetmek, onlarla birlikte, ayni te kâmüf kanunlarına tabî ofmak mecburiyetindedir. Binaenaleyh demokrasi, bu 'jjün-kü anlamında, kabul edileni prensipleriyle 'tatmin, edici olimaktan çok ‘uzaktır. Kaldı nokrası anlamı üzerinde çatışan fikirler içinden 'çdkıîmaz bir hercümerc manzarası göstermekte, her
•ki buıgün deı

115
kafada
r
n bir


e

Türk şiirinin teknik bünyesindeki gelişme a
sınırlar aşırı bir kardeşliğ'n kuvvetli Hânı Yağma’siyle ne gibi anlatmıştır, mümkün
4
Tevfik Fikret - Ethem Tertev paşa - Üstadı Ekrem - Abdulhak Hamit -betmek pahasına da olsa Arab ve Fars dillerinin zengin derinliklerine inmek ıztı-rarında kalmıştır. Çünkü kalıba göre kelime bulmak bir tek dilin imkân hudutları dışındadır. Bu yüziden d'e bugün Divan şiirini anlamak için bütün bir ömrü feda etmek lâzım gelmektedir.
Pek tabiîdir ki, bu edebi zulüm uzun müddet devam edemezdi. Osmanlı İmparatorluğunun tarihî gidişi bir (Tanzimat) hareketine muhtaçtı. Tanzimat; Avrupaya şaşkın bakmaktır. Bu şaşkın bakış anlamadan yapılmış bir tercüme devri açtı, Edhem Pertev Paşa Fransız dilinden manzumeler çevirdi. Türk nazmında ilk teknik ilerlemeyi • kaydetti. Edhem Pertev kâfiye sistemlerinde yaptığı,
yenilik «anlaşılmaktan uzak, manaca boş, fakat lafızca süslü ve uzun cümlelerle yüklü» Divan Nazmının betonarme duvarlarına indirilmiş ilk balyozdur. Bu bakımdan şiir tekniği üzerinde konuşurken Şinasiden önce Edlhem eder.
SinasiTer
&
şekle göre ad ad almağa başladı ve kaside şeklinde yapılan medhiye verine halk edebiyatının kalıpları kullanıldı. Edebiyat göre «yenilik mübeşşiri» gösterilen Şinasi
İlk yazımızda Divan edebiyatındır. Hececilere kadar gelen şairlerin sanat anlayışları ve fikir cepheleri üzerinde kısaca durmuş, edebiyatımızın ön plândaki şahsiyetlerini bir kaç satırla teşrih etmiştik. Ve görmüştük ki Fikret den başka ileri bir edebiyat kültürü olan tek ş^ir yetişmemiştir. Çünkü ana hatlariyle insaniyetçi olan Rübabı Şikeste müellifi Osmanlı cemiyetinin geçirdiği siyasi ve İçtimaî buhranlar içinde
bayrağını kaldırmış, harikulade bir hiciv olan bir milliyetçi ruh taşıdığını Kendi devrinde yapılması mümkün en ileri hamleyi yapmaktan kaçmmıyan Fik ret’î bu bakımdan şiirimizde ileri anlayışın mü-beşşiri olarak görmüş ve başka bir yazımızda şiirin şekil tekâmülü üzerinde du-racağrmızı kaydetmiştik.
Şimdi tali bir ehemmiyeti haiz de c! sa, Türk şiirinin teknik bünyesindeki gelişmeye kısaca bir göz atalım:
Divan şiiıinin şekli yürekler acısıdır: Demirden bir çenber içinde hüner göstermeğe mecbur olan şairler kullanacakları kelimeleri müstefilâtün’e, Failâtün'e, yani herhangi bir fiilTi kaliba uydurma zorundadır, l-erdir, bülbül yince Kelimeleri belli kâfiyeleri belli, belli, medlul ve mazmunları bellidir. Yazacakları ya kaside olacak, maksada girmeden mukaddime yapacak ki, bunlara nesib, teşbih denirmiş, fırsat düşürüp griz gah hazırlıyacak, sonra da asıl dertle karşılaşacak: Kaside yazan şair cenabı kibri-ya hazretlerine haındü sena yapmasa, peygamberizi şan efendimizin meziyetlerinden bahsetmese, vezir, paşa; sadrı a-zam, padişah gibi »büyükler» in medhin-d'e marifet göstermese şair olduğunu kabul ettirmeğe imkân yoktur Bunun için şair; hislerini, görüşlerini mevcud kaidele re göre ayarlamağa mecburdur. Gazel mi yazacak? 15 beytten fazla lâf edemeyecektir. Üstelik «rindane» konuşacaktır, isterse abuk sabuk d'a söyliy ebilir. Çünkü gazelde (vahdet) e lüzum yoktur. Kafiye şekilleri, mısra sayıları belli Mesnevi, rubai ve benzeri adlarla andan kalıplar içinde icrayı sanat eden Divan Şairinin bu hali Himmler disiplininin hüküm sürdüğü ta bizim çö'kür şairlerimiz bir concentration kampına düşmüş harp esirinin durumundan farksızdır. «Heil Hitler» demeğe mecbur bir musevi gibi zamane büyüğünün \ömrü afiyetine dua etmez. Gülden senra bülbül demezse vay geldi başına. Hele o devirde aruz sınırını aşmağa teşebbüs etmek, tel örgülerini atlamağa kalkan bir anti-faşist’in akıbetini göze almak demektir. Bu kaidelere boyun eymeğe mecbur olan şair, benliğini kay-
bir karakterde «o gün. bile da-
Paşanın tercümeci
- Şinasi - Ziya paşa - Namık Kemâl Riza Tevfik u Mehmet Emin
bu çerçeve içinde gören» idi. İleri attığı mefhumlar
yanabilecek ve güvenilebilecek bir kudret olmaktan çcıktan çıkmıştı.» Esasen şiir tekniğinde Kemal in rolü de yoktur. Makalemizde bu boğazın düşkün, pen'be yanaklı «kahramanı hürriyet» le fazla meşgul olamıyacağımızcran müteessiriz. «Üstadı Ekrem» se şiire teknik kazançlar yerine tabiat tasvirleri, keder ve neşe gibi hisleri sokmuştur. Gelelim meşhur Abdül-hak Hamid' Beye: O. aruz veznini - edebiyat tarihlerine göre - mevzuun göre kullanmış, klasik kaideleri kâfiye sisteminde değişiklikler kendisinden önce kullanıimıyan zülerini ihya etmiş iniş. Meşhur
meşhur ısahra’smdtö meşhur bir Hoşnişinan varmış. Bir parçasını okuyalım:
icabına yıkmış, yapmış, aruz cü-ölünün
kâfiyeye de boyun iğecek gül deyince mutlaka bülbül, , bahar de-dîyeceklerdir. kalıpları
Sonra,
sonra deyince mutlaka gülsen mutlaka saba v.s.
A nı a
• •
zamanında şiirler alırken artık
icab
evvelce mevzua göre
tarihlerine
ise kalıptan ziyade muhtevada yenilik yapmış ve şairlikten uzak olan «Şair Evlenmesi» yazarından Şonra şiir mefhumunda terakki kaydeden şair Ziya Paşa imiş. Bv zatın o zamana göre ileri sayılan fikirlerini kendi cümleleriyle öğrenelim:
«Bizim şiirimiz, hani şairlerin nâ mev-
’ 11 kür sairleri arasında «de
«üçleme» ve «kayabaşı» tabir o-VeMıasıl şiiri tabiî
zun diye beğenmedikleri avam şarkıla1
__1__SPTZıl____________i __
taşralarda ç
ve
n nazımlardır


ve y»ş| luna odur ki şair cüzi bir mülahaza üzerine ka
lemi eline alıp irticalen 40 - 50 beyt naz mede'bilmeli. ..4der milletin şairleri, hat-bed'aheten birçok şiirler söylerler. Biz ise beş bey itli bir gazeli dokuz ayda doğurur gibi söyleriz.»
Anlaşılıyor ki, «enperyalizme dost o-lanlara kafa bütan» Ziya paşa, Divan şiirinden hem yaka silkiyor, hem d'e şiirin daha populaire bir hüviyet taşımasını istiyordu. Namık Kemâl ise, Ziya paşaya nisibetle daha çok tanınmıştır. Fakat onun yeni denilen fikirleri «müslümanlığı ve Osmanlılığı hedef tutan ve türk'lüğü ancak

Beledî nûsu zehri mihnet eder; Bedevi taze taze şiiri leziz.
O taayyüş deyip cihada gider; Bunu av etleri ed'er telziz.
Medeni sarfı nakd edip hatta, Nefsini saz ile hamuş eyler.
Bedevi kulbesinde gûş eyler, N'ağamatı tuyuru badı heva.
Bunu bir maki re edip iğva. Sanki çirkâbı zevki cuş eyler.
Bu şiiri okuyunca herhalde rahmeti makber müellifinin «dahii âzam» lığını takdirde tereddüci eden hiç bir insaf sahibi kalmıyacaktır. Yahu d kalmamıştır.
Dehaya bakınız, Hâmid o devirde serbest vezinle de şiir yazmış. Okuyalım:
Velvele,
Lâkin karayelmiş bu n;e be-rbad rüzgâr.
Bu evet. Zelzele.
Bir ısıska, topal hergele
Geçmekte çürük
Bir araba,
Geliy(w.i . • ;
Durdu.
Bu kimdir acaba?
Çıktı bir manzarai rikkatres..
Bir takım kirli çocuklarla muhat.
Mayakoysky, Verheiren, Martin Rus-sak’m bile erişemediği teknik ve ifade mükemmeliyeti d'eğil mi? Neise, Tanrı günahlarını bağşılya..
Hâmidin bu «büyük yenilikler» inden sonra Fikrete geçelim: Tevfik Fikret şiirimizde muhteva bakımından olduğu gibi, (Devamı 12 inci sayfada)

4

t

f i
Haftanın Hicvi :
Ve millî olmıyan
meydana gelen
Memlekette aylakları yetiştiren yollardaki biri de yüksek himayeye ’mazihar olmuş müteahhitlik yoludur. Bu yoldan yürüyenler millî menfaat şarkıları söyliye-rdk kulakları; tozu dumana kakarak göz-leri körle'tir; fses ve toz bulutları alakasın-I
(da villalar, kojşkier ve apartumanlar dikerler. Evlenme cüzdan?arile, kürk, elmas. yığınları içinde nikahladıkları kadın-la'r kadar topu sepetlerde nikahladıkları, apartımanlar da onların indi ilahide helalidir. Böylece onların neyi taah'üd etmiş oldukları artık anlaşıfmlştıY
Kendilerine sorarsanız binaları ^.hsi menfaatleri için değil, millî menfaat uğ -runa, vergi vermeğe, memleket hazînesini zenginleştirmeğe veisile Istan diye dıkmi? lerdir. Tâlşına, foprağın.a, tuğlasına, parasına kadar bu binalarda millî olmayan ne ■var? Millî düzülenden
/bîr bütünün millî olması lojjik bir zarurettir. Hatta müteahidin kendi bile imi Mî değil midir? Bu kadar açık bir zaruret karşısında milliliklerini inkara- imkân kalmamış o?an «uldsal abideler» aç çıplak çocukların, hakkı tanınmamış işçinin sıkıntıdan kıvranan bütüp halk adamlarının hiç jolmazsa estetik ihtiyacını tatmin ediyor lya.. Böylece millî menfaat vurguncusu ieizden( ey halk çocukları daha çok vatanseverdir! Siz memleket hâzinesini zenginleştirecek vergiler vermek ülküsü, ve este-/tik ihtiyaç içinde kıvranan açların ihtiyacım sağlamak aisıl gayesile apartımanlar (mı diktiniz? ÖyleyAse ey kitleler, ve milyonlar utanan! Vatanseverlik sizin değil; >o apartıman ağalarının inhisarına tapu ısenetletile verilmiştir!
' Yol mu yio'k? Memleket yolsuz mu') Yolu yapıp gösterecek ve bize oddan geç-tmek 'müsaadesini verecek olanlar müte-'ahit beylerdir.
5 »
İçi ağa ta'rlasını emrinize f
'karnı nızh doyuracaktır.
f
' Şu, bu eşyanız mı eksik.
'mersiniz? lüccar dayılar ne güne dunu-Yor? Hemen A*merikadân,
’artmıs ne
i
Ekmeğiniz mi yok? Hele durup, çift-aımade kılacak
Neye Söyle-
HngilteredK
va4sa, eski elbiselere kacfar ^henşeye ayağınıza getirmeğe hazırdırlar.
Hasta mfisınız? İfşte mi'llî müteahit. (millî çiftçi ve millî tüccalanmızm yanında millî doktorlarımız sizi bekliyor..
Görüyorsunuz >ki he» şey sizin içindir. ^Hetşey mfllîdir ve millî olmayan yalnız (sîzisiniz.
öoğap RUŞENAY
----------------ofo---------------
Köylttnfin maddi hayatı ne kadar ağır, yeknesak
ise ruhu da o kadar seyyal ve elâstikidir

Halk edebiyatının kendine has bir hü mörü vardır. Köylü herhangi bir hâdisenin gülünç tarafını yakalamada ve ifade etmede ustadır.
Günlük maddî hayat nasıl mevsimlerin ve toprağın icap ettirdiği zarurî şartlar içinde gelişiyorsa, köyde de bütün sosyal olgular hep o günlük hayat şartlarının maddî zaruretlerine ve icaplarına uymağa mecburdur. Bu itibarla âdet ve an aneler, riyazî bir düstur kat iyetle günlük ve umumi hayal akışının seyrinde köylünün dünya görüş telâkkisinde hâkim bir rol oynarlar.*
Köylünün maddî hayatı ne kadar ağır, ölçülü, ve yeknasak ise ruhu da o kadar seyyal, derin, ve elestikîdi r. Günlük hâdiseler içinde ne olursa olsun zekâsı daima çarpıklıkları, gayri tabiî oluşların kahramanlarını yakalar ve onları karikatü-rize eder.

Ethem köyden çıkmış ağlayı ağlayı
Baş oturağa gelince yemiş elli beş
halkavı
Dünyü yüzünde halka yüzüne hasret gittim diyen Ethem
Ethem bayırdan çıkmış ağlayı ağlayı izmirde yemiş uç kilo helvayı Dünya yüzünde helvaya hasret
• > a • !•* r* • 1
izmirde yemiş bir tepsi yoğurdu Ethem gelmiş şehre agurdâ ağurda Dünyada yüzünde yoğurda hasret gittim diyen Ethem.

VB
zın. ihtiyara yarışı gayritabiîdir. Ne çıkar, değil para-

zamanı artık güzele, gençliğe ya kıymet veriyor:
Gol basanda dibek taşı
Gölcüklü gelini attan indireyim dirken
Açılıvermiş kır başı
iki kabak bir hıyar Gölcüklü pek ihtiyar Olsun yaram ihtiyar Parasına itibar.
Denizlinin Uzunpınar köyünde yazın gelin olmuş bir ağa kızı varmış. Bahası
1
L
1
çok zenginmiş. Bu kız köy delikanlıların-dan birine tutulmuş ve güzelliği sayesinde de kendisini oğlana kabul ettirmiş., nişanlanmışlar. Nişanlanma mevsimi de ilk baharmış; halbuki bu köyün âdetine göre düğünler sonbaharda köy işlerinin bittiği sırada yapılırmış. Hâsılı ilkbaharda nişanlanmış olan bu kız sonbahara kadar sab-redeınemiş ve babasnm zenginliği sayesinde yazın ekin biçme zamanında gelin olmuş. Düğün bittikten sonra iki genç tarlaya mahsul bitçmeğe gitmişler. Bu âne kadar tarlada hiç çalışmamış olan ağa kızına gün geçtikçe kızgın güneş altında burçak yolması zor gelmeğe başlamış. Bu hali gören diğer köylü kadınları ona alay olsun diye şu türküyü söylerlermiş:
Pencereden baktım tarla göründü. Tarlaya varmadan kolum yoruldu. Azıcık otursam kain babam darılır Ne Aman zor imiş burçak yolması Burçak tarlasında gelin olması
El imi doladım bada dikene İntizar ederim burçak ekene K(a in babacığım ömrün tükene Ne aman zor imiş burçak yolması, Burçak tarlasında gelin olması.
Ak kâğıt üstünde kara yazıyım Gölgede beslenmiş körpe kuzuyum Adı belli Hacı Ahmet kızyım Ne yaman zor imiş burçak yolması Burçak, tarlasında gelin olması.



Burçağı yoldular harman ettiler Yorgunu yorguna evıe gittiler
Ne aman zor imiş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması.
X
■Sabahleyin kalktım aşım pişirdim Kaynanamı arkama düşürdüm. Tarlaya varmadan aklım şaşırdım Ne aman zor imiş burçak tarlası Burçak tarlasında gelin olması
usulüne karşı üçı ü* u-
dan ( B
bir î.k .ti".
«A»
Alftıanyu
memleketler git gide sermaye ihraccifil ve paralarını İşletip gell-bunlaran müstemlekelerinden
Ingiliz ticaret zihniyetinin Almanyaya tesiri
KapilalİHtliğiıl beşiği «lan hıg »teredeki ticari nizajnm değişmelerini tetkik etmek, bütün dünyanın Moayul ve ekonomik hareketlerini Hah bakmandan önemlidir.
öu yazımızda İngiliz ticari esaslarının değişmelerinin Almanya üzerine yaptığı tesiri inceleyip. böylece yirminci yüz yılda Alman sosyıal hadiselerinin önemli sebeplerinden birini açığa vurmuş olacağız.
1870' e kadar İngiltere Avrupaya tok mal satar az ithal ederdi.
Müstemlekelere ise az satar onlardan çok mal alırdı. Böylece sermayeler deniz aşırı memleketlerde birikiyordu, 1870 de durum değişmiştir. Ingiltere Avrupa İle zararına ticarette bulunuyor öte taraftan enternasyonal pazar kuruluyordu. Bu sistemle *sa harsan alırsın:, * 1 sul başa geçiyor: (C) den (A) ya, ye. «B» den «C» ye satmak esası üzerine muvazene sistemi kuruluyor.
Enternasyonal kapitalizm sayesinde ve İtalya, hanı maddeci deniz aşırı memleketleriyle Fransa ve Ingiltere arasında aracılık rolünü oynuyordu. Böyle bir dünyada kapitalizmi ilk başlayan bankacı rollerini alıyor. bedavadan faizlere konuyorlardı. Sonradan şen kapitalistler ise ham madde alıp endüstri kapitalizmi yapıyorlardı. Mamul eşyalar İngiltere Fransa giıbi faizci •kapitalist devletlerine satılıyor, Ancak 1929 krizi gelip Ingiltere sıkışınca kendi başladığı bu sistemi kendisi bozmuştur.
Krizde dış pazarlarının azalması 1930 - 33 Hollanda, Belçika. Fransa gibi Ingiltereyi de ecnebi işlenmiş eşyalarına kapılarını kapatmak ve kendi müstemlekeleriyle münhasıran ticaret yapmak zorunda bırakmıştı. * ani üçlü esasa dayanan ticaretten karşılıklı tem leke - Almnya giltere gibi finans
Bunun neticesi
bilme» meselesi ortaya çıkmış ve düstriye sahip olan Almanya ve İtalya ham nıad-deslz kalmışlardı. .
İş bu raddeye gelince öteki sebepler göz ne alınmasa bile Almanya için İki çıkar yol yordu: 1 — Sosyalizm ve netice olarak Rusyadan ham madde alıp ona endüstri ürünü satmak, böylece hem Rusyanın endüstrileşme krizi hlıltedılR mi§ hem de Rus köylüsü karşılığında *î*-*Rk bulduğundan ekecek ve Sovyetler yirmi sene kazanmış olacaktı. Öte taraftan Alman endüsUısl kendine ham madde ve j azar bulacaktı.
2 — Emperyalist genişleme, bunun neticeleri] tatbikatla malûm olmuştur,,,,,
JVVeimar cumhuriyetinin devanı etmesi yani || hem kaplValizinin durması hem de arazi genişle^] mesi yapmamak
Sovyetlerden kunun korkunç

ikinci ihtimali gerçekleştirmek için ellerinden Igc-leni yaptılar. Buysa kendi nizamları için tek kur-tuluş çarestydi, Almanyayı So'yellerin yardımıyla güç yenen Anglosaksonlar Almnn-Rus sosyalist bJokuna karşı
İngiliz ve Alman senmayeai için bir tek ç*Scar kalıyordu: Hitler. Bunun ticari neticeleri, ha-sahası teorileri, dünya ticaretinin
ticaret usulüne geçilmiş. Nlüs-glbı endüstri memleketi - în-memleketi, zinciri kopmuştu, olarak «ham maddelere erişe-büyük bir eni
önü-kalı-
maddete» İmkânsızdı korkan ve bir Al man kuvvetini sezen Anglösak
W
■■
-1
Ru
s
kılar

ne yapabilirdi?
kliring, takas, ekonomi blok-yok olmasr; ham madde
yol yat lan alışının azalması, müfterisiz bir fazla istihsal ka-
biliyeti ticarî ve ekonomik krizi fazlalaştırıp Almanya mali iflâsa dayanınca tek çıkış çaresi kaldı: Hânp.
İngiliz ticari sistemi yönünden durum böyje incelenince bunun gibi bir çok mühim neticeye varmak kabil. Ancak göründüğü gibi tarih karsısında sosyal olarak mesul gildir. Mesele ve dâvâ çok
olan Alman milleti de-daha geniştir.
R, N.
Yakar geçersin
O zamanlar
Reji’de memurdu babam, Kaçak tütün bulunurdu evimizde Saçak saçak,
M
Keyif bu ya, biz mısır püskülü içerdik, Gün geldi alışıverdik;
Alışmaz da ne yaparsın Aşık olmuş, sigara elde.
Geceyi gündüze eklemişiz. Asker olmuş, tımar, nöbet.
Tezkere beklemişiz Bir de üste mahpusluk!
Lâf lâfı açar 'başlarsan Lâf d'a açar tabakayı. Sen bizde dert mi ararsın! Varsa sigaran ikram eder Yoksa atlarsın.
Bir sigara kadar da mı değeri yok Merhabanın!
Öksürtse de bize düşmez şikâyet. Terbiyesi, nezaketi bir yana İstediğin yerde içersin.
-Açsan ağzını mahkemelik
Yerine göre Kafa tutsaı, işinden!
iyisi mi, Yakar sigaranı geçersin!
*
olursun
9
Rıfat İLGAZ

İŞSİZLİK
Akşam oldu yine işsiz kalana. Gurupta kan renkli bulutlar.
-Acemi kırlangıç yavruları havada pır pır.
Bu saatta fabrika yolları tıklım
tıklımdır..
Mahalle erkeklerinden çoğu
1 erli birer kahraman gibi işten
dönmüştür evlerini.
Halbuki ben . I
Elleri boş dönecek gölgemi saklamak I
__________________________için mahal 1 el id en !
Geceyi bekliyorum!
Baş vurmadiğım yer mi kaldı:
Mensucat fabrikaları, mağzalar...
Sarkıtıp iki yanına yumruklarını
Çatık kaslı masalarin önünde mahçûp
beki em ek.
te» fir

Ve adetâ bir alçak minnet edişle
Bunu biz biliriz işsiz gezenler bilir... ’
Daha b ir hayli zaman Kapıda beyaz gölgeler gibi
bekleşecek «evlâdü-ayâlim » Bense sular karardıktan sonra
geleceğim!
Bununla beraber, görüyorum Raydan raya geçiyor dünyamız Makasa geldi.
iş istemek?
Orfıan RAŞIT
%
Haftanın fıkrası
a
Biz sınıfs

Benim neslim ve bizden sonrakiler, sınıfsız bir millet olduğumuza, senelerden-beri bayatlamış ve acemi bir propaganda ile kandırılmak istendik. Bir yandan düşündük ki, dünya milletlerinin, zencisinden kırmızı derilisine kadar, beyaz derili Parisli âşifteden Şanghay'daki sarı derili meslektaşına kadar birer damla kan alıp bir fanusa doldursaydık. acâba hangi milyoner patronun kanı, pirinç tarlalarının sarı esirlerinin kanlarının üstüne çıkardı?
Fakat beri yandan tramvayın kırmızısı, yeşili, vapurun anbarmda sığır sürülerinin buğulu nefeslerde ısınan insanlarla, lüks mevkiin restoranında kuş siidü içenler, trenin yataklı vagonlarında rüya görenlerle, üçüncü mevkiin lafına kadar balık istifi olanlar yet ültra modern apartmanların
yikı altında ezilen teneke kulübeler bize isbat ediyor ki, biz sınıfsız bir millet değiliz.
şehvetli koridor-ve niha -lüks taz- *
Sınıfın hudut çizgisinden yani sıfırdan aşağı, yani sınaf kadrosuna giremiyen sınıfsız adamları beyler, hergele, yarıcı ve kiracı larken tören günlerinde.
ağalar, «Uşak, olarak kullanır*
Onlar efendimizdir!
diye bir yandan da dramatik rollerine devam ediyorlar.
Kim kimin efendisidir? Eğer dedikleri doğru ise, uşaklar efendilerini kullanmağa başlamışlardır. Beyaz deyince, akla nasıl siyah gelirse, efendi diyince de. akla uşak gelir.
•—* Onlar efendimiz! diyenlere sorma-lı.
Ya uşak kim, sizmisiniz?
ne soytarılığıdır.
a Efendilik rütbesini, efendimiz diye avut dukları ecirlerin alın terlerinden karıları-
Dr
mn. paluze gerdanına inciler dizen adam-ların birer teneke nişan gibi ihsan etmeleri. canbazha
Bir yanda doğan sekiz çocuktan. Ando-1 urıan sert iklimine, kuru ekmeğine ve türlü hastalıklarına mukavemet edemeyin yalnız biri yaşayabilen topuz gibi yavrunun sıtma ve sefaletle iskelet haline geldiğini

a

z
milletiz

s
görürken, bir yandan da bir sıkımlık nazenin belinin biçimini bozmamak için yedi çocuğunu aldırtan ve kaza ile bir iskelet halinde doğan sekizincinin de tıbbın ve servetin pompasile billık bıllık şişdiğini görünce, nasıl inanılır, hâlâ sınıfsız olduğumuza. Sınif, dünyaya gözümüzü açınca başlayor, bari toprağa girince bitmiş olsaydı, ne mümkün... >
Bizim ölülerimiz de sınıllıdır. İsterseniz. 1580 sayılı belediye kanununun, 160>. cı maddesini beraber okuyalım:

«Sınıflı ölülerin sahiplerinden peşin o-larak alman paraya göre cenaze merasimi yapılır. Ve ona göre münasip bir yere gömülür. Birinci sınıf ölülere.


— Bu tabir aynen kanunda vardır - lahit yapılır, birinci nevi malzemeden tabut yapılır. Bir çelenk gönderilir. 20 otomobil tutulur. Birinci nevi malzeme ile teçhiz ve tekfin edilir. Dini merasim yapılır. Gazetelerden ikisile ölümü ilân edilir. Ve cenaze otomobili gönderilir.
Ölülerimiz tam beş sınıfdır, sınıflar indikçe bu saydıklarımdan bazıları da azalır. Ve en nihayet 15. lira mukabilinde
. ı nr. i sınıf ölülere şunlar yapılır:
«Teçhiz ve tekfin, dini merasim, ze arabası.
pak.»
cena-
mezar kazılması ve tahta ka-
Kullan ilan malzemenin cinsi tabiî yazılı değil . Bir de bu on beş lirayı veremiyecek olan sınıf altı adamlar vardır. Onlar ne yapıldığını düşünmek bile
Fakat ya sınıf üstü olanlara yapılan muazzam merasimi ve gömüldükleri toprağın tapusunu alanları düşündükçe:
insanı ürkütür.
Biz sınıfsız bir milletiz!
— Onlar bizim efendimizdir! diye tepi-ne tepine bağıranlara çıldırana kadar gülmek lâzım, madem ki. bu günlük elimizden başka bir şey gelmiyor. İşte böyle dostllarım, ölüsü kandilli evliyalar böyle gömülür, böyîedir bu ölüsü kınalı dünya dostlarım. Bizim ne ölümüze, ne dirimize yer var, bir çöp arabası bile çok.
1
1




«RÜZGÂRLARIM KONUŞUYOR»
isimli çıkacak kitaptan alındı
I
Anne girmem bu oyuncak dükkânına Orda toplar, tayyareler, banklar var.
Seviyorum söğüt dalı atımı Tekme atmaz, ısırmaz
9-
y
Ben yaşamak istiyorum Ağaç gibi sesiz sesiz ve rahat.
Karınca kararınca değil, Serile serpile boylu boyumca.
Anne girmem bu oyuncak dükkanına Orda toplar, tayyareler, tanklar var.
II
Yolcu yolunda gerek Beş kıt’ada nefes alan Dümen neferi.
Sen gününü gün eden
Beş kıt anın renk renk günahlarını Ced boyu, ömür boyu
Çeken, duyan, yaşayan
Evlâdından evlâdına
Nur topu torununa taşıyan,
Sulhta şehit
Harpta şehit
Ve bilcümle harcanan.
Kirli mendil günleri
Yıkayıp yıkayıp da kullanan
Yolcu yolunda gerek
Bu hava yağar eser
Yolcu havası.

| / Cahit Saffet IRGAT
I •
İstiyoruz
• 811
Beynini parçalasın örümcekler!
Zincirler bileklerini kanatsın!
Enerji fışkırırken yorgun vücudundan,
Açlıktan inlesin yavrun i
Karın kussun ciğerlerini!
İnsan olamazmış yeryüzünde herkes,
Allah böyle istemiş. (!)
Böyle istettiler diye Allah’ı, Vaz geçecek değiliz hakikat’tan .
Vaz geçecek değiliz aslanım:
Pak alnımızdan akan terleri,
İnci diye takıp, altın diye satanlardan Hesap sormaktan...
■. L V
Biz def istiyoruz:
Sarılmasını yaralarımızın. Karnımızın doymasın. Ve hak meydanında pire Parsa toplamanın Sona ermesini...
z

En doğrusu, biz de: Yaşamak
Ve yaşamak için.
Ölmek istiyoruz....
Orhan
koşturup,
Müstecaphpğlu
*
Fizyolojik ihtiyaçların temini
Luşaulık bugüne kadar hadiselerin felsetOGiı fikrinde kurarken daima. metafiziğe saptanmıştır. Bu metafizik düşünüf tarzı beşeriyeti içinde bulunduğumuz çıkmaza •, sokmuştur, Filozoflar ve devlet adamları ^müspet ilimlerin bilgi muhipleri olmaktan ziyade metafizik esaslara müstenit İçtimaî bazı malumata sahip .kimselerdi.* Yalnız bu zaviyeden hadiseleri tetkike tabi tutmakta ısrar etmeleri itaşlzme yataklık etaılg ve milletleri hayal peşinde koşmağa, en iptidai realiteleri göremez hale sokmağa amil > o in ıtı şiardır. Bir devlet adaınıiMt gayesini sorduğunuz zaman size vereceği cevap «millete veya vatana-hizmettir.» Kendini
bu hizmetin neden ibaret olduğunu, bu sözün ihtiva ettiği /ağır mesuliyeti, pozitif ve nıuterialist görüşle izah edemez. Dolay isiyle gayeye erişecek vasıtaları kait’i »tarak bilemez ‘ve metafizik içinde . sürüklenir gider. Çünkü aldığı I tahsil ve terbiye bodur. Vazifesinden ayrıldıktan sonra da hatıratını yazmakla Jlk t if eder.
İnsanlık dâvalarını miisbet bir görüşle tetkike tâbi tutarsak. bütün zirııhun 4ve nebatatın doğduğun*, yasadığını, ve öldüğünü tespit ederiz. J?ifndi bu sırayı takiben İnsan nıahlıtkuntı tedkik edelim.
Doğum :
Bir insan yavrusu, 3IJ.5 dereeei hararetle doğur. İklim «artları ne Olursa olsun, bu beden harareti aynıdır, ölüme ^karlar bıı böylece devam eder - hastalık halleri müstesna - Tıpkı bir muki-ıiu gibi l>u hararetin muhafazası irin gıda dediğimiz ih t ırak maddelerini i dd İhtır eder. Yiyecek maddeleri (hevadaki oksijenin imtizaciyle asid karboniğe tahavviîl eder. Hay t demek'ki bir llıtitaktan ibarettir. Hararet de kuvvet.'ve harekete inldlâp eder. Alınan gıda maddeleri hararet ile enerjiyi doğurur. İnsan bu hararetin israfını 'önlemek için de iibas ve iskân «artlarını temin eder.
Fikren ve bedenen daimi surette "hareket halinde olan insan mahluku bu 3G.5 dereceyi harıt-ret göz önünde tutularak acaba ne mikdar kaloriye muhtaçtır. l«te beşeriyet in birinci problemi bu noktada başlar.
Hayat :
Hayatın devamı ieiıı demek ki, evvelâ gıdu i «ini tespit etmek lâzımdır. Kaloriyi temin eden yiyecek maddelerinin terkibinde iklim «artları ve Imedeıü yaşayış 'tarzınııj az çok tesiri görülür. Çocuklar ile 15-25 yasındaki gençler, dalla fazla gıda alırlar. . •
Bugün ilim yevmiye bir insan irin 2100-28011 kalkın almasını, lüzumlu bulmaktadır. Yinnıi dört saatlik gıda maddelerinin tertibi de «öylece tasni! edilmiştir: 530 gram ekmek. 280 gram et, 125 gram süt. 35 gram yumurta. 000 gram J taze sebze ve VmeyviH iog gram ınttatas. pirtaç ve 'diğer hububat, 15 gram «eker, 25 gram peynir, 40 grnm hay-vanî ve nebjati yağ. > • / V.
■ Avrupudaı hayat standardı da gelire nazaran «öylece ;t-ertip|ennıi«tir: yüzde «2 gıda maddeleri masrafları, yüzde 10 giyim, yüzde 12 kira, yüzde 5 tenvir ve feshin, yüzde 2 talim ve terbiye, yüzde I içfitoıai sigorta, yüzde 1 sağlık bakrmı, yüzde 1 siiir müteferrik masraflar..
Memleketimizde bu esâslara nazaran hayat standardı:
938 ve 944 seneleri bakkaliye fiyatları esas it-ti haz ^edilmek 'üzere şehirlerdeki gıda masrafları tutarlarını tedkik ettiğimiz zaman;
9|x de bey nüfuslu bir ailenin yevmiye 157 kuruş hesabiyle ayda 17 Ura masrafla yalnız yiyecek bakımından geçinebi İd iğini müşahede ederiz.
1914 setresinin 12 nci ayı bakkaliye fiyattanuı
(Lütfen sayfayı çeviriniz)
7 —




EltBiYATİ liZHiHDE
Yirminci asrın başında Jack London’-un dostlarından bir demokrat muiaarrir çıkıp bize Sosyal san atın diğer iki san attan fersah fersah ilerde olduğunu şuurlu olarak isbata çalışıyor. Bu adam Steinbeck ler ve Passos'ların yetiştiği memleketin çocuğu Upton bmclaırdir. Onu, arkadaşları, doğum yeri olan Baltımorda ve okuduğu Nevvyork City College de «Bealle» diye çağırırlardı. Colombia Üniversitesini iyi derecede bitirdi. 28 yaşında ilk romanını bastırdığı zaman» hiç bir romancıya nasib olmıyan bir alâka ile alkışlanmıştı. Anatole France bir makalesinde onun için «İstikbâlden hiç endişe etmemeliyiz. Zo lamın hiç bir şey durdüramaz dediği hakikati Upton Sinclair bir meş ale gibi öteki nesillere ulaştırıyor» de yazdığı «Oil»
kuvvetli daha olgun ve daha geniş atmosferlidir. 1913 te Coloradodaki büyük kömür grevi tahkikatının Sinclair tarafından yapılması milletin dikkatini bu tarafa çekmiş ve işçi - patron kavgasının neticesi merakla beklenmiştir. Bu büyük grev bütün teferruatıyla, alın teri insafsızca istis-mar edilen işçi sınıfının hakikî duTumu açıkça «KİNG COAL» kıral kömür romanında incelenmiştir. 1917 ile 27 seneleri arasında Amerika hayatı hakkında bir kaç
diye yazar. 192/ Fungle'dan çok daha
cc.
broşür neşretti. Gazetecilik hakkında bir uzun etüdü ile bir kaç tane de realist piyesi vardır. En dinamik yazıları Singing Fail Birds - Hapistekilerin şarkısı adlı eserinde görülür. Hiç ibir şair bir mahpusun hapisane içinden güneşli günde mavi göğü ve beyaz bulutlan şehrin caddelerindeki ilânları ve ahçı dükkânlarının vitrinlerim bu kadar kudretle ve realist olarak anlatamamıştır.
Birinci dünya harbinden sonra üç türlü san’at görüyoruz. Birincisi Andre Gide ve Valery’nin istediği gi'bi denizin yeşiline bakan sosyal hadiselerden kaçan kendi rakİTİeriyle Akademik san’at, İkincisi vo-keri tarafı görünmeyen fakat eski burjuva an’anelerinden istifade etmek istiyen faşist san at, üçüncüsü de bilhassa sosyai olmak istiyen ve en geniş beşeri ihtiyaçlara cevap verebilen İçtimaî san attır.
Bu tasnifte Upton Sinclair üçüncü guruba Fohr. Dos Passos. Hanıy
ATagon, Remarguc. Stenibech Foch London, O. Henry, Stephan Crane, Romain Polanet, Malroux, ve Larouche’un gurubuna dahil olur.
San’at tarihi adlı kitabında Sinclair bize sınıf mücadelesi prensibine dayanarak san atın izahını yapar. Tenkitçi otoriteler tarafından tanınan bütün san’atkâr-ları tıa Yunandan başlıyarak Hakim sınıfların nasıl bir
uşağı olduklarını ve efendilerine hizmetten kaçınan san’atkârlann bu hareketlerini ne ile ödemiye mecbur olduklarını çok güzel esprilerle anlatır. O altı tane yalan sava-ki 1 •• • 1 _ v __ * _ a 1 _ f 1 1
me~ yanlış bir fikre sahip olduğunu ileri sürer, askeri
I. San’at sanat içindir yalanı; — isbat
Barkus«
■I ■ M - .
ailenin 290
/ vasati geçim midir? Amele ücretleri ve edilirken bn erkanı nazarı
d
sosyalist hareketini hi-,' genç Sinclair’e telkimler-nıeo
sosyalist
bize tanıtır, hizmetçisi ve
la
6. Hakikî san’at propoganda yapmaz ve hürriyet adalet gibi mevhumlarla ilişiği yoktur yalanı. — buna şöyle cevap verir. «Her san*at ayni zamanda bir propo-gandadır. Umumiyetle ve sakınılmaz bir surette prcpoganda. Bazen bilmeden fakat çok kere bilerekten» ona göre san «t hayatın san atkâr şahsiyetini idrak ettiği şekilde inikasıdır.
Upton Sinclair in siyasi hayatı sosyalist ve demokrat partilerdeki mücadeleleriyle doludur. Küçük yaşında gizli olarak 4 temmuz 1890 da Popülistler meclisine girmiş ve o zamanki mebuslarla yazılarında alay etmeyi ihnud etmemiştir. 1904 te New - Yorkta Büyük Santral Otelinde bir ıçtimada Jack Lcndonla tanışmıştır. Esirliğinin Tom Amca klübesi adını koymasını tavsiye etmiş ve luaye etmesi için
de bulunmuştur. 1906 da mebuslar lisine Nev Jerseyden. 1920 de partiden Senatoya 1922 ye sosyalist partiden namzet gösterildi.
19'26 dan 30 a kadar California hükümet meclisi azaligında kaldı. 1934 te de mokrat parti onun namzetliğini koydu, sosyalist parti içinde EPİC harekâtını organize etti. 1934 seçimlerinde aldığı reylerin adedi ve tek başına zengin Takiplerine karşı mücadele edişi sonsuz hayranlıklarla karşılanmıştır.
Siyasî hayatıyla ve romanlariyla asrın mücadeleci bir tipi olan Upton Sinclair birinci dünya harbinden sonra verdiği e-serlerde büyük halk kütlesini London un. işaret ettiği demir ökçenin nasıl sökülebi-leceğini öğretmekte ve onları bu mücadeleye davet etmektedir. Ona göre her şeye rağmen hayatı sevmek ve kazanacağımızdan asla şüphe etmemek lâzımdır. Bi hatırlatır.
tutularak - düşünülmüş mü-
t erkek iki gürbüz Kediyi bir normal gıdalarından ıuz yiye-
ele aldığımız zaman bu be* niifusiu ailenin gıdası için ayda 183 liraya ihtiyacı olduğu görülür. Yüz seksen üç lira geçim endeksinin yüzde altmış Iki-slni teşkil ettiğine göre aözü geçen lira mylık masraf ihtiyacı icabeder.
Acaba «amele, köylü, ve memurun endeksleri tayin edilmiş memurun baremi tespit itibar* alınnu-j mıdır?
Halkımız verimsiz ise ve ten bel dediğimiz zaman bunun neden teveJliid ettiği araştırılmış mıdır? Ve nihayet milletin gıdasızlık yüzünden Belâ 50 sene zarfında ne duruma düşeceği -
müzede yüz sene evvel yaşamış Ttidklcrin elbiseleri de (öz önünde dür?
Bir dişi bir de odaya kapa sak ve
rek versek bu hayvancıklar tekessür etseler, birkaç niesil sonra o kedilerin fotoğraflarını alarak bir mukayese yapsak alacağımız netice ne İse insan için de. kendi ııisbeti dahilinde, ayııı olfcak-tır. 9 •]
Amele, köylü, ve memurun sıiıhatlı ve çalışkan birer ıızuv olarak beşeriyete, millete, ve ken-Atilerine, faydalı olabilmeleri için evvela fizyolojik ihtiyaçlarının temini konusu ile karşılanırız.!
(
İHinya nimetleri bütün insuniıgı doyuracak durumdadır. Fakat ibu nimetler egoist sistem ce»as-larına göre tevzie tâbi tutulmuştur. Ortada cihanşümul bir istihsal ve istihlâk muvazenesizliği vardır. Sosyalizm doktrini metafizik değil, realist bir görüşle İşte bu konuları halletmeğe çalışıyor. Muhalifler, bu hakikatleri görmemezlikten gelen-T ş
Fer, bu düşünüş tarzına /ur türlü sahip olmayan zümrelerdir. Tarih seyrini bu istikamette tâki be-diyor, Hiç bir kuvvet bunun (önüı>e geçermlye-cektir.
eder ki bu ceryanm hâkim olduğu yerde yalnız san’at değil cemiyet bile dejenere olmuştur.
» 2. San’at sayılı kimselere hitap eder
yalanı büyük san’at daima geniş halk tarafından anlaşıİhnış ve kabui edilmiştir.-
3. San’at ananesi yalanı, — i sanatkâr kemdi şeklini
lljt
ısibat eder -ki çok az istisnalarla kütleMk
2e sık sık Juarez in şu sözünü «istikbâl nasıl olaa bizimdir.»
Eserleri:
The Fauna) af arthur Stirling
Manassas
The Jungl^j “
Love’s Pılgjrmage
The -Profit of Religi-on iheBBrass Check
M. V.
ki hakikî
yaratır. Zamanımızın san'atı klâsiklerden
4. San’at eğlence içindir yalanı. — Bu yalan manevi noksan ve aczin neticesidir.
5. San’atın etikle hiç bir alâkası yoktur, yalanı — isbat eder ki hiç bir fean’at-kârın etik meseleler karşısında vaziyet almamasına imkân yoktur. Çünkü her meselemin bir etik tarafı vardır.

işba tred eSL
kerfdfe? I he Goose - Step The Gıoelings
L. —■ Mammonart
Singing Fail Birdf
Oil
Bostan
The wayout WorkT En d
Between twoworldr Dragons (ieeth
Wide is the gate

e
(1903) (I904) (1906) (191 I > (1918) (1919) (1923) (1924) (1925) (1925) (1927)! (1928) (1933)’ (1940) (1941) (1942)
(1943)
t
>
w
I
8
/
HİKÂYE
Rıhtım işçileri bütün gece gemide çalıştılar. fealxalıl|eyin işleri bitmiş olduğundan gemiden çıktılar.; ceplerinde bir kaç kuruşu otaııkiT sıcak çay ve nuMmlı Jsimltle kahvaltılarını yapmak üzere, rıhtım kahvelerine üçer beşer taksim oldular.
Faratarı olmayan ^bir kısmı da elleri panta-lonuııun ceplerinde olduğu halde, yüzlerinde; kafasından gailelerini boş yere silmeğe uğraşım hır insanın ümitsiz/ İfadesini taşıyarak caddenin üzerinde dolaşıyor, veznenin açılmasını bekliyordu.
Saat on olmuştu; tekmil işçi veznenin öııüııe birikti., bilek ve kol güclyle lUaca-kiı olmak hazzı, ümitsizleri bile canlandırmış, rengi uçuk, kan-zayıf yüzlerini tatlı bir suııklık kaplamıştı. Uykudan ı hale getirdiği bu insanlar,
sonra da
Veznimin önünde ayakta beklememeği tercih eden bir kaç işçi, kahvede nihayet gişenin ten ha-taştığına hükmettiler; kahveden çıktılar, vezneye doğru yürüdüler. Önde yürüyen 27-28 yaşlarında, sarışın, elmacık kemikleri pek belli olmayan; yanakları düzgün, muit renkli, iri vücutlu, zayıf, fakat kuvvetli göriirten; 'zeki bakışlı bir işçiydi. İçeriye girince: bekleşen işçiler yeni gelenlere alaylı sesle Çakıldılar, bir tanesi: önde yürüyen ifeçir
bir
ye:
en
sız.
mahrumiyetin ve yorgunluğun, bitkin tek bir şey düşünü-eve, çoluk çocıı-
alacaksın?
ve/.ııeııin kapanmış? öl-
neden kapalı?
— Eeee,„ dedi. Uzattın ya, canını ne zaman İMterse,,r
Bu sözlerden .sonra, veznedar kapağı kapamak istedi; genç işçi buna maııî oldu- ve,
— Veznedar efendi: baksana bana, bu kadar saatin rc a Kurada uykusuz ve yor-halde değiliz, için bir hamle da-
bir yordıı,, parayı almak,,, ğa, yiyecek birşeyler götürmek,,,
Ama, içlerinde bir takını tasavvurları oteııl.u da yok değildi; bunlar arasında «ileride biniz para tutarak, bir, tekaraha veya bir eşek almağa, yahut bir küçük yemişçi dükkânı açmağa muvaffak oldukları takdirde daha iyi yaşamak için «neler, neler yapabileceklerini düşünmemiş pek azdır. Fakat, önceleri böyle tatlı ‘hayaller kuranlar, zaman ilerledikçe yavaş yavaş farkında almadan bunları unuturlar. Çünkü, bir takım sebeplerden dolayı, tasavvurdan daha ileri gidemezdi.
İşçiler >nııtad sıuvtta gişenin önüne toptenrnış-işçiler l>ek-daha z.i-v ezıı eda r
fitte, daha sinirli görii-
— Ne o, Adil: para mı
— Niyetim öyle,,.
Sözünü bitirmemişti ki duğıınıı gördü • şaşırdı.
— Aaa> hayrola; vezne
«Ne o, Adli, para mı alacaksın?» diye takılan işçi, acele etmeden saltana saltana Adilin yanına geldi; siyah, gür bıyıklarını bura hum izah etti.
; keyfi ne çamaıı teter-
amele, işçi Menin ,keyfin için bekllyemez,,, zaten bütün gece günlüktün ,ayakta, bir
Vesnjed&r kapağı kapanmak ha yaptı; ve.
— Kes artık seni dLnliyecek dedi, İdil, « Dîn Uy eç eksin.» dedi vam etti,
— Hadi ler, evlerine var,, bunlar
— Kes dedik ya.
biz neyse, içimizde bîr lokma olsun heçı sizi bekliyor.
değiliz.
,ve sözlerine «le-
d ünden beki iy enek mek götürecekler
i
a rtık.
yapalım kızgınsa.. saatiarca efen-
atıldı. ,
— Veznedar bey kızgın sc„. ailah bilir
— Aaaa,, ne dlyj bekiiyemenı
Öteden biri
-1 Canın isterse.
Bîr diğeri, kelimelerin üzerinde dura
— Kardaş: biz. diindejı beri
bekli.y oz,
dura, ne diyoıı
Beyim: |sizden sadaka
İstemiyoruz,, hakkimiz öten parayı bir an evvel almak arzusundayız; hemen, tevziata başlamanızı rica ediyorum; yokaa„. Veznedar lıu tehdit karşısında köpürdü.
sen,,,
Bir suniye kadar düşündü;
— Vali adı cebimi/,(İF ; ekmek
Adli :
— Aptallığından.
diye kısa, sert bir
rüdü, gişenin önünde duran işçileri sokuldu.
yoksa ne , utacak?
müdüre şikâyet edeceğim. Biraz in-
daiıa. tezin kızdı.
lardı. Oıı buçuğa doğru vezne açıldı-temekten doğan bir .sabırsızlıkla gişeye yade Kokuldular; ama bu güıı, nedense bey, her günkünden daha nüyordu.
Kini bilir,, la-lki. vaktinde vazifesine gelmediğinden müdür bey kendisine çıkışmış, belki de ka-rısile her hangi ehemmiyetsiz bir şeyden kavg.ı etmiş olabilirdi., böyle /anınularda yapılacak muamelenin rengi değişir, bütün hınçlar atlet veçhile kendinden küçüğünden alınırdı.
Veznedar bey; gişeyi açınca sabırsızlıkla bekleşen, aceleci* İşçi kütlesiie karşılaştı, i’arhvmak için tanı zamanıydı; fırsatı kaçırmadı; daha ziyade asabi görünmeğe çalışarak öııdekiiere çıkıştı.
Iıe,„ nerdeyse vezne-
— Biraz geri çeki İsen ize. nin içine gireceksiniz.
İsçiler arasında bir kımıldanma, oldu ler geriye bastı veznedar:
— Daha daha, ha şöyle; yeshıi almıyanlar birer birer ler, dedi. Önden bir kaç kişi pusulasını
t' Veznedar: ları aldı- paralarını hesaplayarak verdi. P ulanta,r çekildiler. Arkadan bir yüklenme veznenin önii gene sıkışmıştı; veznedar dahst fazla dayanamazdı. Pushıhırı masanın üzerine hiddetle, bağırdı.
— /Ulan hayvan herifler, laituı musunuz? Kaç defadır söylüyoruz, vezneye lenmeyln vezneye yüklenmeyin... ama dik gitti,
Onları uzun uzıın süzdü; smıru bani bir kararla: - -
— Bekleyin dağıtmıyorum, dedi; kapağı hızla kapadı.
Bıı vaziyet karşısında gülmek mi ağtemak mı lâzım geldiğini pek kestiremlyen işçiler, tuhaf tuhaf. biribirlenne baktılar; kimi acı^acı sırıttı; kimi kadere boyun eğdi, taş gibi ^hareketsiz kaldı. kimisi de içinden gelen sonsuz bir hiddetle dişlerini gıcırdattı ve: \
—t Yuuh, be dinini,,, diye okkalı bir küfür sa-vurrnaktaaı kendilerini alamadı.
İşçilerden bazıları yere, sıra sıra .çömeldiler; bazıları da ümitsiz inatla veznenin önünden ayrılmadılar.
ı
I
şimdi dünden yevmi* ı pustala ı*ım versin -dedi. Önden bir kaç kişi pusulasını uzattı. «Birer birer dedik ya.» İhtarile pusla-paralarını hesaplayarak verdi. Faraşım oldu.

sözlerine parası yok.
devamla.
dedi •
t
«le bir başka ses İşitildi.
— Ne oluyor, jUe mii
— Eee.,
— Yoksa
saf be;
Veznedar
• Defol,
ve kapağı hızla kapadı; fakat bu anda içer-
cevap verdikten, sonra, ileri yü-yara rak öııe
Birinci Cihaıı babası Knrs’lı
olarak tanırlardı;
Kırımda bulunan
hangi sebeplerle Karadenizlin şl-çıkmıs. orada gönlünün tuttuğu . i İâSBlIflBİl»
nakuşa ediyorsunuz?
diye sordu, genç işçi, lıemen kapağı itti,, veznedarın söylemesine vakit bırakmadan atıldı;
Adili. Kırımlı harbi sıraJanndu Ahmet, kini bilir malini dolaşmağa bir .hatunla evlenmiş Adil Dünyaya geldikten bir müddet sonra, muhacir olarak vatana gelmişlerdi.
Adil, orta tahsilini bitirdikten sonra, askerî liseye girmeğe heves etmiş; hu hususta lazım gelen formaliteyi tamamlamış, sağlık raporlarını falan
— Efendini; saat lordan beri bekliyoruz., veznedar elemlinin bir türlü gönlü olup ta paralarımızı vermedi.
Bir anlık tereddütten sonra sözlerine ' devam
• *
İçimizde daha. dünkü işe girecekler \ar; bekletmesin.
etti.
yanlardan ha ziyade
yevmiyelerini alma-rica etlerim bizi
«la-
filânı ikmal etmişti,, her şey Dittiği sırada, nüfus cüzdanındaki doğum yeri sütununda yazılı otan isim, bütün emek ve ümitleri suya düşürdöf|Ba*| „ öndeki- |>aSI o zamanlar verilen, muhacir maaşından İsti-lode eUıiek moteadilc .Adil‘in. nüfusunu çıkartırken doğum yerine Odesa yazdırmıştı. İste bütün mesele ibaretti; tâhkikât tahkikat., neticede an-s ( e
.virtti; tahsil-mektebi terkettl. O gün |bıı gün Adil, gezdi- Jlictı rcthaneierde kâtiplik bazı dostların /erile müracaat ettiği resmij yererin Odesa olduğu meyda-J zannederek müracaatla* ramadı Hele bîr defasında Pons vermiş, mürfuaatta tahkikat yapacağız*» -----------------
o, işten de vazgeçmiş, kalbi çatlıya-
se y söylemedi-ııedaru. döndü, yavaş sesle bir -şeyler söyledi; sözleri duy ütebiliyordu. {«Gürültüye meydan verme, paralarını hemen dağıt.* sözleri veznenin önünde- / ki işçilere kadar geldi.
ik! ne. i
zat serte işçice bir
vez-
son
ata rak
ı anlamıyor a n la t a mat-
tahkikat tahkikat nesinin Kırımlı olduğu anlaşıldı, h Adil, bııııun üzerine evrakları den soğudu; ı şurada burada, yaptı.. ılaLrelerden: doğum uh çıkım a kovulacağım rımn aflkasım olmağa karar daha «hakkında yar duymaz cak eibi çarpnrMc emniyet binasından çıkmış. Daha sonra yorucu fakat tahkikatı, sorgusu olmadığından seve me çalışabileceği yeri bulmuştu; İşi rıhtım işçiliğine döktü. . 1
Adil, Verznenin kapağına vurarak efendi» diye seslendi..
Hiç bir ses çıkmayınca, hareketinde devam etti.
— Veznedar efendi. J
Bu sefer kapak şiddetle açıldı; sert bir ses:
— Ne İstiyorsun? paramı? bekleyin size böyle yarar.
— Beyim ,ne zamana kadar bekliyeceğte? Veznedar tahammülü tükenmiş bir adam tavrı takındı.
ı

bulunmuştu^
Sözünü İdu-
«mpnııır
Veznedar, somurt kını r fakat oldukça yumuşak bir sesle g»nç İşçiye,
— Hepiniz .sıraya girin bakalım.
İdi!, daha ynrnıısak bir sesle cevap verdi.
— Zaten sıradayız, hepimiz, sözden anlar, koyun gibi insanlarız, dedi. Sonra arkadaşlarına döndü; göz kırptı; ,ve seslendi:
pam dağıtılacak. yalnız sır avı
v r
— Arka da şiar., boznuınuık sarili e.
«Para dağıtılacak,» sözü İşçilerini yüzlerin! güldürdü, yeniden ^kaynaştılar. Adile nasıl minnettar kaldıklarını anlatmak İçin, yürekten gelen bir sesle bağırdılar, ve Jçocuk gibi yerlerinde zıpladılar.
Kendi ün böyle bir diğeri,
Vaşşa be Adil. r
Y'aşşa vallahi,,, kendilerine de «gördün mü adam dedi-olıır.» diye takdir ettiler» Bozuk şiveli
I
de olsa mektep medrese görmüşlük,
— Ne okumuşluk başkadır, sözlerlle Adi.Fi takdir ettiğini anlatmak istedi.
Bir gün evvelden kalanlar tamamen paralarını almışlardı; Adli de puslarını verdi, parasını aldı. Genç işçi, veznenin önünden uzaklaşırken veznedar. arkasından kinle doln homurdandı.
— Ukalâ.,, /
sözlerle ;ona
bu k tı.. ve

l ZOKA
Büyük Hikâye :
\
•• * I >
L • •

>
mahsul vermedi, vilâyetlerinden birisine
O sene toprak Orta Ana-d'olu
%
bağlı yüz hanelik «Gümüşlü» köyünde de bir geçim darlığıdır başladı. Köyün eli ayağı tutar bir kısım erkeği çalışmak üzere muhtelif istikametlere dağıldılar.. Bir kısmı Kayseri bez fabrikasına, bir kısmı Sivas çimento fabrikasına, bir kısmı Yoz-gad’a, Niğde’ye., içlerinden üçü de Çukurova’ya inmeğe karar verdi.. Bu üç kişi, Kulaksızların Yusuf. Köse Haşan, van Ali, köyde komşu ydular, büyümüşlerdi, tarla ya, dağa oduna, vilâyete 'beraber gider gelirler, çok defa birbirlerinden ayrılmazlardı.
Beyaz torbaları omuzlarında, torbalarının içinde işlemeli birer yün çorap, birer parça tarhana, lor peyniri, tandır ekmeği ve kaçak tütün, trene indiler. Sivas-tan gelen tren köyün iki saat ötesindeki Kurşunlu istasyonunda bir kaç dakika dururdu.. üç arkadaş istasyona geldikleri zaman gece yansını bir saat geçiyordu. Müthiş bir rüzgâr yeri, göğü birbirine karıştırıyordu, yukarda da kalabalık ve simsiyah bulutlar... ı


birer iş duttuhmuydu, eh
Pehlî-beraber
Her bir şiyde var bir kira-
A
— AlLah diyen neden geri galmış, de di. Basacıyk evelâllah dabannarımızı da. gövdelerinizi de...
Rasgele konuşuyorlardı:
— Zollu
gayri..
( J
— Allah bu.. Bizi yurdumuzdan iden Allah...
— Hey e., mat.. Cenâballalh...
— Benim oğlan da cip sahadandı bu yıl hanı.. Bildir çellik gibiydi..
— Benim giz da kulağasma.. Ekinne re kara gurt dadandı, giz elden gitti...
Birdenbire simsiyah gök yarılır gibi oldu, mâvi bir şimşek çaktı.
Kulaksızların Yusuf:
— Hak şükür! Dedi. Bizim hemşeTİle-pâlikesini annad'ıyollar hani pek tevâ-
Kulaksızların Yusuf burnunun bir deliğini tıkayıp öbür delikten sümkürdü, bur nunu nasırlı avucu yla sildi. Sonra, elinde yeşil bir feneı tutan istasyon makasçısına : J
— Tren geç mi gelecek ola hemşe-
bir çeyrek ğı bir sırı,
• • •
rin
tirmiş....
— Öle ya.. Bize yaban gözüynen bah-maz'a...
— Allah hemşerilermizzn» yohlûnu gostürtmeain...
— Âmin!
Gece yarısını tam üç saat geçe, yağmurun aşın hızlandı

uzaklardan düdük öttürerek gelen ve bir lâhza duracak olan tıkabasa dolu tireni ı üçüncü mevki kompartımanlarından birine, yarı ıslak, bindiler. Tiren müthiş ka-labalıkff,"' beyaz torbalarinı aptesânenin kapısı önüne koyup oturdular, birer cıga-ra yaktıktan sonra pehlivan Alî. efkârlı efkârlı, eli kulağa attı:
Enginli yünsekli gayalanmız Gamman, yoğrulmuş binalarımız Doğurmaz diaydı analarımız
9

Yu-
İP®
r

ZB-
rim?
Diye sordu. Köse Haşanla pehlivan Ali merakla makasçının ağzına bakıyorlardı. Makasçı :
— Ne zaman gelirse o zaman binersiniz! Dedi ve kulübesine yürüdü.
Köse Haşanla pehlivan Ali istasyon kulübesinin taş duvarına sırtlarını dayadî-lar. Kulaksızların Yusuf dâ karşılarına bağdaş kurdu, cıgarafan yaktılar
— Uyur muyuruk da deel mi. dedi suf. ( ı •
Köse Haşan - çok uzun Boylu. çok yıf - :
— Deli olma lan.. Dedi. Uyur m uyu mumuymuş.. Evvelâliaıhın seyasinda mya deyi çıktık...
Pehlivan Ali, orta boylu, yusyuvarlak
biri:
— Ah bir kelle dabannarımızı sağlıcağ nan bassah Çukurova ’^torpana.. Diye tamamladı.
Kulaksızların Yusuf, bu sefer burnu orun öbür deliğinden sümkürüp, burnunu caketinin kenarıyla
•» •
silerek:
A H ek-
anaya ertesi gün saat onu yirmi ge
ir rüzgâr esiyordu...



Omuzlarında
çe indiler. Hava açıktı. Sarı yaprakları döken
beyaz torbaları, şehri istasyona bağiıyar. «Asfalt cadde» ııin beton kaldırımı üze-
rinde, kendileri gibi şehre inen yaya yolcularla birlikte, asfalt*m iki kenarındaki fevkalâde şirin evlere baka baka yürüyorlar, konuşmuyorlardı.
Adana nın en işlek yerlerinden biri olan, «Dört yol ağzı» na geldikleri zaman Kulaksızların Yusuf durdu :
— Nerye gid'eciyk daha lan ?
Köse Haşan la pehlivan Ali öyle dal-
mışlardı ki... Hâlâ şaşkın, bakınıyorlardı. Köse Haşan:
— Valla nebliym... Dedi.
Pehlivan Ali ö sıra asfaltın üzerinde bir baştan bir başa kayan pırıl pırıl bi: otomobilin arkasından bakarken omuz
* silkti. Kulaksızların Yusuf’sa, «..— Şeher gısmınm adamı koylii’yü cin gibi çarpar. Gözü açık olma'dın mı, yandın... Adam gısmı delinmedik gabâ girmeli!» diye, duya duya kafasında yer ettiği şekilde düşündüğünden, «böyle hımbıl hımbıl» durmak kanma dokunuyordu.
Yanlarından acele’yle geçmekte olan-başı açık bir kıravatlınm peşi sıra seğirtti:
— Evendi evendi...
Adamın yanı sıra yürüdü:
— ......hanı bil iyon mu, biz bu yıl gıtlıh çekdik de, hanı bizim hemşerile-Tİn...
Adam onu tepeden tırnağa çabucak süzerek yürümesine devam etti:
— ... ni de ossa hemşerinin kötüsü..
— Sokulma be.. Geri dur şöyle..
— Darılma evend'ı, hanı biz koylüyük de...
Adam komisyoncu kâtibiydi. İki saa-ta boşaltılmadığı takdirde otuz üç lira ardiye binecek bir kireç vagonunun «tahliyesi» için «eski istasyon »a gidiyordu.
— Hemşeriyin avradını... Diye söverek hızlı hızlı uzaklaştı.
Kulaksızların Yusuf bozulmuştu.. Parmağı ağzında kakı kaldı. Köse Haşan’la pehlivan Ali yanma yaklaşınca. gidenin arkasından, baktı (baktı:
— İlâha boyun devrile.. Dedi. Şeher üdajnı deel mi...
Tekrar Dört yol ağzı na geldiler.. Kar şı kahvenin Önünde «şalgam» içmekte o-lan çember sakallı bir ihtiyarı göstererek Kulaksızların Yusuf:
— Şo herif hoc a ellâam.. dedi. Hoca-,laî eyi olur.. Gelin ondan sor ah...
Kulaksızların Yusuf önde, ötekiler arkada. ihtiyata sokuldular. Yusuf :
— Hacı emmi... Dedi.
ihtiyar* 1 adam gözlüğünün üstünden Yusuf’a baktı, onu süzdü:
— Hı... Dedi, içtiği şalgamın parasını şalgamcı'ya uzattı.
— Zâtinize bi şey danışacağdıh .. Hemşerimizin pâlikesını soracağdıh zâti-

ihtiyar adam onu tekrar süzdükten sonra:
— Nerelisiniz siz? Diye sordu.
i (Devamı var)
. *
(B^şt^'afı 3 üncü say latife ) muzun ^önündedir. Bu memleketlerin sosyal kalkınmalarının tarihî sınıf şuurunun, bilhassa emekçi kütlelerin şuurlanması tarihidir. Emekçi sınıfların kalkınması sadece sosyal değil! ayni zamanda millî bir da.va/dır. Zira, teşkilâtlı ye şuurlu bir işçi sınıfına malik olmayan milletler geri kalmağa ve ezilip mahvolmağa mahkûmdur.
Memnuniyetle öğreniyoruz ki, bizde de bu hakikat anlaşılmakta ve sınıf esası üzerine teşkilâtlanma hürriyetlerinin tanın masına döğru* gidilmektedir. Fakat ayni zamanda, endişeyle görüyoruz ki, daha şimdiden bir takım kara niyetli ) insani./r Türk milletinin önüne açılan aydınl/k y*o-Lu karartmağa çalışmaktadır. Ha,ngi menfaatlerin hizmetinde (c İd tıkları ötedenberi
I
malûm olan bazı kaşarlanmış demagoklar, milletin (sosyal kalkınması uğrunda sarf edilen gayretleri baltalamak için (seferber olmuşlar; 'köhnemis devirlerin, artrğı bu politika kadavraları mutaassıp bir vatanperverlik (kisvesi altında derrtokratik hürriyetleri mıfletin, varlığı ve istiklâli için tehlikelerle d|okı birer heytyulâ gibi göstererek halkı korkutup yıldırmağa yeltenmektedirler.
Şu miisal, bize bu hususta bir fikîr verebilir:
Bu yakınlarda bir gün, üniversite mecnunu olan münevver bir arkadaş, elinde tuttuğtu bir gazeteyi etrafındakilere gösteriyor ve öıfke ile haykırıyordu: «Nasıl o-iur? Biz İsviçreden daha mı medeni, daha mı ileriyiz ki, bu gün orada bile komünist faaliyeti yasak edilmişken, bizde nasıl* olur da sınıf esası üzerine cemiyet kurma gibi memleketi içinden yıkacak müsa-a(diekârWklara girişilebilirAlın, okuyun? (bakın ne dloğru yazmış.» diyordu. Altı ay evveline 'kadar İsviçrede bulunduğum ve orada kömünist partisi dahil hiç bir teşekkülün yasak blmadığını bildiğim için merak dar tesi zıyı
İsviçrenin üç kantonunda komünist faaliyetlerinin 1937 senesinde yasak edildiğini yazıyordlu. Bu tamamiyle djoğru idi, her halde İsviçre halikının fbüytfk çoğunluğu tarafından antidemokratik alarak va-adlandırılan bu men kararlarının, halkın gittikçe artan taayfkî karşısında 1945 senesinde kaldırıldığını yazacaktır diye düşündüm. Halbuki yazı da hakikatin bu tarafı tamamiyle meŞkût geçilmişti. Acaba, bilhassa bu hususlar hakkında tetki-kat yapması için Avrupaya gönderilen bu

ettim. Arkadaşım olan genci, bu ka-şiddetli tahrik eden yazı Tanin gaze-baş muharririnin bir makalesi idi. Ya-oikudum ve hayretler içinde kaldım.
zat bu yasakların çoktan kaldırılmış olduğunun faikına v artma mışmıyd ı ? Böyle bile olsa kendisinin, oralara altın ve kiöviz karaborsasının hünerlerini öğrenmek için gönderilmediğini her halde biliyordu. (★)
Hakikat şudur ki, nesiller 'boyunca in.-1 sanlığın vicdanından utanç verici bir leke olarak 'kalacak lolan faşizmin mikropları, Avmıanm en edki demokrasisi olarak anı-lan hür Isviçreye bile bulaşmıştı. 1937 senesi. faşist kudurganlığının en aggın manian... Sanayi ve malî feodalite
tröstldr için işçi sınıfına karşı harekete geçmenin tam zamanıydı, ve sadece komünist partisi değil, bundan Sonra Fransız Isviçresi sosyalist partileri federasyonu dia bir kararla menedilmişti. Almanya ve azgın faşist diktatörlüğünün
za-ve
halk ısınıfları etraflarındaki vişi rejimi ile tamam|lan;
şayanı
İtalya gibi iki arasına sıkışmış olan küçücük isviçrenin hürriyet sever fa.şist çemberi
diktan Sonra dahi faşizme karşı hayret bir metanet ve cesaretle mukave m ete d evam etti.
Bu mukavemet ruhunun bu kadar sarsılmaz 'bir ınaji) ile devam edebilmelinde, işçi sınıfının müzahereti ile faaliyetine gizli olarak devam eden menedilmiş partilerin ,pek büyük bir rolü vardır. '
İngiliz «Observer» gazetesi bu hususu şdyle belirtiyordu:
— «Halk sınıflarının siyasi avangardı demokrat Isviçresi şerefini kurtarmıştır.»
Demokrat İsviçrenin itibarını kıran ve hürriyet an ailelerini kirlemen bu antidemokratik ve antıkonstitüsyonel yasaklara
karşı sadece işçi 'sınıfları /değil
değilidir» kald ırıldSktan
/hürriyeti ve hürriyete hürmet hissini yok etmiştir.» Eski ve liberal bir aileye men-sup olan Miorax d'a «biz Alhıan İd eğ i 1 i z, Isviçrelîyiz, txı yasaklar bizim zihniyetimize ve an ailelerimize uygun /diyordu. Ve ibu yasaklar
/sonra bizzat bu> kararları çıkaran ve tatbik eden resmî otoriteler dahi bunun elam v'oknaktad’ır. Gene pek âlâ bilir ve inanır bir hata olduğunu büyük bir vekâr ve ol-igunidkla itiraf etmişlerdir. Küçirk Isvidre-iyi bütün dünyaya sevdiren de bu hürrijyet-/çı an aneleridir. Yoksa I anin başyazarının kendi tıyneti icabı zannettiği gibi halkın hürriyetlerini baltalayan bu antidemokratik kararlar ve yasaklar değildir. (Bu zat, yazısının, İsvjçrede bu yasakların (hâlâ (mar i olduğu kanaatini uyandırması-
f
/na büyüik bir itina göstermiştir. Acaba, (Türk mîlletini dünyada bhı/p bitenler hakkımda yanlış bir kanaat a sevk etmekte ne
• r r •
(gibi bir fayda, um'maktadir? Bir milletten
Cumhuriyeti
mukaddes ideali, hürriyet uğrunda ettiği milyonlarca evlâdınım daha cellâdı
/hakikatlerin gjzlenimesi vatanın yüksek menfaatleri, icabı oldulğu hiç bir zaman iddia edilemez; bu, olsa blsa şaÇhsî menfaatlerin icabıdır. Yürütülen bir davayı yalan ve tahriflerle ispata kalkışmak, o dayanın haksız olduğunu, göstermez mi? Ve, ^muhafazakârlığı pek aşırı bir dıereceye yardıran: bu toulharririn dâvası açıktrr: {Vatanın hakikî menfaatlerinden ilham a-lan bütün hürriyet sever vatanıaşlarm bu ımillete daha mes :u;t ve daha hür bir hayat kurmağa çalıştıkları şu anlarda bu saltanat artığı, A ta türkün,
t
emanet ettiği neıslin, arasına karışabileceğim hiç um’madığı bu inkılâp düşmanı, tatmin edilmemiş 'kirli ihtirasların şevkiyle takındığı hürriyet malskesini düşürmüş, ve hürriyetin körpe vücuduna baltasına indirmeğe hazırlanan cellât çehresi bütün iğrençliği ile meydana, çıkmıştır. İnsanlı-/ğm en
________________
kanları kurumadan, 'bu hürriyet
J. Stuart Mill’in hürriyet telakkisine çatarak bunun ımodası geçtiğini ve hürriyeti kısmanın zamanı geldiğini iğrenç sesiyle (haykırıyor. Bu ve buna benzer yaygaraları biz daha evvel de Hitlerlerin, Göbels-lerin ağzından ço‘k işitmistik. Bu caniler de hürriyeti yolk etmek için komünizm tehlikesini ileri sürerek halkı yıldııtmışlar-(di- Halka ve mıillete ait olan adalet cihadını, babasının malı adldeden bir derebeyi ıgibi «hele böyle bir teşkilât kurulmağa yüz tutsun da ‘o zaman başınıza neler ^geleceğini görürsünüz» diye haykırarak
hürriyet tehditler savuruyor. Biz bu tehdidin ma-an’anelerine bağlı İsviçre burjuvazisinin ,nâsmı çlok iyi anîlyoauz: İrticaın buı en mühim bir kishıı Ta şıddetn mücadele gayretkeş ajanı, ileride işçi veya köylünün ediyordu. Radical Millet bu yasaklan fıak ve menfaatlerini müdafaa maksadiy-şöy*le itham ediyordlu: «Bu kararlar bizde le kurulacak her teşekkül hemen komünist
damgacını vurarak Türk işçi ve köylüsünün kalkınmasını baltalamağa hazırlaıı-maktadır. Bu katıksız mürteci bizim kadar jbil ir ki, inkılâpçı işçi ve köylü sınıflarinın kudretli 'omuzları üstünde yepyeni bir /dünya yükselmekte, işçi ve köylüsü kal-•f
kınamıyan milletler geri kalmakta ve mah
ki,
emekçi sınıflara indirilen her darbe milletin varlığına ve istikbaline indirilmiş (bir darbedir.
«' Bugün Ibütün medenî insanlığın kabul ettiği hürriyetlerin doğuracağı tehlikeleri öjne sürerek halkı hürriyetden yılldırmağa çalışanlara deriz ki: Bizim
korkumuz yoktur, ileride şahsî menfaatleri ve kirli ihtirasları için hürriyeti isti* mara kalkışacaklara karşı mücadjele etmek için, muhtaç 'olduğumuz iman ve cesaretimizden, vatan v,e halk 'sevgimizden (Lütfdn sayfayı çeviribiz)
s (
hürriyetten

• »k—
»1
11
15 Haziran 1946
CUMARTESİ
Rıfat llqaz
YARENLİK
Sayı: 19
20 Kuruş
Şiirleri
İkinci Baskı

HİCİV TARİHİ
(EŞREF)
111 Gidilse BabIâli âdeta bir İMfcb halidir Bizi kırnıaJi için vaktaki Moskoflıı 1ııtııslt»rdu Mürettep '(roller) altlı icetıdisl fikri hiyanetten Uzaktan burnunu soktu mtilevves eyletil harbi Ciilûsıındaıı beri fkurtıılınatiıl. -itti şeametten
sathı ret ten sâhıı ne nezaretten
eve aloıını
Gizilse BabIâli âdeta bir babı hâlidir Eonuğraf kuruntu dinletir.j ,YıJdiz Nezaretler kovandır doldurandır zatı Sıuia» çatlak jcıkar daim aııınvüıı her
Gelirse sağ, selâmet hancı ‘bir adanı
Ederler 'hanede »enlik vukııu hüsnü avdetten Lâtife !zannedip jrülme .^ekitanes bir bel&dir Yazarken ürperir insanda tüyler Niçin hapse.vledin erbabı i İh t i dad ı Neden zalimliği kendim e saydın
havfiı haşyetten keyflncün i bir meha retten
. . iinde (bir kazık olduysa t (jöü Tiirkler) mübarek
• had
Yazarlar zevk alırlar (şendeki evhama hi? metten Zekâsından belâ görmüş bögün darüsşifaiarda Yatan, vardır otuz yıldan heri isnadı cinnetten Hükümet vakıa kalıtı rk üıe uğradı amma J Muvazzaf Şimdilik kırk bin hafiye çıktı milletten Bu cahil oğlu cahil iptidai görmeden (tahsil Nasıl ■sürdü nice ehli ;zekâyı Der saadetten Bu asrı mefsedet hasrı cenahı padi(sklıiden Hulâsa olmaz haıniyyct m( nd olan âlâmı gurbetten Okunsa dinlemez jna’tı Keralii bir (ufak jurnal) Huzurunda ohır makbul kırk yıllık ibadetten Yapılmazdan mukaddem bazı mevkiler yıkılmakta Çürüktür Jbol mühendislerdeki fikri sekametten Yetilmez bir adanı diyenler halt eder açtık Çıkarın fazla âza her nezaretten, emanet ten
f

DİKKAT
Dergimiz okuyucularından derin senpati ve alâkaşya karşı ve son sayımızın üzüntülerimizi minnettarız.
«GÜN» bir çok maddî agelleri bertaraf edinceye kadar 15 günde bir yani her ayın birinci ve 15 inci günleri çıkacaktır.
Bu fevkalâde devienin ipek kısa sıjrece-ğinden bir kaç’sayı sonra »GÜN »iin ek rar haftalık çıkabileceğinden *rnin ruz.
1 ördüğü mütesekki
K(ocikmesinden doğa;1! paylaştıklarından dolayı

Haftalık Kültür ve Aktüplite Dergisi
Tahrikçilik Modası
esaslı bir
lurk şiirinde gelişme (BaştacMfı 4 üncü sayfada) teknik bakımından da esaslı yenilikler yapmıştır. O bîr fikri mutlaka bir beyi veya kıta içinde ifade etmemiştir. Okunuşları aynı, yazılışları farklı harflerle de kâfiye yapmış, şiiıe yeni kelimeler kazandırmış, şiirin bkunuş şeklinde ise
adım atmıştır. Fikretin nesre yakın şiirin-1 den sonra aruz çok yumuşamış, o tank zinciri gibi aşınmaz ve kırılmaz çenber bir lâstik gibi uzayıp kısalmağa başlamış ve elastikiyyet temin etmiştir. Hatta Fikret aruza muhavereye elverişli bir güzellik vermiştir. Rıza Tevfik: Mehmet Yurdiakul ve hececiler aruz yerine edebiyatıma: nazım şekillerini kopye ce şairler edkişi kadar arab ve fars rinde r.
ara fasıla vermişler sevgi göstermişlerdir.
Yani biz. birinci dünya harbine girdi ğimiz vakit şiirde aruz-hece münakaşasına ■ rağmen vezin birinci plânda idi; fikir ikinci plânda. Hâmidin. müstezudlı nazmı Ahmed Haşimde c Bejde ile kendini tekrar göstermişti, Fakat vine esas olan aruzdu, heceydi, yam ^akildi, i Mehmet Emin
Yurdakul’un «terkipsiz temiz türkçesi-.
Emin Halk edin-dille-
turaturaklı kelime aşırmasına bir ve tıirkçe tabirlere
I
köylü ve esnafı temsil eden halk edebiya
ve manevt dr -
buiunyyo-



’ X ıB it*
.şüphe etJmilyo'nız. Bu adamlar, bilsinler ve .anlasınlar İki; kalplierin/de hürriyet aşkının çarptığını bir defa duyanları, artık hiç bir (şey durduramaz. Bilsinler ki, bu memlekette, (kalbi hürriyet aşkı ve mücadele ima-.nı ile çarpan bir gençlik yetişmektedir, ye ,bu gençliğin «ibiz daha fazfa hürriyet /stemiyönuz» 'diye haykıran ve inkılâp d^şüpen sahte‘ şövalyeyi alkışlayanlarla hiç bir ilişiği yoktur. Bilsinler ki, halkın saadet ve refahı hatanın hürriyetine ddğruı akan bu insan selini hiç ibir tehcîit, biç bir Idoıku dfuıkhuramryacaktır.


tının kötü birer taklidi idi.
Kısaca belirtelim:
OsHUHih iktisadı
muhiti ve sosyal bünyesi d'eğişince Türk

şiirinin bünyesinde de çatlamalar, kırılma-iaı ve şekil değiştirmeler oldu. Mısralar, şiir tekniği bakımından ayni kalmakla be-rabeı muhtevada -birjVayma ve uzama oldu. Y azılma ile pkurna meydana geldi. Ve Türk durakladı.
Gelecek yazımızda sonra şiirimizin iç ve dış ıiyan mtiazzam değişmeyi ve Türk edebi yatında dönüm teşkil eden sanat anlayışını anlatacağız.


arasındaki ikilik şiiri bu noktada
b
u
duraklamadan
(Ba$La*af ı 1 irili jsayfajrfa) gençliği böyle bir suçla töhmetiendirile-mez.
Hemen söyliyelim ki Türkiyada demok ra sinin müdafaasını yapanların matbaala rını tahrip etmeyi hedef tutan 4 aralk hadisemle bir «Serseri Güruhu» alâkalıdır. Şayet bu beş altı efendi bu güruhûn arasına katılmış bulunuyorlarsa bunda bizim için yapılacak bir şey yoktur. Yalnız bu beş efendiye soruyoruz: Hangi meçhul ga? ye ile, kimleri temsil ederek ve kimlerden direktif ve salâhiyet alarak böyle bir teşeb büse girişmişlerdir?
Böyle bir suça üniversite gençliğimiz ‘ * •
şerik gösterilemez. Çünkü:
REKTÖR NE DİYOR:
«4 aralık hadisesiyle üniversitelilerin ve üniversite gençliğinin hiç bir alakası yoktur ve olamaza.
Gazetelerdeki


beyanatından
DİYOR
SABİ HA ŞER TEL NE
«Sertellerin kahrolmasını versite gençliği değildi. Üniversitenin böyle bir nümayiş tertip ettiği Rektör tarafından tekzip edilmiştir. Üniversite gençlerinin hürriyetini, üniversitenin muhtariyetini istediğim için benim kahrolmamı, tefekkür hürriyetini müdafaa edenlerin kahrolmasını isteyecek demokrat bir üniversite yüzünde mutasavver değildir.
Bütün dünya gençliğinin daha ileri, lıa hakikî bir demokrasi mücadelesini tıklan bir devirde. Türk üniversitesini
mokrasiye hücum lekesinden tenzih ederim... 5 kasım 1945 de yazdığı «fikre artık yeter tahakkümünüz» başlıklı yazıda üniversitenin muhtariyetini, talebenin rnüs takil olarak cemiyet kurma haklarını,
versite. profesörlerinin imzalarile yazı yazmalarını, üniversitenin fikrî hürriyetini müdafaa ettim. Üniversite gençliğinin öteden-
isteyen üni-
yer
da-
yap
de-
ünı-
■inyesince baş- beri istedikleri bu hakları müdafaa etmek-
Müessisi :
Esat Adi? Müstecapboğlu İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü
HAŞAN TANRIKUT
Muhabere adfresi P. K. 519 İstanbul Abone: Seneliği 800, Altı aylığa 400, üç aylığı 200 Krş.
Basıldığı yer: Stad Matbaası


ligim mi onları gazaba getirdi». Mehkeme Zabıtlarından :
ZEKERİ YA SER TEL NE DİYOR?
«-Bu nümayişi üniversite talebesine at fetmekle de memleket gençliğine ağır bir iftirada bulundular.
Fikre balyozla değil, fikirle meşini bilen üniversite talebesini hareketten tahzir ederim. Talebe namı altında matibamrzı tahrip edenler gayrimesuf serseriler.. .S)
Mahkeme ZabıtlarnMİaıı t
cevap ver-böyle bir