1946 Nisan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1946 Nisan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Hakikat yolundan sapmayınız!
[Modern kültür, aklın ve vicdanın hürriyetini koruyan tek silâhtır
Kültür Lokomotifi raydan çıktıktan sonra ister sağa ister sola devrilmiş olsun, neticeyi değiştirmedikçe bunun ne ehemmiyeti vardır..
Avukat

ESAT ADİL
ÇARŞAMBA
BU SAYIDA
t
Sabahattin Ali
Böbrek
t



(

Adiloğlu «Yetfil» delikanlıya, mektup
Behçet Atılgan İnkılâpçı Parti er
Halil Aytekin
Toprak Kanuni yankıları
Dogatn Ruşenay
Atır
Rasih Nuri ileri üonıavftji bunu dorler
Dr. Ziya Oykut
İleri Kültür
Aziz Nesin
Mİsıırl
Rifal İlgaz: Şijr
ı
z
Haşan Tanrıkut
Telif - Sentez
ve
Büyük Demokratlar Rrt kumlar — Gerçekler Haftanın Kronoloji kİ
Küçük Ansiklopedini
SAYI
1
20 Kuruş
i
Yarab, benim hayretimi artır! Sözile Peygamber Muhammet jıınu demek istemişti: Hakikat yolunu bana açık tut ve öğreteceğin her yeni bitiği ile beni hayretlere düşür!
Marxs, Balzak’dan bahsederken «kendisinden çok faydalaııdun-■ diyor. Çünkü Bal-zak içinde yaşadığı cemiyet ve sındın bir çok iğrenç taraflarını açıklamak suretile, tarihi materyalizme, «temeğe, istemeye hizmet etmiştir. Bu suretle Kari Marks kendi iddialarını hasmın ifşaatih perçir.Cemiştir.
Bizim de her gün ■ Hayretimizi, arttıra.ı ve cemiyet üzerindeki müşahedelerimizin doğ ru neticelerini perçinlemenize yardım eden bir çok muharrir ve fikir adamları vardır ki, onlara karşı şükran borcumuz gün geçtikçe artmaktadır.
Yalanlar, iftiralar, mugalatalar, efsaneler olmasaydı, hakikat bize bu kadar güzel görü>ebilirmidi.. «Eğrilik- 1er olmasaydı. - Doğruluk»dan bcüki de hiç bir tat olmazdık. Nasılki çirkin güzelin değerini arttırırsa, yalan ve mugalatalarda, hakikatin muzaffer atmasını, yayılmasını kolaylaştırır. Baharın tadını getiren kıştır ve gündüzü değerlendiren kararlık gecelerdir. Fikir hasımlan yalan ve mugalatada ifrata gittikçe sevinmedi ve daha çok iimitlenmeliyiz. Çünkü bu, sabahın yaklaştığına, hakikatin gözükeceğine bir işa-Bettir.
Tarihin akışını kim durdurabilmiştir ki, bu akışm her gün biraz daha olgunlaştırdığı «içtimai hakikat» ışığını her hangi bir «Mugalata» karartabilsin!
Bu günkü modern küftür, cehalet ve ta-assubnn devamlı baskısı altında doğub, gelişmiştir. Esaret zencirleri kalınlaştıkça, insanlarda hürriyet hasreti artmış,. Akıl ve vicdan sayededir ki, hür elmanın lüzumunu duymuştur.
Bütün bunlar ispat eder ki, İçtimai hakikat düşmanlığındaki bu günkü ifrat ve taassup, bu hakikatin dostları ve onun yolcular, için ümit arttırıcı ve sevindirici bir hadisedir. Bir insan ki, insan sevmesini bilir, onun ken di milletini herkesten daha fazla sevebileceği muhakkaktır. Onun bütün insanlar için arzuladığı güzel şeyleri, kendi milleti için daha şiddetle arzuladığından asia şüphe edilemez.
Hakikat sevgisi de böyledir. O, hakikatinde her yerden önce kendi yurduna İşık saçmasını ister. Bunda hayret ve teessüflere yol açan ne vardır ki, Mugalata saflarının yayga rası durmadan yükseliyor!
Biz, yobazlığa, her tüıiü taassup ve geriliğe, İçtimaî müsavat ve Adalet düşmanlığına karşı koyduksa Türk milletinin refah ve kültür dâvasını yürütmek istedikse, hakikati hakikat olarak eCe alıp onu tahrife tenezzül etmedikse ve muarızlarımızın da arzulayıp yapmak istedikleri ayni şeylerse ne diye meselâ, neşriyat saflarında ardı arası kesilmeyen tehevvüıfere, diş gıcırtılarına, ve kalem oyunlarına rastlıyoruz.
Bunun sebebmi yine biz açıklayalım: Metot ve Kültür lokomolifi raydan çıktıktan sonra ister sağa ister sola devriksin bunun artık hiç bir ehemmiyeti yoktur.
işte bizim âlim ve fadıl muarızlarımız raydan çıkmış lokomotiflere benziyorlar. Onla nn kimi sağa, kimi sola devrilmiştir. Artık raydan çıkıp devrilmiş olanların sağına, soluna itibar ediC'emez! Onlar için akla karanın farkı kalmamıştır. Bu hadise. Metodun ve Kültürün hakikat yolundan sapması ve artık işe yaramaz hale gelmesi hadisesidir. Gerçi köy görünmüştür, fakat onların yine kılavuza ihtiyaçları vardır ve biz onlar için bu vazifeyi de yapmağa hazırız. Yeter ki, yarı yolda cayıb tekrar mugalâtaya sapmasınlar!
BİRBİRİMİZ...
Kırabilir belki bukadar sevmezdik birbirimizi
Uzaktan seyredemezsek ruhunu biribirimizi.ı
Kimbilir, ftCek ayırmasa idi bizi biribirimizden.
Belki bu kadar olmazdık birebirimizin.
KANARYAM
Aramızda sadece bir derece farkı
var,
İşte böyle kanaryam,
Sen kanatlan olan, düşiinemeyen kuşsun.
Ben tileri olan, düşünebilen adam..
NURETTİN EŞFAK
EMEK
Geniş gövdeleri, sert hareketleri, Alınlarmct faydalı zaferlerin rüys^üe, Nefes nefese işçi kafileleri,
Hafızamda hailevi ve gerçek Kahramanlık tabloları çizerek.
Dikilip karşısına ajırlarut
Koşuyor ileri..
Yiğit dölleri kumral ülkelerin,
Cilalı, ağır arabaların, kişneyen atların sürücüleri, Severim sizleri..
Ve sizi, kızıl oduncuları burcu burcu kokan ormanların
Ve seni, çamurlu, çarpık yollarıyla yalnız tar laları seven,
Ve canlarsın, ışıklansın diye, cömert elleriyle.
Tohumu güneşe serpen
Beyaz köylerin aşınmış çehreli ihtiyar çiftçisi..
Ve sizi,
Gece yıldızlar uyanır, yelkenler atlas rüzgariyle şişer,
Cilalı halatlar gıcırdar, serenler inlerken, Dudaklarında bir türkü, denize açılan bahriyeliler..
Ve sizleri,
Kutupların sınırlarına kadar, kudurmuş dalgaları gemleyen,
Güneşin altında boyuna gidip gelen gemileri
Yaldızlı rıhtımlarda boyuna boşaltıp yükleyen
Zorlu taşıt işçileri..
Ve sizleri.
Kardan kumsallarda, buzdan ovalarda, Kıvranıp mengenesinde soğuğun Bembeyaz diyarlarda,
Haya(i madenler arayanlar
Ve sizleri,
Dişleririiz arasında lamba.
Titreyen kömürün, görülmeyen emekleriniz karşısında,
— 2
Büyük Demokratlar
llt M î N
946 senesi Nisan aynım 21 inci günü, Vladimir İliç Uiianof Lenin in doğumunun 76 met yıl .dönümü idi. Tarihde bazı büyük adannlar doğuşiarj]e if.sanbğı mr .’.J kdmışlardır. Lenin bu büyük adamlardan biridir.
Leutin mektepde iken daima sınıfınım birincisi olmuş ve bilaistisna her dersten tam r.umara athnıştır. Bir muharrir onun mektepdeki halini şöyle anlatır.
«Açık bir alını, dikkatli gözleri, mü tevabi bir hali vardı. Dürüst harekelileri, üstünün başman temizliği, saçlarının daima taranmış bulunması ve elmacık kemiklerinin. çıkıklığı ve gözlerinin mailiği ile arkadaşlarının kalbinde sıcak bir sevgi yaratmıştı.
Kazan üniversitesini bitirdikten sonra, Maarif müfettişi, Simibirsk vilâyeti köy mektepleri Umum Müdürü oldu. Bu müddet içeride balkı tenvir etmek için canla başla çalıştı ve yaşadığı müddetçe de bu vazifesinde en ufak bir ihmâl göstermedi.
«Tarihin büyük vak’alarının sırrınım ne olduğunu anlayabilmek için onların üzerinde tesir edip seyirlerim değiştirebilenlerin hayatını bilmek faydalıda*.
Halûkların ve milletlerin ve bu arada Türk milletinin kurtuluş ve istiklâl savaşı nı destekleyen tek dost devlet adamı Lenin dir.
Lenin in büyüklüğünün mühim bir cebhe-si de nazariye ile aksyona aynı derecede kıymet vermesi ve her iki sahada da dünyada bil' otorite olmuş olmasıdır. Onu.ı riazarında teoriğiz aksiyon ve aksiyonsuz teorinin kıymeti .daima yarımdı ve her ikisi de aynı derecede kavramamış ilim ve aksiyon adamları yarım adamlardı ve bu mutf’ak olarak böyle idi.
Mübalağasız söylenebilir ki Lenin
Teslim o|duğu dar maden damarına kadar Süreklenen yer altı işçileri..
Severim seni de.
Dev ocakların, alev kusan örslerin etrafında,
Belfi şimdi dimdik, şimdi iki kat,
Demiri ve tuncu döven, Mürekkepten ve altından çehresiyle Sisi ve gölgeyi delen, ırgat!
Korkunç, aç ve tantanalı şehirlerde, Sırjf, sıra, asırlardan asırlara,
Ve git gide daha heybetle uzanan:, Ölmez eserleri kunnak içir yaratılan Adsız ma’den emekçileri..
Duyuyorum sizi içimde
Ve çarpıyor yürekleriniz,
Bütün hıncı, bütün acılariyle, yüreğimde..
dünya mütefekkirleri arasında dünya demokrasilerinin ve onun müesseselerinin na-zariyecisidir.. Lenisı sosyalist kurıtfuşa taraftardı. Hayatında iken sosyalizm ve demokrasinin birikintiden ayrılamıyacağı po-lit&asuh takip ediyor ve «sona erdirici demokrat sosyalist olmalıdır» diyordu.
Lenin tarihte bütün demokrasi şekü -lerirri ayrı ayn fikir Iaboratuvarında teşrih etti, onların’ kötü ve eyi taraflarml göster-,di.
O, «kamı tok ile karnı aç, zenginle fakir, sömürenle sömürüleri' arasında demokrasinin olamıyacağmi ve bir cemiyette matbaalar, kâğıtlar zenginlerin elinde ise ve geniş hafk tabakaları bu ve buna benzer bir takım maddî imkânlardan1 mahrum e-dilmlşlerse orada demokrasinin vücudu, yalan ve boş bir sözden ibarettir. Hak e-ri t fiğinin takınmasından onun gerçekleştirilmesine geçilmelidir.
Demokrasiyi ilân etmek yetmez. Onu halkın, alt yapılarında, halkın irisiyaklarKe kurmak lâzımdır ve bu bakımdan parlamenteri demokrasi insanlığın sosyal gelişi-miıkie ancak ileri bir adımdır» diye yazı yordu. ,
Lenin teorisini yaptığı . demokrasiyi Sovyetler devletini kurarak pratikde tatbik etti.
Lenfinin kitaplarımda demokrasiye a-yırdığı bahislerde şur.ları okuyoruz. «Demokrasi bütün halkuıi deıüeti idare etmesidir. Sovyet Demokrasisi bütün haklara ayrılmak ve müstakil devlet teşkil etmek, hakkını vermiştir. Bütün halkları ezen halknr. kendisi de müstakil olamaz.»
«Yaln'ız halka yaran ve ona inan. Canlı hatk kaynağınsa yaratıcılığımdan ilham alan yenecektir.»
Fehmi YAZICI
Sahralarda, denizlerde, kalbinde dağların, Bu ne zorlu, ne çetin, rie inatçı emek!.. Milyonlar^ işçi eli.
Erkek gayretleriyle
Zincirleri her her diyarda perçinleyerek. Ağzı baştan başa kucaklayıp
Birleştiriyor kilometreleri..
Bu atejji, bu usta, bu yorulmaz eller,
— Herşeye rağmen — baş eğen
kainata, insan gücünün ve kaynaşmasının damgasını vurmak için, Ve dağları, sahraları, denizleri, Brtrrrbaşka bir emel, taptaze bir iradeyle Yeni baştan kurmak için, Kenetlendi birbirine aşıp
kilometreleri.
E. VERHAEREN Çeviren : Cemil Meriç
V
öl ellö k®nll uy® m @ K t u p :
I *dir.
Milli Hâkimiyet Bayramımız
Yazan: ADİLOÛLU
«Hakimiyet bilâ kaydışart mi.'.etin-
»
W
Kemâl ATATÜRK
Sayın Bay Peyami Safa:
Su son günlerde de bir Kızıl çocuğa «Libâsı Müsavat» nasıl giyilir, öğretmeğe tenezzül buyurmuşsunuz! Ve işte böyle ( giyinilir diye kıp kızıi karşısına çıkmış, üs- ı tatlığınıza parmak ıtuimişsinizI Bana ka -/ Çünjcü ı «Hırkai Şerif» gibi «Libası müsavat »da öy , le çarşı pazar malı değildir ki, siz onu ko- ı layca tedarik edip giyelbilesiniz.. Herhalde ı (O. ya sahte, ya taklitti. 11
| I :■
s Şehir şehir köy köy dolaşmaksın
( I; •' M* lığın baştacı bir marş biliyorsun ( Gidenler onunla gittiler / Dudaklarında alevden ıslıklan i En ilerde öldüler. 7 Kan konuşmalıdır / Ve sen varoşlara da külolmuş ı Konuşmalısın. » Kristof Kolomb’un yelkenlerini
» Sen çektin kürekli . ™ __
» Köpüklü -kyanusların.la,
( - ç Bahil
Bilirim, kaleminiz Ceyran cağlarındaki keçiler kadar aksi ve huysuzdur. Sizde Kenan diyarının hovarda çobanı gibi gü vercinı bakışlı yaylia kızlarına kaval çalıp Masal söylemekle ömür tüketiyorsunuz. Birbirinize ne kadar beri|Zİyo*rsu.nuz, O, bir tırsa, L-u haberce bir yanlışlık var. Oışiliın kızının kızıl saçları içim koskoca bir keçi sürüsü bağışlladi, siz de, bir «Kızıl Çocuk» uğruna hazineler değerinde hakikatler feda efdiyorsunuz. Arzı banımdan elhak, daha üstün nız!
Kenan: ço • hovardası-
çok sever-
» Şairler, akşam Kızıllığını
İler, sizin gibi bir «şairi maderzat» zade, » nasılı olurda Mekike yeşili gibi renklere gö ■ İınül kaptırır! diyorlar ki, siz de bir zaman-»lar gelincik tarlalarında ilhamlar devşir -İmiş, çağdaşınız'delikanlılarla güzel Mayıs »günleri yaşamışsınız., yokta Kızıldan ) çevirip, yeşil e meyi edişiniz o büyük > nalhlarımza kefaret otsun diye midir!..
yüz gü-
Yıllardır, fikir pazarında hak ve kikat satışı ile geçiniyor muşsunuz. Kâr-ı-kisibiniz.de asla gözümüz yoktur.. Yine son günlerde, - O hiç sevmediğiniz Kavmi ya-hudün, rağmına olcak yeniller aevşirüb eskiler satıyorm-uşsunuz. Yani, sizin anlayacağınız faşizm eskilerini demokrasi bilâsı-
yeni meş- fdiyor. Anda da
! _
\ ie l-ıampa ediytcnmuşsun-uz. Bu »galeniz de size mübarek olsun.
asla gözümüz yoktur.
J pek
ha-
Siz olsa olsa Marksın, değil, Kautski'-nin beiki de Beınştayun taşıdığı «Libası müsavatı» giymişsinizdir.. Netekim görenler kumaşın boyası has değildi diyorlar..
Latife lâtif gerek, sayın Peyami Safa! Bizim bildiğimiz «Libası müsavat»! sınıflar giyeı. Fertler değil. Fertler her" renkte ve her kalitede kostüm taşımakta ■serbesttirler.
Biz, tabiatın çeşitli yaratış kudretini 'herkesleri iyi bilir ve ona itaat ederiz. Bir boyda, biı çırpda Standart fertle'rden müteşekkil cemiyet tasavvuıunun mesuliyetini -bunun naucidi ve propagandacısı olmıı-ıruz hesabile yine «izin yüklenmeniz ica'oe-
Sizi «Kostüm Demokr^tnla
de ahım şahım bulmamışlarmış.. Eski deri «Kırrstüm faşist siniz ile daha cakahl: görüntünmüşsünüz. Günahı biiib söyleyen lerin boynuna..
gör enler,
> Ben ki modadan anlamaz biriyim ve
/ mevsimlere kılık uydurmasını hiç de bece-
> remem. Halbuki siz bu işte pek üstat mış- k Ve gayrisi. Say n Peyami Safa. «Kılsınız, nasıl oluyor da bu yeni kiliğınızla Çocuğa tr.enku'b dakiler gibi Lafû gii-» lüzumu kadar cakalı görünemediniz ve aafcfır.
Jelaleme burun kıvırttınız! Doğrusu bunı
> pek üzüldüm, şüphesiz sizin, ve hayranla
/ rınızın hesabına..
ı
Anadbluda ilk Millî hükümetin tenıe-i 26 yıl evvel 23 Nisan günü atdlmış ve bu suretle Büyük Millet meclisi kurulmuştur.

Bizce bugünün Türk Milleti için ifade ettiği mâna Atatürkün yukarıya sCdığumz «Hakimiyet bilâ kayduşart Milletindir > söyleriyle değerlencjlrilmiştir. Mildi Hâkimiyet bayramı Türk Milletine kutlu olsun.
EMEKÇİ
GÜN
Kâmuran Kadri BOZKIR
şehirlerin
sen şişirdin, erini Albatros’un Köpüklü ~kyanusların.|a,
O miyop gözlerle bakılan Ehram senin eserin lıplak sırtlarında kırbaç izleri — Babil’leri, Akropol’leri sen kurdun.
/ Kervı,.vsaıaylar, Şatolar, Katedraller / Ağırnas’Jı Sinan ım, Süleymaniyem!
> 102 katlı selâmı Güneşe Nevyork’un ) Ve kemer kemer sütun sütun ihtişam İ* serden.
Seslin kanınla yıkandı köprüler sabaha karşı
J Sel
Bizim müsavatçılığımız, insanını insan tarafından istismarı usulünün yok edilmesi. İçtimaî «nyfcr çrasındaki. iktisadi iktidar farklarının kaldırılması; bütün fertlerin kendi zeka ve kabiliyetlerini serbestçe geliştiren imkânlarına ermesi ve nihayet herkesin muktedir olduğu kadarını cemiyete C Şehirler kavganda atıldı ihtiyacı kadarını cemiyetden alıb verme \ — e!a,:le kurulacak — ^hakkına, sahip kılması demektir. ( Bu yol senin yolun arslacnm!
\ — Varılacak! — Napolyon’u Moskova’ya götüren de sensin
Adiâığlu
Vaterlo’ya getiren de
Şu meydan harplerinin yadigârı - aç insan -
Komik Hikâyeler Seri: No: I
PARTİ KURMAK...
PARTİ VURMAK...
Yazan : Aziz NESİN
Yakında Çıkıyor...
J Şendendir.
• O büyük ihtilâfı sen yaptın!
l'1 ilerde taşımak bayrağı zor şeydir.
Ect önde ölmek mükemmel!
İnsanlığın hastacı bir marş biliyorsun... Ölenier güvenerek öldüler!
Paydrs borusu çalındı korkulara
Ve en korkunç silâhlara doğru yüründü Kazandılar zaferi.
Hakkın var Halk’ıın benim!
Durm »k yok, İleri!
— 3 —
Demagoji
buna
Peyami Sefa Büyükcioğu dergisinin 19,23 ve 24 üncü sayılarında «Kızıl Çocuğa» üç mektup yazdı. Bu şaka uzun sür • meğe başladı. A,ncak Peyami tanıiunış bir yazıcı okluğundan ve bu makaleleri, Marxiz me bir hücum olmayıp bir tahrılten ibaret bulunduğundan, hem yapabilecekleri tesir bakımınıdan, hem de İlmî dürüstlük bakı -mından fcptan bir cevap vermek gerekiyor.
Peyami Sefa «Kızıl Çocuk» kelimesinden Marx tarat taklarını kasttettiğini makalesinin daha ilk satırlarında söyledikten sonra bu teoriye hücuma başlıyor: I) Bu teoriye bir çok tenkitler yapılmış; 2) «Marx'm içinde doğduğu Hegel düşüncesinin metafizik bünyesinden onun aksülâ-mellerinden ve her ikisini de çok aşmış olan» bugünkü ilimden bahsediyor;.
Hep hücum edilen ve daima daha kuv • vetli, daha zinlde çıkan Marx teorisi tatbi-katle tahminlerinin hep doğru çıkmasıyla doğruluğunu ispat etmiştir.
Dialektiği, yani metıcdu Hegeld’en a-lan Marx, kendi tabiriyle onu tersine çevirmiş, idealizmden, metafizikten ayırmış ve ta Yunanlılardan gelen bu düşünrüş tarzını materializme tatibik etmiştir. Şimdi ise Sovyetler Birliği hariç tutulsa bile Frar>-sada ve hele en büyük Amerikan üniversitelerinde bu teoriler ilmin en son merhalesi sayılmaktadır.
Bunları suiniyeti ve sahte alimliği açığa çıkartmak için, Peyaminin nekadar sudan konuştuğunu göstermek için belirtiyorum; gelelim «üstadın» Manrizmi tahlil ve tenkidine:
Manc’ist ne istiyormuş!..
I ) «İçtimai adalet» bunu Peyami de istiyormuş.
2) «İnsanin insanı sömürmemesi, imtiyazlı burjua sınıfının, emrinde çalıştırdığı yığının alın terin; gözyaşına çeviren alçakça istismar sisteminin yıkılmasını istiyorsun» bunu Peyami de istiyormuş.
3- «Siyasi hürriyetten evvel iktisadi müsavat.» Bunu Peyami de istiyormuş.
Böyfece ekseri solculardan daha «Kızıl» görünmektedir.
Yani (okuduğumuza inanmak icap etse üstadın «yüz senedir iflâs etmiş» Marxiz min. has 'bir müridi 'olcfuğunu zannedeceğiz. Fakat derhal hücum başlıyor, bakın Peyami Marx'tan bir tek noktada ayrılı ■ yormuş, aralarında bir düşünüş farkı var -mış, Manc’ı batırıp Peyamiyi göklere çıkartan, da her had'e odur:
Peyami de iktisadi müsavat işitiyor, «fakat nasıl müsavat? Evvelâ bunu konuşalım. Sen istiyorsun ki. istihsalin neticesi olan kazanç, ona emeği geçenlerin hepsi arasında müsavi paylaşılsın; kâr ücretten
Raslh Nuri İleri
fazla olmasın. Daha doğrusu ne kâr, ne ücret; çalışmanın bütün çalışanlara verebileceği refah seviyeleri müsavi olsun.»
Görüyoruz ki. Peyami Marxizmin kusuru (olarak Marxizm olmayıp çloktan iflâs etmiş «müsaviciük» prensibini gösteriyor, bu prensibi üç makalede yıkmağa uğraşıyor. ve böylelikle Manrizmi yıktığını haykırıyor.
Diyor ki, böylece müsavat olmaz, ten beller ihya olur, aoâlet olmaz ve hele kimse çalışmak istemez.
Peyami diyor ki: «Kapitalist nizamda da liyakatlar arasındaki müsavatsızlık çok defa .liyakatler aleyhinde kurulmuş haksız bir nisbet vardır... Burada berabersiz.»
Fakat «ahır süpüren uşakla büyük tabiat kuvveti keşfeden (?) âlimi aynı refah (»eviyesi içinde buluşturarak, kapitalist nizamın haksız müsavatsızlığı kadar haksız bir müsavat tesir edecektir.» ■
Bakal ım Peyami Sefa ne istiyor:
« Liyakat derecesini 8 iarzettiği -jıiz adamın refah seviyesini 8. liyakat derecesini 3 farzettiğimiz adamın refah seviyesini 3 derecede tesbit eden bir müsavat.' :Ve bu sistemi lıaklı alarak müdafaa ediyor.
İşin püf noktasına geldik, üstadın kullandığı çok eski bir taktiktir: karşındakme söylediğinin aksini isnat edip onu batır-jmak.
Bakalım Marx ve Engek bu meselede ne düşünüyor:
«Proletarya mütalibatınm esası sirpf -lan kaldırmaktır. Bu gayeyi aşan her eşitlik isteği bizi doğrudan doğruya saçmalıklara sevkeder.» Anti - Diihring.
«Sosyalizmin ana prensibi herkesin kabiliyetine göre çalışması, ve çalıştığı kadar cemiyetten faydalanmasıdır.»
Bu prensip hatta Sovyetler Birliğinde ana yasaya geçmiştir ve orada Peyaminin istediği ve beğendiği gibi bir sistem hüküm
(Sürüyor. }
İkinci yazısında Peyami «Kızıl Çocuk / jcevap veremedi aliye fena: $ak senin ye-
rinde olsaydım müsaviciliği nasıl müdafaa pderdim, diyor. , I
Peyamiye göre Marxist: Asırlardan-•beri «seleksyfon» prensibine göre Ijyakat burjuaflarda toplanjdı, bndhn siz liya.katı müdafaa ediyorsunuz» demeli imiş. Yani zayıf ve kötü olarak Peyami Engelsin. yukarıdaki fikrini kullanıyor, fakat ( yinq esi ;mühim tarafını, müsaviciliğin saçmalığını gizliyor. J
Üçüncü mektupta ise «ben sana Iiya-
derler
katın buırjualarçla toplanmasının sebebini sorarım creyıp. yine mevhum «Kızıl Çocuğu» konuşturuyor ve ona şu cevabı veri -yor: Ketan. liyakati doğuruT; liyakat refahı, bunun içinden çıkılmaz, iktisadi şartlaı saae oır seoep aeğıl aynı zamanca da bir nence olabiliyor ve «artık iktisattı şartları aşan, ua_ıa deniri sebeplere bağlanmak. çür.k.ü seoepleruı de sebebi vardır.», lOn-aaıı sonra taşistiejrin meşhur, «her uzuv lâzımdır, burjua da, halkda» tezi üzerinde incelemeler yapıyor.
Yine burada uniuduyor ki tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan tarzında sahte meseleleri dialektik macdecilikle, sebep ve netice arasındaki bağı, mütekabil tesirleri belirtmekle yine Marx ve Engels yıkmış onların foyasını meydana çıkarmıştır. (,
Bakalım Peyami daha ne diyor: «Nerede tekâmül varsa orada müsa vat yoktur ve mutlaka müsavata dkğru gidiş, geriye doğru gidiş demektir.»
^imbi de Peyaminin foyası(tam mâna sıyia ortaya çıkmıştır. isimlerine nasyonal -Sosyalist diyen faşistleri taklitle Peyami Sosyalist görünüyor ve tekâmülle müsava tın gayri kabili telif olduğupıu üstadı nazı filozofu Rozertberg gibi iddia ediyor. Halbuki bütün tarih sınıflaT arasındaki müsavatsızlığın, her nevi tekâmülü frenlediğini, krizler harpler doğurduğunu bize göstermektedir. ı
Hülâsa edelim:
1) Peyamiye göre Maıxistlerle tek ihtilâftı r(;lktası müsavicilik meselesi. Male-sef Peyami ile Marx(bu meselede aynı fikirde yani ekonomik ve sosyal cihetten Peyami tam bir Marxisttir. (I).
2) Sebeple netice arasında ( karşılıklı münasebetten bahseden Peyami bilmiyor ki Marx ve Engels bunu görmüş ve hatta ana prensip olarak almışlardır:
Peyami bu meselede de insiyaki olarak birşeyler sezmiştir,
Rozertberg , vari, müsavatla tekâ-tezat teşkil ettiği iddiası ise ancak
cahillikle tafsif edilebilir.
Peyami Sefa samimi ise kendisini kızıl komünist ilân etmelidir, yoksa fikirleri bir demagoziden, bir maskeden ibarettir.
Rasih Nuri İLERİ
3)
mülün
Müessisi :
Esat Adil Müsteeaphöğlu
İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü HAŞAN TANRIKUT
Muhabere adresi P. K. 519 İstanbul Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş,
Basıldığı yer: S ta d Matbaası
I
İnkılâpçı partilerin tarihteki sosyal vazifeleri
Disipline dair yazdığımız yazıda (Gün sayı I I ) halkçı demokrasinin gelişmesinde paTti saflarında merkeziyetçi bir Demokrasinin olmasının gerektiğini ilen sürmüştük. Halbuki, sınıflı bir cemiyetin inkişaf ve gelişmesini ve orada halkçı b'r Demokrasinin yerleşmesini | ancak Maksi -malist bir ademi merkeziyetçilikte olalbile ceğini sosyolojice malûmdur.
İlk bakışta jhafkcı Demokrasinin oluşu sınıflı cemiyette ad'emi merkeziyetçilikte, buna mukabil parti saflarında ise merkeziyetçilikte oluşu ıbir tezat gibi görünmektedir. Diğer bir tabirle sınıflı cemiyetin inki-;afile. sınıflı cemiyette partinin inkişafı birbirinden farklı mâna arzetmektedir.
bu ayrılık hiç bir zaman sınıflı cemiyetin inkişafı ile sınıflı cemiyette partinin inkişafı muhtelif İçtimaî kanunlara tabi oluşun -dan ileri gelmez; bilâkis sınıflı cemiyetin inkişafı ile, sınıflı cemiyette partinin inkişafı ayni Sosyal kanuna tabi oluş hakikatini bulup ortaya k/cyan Diyalektik metodu olmuştur. Fakat, ayni karışımın birinde mer keziyetciliği diğerinde ademi merkeziyetçi liği icap ettiri.şi Diyalektik sentezin unsurlarındaki farklılıktan yelmektedir. Bu nok tayı tebarüz ettirebilmek için her 'şeyden evvel partinin ve cemiyetin mahiyetini bil ■ memiz lâzımdır. Parti hdckındaki düşüncelerimizi (Gün sayı 9) da, bildirmiştik.
Parti, bir sınıfın iktidar için mücadelesinde kurduğu en son teşkilâttır. Bu bakıma göre parti muayyen ‘bir kültür seviyesine ve muayyen tezatların muayyen bir .merhaleye ulaşmasında kendini gösterir: bu parti Diyalektiğinin Determinizmidir. Eğer cemiyette inkişaf mekanik ve müstakim bir seyir takip etseydi bu taktirde partinin en son teşekkül etmesi icap ederdi. Halbuki, parti ile cemiyetini inkişafı Diyalekti bir manzara arzeder; karşılıklı bir tesir hali mevcuttur. Yani parti, inkılâpçı hayatın eseri olduğu gibi ayni zamanda da inkilâpcı hayatın müessiridir. Bu tarife göre cemiyet, paTtininı ıtemel kalıbıdır. (Sub3t ratum)
O halde partinin cemiyeti muayyen bir kalıba sokması, yani cemiyete müessir olabilmesi için şuurlu bir kitlenin dört esasta tam ve mutlak bir mutabakat halinde -bulunması lâzımdır. Bunlar da şunlar-■dır:
1 — İddoloji
2 — istrateji,
3 — Taktik. , m
4 — Organizasyon.
Parti ideolojisini Determine eden beş ilim şubesi vardır.
1 — Ekonomi Politik,
2 — Emperyalizm,
3 — Sosyalizm,
Behçet ATILfiAN
4 — Diyalektik Materyalizm,
5 — Dünya tarihi ve kendi Milli tarihi.
Bu beş ilim şubesi anlayışında tam bir mutabakat olamadığı taktirde şüphe yokki nazari esaslarda bir mutabakat olamaz. İdeoloji; İstrateji ve taktiği şartlandırdığına göfe ideoE'jik esaslarda vaki inhiraf İstrateji ve taktikte kaçınılmaz ayrılıklar doğurur. Bu sebeptendir ki, her parti, evvel? mensuplarına bu muayyen ideolojiyi tanıtmak ve benimsetmek zorundadır. Partide her ferdin şüphe yok ki bu beş ilim şubesinde tam bir bilgisi yoktur. Partinin rehber kadrosunu teşkil edenler bu bilgilere sahip olmaları ve bir iştirak halinde bulunmaları şarttır. Geniş kitlenin talim ve terbiyesini yapmak geniş kitleye muayyen bir yön vermek şuurlu bir azlığın tarihi (vazi -fesidir. İşte şuurlu bir azhğı geniş kitleye bir yön vermek ve geniş kitleyi kendi ide-
Acep nedendir ?
Bunsa Bayii: Gün satılmıyor, göndermeyiniz.
Buvsalı okuyucumuz: «Allaiı aşkına bu işle alâkadar olmanızı ve gazetemizin neden Bursaya’ gelmediğini tahkik etmenizi rica ederim...»
A'ntepli okuyucumuz: Buraya gönderdiğiniz mecmua paketlerini bayi açmıyor bile, olduğu gibi saklıyor. Derginizi bana gönderin. *
Gelibolu, İsparta, Kütahya. Ş. Kara-hisar; Turhal; Tire; Bergama v.s, v. s., yerler bize mecmuayı kendi ambalajımızla, yani açmadlan IcISduğu g’bi geri gönderi- I yorlar. Acaba. Ibeş(on kuruş kazanmak istemeleri tâbi" Iclan bayileri paketleri açıp mecmuamızın satışını yapmaktan men e den kasit ve korku nedir Bunu artık bilmeyen 'kalmadı.
İki bayi de tazyik altında oldukları cihetle mecmuamızı el altından sattıklarını -ve gönderdiğimiz miktar az geldiği halde bunu bize tahriren bildirmekten çekindiklerini iki yolcu £!e şifahen bildirdiler. Kanunî yollardan çıkan bir mecmuanın «il altından-- katılmasına ne buyurulur.
Okuyucularımıza; Gönderdiğiniz mektupların zarfların! yapıştırmakta dikkatli olmanızı rica ederiz. Çünkü mektuplarınızı ya turnamın yahut yarı açılmış bir şe- | kilde alıyoruz.
GÜN
1 olojisi ile yetiştirmek ancak parti saflarında bir merkeziyetçilikle olabilir.
Bu izahatımıza göre parti; bir sınıf ın en şuurlu en bilgili en faal tve şahsan en fazla fedakârlık yapabilecek olan elemanlarının teşkil ettiği bİT topluluktur. Bu tarifimize göre partinin kuvveti, aza miktarında değil onun kitleyi harekete getirme kud-retindedir. Fransız inkılabını bir avuç ja-ktcbenci, Sovyetler ihtilalini bir avuç Bolşevik partisi. Türkiye Millî kurtulluş çıkışını bir avuç Müdafaayı Hukukçular başarmıştır. Türk inkılâbında müdafai hukuk cemiyetinin talhriki kuvveti hakkında (yeni yol sayı 2) deki arkadaşımız Abidin Ne-simi’nin yazısını hatırlatırız.
Partinin bu tahriki kudreti yanımda i-kinci mühim hassası dia harekete gelmiş o-lan elemanları muayyen gaye etrafında vazifelendirmesidir. Partililerin bu vazifeyi yapabilmeleri için iki esaslı çalışma sistemi vardır:
1 — Örümcek sistemi,
2 — Arı sistemi.
1 — Örümcek sistemi, inkılâacılarm kenara çekilerek harekete gelecek elemanların muayyen parti ağına düşmesini bekle-
1 mesidir. tıpkı bir örümceğin şikârını avlamak için kenara saklanıp şikârının ağa düşmesini beklemesi gibi.
2 — Arı sistemi, inkılâpçıların örümcek sisteminin aksine olarak elemanların yanına gelmesini beklemek değil bilâkis kitlenin içersine dalmak ve elemanları o-,nun içersinden bulup çıkarmaktır. Tıpkı ,arı gibi her çiçekten alınabilecek balı alması gibi.
İnkılâpçı partiler daima arı sistemini tercih etmişlerdir. Fakat bu hiç bir zaman I (örümcek sisteminde olduğu gibi muayyen .bir ağ yapmamak mânasına gelmez. İnkılâpçı. daima hayatın içersine girerek - tıpkı •bir dâlgıcın efenize dalıp inci çıkarması gibi - inkılâpçı elemanları bulup çıkarır ve ,ayni zamanda yanma gelmiş elemanları da •hiç bir zaman küçümsemez.
Parti saflarımda merkeziyetçi Demokrasi esas olduğu gibi tek merkez esastır; ■muvazi merkez hali, hakim sınıfın terör •devresinde tatbik edilmesi caiz olan bir -durumdür. İktidarı henüz almamış partiler ■de muayyen hedefi elde etmek ve bilhassa iştikal devrelerinde froıılar yapmak bir ■zarurettir fakat bunu inkılâpçı parti saflarında hiç bir zaman hizip kurmaya müsaade etme mânasına almamalıdır.
Parller tarihi rollerini başarmak için ancak bu yollardan geçmek zorundadırlar. ■ Bu hususta klâsik misal olarak Burjuva partilerinin esas aldıkları karbcnarı teşkilâtını zikredebiliriz.
İnkılâpçı parti iç organizasyonunu'da diğer bir yazıda inceleyeceğiz.
5
M I S U R 1
Bir geldi bir gitti. Hoş geldi, hoş gitti. Ama doğrusunu isterseniz pir geldi, pir gitti. Gazeteler birbirine girdi. Gazeteciler birbirine. İstanbul birbiirne. Kadınlar kocalarına. kocalan karılarına vc Missouri bize. biz Missouriye girdik çıktık. Arap saçına döndük.
Missouri gitti, hatırası gitmedi. Missou ri pastaları. Missouri cıgaraları, Missouri nj/dalan çıktı da çıktı. Şimdi Missouri ları, gazinoları açılacakmış.
Futundan ekmek alıyordum. Ekmeğin biri uzunca, eğ.’i büğrü çıkmış tezgâhtar.
— Missouri Francalaları beyim dedi. Yedimizden yetmişimize kad'ar Misso-urist olduk.
Mutlaka bir şev almamız lâzım geldiğine göre Missourist olmamız elbette iyi bir şeydir.
Evvelâ şu kelimenin nasıl okunacağını öğrenemedik. Kimi Misuri kimi Mişvri. kimi Missuri. kimi de Mizuri d'odi. Sinamaya 1 nema denmesini teklif eden Nurullah Ataç belki Mikuri demiştir.
Doksanlık kadınlar bile yellim yelâli; Sellim Selâli eteklerini toplayıp.
— Ayol bir Müsii — gelmiş. göreFm drye sokaklara döküldüler.
Amerikanca ne de kolaymış.
— Ayol hu. diye kocalarını çağıran ( kadınlar.
— Hello Bay. demeğe başladı. (
Haminneler torunlarını
— Boy. Boy ı
Kam Tııyar diye çağırmağa başladı. Kurultayca konuşanlar bile, tün aydın, gün aydın'ı bırakıp Good Morring. Good Knigt demeğe başladılar.
Hoş geildini attık Vel kam'ı aldık. Bey'oğlunda bir kahpe tanırım ki, eliıı deki deftere Türkçe imlâ ile İngilizce yazıp öğrendiği İngilizce ile Tommylere lâf atıyor.
Amerikalıların üzerinde şirinlik muskası mı var. şeytan, tüyümü var nedir bilmem ne misafir perver olduğumuzu da gösterdik. Yine Tommylerin İstanbulda bulun duğu bir gece iki arkadaş şöyle konuşuyorlardı.
— Ben. artık eve gideyim.
— Gitme, evde misafirler var.
Ah canım Tommyler. nede şirin, nede güzel nede hoş çocuklar çok e.-pirtüel olu yorlar.
— Bir çadır, bir cımbız, bir can sıkıcı kitap, bir boş kibrit kutusu ve bir dürbününüz var.
Bunlarla bir 1 imsah avlayabilir misiniz?
— Ben T imsahı tüfekle bile avlaya-mam.
— Çadırı ajır. Nilin kenarında kurar-
park
I ı t
ım ,
i
i
Doktor onları pek bekletmeden kabul etti. Muayenehanesi pırıl pırıl âletlerle foluydu. Avni arlık alıştığı, fakat bir türlü sevmediği o acayip ilâç kokusunu gene duyunca hemen orada bıçak altına yatırmışlar gibi ttremeğv başladı. İçinden: . Gene düştük bu naleUerin eline.- diye söyleniyor. bu andan itibaren artrk hiç bir şeyin kendi elinde olmadığını, onlar ne derse* itiraz etmeden yapmağa mecbur kalacağını biliyordu.
Kendisini beyaz örtülü, yüksekçe bir sedir* yatırıp karnını iteleyen adv«ma baktı: bu kısa, kalın. yassı birisiydi. Her ân bir kalb duı masından ölü verecek mis hissini veren kırmızı, şişkin, iri delikli yüzü yağlı gibi parlıyordu. Dehşetli canı sıkılmış gibi bir hali vardı. Hastanın karnını, göğsünü. sırtını, ağzını, burnunu muayene ettikten ve Kayseride çekilen röntgen filmini gözden geçirdikten sonra:
«Sizi kliniğe kaldırıp müşahede altına alalım. ica,p ederse ameliyat ederiz. Bünyenizin böbrekle tas yapmak temayülü var. Sıkı rejim, kuvvetli ilâçlar lâzım,v dedi.
Değirmi sakallı Borlu Müsaade buyur!» diye doktoru ç;J:.;ek. A\nlnln (le duyabile-
ceği bir sesle, hastanın bu masarifi kaldıramıya-cağını, kendisini sıkıca bir muayeneden geçirip Al-manyu/lân gelen ilâçlarla derdine derman olmasını rica ettiğini söyledi. Avni söze karışıp. «Bilmem ulur mu ki? Bana Kayseride bu taşlur amellyat-şız düşmez dedİlerili.' diyecek oldu, fakat doktorun sert bir el hareketi onu susturdu:
«Düşmez ne demek? Tı&şın cinsine bağlı, ll&çin eriyen vas var. erimlyen vur. önce iyi bir tahlil yaptırıp bunu anlamalı, bünyenin hususiyetlerini her bakımdan incelemeli, tedaviyi buna güre tayin etmeli, Ope. jjllf müdahale en sonra düşünüle-cek şeydir, öyle her karnı ağrıyana ameliyat diyen doktorla ı a pek güvenme, Bugün tababetin e-sası kimyadır. Cerrahlık ya.vaş > uvas maziye karışacak.»
Bu İlmi mülâhazaları pek İyi kavrayamıynn ve doktorun yüzündeki can sıkıntısı Ifa.dcsinln artmakta olduğunu fark eden Avni: Siz nasrl münasip görürsen./ öyle yapalım, doktor.» diyerek razı oldu.
Bundan sonra yirmi xun kadar süren muayene ve tedavisinde Borlu, hemşerisl Avniyi hemen hiç yalnız bırakmadı. Elinden gelen her yardımı her kolaylığı gösterd' Ara sıra işlerinin yüzüstü kaldığtnda.n bahsetse bile. Avninin: «Siz artık zal-oret etmeyin, ben kendim gider gelirim.» yollu tekliflerini aslıı kabul etmiyor. onunla birlikte
sın» kapısını can sıkıcı kitabı açar sın. Çbütierini alır, kadıda uzak bir tepeye çıkarsın.
Timsah çadırca adam var dîye gelir sıkıcı kitabı görürce okumağa başlar, !nkıbr uyur. Sen dfe tottrrtfırgun tepe düıbiinün ters I
BÜYÜK H İ K Â Y
IB ’B
•bulunca pa^ar-bünyesinl iyice defa, gittikleri mütehassısları.
karaborsada röntgen filmi arıyor, lıiını kendisi ediverlyor, Avninin anlamak için her birine bir kac bakterlologktr. dahillyeciler. ırnlde
asabiyeciler, kalbciler, gözcüler, kulakçılarla o konuşuyor, çeşit çeşit yapılan kan ve idrar tahlilleri için çeşit çeşit laboıatuvarlara. girip çıkıyor, raporları okuyup, tecrübelerine dayanarak izah ediyor, nihayet doktor İrfanın reçetelerinde yazılı olup pl-
perişan, yatağına
nasıl oldu da ba-sakaiına nu kan-
bu sancılar böyle -geli:» çıksa medet ya melâikc İlâçların da bir faydasını kurban olduğum doktorurl
bırakır- f
!
/ kadar çc
> înley
rr dfe ’otm'cftrğun tepe - > tarafıla Timsaha ba- / karsın. Timsah küçücük gözükür. Hrrmcn / elindeki csmbızı uzatır Timsahı yakalar /
....— • t yirmi t J nu stul
» sa su ı ne hu- / Dünya ( ı
i
• 'V,n C NV1 ( yeni
köyüyle r- /
Tommyler « gönlümde (
yabadan kalkmış bulunan şifalı Alman ilâçlarının ol altından satıldığı yerleri o .meydana çıkarıyor ve biraz pahalı da olsa elde edilmesini sağlıyordu.
Bu gidip gelmeler üç hafta kadar sürdükten ve Avni Akbuiul, hemşerilerden tedarik ettim diye cebindeki parapm dört yüz liradan fazlasını doktor vizitelerine, tahlillere, fiiimlere ve ilâçlara > atırdıkvan sonra, bir gün Borlu hayır sahibi ortadan kayboldu. Otel kâtibine sorunca», '‘Nüfus kâğıdını aldı gitti:,, laştı. Bir on lirayı baş vurduğu doktor sıkıntısı ifadesiyle, bir kac ay sonra bir daha gelmesini söyledi.
Nasıl bir tuzağı düştüğünü yavaş yavaş an-Uyan Avni, büsbütün halsiz ve uzanıp düşüncelere daldı:
"ülen all&hın sersem kulu, s i relin başlandı? Borlunun kır dm, tatlı diline mİ?
Sen böyle dolaplara girecek adam miydin, gel gelelim şu kör olası hastalık insana göz açtırmıyor. /İman anetm-glttikçe karşıma arza il diylp eline sarılacağım, görmedik! İnsaniyetine bir kere yüzünün güldüğüne raslamadrm. Ne gi-’ dersin bilmediğin adama? Niğde doktorunun ver-j diğl mektubu nerelere tıktık acaba? Koskoca I profesörü bırakıp soyguncuların elinde kaz gibi ( jy olundun, Avni Akbulut, senin ettiğini parmak çocuklar etmez."
ye İnleye karyoladan inip bavulunu karıs-j tirdi, ikiye kalbınmış mektubu bulunca cebine yerleştirdi. Sonra iskemlenin kenarına ilişerek komodinin mermerinde parasını hesapladı: Oda klrusı-ı nı haftadan haftaya ödemiş, perhiz yemekleri pl-ı slrttlğ! şişman hizmetçiye masruflan günü günıi-, ne vermişti. Simdi yanında, yol parası içinde, yüz bey lirası vardı Böbreğinde İki tuşile, kolıı-Ilava sallaya N iğdeye dönmeli miydi, yoksa şu profesörü bir denemek daha mr akıl t kân İdi, Borlunun hastaneler için söylediklerini şimdi* şüphe İle karşılıyor. • Devletin hastanesinde adamı coluğn cocugn ‘doğratırlar «mı? Attı köpoğlu kopeki;, d'ye kendine cesaret veriyordu.
Hemen ertesi 'gün hastanenin yolunu tuttu. Elindeki mektubu Önce kapıcıya, sonra koridor-" garda tasladığı. doktor mudur, hademe mİ belli Olmıyan beyaz, gömlekli bir kac kişiye gösterdi, myet "Bevliye., kliniğinin önünde sıra bekll-yenlvrin urâama karıştı Etrafmda şehirli, köylü: Kftdm. erkek? yaşlı, genç bir cok İnsanlar; ellerinde birer kâğıtla başka servislerden gönderilmiş dar ve kısa pijamalı hastalar: koridorun bir başından öbüir başına apış apış gidip gelen deli-gönlümde c kanlılar vardı, öğleye kadar bir kenarda durdu.
Doktoru yalnız görüp mektubu vermek iplediği için ortalığın tenhalaşmasını beklemeyi muvafık bulmuştu. Kapının önündekilerl teker teker İçeriye bırakan hademeye bir kaç kere sokulup, doktorun yanı kalabalık mı? diye soracak oldu, fr*W
sorunca,,
jollu kısa bir cevapla karşı-daho, gözden çıkarıp tekrar İrfan, yüzünde o korkunç can İlâçlara devam etmesini ve
can
canı den
kibrit kufusuna korsun ve hep birden kahkahayı ÎJâsIt'ılar.
. —. Ne rahat, re asude, ne feru’h,
zur içinde insanlar. Ben ve bütün onlara gıpta ediyoruz. En’dişe: ferdadan u-zak gönülleri her 4em aşık olabilir, aşık o-labilecek bol zamanları, harcamakla bit-miyecek kadar ’boi paraları var. Kaşını oynatıp, gülüyor, gözünü kırpıp gülüyorlar ne kolay gülüyor ve ine kolay'.yaşıyorlar, ne kolay Timsahı kibrit kutusuna lar.
Yaşasın Missouri. yas^sm yabasın demeğe mecburum ve öyle istiyor, çünkü nasıl olsa yaşayacaklar ve nasıl olsa Timsahı kibrit kutusuna koyacaklar WeJlcome Missouri, Good boy / Missouri Atiz NESİN Ç

İP IE IH
,knl öteki cevap olarak: "Numara aldm mı?.. (11-'ylnce elindeki mektubu gösterdi. "Hususi konuşacağım!., dedi. Hademe Avnl Akbulut'un bütün ü-, midini baSladıüı mektuba bir göz bile atmadan onu eliyle kenara İtti:
"Bekle öyleyse, çıkarken yanına sokulabilirsen verirsin!,,
Orada durdukça bazı beyaz gömlekli asistan ve doktorların, sıraya İlilin bakmadan, hastalar-
,N :
:tin ÂLİ
dan tanıdıkları her hangi birini arkalarına takıp İçeri soktuklarım gören Avnl, açıkgözlük ederek bunlardan birinin peşine takıldı. içerde onbes, «yirmi kadar delikanlı İle iki kız vardı. İkisi d« «özlüklü ve kısa boylu olan kıüar, orta yerde bir hastayı muayene eden küçücük. >;ska, buruşuk tyüzlü, kır bıyıklı bir adamın etrafında dönüp ağzının içine bakıyorlar, delikanlılar kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Profesör olduğu 'anlaşılan ortadaki sıska adam, camları parladığı İçin gözlerini göstermlyen kocaman gözlüklerini bu gençlere dikerek:
"Bakınız hanımlar!., diyordu, "Zahmet olmazsa siz de bakınız efendiler!,, Bu hasta bayan, bir müddet evvel lohusalık şualarında,,, Nasıl efendim? Doğumdan önce mİ başlamıştı?,,, Evet efendim. şu halde hamlin sonlarına doğru, oldukça ağır bîr eklampsl, yani hra.vale geçirmiştir. Bu hastalığın böbreklerdeki komplikasyonlarını biliyorsunuz,, Yani böbrek ensüfizansı,, Yani ademi kifa^’esl,,, Evet efendim,, Aşna aradan bu kadar aylar geçtikten sorra,, Nasıl efendim? Cc hafta nu? Evet, üç hafta geçtikten sonra bu seklide eğü bir üremi halinde tezahürü tıp literatüründe pek ender görülür. Inzarı ekseriyetle vahimdir. Nasıl efendim? Zevcenisiniz efendim? Merak etmeyiniz. gececek efendim. Hastayı kaldırsınlar."
îkl hademe, yukardaki nisaiye koğuşumlan sedye ile indirdikleri hasta kadını tekrar alıp götürdüler. Kocası asistanlara ve talebeye sokularak, «Inzarı vahim* tabirinin ne demek olduğunu öğrenmeye çalışıyor, fakat hepsinden kaçamaklr cevaplar alınca telâsı büsbütürt artıyordu. Nihayet profesöre başvurdu:
«ölecek mİ!»
öteki, gözlüklerinin arkasında kaybolan gözlerini karşısındakine dikerek y umuşak bir sesle-
«Biz doktorlar nıç bir hasi.tdan ümidi kesme yiz efendlm-ı, dedi.
Hasta kadının kocası, bu cevabın derinliğini kavramak istiyormuş gibi düşünceli ve şaşkın, dışarı çıktı.
Profesörün gözleri bu anda önünde belirive-ren Avnl Akbulut'a ilişince bfr şeye hayret ediyormuş gibi kaşları yukarı kalktı, alnı buruştu, o yumuşak fakat hor şeyden uzak sesiyle şortlu:
«Sizin neyiniz var efendim?»
Avnl bir şey söylemeden Niğde hükümet dok-1 torunun mektubunu uzattı. Profesör. hen kaşları M kalkık ve alnı kırışık, zarfı v\çtı ve içindeki kâğıda şöyle bir göz gezdirdi. Altındaki imzayı hatırlamak İster gibi biraz düşündü. sonra başını •yolladı ve Avnl’ye dönerek:
«Peki, ne İstiyorsunuz.?» dedi.
Hasla hemen denlini anlatmıyu başladı. Cebinden raporlar., tahlil neticelerini, kolluğunun altından, »ayısı onu geçen röntgen mimlerini çıkardı, İlk defa nasıl ameliyat olduğunu, sonra hastalığın nasıl yeniden teptiğini saydı döktü.
Bu sırada doktor muslukta ellerini yıkıyor, ispirto ile oğuşturuyor, beyaz l>lr havluya kuruluyordu. Onun kendisini pek can kulağıyla dinle -
| Haftanın Hicvi :
/ Zeytinyağı dalaveresini ne unutan var ? ne yutan! Hal olmuj gibi gösterilmesine
• rağmeoı o bglâ karaborsacılık yel'u ile - a-/ sâlet ve nezaket bile taslamağa başlamış 'olan - bir sonradan görmeler burjuvasının / yaradılrcasutda kullanılmış başlıca vasıta-{ lardan biridir.
/ Zeytinyağcılar içinde bir öylesi var ki,
• dostlar bizim, yemekleri yağsız yediğimiz / günlerde depolarında stok yediyüz bin { kilo zeytinyağı vardı.. Bizim çamurdan bir / ekmek aîabilmek için fırın önlerinde so-
• ğuktan titreşerek biribirimizi çiğnediğimiz » demlerde o bir altındağa binmiş zevkini ! getiriyordu.. Maaşlara onbeş lira zam yap-J mak için münakaşalar cereyan ettiği gün-Şİerde memleket mâliyesinin yüksek men-
i. Et
: ve kemik haline gedmiş olan bu ..alçaklık :a, Anadolu çocuklarının e-z meğinâen ve ekmeğinden keserek Vatan le-inin görülmesi için verdikleri parayı
- babasının malıymış gibi kumandı, s"mür-
( dü, bundan yorulunca da "bahı hükümet-J ten—bir Namık Kemâl gibi—izzet - ü -
unutul-f mak, mi&yonlarile başbaşa, üstüste, altalta »sessizce «mütevazı bir vatandaş» gibi öm-■se- • rimü itmam etmek gnyesi peşindedir! Şe-nil‘ ( refsizlik ve haysiyetsizliğin bu en korkunç f canavarı kendi kendini unutmuş olduğu l için halkm da her şeyi unutmuş olduğunu f sanıyor-. Halk iyiyi unutmadığı gibi kötü-
( yü de unutmaz! Sana gelince, sen tifüsün
• biti» inkılâp gençliğinin hafızası-da, daî-( ma; imha edilmesi itk ve en büy”k vazife
• olan «millî düşmen» olar?k yasavacaksın! ( Hafızada sessiz, hareketsi’, bir hatıra ola-« rak yaşamak tehlik di ohn»k şövle dursun ( rahatça bir iştir. A™a berhrtde bilirsin ki, «biz hayaller ve fikî-Ie-le değil aksyonlarla (yaşayan nisanlarız. Seni hafızamıza, bütün «çirkefliğinle nakşetmiş cüm’mızm sebebi
halkın çiğnemiş olduğun haklarım kurta -« racağımız günlerde çirkefliğin ak’yonlan-j miza amansız bir muharrik olum dîyedir! İ Hartı senelerin™ korkunç sefjfet giinle-« rmde senin habis vüzun memlek"ti-( ufkun-İ cfa sıntıo milletin sefaleti—- gül-r; çalın-) mis milvonlartnm dağ manzara? balkm u-«kmtıÇarile yanetr ve albnlan"— sesi fer-J yatlarımızı duyulmaz kılmak isterdit Seni \ unutursak bîri de halk ve namusumuz ) unutsun.
I I
lüklerinin İçine bakarak: >
(Devamı 11 incide) f
«netliğini farkeden Avnl şimdi asistanlara, talebelere dönmüş, hikâyesine devam ediyordu. Sözünü tamamladığı zaman doktor da gömleğin! çıkarmış, beyaz sadakor ceketini giymişti. Baş asistana dönerek sordu:
«Neymiş?.» ,
öteki blı* kaç doktorca kelime mırıldandı ve filimlerden birini uzattı. Profesör az önce yıkadığı ellerini kirletmemek için filme dokunmadı, ■asistanına tutturarak gözlerini büzdü ve dikkatle baktı. Sonra Avnl’ye döndü:
-Böbreğinizde taş var.»
v.Biliyorum efendim..-«Aldırmanız lâzım, p «Başüstünc efendim.» «Ama hemen ameliyat olmalısınız. Her geçen gün . sizin için tehlikelidir.»
«Hemen olsun efendim. Emredin bu günden
yatayım.»
Profesör karşısındakinin ne demek istediğini ilk anda anlıyamamış gibi başını arkaya atarak bir on düşündü, sonra baş asistana dönerek: Bizim serviste boş yatağımız .var mı?» diye sordu.
«Hiç yok efendim.»
Avnl atıldı:
«Bir kaç gün beklerim, belki o zamana kadar
boşalır.»
Asistan cevap verdi:
«Zannetmiyorum, yakında çıkacak hastamız yok. Sonra bir çok da sıra bekleyen var./
Profesör kapıya doğru yürüyerek ilâve etti:
«Si? bilirsiniz, fakat hastalığınızın beklemeğe tahammülü .yok. Hemen bir ho.staneye yatıp taşları aldırmaksınız.»
Bunları söylerken kapıdan çıkmıştı. Avni’nln cevabını beklemeden koridorda hızla yürüdü gitti. Talebelerle asistanlar da arkasından odayı boşalttılar. Avnl elinde raporları, filimler! He or-tu yerde kalıverdi. Bu sırada İçeri gelip ortalısı/ikbal ile çekildi. Şimdi silinmek, düzeltmeğe koyulan o kapıdaki hademe, onun hâ- ■ lâ odada dikildiğini görünce:
«Ne bekliyorsunuz?» diye hordu. Avnl dertleşecek kafa dengi birini bulmuş gibi] ona Kayse-ri’den başlayarak böbreğinin hikâyesini anlatma ya kalkınca, hademe eliyle sözünü kesti:
«Doktor Osman beyin burada bunları dlnllyc-cek vakti yok. Görmedin mİ, işi başından aşkın. Burası fakir fıkara yeri: Sen efendi ikdamsın, git ■derdini muayenehanesinde anlat. Dirim yünlünün sahibidir, saat dörtten sonra ftep orada 'bulunur. Al istersen adresini vereyim.»
Gömleğinin cebinden çıkardığı ince bir kartı hastanın eline tutuşturdu, İşine koyuldu. Kafasının İçinde hep (> acayip, bütün iradesini elinden alan ilâç kokusu>lu hastaneden ayntan Avnl, ağır ağır yürüyerek, otelu geldi, p.arhiz yemeğini bile y iye m hyerek-sadece bir cay içti ve bir saat kadar dinlendikten sonra, hemen kapının önünde duran, tramvaylardan birine atlıyaruk Dirim Yurdunun yolunu tuttu.
f faatı icabı olarak" fikir beyan etmişti. ' ve kemik halin- hu ..alca
t irad asi» yıllara
£ meninden vp e
(İ?1
1 ha
Profesör Osman onu,haslanedcklnlnlanı •tersine, büyük bir alâka İle muayene etti, hattâ tatlı dflfnl Borlu o kadar övdüğü -halde suratı hep canı sıkılmış gibi duran doktor İrfanın aksine, doktor Osman sahiden tatlı dilil, güler yüzlü İdi. Bütün fiJJmleri, rapor* «iri teker teker gözden geçildi, bir çok söyler sorup soruşturdu, nihayet, aralarında tam bir itimat bağı kurulduğuna kanal getirince, ellerini Avni’nln omuzların.* dayayarak:;
"Bakkardeştir... dedi,
■’lyetinl iyice ahlattım, cahil bir insan I hayatını, aileni düşünmeye ıhecburKı,
ver. Tek çare ameliyattır. Taşı çıkarırız,* bir kav ay da sıkı perhiz t der, vereceğim ilâçları alırsın. Allahın izniyle bir şeyciğln kalmaz.,.
"Hastanede de söyledim ya doktor, emrin ne ise öyle ederim. /Beni hastaneye yatırıver.,,
"Fakülte hastanesine yatıramam; hem yer yok, hem de hastalığın öyle fevkalâdeden yatırılmanı lca bittirecek mahiyette bir şey değil. Basit bir böbrek taşı. Yer açılmasını beklemek ister do sıraya girersen a.vlar sürer, halbuki hastalığının buna tahammülü yok. Bak düşün, taşın. İstersen benim kliniğe yatırayım. ama senin İçin biraz masraflı qlur.„
Avnl doktorun gözlüklerinin içine bakarak.'
•‘sara hastalığının ma-
ıdeğılsln, kararını
Donan RUSFK'AY
DİKKAT :
Abone, mektup, azı ve her türlü muhaberat için adresimiz şudur:
Gün-Posta kutusu 519 - İstanbul
"GÜN» den memnunsanız ve yaşamasını isteyorsanız abone olunuz., muhitinize yayınız!
“Yarenlik,, ve
Rıfat İLGAZ
t
Rıfat İlgaz Yarenlik isimi ilk şiir kita bım. hakkında yazılmış tenkitleri de alarak, yeniden bastırdı. Bu tenkitlerden birini alıyoruz:
Şairin en dikkati çeken tarafı, Türk cemiyetindeki emekçi ve yarı çınekci sınıfın iktisadi ,içtimai ve maral cenheleriri bir kaç mısra içinde '.çizivermesindeki ustalıktır.
Aylak sınıf şairlerinin çizdiği İstanbul tablolarıyla, Rıfat İlgaz’ın İstanbul tablcCarı arasındaki tezatlar, günde ondört saat alınteri döken kol ve kafa işçisinin — ki 15 - 16 milyonu bulmaktadır — sofrası ile mirasyedi vurguncu sofrası arasındaki tezatlara benzer.
Niçin onlar ^realiteden ürküyor, hakikat ile sanatın imtizaç edemiyeceğini mi sanıyorlar? Bildiğim bir şey varsa o da her sanatkârın mensup olduğu sınıfın İktisadî ve İçtimaî şartlarının bir mahsulü oluşudur. Onlar, halkın ıztıraplariy&ı sakatlarını kirletmek (!) istemezler. Çünkü onların mensup olduğu ve propogandasını yaptıkları aylak sınıfın maddî ıztıracÇarı yoktur. Onlar bütün tarih 'boyvcca yaşanmış zümre saltanatlarının ve kus tüyü yataklarda kuş sütüyle beslenenler arasındaki muaşakaların hasretini çekmektedirler. Bütün kedeıCeri aradıklarını bulamamaktandır. Onım için hakikate gözlerini kaparlar, halka sırtlarını çevirirler. Yaldızlı hülyalılara dalar, lâcivert rüyalar görmeğe başlarlar.
Halbuki Rıfat İlgaz, cnaltı milyonun bu günkü durumundan, köprü altları ve Haliç kıyıları sefâlelCerinden, teneke suratlı kulübelerden, İstanbul kaldırımlarında param parç sürümen a£tt bin Türk çocuğundan, mekteplerdeki umumî zafiyete müptelâ onbin-Çerce gıdasız talebeden, karaborsadan, vurguncudan hülâsa, bu lıal kın içinde kıvrandığı hayat realitesinden haberdardır. Bütün bunlardan: haberdar olan bir sanatkâr, elbette bize Babil şarkıları söyliyemez. Ve Cem in şeririne cârlis sülâle devrindeki muğbeçe-lerle inasıl tanıştığımı, açlıktan gözleri kararmış insanlara dinletemez. işte Rıfat İlgaz, bu bakımdan okunmalı, beyhude zahmete girip onda sahtekâr bir Cirizm aramamalıdır. Şiirleri kuokuru kelimelerle tertiplenmiş, kupkuru rrusralardan ibarettir. Ne klâsik bir ahenk, ne bir melodi havası, hatta ne de bütün kitanta bir tek kafiye bulabilirsiniz. Fakat hu kupkuru mısraiarda sabahtan akşama kadar bir lokma ekmek narası peşinde koşup ta onu bulamı-yan bir insanını kupkuru gözlerinde rastlanan derin, korkunç ve anlatılmaz bir şeyler vardır, işte bu da bir sanattır ve belki henüz alışamadığımız sanat.. Musikiniz, vezinsiz, kafiyesiz yâni nazmın ve- hatta serbest nazmın b?e kendine göre mevcut şart ve kaide-leririden mahrum bir şekle bürünmüş acayip bir realizm. Fakat bu acayiplik bizi, okurken acı acı düşünmeğe, ağCamağa, ve hiç beklenmedik bir yerde kahkaha ile gülmeğe mecbur edecek kadar kuvvetli bir sanat rolü oynıyor.
Ben Rıfat İlgaz m naıjınılarıyla Ahmet Rasim’jn nesirleri arasmda tasvir, mevzu seçimi, hadiselerin detaylarına kadar iniş bakımından kuvvetli bir benzerlik görüyorum. Ahmet Rasim gibi İlgaz’ın da iyi bildiği bir çok şeyter var: Bu arada yeni tiirkçe, balkın örf ve adetleri, eskiye ve yeniye aşınâlık ve Jstanbulun semtleri... Belki bir mektep hocası olduğundandır, şair çocuğu iyi tanıyor ve çocukla meşgul olmaktan hoşlanıyor.
Bu memleketin o büyük ve asla hal edilmemiş alan çocuk meselesinin bir çok cephelerine şiirlerinde sarahatle rastladım. Mensup olduğu kültürün, sınıfını ve dâvânın pıopagandas.eıı yaparken sanatkârın dikkat etmesi gereken cihet şudur: İnanma — 8 —
kalitesini ve inanma tekniğini yükseltmek, geliştirmek. Şiir, her türlü heyecanlarımızın yalnız yazık şekilde ortaya konması demek değildir. Bu heyecanlan okuyana da ayni samimiyet ve şiddetle his ettirtmek ustalığıdır. Bunun bence hiçbir kaidesi yoktur. Kaideler muvaffak cCma vakıasının tahlilinden çıkar. Şu halde her sanatkârın kendine göre şahsi kaideleri var demektir. Klâsik veya modern kaidelerle iş yürütülemediği hallerde şahsi kaideler yaratmasını da beceremiyen adam sanatkâr cîamaz.
Rıfat İlgaz, şimdilik klâsik veya modern hiçbir nazım kaide sine bağlı değil gibi görünüyor. Nazmı, nesiri andırıyor ama, yazdığı da nesir değildir. Halbuki nazmı, nesri andırır şekilde yazmak modern kaideler arasındadır. Fakat oöyle bir kaidenin de Rıfat İlgaz'ın şiirlerinde tatbik edildiğini söyCemiye muktedir değilim. Onun, nazım tarzını şahsileştirmek üzere olduğunu, nek yakında altında imzasını görmeden, yazdıklarını tanıyabileceğimizi ümit ediyorum, işte o zaman şairden sanat kaidelerinden hiç olmazsa birime olsun bağlanmasını istememize artık lüzum kalmıyacaktır. Çünkü o zaman kenidi kaide ve tekniğini ortaya koymuş alacakta.

Esat Adil MÜSTECABLIOĞLU
Kahveler Gazeteler
Kimini vurguncu yantı 39 harbi, Kinz’r.i karaborsacı.
Lâf olur diye dost çayı içmeyenler, Mahkemelik oldu rüşvet yüzünden. Gaz fişi, ekmek karnesi derken Kimler karışmadı İd, piyasaya.
»Kimini sefil etti 39 harbi,
Kimini şair etti»
Beni de gazete tiryakisi
Dadandık kahvelere ajans yüzünden, Bir bardak ıhlamur bedeline
Yeni nizamda-, dem vuran makaleler
okuduk.

1 Düştük eli kalem tutupta
/ Eh salâh tutmayanların peşine,
i Cenk meydanlarını dolaştık
p Denizler geçtik, dağlar aştık,
ı Gün oldu kırıldı kanadımız
/ Kaldık çöllerde.
> Gün oldu, Urallardan vurup
/ Ulaşmak istedik Kızıl elma’ya.
> Yürüdük şehir şehir,
/ Bir de ne görelim,
> Arpa boyu yol gitmişiz!
/ Düşenin dostu mu olur,
J Zafer nerde, biz orda:
/ ■( Meserret »’te kurtardık Sivastoool’u
i »İkbal»de girdik Berlin’e
/ Atikaii kahvesinde pdtlad:
) Atom bombası.
/ Pes dediler bir ağustos akşamı
i Şehzadebaşı’nda Japcnlar,
/ Çektik zafer bayrağını kapıya!
i
i
i
$
i
Rıfat İLGAZ
Toprak kanununun köylerimizde uyandırdığ
Toprak kanununun Meclisten çıkışı memlekette ileri, geri bir hayli gürültlye yol açtı. O günlerde Metlisin içinde ve dışında geniş toprağı olan kimseleri” nasıı çırpınıp, çabaladıklarını, memleket -fe duyup öğrenmeyen kalır, amıştştr.
Hatta öyle ki yalnız or.yedinci mad denin müzakeresinde lehte ve aleyhte fsöy3enen sözler ve çatışmalar bir kaç gün sürüp giti. O zaman iki tarafı temsil edenlerden birinci gurup, bu kar.unu, memle-lekette asırlardır kökleşmiş derebeylik ni-ızarr.ırkn kir tasfiyesi olarak gösterip, onu ileri ve irkilancı bir hareket olarak kabul ediyor, karşı taraf fikirlerini buna göre .müdafap ediyorlardı.
İkinci bir grup «ki ekseriyetini büyük ara-zi sahipleri ve çiftlik sahipleri teşkil etmekte idi» tamamıie birincilerin aksı bir yol tutarak böyle kir kanunu «dünyanın kutsal saydıkları mülkiyet bağlarına bir teca-.vüz» diye vasıflandırarak, böyle bir şeyin pıemleketi anarşiye ve nizamsızlığa sürükleyeceğini iddia ettiler. Bunların arasında tamamile ayrı düşünen üçüncü bir grup da .birincilerle ba^rı noktalarda birleştikleri halde, toprakların küçük parçalara ve işletmelerden ayrılmasına muhalif bulunuyorlardı. Bunlar köylümüzün çalıştıkları toprakların saihibi ve efendisi olmasını istemekle beraket,küçük işletmelerin sanayi de olbuğu gibi büyük işletmeler karşısında tutunamıyacağırn ileri sürüyorlar böyle (bir şeyin asrımızın teknik ve ekonomik şa rtlarına uygun düşmeyen bir yol olduğunu açıklamağa çalışıyorlardı. Böyle düşünenlerin arasına bazı gazete ve dergiler de katıktı. Bu mesele üzerinde uzun uzadıya yazılar yazdılar. Bunların toptan yürüttüğü mütalaa aşağı yukarı şöyle hülâsa edilebilir: Onlar diyorlar ki, madem ki düıı-;ya büyük işletmelere ve toptan iş çıkarma esasına doğru gidiyor, bizim, dünyanın gidişine aykırı bir tedbir almamız, senelerce daha köylüyü kara sapanile karşı karşıya bırakır. Belki daha uzun yıllar köye teknik ziraat aletferi girmekten alakoya -rak senelerce köylüyü bir avuç toprağın üzerinde süründürmeğe mahkûm eder.
Beri, geri yürütülen bu mütalaaları memleketin sosyal ve ekonomik şartlarile onun toprak tabiyesi çerçevesi içerisinde incelersek gerçek mesele kendiliğinden ortaya çıknuş olur. Bunlardan da anlaşılıyor ki, memeket,bazı bölgeler hariç,henüz teknik ziraat vasıtalarına kavuşmamıştır.
Böyle olduğuna göre, mevcut sosyal dü zenic içerisinde topraksan birleştirerek top lu ziraat yapma cihetlerine de gidilemiye-ceğıne göre, toprak kanununun nüfusumuzun çoğunluğunu teşkil eden köylümüz i-
ı yankılar çın ileri ve kalkındırıcı bir dava olarak e-le amak lazım. l>ıger meseleler bunun pekinden çeker.
lürkiyenın n uhteif bölgelerinde yaptığım incelemeler, bu meselenin ne kadar ciddi ve sıkı tutulması gerektiğini yöste-fir. Toprağı verimli ve müsait bölgeleri bırak, bugün orta Anadolu gibi toprağı çorak ve kısır bölgelerde bile öyle Köyler ve .çiftlikler vaıdır ki, en geniş ve işe yarar yerleri samanda eşraf ve ocakza. elerin ederine geçmiş, ha,lk buralaıda bir zaman ker.nişinden gaspedilen topr(>k'(ar üzerinde ortakçı ve yeirımcı duruma inm ştir. Sırasile bu cihetleri bütün çıplaklığile Yurt ve dünya, Ant dergilerinde belirtmeğe çalıştım.
Bugünki yazımda da toprak kanununun kabulde, onvaı uygulanmağa geçilmesinde gecikmeler göstermesi, köy>ülerimız üze-ri-nde acaba nasıl bir tepki ve yankı ya ratı. ? Ondan bahsedeceğim.
Geçen scsıe toprak kanununun müzakc resi sılasında Ankaraya gelen bir köylümü yanıma takarak M er'.ise götürdüm. Bu adam babasının babas ndan beri ocak zadelere ait olan bir çiftlikte ortakçı olduğundan, toprak esaretinin azap ve acılarını bol bal tatmıştı.
O gün de tesadüfi hatipler arasında şiddetli çarpıştı atlar ve tartışmalar oluyordu. Millet vekic.eriırin bir çoklan bu mesele dolayısıyla hitabet yarışına girmiş,gö rüçûerini belirtmeğe çalışıyorlardı. Konuşma, baştan sona kadar köylü ve tığından toprak ürerinde dönüp dolaştığın dan, bizim köylü ahbap, zaman zaman ayağa kdHnj'or, bir taraftan da kolunu dür terek, söz alan hatipleri işaretle: 'söyle ka rdeş bu bizden mîi? bzden yana mı konuşuyor?» diye benden izahat alıyordu. (
Nihayet, toprak kar.unu eyice gürültü ve taztışmauaıdan sonra kabul edildi. Hiç bir kanunun çıksşı köylümüzü bu derece yakıtrdan alâkadar etmemiştir, sanırım. Öyle ki o günlerde toprağa kavuşmak ü-midile, yorganını sırlayarak gurbetten kö y« göç eden köylü vatandaşlara rastladım
Bu sevince kapılan köj'üd n birisi de benim Meclis müzakeresine götürdüğüm adamın köyüdür. Bir efendinin çiftliğinde yancı olan bu köylü o giinle.de işe olup bitmiş gözile bakılarak, ce davul, zurna çakarak şenlik bile yapmış lardır.
Geçerlerde bu köyün altı, yedi sene ak ekimini alan birisi, Ankara’da karşı -ma çıktı. Yakından tanıdığını bu uyanık ve ateşli delikanlı elinde bir istida ile dolaşıyordu. Anlattığına göre, köyden vilâyet yetiyle yeldikleri istidalar cevapsız kal-
bu gün ler-
Hiciv Tarihi
Eşi ef
1
liiirrlyrl Ka»id(M»i*nden:
Hükümet uıuuıuı tulu hayata mail olsan da Defterken gardiyanlar ku'. tartı hıfzı emanetten Çtkar.ian yntiızu tıynet değişmez İsle zılbıllah Utanmaz kendi nefsinden haya etmez melfımetten Açıktıı babı mııhbc s ılıt ilâ f t kavil millette yjuer ıncnıa u.*..uuuı ıLuınuıı reyi ümmetten Eğer bir zelzele nlıruzsa bir yer titremez amma Yurvkier hoplamakta bizde fıkdanı metanetten Nasıl bir zincire vurdu yirmi milyon slrl bir maymun
Ulansın sirl deızenciı h * bendi -hakaretten Biz ol sürü tabiat bir takım C mgAnekfinız kim Cihanda farklınız yok şimdi bir çulsuz aşiretten Eden çok ben sibi mqyhum.de davn-i- hürriyet Eakat tırnağını kessen kaçar meydanı gayretten. Umumi blı hücum isle, ki ced&dı ezip geçsin Bizim evlâdımız da yoksa kurtulmaz eı.aretten Ne mümkün başka, türlü bizce istihsali hüniyet Çalış hünkârı kaldır otludan hallet hilâfetten dığında-n, şimdi çıkıp Ankara’ya gelmiş ti. Bir defa oa ziraat vekâletine baş vurup müsbet bir .•.cüce alamazsa ondan sonra başır-an çaresine ban;'cağını söyliyordu.
Eğer, diyordu, yakır.da hükümet bu işi yapmazsa hepimiz açlıktan öleceğiz. O, zaman leprak kanununun hayrını gör. Ve gene iaive ettiğine göre, toprağının efendisi, çiftlikten «def olup gitmeleri» için her tü.Üû yardımı kesmiş, eski harçlar İçinde iki ayaklarını bir papuca koymuş. Hele evler cerae ise başlarına uçacakmış.
Bir taraftan parti ve partinin gazete-eri çıkardıkları bu kanunla, öğüne dursunlar. Bı_“ucı çok acı misallerine b.'şka bölgelerde de rastlıyoruz.
Geçen gün orta Anadolu’nun şimale bakan bir çeltik bölgesinde köylünün bi -riyle konuşurken aynı şeylerden yana yakıla dert yandı. Bu köylü, «B» kazasında oturan efendisinden şikâyetçi idi. Oturduğu çiftlik iki yüz bin '.İraya bir kaç köye satdmıştı; bu köylü a’e çoluk çocuk kapı dışan edilmişti.
Toprak kanunumun yarıcıları ilgilendiren faslına dokunarak «peki enayi gibi ne diye çıktımız, kanun açık, hiç bir ortakçıyı çiftlik sahibi hiçbir sebepte yarıcı olduğu topraktan süremez, satışa mani olabilirsi ııiz» dedim. Köylü budalaya bak-» der git» omuz silkti. «Haydi çıkma bakalım elendi, Ağa tohum, hayvan vermez, suladığın bendi de yıkarsa, bir dahaki seneye taşan kırığını mı yiyeceksin? Duyduk, hükümet toprak kanunu çıkarmış, ama o biz-lere göre değil. Biııim sahibimiz daha bu dünyaya gedmemiş !>
Köylerde durum bu merkezde iken bir gazetenin ünlü başyazarı, üzerine toz konduran biri çıktı mı, herşeyi olup bitmiş göstererek, ikide bir toprak kanununu diline dolayarak, şaklabanlığa başlar. Bu suretle de muarızlarını Don Kişotvari pa-'lavrasiyle susturduğunu sanır. Ortalığı her zaman güllük gülüstanlık göstermeğe meraklı bu efendi, toprak kanununun yanı-— 9 —
TEL
« Devletin Menşei» adlı eser hakkın -daki kısa tenkidimizi okumuş olanlar şüb-hesiz. o yazıda telifle sentez arasındaki farkı belirtmeğe yarayacak bir düşüncenin ipuçlarını görmüşlerdir.
«Telifçilik» deyimini, metod bakımından mütenakıs, düşünce ve action’lan birleştirmeğe teşebbüs etmekten ibaret o-lan cehillere hasredebiliriz. Metodça. yani prensiplerde, kökten zıt lolan fikir ve acti-onlar mütecanis bütün'ler vücude getirmi-yecekleri için birbirlerinin- yanında iğreti ve aralarında boşluklar olduğu halde dururlar. Bu vaziyet karşısında sentez mev-zubahs olamaz. Sentez, metod bakımından mütecanis fikir ve action'larm derhal kaynaşması; telifçilik metodça gayrı mütecanis fikir ve actionlann kaynaşmayarak iğreti, ayrı kalmağıdır.
Bu mânada tarihi maddecilik, Ş;sya lizm ile sınıf mücadelesi ve kıymet fazlası teorilerinin 'bir telifi değil bir sentezidir. Buna mukabil realizm jle idealizmi; maddeci sosyoloji ile ruhçu sosyolojiyi birleştirmeğe kalkanı bütün teşebbüsler telifçiliktir. Sentez, metodik tecanüs; telifçilik, me-todik tenakus içinde ortaya çıkan birer hâdisedir.
Sentezle telifçiliğin sosyal kökleri olduğu ve insan, zihninde esrarengiz kuvvetlerle beliren hâdiseler olmadıkları âşikâr -dır. Sentez sosyal bir sınıfa sıkıdan sıkıya merbut; hayatı ve düşünüş tarzı bu sınıfın şartlarile tamamen tayin editoıiş bulunan mütefekkirlerin ulaşabildiği orijinal bir neticedir. Telifçilik ise, umumiyetle halk sınıfı ile burjuva sınıfı arasında sallanan daima kararsız ve mütereddit küçük burjuva sınıfın^ mensup o sınıfın şartları tarafından tayin edilmiş olması d-ojayısile sınıfının bü-na son günlerde bir de ilk öğretim seferberliğinin uygulanması ile ofis vergisinin ilgası meselesini kattı o meydanı boş bu -lup borazanını öttüre dursun bu işlere bizim köylü dayılar ne diyor bakalım: Geçen bu yazılardan birinin her zaman konuş tuğum gazeteye meraklı, bir köylüye okudum. Bıyık altından kıs, kıs gülerek göz ■ berime baktı:.
— Bakıyorum da dedi bu hükümet toprak kanunu çıkarmakla çok kurnaz davrandı doğrusu. Bu iş biraz da tavşana kaç tazıya tut diyen avcının işine benzer. Bana sorarsan bu, kanunun çıkışı yarıcılar ve ortakçılar için ölüm çiftlik sahihleri için ihya oldu. Hani hükümet satışa miida-hele edecekti (Ç xx) oğlunun sekiz tane çiftliği şimdi satılık herif topraktan alıp apartımana yatırıyor. Yarıcılar açlıktan zı baracaknuş, Allah hükümetimize zeval ver
IF-SEN
Haşan TANRIKUT
tün kararsızlıklarile dolu) mütefekkirlerin haleti ruhiyesi, düşünüş ve hareket ediş ta rzrdır.
ı Küçük burjuvaziden çıkan mütefekkirler kültür terbiyesine müstenit bir cehille ya. lıalk sınıfının veya burjuvazinin adamı haline gelecek veyahut kararsızlık (telifçilik) içirşde ömürlerini bitireceklerdir. 1 a ıiâhî maddecilikte fikirle actionun tahlili (gayrıkabil olan bütünlüğü dblayısile küçük (burjuvaziden halk sınıfına geçen mütefekkir. hadiselerin daimî akışı içinde ya gerdekten halkın malı olur veyahut yarı yol-(dan döner: O, kararsızlık içinde yaşamakla devam edecek, yahut halk yolunun is-gediği fedainefs karşısında yılmış olmaktan (gelen duygunun tesiri altmlda burjuvazinin .hazır ve bundan dolayı emin, tehlikesiz görünen saflan arasında halk’a cephe ala ,c aktır!
Bizde burjuva sınıfmm var olmayışı, küçük burjuva sınıfını, halka bağlanamamış, bir sürü şaşkın münevverin yatağı haline getirmektedir. Böylece telifçilik uzun müddet fikir hayatımızın baskın durumu haline gelmiştir.
Her nekadar bu harp içinde - yumurtadan vakitsiz çıkmış acaip piliçler gibi * bir burjuva sınıfı karalbjcirsaya dayanarak kurulur gibi görünüyorsa da çek geciktiği için Avıupa nizamına aykırı gelen bu halin trmelii ve devamlı olması imkansızdır. Kavimlerin, uzun asırlarda geciktirdikleri tekamülü fertlerin kısacık ömürleri içinde suratla geçivermeleri gibi biz de. Avnupanm uzun tekâmülü mahsulü olan burjuva d'evre.üni süratle geçerek çağdaş şartlara uymak zoıun,da kalacağız. Bun -dan dolayı burjuva partileri istedikleri karnesin bakalım arkasından ne çıkacak.
ilk öğretim seferberliğile, ofis vergisinin vlgakı meselesine gelince köylü konuşmasını şu sözlerle bitirdi: «Bunlardan kime ne? Köylünün sığırını, sıpasını satıyorlar. Onbeş, yirmi haneli bir köye 15000 liralık bir bina çökertiyorlar. Yine Ahali razı olsun ama bu kadar vergi veriyoruz yatdımlarını biraz arttıramazlar ıra? Böyle giderse çocuğumuzun çoğu bile bu ağır yük altından kafltamıyacak.
Gelelim ofis işine: «Gazeteci bunu da köylüye müjdeliyor. Sevindik ama ya ba şımıza takmak olursa... Ofislere istif edip çürüttükleri mis gibi buğdaylarımıza ne ■ diyelim?» Artık köjfiinvc b» acı fakat hakikat olan sözlerine katacak bir şey bulamıyorum.
Sekli Köyü : Halil AYTEK1N
TEZ
dar kurulsunlar sosyal zaman kadroları içinde uzun ömürlü olmalarına imkân yoktur. Zarurî olarak halka gidileceği işin «şaşkın - telifçi» mütefekkirler de ortadan kalkacaktır! Hiç olmazsa cemiyetle sıkı temasta oldukları müddetçe şaşkın hallerinin devam etmesine imkân kalmaz. Bunlar cemiyetle ilgilerini keserek içlerine kapanacakları arda rfcmantik ve mistik te mayüllere sürüklenmekten kurtulamayacaklardır.
Fikir ve aksiyonda tecaniise. senteze varabilip varamamanın sosyolojik ve so» yal şartları bunlar olsa gerek.
Ekonomik kriz: Tarihin gelişme seyrinde kapitalist içtimai nizama has, müz mir.leşmiş bir hastalıktır. Kapitalist nizamının bünyesindeki tezadların mahsulü o-lan ekonomik kriz, kapitalizmin, bilhassa emperyalist devresine girdiği zaman genişlemiş ve bütün dünyayı birden sanp zelzele halini almıştır. Her on senede tekrarlayan krizin sebebi şudur: Kapitalist İçtimaî nizamında istihsal ve dağılış ferdie -rin, zümrelerin ve grupların elindedir. Bunlar arasındaki daimi rekabetde işlerini birikirlerinden gizü tutmak, esasına dayandığı için ortaya plânsız istihsal tarzı ve anarşik bir tevziat sistemi vücude getirmiştir. Yani emtialarını sevk edecekleri pazarların ne kadar eşyaya ihti acı olduğunu ve ne kadar alıcı geleceğini bilmelerine imkân olmayan kapitalistler şuur -suz ve plânsız şekilde habire istihsal yaparlar ve mal pazara gider. Alıcıların İh tiyacından fazlla.ı birikmeğe başlar, büyük stoklar meydana gelir nihayet bu vaziyeti gören fabrikatörün kafasına dank der ve derhal ani bir tedbirle istihsali keser, işçilere yol verir. Bu suretle de bütün dünyada işsizler ordusu meydana gelir iş siz kalan bir sürü insan da şaşkın bir vaziyette sarsılır, kalır. Satın alma kabiliyetlerini de kaybettikleri için ortada mallar büsbütün satılmaz olur. BöyS'ece umumî durum, bir fasit çember içinde yuvarlan -mağa başlar, işte ham madde teinin etmek ve mamul emtiayı satabilmek için pazarlarda kapitalistler biribirlerine girerler ve emperyalist devletCer arasındaki bu rekabet cihan muharebelerini doğurur. Büyük kayıplardan başka açlık, sefalet, yeryüzünü kaplar. İşte İktisad ilmindeki «Kriznin kapitalist nizam hastalığının başlıca sebep ve neticeleri bunlardır.
te
B Ö B
(Baştarafı 6 ncıda) g
«Yani ne kadar olur doktor bey?® dedi. Bur-■ punu, kafasını gene o uğursuz *ilâc kokusu dol-3 duruvcrmiştl. Gözleri kararıyordu. Doktorun zayıf; yüzünün hafif bir gülümseme ile buruştuğunu ha- £ yal maval farketti ve uğuldayan kulakları onun yumuşak, cana yakın sesini uzaklardan gelir uibt *» İşitti: — • •(
«Yatak''parası ve ameliyat Içuı bin lirayı göze almalısın.»
Avnl’nln kafasını saran bulut bir an için a
çılır gibi oldu. Boğuk bir sesle:
«Aman doktor’? dedi. Profesör hep o tatlı
gülüansemesiyle sözünü kesti:
«Söyledim ya, biraz masraflı, olur, istersen Kayseri hastanesine bas vur. Ama vilâyet, hastaneleri ve doktorları,,,
• >
Sen daha iyi bilirsin ya, başından geçti,,,?
«iyi ama doktor, bin liranın yolu nerue?» öteki bütün yüzünü kaplryan tatlı bir gülüşle:
«Bunu bana mı soruyorsun? Bilsem vallahi söylerdim.® dedi. Şakaya katlanacak halde olma-(yan Avni eliyle kulağının arkasını kaşıyarak kendi kendine mırıldandı: «Çoluk çocuğa, yazıt» bağla bahçeden birini sattırman mı ki? Can her peyden üstün.» Sonra doktora o öndü: «Bana biraz ikram edemez misin, bak sana ralebertden mektup pa getirdim.»
(Ha, kim o çocuk? İsmi yabancı değil ama. bir türlü hatırlıyamadım. Neyse simdi .seninle bakkal pazarlığı yapacak değiliz- dedim ya, dü-.şün, taşın, kararını jv^r. Ben herg ün öğleden sonra hurdayım.»
İlâç kokusu, yorgunluk, açlık, t eceleri sancılar yüzünden uyuyamamak hastayı öyle bir hale getirmişti ki, kafasında su anda: (Ne olacaksa hemen olsun.» düşüncesinden başka bir şey yoktu. Tekrar doktor doktor dolaşmak, röntgenlerde soyunmak, İğnelerle kan aldırmak, şişelere. İşemek, bekleme odalarında saatlerce, günlerce pinekle -mek, artık bunl-arın hiç birine > dayanmryacaktı Sönük gözlerini ağır ağır Profesör Osman’a çevirerek:
"Nlğdeye mektup yazalım da bizim elma bahçesini satsınlar bakalım. Şimdi mahsul mevsim’.-•lir, herhalde para eder.,, dedi:
A I • •
"istersen bir telgraf -yaz. bârı hemen gönderleyim. Sen de git, otelden eşyalarını al. buraya naklet. Para gelir -gelmez ameliyatı yaparız.,,
Bu İsler o gün tamamlandı. Avni. hustahane için hususi satın aldığı mavi yollu llsör pijama İle beyaz karyolasının kenarına oturarak Niğde* den para gözledi. (Her geçen gün, hesabını hiç yoktan onbeş lira arttırıyor ve hasta bazan: «Bu mevsimde bir bahçe satmak bu kadar sürdürülür mü? Kendi soyumuzda bile İnilden anlayan olmadıktan sonra.... diye söylenerek Nigdedekllere kızıyor. hazan da: "Ne diye para geleslye kadar o-lelde kalmadım da doktorun sözüne uyup buraya tasındım kİ? Otelin gecesi bir buçuk lira idi. Bj hastalık bende 'akıl komamıs, , loclli.,, diye kendi kendine içerliyordu. Kliniğe yatı iğinin on -birinci günü telgraf huvaleslyfe bin iki yüz lira geldi, he mm ertesi gün, ikindi vaktine doğru, ameliyat masasına yattı.
Henüz narkozun tesiriyle sersem bir ha?de gözlerini aralayınca İlk gördüğü şey doktor Onmanın gülümseyen yüzü oldu.
«Nasılsınız? İyisiniz ya!» diyordu, -On beş güne varmaz kalkarsınız. Çıkardığım taş; görmek İster -misin? Fındık kadar.,, Bak*>
Avni daha iyice açamadığı dumanlı gözleri'. I? doktorun etindeki yuvarlak şeye baktı, sonra biraz geride duran asistanla hemşireyi de süzerek iticilikle mırıldandı:
«Teşekkür ederim doktor,., öbür taş da böyle kocaman am?»
Profesör Osman karşısındakinin ne dediğini anlnmıyarak iri camlı gözlüklerini arkasındakile-re çevirdi. Genç asistan yarağa yaklaştı:
R E K
"Hangi tas?,,
O zaman hastanın gözleri büyük bir korkuyla açıldı, karşısındaki üçpbcyaz gömlekliyi birer birer dolaştı, sonra hırıltılı bîr sesle sordu:
"İki taş olacaktı! Ocağına dÜfidüm, birini İçerde mİ koydun yoksa?,,
«Kim söyledi İki tas diye?.
"Kayseride söylediler. Ilöntg-. n öyle gösteriyormuş... —
Profesör vo asistanı filimlerin oulunduğu zarfı açtılar,'pencerenin yanma gioi-p uzun uzun baktılar; biri baktıktan sonra ellndekini ötekine veriyor, yeni aldığını «özden geçiriyordu. Odadn çıt yoktu. Apasrra iki doktor birbirlerine filimde bir şey gösteriyorlar, fakat tek söz söylemiyorlardı. Nihayet profesör Osman hastaya yaklaştı:
«Zannetmiyorum!» dedi, «Gerçi filimin orası biraz bulanık ama. Kayseri hastanesinin röntgenine pek güvenilmez, bu taşın gölgesi düşmüş o-lacak. Belki sen de filim çekilirken biraz kımıldar, dm. Ben böbrekte başka bir tasa taslamadım: Hiç merak etme."
Bundan sonraki günler, hattâ haftalar, hattâ aylar A'vni Akbulut için yun rüya halinde geçtiler. Sanki ameliyat gününde yapılan narkozdan hâlâ kurtulamamıştı. Doktorlar o gün filimler! a hp götürmüşler ve bir daha ortaya çıkarmamışlardı. Her gün bir kaç kere yanma geliyorlar. "Nasılsın? -Bir şikâyetin var mı?" diye soruyor -lar, bazan hemşire pansuman yaparken bulunu -yorlar, fakat ikinci taş meselesini hiç açmıyorlardı. Bu halde bir a,y kadar yattıktan sonra, — dikişler olmalı daha sekiz gün olmuştu. — Avni’de tekrar sancılar başladı. Yeniden röntgenler, idrar tahlilleri, konsültasyonlar yapıldı. I*rofesör: "Senin bünyen taş yapmağa çok müsait, böbrekte gene kilsi bir teşekkül ihtimali var. Esaslı bir müdahale daha- icab edecek gajiba!" dedi. ati
Niğde’ye tekrar -acele telgraflar çekildi, sat: lan bağın paracı bu sefer yirmi günde geldi. İkinci ameliyat için Avni’yi masaya yatırdıkları zaman, eski nüfus memuru bir deri bir kemik kalmıştı. Gözleri bir şey seçemiyor, kulakları uğulduyor, sesi fısıltı halinde çıkıyordu. Yüzüne maskeyi koyduktan zaman bu uykudan bir daha uyanantı* ^acağuıı sanıyor, ama buna oktular üzülmüyordu.
Ameliyat bir saate yakın sürdü, itoktor hem yarayı kesiyor, derinlere gidiyor, hemşirenin uzattığı makası, bıçağı pensi alıyor, eğiliyor, doğruluyor, hem de bu aralık asistaniyle konuşuyordu:
"Bizim şu Adad- ki köşkün banyosuna ne renk fayans koydurayım, bir türlü karar veremedim. Mavi kasvetli olacak, (penbe do yatak odasına uyanıyor,,, En İyisi filimi ama. piyasada iyisi yok. Ne halt etmeli »bflmom-"
Nihayçl böbrekten leblebi kadar bu-, tuş daha çıktı, fakat İki a,y gibi kısa bir zamanda İki defa ’flst (İste bıçak yiyen bu ufacık et parçası da artık eanrndan bezmiş gibiydi: taşı aldıkları yerde beliren ince bir kan sızıntısı bir türlü durmuyordu Profesör Osman: "No yapacağız?” der gibi gözlüklerini aststaniyle htvnşiroye çevirdi. Beş dakikadan fazla beklediler, kan ne azalıyor, ne çoğalıyor, hep ayni şekilde, hafif hafif sızıyordu. Haşlanın zayıf vücudunda kımıldamalar ba$lq/nıştt. Bir kaç dakika daha beklediler. Ööbrğği böyle kanar halde bırakmak yarayı tfapamnk, hastanın yüzde yüz «ölümü demekti. Profesör! asistaniyle bir kaç keJtme konuştuktan sonra tekrar makaslarını. bıçaklarını elin»' aldı, böbreği etrafına bağlayan çeşit çeşit etleri, sinirleri kesti, inceli kalınlı damarları düğümledi*; bir anda pörsümüş gibi gevşeyen bu morumsu et parçasını beyaz bir küvetin içine bıraktı, ($onıa ^yorgun bir sesle asistanına yarayı kapatıp dikmesini söyledi, alnında beliren terleri gömleğinin koluna silerek musluğa. ellerini yıkamağa gitti.
Avni Akbulut yatağında kendine gelip, ölmediğini, yalnız böbreğinin çıkarıldığını, artık bir tek. o da ameliyatlı böbrekle kaldığını öğrenince pek şaşırmadı, başını öte tarafa çevirip gözlerini
Haftanın kronolojisi
oü^*' (**%»“*-*•
15 — SI Niıu«n
Odasında, ustura İle paralanan Ahmet has-tahanede Öldü.
îki hırsız «altışar ay hüküm geydi.
Gangster çetesi mahkemeye verildi.
£ Yükseli çiğneyib Öldüren şöför Cavlt mahkûm oldu.
£ Bursada bir değirmenci değirmen çark ma kendini kaptrndı ve parçalanarak öldü.
Zıdananm Raztyeler köyünden Mehmet bir kadm meselesinden Tosunu av tilfeğlle Öldürdü.
Yine Adananın Kırmıklı köyünden Mehmet Mustaftayı uyurken tüfekle öldürdü. Sebeb kadın meselesidir.
£ Tirenden atlaman Ln zarın Sinemadan dönen EyüblU birbirlerini yaraladılar. Karısını öldüren ve kayın yan Halil mahkûm oldu. Aliyi öldüren lb yaşındaki kûm oldu.
ayağı kırıldı dört arkadaş
babasını yanal ı-
Vajıdettin mah-
kup ad t. Haftalarca bu halde vattı. Artık iki günde bir uğreyan doktora, hcıgün pansumana gelen asistana bir şey sqylemiyor, bir soy sorenu-yordu. Ytalnız günün birinde profesör Osman yatağının kenarına oturup yalancıktan gülmlye çalışan brr yüzle, artık hastalığının tamamen iyi olmuş s-ayıldbileceğinl, tek böbrekle katananm öyle pek korkulacak sjey olmadığını, çünkü insan bünyesinin böyle hallerde bütün dikkatini, bütün «ayıttin! öteki böbreğe vererek onu adamakıllı kuvvetlendirdiğini, ve p.-tık Avni (Jçln Niğde’ye dönüp istirahıU etmekten, hâla akmakta olan yarasını da haftada İki detu bir doktora, hatta bir sıhhat memuruna pansuman ettirmekten başka .bir iş kalınadığmt söyleyince, hasta o fersiz gözlerini karşoundakinin yüzüne dikti, ağır ağır, fakat sarsrlmnz bir sesle:
"Yok doktor," dedi, "beni bu halimde sokağa atamazsın. Gayri sattırıp parasını getirtecek bağ, t^hce kalmadı hma, gene de beni bu halimde sokağa atamazsın. Ben bu halimde memlekete dönecek olumum bana sokaktaki itler bile güler. Ya bu yara kapanır, deitmanım yerine gelir, yürü-^•o yürüye tirene giderim, ya bu karyolada ölür, çoluğun çocuğun başına belâ olmam. Kolumdan tutup utsan bile, kapının önünden bir udim gitmem, geleni geçeni başıma toplarım, iste, kendin düşün artık."
Bu sözlerden sonra hastanın gözlerini kapayıp basını öteye çevirdiğini gören doktor, sesini çıkarmadan odadan çıktı gitti. Avni toir hafta kadar bekledi, her kapı açılısında yüreği oynuyor. "Acaba sokağa atarlar nu ki? Buhalde Niğde'ye, çotuğun çocuğun yanina nasıl varırım." (llye düşünüyor, pansumana gelen asistanla hemşirenin yüzlerine dikkat ve korkuyla bakıyoıdu. Ama on-. ların kendisine karşı muameleleri değişmemLştf. Hep aynı nazik dalgınlıkla sargılarını çözüyorlar, -Nasılsınız?/ d ive..‘sorduktan sonra hep ayni seklide, cevap beklemeden bfrbirlertyie konuşuyor ve odadan çtkıj-orlardi.
Bir gün profesör Osman o zorla gülen yüziy-le oday.t girdi. Hemşireyle asistan da arkastnday-dı. Kırışık 'alnını yutağa doğru eğerek hastayı sıkı bfr muayeneden geçirdi, bir çok şeyler sordu, hâlâ kapan miyarı yarayı kendi eliyle açtı, tabelâyı ve amVMyaltan sonra çekilen röntgen alimlerini aslsttvnlyle birlikte bir daha gözden geçinil, sonra Aval Akbulut’a dönerek:
«Hastalığın bu safhası talebe içip çok enteresandır. sizi yarm fakülte hastanesine k-ajdrrı-c&ğızh dedi.
• — SON
— 11 —
Rıfat İlgaz
YARENLİK
Şiirleri
İkinci Baskı
Cahit Saffet lrqat
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI
ŞİİRLER
OKUYUNUZ
GÜIN
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi
İleri kültür ve ileri sanatın Sosyal kökleri
ylV - XVI yüzyıllarda ltalyada “bas-layatn kuvvetli bir ekonomik yükseliş ha reketi, feodal sistem içinde keskin bir sınıf mücadelesinin doğuşuna sebep oldu. Bu mücadele Ticaret kapitalizminin, derebeylikle birleştirilmesi mümkün olmayan menfaatlarının korunması ve serbestlikleri zemini üzerinde doğmuş, keskinleşmiş, de-rebeyci münasebetlere ve kiliseye karşı n-kilâpçı bir mücadele şeklini ve karakterini almıştı. Bu mücadele seyrinde o Idevir Avrupasırida sosyal, politik, ve kültürel bir hareket şeklinde - Ticaret burjuvazisi nin inkilâpçı bir hareketi manasında, • ortaya çıkan Rönesans hareketi, insanlık tarihinin en, önemli çağlarından birini açi-j1ct, insanlığın o zamana kadar geçirdiği en ileri değişikliği ifade ediyordu.
Rönesans, antik Yunan - Roma Hü-manizm'ini, daha geniş ve daha zengin bir muhteva^ ile .diriltmek manasını taşıdığı gibi, bu devirde yeni dloğmakta olan ticaret burjuvazisinin, derebeylik ve kilisenin tahakkümüne karşı açtığı mücadele sey -rinde, tekemmül eden ileri bir dünya görüşü oldu. Ortaçağ’ın kast zihniyeti yerine. bütün insanlar için şahsî hürriyet istiyor; asalet tarla tanımıyor, lnsan'a, insanın fikir ve vicdan hürriyeti’ne inanıyor, hörmet ediyordu, öyle bir dünya görüşü ki. Ortaçağ’ın skolaMik dogmatizmine karşı musibet ilmi ve onun musibet neticelerini koyuyordu.
Bu şartlar içinde başlayan Rönesans hareketi, XVI - X\ ll yüzyıllarda, sermayeci ekonomi'nin uyanmasına muvazi olarak. garb Avrupası'nın diğer memleketlerinde de inkişaf etmiş; XVIII, yüzyıl inkilâbının zaferi üzerine, daha üniversel bir mahiyet kazanarak, bugünkü Burjuva Hümanizmi şeklini almıştır. Burjuva sınıfı - ve ona bağlı lolarak Burjuva Hüma -nizmi - yeni istihsal kuvvetlerinin ve istih sal sisteminin - kapitalizm'in, - inkişafın: köstekiiyen ve bukağılayan derebeylik sis teminin dar istihsal şartlarına ve münasebetlerine hücum ederek yüzyıllık lanetleri üzerinde taşıyan Derebeylikle birlikte, o-nun ideolojik müdafii olan kilise yi devirmek için mücadele dttiği, ve yerine mo • dern tekniği, bu ileri teknik'e cevap verebilecek müsbet ilmi koyduğu ölçüde in-kilâpçı idî; ve geri münasebetlerin baskısından. daha geniş münasebetlere doğru «zaruretler sahasından, hürriyetler sahasına doğrun sıçrayışlar yaparken de geniş halk kitlelerinin menfaUtma uygun bir
Yazan: Dr. Ziya OYKUT hareket yapmış oluyordu. Bu Hümanizm ve bu sınıf, bu siyasî, iktisadi, içtimai hareket seyrinde, yüzyıllarca köle kalan köylünün, yüzyıllarca dar münasebetler içinde sıkışmış ve büzülmüş olan fakir zanaatçı, işçinin, bir kelime ile büyük bir çoğunluğun menfaatlarına tercüman .olan Avangard bir fikir, Avangard bir sınıf olduğu içindir ki, o devir için tarihen müsbet ve müterakki bir rol oynayabilmişti. Böyle olduğu müddetçe, Burjuva Hümanizmi, karanlıklardan kurtulan insan ru hunu ileri, aydınlık ufuklara) götüren bir fikir ve sanat hareketi olarak kaldı.
Bu zaruretler çerçevesi içinde, inkılâpçı ve hamleci olan burjuvazi, kendi sınıf menfaatlannı tatmin edecek ve emniyet altına alacağı, içtimai, iktisadi ve siyasî imkânları temin ettikten sonra, yavaş yavaş inkilâba yüz çevirdi; muhafazakâr bir zümre oldu. İlmi iııkikâfı, düşünce hürriyetini daraltan veya tamajniyle gas-beden bir zihniyete büründü. Derebeylik zülmüne ve d'erebeyci dünya görüşüne karşı yüzyıllar boyunca savaşan ve bu mücadele seyrinde ileri ve inkilâpçı bir hamle olarak gelişen, ve hakikaten nı^türel iktisadın dar imkânları yerine, geniş istihsal imkânları getiren bu yeni ekonomi, inkişafının muayyen bir merhalesinde cemiyete öyle bir iş bölmü sokmuştur ki, artık ne şahıs hürriyeti ne düşünce hürriyeti kalmamış, geniş halk yığınları, muazzam bir istihsal makinesinin alelâde, basit birer vidası haline gelmişlerdir. Fertlerin şahsiyeti, yaratma kabiliyeti körlenmiş veya büsbütün ıcrtadan (kalkmıştır. Bu ekonominin inkişafı, gittikçe fakirleşen, sefille- i şen ve nüilkıyetsizieşen büyük halk yığınlarının karsısında, sermayenin muayyen ellerde temerküzü ve toplanması şeklinde j başlayan aynlık, geniş halk yığınları ile. bu istihsal vasıtalarına sahip hakim zümre 1 araşma da derin, uçurumlar açmıştır.
Bütün insanlar için şahsi hürriyet is teyen. Asalet farkı tanımıyan lnsan’a, in-san'ın FİKİR ve VİCDAN HÜRRİYE-Tl'ne inanan ve hörnıet eden HÜMANİZM bit seyirler içinde, bu geniş insan inancından vaz geçerek. b».r geniş ve bu büyülü manayı idareci, istihsal vasıtalarına sahip «hakim zümre nin insanın mana sır.da daraltmış. ANCAK bu HAKİM İNSANA İNANIR BİR DURUMA DÜŞMÜŞTÜR.
Hümanizm’in bu dar insan zümresine inhisarı ile sukutu, halk yığınlarının 1871 Parisinde - hem istilâcı kuvvetlere hem de
DAUAMLAfi-GEOCEULEO
£ 1937 — 1943 yılları içinde Türk iyedeki 1$ yerlerinde husule gelen fş kazaları:
YU Kaza bayisi
1937 4891
1938 7246
1939 7482
1940 8620
1941 9668
1942 9293J
1943 11958
£ 1948 yılı İş kazalarının is şubelerine güre aynimi: —
Kuza fsuyiM
Maden Kömürü istihsalûtmda 5692
Madem izale, demir ve emsali
İmalatında 2117
Vajgon, otomobil tayyare imalât
ve tamiratında 2086
diğer maden kstihsâlatında 686
Pamuk sanayiinde 310
A 1943 yılı is kazaların neticeleri :
Sayı
Geçici arızalar 10035
Ktrrk, Çatlak 465
Yanrk 608
İç uzuvlarda arıza 297
Aza kaybı 248
Fıtık 122
Ani ölüm 96
Ameliyatla aza kaybı •K»
Tedavi sırajsın-la ölüm 26
Gazla boğulma 11
Meslek hastalıkları 6
Felç 3
Suda boğulma 1
1943 yılı is' kazalarmm sebepleri:
.Sayı
İş* üzerine bir cismin düğmesi 4078
Batma, kesilme, ezilme ve paire 2966
isçinin düşmesi 920
Malklnaye kaptırma 872
Müsademe 691
Yük kaldırma, zorlama 629
isçinin sözüne blf elsim girmesi 569
Çeşitli sebepler 324
Yakıcı veya sıcak mayi dökülmesi 316
infilâk 206
Göçme, yıkılma 134
Bir muharrikin carnmajsı
sürüklemesi . 117
.Elektrik canunasr 63
Buhar lazytkl, gazla zehirlenme 59
‘Blı basması, su tazyiki 14
(dahilî istismarcı zümreye karşı açtığı -kurtuluş mücadelesinden sonra, daha şu-prlu bir irtica, felsefesi ihtiyacı ile kıvranan. I 789 yıllarının inkilâpçı sınıfı, her ileri şeyden uzaklaşmış, nihayet her gün bir az daha geri çekile çekile. nihayet ka-rranlık bir irtica batağına boylu boyunca gömülmüş bulunuyor.
Bütün bu irtica ile birlikte. Ortaçağ irticaına taş çıkartan yirmi birinci yüzyılın utanç lekesi, silâhlı, barbar faşist irticaini da gelecek yazı dâ göstereceğiz.

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Kültür Pazarında Damping
İçimizde halâ Şark iskolastizmini sun’î teneffüsle diriltmeye çalışanlar var
HAFTALIK
Onlar akla, kültüre. vicdana ve insan haklyma zencrr vurmuş tolan devirlerin hasretini çekmekteler ve kurtulup yolunun dönemecinde hâlâ inatçı keçiler gibi a-yak diremek fedirler.
ÇARŞAMB
BU SAYID
Suphi Nuri (len
1S30 da Ank3M-H
Aziz Nc«in Mfinazarsdur
Fehmi Yazıcı
Maksim Gortd
Rasih N. İleri
Spvrtalnjt llarokM»
H. Tarmkurt
Devimin M/mır;
Ad il oğlu llnyaUn Icindm
Sabahattin Ah
Kovun
i
1
Asım Sarp -Vff&nta. Borüm Beri nata
ilhan Tarus: Hikây Ali Karasu: Şiir Saıbri Soran: Şih
ve
I.uKn-t((İ .KdiJ
Homnlâr - Gerçekler
Kültür Haberü'n
Haftanın Kronolojisi
Küçük AntdkLop.MİİH.
SAYI
ESAT
Yirminci asrı ilk ve ortaçağlardan ayırd-eden müsbet metodun ışığı ve rehberliği altında yepyeni br âleme, atom âlemine ayak basmış bulunuyoruz. Bütün tabiat kuvvetlerini ^vucu içine alan. o. dünkü zalim ve merhametsiz efendisini bügün kendi emrinde bir ‘Jcöle gibi kulların insan dehâşı yer yüzü haklarını kendi meşalesi altında toplarken ondan yarasalar gibi korkup kaçanlara, ve orta çağ dehlizlerine sığınıp kendi haklarını da peşlerinden sürüklemeye çalışanlara rastlıyoruz.
Aramızda; dolaşan içimizde yaşayan, medeniyet ve kültür vasıtalarımızdan faydalanarak şaçma a^pan vaızlara, nasihatlere kalkarı bu şapkalı softalara karşı halkınızı ve gençlerimizi uyanık tutmalıyız. Bu yobazlar, rolünü, oynayıp tamamlamış, hayatiyetini kaybetmiş bir medeniyeti, şark medeniyetini ve onun skolâstik kültürünü sun’î teneffüslerle diriltmeye çalışmaktadırlar. Önlerindeki uçsuz 'bucaksız yepyeni bir dünyaya, akim ve kültürün hürriyetini sağlayan yepyeni bir âleme karşı körler gibi bigâne duranlar, akla kültüre, vicdana! ve insan hakla rma, zincir vurmuş olan devirlerin hâlâ hasretini çekmekteler ve kurtuluş yolunun dönemecinde hâlâ matçı keçiler gibi ayak diremektedirler.
Onlar;n> felsefesi, estetiği, zadeganları.!} kel başların^ geçirdikleri perukalardan farksızdır. Orrlarin hasretini çektikleri hayat, sedef renkli omuzlarında beyaz güvercinler taşıyan ve peşlerinde aç köleler sürifkliyen şımarık aylaklar hayatıdır.
Onların bir ah derun çekip andıkları ve bir isterik lçadfn hırsile yaşamak istedikleri devirler, sırtlarında Çin sedleri ve Ehramlar kurulan çırılçıplak insanların maceralarilç yük Judür. /
Aramızda dolaşan ve içimizde yaşayan bu, ileri kültür ve atom asnnın şapkalı yobazlan istiyorlar ki. atmın dizginini gevşetip ileri milletlerle atbaşı gitmeğe kayar vermiş olan Türk milleti yine tekrar Yemen çöllerinde Veysel Karan' okun, yine tekrar vasiyetnameler, Şahmerdanlar ve Bartalgaziler okusun!
Kökleri Mekke, Kudüs, Vatikana ve dallan denizler aşrıl ülkelere yayılan bu zakkum ağacuun gölgeleri altında artık uyumak istemi-
A Dİ L
yoruz. Hukuk, hürriyetten,, kültürden ve her türlü dünya nimetlerinden nyıhrum bırakılsa zincir şakırtılarını musiki, ‘köleliği fazilet, fak-rii sefaleti cennet yolu sanan, böylece kzçndın-iatn, böylece afyonlanan insan yığınları, halk kitleleri artık serildiği yerden doğrulnruş ve gözlerini açmıştır efendiler!
Onlar, kirpi ezin hesabına aidatı Hıklarını. refahtan, hukuk, hürriyet ve kültürden kimlerin hesabına mahrum edildiklerini artık öğrendiler ve biliyoTİar, efendiler! Dünya, portakalının kaç dilini olduğunu ve kaçta, kaçıma bunca yıl kendilerin den esirgendiğini artık sezip kavradılar, efendiler!
, Halbuki sizler. siz mütefekkirler, şairler, filosoflar, hukukçular, sosyologlar, ekomcrtmst ■ er ve her çeşit bilginler, yani kültür pazanod* efendileriniz hesabına damping yapan sîzler, unuyorsımuz ki:
Kölelerin kurduğu Çin sedlerini
Yine köleler yıkmadadır!..
Ve unutuyorsunuz ki, zadegân metodla-rımzın perukaları düşmüş, kel başlan sıntmış* tir. Sistemleriniz derebey şatoları gibi çaylak ve karga yuvalar ma dönmüştür.
İlimde hak dili konuşmaktan, halk icro kültür yaymaktan duyduğunuz nefreti (bilmez değiliz. Fakat siz asıl bizim nefretimizden sakının ve masum gençliğin, masum halk kitlelerine afyon yutturmaktan a,rtık vazgeçin. Aklayın ki. siz de’ düşünüşte ve inanışta hür değilsiniz. Sizin de halk yığınları gibi hakikî kültüre, düşünüş, inanış ve Serbest konuşuş hürriyetine ihtiyacınız vardır.
Kürsüleriniz, gazeteleriniz, dergi ve, ki-taplaruıız aapasağlam görünebilir. Zadegân dili konuşup, zadegân hukuku gözetip, insan kültürünü zadegân malı yapabilirsiniz! Ve tur veraset senedile kabullendiğiniz sun’î ve tarihî rolünüzü serbestçe oynayıp, 'her çeşit icrayı âhen'k edebilirsiniz!
Yalnız, bir şey yapamazsınız, ve ona d* hakkımız vardır diyemezisiniz:
Halkı ve gençliği gerilere aüriiMemek.. Kültür pazarında damping yapmak!

Hıılkn doğru»
ve halk-olduğunu
bundan bir irti-
SaNMKALİZM BİR ÎRTİCAMIDIR
Dergimizin 9 uncu sayısında «Türk Soodl-iuüizmi» adlı başmakaleye bir cevab* teşkil ettiğim sandığımız «İstanbul» dergisindeki yazısında A Kayalı diyorki:
«Bizdeki sendikacılık temayülünden bahset-mek ve sendikacılığın milletçi, devletçi çı sistemden bir geri dönüş, bir irtica söylemek İstiyoruz.»
Dilin Kemiği yoktur.
A. cKayalı .İstanbul Dergisi» nin sonra çıkacak sayılarında, Demokrasi
çadır. Ve Türklya’da Demokrasi rejimine geçilmek için, partilerin açılmasına müsaade etmek bir irtica hareketidir» deyi yazarsa ve hatta ileri manada demokrat bir kanun olan *Türk Ana yasasında mevcut söz, yayın, teşkilâtlanma v.s. gibi vatandaş haklarının kaldırılmasını isterse şaşmıyacağız.
Yazılarından biraz kitap karıştırmışa benzi-yen muharririn Demokrasi ve- tarihi bilgisiz olduğu görülüyor ve yahut meseleleri ters tarafından ele alıyor, ririn yazısındaki fikir tezadından da lcü muharrir sendikal izni in İçtimai
müdrik olarak «Sendikalizm temel
larulmak İstenildiği zaman bilhassa ekonomik buhran yıllarında bütün bunlardan müsbet neticeler de alınabilir» dedikten sonra ret. patronları Almanya’daki tacmin etmişti» diyor. Az ettiği söylenebilir amma n-asıl iddia edilebilir?
Sakın bunlar ciddiye
A. Kayalı lâtife ediyor: Çünkü hemen fikrin arkasından A!manyada diktatörlük, tidannın ilk gününde Union İleri Unlonları ortadan kaldırmıştı. Su teri- demokrat müesseseierdir
hakkınu.ı ta mahsus Bu mutaı1 belli: Cün-raydasını olarak kul-
•En tecrübede ücretin patronu lıalk: tatmin
az üc-holkı tatmin edeceği
alınmasın.
gelenlerini halde; Union-
F. Y:
DERGİLERİ
Yeni çağ
Orhan -Beyti Oıhon; muhtevasının çoğu kirşiz» yaztla»r!a doldurulmuş Yeni Çağ
gisinin son şayiamda, gençlerle yapmak istediği bir rak
bu
Ik-
ve
fi-
tler-
yuzHında, (Gstiklûl harbini tıımrctnlamıya-mıyız?» diyor.
Bu ne gaflet? Bu millet istiklal harbini yu-tamamtayulı ,ve pis emperyalistleri, memle-
wp
ketten kovalı çeyrek asırdan fazla utmadı mı? Ha! sahi o sıralarda Orhan Sevfl tstanbuldâ aylak aylak dolaşıp Ankaradaki arkadaşlarının kendisini bu mukaddes vazifeye davetlerini reddetmişti. Bunu, Mili! Eğitini Bakanına yazdığı açık mektubunda' itiraf da ediyor gafleti mazur görülebilir
Bu ‘tebeptcn,
İLERİ HUKUK: Bu adla
çıkan ginin ' Hukuk»unu hemen bulduk «deri» sini bir türlü bulamadık.
der-
a mı
SERBEST MEKTUPLAR: Yuna nistajrda »bu adla yayınlanan kültür der grâi btiyük Türk hikayecisi Sabahattin Aliden ve Şart Fekten sitayişla bahsetmektedir.
Bu başlık altında yazdığı diğer bir yazısında, yine Orhan Seyfl Orhon; «Halka doğru» tâb‘-rini noksan bularak, 'bizim anladığımız mânada hakka doğru gitmek, Iralkm menfaatlerine, gelişmesine, refahına, saadetine doğru gitmek demektir» diyor.
Fakat, bütün bunları demekle de halka doğru gidilmiş olmaz. Zavallı tabirlerin ne kabahati var? Onlar: landıç
Halktan ayrı olanların düşüncesi böyle olabilir. Bize göre halkın işini halka bırakmak lâ-ztm. O, her halde menfaatini ondan uzak olanlardan iyi korur Yalnız bazı İşlerinde bilgili ve samimi olanların ona rehberlik etn^esl yeter insanlığın gerçekleşmesi için savaştığı demokrasi de budur.
Icat eden de, rezil eden de insan-
YENİLİKLER: İkinci sayısı daha iyi çıkan ıhtı edebiyat dergisi gçnç lyTÇOk sanatkâr ve mütefekkirlerin yazılarını toplamaktadır.
«Yenilikler» siyasîmden oka dar yılmış (görünüyor ki, sosyal görüşünü ib’e lirtmekten bile 'çekinmektedir. Havada bir sanat olamıyacağma göre dergi farkında olarak veya olmıyaüak * bir cemiyet igörüşüne, sınıfına giriyor. Bu görüş ün, geçenlerde. Fahir Onger’in Antoloji si münasebetile işaret ettiğim görüş olduğuna şühhe yoktur. Bununla berajber Muzaffer Aşkın’ın «Yeni Bir Sanata
Tek baıuma
bugün altmış altı ya-
Remaru ur’in
.veni rumıuıı
Elbette ki daüssıla başlar. Böyle, sükûn içinde Yatağına uzanırsın. Dudaklarında sigaran. Artık yollardasın.


i
Tepemdt^ kocaman ay. Önümde denizin ışıkları. Bir sabah, Bahariye yolu. Akşam üzeri Ayvansaray. Değirmen kapısında Arabalar durmuş. Adamları küfrediyor ve bağırıyorlar .
Daha sonrası, Dükkânlarla karşı karşıya Mensücat fabrikası.
V argel basında bu ân. Rahat bir uyku düşünür. Benim ilk mektep arkadaşım Avuçları terlemiş.
Yüzü kaskatı; ı
Bir mücadeleyi hatırlatır.
Haliç’te martılar, Oh, ne güzel, Karpuz kabuklarryie yanyanadır.
A6 KARASU
*
Doğru» yazısı bize İnkişafını yapmakla olan tam bir «şajısiyet»i müjdelemek tedir: «Beşeriyetin kaybolmuş olan birliği en büyük ölçüde yediden kurulacak, sanatçı kendini yekpare insanlığın, bir parçası olarak duyacak, ve ins^n kar deşlerinj bu büyük bütünün uzuvları ol mağa çağıracaktır.»
H. T.
1. tfeon - Erwin Kİh/Ii
Topraklarına, öz yurtlarına hakiki bir sevgi iie bağlı Atman edebiyatçıları ve sanatkârlar:, on beş yıldır, sınır dışında. içlerinde şiddetli bir daüssıla İle dolaştı durdu. Bunlardan meselâ yasama enerjisi tükenen ve yeni bir hayata da başlamak için gücü yettnlyen bir fert olara-k kendi İsteğiyle sönüp gitti. Tıpkı siper hendekleri içinde ve dikenli teller önünde düşman kursuna ile can veren bir delikanlının kah rama nlığtyje.
Alman topraklarının hürriyet huv&smı dal-x al and ıran ve en aziz varlık olarak insanoğlunu kıymet veren sanatkarlar henüz toplu bir çalışma plânında bir araya gelemediler. Alman milleti bâlâ, mahrum, Goethe’nln dili hâlâ öksüzdür Rakat ufak kıpırdanmalar başlıyor Zekâsı ve canlılığı İle şöhret kazanmış olan Egon Envln Kisch, sor. günlerde, Amerikadrn Parise döndü. Harise ve bilhassa Atontmarter* derin ruh bağlariyle bağ lanan Esrarlı Çin ad'.ı kitabiyle şöhret kazanmı>-tır Kisch, sınır tanmıyan bir dünya çerçevesi içinde İlk gazeteci olarak tanınır. Aslen çek dan Kisch. Nazi istilâsından önce Prug şehrinin belediye meclisinde önemli bi: vazifl? görüyordu. Faşizme ilk müdafaa sllâhrfii ateşliyen de odu: İstilâ üzerine Meksikaya yerleşen bu yazscmır» Avrupaya dönüşü. Goethe’nln dilinde insanlığa en esasi: hürriyet hakların: müdafaa etmiş olan bir hir milletn yeniden eski yerin: biılmıya çalıştığına işaret etmektedir. Kfccb. s nidadır.
ıs savaşından
Cephesinde Yeni Bir Sry
bütün dünya memleket terine yaydan Remaışu»*. 1939 dâ Amerikaya hicret elmiş ve üç yıl lioUy-tvood’da kalmıştı, şimdi Zafer Takı adlı son romanının müsveddeleriyle Nevyortea dönmüştür Bu romanının basite. sahneleri Puriste, Seme nehri kıyılarında geçmekte ve’Nazi toplama kampından kaçtıktan sonra Pariste küçük bir otel» gizlenen Tlavic admda bir doktorun mimariHelr-rini anlatmaktadır. Bir eok memleketlerde Re-margue’f kendi dille! inden okunuya alışmış otan edobly;tt.-^merakiıhın, simdi bu yeni eseri, heyc-: >-ania beklemektedirler.
sonra neşrettiği Garp-Yok roman İyle şöhreti
MueSSİsi :
USA T ADİL MÛSTECAPLIOĞLU
İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Miidürii HAŞAN TANR/KUT
~~ I
Muhabere adresi P. K. 519 İstanbul Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş.
Basıldığı yer: Stad Matbaası
1930 YILINDA ANKARA
Şubaıııı yarısına d*oiğn: mağlup, ümitsiz, sinirli bir halde Ankara'ya geldim. Kim bilir bu .şehire kırk senedi»-kaç defa yaylı, otomobil ve trenle gel -miştîm. Ankara'nın fena ve iyi zamanlarını gördüm.
Bir vakitler çocukken. Cebecinin te peşinde en büyük zevkim merkebime binerek bağlar arasında gezmek, kükür. kokan üzümleri salkım salkım koparıp yemekti. Bir aralık Hacı Bayram cıva ■ rında bir mahalle mektebine gittim, iş giiç. dua, namaz, f'alaka idi. Ağladım, sızlattım. beni htar.hu) mektebine gönderdiler. Pek çc'k seneler sonra tekrar geldiğim vakit her şeyi değişmiş gördü'rıı. istiklâl mahkemesi durmayıp millî hareket düşmanlarını cezalandırıyordu. Yu nan cephesi şehre pek de okadâr uzak değildi. Büyük Millet Meclisi ilk ömrü -nün er, heyecanlı ve helecanlı devrele rini yaşıyor. Mecliste kıskanç bir hürriyet ve istiklâl havası var. Hı^lk korku içinde, imanı pek de okrudar kuvvetli değil, Yeni milli ordu vazitesini yapıyor. Bin bir türlü müşkülle, engele, maniaya karşı düran Mustafa Kemâl azmetmiş, hakkına, zekâsfna, şansına güvenerek büyük bir imanla, ince bir siyasetle, kah ramanca,çalışıyor. Milletin, vatanın, Türk tarihi ve istiklâlinin -bütün ümidi bu A-nafartalar galibinde.
Ondan sonra yine geldim, çok geldim. Zaferin, inkilâbın, ihtilâlin ı\asıl yapıldığını, nasıl yaşamldığını, p^ısıl idare ve devam ettirildtiğini de gördüm. Hükümetin siyasetini muvafık bulduğum, alkışladığım zaman mükem'mei bir suret te. hakiki bir vatandaş, tam bir inkilâp-cı, kuvvetli bir millici diye karşılandım. Fakat kanunun bana verdiği haktan is -tifade ederek fikrimi, doğruyu, hakikati olduğu gibi söylediğim, yazdığfm, itiraz ettiğim ve tenkit eylediğim- zaman der -hal kötü kişi loldum. Namus ve haysiye-timde^ şüphe edildi. Vatan, ve inkilâp düşmanı diye hapislere alıldım, istiklâl mahkemelerine yollandım. Elâzizi boyladım. Sonra da senelerce hükümet adamlarının, fırkacıların nefretini, aleyhdarlı-ğrnı. düşmanlığını çektim.
«I «
Son defa Ankara'ya geldiğim vakit solğuk, kar, yağmur insanın hayatını daha ziyade sıkıyordu. C^ımlı ve kederliydim. İresi istasyona yaklaşırken sol ta -raf pencerelerinden Ankara'nın yeni şek iini, manzarasını şu sabahın ferahlığında bir kere daha seyir etmek istedim. Fjakat ahenksiz. İst ilsiz, proğramsaz vücutla gelen yetti binaları, rrahalleleri bezenmedim. Caddeler, parklar, heykeller hoşuma gitmedi. Sefil otobüslere teessüf et İtim.
Yarabbi, burada mı yaşayacağım? Yeni Ankara’nın, ruhta dimağı zevki okşayan, ferahlatan biç bir yeri, hiç bir şe-
1887 - 1945
yi yok mu? dedim.
Ümitsizdim, canım sıkılıyordu. Birden bire karsıma Elma Dağı çıktı. Istpş-yett civarından o bembeyaz, muazzam, asil, vakur, mütevazi dağı gördüğüm, tekrar keşfettiğim bakit içime büyük bir sevinç doldu. Artık ierahlamış’.ım. Ümit ve itimadım başladı. Elma Dağının b,endeki teshi pek kuvvetli, büyük...
— Oh., işte. Türkün. Anadblu'nuıı ulu timsali.. Türkleıe bekâret, saflık, temizlik, asalet ve kuvvet mefhumlarını veren, hatırlatan, sevdiren koca dağ.. İşte ta uzaklardan uzun, geniş, beyaz hırkasına bürünmüş bize bakıydr. Şu bir avuç millici, ink lâpçı. Cumhuriyetçi Türkü kendi öz evlâtların,ı seyir ediyor. Bunların babaları ta Viyana, kapılarına. Cczairlerc. Yemenleıe. Kafkasla'ra ka dar gittiler. Koca Elma Cağını unuttular. Şimdikiler bin -tiiHii rracefttdarı. kahramanlıktan inkisar ve felâketten soma yine ana vatana. Anadoluva sığındılar. İşte ana vatana, Anadcluya sığındılar. İşte şuracıkta, yine hep o Elma dağının jyanı başında, ta eteğinde yeni battan kuvvetli ve medeni ibir cumhuriyet kuruyorlar. Elma dağı bizlere asalet, tevazu, safiyet verecek. Daha doğrusu biz tonjdan gidip bu mukaddes ve yüksek dersleri almalıyız.. Hiç oımazsa günde bir an cna,bakıp ahlâk,ımızı. imanımızı, s^çiyemtzi kuv -vetl en d irmeliyiz.
* »
İşte bu fikir ile yavaş yavaş şehre girdim. Berbat bir Belediye, zevksiz bir yenilik, san’at görmemiş bir [yer, çirkin bir muhit. Eski kısımlar belki ihtiyarlı-yarak kendilerine bir bususi renk ve şekil vermişler. Fakat o yeni yapılan caddeler, binalar, teşkilât? Acab biz Türk-ler bu kadar da san’at ve zevkten mahrum insanlar mıyız? Nerede Türk mimarisi Türk medeniyeti? Anjcaramızda kaba bir kopyacılık, çirkin bir Belediyeci
lik göıünüyor. faşları, duvarları bırakalım.. insanlara bakalım:
Gülen, eğlenen, memnun olan yok gibi. Acele eden, koşan, bir canlılık gösteren yok. Herkes sakin, uslu, adeta ürkmüş ve keyifsiz. Çalgı yok, türkü yok, danjs yok. eğlence yok... Kızlar, kadınlar az. siisaüz. korkak, aşksız ve şehvetsiz.. ■.Nerede gençler? Yok. yek, yok... Ne yazık..
Ya işçiler? O zavallılar çok da se -fij. pek hiç...
Nerede münevverler? Darma dağ -nık. Ya birbirlerini tanımayanlar, ya çe-kemiyenler. Hepsi mekteplerinde aldık -lan deısler ile kalmışlar. Çünkü mem -tekellerinde, hayatlarında görmüşler ki yüksenşek için, yaşamak için ilim değil iltimas lâzım. Heyhat..
Memurlar, zabitler. Onlar da sabalı-tap. akşama kadar meşguller. Çalışıyor -lar, yoruluyorlar, ihtiyarlıyorlar. Bir lokma ekmek için. Başka gaye yok. Ya iş adamları, tüccarlar, mühendisler, sanatkârlar? Onlar da memurlar gibi beş para için uğraşıyorlar. Hele şu İktisadî buh ran... ah kanunlar, bankalar, kredi, para para...
Pek alâ ya mebuslar. vekillef, politikacılar? Fikir, iman, inkilâp ve siyaset adamları? Onlar nerede? Hani gazeteler. makaleler, münakaşalar, tenkitler, matbuat hürriyeti? Hani mecliste nutuklar. itirazlar, muhalefetler? hani cemiyetler. sendikalar içtimalar. seyahatler, kavgalar. propagandalar?
Yok, yok. yok.. Ne yazık değil mi?
Öyle ise ne var? Bir kerre elanı görelim.
Şubat çıkmış. Mart da sonuna gel • mişti. Ankara'da dikkate şayan iiç şey var: biri Leylekler. Binlerce yıldanberi bu memleketin sadık, devamlı misafirleri. yok belki hakiki sahipleri. O güzel Ve ince mahluklar, terbiyeli ve kanaat sa -hibi kuşlar. Bizlere hiç de itibar etmi -yor. yüzümüze bakmıyorlar. Bir lokma ekmek için birbirlerine fenalık etmekten çekilimden, adeta zevk alan insanları onl^r zaten çoktan anlamışlar, tanıyor -lar.. Nefretleri pek eski. İnce, uzun güzel Leylekler. Ankara'nın yegâne güzellikleri, hakikî san’at eserleri. Ankara'ya en samimî, ejı hoş renk ve şeklini siz veriyorsunuz.
Pa.rapızlık ve hürriyetsizlik devrin de bize kanaatinizle, serbest hareketle -rinizle ne kadar büyük dersler, misâller veriyorsunuz bilseniz.
— Tak, tak. tak. Leyleklerin, bu heyecansız ve kuru seslerine karşıda imalâtı harbiyenin yeni muayene edilesi mit-ralyözleri cevap veriyorlar: Taka, taka, taka...
t
• •
Bir de başımızdaki Leyleklerden maada ayaklarımızın altındaki ölü ke-
w
iniklen, .1 ürk■ kafa taşları vaı.
Her yerde, her atsâda, fıe’r .çıkakta, her temelin yanında, ezcümle Türk Ocağı sarayının her bir tarafında,... Kaç yüz. bin kırık, bcızuk, dökük kemik, lnsaıı kemikleri. Kaç tane kaıfa tası yarabbi? Bütün bunlar bizden mi. bizim mi? Dünkü Türkler, analarımız, babalarımız, kardeşlerimiz mi? Bak küme küme... Ellişer, yüzer bir araaa. Her halde bunlar teker teker ölmüşler, gömülmüşler. Fâkat sonra.. Müsavat. Evet mezar, ke-l
mik, sefâlet arkadaşlığı, birliği. ıHer yeni cadde.he/ yeni bina bunları tekrar meydana çıkarıyor, birbirlerine karıŞiırfyor, eşitleştiriyor. Acaba şu 'biçare, kemikler, şu snrıtgşı kafadar kimin? Erkek mi, kadın mı? Genç mi, ihtiyar mı? Zengin mi, fakir mi? ^Hayat.tamnaa neydiler, kimdiler? Mes’utmu yaşadılar, yokjsa bedbaht mıydılar? '
Her |ıalde bahtsız insanlar olalcak, hem de; pek çifte bahtsız. Sanki hayatlarında çektikleri kâfi gelmıyoımuş gibi, işte hatta öldükten son,ra şimdi bile sürünüyor, hakaret görüyor, sefil ve perişan oluyorlar.
Nerede belediye, hürmet, riayet, insaniyet, medeniyet? Nere'de gazetelerin-yalancı metleri, nerede bu acı hakikat?
• * /
Ankara’nın üçüncü hususiyeti de kedileridir. Ben kedileri pek severim. Fakat buraya geldiksen sonra, bu sefer. Onlardan nefret ettim. Bir defa o meşhur, cinsi asil kediler kalmamış. Hani ya şu bir gözü ye.şil bir gözü sarı kediler...
Bununla beraber şehir kedi dolu. Adi. pis. sevim'siz hayvanlar. Bunların yüz-cüe doksanı erkek, an,cak on tanesi dişi diyorlar. Netice malum. Gece oldu mu ta sabahlara kajdar damlar, kiremitler, bir zanpara hücumuna uğruyor, bir aşk muharebesi başlıyor. Gürültüden u-yumak, rahat etmek ne mümkün..

* * f
Haziran ve Temmuz geldi, istasyon kalabalıklaştı. Para b'.ılan, bir izin ko -paran kendini hemen îsta,n>bura atıyor. iGidena’e Ifelaş. memnuniyet, saadet var. Teşyicileri'n gözünde ise İstanbul’un has reti.. Hele trenin yürümesi için Son çan Jçalmâğa başla,Bi mı kalanları bi’r hiizim •bir kederdir kaplıyor. Uzanan eller, sallanan mendiller giden yolcuları değil, İstanbul’u selâmlıyorlar İstanbul kal--lerde, fakat kalpler gamlı...
Gardan şehire dönerken Boğaziçi. Adaları herkesin akimda, gönlünde. Deniz aşkı, hava tebdili, su ihtiyacı... Ya kadın, ya aşk?
Ne yapmalı? Bu sıcakta balık istifi \gibi bari trenlere veya otobüslere binip JCayaş’a, Gazi Çiftliğine gitmeli. Vakıa fKayaş m ağaçları, gölgeleri, serinliği ıvar. fakat tatsız..
Marmara, çiftliği fena değil. He. halde bir kaç sene sonra çok iyi 'olapak. hele bir ağaçlar büyüse» gölge verse.. .Hiç olmazsa orada manzara va;r. medeniyet var, insan memnun oluyor. Gazi’-
HAYATJtM İÇİNDEN :
0, kectâsi için bir
Büyük hikayecimiz Sabahattin Alinin «Bir Aşk Masalı» bana yine kendisinin anlattığı, İspanyaya ait bir hâdiseyi hatır lattı:
Kahramanın cesedi önünde cumhuriyetçi İspanyol savaşçılarından bir grup toplanmış, o harikulade adamın hayat: hakkında şeflerinin heyecanlı sözlerini dinliyorlardı. Şef diyordu ki:
— Onun kahramanca maceralarını benim kadar siz de biliyorsunuz. O. bu dâva için her şeyi yaptı ve görüyorsunuz ki, bu uğurda hayatını da verdi. Fakat onun asil büyüklüğü ve harikuladeliği nedir biliyor musunuz? O, bu davanın ba şansından kendi şahsa için hiç bir şey beklemiyor ve istemiyordu!...»
İnkılâpçı saflarda savaşanların «mo ral»i işte böyle bir irtifâa yükîelabilmeli-dir ki. halk kitleleri sosyal mücadele saflarına katılmaktan kendilerini atamasınlar.
ye dua ediyor. Uzaktan Ankara’nın gö rünüşü ne kadar ,da güzel.
Uzağa gitmek istemiyenler Büyük Millet Meclisi bahçesine k-bşuyor. Uzun, ■küçük havuzlarda bir az su görünce adeta ferahlanıyor, memnun oluyor, kendilerini aldatıyorlar. Fakat bu havuzların verdiği saadet de çok sürmedi. Sıcaklardan, sular tükendi, kurudu. Biraz su yüzü görmek içfn Cumhuriyet bahçesinin küçücük fıskiyesinin etrafında dolaşmaktan başka çare yok. Zavallı susuz Ankara'da oturan. İstanbul lular. Hani sizin sularınız, deniziniz, Boğaziçiniz?
Of... Ses yok. seda yok. Şu bahçelerde gezenler hiç de mi konuşmuyor, gülmüyor, bağırmıyorlar? Gençler k:r-ti etmiyor, çotuklar oyıamıyori Bu ne hal? Neye bu durgunluk, biraz da ma nasız terbiye? Ses. hareket, hayat lâzım değil mi? Sanki bütün bu kalabalık gölgeye, suya, serinliğe susamış. Halk bir sinema filminde gibi dilsiz...
Nihayet bir bando bahçeye geldi. Meclisin taraçaısına yer,leşti. Bir takım yerli ve ecnebi havalar çalıyor. Aman yarabbi, uykum geldi, içim sıkıldı. En ahenkli, gürültülü fokstrottan bile birer ninni gibi esneye e.sneye çalıyorlar. Zavallı orkestra, zavallı halk.
Ağustos: TnhtakuVularm hücumu. Şehirde su yok. Eski çeşmeler akmaz eldu. Halk susuzluktan kırılıyor. Ellerinde tenekeler, testiler bir sürü çoluk çocuk saatlerce kuru çeşmeleirin ettrafınd’a- nöbet bekliyorlar. Sonra da diyorlar ki Yeni-şehirde su pek bolmuş, yollar sulanıyor, hususi bahçelerde fıskiyelerden suja: fırlayormuş. Fakat o su, şı» çeşmelerde iztirap çeken fakirlerin kimsesizlerin ha’kkı.
Ah, Şehremaneti!.. Hani,halk bu me mieketin efendisi (idi? Niye yalnız bir semt suçlan istifade etsin?
Bak yüz yıllık Anka/a’lı ana kadın ne diyor: j
şey istemiyordu..
Herkes bilir ki tarihî hâdiselerin olgunlaşmasını çabuklaştıran da. gecikti ren de fertlerdir. Bu hâdiselerin olgunlaşmasını. çabuklaştıranlara tarih, «kahraman» geciktirenlere de hain, bozgun cu beya oportünist» demiştir .
Hain, kendi şahsı menfaat kaygılan içinde bocalayandır. Kahraman ise on lan hiçe sayabilendir.
Herkes inancı kadar savaşabilir. İnanmak, milletlerin sosyal kurtuluşunun temel taşıdır. Hem inanır görünmek, hem «aksiyon» larm seyircisi kalmak maskaralığın tâ kendisidir. Ve. işte o adamlardır k. inanır, ama kuş tüyü yataklar di kenlik 'olur. Saflarına katıldığı davanın başarılmasından kendi şahsına hiç bir şey beklemiyen ve iste.miyendir ki. ona «inanmış adam» denir ve illâ o' ya bir madrabaz, ya bir «sosyaj mücadele bezirganındır.
Adiioğlu
Sus Oğul, «us. Yerin bile kulağı var...
Peki sus amn bak işte susuzluktan âiem kınlıyor, helak oluyor. Kimse şi -kâıyet etmiyor, herkes korkuyor. Hakkını istiyen. yok. Susuzluğa, beledfyesizliğe hdrkes razı. Doğruyu söyledin mi henıeıı muhalif, haris, hajn oluyorsun. Halk susuyor. bari onlar vazifelerini görseler, iş yapsalar, bu memlekete biraz medeni -yet, biraz rahat, biraz adalet getirseler.. Onların, olsun büyüklükler, makamlar şanlar, şerefler....
Fakat şu Ağustofc'tıa biraz su isteri/ efendiler, biraz su.. Kdrbelâ...
♦ * •
Yarabbi, nerede Elma dağı? Hani-ya? İşte şu şehirden şimdi görünmüyor bile. Hani biz her gün ona bakarak velev bir dakika olsun kalbimize, dimağı -miza yeni, yeni -asalet, Üevazu, bekâret ve kuvvet hisleri, dersleri alacaktık? Fakat işte aksi gibi o da görünmez oldu. Görünse bile artık karlan erimiş, dünkü beyazlığı bozulmuş, bekâreti kalma -mış. Ne yazık değil mi?
Artık içlerinde enıtrilçaları donen, haysiyetler kınlan, hasis menfaatler te -min edilen, idealizmin inkisara uğradığı, bizanslılık dolu asrı, zengin zevksiz binalar meydan^ çıkmış, vücuda gelmiş, büyümüş, yükselmiş..., ,
Hatta bkadar yükselmiş ki, artık şu kocaman Elma Dağı bile görünmüyor. Silinmiş, kaybolmuş, âdeta un,utulmuş. Vah zavallı Elma Dağı.. Daha d'oğrusu asâlet, bekaret. büyüklük hislerinden, derslerinden, istifade edemediğimiz için vah zavallı bizler....
Demek bu sefer de Biza,ns. o mağlup ve mel un Bizans yifıe içimize girmiş, yine bizi eline almış, yine bize Elma dağımızı unutturmuş, göstermiyor...
Fakat nerede ideal, nerede in ki -lâp?
Suphi Nuri İLERİ
4
TENKİT
Bıı yaz» İstanbul t'niverRİteal Amme Hukuku Doçenti Dr. Hecni Okandun’ın «Devletin Men «el» ;»(lh eseri hakkında bir tenkitidir.
Buy Rtval Okandnn’m «Mert üzerinde dur-mnk ihtiyacını duymaklığım, lesorde orijinal bir taraf bulamamış olmamdan çelmiyor. Eser, ne yazık kİ ortaya orijinal hiç /bir guriis atmamakta. mevcut devlet doktrinlerinin her birinden birer parça almak suretilo en doğru devlet tel-Ipklsinin ortaya atıldığı ümidi esere haklın bulunmaktadır. Buy Rec-fii Okundau’ın eseri, /fikir hayatımızın son e -40 yıldanberi yaytlnus bulu nan telifçilik temayülde, metod bakımından pür, muhteva bakımından mütecanis, ve mahiyet itibariyle orijinal neticelere ulaşamamamı durumunun ;on iyi bir örneğini teşkil ediyor-*: Bay Okan-dan fikir tarihinde devlet hakkında söylenmiş başlıca teorileri toplayıp hülâsa ettikten sonrıı. kitabın İkinci .bölümünde bunlunu tenkldlerini yapmakta ve nihayet kendi «yahşi görüsünü» belirtmektedir.
Fikir hayatında her muharrir kendi kendine ve okuyucularına karşı şu suale cevap vermek zorundadır
— Metodunuz «nedir? Bu Suale, kendi ken -rllmi z e cevap vermeğe mecburuz. Mesule etrafında okuyucularımızı da aydınlatabiliriz. Fakat bu, .şart (değildir. Her muharriri metod hakkında kitap yazmağa, zorlayanlayız- »ıısen metodumuz daha İlk eserimizde kendini gösterecektir. Asıl fena olan şey muharririn ^metodunuz ne -(lir?» Sualini kendine karşı açıkça, kesinlikle cevaplandırmamış olmasıdır. Bununla beraber bu h»J bile SmetodMiızluğa İşaret değildir. Zira temayüllerimiz bizi kendiliğinden bir metoda sü-ıekler ve vazih bir metod idrakine (malik olmasa, bile bir met od içinde bulunuruz. , ıMeşele metodu (muzun tenkide tâbi tutularak sınırlan -dini masıdır. Bay Okandan’ı bu -bakımdan He alınca, metod meselesinde kendisini tum bir kararsızlık /ve karışıklık içinde bnluyoruz: Manacı ve Maddeci bütün doktrinler birer, birer cerhe -dilmekte; kitabın sonundu, bn cerhedilmlş teorilerin herhirinden birer parça almak suretile bir «yamnh bohça» imal edilmektedir. Her nekadar bütün büyük mütefekkirler metodça tanmmlle sağlam kimseler iseler de her muharririn bir dâhi oltrtaeını isteyemeyiz. Fikir tarihinde telif-çiler, vanf belli başlı İki (man«çı ve maddeci) metod arasında kaJmts olanlar pek çoktur. Me-todça pür loimak şart ile muhtevada telif yapa -rak iş görmek mümkündür. Marx bunun en iyi mUalidir: Ananevi sosyalisin cereyanını «sınıf mücadelesi», «Kıymet fazlası» teorilerde kaynaştırmak ve cihanşümul, koskocu bir sistem haline getirmek hususundaki muvaffakiyeti metodunun kesinlik ve «pür» (lüğünden geliyor.
Fnkııt bunun aksi yani metodça telifçi kala-rak hiiyük İş görmek -asIA mümkün değildir. Metod nn«ia kararsız, bulunun adanı bir neticeye varmak için lüzumlu olan '«Yol». dan mnhrumdıır. O, dolma yurümuğ**, fakat aslfl varnıamağa mahkûmdur. Bu yürüme 'sırasında bir şevler yapılabilir: Bıı yapılanlar, bütünlük, mütecanislik vasıflarından mahrum dağınık Reylerdir. Bay Oltandan, metodça teJlfcJdlr:
Tellfçllerin çoğu, hemen, ht-no-u lıopsi mana-»•i dünya görüşünden gelir. Onlard». nemacı metodun f*kifay*e4sizliğini sezmis olnvık durumu bir taraftan; un'anenln tesirlerinden kıırtpl&mava -rak maddeci mciodtan korhımık dururu:* öbür irattan. hâkimdir. Bn İmkftnHir hal kıırMsındn «bitaraflık» tavrını takınmaktan başlat (are kal-nwz. Bitaraflık meselesini* utdince hu hıiHiıstn tekrara dürmemek için Gün*ün 10 eu sayısında çıkan «Antoloji» 'adlı k’*uı yazımi/u bakılnıııstm ric:v ederim. Herhalde metodu» tc’lfeillk fikir hayatında tenakus üstüne temıkiıs \ ar.ıtnuılıtan başka hiçbir netice vermez. Cemiyetimizin şark tan garba intikâli devresinin yarattığı »os.vâl
kararsızlık her nalında olduğu gibi .fikir pahasında da kendini göstermiştir. Ancak biz tanzinıat-tan beri başlıyım bu intikalin bu gün artık bir istikrara ulaştığına inanıyoruz, .farklı haleti mâliyeden gelenler but* fikir hayatında, idealist ve mistik 'temayülleri benimsiyor veya trllfçl o-luyorhu*. Bu suretle şarklılık (mistiklik. veya metodsuziuk yani telifçilik) garp cilâsı altında devimi eder: Devlet probleminde ya Murx ve Lenin •tarafından ortaya atılan realist metodu veya, meselâ HegelMıı «devirt olmayınca millet olma?.» şeklinde ifade edebileceğimiz, en ufak bir tenkide dayaııamıyan görüşünü bcnhnseye -rrk hu hareket noktalarından orijinal sonuçlara
ulaşmak mümkündür. Bay Okundan İster maddeci, İster man acı olsun bütün ınetodlaıı reddettiğine ve telifçiliği de herhalde — asıl metodu bu olmakla (beraber — kabul etmly eccğlnr göre kendisine şu suali sorabiliriz^ Metodunuz nedir?
Haşan TANRIKUT
«Sosyoloji Asistanı»
İLHAM FERİSİ
Evimiz fabrika yanındadıı.
Yattığım yerden görürüm fabrikanın simsiyah ve uzun bacasını..
Hiç gitmez kulaklarımdan fabrikanın uğultusu ve burnumdan
fabrikanın kokusu...
Bütün işçileri tanırım.
Bütün işçiler beni tanır; Bazaıı tavla oynarız
Deftardaki Bahçeli kahvede;’*;
B^zan şiir okurum onlara.
Ben okudukça onlar coşar.
«Yaşa, varol!.» derler bana.
ben coşarım...
Onların bana verdiği mevki, onların ban ı gösterdiği sevgi bence bin kat değerlidir . Nuru İlah Ataçların vereceği mevkiden ve sütunlar dolusu methiyelerinden.
Fabrikacım
simsiyah . e uzun bacasında binlerce mısra gizli..
Behçet Kemal'ler,
S. Tnrancı’lar göremez bu mısraları;
Bu mısraları ancak işsiz kaldığı günler fabrika bacasına baka baka uyuyan kulaklarında fabrikanın uğultusunu.
burnunda fabrikanın koşunu tanıyan ve işçiler arasında ya'jyan benim gibi şairler görebil!-.
Bu mısralarla gençleşti kafam. Bu mısra’aıla örtendim ben I şiirin ne
ve şairin kini olduğunu;
Bu mısralarla ben işçiler: sevdim.
İstemem ba«ka bir İlham Perisi.
Bu mısralarla öınürümün sonuna kadar şiir yazabilirim.
S^brt SORAN
S İNAN
9 Nisan 1946, Türk mimarlık dehasının büyük mümessili Koca Sinan'ın 358 inci ölüm yıl dönümüdür.
"Gün,, bu büyük sanatkarı yetiştiren milletimizle bir defa daha gurur duyar.
ÜCRETLİ İŞ GÜCÜ: Kapitalist cemiyette, ça-itfan insanların, iş kuvveti, emtiadır. İşçiler, istihsal aletlerinde n(makina-ham madde) mahrum oldukları için, yalnız sahip oldukları iş gücünü melağ gibi satmak mecburiyetindedirler. Çünkü, yaşayabilmek için, başka çıkar yol olmadıkına göre, istihsal aletlerine sahip olan kapitalistler hesabına ı alışırlar. Kapitalistler de, amelenin iş gücünü istismar gayesile, satın ahrltır. sermayedar nircmında. sermayenin terakümü : Çalışan insanların is giicünü sarf ederek. yarattıkları artık değerlerin, üst. üste yığılmasından ibarettir. Kapitalistler, ellerine geçen kârların, bir kısmını biriktirmek, mecburiyetindedirler. Çünkü, aralarındaki rekabet daha fazla kâr hırs; ederindeki istihsal aletlerinin gelişmesini. ve genişlemesini emri vaki haline koyar, Fantin içinde sermayedarlar hu biriken parır:-, tekrar, istihsal aletlerine yatırarak, neni makinalcrla iş gücünün verimini arttırırlar Ve bu suretle, istismar derecesini yükselterek. pazarlarda rakiplerini yere sermeye çalışırlar. Ayni zamanda, genişleyen, istihsal, kuvpe.t ve kudreti, bünyesinde taşıdığı tezatlarla. şu halleri yaredir. Pir taraftan daha çok iş gücüne ihtiyaç hasıl olurken, diğer taraftan, mükemmelleşen makinanm bir çok işçileri işsiz bırakması da zaruridir ki. bu yüzden bilhassa, kapitalist cemiyette, -aman, zaman kanan halinde olaydır.
iktisadi bukran, geniş mikuasta işçlieri issiz bırakır, açlık,] se falet, caddelerde yüzer. Sermayedarlar arasındaki. daha fazla srrma-neue sabin nlabiltnek için, yapılan rekabet, hu neiiceıere varır :
REKARET: Sermonedarlor arasında mücadele durmadan devam eder. Rekabette galip gelmek ve fazla-kâr çıkarabilmek için, sermayedarlar idlerindeki leknıai ■ rasyynalize, standardize etmek bıı surette de isçileri, fazla istismar edip, müe s S'-.elerinin .•■.'.••?/ kjıdretini yükseltmek zarupdadıı r. aksi takdirde yıkılmak iflâs etmek mukadderdir. nitekim, bu mücadelede, küçük sermayedarlar mahvolup, ortadan kalkıyorlar. l'iiyüklerin de o nisbette zenginlikleri artıyor, infiratçı sermaye devrinde yani emperyalizm sa f hası u!e mücadele daha fazlalaşıyor ve keskinleri yor. Turada, yalnız, büyük senniye ite, kiiçük s rmaye arasında, geri makine ili-, mükemmel makinası olanlar arasındaki rekabeti değil, aynı samanda tröstleşmiş, kartelleşmiş. muazzam kapitale tabi olmıyanların, bu inhisar karşısında, ezilip boğulduklarını görüraz.
★ ★
1.
5
KO YUN
Münazaralar I
Eğer bir Maltız keçiniz olsaydı ve bıı keçi kuluçka olsaydı.
— Keçi de kuluçka olur mu, demeyin. Keçi değil katın bile kuluçka yaparlar. Olmaz, olmaz deme, olmaz olmaz. Bu dünya âlemi imkân dünyasıdır. Hele iş üniversiteye düşerse...
Ve işte bu kuluçka keçinin altına yirmi tane Hindi yumurtası koysaydınız. Çıkan civcivlerin kaçı horoz, kaçı tavuk olurdu?
Siz bunları deli saçması sanırsınız; belki de haklısınız, kim bilir?
İşte bu ve bunun gibi meseleler şimdi üniversitemizde münazara mevzuu ol m^ıya başladı.
— Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan.
— Hoppalaaa. demeyin. Üniversite için bu çok. hem de pek çok önemli bir meseledir.
Amerikadan. kullanılmış elbise id-hali bahis mevzuu olmuştu da bütün mü nevverler hep birden ayaklanıp, bu işi millî bir izzeti mefi-s meselesi haline getirmişlerdi. Nerde o münevverler şimdi.
Taaa Grek medeniyetindenberi kul lamla, kullanıla, yıpranmış, köhneleşmiş, miadını ahırlarca evvel doldurmuş böyle bayat, küflü, yamalı fikirleri mal bulmuş gibi kapmak, millî gururumuzu kıtmıyor mu. Kafamız vücudumuzdan daha mı e-■hemmiy etsiz?
Bu fikir cesetlerini ihyaya uğraşanlar. yalnız İsevî mucize değil, güzel melodram da oynuyorlar.
Celebi böyle olur bizde de...
Bu münazaralar danışıklı dövüşe ben ziyor. Münazaracılar yalancı pehlivan uibi birbirlerine saldırıyorlar. Siz bana daha evveldjen bir münazara, mevzuunu söyleyin, ben size kimin kazanacağını söyliye-yim.
Çocuğu anası mı doğurur. babası mı? yahut bir hadımın çocuğu olur mu, olmaz mı?
Kazanması zarurî olan taraf diliru yutsa yfne kazanacak. Kazandıktan sonra da bu işi tertip edenlerin ağızları kulaklarında. koltukları kabaracak.
—- Kaba ram azsın....
Bizim aktüel ve kendi meselelerimiz var. Biraz cîsun başımızı kendimize çevirelim. Böyle danışıklı döğiişlere gençliği alıştırarak iplikleri ve sopaları bir elden idare edilen kuklalar haline getirenlere bir münazara mevzuu dia Bren vereyim. Bakalmı içinden çıkabilirler mi?
«İhtimaldir padişahım, belki derya tutuşan mı. tırtusmıya mı?
Aziz NESİN
Bir zamanlar iri ağaçlı, uçsuz bucaksız bir ormanın kenarındaki çayırlıkta, başında çobanı ve köpekleriyle, bir koyun sürüsü yaşıyordu.
Çayırın otu her zaman bol ve taze, kenardan akan derenin suyu bol ve te -mizdi; yazın gölgesine yatacak bir kaç gür yapraklı ağaç, kışın soğuktan kaçıp barınacak kuytu bir maiğara. sürünün ra halını tamamlıyordu.
Ama boyunların keyfi yolunda de ğildi. Çobandan şikâyetleri vardı. Saka İma kır düsmive başlıyajı bu adam, sa -'bah*an eksarrn ’• V bmvırda uzanıp u-yuklar. arada bir kavalını üfler, köpek lere bağırır, gene uykusuna dalardı. Ko yunlann sifdünii sağıp içebildiğim içer, içeıııediğini -satar, canı istedikçe bir kuzu ke.sip kebabeder. yahut bir koyun boğazlayıp kışa kavurma hazırlar: iki üç haftada bir gelen celebe en yağlı k-oyun ları kuzuları satar, sonra göne yatıp uy kuşuna bakardı. Hepsi bir tarafa bu celebin elfne düşenlerin eninde sonunda kasaba varacaklarını bilen koyu(nlar. kan lı gözlü herif her göründükte korkudan titreşirler, birbirlerine sokumsurlflT. karsı kovmayı akıl edemezlerdi.’ Ne yapsınlar? Bu dünyanın düzeni böyle idi.
Ama boyunların arasında bıı ise bir türlü akü enniyenler. günün bîrinde bıçak altına yatmak korkusiyle va-amak -tansa bu isi brr kökün-d'-n halletmek is -teıyenler türemişti, gündem vüııe de bunların sayısı çoğalıyordu. Meselâ bütün sürü kendi halinde otla- gülünürken aralarından gözü kızmış bîr koç fırlıyor, çobanın kaba etine bîr boynuz yapıştırıyordu. Çoban onun peşini kovalayıp köpeklerin yardımı ile yakalasa, bir ağaca s>m sıkı be-'layıp ilk »elen celebe bu âsi havvanı tes'im etse bile, bu-bal öbürlerini lyıMıvmıva yetmiyor. «Sonıı kasaba git -mek olduktan sonra, bugün c- bir. yarın da bir!» dîyip boynuz savuran koyunla-rm savını «ri’rdı-n «üne artıyordu.
Eh. koyun diyıp .geçmtyelim. Onla -rın içinde de ne koçlar, ne yiğitler varıdır. Dünya kuruldu kurulalı bütün köyün iar çobanla, kopekle yaşamadıle^r ya! iOnlar dU bir zamanlar kasaptam .eeîsp-ten. çcbandan köpekten habersiz, yiye I j çeklerini kendileri aıayrp bulurlar, düşmanlarını kendi semt boynuzları ile yıl -dırıp PEaçmmaKU;
Ama oniarnı yağlı etlerine göz dikenler. südünden yağ ile peynir, derisin den kürk ile çarık ytapaıılajr. her şeyden . önce koyanları, çobansız kalırlarsa kurdun kuşun şikârı olacaklarına, kendi baş lalına açlıktım öleceklerine marrd'ırdılar. !Bu böyle sürüp gittikçe koyunla1»- da kem İ dilerine inanamaz, kuvvetlerine güvenemez oldular. Sap'dılar ki, çobanın onları | canavardan koruması, önlerine brr hitam
Y
SABAH
ot atması, yumuşak etleri için değil, kara gözleri içindir.
Ama dediğimiz gibi yavaş, yavaş koyunlarjin aklı basma gelmiye başladı. Çobanlar da günden gün^e kötiileşmişler-'di. Hele bu sonuncusu iyice dalgacıydı. K eyf im'd,m. rahatından başka bir şey düşünmez. sürüye canavarlar saldırınca, eski çfobanlaır (gibi sopasını kapıp köpekleri peşine katarak onlara karsı koyacağı yerde, bir kaç koyun kuzu atıp başından savmağa bakardı.
Günün 'birinde bitişik ormandaki yabani hayvanlar, canavarlar birbirine «irdiler. Çünkü o seme kış sert olmuş, kurtlar, ayılar yiyecek bulamayınca az -mışlardı. Onların ulumaları, kükremeleri “ütünün bulunduğu cavıra kadar gelince koy unlarla beraber çoban da tir tir titriyordu. Bıı aralık, ormandaki kavgadan yaralanıp kaçar yahut açlıktan pek zebun düştükleri için ka’vgaya katılamıyan brr kac sıska kurt ormanın kenarına sığınmışlardı. K'drkudan şaşırmış kavunları görümce: «îs’e pisimize gc-re düşman! -diverek ileri atıldılar. Ama canavarların km kırmızı a-cılpn ağızlariyle iri dişlerini «örünce kovunla» -‘sin şakaya gelmîvec.e-ğ’nı anladılar. Köçekler de. kovunla» elden gidince kendrleririn ııç kalacaklarını diisünün «avrete geTdiler: hep bem • ber bu sıska kv-t'ıiTa saldırdılar Koçlar baslarını öne eğiç iri bovmuzlnrh-le canavarların üstüne yürürlerken, könekl'-» de bir hayli havlayıp gürültü elliler. Zaten dermansızlıktan dört arakları üzerinde zor duran ac ki'rtların hö kaçı gerisin gerive ormana Kaçtı öbürleri cansız yere serildi.
Bu sırada saklandığı yerden çıkan çoban, sopasını aavura savura tekrar sürünün başına geçmek isteyince koyunlar akıllarını başlarına topladılar. Kasabı, celebi hatırladda:. Köpekler de onun sopasından kurtulmanın ve koyunlarla bas-başa kalmanın sırası geldiğine hükmettiler. Hep birlikte çobanın üstüme vürüdü-
• ŞUNDAN
ATOM ENERjtSİNİN. SİVİI. HAYATTA KULLANIIJ1ASI İÇİN TETKİKAT YAPILIYOR
Atom enerjisinin sivil hayatta istimali huşu*. ındft son yapılan ihnî araştırmalar neticesinde, yarını kilo U - 235 inin (Atoın bombasının istimalinde kullanılan Ur*niuınun bir nevi) 11.400,000 kîlovatlik elektrik enerjisi verdiği, bıı suretle de 1,500 ton kömür veya 250,000 galon akaryakıt veya 80,000,000 m. kiib «yak sun'î gaz veya 4U,006,000 tabiî garın yerini tutabileceği anlaşılmıştır.
MASAL
İN ÂLİ
ler. ödlek çc-ban kaçıp canını zor kur -tardı, bir daha da Ortada görünmedi.
Bu 'kavgadan en 'kârlı çıkan köpekler olmuştu. Hem çayırdaki kurt leşleri -ni, hem de onlarla dönüşürken ölen beş on koyunu yiyip iyice doymuşlardı. Kuyruklarını keyifli keyifli sallayıp uzun, kırmızı dilleriyle yalanarak ortalıkta dolaşmıya. «Gördünüz ya. sizi kurtlar • dan da. çobandan da kurtardık! > diye boyunlara caka satmıya başladılar. Aradan zaman geçtikçe daha da burunları büyüdü; meğer köpekleri köpe.kleten çoban korkusuymuş, çobansız kaiınca ondan beter oldular. Havladıkça kendi ses Ierine hayran oluyorlar; «Köpekleri gayrete getiren, kurtları korkutup kaçıran bu sestir!» diye, ulumalarını yükseltdik-çe yükseltiyorlardı. Üstelik içlerine bir de büyüklük kuTau düşmüştü: yaralı, sakat bir kaç canavarı havlayıp kaçırdık ■ larını «mdıkları için, kendilerinin öyle rasgele köpeklerden olmadıklarına ina -iliyorlar. «Köpek ne demek? bizim de aslımız kurt değil mi? -■ diye övünüyorlardı.
Yavaş yavaş bu kuruntu iıepsirin zili cnini sardı. Koyunlara tepeden bakmağa başladılar. Onların bir kere tadını aldıkları etlerini unutamadıkları için, kenarda "köşede yakaladıkları kuzulan parçalayıp yemeğe, hatta biraz sürüden ayrıları iri boyunlara bile saldırmıya kalktılar. «Binim gibi soyu ormanlara hükmetmiş kalı-ramanlann miskin miskin koyun bekçiliği etmesi ne demek?» diye aralartnda hayıflanıyorlar, tekrar vah-’i ormanlarda ki saltanatlı günlere dönmek istîycTİar -dı.
Kendi gözlerinde büyüdükçe, koyun la.rı daha da küçük görmiye başlamışların. Onlar sadece etlen’ yenecek sütleri •ağılaçak mahlûklardı:
«Biz havlayıp gayrete getirine.ek bu sersemler boynuzlarını bile kullanamazlardı;» diyorlardı. «Yani başımızdaki kocaman orrrfanda bizim soyumuzdan kurt
UNDAN A
ATOM BOMBASININ HUSULE GETİRDİĞİ DEPREM HAKKINDA BİR MÜŞAHEDE Geçen yaz. Amerikan çölünde .tom tee-rubetile husule gelen depremi ölçmüş ulan Har-v.ırd Üniversitesinin bir teoloji profesörü, atom infilâkları ürerindeki telkikatıımı neticelerini bildirmiştir. Geçen sene tapılın tecrübedeki iııfi-lâk, yer sathım 20 saniye sarsmış ve sismoloiiat-leriıı tanımadığı dalgalar zuhur etmiştir : bunların ardında tupr-k zerreleri fır: nnh bir denizin dalgaları gibi hureket etmektedirler: bımlnra ‘Hidrodinamik dalgalar,, demeli.
lar. hattâ şu kırt-ipil çakallar hüküm yürütür, ortalığı kasıp kavururken bizim bu çayırda kuzu gibi yaşamamız ayıp, çok ayıp...»
Köpeklerden kurtulmak çobandan kurtulmak kadar kolay değildi. Bunların hem sayısı çek hem ,dişleri keskindi. Üstelik bir niza çıksa fırsat bilip üç beş koyunu paralayıveyriyorlardı. Bunun için koyunlar. îşin sonıı neye varacak? diye telâş içinde beklemiyorlar. çobanı kovdukları gibi bu köpekleri de defetmeyi /bir türlü gözlerine kestiremiyorl.ajrdı. A-/ma köpekler en sonunda hem kendlleri-/nin. hem de koyunların başını nare yaktılar: Bir gün, daha fazla sabredemeyip, ottnanı zaptetiriiye karışr verdiler. Bu isi kendi baslarına yapamıvacaklarını bildik Teri için koyunları da önlerine kattılar:
«Siz boynuzlarınızla yol açar, karsınıza çıkanları tepelersiniz, biz de etrafınızda bağrışır, size cesaret verir, düşman lan yıldırırız!» dediler. Bu seferin senu hayıfa varmıyacağtnı ileri sürerek katıl -inak istemivemleri. «Alçak, korkak, mis -kin. hain! Sen bizim gibi damarlarında (asıT kurt kanı taşıyan köçeklerle bir aramda vasamıya lâ’.nk değilsin!» diye parçaladılar ve... İştahla yediler.
Ama dalıa ormanın kenarındaki ca-(hlıklarda. dört taraftan üzerlerine saldı-Iran kurtlar, ayılar, parslar, hattâ sırtlanlar ve çakallar süriivü kısa zamanda pe-frişan ettiler. Köpeklerin havlaması ağacıların tepelerine varmadan boğuldu. korunların sıcak kanı yerdeki kıırıı yaprak-darın arasında çabucak k.nvb(>ldn.
Hasta yahut ihtiyar oldukları için bu /sefere katılamıyan dört beş koyunla (bir hayli körpe kuzu, çayırın kenarında-(ki mağarada birbirlerine sokulmuşlar, or ^mandan gelen net sesleri, yürek parala yan melemeleri, ümitsiz havlamaları dinliyorlar. korkudan titresivrrlard’. Sesler kesilince birbirlerinin _ yüzüne baktılar, ormanı zaotetmive giden köoeklerle ‘onların zorla sürükledikleri kovanların ba-şjtna geleni anladılar. Aralarındaki iki ihtiyar koç, ağır ağır mağaranın kapısına doğru yürüdüler, kendilerini beklemek üzere o-rada kalmış olan iki sakat köpeğe yaklaştılar, heııiiz kuvvetini büsbütün kaybetmemiş olan ben Tuzlarını. »imdi karşılarında şanın »askın uluvtan itlerin karınlarına geçirdikleri gibi, tâ /'ilerdeki dereye kadar fırlattılar Sonra l mağaradaki kuzulara dönüp söyle dediler:
■ Bu dünyada çobansız da| köpek siz de ya-anabilirmiş. Ama bunu anlanmak için her defasında bu kadar kanlı kurbanlar verecek -olursak pek çabuk »eslimiz kurur. Ba,ri siz gözünüzü açııı da, ilerde başınıza yeniden itler, hele kendilerini kurt sanan palavracı itler..ıpu sallat olursa, sürüyü canavarlara paralat madan onları detetmiye bakm! .
YİNE BUKALEMUN
-►«aa
Türkiyeyi daima ferdî menfâatinin mihrakımda topladığı, kupkuru kelime -lerderij ibaret basbayağı kavgalara »irdiği ve hiçbif zaman, memleketin geniş köylü kitlesi uğrunda, işçilerin hakkı folunda kavgayı geze alamıvacak kadar ken-dile meşgul olduğu için ancak iğrenilir bu baston yutmuştan.. Cumhuriyetten sonra ona. yıkılmış dünyasının mezarı başın,da ağlamaktan başka hiçbir iş kalmamalıyken. işto 'bekiniz dostlar o, in-kilâp neryl le zihniyetine mezar kazmağa kalkmıştır! fr.kilâbuı heyecan dölü günlerinde kaldırmağa cesaret edemediği 'başını kurtarınca kısılalı sesi yeni T üf-kiyehi’n kuruluş velvelesi arasında eridi: unutuldu! O, bv. iman ve İş dolu kutsal velveleyi kendine siper yapmak; a!radj kaynayıvermek, hünerini; daima şâhsî menfaatla kamçılanan zekâsını kullanarak cidden becerdi!
Sc'nra İttihat ve Tarakkiden inkilâp ısaflarıra: duyuru umumiyeden Cumhuriyet kütse.Ilığına, istiklâl mahkemesin -den inlrilâpcı Türkiye efkârı umumîye -sine... Pu ne korkunç fa/eşa. bu ne anlaşılmaz komedidir?
Namuslu adam, kendi diinvasile birlikte yükselir veva yıkılır.. Bötiin inan -dıklarfnm. bütün bağlandıklarının yıkı -İlgından sonra hemen yeni inançlar ilân edenin nesine inanılır? Fikirlerine mi. namıı»una ‘mı? Bîrlere dindar Akifin. Komünist Nâzrtnın. Ibir de bukalemunun seviye»mi diisiinün!
Gözlerini istilrlfd »avasıpd'a diinva-va «çan. kafanı irkilen heyecanlan içinde kurulan, kendme örnek ve r»hber o-larak Anadolu ihtilalinin yüce kartalını alan n“l»!»mü’iewe’i F.nver sergerdesi -nin artığını, meşrutiyet faciasının bas körükçüsünü rnkünn nartir»! namına söyler ve yazar yörünce inkılâba namuskâ-rane sadık kalabilmek için elb»ı-te ki o-ruın bulunduğu grubn arka çevirecektir! Mademki zaman, irkilâbı '-e Atatürk sevgisini kalplerde bor yön biraz daha derinleştiriyor şu halde «uurisnan Ata -türk nesillerini n»«s bulun l ığ ı tarafta gosmremek" mukadderdir.
Bize yarın: «Dünyası yıkılıp gömüldüğü halde Zati şerif daima yükseklerde dolaştırsa namus satılmış demektir. Her devrin dalkavriğu. her devrin zengini ve her devdin «Üstadı, olan adam eğer Cümhurryetiıı de dalkavuğu, zengin^. üstadı haline gelmişse kabahat inkılâbın kendilerine emanet edildiği gençlerde -dır. Bu ııe" geniş mide ki istiklâl rpah-kemelerinin i mahkûmettiği adam adam kalkın bakalım!» diye bağırınca: kim -ler. biliıor musunuz kimler? İnkilâp
Gençliği onun sözü ile ayağa kalkıyor» İlenmeyecek mi? Fakat, hayır inkilâp
gençliği değildfr onun sözüyle kalkan! O. inkilâbın ruhuna, zihniyetine day,a -nabilmek hakkını taşıyanlardan değildir ki. sözü inkılâp gençliğinin. muharriki olsun! DOĞAN RUŞENAY
w
MA KSİM
GORKİ
Maksim Goıki: mtmıleketiıhude,
yabancı muharriler arasında eıı çok sevilen ve dilimize eı. çok eseri çevrilen muharrirlerden birisidir. Remzi Kitabe » i taraflıdan, kitaplarının yeniden basıl -makda olduğunu işittiğimiz zaman şaşını yoruz. Çünlti Gcrki ,Oıw halkının olduğu kadar, diğer milletler halklarının da «Go'rlci» sidir.
insanlara ktuşı fazilet .acımak gibi bir takım romantik ve riyali hislerle alakayı keserek, insanlara,; insanları, irtsan-r.a sevmeyi 'Gorki öğretmiştir dersek mübalağa etmiş olmayız.
Gorki; çalışan insanları severdi. Çünkü, oran nazarında çalışmak kahramanca bir işti, «işini severek yapan insanlar» onun için hakikî insanlardı. Kendisi de çalışalı ■sınıfın icin'den yetişmiş -ti.
G 'rki. 1869 yılının mart ayında bir boyacı tüccarının kızı «Vasili Kcşirin ile kilimci «Maksim Peşitof» daıı dün yaya gelmiştÎT. Beş yaşında iken babası (nı. dokuz y aşında iken de annesini kay 'betti. Bu zaman, büyük babası kendisini ıbir kunduracının yanma çırak 'olarak iverdi. Burada çok kalmadı, kaçarak bir ■ressamın yanma girdi. Sonra, bir vapurda ahcı çıraklığı ve daha sonra bahcevan ■çıraklığı ya,ntı. Kendisi. .ıhcı başısı ...Smu-Xİ» nin yetr-mesinde büyük tesiri oldu -ığunu. Gogiol. Ospenski Baba Duma ve ı»air rnırharrrrleTİ rmıın lesvfyktvle oku -■duğımu söyler. Pir vaz'sarda. sövle yazlıyordu: «Ferim ’lk h'rleam ahcı ■ Srrmri . İkincisi avukat Lanın- , Kn -
■losni» isminde larım Va-î-î i.îrt -ördüm-riisti Kcrelenl'n'd'ıır Renî-n ü«-ta'b*çı K*o-‘rolenlrn’dnr. p^e« -tsltı- — v-,-»s nsıvo«-
■vs-n, Rn kal rn’-n nrtafliS'-nn ek^ikttorn-:den PeStl bu U*-S-ı:İJan doimıva bana Oİt i t- Vnsnr-t-ır
' 16 yaşında iken ckuınak sevdasına
kapılıyor Kazan ünivei-siteiir.ee c.ku-mak lüzere Kazan’a gidiyor, orada, yanlann-,da kaldığı arkadaşı Esereinof ailesinin vaziyetinin bozul'nıasile bu arzusu bir ıhayal olmaktan öteye geçemiyor. A kalmamak için. Kazan'ı tprk ederek ya-ızrn «Volga» kıyılarını dolaşıyor. Kışın bir çörekçi fırınına amele oluyor, tekrar lyaz gelince limanlarda hamallık yap ımakla, odum yarmakla havalın: kazanı -/yor. Demir yollarımda yol bekçiliği ediyor. Bu suretle hemen hemen bütün Rus ıva’yr dolaşıyor...
/ Gorki. 'dderşey gcııes. herşey kılı /ğını değiştirir, bit değişme yavaş fakat /köklü olur.. di,ı e düşünüyordu. Hadise-?er ornı ha&ız çıkarmadı. O hayatta Jiken. fikrinin doğruluğunu teyit etti.
«Gorki. yazı hayatına atılırken, dikler bir çok muharrirlerden farklı olacak geniş v« zengin hayat tecrübelerine
î chipti. Eütiin hikâye ve ı'en anlarmda insanları ve eşyayı, mahsiıs karekterle -} jyle ide^Iize etmeden tasvir etmiştir. t-Hiç Lir muharrir hayatiyle eserine ka-frıştığı hatdf. Gorki kadar objektif ola -Jmaiııışhr.» Yazılarındaki lirizmi, eşyayı 'hareket halinde müşahede edebilmek îkabiyetinden ileri gelmektedir.
«Gorki’nin hikâyelerinde gözefr.ar - [ pan en büyiik hu.nıviyet. bu hikâyelerim, a.deta uzvi bir bağ ile ,birbirlerine (bağlı olmalarıdır. Go’ı kinin en erken çağlarda yazdığı hikâyeleri romantikti. Daha sonra hikâyeleri hatııralist vf realist bir ma-hıvet almıştır...
Maksim Gorki mendeketimizde, 1908 senesinde «Ana- romanının İsmail Müştak ttarafırdan tercüme ve Tadın gazetıŞsiride tefrika edilmesiyle tanınmt-va baslami't’r P>- eser rki c'l' halinde kitap olarak çıkmıştır.
Bfrfnci Cihan harb'e:n «on vılla-mda Ruşen F.dre^ bazı hilrâvele-ini «Türk vu^dunnrfa neşretti. Sonic, ııSâhfjh -aze-teni» ve «Demabr, r-c.-ır,"'«,n •’a b*r takım hikâyeleri tercüme, mtil
Millî Kıırti'los hareke*>mizd-«n donra Haşan Âl’ Er*’». Mırtrf» Nihat O-«n ta- i r^An-dan Gnrkinir -«erler* «!«-**,mli bir şekilde tercüme edilmeğe, ba rl.snrttıstır.
Dilinize çevrilen ballıca eserleri şunlardır.
Stepte, Serseriler, Sıkıntı. Hay im ile Artenı. Çorbaca Mustafa Nihat Ozon ta rafmdşın dilimize, çe.vrilmiştir. Biz bu yazıyı yazarken Haşan Âli Ed’iz’in «Aşk Rüyasının başındaki on sözden. Strast: iMordasti de Hüsamettin Bazok'un mukaddimesinden ve Mustafa Nihat Özün' iin çeıvirdiği Stepte’nin başındaki tedkik yazılarından faydalandık.
* Sabahattin ATi ve Salı Faik katlar jriirk okuyucusu, olan Gorkinin kıy metli şahsiyetinde . bütün dünya demokrat sam'tkâılarıııa s-elâml..
Fehmi YAZICI
Sevgilime mektup: 3
İnsanlığın haline doğru
Buradan da bir yüz kişinin çalıştığı büyük fabrikayı sezmek üzere ayrılıyorum.
önüme küçücük, dedelerden kalma bir inıa-lûlhane ilişiyor. Teinde bir tek amele çalıaan bir yer.
Beş metre jy tiksek Hâinde ncıde ise düşme.; üzer? olan bir çatı. Yukarı kat sayılan bîr takım «elişi güze! tahtalar ve direkler atılmış. Bir yerden deriler sarkıyor. ,
£ki üc kainsin üstünde yatağa benzer bir şey var. Direklerin arasında gelinen adamın man zaman bir bacayım. sonra t »banının altını görüyorum.
— Hemserlm. Merhaba -
Karanlık, gölge halinde görûnmiyen bir df-rekten aşağıya bir adam sıyrıl.p İniyor.
Hos geldin, dl^vor.
Yerde açık mezarlara beıvyen. muşta t H •»eklinde, çukurlar var. Bu çukur, «rclan bir t?nr-sinijn yüzü, bir porfir manzarası •»İmiş. O k'idar taşa edik yaraya benziyen bir tuşa benziyor kİ. ordya doğru yürürken adam benî durduruyer Aman, beyim, diyor, orası kireç çukuru .Sonra anlatıyor:
Burası eski • usûl, dedele den zonme tabakhane. Makine namına bir şev yok. Bizim derilerimize pek kulak asma! Ne olsa, makine İşi başka. Biz ufak deri yaparız. T riik, çanta, su bu için., keçi derisi işleriz.
Güler bir yüzü var bu adamcağızın, sevgilim. Koca Mustafa Payalıymı*. ne sevdim bu adamı. Ne tatlı oır ses. ne cana yakın bir hali var: ----
Postekl şuraıra zırnıkladır. .Şu kuyuya atılır. O kuyunun içinde kireç vardır. Onun İçinde bir hafta kalır: Sonra yıkanır, temizlenir. Su gördürün bıçakla, tabak edilir, p»»lam uta batinin. Yahut da krom'» konur. Ama . zdc krom yok: Pal.t muta koyarız: Palamulun kinde deri rengini alır. Deri biraz da tavlansın diye talaş içinde durur.
işte bunktrcıun sonra (ia h dunların güzel ayaklarına keçi derisinden terlikleri bir paı*ca biz. en çok da kimler geçirir, ali-ıh bilir-
Gülüyor adam. Ne tuhaf bir gülüşü va»(h! Avı deseni. neğü; tatlı desem; de£!l
- Adın ne hemşer’m?
- Haşan Güçgûler, dedi.
Konuştu: ’
Bu sanala dedelerimiz uev sanatı denerdi. İnsan ancak on beş. yirmi şene bu işe daya-nnbttîr. Cok 'zanaat! Sari hastalık, doğru söylemişler san», bu civarda pek görülmez. Kireç gibi zehhli şeyler s-ari hastaJıûra mani olur anır», bir tanesine dişini geçiremez: V-^ethO. İşçldı hu gıdasızlık sürüp gizlerse çok veremli göreceğiz.
—'•Doğru, dedim. İşçilerin .?jâunun rengin* uçuk gördüm.
Zor /.enam! Dev zanaatı .bJdf. Beni süm-jbül zaaçdekj : tabakçılar •kahvesine çağırdı. Söz verdim Bir »ün seninle Koca Mustafa Paşa}a gider. Sü mbülzııdedcki belki J» sümbüllü bir krhvede Güçgüleî’lv oturur. konuşuruz, olmaz im sev ;ilim? Gelmezsin de£îl mı ' Ne olur gelsen aankl.
Büyük fabrika va gitmek üzere Güçgüler’ckn ayrılıyorum.
Hail FAİK
8 —
KİTAPLAR ARASINDA:
Aganta I Burina! Burinata!
Memleketimiz üç yandan denizle-çevrildiği, göllerle süslendiği halde saların kahrını çeken insanları tanımaktan çok uzağız. Uç dört yıl önce «Göl İnsanlıyı» adlı bir (hikâye serisinden acı ve keskin bir realizmle çok şeyler öğrenmiştik. «Medarı Maişet Motoru» de b zi ls-tanbulla sarmaş dolaş olan denizlerin a-çıklarına götürmüştü. Halika: nas Balık -çısı’nın «Aganta! Burina! Burinata!» adlı romanı ca (I) bizi Akçenizin. Eğenin Marmaranın nimetleriyle geçinmek isleyen denizcilerin fırtınalı ve renkli muh: tinde yaşatıyor. Esasen Halikamas Ba-lıkçısı’nın. «Ceb Kitapları» arasında neşredilen hikâyeleri ile denize olan sevgisini anlamış, yumuşak ve ışıklı üslubunun hayranı kalmıştık. «.Aganta! Burina! Burinata!» ise Balıkçı nın çok derin ve çek zengin gönlünden bir parçadır. Öyle biı parçadır ki denizi, deniz insanlarını hat ta, toprağı ve toprak (adamlarını harikulade kuvvetli bir götüşle anlamak, bun ların havasını koklamak ve yüreklerinin çarpıntısını duymak istiyŞn'ler için yeter bir dolgunluktadır.
Romanın mevzuu çok basittir. Bu basit ve temiz mevzu, belki macera ve şehvet dolu eserlere dünkün kimseleri sarmıyacaktır. Fakat Türk halkının, ,Türk işçisinin ve Türk köylüsünün üstün bir hayat seviyesine kavuşmasını dileyen ler Mahmutla (Romanın kahramanıdır' birlikte yapacakları gezintilerde bir çok hakikatlerle karşılaşacaklar, insan karakterinin çeşitli tezahürlerine şahid o-.lacaklardır. Nihayet her bir kaç sayfada .bir acı acı düşüneceklerdir.
Yüzde yüz yerli tipler, sanatkâr bir ressamın, bir kömür parçasiyle duvara .çizdiği portreler gibi basit, kuvvetli; fakat süsten uzaktır. Ama hakikatin tanı kendisidir. Yazarın sanatkâr ruhu kelimeler arasında öyle kuvvetle görünüyor ki, insan «tam kendisi» diye tanıdığı bi-risînin romanda canlandırıldığını görmek ten doğan bir hisle Halîkarnas Balıkçılı nı alkışlıyor. Hele, pek orijinal ve pek ■bakir bir ifade ile deniz ve deniz in şanolarını, toprak ve toprak adamlarım tanımamız yerli esçr hasreti çeken okurlarda muhteşem bir sevinç uyandırıyor.
Mahmud'un, sevgilisi batma ile tanışalım :
. Onun «yeşil değilse mavi, mavi de--ğilse yeşil gözleri, derin deniz akıntıları gibi şimdi koyulaşır, şimdi açılır.» Bu gözleri Bodrum'da bırakarak Milas'a giderken Şali adalarını göreceğiz; bu a-daların «genç ve masum bir halleri vardır.» Burasının da «harpli. hastaneli, ha-pıshaneli, zulüm ve işkenceli, yalanlı, dolanlı bir dünyanın bir parçası olduğuna»
(I) — Akba kitâbevl, fiatı 12S krş.
Yazan :
ASIM SARP
inanabilir miyiz? Gençlik ve masumiyette; hastalık, cinayet, açlık ve zulüm ne arar? Ama hakikat (buriır: her yerde ayni insan dışı müesseseler... Maıhmud cıün yanın bir parçası olan bali adalarında tarafa - Bodrumda gördüğü ir. san dışı müesseşelerin varlığına inanamıyor. Nasıl inansın ki o. «parayı görünce, yara dılıştan öz düşmanı olan bir hayvana. rast gelen bir başka hayvan gibi, tüyleri nefretle diken diken» olur. İnsan oğlunun karşılaştığı fdnalıklar ortadan kaldırılamaz mı? ıbtidaî bir insan olan ve her îb-tidâî insan gibi dinî itikada bulunan Halil usta (Mahmudun eskici ustası ve de-
1>KK VASFI AHBAB; 1 ILIŞ:
Matbuat maçlarının hakemi.
VATAN:
Diyarı gurbete düştün, Vatı.n. dan ayrıldın!
Vatan gözünde değil alı «yâr ■ dan ayrıldın-SON DAKİKA:
Yarınki cinayetle bugünden haöer veren Mr kâhin!
TAKV11U
Vatan ne Türk iyedir At/Jerc nt* Türkistan,
Vatatı büyük ve müebbtM bir uîkedir Turan!
GECJÇ POSTAM:
Hapishane arabası yaiııu. K u:\fderelly i yen» seren urap üzeni?'!
Cl MHCKİYET:
Kimdir sizi meneyhyecek bâtfı ( eırandan, Mevrusu pederdir giriniz, hane sîzindir!
SON TELGRAF;
üslûbu beyan, aynile insan!
TANIN:
Yirminci asrın hacı yatmazı!
HI R SES:
Kel basa şimşir tarak, diyemem ya-
îc bâde, güzel sev. var ise aklı şuurun
Dünya var imiş, yft kî' yok" oîmus r.e umurun!
VAKİT :
Uc biraderin en cuszlusu!
HABER:
Seni satan yalmaynkjtiardan habeı’n var mr?
ÜLKE: ----
Göründü yine Slvasm ba&Iarr..
£ON POSTA:
Küçtfcük.f içirik, Icİ dolu turşuluk!
YENİ SABA1I:
Bu memlekette bir gün sabah olv .ı c bayan»!
BALIKESİR POSTASI:
DoâUarsm «post*n»yı. mı yoksa «posi.dannı nu düşünüyorlar, henüz ânlıyamarfıra’
TÜRK DİLİ.
Biliriz, «İrindir, tnfhdır ama serilnkisf de&il’
ANADOLU:
Hoş geldi sana meykedenin âbı havası
Blllâhi fü2ei yerde yapünrrş bıkılası-
YF.Nİ ASIR: î
Evet, size göre altun asrı.
nizcilik hcicasKiır) nm aiiiylc bağıralım:
«Doğum, hastalık, ölüm Allahın eni ri, anladık, takat ııe hileyim, özlediğin biı işte çalışamadan, içino değduğun ;u dünyaıırn ötesini berisini hiç göremeden, uç üstüne bir taş. boyamadan, bir ağac-cağız okun c/kemcden. bir günceğiz o! cı .n şunun bunun eteğini öpmeden yaşı-y anlamak ve Eöylece bir a'ünyadan def olup gitmek do Allahın emri değil a.»
Bir insan annesinin ölüm haberini ouyuııca ne düşünür? Düşündüğünün bir içten doğmuş şekli; bir 'de dışa vurulmuş görünüşü vardır. Mahnrud. fakir Mah mud. amcasının gemisinde bir arkadaşını koruduğu için amcası tarafından koğu-lan Mtşbmud. bakın çoğumuzıin itiralf etmek cesaretini gösteremediğimiz düşünceyi ne acı biı realizme tnsbit ediyor: Olum merhamet etti efe evimin kapısını kapadı. Annemin artık çilesi dolmuş olacaktı ki zavallı öldü, ve onun geçinmek yükü sırtımdan kalkınış bulundu. •>
Mahnıud böyle düşünmekte haklidir. c_ıinkü «dünyanın neresinde dursa olsUn denizcinin talii hop birdir. Kaptandan azar ve'küfür, tüc( ajrdan istihfaf, denizden tcıhdid’. karadan tekme» dir. Belli ki bu hakikat; ferdi sermaye ile yoksullardı alın terini, kol ğücünü satır, alarak, onlara ödediği süründürecek kadar kâfi gelen parayı yine onların yaratıcı kudretinden çalmak suretiyle geri alanların 'bulunduğu bir cemiyet içindir. Çünkü Mahnıud, Marsilya seyahati sırasında «ateşçilerin, yani vapurda işliyecek ve vapuru yürütecek olanların eşekler kada: haysiyeti olmadığını» tesbit ediyor ve in-s^n ister istemez «Ansiklopedideki vah şi» yi hatırlıyor.
Uzuln yıllardâ/ı beri hâlinden memnun insanların aşk. eğlence, macera ve hislerini işliyen romancılar yaratıcı kütlelerin «nefretiyle karşılandıktan sonra gittiüçe kök salan bir halkçı - lnsa,npı e-deblyat ük |öncel(çrı şiirde ihtilâlini yapmış. sonra dâ hikâyede tesirlerini göstermiş, son bir kaç yılın içinde ide romanda şahlanmağa hazırlanmıştır. Aganta Purina Burinata da gördüğümüz denizciler ve köylüler, içinde bulunduğu -muz cemiyetin hasta, b'ünyesinde lekeli humma l^enekleırî gibi sırıtmaktadır. Oysaki çınlar halk için yükselen bir cemiyet . "b.nası içinde en rahat ve eri, mükemmele "kavuşmuş olmak hakkını çoktan kazanmışlardır. Bu leke.li hıimma beneklerine benzeyen hasta insarilarimızı «Ağanla Burina Buritıatavnın kuvvetli ifadesiyle "tesbit edelim:
Denizcilerin durumu şudur:
Evli tferiizcileır kadından yaka sil kiyoriar. Çünkü geçim .derdi evlenme ile katmerleiımıştir. Karının ve çocuğun heı j gün artalı ihtiyaçları ile karşılaşmaktan
— 9
te
»a »elere çıkn»ag(* can atıyorlaj. «ihtıya: deniz kurtlarından, tutunuz da genç nce ınilere ka^dar hepni de» şu fikirdedir) »Artık denizde okn-.ek kalmadı. Sağlam toprakta bir kaç limon ve zeytin ağacını olsujn, denize dönüp bakanın aII.dı canını alsîn.» Çünkü .denizciler’deki'kaııaat köklüdür ve bir çocuğa nasihat etmek gerekirse şöyle edilir: «Değil yalnız 'benim, fakat dedenin, dedenin dedesinin denize verdiğimiz emeği şu toprağa harcasaydık buralarını çoktan cenn,ete çevirmiş olurduk. Şimdi sürer; eker, biçer yan gelirdik. Toprak kadına benzer, bağrına attığın tohumu sana çiçek ve yemiş .diye yetiştirir. Allah kısmet ederse kayığı satıp ■bir iki taTlacık alacağım; ölürken gözüm açık gitmem. Sen de fırtınada dümen 'başında, arkamdan le^net okumazsın, Ama tarla seni doyuramıyacakmış. deniz gibi seni boğmaz a.»
Bu kanaati nasıl beslemesinler ki. her türlü tehlikeye ve ömürleri boyunca çalışmalarıma rağmen bir gü'n bÜe refaha kavuşamıyorlar. Refahı bırakalım, normal bjr geçimi temin edemiyorlar. Bin bir güçlüklerle balık tutuyorlar, (ya Sünger Avcılan adlı TÖportaj serisinde oku duğumuz deniz tehlikeleri...) sahilden 35 mil ötelqre gidiyorlar «paraketeleri değil kader ipini çekiyorlar.» Ellerihe geçen 22 okka balığı mafdrabazllara 50 paradan veriyorlar. Hayatın her sahasında görülen bu fuzuli insanlar (madrabarlar v. s.) cemiyetin iktisadi temelindeki bo-rulduk yüzünden balıkçılık sahasında da çalışmadan çalışanların kazancına hayasızca ortak oluyoTİaır.
Ya toprak insanları?
Geniş arazisi ve ortakçıları olanlara göre «erkek dediğin hep koparmalı, hop yan durup yalman çıkarmalı» dır Muhtaç olan küçük toprak sahibine yardım etmemeli, onu bunaltıp toprağını almalı ve ağanın ortakçısı yapmalı. Topraksız köylünün çocuğu şuduTr «Ortada bir deri bir kemik ve içleri korku dolu iki kocaman gözden ibaret.» Annesi de «paçav ra hilinde dallı basma şal var giymiştir». Büyük kızı «canlı cenaze gibidir.» Kendisi ise «omuz kemikleri' fırlak bostan korkuluğuna dönmüş bir adamcağız» dİT. Hepsinin müşterek vasfı şudur:
«Ayakları çıplak, tabanları dBim dilim yarılmış, göğdeleri iğri büğrüleşmiş ve yüzleri (de yamrı yumrülaşmıştır.»
Denizcilerin durumunu romanın yar dimi jle tesbit etmiştik. İşte o denizcilerin bağlanmak istedikleri toprakta ömür tüketenler de bunlardır.
Romanın acı bir idille hayatlarını, aşklarım ve karşılıklı münasebetlerini kaydettiği aşağı tabaka insanarımız - kardeşimiz; ahbabımız, sevgilimiz v.s. - bunlardır. Ve Halik,arnas Balıkçısı bu insandan ve bu insanların bağlandığı denizi ve toprağı severek, hiç bir sosyal iddia gütmiyerek bize Mahmud'un hikâyesini anlatmıştır. Okuyanlar Mahmut’la bir İlkte çok şeyler görecekler ve çok şeyler dinleyeceklerdir. Topal Murad'ın ve Mi-
— 10 —
DAUAf 3 Dünyada 'ILAP-GEDÇEÜLED i en çuk kalay ve kalay vevlıeri
istihsal «'den ım ıııleketler: ıl»W yılı*
Memleket kalay cevheri
ton
MıHezy ite 808000
Hollanda Hıııdistuni 43'JUÜD
Bolivya 380000
Tayland 177000 j
Kalay
ton
İngiliz nıaiezyaM 829000
İngiltere 380000
Hollanda Hindisi «m 142000
Honllanda 148000
Cin 110000
* 1011 yılında kış mevAmînde sugukiau ve
bakımsızlıksan Tiirkiy ede ölen horçeşit hayvan
sayını tahmini olarak: 31H3790 (lır.
1942 yılında Tiirkiy ede 17O79ÛVO tavuk ve 1
horuz, 1612000 Hindi ve 956 milyon yumurta el-
(lc edilmiştir.
* Orman sahı»M en geniş ulun vilâyetlerimiz
sanlardır .:
Vilâyet Kilometre murabba
Antalya 674000
İçel 428000
Balıkesir 421200
Bursa 394700
Zonguldak ‘ "* “3*78100“
Tokat 361050
Kuştan ton! 961
Ormanı on ız olan vilâyet Kusvhlrdir: 2000
K.2 Türkiye u rnmnlarının bütün genişliği Ino
9325137 fkilvmctre nıurabbaıdır:
♦ Orman istilısalatıınız (1989 yılı)
Kil?
Mazı 1178323
Sıtfhı yatı 94116 *
Katran 521 İl
Somak yapı a*i ICüûO
Çam f&tj£ı 40817
Ihlamur 11158
* *
Gelecek sayıda
BÖBREK
E üyük Hikâye
Sabahattin Ali
‘ço olan eğlu Aliş’in hazin hikâyesi roma ıı süsliyen Hikâyelerin incisidir. Bu hikâyede para birsiyle gözleri büyümüş insan, taklidlerinrn dalavereleri ve karakterleri pek ustaca işlenmiştir. Hele Gümrük ambar memurluğundan mütekaid Kasım Efendi tipi, hatıraların dehlizinde 'boğulan küçük bir ihtiyar memurun ruhi durumunu ve ifade şejdini mükemmel bir surette üstünde toplamıştır. Murad Dayı nın ölüm macerası yürek paralayı-cıd'ır. Cimri amcanın MazlûnVun zeytin yağııu fazla alması karşısındaki hiddeti çok (beşeridir ve insanda lânet hislerini kamçılamaktadır.
Eralikarnas Balıkçısı na candan bir
— Merhaba
deriz. «Ağantal Burina! Burinata!» Romanın bu adı alışındaki sebebi herkes kitabı okuyarak öğrenmelidir.
Bu roman deniz edebiyatımızın baş köşesinde her zaman artan bir değer taşıyacaktır.
Dünyada Açlık
«The Natlon. dergisinde Ket’.h ıiuunj *(•> Ottemil bir makale yazmıştır. Anlattığına goir Amerika Birleşik Devletlerinde \ Kanadada Keçen yıl görülmemiş derecede bereketli. bir jpufc-uay haşatı yapılmıştır.
Amerika B. D. terinde temmuz 1945 ayında bufta-ây stoku 1.404 milyon «bolsscan«yu (1) bulmuş, fakat altı ay sonra bunların 715 milyonu yok olmuştur. Hükümetin yapııjıı tahkikatın neticesinde bu miktarın 205 milyonunun hayvanlar tarafından yeniklisi anlaşılmıştır, halbuki resmi taJuninlere göre ehli hayvanların soneİJk istihkakı
Dundan az olmalıydı.
Köylü satıs ve ticaret mülahız.tl’anyla ehil ve kümes hayvanlarını buğdayla besleyip alabik dibine çoğaltmak yolunu tutmuştu. Hayvanların İstihlakinin aynı şekilde devam ettiği takdirde Amerikanın taahut ettiği 225 milyon (boteoean> ihracatını jyupmak İmkânsızhöı meydana çıkıt ve durum bir kat daha nazikleşti
• Bu hadisenin .hikmeti buftdnyı et ve yumuı*-ta sekljne. sokmanın çok daha kirli oluşudur Üstelik 30 haziranda fiyat murakabesinin kalkması ihtimalini bilen köylü bu defa da borsacıların oyuncaftı olmak istememekte ve stoklarını saklamaktadır.
(1) jl Bolsnean — 12,5 titre hacmi
Amerikanın hububat durumu
Avrupa İçin 1945 - 1946 kışı en ^tehlikeli ve Karanlık devir sayılıyor
Soğuktan, açlıktan, zafiyetten kaç bin kişi nin bu kış ÖldUfrünü daha kimse bilmiyor:
Hastalanıp da istikbalde işe yaramaz . hale gelenlerin, büyüme devrimle tam tekâmül edemi-yen çocukların sayısını belki hiç bîr zaman öft- . renemiyeceftlz.
Kış seçti, zalatı bt( n yok. ancak geçen sene Hindistan ve Hindk* "-de açlıktan ölenlerin sayısı il A a edildi. Sade şimali Hindi Cinl’de geçen jyıl 600,000 insan açlık: n ölmüştü. Hindisi anda ise zalat 3,000.000 u geçmişti, bu sene için yapılan tahminler vaziyeti daha da korkunç gös-teim'ektedlr. Cinde olur bitenleri İse uzmanlar tahminden aciz:
Avrupa, Hindistan, Çin, sad( bu üç diyarda gecen yıl ölenler beş yıi savaşta, bombardımanda şehit düşenlerin sayısından faz?.», Amerikah-larm tahminlerine göre ise bu yıl daha da karanlık, bu kış daha da insafsız olmuş ve olacak -
I tm.
Birleşik Amerika Tr.rım bakanı Clinton P. Anderson son bir nutkunda Amerikan buftday stokunun dünyayı dofturma&a kifayet etmiyece-Cfinden büyük miktardı insanın ölüme mahkûm olduğunu bildirmiştir.
îşte dünyamızın açıklı halt R, N.
GÖĞÜS NEZLESİ TARİHE KARIŞTI
Göjüs nezlesine tutulanların ve sırt ağrısı çeken bahçıvanların şikâyetleri, yakında tarihe karışacaktır. Yeni keşfedilen ve kısaca 3,4 f>î (Dicholophenos yacetîe aid) denilen hormon cin-sinden bir ilâcın kâşifleri, bu ilâcın şunları başaracağını iddia etmektedirler:
a) Göğü» nezlesine yüzde 90 sebebiyet veren işe yaramaz otları iınha etmek.
b) Hindiba^ otu, ısırgRn ve çalıları yok etmek.
c) Muzları sarartmak, elma, armut ve dijer bazı meyveleri daha çabuk olgunlaştırmak.
d) Elm darın a#açt3 daha fazla kalmalarım temin etmek.
İlim adamlarının izah ettiğine göre bu ilâç, pamuk, tütün ve başka mahsullere muzir olduğu halde, nebatı bir zehiç .delildir, fakat, bilâkis, nebatlanu büyümesine yardım eder. Yakında bunun toptan istihsaline başlanacaktır.

BÜYÜK H’KAYE : 3
TALEBE
«
K A H V
O gün de hergünkü gibi lzabel. kâğı-dtm hazırladı ve Vanderveld in ağzından çıkan kelimeleri, harf kaçırmadan kâğıda geçirmeğe koyuldu. Fakat gene her zamanki gibi Gang, elinin tersile kâğıtları onun önünden itti, ağzının köşesini bükerek:
— Buna lüzum yok. buna, lüzum yok.
Dedi.
O gün hepimiz bu hareketi biraz kötüce, biraz ukalâca bulmuştuk. O bunu çaktı. Konferans bittikten sonra cümle kapısında bizi durdurdu. Parmagile işaret ettiği noktaya baktık: Kaldırımın kenarında dev gibi bir otomobil horul-duyordu. Bir kaç saniye bekledik. Kuru eurat ve geniş kenarlı şapka kapıda göründü. Sandık ki kalabalığı görünce coşacak. o müthiş ağzını açacak ve o devirde bütün Brüksel'i iliklerine kadar donduran sesile bağıracak:
— Arkadaşlar, bir buçuk milyar sefih aç ve yoksul insanla birkaç ıbin tok. bahtiyar ve varlıklı insan arasındaki bu cidal...
Demedi. Konuşmadı. Koşarak otomobiline sığındı ve uçtu. Binlerce terli, genç avuçtan fışkıran alkış şakırtısı, kaldırımlara sıvışıp kaldı.
O zaman Gang'ın neden (Buna lüzum yok) diye lzabel'ı not ^lmaktan menettiğini anladık ve bu sefer biz utan-dlk
• ♦
Jan Fransa'ya, \Volf da Almanyaya hareket ettiler. Tourelle o günlerde eskisinden daha kalabalık oluyor ve herkes, sabah, akşam, genç ihtiyar, kadın erkek, herkes ;lüzumlu lüzumsuz, vakitli vakitsiz. açken beya tokken, kitap üzerinde veya kahvaltı arasında, apsent kadehi başında veya iskambil kâğıtları arasında, herkes; harpten bahsediyordu. Harpten!. Harp başlamıştı, harp!.. Tbtırelle’in tavanları. camları, mermerleri inliyordu. (Harp) diye bağınybrdu. Gazeteler, du var ilânları, profesörler ve sokak kadın ları feryat ediyordu: Harp! Harp! Hoparlörler gürlüyordu: Harp var. harp! Talebeler ellerinde bayraklar, gırtlaklarında şarkılar sürüler halinde sokakları d'olaşı yorlardı:
Harp!.. Harp’.. Harp!..
Liej'iıı milyonlara karşı çelik göğsünü nasıl gerdiğini, nasıl dayandığını, nasıl, misil otat ettiğini anlatıyorlardı. Sokaklar 'birer ırmak yatağı haline gehniş-ti: Çelik miğferlerin teşkil ettiği madeni bir sel bu yatağın iki kenarmı zorltyarak akıyordu. Her cadde köşelinde, her dönemeçte. her meydanda^, yüz binlerce göğüsten mürekkep koro yığınları, taburların yanma katılıp, yoruluncaya kadar gidiyorlardı. Kimse, kimseyi görmü-
İlhan TABUS
yor, kimse bakmıyor, biri ötekini dinlemiyor, herkes bağırıyordu.
Kendimi bu et ve teır akıntısından sıyırdım ve To.ureile’e girdim. Gang la İzabe! köşede idiler. Fakat beni her zamanki gibi karşılamadılar. Yanlarına iliştim:
— Ne oluyor? dedim.
— Hiç, dedi Gang.
Kız suratını eğmişti ve’elinde Gang için bir yelek ve şişler olduğu vakit pek tsğ>ıî görünen bu tavır, bugün bana mânâsız geldi. Örgüsü elinde yoktu ve zaman, başkaydı.
Neden sonra:
—Ne olacak dedi, yiyecek ekmeğimiz yok.
Gang ın dirseklerde masayı çatırdattığını duydum. •
Yiyecek ekmekleri yokmuş. Fakat yiyecek ekmekleri olmadığı günler eksik değildi. Bu ilk defa olmuyordu. Eksilen şeyin sadece ekmek mi, yoksa daha müthiş, daha korkunç bir madde mi olduğunu kestıremiyordum. Bu maddeyi tayin edemiyordum. Bunu anlamak için elimden gelse dünyanın bütün ekmeklerini oraya yığmaya ve:
— İşte ekmek, alın, fakat yalvarırım ayrılmayın. Beni inandığım şeylerin birinden daha ayırmayın! Bana acıyın!
Diye bağırmağa hazırdım. Hazırdım buna... Çünkü onların üzerlerine bakarken, ^ayaklarımın akından son toprak kademesinin de kaymağa başladığını hissediyordum.
Hiç bir şey para etmedi. Ertesi gün r L
DİKKAT:
Abone, mektup, yazı ve her türlü muhaberat için adresimiz şudlır:
Gün-Posta kutusu 5 19 - İstanbul
BAYÎLER1MİZE:
10 uncu sayımıza kadar öten hesaplarımızın tediyesini ve satılmayan nüshaların iadesini bayilerimizden bilhassa rica ederiz. ___________
«GÜN» den memnunsanız .ve yaşamasını iSteyorsanız abone olunuz., muhitinize yayınız! ,
Rıfat İlgaz
Y A R lE N L 1 K
Şiirler
hfifk landa yazıhrŞış tenkitlerle
Bönci Bactkı
.3 Çıkıyor
garson, fzabel'în patronu ile beraber Amerikaya kaçtığını ve Gang için bir pusula bıraktığım haber verdi.
— Yarım saat evvel sahibine verdim.
— Pusula nerede? dedim.
— Nerede şimdi?
—Okur okumaz çıktı.
Kapıyı omuzla açtım ve fırladım.
Şimdi burası, bu meydan. bu cadde, burası, görülmedik ibir hâl almıştı: İnsanlar birbirini çiğniyerek koşuşuyorlardı. Yere düşmüş bir kadını kaldırmak için iki büklüm eğilmiş bir erkek sartık doğrulamıyor, o da yene, kadının yanı na yığılıyordu. Gökyüzü ağltyan, /bağıran, inliyen ve uluyan kuşlarla dolmuştu. Otomobiller ve arabalar.* tekerleklerini çocukarın göğüslerine batırarak koşuyor-laıdı. Diziyi yarıp ikinci bîr diziye da-yan,şnLar. bir müddet çabaladıktan sonra, kaynayıp gidiyorlardı. (Gang'ın sokağına doğru ilerlemek için, her adımda yeni bir ezilme ihtimali, yeni ibir dalga sa,demesi ve yeni bir ölülm tehlikesi atlatıyordum. Kapıda, bütün apartman kiracıları, beton bir külçe halinde, pervazlara yapışmışlar, kıpırdamadan duruyorlardı. Yere düşmemek için omuzlarına asılarak merdivenlere doğru:
— Gang! Gang!..
Diye bağirdrm
Siyahlaşmış yüzlerden biri oynadı ve:
—Gang öldü.
Dedi.
Gang ö(dü mü? İşte bu, olamaz. İşte bu imkânsız. Gang ölmüş. Dünyaca öhini-yecek, öfdürülenıiyecek tek adam varsa o da. Gang dır. Canın, hayatın, hareketin temsilcisi herkesten fazla yaşıyan. hayat dokı. som hayat ve can olan Gang ölsün ha? İşte bu elamaz.
— Öyle auııa. öldü işte. İstersenn git bak. Gerdanına bir çaJtı saplamış. Kiracılıyı uyandırmak için bütün kapıları dolaştım. Onunkisi açıktı. Şöyle bir iteyim dedim. Arkasına dayandı kapı ..
Masanın dibine uzanmış, kanı dere gibi akmış. Kim görecek simi kanı? Herkes başının çaresine bakıyor. A... Durun geçelim ayol... Deli misiniz? Geliyorlar. Görmüyor musunuz, geliyorlar yahu...
Bıı çığ gibi üzerime boşandılar.. Göz lerim yan kapalı, ayaklarım yeçden kesilmiş. beynim ıryı^uk, gidiyordum. Deminki sesler, konuşmalar. artık derinden geliyordu. Sanki bir odada. en tepedeki odada, lzabel İr Gang ın odasında. idim.
Sanki poker oynuyorduk. Kimse konuşmuyordu. Kulaklarımda partal kâğıtların hışırtısı ve derinden, çok derinden (gelen incecik, masum seslerin feryadı:'
(Harp, harp vaT, hıyp...)
(SON)
tl —
Aganta! Burina! Burina+a!
Halikarnas Balıkçısı
Roman
Demoltrdsi ve Sosyalizm
Pr. H. Laslry
İkinci bası çıktı
GÜM
Haftalık Kültür re Aktûalite Dergisi
Haftanın Kronolojisi
-»Bu kronoloji cünlük aiyasi AazdeLerûı bir »İ.vxm4 haberlerinden iktibnj* etili-MfifMr.»
Haftanın kronolojini: .Mart — & Ntaan
Devlete ve tüccara ait yedi milyonlu* malı yakıp kül eden Unkapanı faciasının biricik sebebi: İhmaldir.
.SMnsuıt Yeril Mailler Pazarında yüz bin liFiııık -bir yolsuzluk
A Erftsonun katili celep Hüseyin mahkûm edii^L
Bir Tekel memuru 23 bin liralık zinunH ten mahkûm oldu.
A Bir ajyda 13789 kisı hakkında belediyece (t*h kesildi ve 10509 Urn para cezası alındı.
Sahte bordro tanzim eden mutemed mah
. k tor? oldu, , —
Bir köylüden yirmi beş lira blı .ırman memuru mahkûm oldu
A Bir kumaş târirt ihtikârdan zıV yral.
£ Toros ekspresi marşandizle kut ağır yaralandı.
rüşvet alan
iki sene ce-
carpıetr. 10
Mersinde bir komisyoncunun cesedi bir çuval içimle bulundu
Bir sigara yüzünden Mustafa diğer bir Mtalafayı yaraladı.
Hakkı bir anahtarla Kâzımı yaraladı.
Bir esrar kaçakçısı sürgün edildi
Kömürcü Ali. kömürcü Nlyaziyi Mr ata» •u*k yüzünden bıçakla yaraladı.
£ iki hırsız çaldıkları eşya ile birlikte ya-kzlandı. . _
AJcbabacı Yusuf Ziya Ortaç ile . kitapçı Komal Ozcan bir portakal kabuğu yüzünden mah-kcsadfk oldular.
Spartaküs harekSeti hakkında düşünceler R a s i h Nuri ıLERi
Milattan önce 73-71 yıllarında Roma sirklerinde ■dövüştürülmek üzere ta -lim ettirilen 70 kadar gladiatörün kjiç -masıyla başlayan Spartaküs isyanının Kartaca muharebeleri kadar önemli olduğunu Eutrope nakleder. Bu Roma kölelerinin ve avamın yaptığı isyanların en şiddetlisi olmuştur.
Vezüv dağına çekilen gladyatörlerin yanına köleler ve fakir halk gitgide gel-* mekte ve bunlar civarları haraca kesmek te idi, meselenin vahametini anlamayan Roma yolladığı adamların ve zayıf kuvvetlerinin yenilgisine -şahit oldu.
Spartaküs 70000'e çıkan ordusuna zaptettiği şehirlerin yağamasım menetmiş ve aldığı yerleri idareye başlamıştı. Roma hükümeti ise kendini toparlayıp iki konsül emrinde kuvvetler yolladığı halde heyecanlı savaşlardan sonra yineSpar taküs ve köleler galip gelip uzunluğuna bütün İtalyayı İcattetmeğe konuldular.
Artık hiç brr Roma kuvveti hürriyetlerine kavuşan bu kölelerle avamın
Karaköyde ve Yt-dikolede iki yangın erkli.
î amirde en âdi bir kurşun kalçan şehirde 2b, köylerde 50 Icurusa satılmaktadır. Halbuki bu ^temleri 4-5 kuruşa satmak mümkündür.
£ Haksrz mal İktisap eden Toprak Mahsulleri eski alım müdürünün portakal bahçelerine ve bin iiraijk vlllâsma el kondu.
£ Milli Eğitim Bakan: aleyhine bir hakaret liâvası açıldı
£ ZonguidakUı gözlerinden sakatlanıp Lhraç edilen bir işçi, şirketçe verilen 545 lirasına gOz dtaen Ethem Bahadır tamfmdan öldürüldü.
Bir otomobil Ha.vrl isminde bir çocuğu ©adi.
Faala ilâç içen bir kadın zehirlendi.
£ 9 yaşmdaki Erdinç tramvaya atlamak ■s’.erttm ezildi ve parçalandı.
Koyun eti bazı v(-eterde 250 kuruşa kadar
şyüksektt. •
— Acun bayım, beş karascuk.'.
— Vukt
— YUz ımoıcık otlun .
Yook::
— Bir kuroit,.
— Yok...
— Hsydl «nltle öş-teyMe hronher dJUroetim-
dalgasını durdurmaya muktedir değildi. Şimali kalyada Po ovasına varan Sptar-takiis. ordusunun başında ölen arkadaşı Cncius'ün hatırasını yat etmek için bü-iyük bir gösteri yapıp 300 Roma vatandaşını gladiatör gibi dövüştürdükten sonra bilinmeyen sebeplerle dönüp Roma üzerine yürüyeceğini ilân etmişti.
Roniada ise bu havadis büyük bir panik doğurmuş. Herkes ne yapacağını şaşırmış bir durvmda iken şehre yaklaşan. Spartaküs ordusu anlaşılamıyan sebeplerden dolayı durmuş ve karşı tarafın toparlanmasına böylece meydan vermiştir.
Crassus isminde bir Romalının faaliyeti sayesinde şehir kuvvetlenince aşi-ler cenuba dönüp sayısız köleleri ayaklandırıp teşkilatlandırmayı düşünmüşler, fakat Sieilyaya geçmek için gemicilerle pazarlıklar uzun sürdüğünden çok hak it kaybed'-n Spartaküse ancak gelen Roma ordularıyla kati bir savaş vermek vaziyetine düşmüştür, ilk heyecanlan kalmayan orduları Crassusle cesurca çarpışıp kamilen mahvolmuşlardır.
Burada la o zamanlardan beri karşı karşıya olan iki sınıfın çarpışmasını görüyoruz. Hakim sınıf zayıf. kararsız, tedbirsiz; ezilen sınıf ise heyecanlı, kuvvetli. cesur. Bu durumda nihai zaferde şüpheli taraf görünmemektedir. Fakat ne görüyoTu/ ihtilâlci heyecan, tek başına vardığı derecede tutunamıyor. Roma cemiyeti ise çürümüş olmasuya rağmen, beka gayreti ile son dakikada kâfi bir (kuyvet bulabiliyor, kurulmuş teşkilâtına dayanıp hatta zafer kazanabiliyor.
Savaş gerektikçe, tahrip gerektikçe Spartaküs hep galip çıkmıştır. Fakat kazançtan düzene sokmak, idare edip yemi bir nizam kurmak gereğince asiler karar sız, fikirsiz, brrliksiz ve etikâmetsiz göründüler.
Sonraki asırlarda da hep öyle olmuştur, ancak xıx uncu asnn ikinci yansmda-dır ki halk kitleleri inkılâpçı hareketlerin ■İlmî temellere dayanmaya muhtaç olduğunu yavaş yavaş, mağlubiyetten, mağlûbiyete, öğrenmeğe boşhamıştır. tasalıları değiştirmenin değil, bünyeyi değiştirmenin esas olduğu yavaş yavaş kafalarda yer almağa başlamıştır. İnkılâpçı şiddet ancak teşkilâtlı bir cemiyet görüşü iledir la birşey yapabilir, işte kahraman Spartaküs vo gladiatör arkad^şlan-rnn bize verdiği ders.