1929 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1929 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster





İDARE MERKEZİ
İSTANBUL BÜROSU
İstanbul, Ankara Caddesi No — 87
-t
Fiatı her yerde 15 kuruş
seneliği, posta ile 7,5 Türk Lirası (Ecnebi Memleketlere 7,5 Dollar)
ve ilan için İstanbul müracaat edilir
Yazı işlerinin mercii merkezidir
Ankara, 7 Şubat, 1929
Musahabe:
Kıymetli bir
îster elemle dolu olsun, isterse sururla, insanlar geçirdikleri ömrün hatıralarını uyandırmakta zevk duyarlar. Hele muvaffak insanların tarihi binbir macera dolu olduğuna nazaran başlıca bir kıymettir; ve bu hatıralar mazi yekûnu olmakla beraber hayat ve istikbal endişesinin en kuvvetli muharriki olan neş?e ve ümidin de menbaıdır. Fertler için yaşanılan hayata ait hatıralar nasıl kıymetli ise ve daha doğrusu ferdin hayatı ne kadar hatıraları yekûnuna muadil ise milletler için bu, daha vüs'atla varittir.
Milletlerin tekevvünü mütalâa olununca onda sabık hatıraların ve binaenaleyh tarihin tesirini görmemek mümkün müdür ?
Filvaki, beşeriyetin bu günkü terakkisi milliyeti yalnız tarihî bir vakıa olmaktan çıkarmıştır. «Mefkûre ile yaşayan ve mefkûreyi tahakkuk ettirmek için yaşayan, harste hem saikını, hem hedefini bulan milliyet, bu vasfile gerek maddî tabiatın, gerek manevî tabiat demek olan tarihi ve ruhî muayyeniyetin fevkma yükseliyor.. Milliyet hissi bir iman oluyor». Fakat muasır milliyetleri tutan bu mefkûre, bu iman da tarihten hiç kuvvet almıyor mu? Mefkûreyi ve imanı içtimaî vicdanda ararsak bu içtimaî vicdanm husulünde tarihin rolü yokmu?
Tarihi olmayan milletler mes'utmuş derler. Belki; fakat şeniyette böyle bir millet var mı? bunu bilmiyoruz.

Akçuraoğlu Yusuf Beyin topladığı ve Türk Ocakları Merkez Heyetinin neşrettiği «Türk Yılı* bize tarih içinde milliyetin, ve bu arada Türk nulhyetinin nasıl tekevvün ettiğini göstermek itibariyle çok şayanı dikkat ve ehemmiyetli bir eserdir.
En mühim kısımları -Türkiye Cumhuriyeti, Türkçülük bahisleri-bizzat muhterem üstat tarafından yazılan bu eser, başlangıçta denildiği gibi: «Demokratik Türkiye Cümhuriyetinin kuruluşu tarihiyle bu günkü teşkilâtı, ve Cümhuriyet Türklerinin her türlü hayatî tezahüratı» m mevzuu bahs etmektedir.
Eser yalnız bunlardan bahsetmiş olsaydı bile başlı başına bir kıymeti haiz olurdu. Halbuki demokratik Türkiye Cümhuriyetinin köklerinin Türk milliyetçiliği prensibi tohumlarına kadar varıp dayandığına kani olan muhterem muktetif bu sahada da pek kıymetli malûmatı esere dercine delâlet etmekle ona büsbütün ayrı bir ehemmiyet verdirmiş oluyor.
Yeni Türkiye böyle bir esere çok muhtaçtı. Medeniyet ve milliyet yolunda alman mesafenin
- 201 -
ciddî tetkikler ve mikyaslarla sıksık ölçülmesi, bize istikbale ait vazifelerimizi ve almağa mecbur olduğumuz mesafeyi göstermekle kalmaz. Aynı zamanda bu muhasebe, gayretlerimizi tezyide medar olduğu gibi bizi meçhuliyet ve müphemiyet içinde bocalıyormuş vehminden kurtararak metanet ve emniyetle
yürümeğe sevkeder. Tarih tedrisatından bahseden Duıkheim «Hey'eti içtimaiyeye raptı nefis edebilmek için onda hakikî, canlı, kudretli, ferde hakim bir şey bulunduğunu hissetmeli* diyor. Bu his ve intibaı ise en eyi ancak tarihin verebileceğine kanidir.
«Türk Yılı» nm bu itibarla haiz olduğu kıymeti artıran cihetlerden biri de Cümhuriyet Türklerinin her türlü hayatî tezahürlerinin bu eserde itimada lâyık ve selâhiyetli kalemler tarafından çizilmiş ve gösterilmiş olmasıdır.
İçtimaî hayatın her safhasını tasvire çalışan bu «Yıl» kıymetli bir tarih olmak itibariyle değil millî mefkûre ve imanımızın tevellüt ve inkişafı için sarfolun-muş cehtleri de göstermek itibariyle takibe şayandır. Çünkü bu cehtler ve emekler bir tarih ise bu tarihte ati için, «içtimaî vicdanda vahdetin husulü ve takviyesi » için alınacak çok dersler ve örnekler vardır.
Hayat
rından beri en nıühiı
l k)\
olması, - limanının ehemmiyeti, ona bu hususta mevki temin ediyordu; asrın başlarmd ehemmiyeti, biraz daha sonra kazanacağı ehemmiyete nazaran, nı aerivdi. îzmir o sıralarda
goruyordu, yavaş yavaş
ot
Evler alçaktı; inşaatta taş değil
nrdu; sureti
ve yukarılarının araları kerpiçle
lan yapıldığını m


8
q n cx ı
a
«r
ıT
1
as»
Şehrin en
salı
ooyunca uzanan siydi. Frenk tacirleri bütün liman' boyunca uzayan toprakları uzun zaman için kiralamışlar oralara
Türk, Rum dansları yapıldığ: seyyah «Turnefort» anlatıyor. Frenk mahallesinin bir mün-
t eh asında diğer bir liman yardı ki, eski bir kale burayı müdafaa
? J "
ait gemi
du.
ve ta *ası yavaş yavaş makta idi. İzmir limanı derin olduğu cihetle, frenk gemileri rıhtımlara kadar gelip yanaşıyorlardı. Tahmil ve ri bu suretle çok kolay 16B0 tarihine kadar İz
a-
nmı müdafa a için hiç bir istihkâmı mevcut diğidi. Yalnız bu tarihte Türkiye ile Yendik arasında ki harp sebebiyle limanın methaline bir kale yapıldı. Bundan sonra, İngiliz ve Holanda ticaret gemilerini korsanlardan muhafaza için onlarla beraber gelen İngiliz ve
kemmiyet itibariyle diğer ecnebilerden fazla idiler; Fakat onlar kadar büyük tücarî faaliyet gös-
tücarî mevkileri daha kuvv
et-
tar ve lerle muvaffakiyetle muktedir oldular.
belli başlı otuz Fr
ığılız-
ma lar
tücarî mevki
îrri B. E.
«Les nouvelles Litteraires» in koklamak, yemişleri okşayarak
sada kadın edebiyatı» nm muasır ve temayülleri
bir bendi mukavemet edilemez bir gıpta ile okuduktan sonra bilaihtiyar sizi hatırladım. Teslim edersiniz ki edebiyatımızı sizin gibi mütemadi bir alâka ve ihtirasla takip edebilecek mü-neverler pek azdır. Gene teslim edersiniz ki edebiyatın benim gibi profamarffpek çoktur. Arz-ettiğim bendi belki okumuşsunuzdur. Karilerimi gıpta ettiğim şeye yabancı bırakmamak için Jean Larııak'm muasır Fransız kadın edebiyatı hakkındaki ir-şatcı tahlillerini hülâsa edeceğim: Bu günkü kadın ediplerimizde olduğu gibi Madam de Stael ve George Sand'm muasırları
ü te-
aşırı tabiat aşkım George Sand' ların muasırları olan kadın edip-
rmın tasvirleri ve hatta Rous-seau' nun tesirile mukaddes ve aziz
er
ga
recede ihtiras, bu derecede şehvet ve iptilâ
plerini azat etmişti; 1900 ronıa-
tizmi de hasselerjniTazat fetti. Bugünkü kadın edipleri için
Erkek, erişilmez ve azçok mücerret bir ideale doğru yükselmeğe bakarken, tabiata daha
laşı4pian erkeğin katlandığı mihnetlere bir tesselli
1671 den 1714 senesine ka- olur ümidile tabiata teveccüh
ediyor. Bu hissin tesiri altında tabiatla başbaşa kalmak istiyor ve onun her ot ve den hayran oluyor, üüg kadın romancıların bütün kadın
«emirleri ıi7pnnrip
ları mübayaat
ra baliğ olmuştu.
larmda yapılan mübayaat yekûnu bu kadar tutmiyordu, yalnız
buna tekabül edebiliyordu.
a
:amatı ağızdan
ve içen ;ka bir .» sözü
r an Siz
V

, senelerin
r.
böcek, çiçek, ot ve yemişlere koşturan aynı kaçmak arzusudur. Gene bu arzudur ki kimini isyana,
ve
kadınlar havas ve kalple-
nar m oır duyma ve n me makinası olsunlar. İstiyorlar
ki dünya bir duygu mahşerine dönsün, yerine
hut hiç olmazsa duymak anla-îa olsun.
m rL^ı
:adm
:aıası gizli,
luasıim^
anaforlarını hiç bir
ıç
istenir mi ? „
şey
*
lasse


temayülünün fikir adamlarına
alarmın toptan
duygularının olanca şehvetile vurgundurlar. Çayırlara serilip uzanmak^ deniz ve ırmakların ler mi ? sularında çırpinmak, çiçekleri
ti 1.15
Romanı Bitiriş Tarzları
Roman ve hikâye hakkındaki - karilerin beni minnettar ve müftehir eden bir alâka ile takip ettikleri - fikirlerimi [*] bu makale ile bitirmek isterken, roman ve hikâye biter mi ki, bunun bitme tarzını tespit ve tayin kabil olsun
düşüncesi, dimağımda canlanıyor. Filhakika, mademki roman ve hikâye hayattan alınmış safhalar, . yahut «hayatta da böyle olur!»
iddiasıyle anlatılan vak'alardır; ve mademki hayatta hemen hiç
bir şey ve hemen hiç bir zaman kati neticelerle hitam bulmaz;
neden onun bir aksi olmak iddiasında bulunmasa bile, onunla münasebettar olmağa mecbur kalan roman ve hikâyede, son
sayfayı kaparken her şeyin de bitmesi zarurî bir kaide olarak kabul edilsin?
Son sayfayı eğer roman ve hikâyenin tekmil kahramanlarına
ebediyen veda ettikten sonra kapayacaksak, bu, Manakyan röpertuvarmdaki, neticede herkes öldüğü için perdenin de inmek zaruretinde kaldığı melodramları andırır. Evet, hayat bir dalgasını öbür dalganın takip ettiği ve bütün dalgalarının ebediyen birbirine karıştığı bir ummandır. Ve işte bunun içindir ki, pek çok kimse için dünyanın en büyük romancısı kalan Balzac, bir romanında ihtiyar gösterdiği bir adamın öbür romanında gençliğini anlatır ve bir romanında pek talî bir çehre olarak görünüp geçen
bir simayı diğer bir romanında en mühim bir çehre payesine çıkarıp onunla uzun uzun meşgul
L] Bu mevzu hakkındaki diğer makaleler Hayatın 77, 78, 83, 87, 88 91 ve 103 numaralı nüshalarındadır.
olur. Bourgetnin de bir eserinde kendisine hayat verdiği mahlûkatı hayalinden, müteakip
eserlerinde de bahsetmesi bir çok defalar vaki olmuştur. Bütün kahramanlarım belki öldürerek ve her halde kitabın vereceği bütün alâkayı sarfettirerek eserini bitiren müellif, pek nadir istisnalardan sarfı nazar edersek, hata etmiştir. Çünkü kariin alacağı en büyük tesir, (acaba
yaşamalarını seyrettiğim bu insanlar ne oldular?) diye düşünmektir, ; ve muharririn ibda kudretini de asıl bu düşünceler esnasında I şte meselâ (Aşkı memu) un son sayfasında Nihale,
o hasta, o kalbi yaralı ve vücudu ne nahif Nihale, bütün
dünyada başka hiç kimsesi kalmamış olan ihtiyar babasına emanet ederek Nihale, veda ettiğimiz zaman, kalbimiz hüzünle sızlamıyor mu? Ve düşünmüyor muyuz: zavallı hasta Nihal, babası ölür ve dünyada yapyalnız
kalırsa ııe yapar? Bir daha sever ve bir daha aldanırsa ne yapar? diye düşünmüyor muyuz? Halit Ziya Bihteri de sağ bırakaydı, onun akibetini de ayrıca düşünmeyecek miydik, ve bu, (Aşkı
memnu) u bize daha fazla düşünmemiz ve hatırlamamız için sebep teşkil etmeyecek miydi?
Neticede bu müphemlik, bu meçhulluk sade roman için değil, üslup ve şiirle alâkası daha az, ve daha kat'î renklerle görüp göstermeğe mecbur olan tiyatro için de bir meziyet ve kuvvet olur. Klot Farerin (Claude Far-rere) vakası tamamen îstanbulda geçtiği cihetle zatî değerinden fazla bizi alâkadar eden (L'lıom-
me qui assassina) romanında kati bir netice vardır. .Halbuki romanı piyese çeviren Piyer
Fronde ( Pıerre Frondaıe)- ki tiyatro tekniğine emsalsiz bir vukuf sahibidir - romandaki
neticeyi beğenmeyerek sonu değiştirmiş, ve vakayı bir az daha ilerlettikten sonra mechuliyet içinde bitirmiştir. Romanda, zevcesini boşayıp sevgilisini almak isteyen Düyunu umumi-
yenin İngiliz dayiııler vekili, karısını tatlikten sonra çocuğunu da muhafaza etmek ister, ve karısını ciirmü meşhut halinde yakalatır. Bu hususta, karısının, Rusya sefareti kâtiplerinden sefih bir prens olaıı aşıkı da kendisine yardım eder. Baskın, Boğaziçiniıı, denizin ta koynuna giren bir küçük köşkünde geçer. Baskının nihayetinde zevç biran muzafferiyetiyle mağrur yalnız kalınca, kadım şiddetle seven fakat hiç bir mukabele görmeyen |bir Fransız zabiti, yaşlıca
bir adam, odaya girer ve hançerinin tek vuruşuyla İngilizi
vurup kaçar. Kadın da dahil olduğu halde, herkes sanır ki, bu cinayeti Rus prensi işlemiştir. Ve devir Aptülhamit devri olduğundan, her şey örtbas. edilince, artık Fransız zabiti adam öldür-
müşfolduğu beldeden, çok sevdiği kadını sefil aşıkma bırakıp ayrılır. Halbuki piyeste, Fronde
hakikî katilin kim olduğunu kadına oğrtetir, ve bunu kadına tesadüfen öğrettikten sonra, onu, aşkını vaktiyle reddettiği adamla karşı karşıya yalnız bırakır. Bu bir veda sahnesidir. Fakat veda cümlelerinin sözleri nakadar ağır ağır söylenmektedir! ve birbirlerine veda eden bu kadınla erkek birbirlerine nakadar yakındırlar! Müebbeden ayrılacaklar mı, yoksa birbirlerinin kollarına bütün bir hayat için mi düşecekler?
Sayı 115___
Bu, piyes okunurken de seyredilirken de kabil değil hissolun-maz, ve işte bu mechuliyettir ki, piyese »romanın mahrum bulunduğu- bir cazibeyi vermektedir.
Nihayetinde kahramanlar öldüğü halde eserin bütün tesirini ebediyen muhafaza edeceği eserler elbette yok değildir. İşte (Madam Bovari) romanının son
sayfasını kapadığımız zaman, romanın kahramanı olan kadın da, kadının kocası da ölmüş, ve ve zaten bizi alâkadar etmemiş bulunan küçük çocukları da bir fabrikaya işçi olarak girmiştir. Artık ( Madam Bovari) romanı hakkında bilmediğimiz hiç bir
şey düşünemeyiz. Fakat hayalperest bir kadının fazla basit ve şiir ve heyecandan mutlak surette mahrum bir hayattan duyacağı
azap, isyan ve nevmidiyi romancı o kadar kudretle tahlil etmiş ve yaşatmıştır ki, artık hiç bir şey ilâve edemezdi, ve bu mevzua eklenilebilecek hiç bir şey tasavvur olunamaz. Şu kadar ki, o roman (Madam Bovari) ve o romancı Flober'dir! Ye bunun içindir ki, namuslu bir kadının zevcinden başka bir erkek için duyduğu aşkm ya sukutla neticeleneceği ya da son nefese
kadar sürecek bir azap ve ateş şeklinde kalacağını düşünerek, Mehmet Rauf bey ( Eylül) üne b ehemlıal bir netice vermeğe
meçbur değildi, demiştim. Ve demiştim ki, vakıa yangın hele ahşap istanbul evleri için her an üzerlerinde duran bir Damok-les kılıcıdır. Fakat böyle, tesadüfi neticelere müracaat edecek olduktan sonra, iki erkekten birinin kafasına bir yerden taş düşürerek ve yahut bunlardan birini tren altında çiğneterek de
romana bir netice vermek kabildi, diye ilâve etmiştim. Ve o zaman bana: (Evet ama, eğer erkeklerden zevç öleydı, ve namuslu kadınla sevgilisi evlensey-diler, aralarında ölünün dıatıra-sıyle hiç mes'ut olabilirler miydi,
ve şayet kocası sağ kalup sevgilisi öleydi hiç o ebedî aşkının matemiyle kadın yaşayabilir miydi?) tarzında süaller sormuşlardı. Halbuki Mehmet
Rauf bey, eşhası mes ut hatime ile, her lisana geçmiş tabir ile (happy end) ile biten bir Amerika filmi tertip etmiyordu ki! Hayat ta her vak'a ve her ihtiras bir yeni vak'a ve bir yeni ihtiras doğurduğu gibi, (Eylül) de de namuslu bir kadının aşkı mem-nuundan namuslu kadının ıztırap-
la kahrolmasını ve ya saadetinin yeis ve hüzünle solup berbat
olmasını görmeğe başladıktan sonra eserin nihayetine varabilirdik, Ve mademki Mehmet
Rauf bey sadece pâk ve yüksek bir kadının temiz kalmak için kalbiyle ettiği muazzam cidalin romanım yazmak istemiş, ve mademki bu cidali çok küvetle tahlil edebilmiş bulunuyordu,
istediğimiz gibi bir hatime tasavvur ve tahayülünde bizi serbes bırakarak artık eseri kesebilirdi. Benim muteriz olduğum nokta, artık tahlil edilebilecek bir şey kalmadığı lıissolununca ilâve olunan ve bir netice bulmak
mecburiyetiyle ilâve edildiği pek bariz bir şekilde belli olan yangın, yani tamamen esere yabancı ve ânî bir unsurdan istifade keyfiyetidir. Mehmet Rauf beyin bilâhare verdiği izahatle bunun
bir timsal, aşkın büyüklüğünü gösteren bir sembol olduğunu kabul edince de, şunu söylemek mecburiyetindeyim ki, hayatla, hareket ve vak'a ile, tahlil ile anlatamadığı şeyleri sembollerin ianesiyle anlatmak istemiş bir romancı sıfatıyle iktidarım * tahdit ve aczini itiraf etmiş dernektir.
Şunu da söylemeli ki, roman ve hikâye muharriri, pek çok kerre bulduğu neticeyi beğendiremediği gibi bazen de hiç bir netice bulamaz. Bir an gelir ki, yarattığı mahlûkat karşısında hayali durur, dimağı artık işlemez, işte o güzel (Serencam) da bir netice yoktur, ve belki de Yakup Kadri istediği halde bir netice bulamamıştır. Ve belki bütün azayı vechi-yesini mücevherlere b enzettiği cariyenin ne olduğunu hâlâ tasavvurdan acizdir. Ben de geçen sene Pariste neşrolunan bir büyük remi böyle bitirdim. İsmine
zeyneb la courtisane ) dediğim ve içinde bir kaç asır evelki, sokaklarında kızgın bakışlı yeniçerilerin dolaştıkları bir İstanbul tasvir ettiğim bu yazının kahramanı, bir kadındı; Yakubun cariyesi kadar güzel bir günahkâr kadındı. Hudutsuz mezarlıklar ortasındaki bir evde yaşıyor,
ve bu eve tesadüfen gelen - kendi kadar güzel» bir gence aşık oluyordu. Bu genç bir yabancı, bir seyyahdı. Ve onun İstanbul -dan ayrılacağı gün, kadın o nihayetsiz mezarıstanlar ortasındaki evinden çıkarak limana iniyor, ufukta kaybolan geminin aksini saatlerce ufukta görmeğe çalıştıktan sonra, gecenin, ilâhî bir kuşun muazzan kanatları
gibi bütün şehri sardığı anda sahillerden dönüp gidiyor, fakat ne olduğu ve nereye gittiği bir türlü anlaşılmıyordu. Ve zeyne-bin akibetini soran her karie
ve el'an kendi kendime, hayalimin mahlûku olduğu halde hayalimin hüsnüne hayran kal-
u ou /.evne om encamını
Roman, hikâye ve piyes ya-
zan, Anama rt ve bunda bazen de muvaffak olan bir fanidir. Allahm halket-tiği hayat, her vak'ası başka bir vak'aya karışan bir umman iken, onun her eserinde söyleyeceği şeyleri tamamen bitirmesi nasıl mümkün olur ve neden istenir? Zaten keııdisiniııin muvaffakiyeti anlattığı şeylere bir mabat aramamızla da ölçülebilir. Çünkü, Recayizadenin pek güzel söylemiş olduğu veçhile: en güzel eserler insanı düşündürenlerdir!
renin bitiş tarzına
gelince, bu mademki bir mizaç ve hadisenin aksinden ibarettir, anî ve seriüzzeval bir ziyanın en güzel bir canlanıp parlayıştan sonra tatlı bir sönüşüııü andıran bir şekilde, naklettiği şeye nihayet veren her muharriri, bitiriş tarzında muvaffak olmuş sayarız... .
NA HÎT SIRRI
Bugün Türkiye, bütün Garbın bakıp hayran okluğu harikulade
saf, daha asil ve uzun bir aıT-
zamaninda-
yatını uyı terakki yolunda süratle ilerliyor. Dilin İslahına da enerji ile başlanılmıştır ; Avrupa âlemi i ı in Türkiye fikriyatım tetkik ederken karşılaştığı en büyük müşkül, Arap harfleri kaldırılarak yerine bitin alfabesi konmasıdır. S*' v " kadar h......
i. i ly Ü
tın g'OStereUie-
J^l KJU. ^UJL^tlUCU LİU^tLli müteaddit
ve geçici müşkülâta karşı da büyük bir azim ve tam bir muvaffakiyetle tedbirler almıyor.
ye bugün bir dostluk )eri de müteka-
bil muhabbetle bağlı olan diğer bir büyük Avruj
m i sil iğini DOY
bir zamanda kısaca zannederim ki
nca, Herkesçe mal um olduğu üzere lâtinceden Roma' da büyük klasik tm çiçek açtığı devirdir, yi ı ııi sar'nı ve Ciceron'uıı zamanm-rı da Auguste' ün ve himaye gören
rler
uiiö
ve
dilin yanında bir de konuşulan
eder. Böylece yavaş yavaş deha
herkesin kullandığından az ç( farklı bir dil vücut bulur.
asıl dillerini ortadan k onların yerine kaim olmuştu ama gene birçok kelimelerde ve bilhassa talâffuzda onların izleri kalmiştır, Diller birer canlı uzviyettir, bunun için daima bir örnek kalmayıp değişir ve bozulurlar. Böylece, asırlar geçtikçe lâtince de, bittabi edebî lâtinceden daha çok değişti. Muhtelif milletleri birbirine siyaseten rap-
olmadı; fakat onun sukutundan sonra rabıtalar çözülünce o
lisanların tekamülü hızlandı
elhasıl iırıpan dan Mi rommij yani
kat'î bir tarih sene
rluğıın sukutun-
roman diller
lif şekilleridir;
Lse, yerıÇ diller doğmuş oldu-farkında değildi. Nasıl ki
hem de birbirlerinden farklı
u
zamaniarciac
s
bir hayat zarureti olarak, halk
la
T 1
)U
115
7
vardı.
inci asırlardan kalma, de yazılmış vesikalar asırlarda da halk şiirler ve şarkılar pek muhtemel ise de hiç biri kalmamıştır.
Italyancanm eski tarihi roman
111-
Ucl
rdan
liğer Pro-
vence dili' İspanyolca, Portekizce, Rumence) tarihinden farklı değildir ; bunun içindir ki ben de pek,
dillerinden bahsediyorum da da, bütün lâtin bahsederken kaydettiğ tekerrür etti: Romanın ile yayılan lâtince, bütün ahalinin lisanı oldu, bu tarafa göre az çok bu farklar, imparatorl kutundan sonra daha edip


Şimdi tetkik edilecek nokta var: 1 - I diyalektler, fikrin edebî surette ifadesi için de mağa başladı ? ve 2 da bunlardan biri kendini millete kabul ettirebildi?
Bu suallerden cevabı kolaydır: yanlar, denilebilir güne azalıyordu ve tler de, lisan bir kemale ermişti; zaten b eri bu diyalektlerle
i7 j i
ski
henüz yazılmıyordu, £ gün geldi, adamın biri olarak lâtincenin yanında bu diyaliktlerle de ? başladı. Netekim bugün da da, resmî lisanın birçok edebî diyalektler

yoruz.
V*
inci - asır ?
ı ; Cl
rü-
ku
de kullanıldığını gösteren vesikalar vardır; gene diyoruz, çünkü o italyan dili mevcut değildi.
Hayat ---—
sarayının kurduğu kültür cazibe merkezi dağıldı.
Bir taraftan Hohenstaufen-lerin sukutu neticesinde cenubî italya, ecnebi tahakkümü altmda mahvolurken öbür taraftan, merkezî italya'da Floransa büyüyüp kuvvetleniyordu. Orada ticaret ve maliye işleri ile meşgul, zengin ve faal bir burjuazi mevkii iktidarda idi ; şehir kendi evlâtları arasındaki mücadeleler neticesi sarsıntılar geçirmekle beraber daimî bir terakki yolunda idi. Bu şehirde yalnız, maddî hayat değil, san'at ta inkişaf etmekte idi; Sicilyalılara imtisa-len yüksek lirik şiirler yazmak istiyen Toskanalılann ve bilhassa Fioransalılann adedi günden güne çoğalıyordu ve '
imparatorluğunun sukutundan sonra Floransa başhca ilim san'at merkezi oldu.
Zaten Sicilya Toskanalı şairler bulunmuş ve bunun neticesi olarak ikinci Frederik sarayının lisanına. Tos-kana diyalektine has şekiller girmişti. Sicilya şairlerinin çok defa kelimeleri lâtincenin kelimelerine benzetmiş olduğunu da söylemiştim; bu suretle de lisanları, italyan diyalektleri arasında lâtinceye en ziyade benziyeıı Toskaacaya yaklaşmış oluyordu. Bundan başka Toskanalılar, bu lirik şiirlere gösterdikleri ateşli muhabbetin bir eseri olarak

birçok şiir kitaplarım çok defalar istinsah ettiler; bunları istinsah edenler, o zamanlar umumî olan ve daha birçok asır devam eden bir meyle uyarak ve hatta bazan kendileri de farkına varmadan o kitapların lisanını değeştirip
kendilerininkine uyduruyolardı.
Bir sebep daha ilâve edelim: Floransa îtalyanın tam merkezindedir ; lisanında ne şimal diyalektlerinin sertliği, ne de cenup diyalektlerinin gevşekliği vardır; bütün italyan diyalektlerinin en temizidir, Böylece yavaş yavaş Toskana dili Sicilya diyalektinin yerini aldı: hem yalnız kelimeler değil, nahvin esasları ve imlâ değişti. Toskanalılar sadece Sicilyalıların açtığı yolda gitmekle iktifa etmediler, yeni tarzlar, yeni ve yüksek bir aşk
şiiri meydana getirdiler; bunların-ki, seleflerinin soğuk ve itibarî
şiirlerinden çok daha kıymetli idi.
--- Sayı : 115
Dante Alighieri bu yeni mektebin şairlerindendir; İlâhi Komedya5 sim Floransa diyalektinde yazdı ve bu sayede o diyalekt' o günden bugüne kadar îtalyanın millî lisanı oldu. italya'nın diğer havalisinde yetişen şairler de, Dante'den sonra Petrarche ile Boccacio'nun da işledikleri Toskana dilinin faikiyetini kabul ettiler ( ve kitaplarında, temiz Floransa
işte bu surtele italyanca
Prof\ LÜİGİ BORGÖGNO
lir:
Omzunda kırık desti., keskin orak elinde, İpekten işlemeli dağarcığı belinde Ormanı inleterek dağa ilerleyorlar...

Bağrım güneş yakmış.,.nasırlaşmış elleri, Akşam köye dönerken bu Toros güzelleri Her çeşmenin başında bir türkü söyliyorlar.

Rüzgârlar nefesleri., seller göz yaşlandır; Şahikalı tepeler gönül yoldaşlarıdır Onlar burda parçalar sırımlı çarıkları...

Günden yanan tenleri bahtlarından da parlak, Yarın güneş halinde tepelerden doğacak Dağda hayat kazanan bu köy "Fatmacık„ları!
TAHA AY
: 115
;9
Geçen . hafta memleketin her-
tarafında tayyare şehitleri ihtifali
yapıldı. Vatan uğrunda canını
veren kahramanların^ hatırası taziz edildi.
Merasim mahalli erkenden
■HHB5
jmmmmSSm-
reisi Fuat B. . Cevat, Ali Sait, Fahrettin, izzettin, Asım, Naci Paşalar, B. M. M. âzası, devair
rüeşası Paşalar ve Beyler, müdi-ri umumiler, Vekâletler erkânı, Vali Vehbi B. bulunuyorlardı,



9

f-*
mmm
İBİİ
Zabitler, mektepler etrafı çe* virmişlerdi. Tam on birde üç top atıldı. Bu suretle [merasim başladı
sancak yarıya kadar çekildi. Bütün dairelerin bayraklari yarıya indirildik Zabitler bölüklerine selâm

ve yer-
zırlanmışti. Muayyen vakitte lükler gelmiş, duracakları yerleri işgal etmişlerdi, Davetliler davet edilmiyenler geliyor ve lerîni alıyorlardı,
Onbuçukta Millî Müdafaa
etti. Önde şehitlerin lehkleri

\ A \

/J.
ııııııgp
4IM HIMİ'NJ'ıkVKIf11» KVBh. J.1 K y ."I
u Müdafaa Vekâleti Hava rş, kürsünün önüne gelerek gür, sert ve diri sesi ile şu hitabeyi irat etti:
uonierınep rak yıllık bacamızı yapmak için toplandık, Yalnıy havanın; değil Tuna ötelerinden Hint denizi ke-
sere serpe v
200
Sayı : 115.
11

V
WSBBKBBM

1
kara, deniz, hava şehitlerinn ulivî huzurlarında saf bağladık.
Bu milyonlarca şehit o yadel-lerden bugün kalktılar. Yedi kat gökleri ve arşları dolaşarak uçtular. Büyük Gazinin riyasetindeki on [dört milyon Türkün çizdiği müstekil memleket sınırlarını aştı-. Bu serbest, temiz ve pürüz-

mmm
istanbul: Şehir Raşit B* nutuk irat
süz vatanın maddî göklerinde hava şehitlerini ortalarına alarak kanlı otağlar ve ordugâhlar kurdular. Bizi dinliyorlar ve bizim her işte üstün olmamız için ulu Tanrıya yalvarıyorlar. Bi| dakikada 'Türkiyelim yeryüzünde her şehirden, her köyden, her tüten ocaktan yükselen hıçkırıklı fakat iftiharİı taziz ve takdis sesleri
bizim kanlı kardeşlerimizin otağlarına kadar yükseliyor.
Hüzünle azmin, dilekle takdisin birletiğîş bir gün yaşıyoruz. Yal-
nızca gözü nemli kalbi çarpıntılı olarak değil, bu hazin rasimeden
kere daha hatırlamış cağız.
Uçmak... insanlar bu işi' de yerde yürümek, denizde yüzmek gibi tabiî işler araşma sokmuşlardır. Bilgi,1 ve fen, arlık- bunda
fevkelâdelikler bırakmamış sıhhatli vve azimli, fenden anlar her insanın yapabileceği hareketler arasında irtmiştir.
Uçuş insanları barışık günler-sevinçlere yürütürken
a

karşısında bırakmıştır.
Eskiden cepheler çarpışırken geride yalnızca yavaşa yolladığı ] yavrusunun hasretinden başka bir şey düşünmiyen ocak şimdi didişmeğe iştirak edecek, hudut, sahil tanımıyan hava kuvvetleri, en kuytu yerlerde savaş niyetine süt veren ananın önündeki beşiğe kadar gelecek, onu dağlamağaîçalı- j şacaktır. Denizde ve karada yürüyen ve yüzen ordular havadan gören ve yıpratan vasıtaları kullanmazlarsa aşağı kalmak tehlikesine düşeceklerdir. Bunu gören ve bilen aziz Cümhuriyetimiz,. büyük milletimiz tayyare kuvvetleri için vazifesini yapmış ve yapmaktadır.
Bir hava kuvveti yapmak ve yapılmış bir kuvveti yaşatmak için ne
ğunu gören ve anlıyan azız Türkiye her tedabiri almış/ her vatandaş vazifesini bilerek Türk Tayyare Cemiyetine arka olmuştur. Bu vazife bugün hava, ordu, deniz şehitlerinin kutsî huzurlarında tekrar ve teyit
Size hayırlı ye cesur bir arkacı
İ®»ılı
f'tiMm,
wWmmWi-W'.
NMHP11
hatırasını yadederken
rumuzu ve onun için ulu orta fil, bilgi ve fen kuvveti ile çalıştığımızı ulvî huzurlarınızda arkadaşlar namına ant içerek tekrar eyliyorum.
Diri gençler; bayrağımız sizin kuvvetli ballarınızı bekliyör, sporda, uçuculukta, kavgada* ilim ve fen kuvvetinde bizi geçerseniz bu vatan timsalini daha yükseklerde şan ve şerefle taşırsınız. Buna imanımız vardır.
Bitim olarak; Hava, kara, deniz şühedasını kemali tâzim ile selâmlar;
1
Hayat ----.-
bu hazin rasimeye iştirak eden devlet ve milletin büyük rükün ve vekillerine silah arkadaşlarına, halk sınıflarına bilgi ordusnna hava sınıfı namına arzı şükran eylerim.
Aka Beyin Hitabesi
Muzaffer Paşadan sonra Tayyare Cemiyeti Şubesi namına Aka Gündüz B. şu hitabeyi söyledi:
— Tayyareciler! Bizim tayyareciler! Alev kanatlı Türk tayyarecileri !
Cemiyetimizin Ankara şubesi namına, ölenlerinizin şanlı namlarını, vefalı şahıslarınızda selamlarım.
Anneler! Artık susan anneler! Yüzü gülen anneler!
Göklerden dönmiyen çocuklarınızın saadetini, yaşı dinmiş gözlerinizde takdis ederim.
Bu gün hasretten, matemden, ıstıraptan bahsedilmesi yasak olan gündür.
Bugün göklerden dönmiyenle-rin, toprakta kalanlara verdikleri ebedî saadetin yadolunduğu gündür.
Bugün denizlerde, karalarda ölerek yaşamasını bilen Türklerin havalarda da ölmesini nasıl bildiklerini cihana tanıttıkları gündür.
O ölülere acınır, yas tutulun Fakat göklerde kalan Türk tayya-, recileri, arkalarında tam bir vatan, tam bir tarih, mutlak bir ebedilik bırakmışlardır.
Artık yas, gözyaşı, hasret yoktur. Artık ölülerimizin aziz hatıraları ile, meş'ut dirilerimizin büyük eserleri ile mağrur olacağız,
Şimdi birbirimize hazin hazin bakışıyorsak bu,
)u mezarların
yaş
lıklarının
Mezarlarının ayak ucunda işiteceğiniz silah sesi kalanların Vefakâr sesidir.
Bir gökçü vardır, altı günlük bir deniz aşmak kahramanlığını göstermiştir, onu bütün dünyalar beraber takdir etti.
Bir gökçü de vardı ki bütün bir milleti derin bir maziden sonsuz bir atiye bir hamlede geçirmişti, onun adına şûrada yatan türk tayyarecisi derler.
Bu ölçüsüz şehametin, bu müebbet tarihin halikleri huzurunda gururla, heyecanla saadetle sükût ediyorum.
Aka Beyden sonra Halk Fırkası namına 4( Hakimiyet" in Tahrir müdürü Naşit B. şu hitabeyi irat etti:
— Bu yıl daha büyük bir sevgi, daha derinleşen bir hasretle seni ziyarete geldik. Tahassürümüz arttıkça, her birinizin kahramanlıkları birer tarih oldukça, yüreklerimizi yakan hicran ateşini dökmek için hep bu günü bekliyoruz. Şehit kardeş, aziz ruhun şadolsun!
Yeryüzünde asırlardanberi sürünen insanlığın gözlerini, gökyüzüne çeviren, bin bir ilahın hüküm sürdüğü zannedilen yedi kat gökün bir tek hâkimi benim diyen, bütün korkulan pervanesinin sert dönüşleri ile dağıtan, korkunç bulutları, zehirli fırtınaları, boğucu
tayyareci! Sana,
---Sayı : 115
sürülerin üzerine ölümler yağdıran genç tayyareci! Hiç unutulur musun!
Kanatlarından asil kanın sıza sıza bu toprağa düştüğün gün» yaktığın bütün bir milletinin yüreğinde, hava aşkmı sen tutuştur* muştun. Bu sevgi, günler geçtikçe bütün kalpleri saran bu sevgi, se* nin boşluğunu doldurmak için, yılmaz bölükler, taburlar, alaylar hazırlıyor. Sen kalplere salınmış bir sevgi oldun* sen ölmedin» sen ölmedin asla... Yıllar çoğaldık* çâ bu sevgi artıyor, artacak, ek-, silmiyecektir.
* # *
Gençlik Mecmuası Muharriri Hafız Oğuz B. de-hararetli bir nutuk söyliyerek Şehit tayyareciler gününün manasını anlattı ve :
— Ey Türk semasının hakikî sahipleri; sizin bu her şeyden kıymetli emanetinizi istediğiniz gibi muhafaza etmeği bütün Türk gençliği mukaddes bir naıiıus börcü biliyor, dedi.
w
marş
dası
bitince muzika hazin İL Bir zabit kuman-manga asker tara-
•s
Demiryollanmızm tarihini» inşaat ve işletme noktai nazarından iki büyük devreye ayırabiliriz;
1 — Şirketçilik.
2 —Devletçilik.
Birinci devrede memleket demiryollarının inşa, ve işletme işleri ecnebi sermayedar şirketler elinde idi. Bu devre 1856 senesinde îzmir - Aydın hattını inşa ve . işletme "imtiyazının ingiliz sermayesine verilmesiyle başlar. Bu tarihten itibaren müracaat eden ecnebi şirketler imtiyazlar alarak bugün memleketin muhtelif mıntıkalarında hali faaliyette bulunanfdemiryollarını muhtelif tarihlerde inşa ve işlemeğe küşat ettiler. 1863 senesinde îzmir . Kasaba hattının imtiyazı yine bir İngiliz şirketine verilmiş» şirket te imtiyazını 1893 senesinde Fransız sermayesine satmıştı. 1869 da Şark demiryollarının imtiyazı, başta baron Hirch olmak üzere beynelmilel birkonsorsiyom tarafından alındı. Elyevm bu hattın 337 kilometroluk kısmı hudutlarımız dahilindedir. Mersin - Tarsus - Adana hattının imtiyazı 1883 senesinde iki Türke verildi ve bunlar da imtiyazlarını 1886 da Fransız sermayedarlarına sattılar. Fransızlar ise, Anadolu demiryolları kumpanyasiyle anlaştılar ve imtiyazlarını 1893 de mezkûr
kumpanyaya terkettiler. Türkiye-de demiryolu inşa etmek ve işletmek için Alman sermayesi 1888 senesinde sahneye çıkarak muhtelif tariblerde Anadolu ve Bağdat hatlarının imtiyazlarını aldı. 41 kilometroluk Mudanya-Bursa hattı ilk önce 1875 tarihinde hükümet tarafından irişa edildi ve bilâhare bir Belçika grubuna satıldı.
Şirketlerin bu inşaat faaliyetleri karşısında saltanat idaresi de demiryollar inşasına heveslenmiş ve muvaffakiyetsizlikle neticelenen bazı teşebbüsatta bulunmuştu. Meselâ devletin
1871 senesinde Haydarpaşa - izmit hattının inşasını ve 1872 de İzmir . Kasaba hattının Alaşehre
kadar temdidini üzerine alması, 1911 senesinde Samsundan Sivasa ve 1914 de Ankaradan Erzuruma kadar demiryolu inşasına başlaması gibi teşebbüsleri vardır. Fakat bu hatların inşa edilenleri hükümetin eline kalmamış, şirketlere intikal etmiş ve inşasına başlananları da müteaddit sebeplerden dolayı yüzüstü bırakılmıştı. 91 kilometroluk Haydarpaşa - îzmit hattı hükümetin idaresizliği neticesi 20 sene müddetle, îzmir - Aydın hattının himayesi altında bulunan bir İngiliz sermayesine devredildi. Mezkûr şirket ise, 1893 senesinde bu hat üzerindeki imtiyazım Anadolu
yolları kumpanyasına sattı. Kasaba -Alaşehir hattı da inşadan sonra, mukavele meselesinden çıkan bir ihtilâf üzerine îzmir - Kasaba hattı şirketine devrplundu. Elyevm bu hattın temdidatiyle beraber tulü 703 kilometrodıır, Samsun -Sivas hattı tahsisatsızliktan ve beceriksizİikden 1914 senesinde «Regie generale» isminde bir Fransız şirketine verildi. Fakat umumî harbin patlamaşiyle şirketin inşaatı akim kaldı. Hükümetin 1916 da İzmir-Kasaba ve Mudanya - Bursa hatlarının iştirasına kalkması da harbin hitamiyle bir neticeye iktiran edemedi. Ankara - Erzurum hattının da inşasına 1918 senesine kadar devam edilebildi. Mütarekenin aktiyle bu inşaat ta durdu.
Saltanat idaresi, bütün diğer sahalarda olduğu gibi" demiryolculuk sahasmde da memlekete nafi olmadı. Ecnebi sermayesi, Türkiyede demiryolları inşa ederken kaViyen memleketin iktisadî ihtiyaçlarım nazarı itibara almıyordu. Daima emperyalist maksatlar peşinde yaşıyordu. Saltanat idaresi de Avrupa sermayesinin bu yoldaki arzularına alet olmaktan başka
Devletin demiryolları inşa etmek ve işletmek teşppüsleri, Türkiye demiryolları tarihinin
Hayat ---
bu birinci devresinde hakim rol oynamaz. Saltanatın, mem ieket mikyasında sistematik
surette takip ettiği mi llî
[illi demiryollar siyasetinin
menafime dan

b sene-Hükûmet, kendi
ecnebi ser- mubayıasma karar verdi. Muba- vasaitiyle Ankara - Sivas ve
hatlarının inşa-ve ilk hamlede
vaz
ve
devreye damgasını çok umktı. Bu itibarla ecnebi sermayesinin saltanatı devresidir. İkinci devre millî
baslar. Millî hükümet 1
b
sinde işgal altında hatlara vaziyet etmişti lar şunlardı:
Bu hat- ketin
1
ren
hattı.
dar 825 kilometroluk hattı.
8 — İzmir - Kasaba ve didi hattının Afyonkarahisardan itibaren Uşaka kadar 135, bliâ-, hare Uşaktan 199 uncu kilomet-roya kadar ki cem an metroluk kısmı.
memleketin şömendöfer ş hatlarını almak üzere hi müracaat ettiler. Hük Anadolu ve Bağdat demiryolları kumpanyasından maada diğer
ım iade etti.
kadar olan kısmını rinden bu kısım da fmdan işletmeğe a hattının sahipleri,
için
kûmetin teşebbüsatı, mayedar şirketlerin Türkiye yaa meselesi de uzun demiryollarındaki karşısında sistemsiz tesadüfi tezahürler ve
smı üzerine
yonalıze
ffrır»,ı
arımızın bu ikinci
1928 senesinde ingilizler Anadolu demiryollarına imtiyazı verilen Bağdat
miite-
bir muvaffakiyetle Ankaradaıı kadar olan 381 ve
2 — Hali inşada

İşletmede bulunan hatlar
Kayseri
zurunı - Sarıkamış [J. Kütahya - Tavşanlı
ve intizam, büyük bir teşkilâtçı
olan
Hali inşada bulunan
tarafından inşa olun-bu hattın -Gümrü -1899 senesinde ^ikmâl Sarıkamış kısmını - Erzuzum kısmını



Hayat —---——-——
A — Kayseri - Sivas (180 km.)
B — Zile - Sivas (181 k m.)
C — Irmak - Filyos (580 k m.)
D — Fevzipaşa - Meraş - Di-yarıbekir (510 km.)
E — Ulukışla - Kayseri (180 km.)
F — Tavşanlı-Balıkesir (201 km.).
Hükümet 1927 senesinde de-miryol inşaat programını tevsi etmiş ve inşaatı muhtelif inşaat gruplarına ihale etmişti. Yukarda C ve D fıkralarında gösterdiğimiz hatların devlet nam ve hesabına ve devletin kontrolü altında inşa edilmesi için 927 senesinde bir İsveç grubu ile mukavele aktedildi. Son E veF fıkralarındaki hatların da ayni şerait altında inşası için yine 1927 senesinde bir Alman inşaat konsorsiyomile mukavele yapıldı. Elyevm bu iki şirket tarafından inşa edilmekte olan hatlar oldukça ilerlemiştir.
1927 senesi inşaat programına göre yeniden 1650 kilometro normal hatla Kayseri atelyeleri
insa olünacaktır.

Hükümetin bu maksat için ayırdığı tahsisat 193 milyon Türk lirasıdır.
lar siyasetimizin neti*jesi, 1928
senesi
inşaatı
nat idaresinden müdevver umum lamım tu

813 kilometroluk hatlara, 927 senesinin vasi programındaki hatlardan 168 kilometro da dahildir. Mütebaki 1482 kilometroluk hattın 1934 senesinde tamamen ikmal edilerek işlemeğe küşadı mukarrerdir. Bu takdirde 1934 senesi nihayetinde yeniden inşa edilmiş olan hatların mecmuu tulü 2295 kilometroya baliğ olacaktır ki, evelki tulün devlet lehine yüzde 56 smı mütecavizdir. Bu nisbetle, devletin yabancı sermayeye muhtaç olmadan bütçesine mevzu tahsisatla de--miryollar inşasında nasıl muvaffak olduğnnu gösteren çok canlı bir delildir.
3 — İnşası mutasavver hatların umumî istikametleri şunlardır: Sivas - Malatya, Elâziz -. Yan, Sivas - Erzincan -
nihayetinde 4058 kilometro idi. Bu mevcuda nazaraı \ bütün Türkiye demiryollarında, 1928 senesi nihayetinde yüzde yirmiden fazla bir tezayüt vardı. 1928 senesi nihayetinde ikmal olunan
Eğridir * karahisar.
senesi inşaat programının tama-
soııra nazarı
itibara alınacaktır.
1927 senesinden evvel devletin hatları ayrıayrı müdiriyet-ler tarafından idare olunuyordu. Ankara - Kayseri ve Samsun -
Sivas hatları Ankaradaki sabık inşaat ve işletme müdiriyeti umumiyesine ve Sarıkamış hattı Nafıa Vekâleti Demiryollar müdiriyeti umumiyesine merbut birer müdiriyet ve Anadolu - Bağdat hattı da yine Nafıa Vekâletine merbut bir
umumiye makta idiler. Bunların hepsinin
teşkilât, nizamat v. s. usulleri
s )
birbirinden ayrı idi. Devlet, de-miryol inşaat programını tevsi edince bütün hututun bir merkezden idaresi ve teşkilât, nizamat ve sairede vahdet vücuda getirmek zarureti karşısında kaldı. 1927 senesi haziranında
___——----- Sayı 115
merkezi Ankarada olmak üzere devlete ait bütün demiryollarile limanların işletme ve inşasını elinde toplayan vasi bir teşkilat, Devlet Demiryollar ve Limanları İdarei umumiyesi vücude
getirildi, iktisadî hayat elâstikî olduğundan yani iktisadî ihtiya-cat vakit vakit azalıp çoğaldığından, Devlet demiryollarının bu elastikiyete adım uydurabilmesi için şahsiyeti hükmiye halinde idaresi tecviz edildi. Sarfiyatı ve muamelatı hesabi-yesi usulü muhasebatı umumiye kanununa tabi kılındı.
D evlete ait hututun b öyle bir teşkilâta tevdii, hükümetin devletçilikte attığı ikinci mühim adımdır. Devlet bu suretle millî demiryollar siyasetinin azamî derecede müsmir netice-' ler vermesi için bütün kuvvetleri teksif ve temerküz
iştirası
olacaktır. Bu gün bu adımın da atıldığını büyük bir memnuniyetle görüyoruz. Mes elâ Anadolu hattının iştirasının kat5î surette takarrür etmesi. Devlet, hattın tekrar müracaat eden sahipleriyle geçenlerde yaptığı müzake-ratta hattı taksitle iştira etmek neticesini kazandı. Bu hattın iştirasını diğer hatların takip etmesini dörtgözle bekliyoruz. Bugün demiryollarında millî şiarımız:«Türkiye şömendöferleri rin malı olmalıdır. gün memleketimizdeki demiryolların kaça mal oldukları maalesef meçhuldür. Yalnız tahminî olarak bu günkü kıymetleri malûmdur. Nafıa Vekâleti Demiryollar müdiriyeti umumiy esi hali hazırda faaliyette bulunan bütün hatların kıymetlerini tahminî olarak şöyle takdir etmektedir
Sayı : 115
Hatların İsimleri Kilometre Kâğıt Para Milyon
İzmir - Kasaba 703 32
İzmir - Aydın 610 42
Şark demiryolları 337 17
Mersin - Adana 2
Mudanya - Bursa 41 0,7
Ilıca - Palamutluk [1] 29 1
Samsun - Çarşamba [2]
Anadolu - Bağdat 1032 94 I
Samsun - Amasya 133 15
Ankara - Kayseri 381 26 |
Erzurum - Sarıkamış 358 1,2
Yenice - Nusaybin j 632 34 i
Yekûn — 266,1 i

j Şirketlerin İsimleri Türk Altını - 1
İzmir - Aydın Hattı 4,587 ,747 j
İzmir - Kasaba hattı 6,002,000 1
Anadolu hattı 14,200,000 I
Konya - Bağdat hattı 11,840,000
Şark hattı 2,000,000
Mersin - Tarsus hattı 381,694
Mudanya - Bursa hattı 153,000
Yekûn 39,164, 441
)r ki, bütün demiryollarının tahminî kiymeti 266.1 milyon Türk lirasıdır. Bu miktarın 129,9 milyonu şirket hatlarının, 136,2 milyonu da devlet hatlarmındır.
Ecnebi şirketlerin Türk altını üzerinden sermayeleri şukadardır: Ilıca - Palamutluk hattı şirketinin sermayesi 200,000 Türk lirasıdır. Yaktile Almanlara ait
[1]IIıca- Palamutluk hattının imtiyazı 1924 senesinde bir şirkete verimiştir.
[2] Samsun - Çarşamba hattını Türk sermayesiyle Nemlizadeler inşa etmekte ve işletmektedirler.
olan Anadolu - Bağdat hattının hisse senetlerinin resmî hamilleri isviçreliler gözükmektedir. Fakat hakikat halde portföyün mühim bir kısmı İngilizlerin elindedir.
Daima işleyen hu sermayeler, (hali hazırda Anadolu - Bağdat
hattı hariç) saltanat idaresinin sakim bir siyaseti neticesi olarak
bugün kâr halinde millî servetimizin mühim bir kısmım harice
sömürmektedirler. Bu halde ise millî sermaye terakümüne menfi bir tesir icra etmektedir. Devletin bu sermayelere ait hatları tştıı a etmesi ilerde azîm nıeba-?m millî servete inzimam nesini intaç edecektir. Pler
Türk bu mes'ut günleri beklemektedir.
Hali hazırda Türkiyede hali faaliyette bulunan hatların en
müsmir, neticeler vereni Anadolu hattıdır. Bu hattın nakliyatı ve varidatı seneden seneye büyük adımlarla artmaktadır* Bu ayni zamanda hem iktisadî bir inkişafı hem de devletin gayet mükemmel surette demiryolu işletmekte olduğunu ifade eder.
Anadolu hattının hamule nakliyatı şudur:
ton kilometrik idi.
ton kilometriğe çıkmıştır.
İşletme masarifi yekûnu şu kadardır:
925 senesinde - 5, 091, lira iken
927 senesinde - 6, 441,
liraya çıkmış ise de bu fazla
masarif fazla varidat teminine sebep olmuştur,
925 senesinde - 7, 875, 789 liralık varidata mukabil
927 senesinde - 9, 884, 350 liralık varidat alınmıştır. Varidatta gayet vazıh bir tezayüt
işlemekte olan diğer devlet hatları ise yeni faaliyete geçtiklerinden ve hali inşada sayıldıklarından onların varidatı
hakkında henüz bir şey söyliye-meyiz.
Şirket hatları da memleketin
en feyizli mıntıkalarında bulunmakla beraber mmtakalarınm ihtiyaçlarını etraflı bir surette
düşünmüyorlar. Meselâ Aydın ve Kasaba hatları çok köhne
malzeme ile işlemekte ve varidatından malzeme teminine
yarıyacak sermaye ayırmamaktadırlar.
Bu gün işletmede ve hali inşada bulunan devlete ait hatların yüksek iktisadî kıymetleri vardır. Anadolu - Bağdat hattı,
memleketin en belli başlı istihsal ve mübadele merkezlerinden
geçiyor. Bu hattın devamı olan Ankara - Kayseri ~ Sivas - Samsun yolu ikmal edilince bu uzun
kemiği olacaktır. Bu hattın iki ucu da mühim birer limana merbuttur. Samsun limanının inşası, hükümetin limanlar inşaatı proğramına dahildir. Samsun - Sivas hattı üzerinde çeltik madeni gibi 25 kilometroluk sahayı kaplayan bir kömür ma-
vardır. Bu maden dernir-
edilmekte olan hatlardan Irmak - Filyos hattı, merkezî Anadoluyu Ereğimin kömür
ocaklarına bağlıyacak ve dahilin kömür ihtiyacını tatmin edecektir ve aynı zamanda çok zengin olan Söğütözü kömür madeninin işletilmesine amil olacaktır. Fevzipaşa - Diyarbekir hattı o havalide külliyetli miktarda yetişen buğday, arpa, pirinç gibi mahsulâtı dahilî pazarlara sevkedecek, Mersin limanı vası-tasiyle bu havaliyi harice bağlıyacak ve Ergani bakır madeninin işletilmesini temin edecektir. Ulukışla - Kayseri hattı, merkezî Anadoluyu Akdenizin
en mühim limanına ve ayni zamanda Akdenizi Karadenize bağlıyacaktır. Kütahya - Tavşanlı hattı da garp vilâyetlerinin en münbit yerlerinden geçmektedir.
Gördüğümüz gibi bütün bu hatlar, memlekete yüksek bir
iktisadî ati vadetmektedirler. Biz bu atiyi Cümhuriyet idaresinin başında duran Büyükreh-bere medyunuz.
ÎSMAİL HÜSREV
Lâtifi'ilin Şöhretine ve namının ebedileşmesine vesile olan teskeresinden mada, dikkate şayan bir eseri de «Risalei evsafı İstanbul» d,m Bu risale, isminden
anlaşılacağı özere, eski Payıtahtin
tarifine tahsis edilmiş küçük bir mecmuadır. Fakat, Lâtifinin bunu vücuda getirmekten asıl maksadı, tasviri arzusundan başkadır. kendisi, risalesinin «lıatirnei kitap ve ııeticei kitap» unvanlı son kıs-ki: «Bu risaleyi
yazmamın sebebi, allalun feyzile gözlerinden gaflet perdesi kalktıkta, gördüm kı bu kemini kemter gibi din kardeşlerinin çoğu dünya sevdasiyle ahreti unutmuş ve gönüllerinin aynasını ııııı pası ve mafıhamn tımıs diledim (ki)
•S-
canibi orayı yad ve
olmak ben-'
dinden azat etmek içi a ay at ve emsal ve eş'ardan bir kaç keli-matı uhrevî ve ııükâtı manevî tahrir ve tesvit edeyim. Ama gördüm ki mücerret kelâmı tasavvufa meyil etmiyorlar. Ona binaen bazı yerlerde teftihi hatır ve teshizi kalbi fatir için mizah
tim. Zira zaman lıalkmm meyli
sini yazmağa
şehre merbutiyet ve ya beti değil, münhasıran din kardeşlerini ikaz ve irşat arzusudur. Her vakit, her yerde olduğu gibi, o zaman da boş söze, kuru nasibata hiç kimsenin ehemmiyet vermemesi, onu bu uzun ve zahmetli yolu ihtiyara mecbur bırakmıştır.
«Risalei evsafı İstanbul» otuz dört ınephasten terekküp etmekte olup bu meplıaslerde, İstanbulun güzelliği, bezzazistamn, metaı ıuütenevviasının vasıfları gösterilmekte, müteakiben şehirde yaşayanların nevilerinden ve ayarlardan bahsolunmaktadır. Daha sonra saraylardan, kasırlardan, medreselerden, riyakârlardan, murada ermemişlerin arzularından, yemeklerden, oyunlardan, tahtakalenin o zamanki halinden, Galata, Topane veEyüpten, Kâ ati ianeden bahseden Lâtifi nihayet biraz da kendi vaziyetinden şikâyet ederek eserim bitirir.
Şu izahattan anlaşılır ki, Lâtifi eserinde İstanbulun her cihetine temas etmek istemiştir. Mamafi, müellifin büyük bir hararet ve safvetle her şeyden evvel naklettiği, İstanbul hayatıdır. Kendisini tertip ve tedvin ederken takip ettiği gayeye daha kolaylıkla isal edebileceği cihetle, Lâtifi; bilhassa keyif ve eğlence yeri olmak üzere maruf taraflar
hakkında epey malûmat vermiş,
Galatada ki yaşayış tarzım pek güzel tespite muvaffak olmuştur.
Lâtifi « Risalei evsafıİstanbul» u ne maksatla yazmış olursa olsun, bizce kitabın kıymeti, onuncu hicret asrında İstanbul bayatının kirli köşelerini oklukça tenvire hizmet etmesindedir. Filhakika,
o devirde şehrin arzettiği çehreyi bu eserde imkân nispetinde
dar, karanlık sokakların derinliğine sıkışan, yahut yeşil vasatların neıımâk topraklarına yayılan halk hayatının iç yüzüne az çok mıhız edebiliyoruz. Bu itibar ile, «Risalei evsafı İstanbul» bir taraftan İstanbul tarihim
ClA
sim
taraftan da, edenleri yakından alâkadar edecek bir mevzu teşkil eder. Biz
Ur
lif a-
ruz.
-Jul Klarti " den tercüme _
1870 muharebesi soııJ dı. Bir gün Venson diva mafevke itaatsizlik töhmetiyle bulunduğunu anlayamıyor gibi maznun bir süvari nefer:
hakeme ediyordu.
Jura cU
iri yarı, sert denecek metin tavurlu bir delikanlıydı, îstiçvap ve ith anı edilirken
n
dik bir Her ş\
tahammül etmeğe ve idama mahkûm olduğu mertçe ölmeğe kara r görünüyordu.
Muhakeme başlarken i Moris olduğunu ve kimsesi •Ilınmadığını söylemişti. Şah onu mahkûm ettirecek ağır ler sö
aleyhinde söylenen sözleri detmeden, kızmadan, süld dinlemişti. Hissediliyordu adam kendi muhakemesini vicdanında yapmış, kendi hü nü kendi vermişti.
Mamafi bu askerin
itler
ki bu
cana
vardı ki söyleyor ve kalbinde onu için
ve
ıvac uvan-

\ •
acıı
dimdik, askerlerinin en hucum ediyordu. Birden-kurşunla yere yuvarlandı. (bugün muhakeme
bir suretle hayvanım bırakarak
Aarken zavallı
kurşun
«Kuman-diye bağı-
, metin, saf ve
cerrah gör
onu
yatan cesede
betle bu cansız vücudun üstüne
Hayat -—-—-———-—~
eğildi. Onu kanlar içinde yerden kaldırdı, sırtına yüklenerek ordunun terkettiği ölüm tarlasından uzaklaştırdı. Bu asker kumandanı kurtarmağa, cerrahın ahmak sözünü yal an çıkarmağa azmetmişti . Yorgunluktan bitmiş bir halde onu-geceye kadr sırtında taşıdı.
Tehlikeli mıntaka haricine çıktıkları, bir asker karargâhına geldikleri vakit nefer bir seyyar hastahaneye gitti ve sırtında taşıdığı yaralı gibi cansız, kumandanının cansız vücudu yanma yıkıldı.
Miralay sözlerini şöyle bağîadi: «Mücrim hakkında söyleyeceğim şey bundan ibarettir. Ben şimdi onun sayesinde yaşıyorum. Bu miralay apuletleriııi ona borçluyum. Çünkü bu 6 ağustos gününden pek az sonra terfi ettim. O zamdan sonra gene harbe girdim ve memleketime hizmet için bir kolumu verdim. Fakat bu kalan kolumu gene bu askere . borçluyum. Ona gelince, harp malûlü sıfatıyle müstahak olduğu maaşla tekaüt edilmesini bekliyordu. Ne yazık ki bir hiddet dakikasında her şeyi berbat etti.. İlâve edecek bir şeyim yok.. Fakat zannediyorum ki mücrimin hayatı onu her hangi bir hitabeden daha kuvvetle müdafaa eder. Mert ve temiz insanların en iyi avukatları kendi mazileridir.»
Miralayın hakkı vardı. Divanıharp kısa bir müzakereden sonra askerin beraatına, ittifak ile, karar verdi.
Hâlâ bir teessür göstermeyen neferin muntazam bir asker selâmiyle hey'eti selâmladığı sami-ler arasında oturan kolsuz miralayın da hakimlere karşı eğildiği görüldü.
Sonra miralay nefere doğru" yürüdü ve ona tek elini uzattı. O zaman süvari derin bir teessürle sarardı ve bıyıklarını ısırdı. İki asker, kolsuz miralayla topal asker bir arabaya bindiler ve
aynı masada memleketin şeref ve silıhatine şarap içmeğe gittiler.
Herkes muharebenin bu iki enkazını, kahraman amir ile mütevazı süvari neferini rikkat ve hürmetle seyrediyordu.
REŞAT NURİ
Sayı : 115
ir yıl
Türkiyede İbrahim Müteferrika tarafından ilk türkçe matbaanın kurulmasından beri tam ikiyüz sene geçmiş bulunuyor, irfan ve medeniyet hayatımız için pek büyük bir kıymeti olan bu yıl dönümünden, yevmi gazeteler ehemmiyetle bahsettikleri gibi, İstambuldaki Türk Ocağında da Matbuat Cemiyeti tarafından matbaacılığımıza dair pek kıymetli hatıraları ihtiva eden bir sergi vücude getirildi. Gazimizin büyük ve her maniayı devirici azmiyle Arap harflerini atarak artık beynelmilel harfleri kabul ettiğimiz için, bu yıl dönümünün kıymeti hiç azalmamış, ve iki asır evel memleketimizde ilk matbaayı binbir müşkülât ile pençeleşerek kuranların kalbimizde kazandıkları yerin ehemmiyetine ve hararetine asla halel gelmemiştir. Vatanımızda matbaacılığın ömrü iki asırdan fazla olaydı, bu gün milletimizin medeniyet dünyasında elbette daha yüksek bir mevkii bulunurdu, ve şayet memleketimizde ilk matbaa bundan iki değil meselâ bir asır evel kurulmuş olsaydı, şüphe yok ki, memleket şimdiki seviyei medeniyesine de irişmekten uzak kalırdı. Binaen aleyh, İbrahim Müteferrika ve onu teşvik ve himaye eden rical, bu milletin ebedî minnettarlığına hak kazanmızlardır.
Bu senei devriye münasebetiyle Selim Nüzhet Bey tarafından neşredilmiş olan ( Türk Matbaacılığı) namındaki eseri de bilhassa zikir bir kadirşinaslık olur. Büyük bir itina ile yazılmış ve bastırılmış olan bu kitaptan dolayı samimiyetle takdir ve tebrik eylediğimiz müellifin, daha fazla malûmat ve vesaik topladıktan sonra eserini yeni harflerle de bastırmağa muvaffak olmasını dileriz.
Okuduğumuz birkaç yazısı, karışık ve mestedici renklerini çok sevdiğimiz Alman ressamı Böklinin tablolarını bize hatır-
latmış olan Şaziye Berrin Hanım, Ştrindberden bir piyes tercüme etmiş. Darülbedayi bunu îstan-bulda oynuyor. Bu ecnebi muharri rin de hele intihap olunan piyesin de, pek hayranı değiliz. Fakat, Ştrindberg gibi çok güç bir edibin bir piyesini, bir türk hanımı tarafından tercüme edilmiş görmekten hakiki bir sevinç duyduk. Saltanat devirlerinin geri kalmasını bekaları için şart buldukları bu memleket o kadar çok çalışmak ve o derece çabuk ileri gitmek ıztırarındadır ki, kadınlarımızın da bizimle beraber ve bizim kadar çalışmaları elzem bulunuyor. Şaziye Berrin hanımın bu tercümesi, özlediğimiz ve her tezahürüne candan sevindiğimiz bu kadınlık çalışmasının şerefli bir eseri olduğu için kendisini teşci ve tebriki borç biliriz.
Son günlerde çıkmış bir çok eser var. Yerin müsaadesizliği sebebiyle mevzuu bahis kılmağı gelecek nüshalarımıza bıraktığımız bu eserler arasında bilhassa Ali Fuat Beyfendi tarafından yazılmış olan (Ricali mühimmei siyasiye) mühimdir. Hakikî bir bitaraflık ve ciddî bir lisanla birçok yeni vesikalardan istifade edilerek vücude getirilen bu kitabın, son asırdaki şark tarihiyle uğraşan garp ilim adamlarınca da makbul bir mehaz olacağına, ve bu suretle de aleyhimizdeki nice yanlış zanlarm ortadan kalkacağına şüphe etmiyoruz.

Mes'ul Müdür: Faruk Nafiz
Devlet Matbaası