Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

KADIN MESELESİ
BU SAYIDA
Dünya Demokrat Gençlik federas* yönün yıldönümü
Geçsn ytl 10 Kasımda^ Londrada toplanan', Dünya Antifaşist gençliğinin delegeleri. *Diinya Demokrat Gençlik Federasyonu,,, nu kurdular. Bıi teşekkül, 19 Kastm 1915te kurulduğu halde Dünya antifaşisi gem It ri Sarasındaki bağlılık vs k'irdeşçe işbcraberliği di eği yeni bir şey d ğildir. Ispanya sivil harbinde . başlayan diinya anti faşist gençli rî arasnda, faşist tecuvize k-r-şt müşterek sıvaş azmi, ,so i ha*p içinde daha'da kuvvetlenip gelişerek ö C3 Balkan Antifaşist gençl r kor gresi, sonra Dünya Demokrat Gençlik Fede-rasyopiyle gelişmeye başladı Bütün antifaşist dünya genç'iği arasındaki bağların, hiç bir zaman Londrada toplanan dünya Domekrat ger.çl-ri kong» resindeki kadar sağlam olduğu görül-' memıştir. Unutulmamalı ki bu bağlar, aynı gâye 'uğru tda akıtılan milyonlarca gencin kant pahasına kuvvetlenmiş? tir. Dikkat î d’ğer' başka bir nokta da kongrede biitü ı reıksiyçn r ve faşist unsurlara karşı kesin bir savaş için verilen kararlardır. Zamanımızda millî ve beşerî hürriyetin baş duşmani, her yerde faşizm olmuştur. Memleketleri* nin bağımsızlığı ve özgenliği uğ.ru ıa mütecavizlere karşı mücadele eden dün", ya gençliğinin- Kurduğu ve Kuracağı teşekküllerin a:;tifaşist ve antireaksi-yor.kr bir karakter taşiması da tabiidir. Bu u ı içindir ki demokrat gençlik fe-, depasyonu, dünyadaki faşizmin siyasî, iktisadi ve mânevi alanlardaki 1 biıtün kalıntılarının silinip süpiiralmesine, u-laslararası -reaksiyona;ve emperyalist tezahiirlerg karşı bütüp dan ya antifaşist unsurları it işbç ‘aberliğine davet ediyor. Dikkat edilirse görülür k'i Dünya Gençlik federasyonunun, umdeleriyle bizim kurtuluş savaşımızın »gayeli ri arası ıda gerçik bir yakınlık bulunmakta l-r. Kurtuluş »at aşımızda dışardan gelen emperyalistlerle yapılan mücadele, içerdeki reaksiyona karşı yapılan savaşla sıkı * sıkıya bağlıdır^ Zaten biı iki şiarjıiç bir Zaman birbirinden ayrt' lamazF iki - harpte de bunun pek
canlı örneklerini gördük. Bütün dünya d*mokriaf‘gşnçlerinin büyük bir şevkle kutladıklar^ Dünya Demokrat Gençlik Federasyonunun liuruluş ,yıl dönümünde Türki^hi^demvİcrat gençlik, heıiüz kendisinf -tefn&il ettirememekle' bera* ber şüphe ffok: kt günden güne gelişe* cek ve dünyâdaki şerefli yerini ala* çaktır *
Romain Rolland kulübü
Dolanda da Romain Rolland*tta‘ tutmak, eserlerini yaymak için -bir-ka* lüp kufulthuşitir. MeşhAir muharririn haşatını ak e ettiren tutan döküm anlar toplan maktâdtff
2
DimitrijŞostakoviç
Devrimizin rriüzik üstadı Şostakoviç beşinci senfonisine Faust da olduğu gibi hayatın jnaııâsını ar. lamak meselesile başlar. İnsanla kâinat arasındaki münasebeti araştırır. Fakat neticede, Goethe’den farklı olarak, kozmozun ■ hudutsuz âleminde cevelân ett.ikt n sonra, bu sonsuz mücadeleyi aklin zaferiyle bitirir. Beşinci senfoninin bi; tişini Betheven’ın “Zroic?„ sının fi nali ile mukayese etmek yerinde, dedir. Dimttri Şoıtkoviç’in altıncı s-nfonisinin başında da başka kalplar altındı aynı temayı buluruz. Dâhi bestekâr burada da insanın dünyadaki rolünü ine Her. -Fakat daima bir nikbinlik havası melodilerinin özünü teşkil eder. Yedinci senfonisi Leningrad senfonisidir. Şostakoviç asıl dehasını bu tarz harp senfonilerinde göst-rmiştir. Kompozitör şimdiye kadar görülmemiş br kudret ve kabiliyetle ikinci dünya harbinin o müthiş şahnelerini portenin çizgileri arasına s'ğdırabilmiştir. Leningrad senfoni’; zaptölunmâz Leningrad’ı ve onun kahraman evlâtlarını bütün azametiyle Canlandırmakta, dünyanın âzami ümitsizliğe düşdüğü o kara günlerde yakın bir geleceğin zafer pırıltılarını müjdelemektedir. Beşinci1 ve altıncı" senfonilerinde Şostakoviç' 18 inci yüzyılın romantizminin tesiri altında kalmış ve. Baçh gibi ' romantizm devlerinin yolundan yürümüştür. - Yedinci senfoniyi takip eden sekizinci-senfonideki fikir ve seziş kuvveti; büyük sosyal vakaların, mühim ta
rihî sahnel erin senfo.üleştirilin' ka biliyeti Şosl ıkoviç’iu gelmiş geçmiş bütün dünya -müzik dehalaı^ arasındaki hu nispetlerini iyice belirtmektedir. O harp sıralarında ceryan halindeki vak’alann bı.ş döndürücü seyrini en ön saflardan takip ederek s’cağı s cağına meydana getirdiği harp senfonileriyle GFnka’dan beri devam edegeleiı ve dünya klâsik inüziğinin önemli bi- kısmı olan Rus müziğinde bir çığır açmıştır. Yurdunun kendine has motiflerini bir Glinka, bir Bo-radin, bir Mussö-gsky ustahğiyle iş-liyen Ş ıstakoviç onları harp sahneleri il ı ' mezcedebilmiştir. S( ki-zi ıci senfoni istiliçilirin memleket topraklının n ısıl yağma ettikleri-1ı, irtica '.sürülerinin yaptığı kilometrelerce utanan yanghları, haberleri ve işkenceleri ve nihayet halklaiın mücadelelerini adım adım aksett rmektedir. Dimitri Şostakoviç sekizinci harp senfonisinin ü" çüncü kısmında dünyayı iki.kate-, goride mütalâa eder! 1 — İyiler, 2 — Fenalar. İyilerle 'fenaların tarih boyunca kaydedilen mücadele lerini bir müzik panoıoması halinde canlandırdıktan sonra 'iyiliğin ergeç nasıl muzaffer olacağını anlatır. Şostaköviç’in harp senfonile* rinin üçüncüsü olan dokuzuncu senfoni, dâhi kompozitörün bu a-landaki kemalini gösterir. İyinin fenaya mutlak galebe çalacağını harbin en kıranlık günlerinde melodi tufanları halinde dünyaya miijdeliyen dokuzuncu senfoni hür insanlığın ve bağımsız dünya halklarının zafer senfonisidir.
Bir zenci aktör, mükâfaat kazandı
Dünya tiyatro tarihinde ilk ola-, rak siyah1 ırktan bir aktör, şimdiye kadar beyazlara verilen bir mükâfaatı kazandı. Bu zencinin ismi Canada Lee’ dir. Geçirdiği uzun ve1- meşakkatli ’bır •hayattan sonra '. herkese kendisini . b,ir değer olarak tanıtmış ve Amerikada giiniiz mevzuu olmuştur. Canada Lee şimdi, John Steinbetk’in Lifeboat piyesini temsile haaırlanıyor. ______YIĞIN
Her ayın 1 inde ve 15 ind|e çı- , kar fikir ve sanat, mecmuasıdır. Yıllık abonen , ( 600 ) kurnş, altı aylık ( 300) kuruttur, öğretmen veöğren-çiler için bıi fiyatlar 500 ve 250’tin ruştur. Basılmıyan yazılar geri verilmez, Muhabere adresi; ,Posta kutusu f 1600 ) Galata - İstanbul - Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden Adil Yağcı. Basıldığı yer: F. K. Basımevi,
—.İstanbul__________________
Dünya Demokrat Gençlik federas-yonun yıldönümü
Geçsn yıl-10 Kasımda^ Londrada toplanan Diinya Ar.ti faşist .gençliğinin delegeleri. * Dünya Demokrat Gençlik Federasyonu,,, nu kuldular. Bu teşekkül, 19 Kasım 1915te kurulduğu halde Dünya anti faşist geni Itri . arasındaki bağlılık v.t kardeşçe işberaberliği di'eği yeni bir şey d ğildir. Ispanya sivil harbinde . .başlayan diint/a antifaşist gençli ri arasnda, faşist tecavize k(.r‘-şt müşterek sıvaş azmi, ,$oı ha-p içinde daha da kuvvetlenip 'gelişerek ö cs Balkan Antifaşist gençl r kongresi, sonra Dünya Demokrat Gençlik Fede-rasyopiyle gelişmeye başladı Bütün antifaşist dünya gençliği arasındaki bağların, hiç bir zaman Londrada toplanan dünya Domekrat, gençl-ri kongresindeki kadar sağlam olduğu görül-’ menü şiir. Unutulmamalı ki bu bağlar, aynı gâye ıığru ıda akıtılan milyonlarca gencin kant pahasına kuvvetlenmiş? tir. Dikkat: d‘ger'başka bir nokta da kongrede biitiiı reaksiyon r ve .faşist unsurlara karşı kesin bir savaş için verilen kararlardır. Zamanımızda millî ve beşerî hürriyetin baş düşmanı; her yerde faşizm olmuştur. Memleketlerinin bağımstzltğı ve özgenliği uğru.ıa mütecavizlere karşı mücadele eden dün' ya gençliğinin kurduğu ve kuracağt teşekküllerin a:; t ifaşist ve ar.tircaksi-yonttr bir karakter taşlmastda tabiidir. Bu u ı içindir, ki demokrat gençlik fe-, depasyonu, dünyadaki faşizmin siyasî, iktisadi ve mânevi alanla-daki 1 bütün kalıntılarının silinip süpürülmesin?, u-laslarara8t reaksiyona ;ve emperyalist tezahürler# karşı-bütüp dünya antifa'-şist unsurları n işbemberliğine davet ediyor. Dikkat edilirse görülür k'i Dünya Gençlik federasyonunun umdeleriyle bizim kurtuluş savaşımızın •gayeli ri arasnda gerçik bir yakınlık bulunmakta Lr. Kurtuluş salaşımızda dışardan gelen emperyalistlerle yapılan mücadele, içerdeki reaksiyona karşı yapılan savaşla sıkıJ' sıkıya bağlıdır. Zaten biı iki şiar(hiç bir zaman birbirinden ayrılamazı' £0*1 iki harpte dc bunun pek canlı ornçklerini gördük. Bütün dünya d:mokrafx gençlerinin büyük bir şevkle kutladıkları Dünya Demçkrat Gençlik Federasyonunun kuruluş , yıl dönümünde Türkiyk^detnokrat gençlik, henüz kendisini" temiil ettirememekle' beraber şüphe yok ki günden güne gelişecek ve dünyadaki şerefli yerini alacaktır 4.
Romain Rolland kulübü
Dolanda da Romain Rolland'ı- ta’ tutmak, eseflerini yaymak için bir kulüp kurul rhuşi dr. Meşhur muharririn hayatını aksettiren, bütün dokümanlar t e plan maktadır v
DimitrijŞostakoviç
Devrimizin müzik üstadı Şosta-koviç beşinci senfonisine Faust da olduğu giui hayatın jnanâsını ar. lamak meselesile başlar. İnsanla kâinat arasındaki münase eti araştırır. Fakat neticede, Goethe’deıı farklı olarak, kozmozun ■ hudutsuz âleminde cevelân ett.ikt n sonra, bu sonsuz mücadeleyi aklın zafe-riyh bitirir. Beşinci senfoninin bi. fişini Betheven’ın “£roica„ sının f> nali ile mukayese etmek yerinde, dedir. Dimıtri Şortkoviç’in altıncı s-nfonisinin başında da başka kalplar altında aynı temayı buluruz. Dâhi bestekâr burada da ihsanın dünyadaki rolünü inceler. -Fakat daima bir nikbinlik havası melodilerinin özünü teşkil eder. Yedinci senfonisi “i.eningrad senfonisidir. Şostakoviç asıl dehasını bu tarz harp senfonilerinde göst-rmiştir. Kompozitör şimdiye kadar görülmemiş br kudret ve kabiliyetle ikinci dünya harbinin o müthiş sahnelerini portenin çizgileri arasına s'ğdırabilmiştir. Leningrad senfo-rfs:; zaptolunmaz Leningrad’ı ve onun kahraman evlâtlarını bütün azametiyle canlandırmakta, dünyanın âzami 'ümitsizliğe düşdüğü o kara günlerde yakın bir geleceğin zafer pırıltılarını müjdelemektedir. Beşinci • ve altıncı' senfonilerinde Şostakoviç'18 inci yüzyılın romantizminin tesiri altında kalmış ve Bach gibi romantizm devlerinin yolundan yürümüştür. Yedinci senfoniyi takip eden sekizinci senfonideki fikir ve seziş kuvveti; büyük sosyal vakaların, mühim ta'
rilıî sahııel irin seııfo.ıile.ştiı ilm' ks -biliydi Şosl ıkoviç’iıı gelmiş geçmiş bütün dünya -müzik dehalart arasındaki hunıs:yellerini iyice be. lirlmektedir. O harp sıralarında ceryan halindeki vak’aiarın b:.ş döndürücü s.-yrini en ön saflardan takip ederek s'cağı s cağına meydana getirdiği harp senfonileriyle GFnka’dan beri devam edegeleiı ve dünya klâsik müziğinin' önemli bi- kısmı olan Rus müziğinde bir çığır açmıştır. Yurdunun kendine has motiflerini bir Glinka, bir Bo-radin, bir Mıısso-gsky ustalığı, le iş-liyen Ş ıstakoviç onları harp salı neleri il ı ’ mezcedebilmiştir. Sı ki-zi ıci senfoni istil ıcıl irin memleket t rprakl irini n ısıl yağma ettikleri-n', irtica -sürülerinin yaptığı kilometrelerce uzanan yatıg hlart, haberleri ve işkenceleri ve nihayet halkların mücadelelerini adım adım aksett rmektedir. Dimitri Şostakoviç sekizinci harp senfonisinin ü* çüncü kısmında dünyayı iki.kategoride mütalâa eder: 1 —* İyiler, 2 — Fenalar. İyilerle 'fenaların tarih boyunca kaydedilen mücadele lerini bir müzik panoıomast halinde canlandırdıktan sonra 'iyiliğin ergeç nasıl muzaffer olacağını anlatır. Şostaköviç’in harp senfonilerinin üçüncüsü olan dokuzuncu senfoni, dâhi kompozitörün bu a-landaki kemalini gösterir. İyinin fenaya mutlak galebe çalacağını harbin en kıranlık günlerinde melodi tufanları halinde . dünyaya müjdeliyen dokuzuncu senfoni hür insanlığın ve bağımsız dünya halklarının zafer senfonisidir.
Bir zenci aktör, mükâfaat kazandı
Dünya tiyatro tarihinde ilk olarak siyah' irkian bir aktör, şimdiye kadar beyazlara verilen bir mükâfaatı kazandı. Bu zencinin ismi Canadal.ee' dir. Geçirdiği uzun ve' meşakkatli bir ■ hayattan sonra herkese kendisini ■ b.ir değer olarak tanıtmış ve Amerikada giiniiz mevzuu olmuştur. Canada l.ee şimdi, John Steinbetk’in Life boa t piyesini temsile hasırlanıyor.
____ YIĞIN _
Her ayın 1 inde ve 15 inde çı* . kar fikir ve sanat mecmuasıdır. Yıllık abonen . ( 600 ) kurnş, altı aylık (.300) kuruştur, öğretmen veögren-ciler için bıi fiyatlar 500 ve 250’tin ruştur. Basılmıyan yazılar geri verilmez. Muhabere adresi; .Posta kutusu ( 1600 ) Galata - İstanbul - Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden Adil Yağcı. Basıldığı yeri. F. K. Basıme/ı.
____İstanbul —
Kadın Çalışıyor
Bir avuç zengin kadının çalınması sadece bir lüks olduğu için, bu kadınların çalışması veya çalışmaması için yapılan münâkaşalar da sadece bir lükstür.
Eminönü Halkeviııde üniversiteli gençlerin yaptığı bir müııa-zarıda, kadının çalışmaması fikri ekseriyet kazanmış. Böyle bir fikrin galebesi mürteci bir zihniyetin ifadesi inidir, değ'ılmi dir, bunu dahi münakaşaya lüzum yoktur. Çünkü kadının çalışması me seles', ne bir takım mütefekkirlerin buıia lüzum görmesi ne de diğer bir takımın lüzum görmemesi me selesidir. Kadının çalışması doğrudan doğruya İçtimaî bir ihtiyacın ve zaruretin neticesidir.
Köylerde kadının bir istihsal, ci unsur olması, köy ailesinin is tihsal yekûnunu arttırmak esasına dayandığı gibi, şehirlerde, bilhassa büyük sanayi şehirlerinde kadınların fabrikalarda veya diğer müesseselerde çalışması ailenin varidat yekûnunu arttırmak esasına dayanır. Üniversiteli gençlerin yaptığı münazarada kadın ların çalışmaması fikri galebe çal dığt için ne köy kadını ne de di* ğerleri evlerine dönecek değildir. Hattâ meclis bu hususta bir kanun dahi çıkarsa, içtimî zar ur. t kadın! saçlarından yakalayıp bu istihsal mekanizmasını içine sü-rüküyecektir. Buna kadının umumî istihsalde sadece bir müstehlik olmasının zararları ı da ilâve e-dersek, çalışmasındaki İçtimaî faydayı da unutmamış oluruz.
Kadın çalışmalıdır, fakat bir istismar unsuru olarak değil. Bugüne kadar, en medenî memleketlerde dahi, kadını istihsale çektikleri halde, kadına ne içtimai, ne İktisadî, ne siyasî hakları verilmiş değildir. Kadınların seçimlerde siyasî reye sahip ol-misi, derebeylik devrinden kalma tagallüp ve tahakkümün kalkıp kadının bazı İçtimaî faaliyetlerde rol oynaması, kadının istismardan kurtulmadı demek değii-ğildir.
Çalışan kadının büyük ekseriyetini köylü ve işçi kadın teşkil eder. İçtimaî istihsalde büyük bir rol oynayan bu kütle her .bakımdan himayeden mahrumdur. İşe giden kadın çocuklarını ya evde cahil bir ihtiyar annenin himayesine veya sokakta bırakmağa mahkûmdur. Büyük sanayi şehirlerinde amele kadınların çocuk
larını himaye için açılan bakını evleri ihtiyaca nisbelle devede kulak olduğu gibi, her iktisadi buhranda en evvel kupatılan müesseseler bu bakıın evleri olur. İşe giden kadın, s iyine karşılık o kadar az bir ücret alır ki, “kadına verilen ücret, aynı iş için erkeğe ve’ilen ücretin yarısıdır» evinin işi, çocukların ve erkeğinin işi de bu çalışan k-dinin sırtına yüklenir. Kazandığı para ile ne evine ııe de çocu’ laılııa ba-kact’( bir yardı-ıu-l tedarik edemiz. İşte -istismar edilen erkek arkadaşından iki iiç ınis'i istiş nar edilen işçi , kadın işçidir. Bunun içindir ki işçinin patrona karşı yaptığı iktisadi ve İçtimaî uıüca delede kadın işçi de ayın saftadır. Bu, süfrajetlerin z inlettikleri gibi bir kadı - erkek davası değil, kadın ve erkek bir istismardan kurtulma davasıdır.
Ev ve çocuklar, kadın çalıştığı için değil, cemiyetin mekanizması kadının çalışmasını kolaylaştıracak İktisadî ve içtimai te d birleri almadığı için ihmal edilmektedir. Bu zarar çalışan kadının ailesi için ne kadar büyükse, cemiyetin istihsal seviyesini yükseltmek, İçtimaî yükselişini temin etmek bakımından da o ka. dar büyüktür.
Bilhassa köylerde, cehalet, bakımsızlık, ve köylü kadının insafsızca istismarı yüzünden kaybolan çocuklar, telâfisi mümkün olmıyan zararlardır. İçtimaî bir zaruret ve fayda olarak iş haya* tına giren kadının cemiyete daha faydalı olabilmesi için, kadının iş hayatında, cemiyet hayatında, siyasî hayatda bir köle olarak de-ğil, erkek arkadaşiyle müsavi vazife ve haklara sahip olarak çalışması lâzımdır.
Bir avuç zengin kadının çalışması sadece bir lüks olduğu için, bu kadınların çalışması ve ya çalışmaması için yapılan münakaşalar da sadece bir lüksdür. Kadın artık istihsal mekanizmasında cemiyetin ihmal edemiye-ceği bir istihsal unsurudur. Bunun içindir ki sosyalist lııgiltere-de kadınların erkekle müsavi ücret alması, ev şartlarının, İçtimaî (Sonıı Sa. 11 te)
Stefan Zweig’ın bîr eseri
Eski Yunan destancısı Homi-ros llyâda adındaki eserini “Bütün bu savaşlar, dökülen kanlar, ölen insanlar, hep benim bu güzel eseri yazabilmem için geldi geçti „ diye bitirir. Böylece, tarihi bir estetik gaye uğrunda tekâmül ediyormuş gibi göstermek bizce hatadır. Bize göre tarihin hareke'e getiren kuvveti' “sınıf kavgası „ dır. Her geç mi gün akla daha uygun bir cem-y. tç bizi götürmektedir. Tarihi roman mahiyetindeki e erlerde de bu görüş muhafaza edilmelidir^
Stefan Zweig’in “ Sternstun-den der Menschheit „ eseri 1943 ilâveli tabının birinci cildi “Yıldızın parladığı anlar» .ismi verilerek Burhan Arpad’ın temiz üslûbu ile tercüme edilmiştir. Eser bir roman değil fakat heyecanlı. Klâsik bir tarih kitabı değil lâkin öğretiçi. Muharrire hakim o-.lan antifaşizm ve ilerilik taşıyan insan sevgisi, Homiros'un hükmünü kaldırmış, fakat güzel bir e-serin yaratılmasına da. mâni olmamıştır. Bizce tarihin ne olduğunu yukarda kaydetmiştik. Eserde bu havayı bulamamakla beraber, “ileri bir eser değildir» de diyemiyoruz.
Birinci kısımda Fatih’in Bizans’ı nasıl zaptettiği hikâye ediliyor. İkinci kısımda Aıne-likanın keşfini ve AvrupalI muhacirlerin Amerikaya gelip nasıl yerleştiklerini buluyoruz Üçüncü kısım “Yeniden hayata geliş» ismini taşıyor. Yani musikişinas Haendel’in “Mesih» ismindeki e-serini yaratışı. Dördüncü kısım, Fransız millî marşı Marseillais’in meydana çıkışının hikâyesidir. Haendel’de mistikleşen hava, son kısımda daha realistleşiyor. Kitabın başından öğrendiğimize göre, eserin ikinci cildinde daha alâka verici bahisler vBr. Bir an evvel o da çevrilip okuyucuya sunulursa eserin bütünü hakkında daha iyi bir bilgi edinilebilecek-’ tir.
Aralan KAYNARDAĞ
3
Kadın Çalışıyor
Bir avuç zengin kadının çalınması sadece bir lüks olduğu için, bu kadınların çalışması veya çalışmaması için yapılan münâkaşalar da sadece bir lükstür.
Eminönü Halkeviııde üniversiteli gençlerin yaptığı bir müna-zarıda, kadının çalışmaması fikri ekseriyet kazanmış. Böyle bir fikrin galebesi mürteci bir zihniyetin ifadesi inidir, değilmi dir, bunu dahi münakaşaya lüzum yoktur. Çünkü kadının çalışması me seles(, ne bir takım mütefekkirlerin buıia lüzum görmesi ne de diğer bir takımın lüzum görmemesi me selesidir. Kadının çalışması doğrudan doğruya İçtimaî bir ihtiyacın ve zaruretin neticesidir.
Köylerde kadının bir istihsal, ci unsur olınasl, köy ailesinin is tihsal yekûnunu arttırmak esasına dayandığı gibi, şehirlerde, bilhassa büyük sanayi şehirlerinde kadınların fabrikalarda veya diğer müesseselerde çalışması ailenin varidat yekûnunu arttırmak esasına dayanır. Üniversiteli gençlerin yaptığı münazarada kadın ların çalışmaması fikri galebe çal dığt için ne köy kadını ne de di* ğerleri evlerine dönecek değildir. Hattâ meclis bu hususta bir kanun dahi çıkarsa, içtimî zarunt kadını saçlarından yakalayıp bu istihsal mekanizmasını içine sü-rükliyecektir. Buna kadının umumî istihsalde sadece bir müstehlik olmasının zararları::ı da ilâve e-dersek, çalışmasındaki İçtimaî faydayı da unutmamış oluruz.
Kadın çalışmalıdır, fakat bir istismar unsuru olarak değil. Bugüne kadar, en medenî memleketlerde dahi, kadını istihsale çektikleri halde, kadına ne İçtimaî, ne İktisadî, ne siyasî hakları verilmiş değildir. Kadınların seçimlerde siyasî reye sahip ol-misi, derebeylik devrinden kalma tagallüp ve tahakkümün kalkıp kadının bazı İçtimaî faaliyetlerde rol oynaması, kadının istismardan kurtulmadı demek değil-ğildir.
Çalışan kadının büyük ekseriyetini köylü ve işçi kadın teşkil eder. İçtimaî istihsalde büyük bir rol oynayan bu kütle her .bakımdan himayeden mahrumdur. İşe giden kadın çocuklarını ya evde cahil bir ihtiyar annenin himayesine veya sokakta bırakmağa mahkûmdur. Büyük sanayi şehirlerinde amele kadınların çocuk
larını himaye için açılan bakım evleri ihtiyaca nisbelle devede kulak olduğu gibi, her iktisadi buhranda en evvel kupatılan müesseseler bu bakım evleri olur. İşe giden kadın, s iyine karşılık o kadar az bir ücret alır ki, “kadına verilen ücret, aynı iş için erkeğe ve-ilen ücretin yarısıdır» evinin işi, çocukların ve erkeğinin işi de bu çalışan k-dıııın sırtına yüklenir. Kazandığı para ile ne evine ııe de çocu’ laılııa ba-kact’( bir yardımcı tedarik edemiz. İşti 'istismar edilen erkek arkadaşından iki iiç ınis'i istiş nur edilen işçi , kadın işçidir. Bunun içindir ki işçinin patrona karşı yaptığı İktisadî ve İçtimaî uıüca delede kadın işçi de aynı saftadır. Bu, süfrajetlerin z inlettikleri gibi bir kadı - erkek davası değil, kadın ve erkek bir istismardan kurtulma davasıdır.
Ev ve çocuklar, kadın çalıştığı için değil, cemiyetin mekanizması kadının çalışmasını kolaylaştıracak İktisadî ve İçtimaî ted birleri almadığı için ihmal edilmektedir. Bu zarar çalışan kadının ailesi için ne kadar büyükse, cemiyetin istihsal seviyesini yükseltmek, İçtimaî yükselişini temin etmek bakımından da o kadar büyüktür.
Bilhassa köylerde, cehalet, bakımsızlık, ve köylü kadının insafsızca istismarı yüzünden kay-bolan çocuklar, telâfisi mümkün oimıyan zararlardır. İçtimaî bir zaruret ve fayda olarak iş haya* tına giren kadının cemiyete daha faydalı olabilmesi için, kadının iş hayatında, cemiyet hayatında, siyasî hayatda bir köle olarak de-ğil, erkek arkadaşiyle müsavi vazife ve haklara sahip olarak çalışması lâzımdır.
Bir avuç zengin kadının çalışması sadece bir lüks olduğu için, bu kadınların çalışması ve ya çalışmaması için yapılan münakaşalar da sadece bir lüksdür. Kadın artık istihsal mekanizmasında cemiyetin ihmal edemiye-ceği bir istihsal unsurudur. Bunun içindir ki sosyalist lııgiltere-de kadınların erkekle müsavi ücret alması, ev şartlarının, İçtimaî (Sonıı 5a. 11 tc)
Stefan Zweig’ın bîr eseri
Eski Yunan destancısı Homi-ros İlyâda adındaki eserini “Bütün bu savaşlar, dökülen kanlar, ölen insanlar, hep benim bu güzel eseri yazabilmem için geldi geçti „ diye bitirir. Böylece, tarihi bir estetik gaye uğrunda tekâmül ediyormuş gibi göstermek bizce hatadır. Bize göre tarihin hareke'e getiren kuvveti’ “sınıf kavgası „ dır. Her geç mi gün akla daha uygun bir cemiy. tç bizi götür.ıırktedir. Tarihi roman mahiyetindeki e erlerde de bu görüş muhafaza edilmelidir^
Stefan Zweig’in “ Sternstun-den der Menschheit „ eseri 1943 ilâveli tabının birinci cildi “Yıldızın parladığı anlar» ismi verilerek Burhan Arpad’ın temiz üslûbu ile tercüme edilmiştir. Eser bir roman değil fakat heyecanlı. Klâsik bir tarih kitabı değil lâkin öğretiçi. Muharrire hakim o-.lan antifaşizm ve ilerilik taşıyan insan sevgisi, Homiros'un hükmünü kaldırmış, fakat güzel bir e-serin yaratılmasına da. mâni olmamıştır. Bizce tarihin ne olduğunu yukarda kaydetmiştik. Eserde bu havayı bulamamakla beraber, “ileri bir eser değildir» de diyemiyoruz.
Birinci kısımda Fatih’in Bizans’ı nasıl zaptettiği hikâye ediliyor. İkinci kısımda Aıne-likanın keşfini ve AvrupalI muhacirlerin Amerikaya gelip nasıl yerleştiklerini buluyoruz Üçüncü kısım “Yeniden hayata geliş» ismini taşıyor. Yani musikişinas Haendel’in “Mesih» ismindeki e. serini yaratışı. Dördüncü kısım, Fransız millî marşı Marseillais’in meydana çıkışının hikâyesidir. Haendel’de mistikleşen hava, son kısımda daha realistleşiyor. Kitabın başından öğrendiğimize göre, eserin ikinci cildinde daha alâka verici bahisler vBr. Bir an evvel o da çevrilip okuyucuya sunulursa eserin bütünü hakkında daha iyi bir bilgi edinilebilecek-1 tir.
Aralan KAYNARDAĞ
3
■ Yazan ; ■■■.
Rüştü ŞARDAG
O
ÜNYAMIZIN geleceği ne dair haberler veren Wells'iıı • ölümünü, ba sıııımız yaprak kımılda-
il az bir durgunluk ve alâkasızlık içinde karşıladı. Son asrın en büyük zekâlarından* biri olr.ır İngiliz romaııcısıV?- lls’ın, zateıı eserleri türkçeye çevrilmek bal imin dan da şaıısı az bir romancıdır Fakat asıl talihsiz Türk okuyucuları ol a gerek! ' Bir burjuva evinde işçilik yapan bir kadınla bir bahçtvaudan dünyaya gelen Wells’iıı mağaza ııı (nurluğundan başlıyarak gitgide nasıl dünyanın eti büjük dehalarından biri oldu ğuuu öğrenmek bile bizim içiıı bir öııem taşırdı.
Eserini düşündüm: Elli yıl içinde Wells yüz kadar kitap yaz di. Bu arada yüzlerce makale
Konserler
İstanbul konser mevsimine girmiş bulunuyor. Kasım ayinin 12 ve. 14 ünde iki orkestra konseri-oldıı. Fakat ancak bir tanesinden zevk aldık, öbüründen yalnız bozuk nefesli saz seslerine ve tam bir herçüme,çe şahit olduk.
12 Kasımdaki konser, şef Cema* Reşit Rey idaresindeki Şehir sı fonik orkestrasının, 14 kasımdaki, Seyfettin Asal idaresindeki Beyoğlu Halkevi büyük Senfonik Orkestrasınlndı. Şehir orkest asında her şekilde tam bir disiplin vardı, Halkevi orkestrasında bir lâkaydi; Şehir orkestrasında iyi bir çalışma, öbüründe oluruna bağlama.' Şehir orkestrasında fevkalâde bir en-terpretasyon, öbüründe .tahammül edilmez bir monotoni ve nihayet Şehir orkestrasının başında muktedir bir müzisyen, öbüründe büyük işler başarmak hülyasında bir şef vardı.
Hemen herkese bu intihayı veren iki orkestra arasında acaba neden bu kadar tezatlrr var? Zannımızca bunun izahı kabildir :
1 — Şehir orkestrası, sanatkârlarını maddi bakımdan tatmin-edebiliyor ve bunun sonucu, haftada dört kere üçer saatlik çalışmalar yapıyor; buna karşılık Halkevi, amatör orkestra yapmak gayretiyle, daima istismar ettiği müzisyenlere, yol parası Hamiyle gülünç derecede az bir para vererek bu şekilde. haftada ancak bir prova yapabiliyor.
2 — iki orkestranın elemanları hemen hemen aynıdir. Belediye tarafından kısmen olsun tatmin edilen ve bütün hafta çalışarak yorulan sanatkâr, Halkevi prova ve konserinde yorgun, dur ve aldığı para nisbetınde çalmaktı da haklıdır.
(Sonu Sa. lOdnJ
broşür ve filim mevzularını kaleme aldı. Ronuıılârı varki siyaset-de yeniliğin müdafiidir. Eserleri varki gelecek zanıaı ıa çehresini müsbet ilme dayanan bir kcfentıı ve engin bir riıuhayyiknin yardı-miyle bize tarıtır. İıısaıı oğlunun ve hayatın gelişmesi üzerinde ki leme aldığı .Öyle romanları görülür ki bize onun terbiyeci tara' litıdaıı haber verir “Wells Clhaıı h#rb*„ ve “Mucizeler yaratan in’ saıı„ gibi hâlâ zevkle.okunan eserlerinde bilimsel rom incidir. “Za man makinesi-, “Kristal yumurta,, (Körler diyarı) adındaki kitabında insanı ürperten bir hakikat habercisi halinde esrar, hakikat ve ilimle yoğrulmuş olarak karşımıza çıkar. “Misler Follinin hayatı,,
nda kahırla ve boğuşarak günlük ekmeğini kazanmaya çalışan namuslu ve emekçi insanların macerasını anlatır. Bu nevi' esefleri Ingiliz r.omaııcılığının- güzel eserleridir.
Ve daha bir hayli kitap: Ni-lı'yet İkinci Dünya Harbi içindeki faşist barbarlığına karşı demokrat cephedeki büyük faaliyeti... Yaptıklarının hepsini ve kitaplarının tamamını saymakta ne mâna var? Marseillaise sütunlarında, bir kısmını takip edebildiğim “Kurtulan dünya adlı„ son eseri hâlâ gözlerimin önünde: Gelecek yılların ötesinde yeni bir çağ, atom çağı. Wells bu çağdan, br. tün yeni ren ler:, bütün fecaatile müspet olduğu sanısını uzandıran haberler veriyordu. Huxley ite biri kte İngiliz edebiyatında açtıkları ilim- romancılığı Çığırında büyük bir inanla hayatının sonuna kadar yürümekte - devam etti. İkinci Dünya Harbinin sonunda görülen “İnsaıı hakları beyannamesin nde onun büyük emek payı vardır . '
Sanat'ına doğru: Dünyamızı gönüllerin sıcak ateşile sarmak isteyen her büyük ülkücü gibi o da yalnız İngiliz insafının değil, fakat insan oğlunun saadetini özlüyordu.
Bu siadeti yıllarca. . önce sos, yalist bir dünyanın kurulmasında hayal etmesi boşuna değildi. Fakat o, bu arz' sunu ütopik bir görüş ve tatlı bir rüya halinde »şarladı Sosyalizme hayal gücüyle ve fikrî tekâmülle varışına bakıp oııu antimateryalist olarak düşünenler yanılmışlardır. Haki, kat odur ki Wells büyük tekâ-, mül felsefesine kendisine malı sus yollardan yürüyerek varıyor--dıı; mes:le budur. Bu yüce ha yalperestin o nisbette ilmi tecrübeye ve müsbet zihniyete, hayran olduğunu unutmamalıyız. O* Kipliııg’e de benzemez. İngiliz karakter ve ihtiraslarını şairane bir dille nakleden İngiliz romancısının Wells’e benzeyen tek tarafı olgun ve eşsiz İngilizcesidir.
Ne istiyordu, onu ondokuzutı-cu yüz yılın hayalî sosyalistlerine benzetirler. Fakat o sosyalizmi siyasî bir dava olarak .değil, ânsan saadeti için ulaşılması .gere* ken bir konak kalinde düşünmüştü. (Zaman Makinesi) eserile Jules Verne’e benzettiler fıelki ikisi de beşerî idiler. Fakat, Wejls tefek-.
(Sonu Sa. 15 tt)
4
■ ,ı —.. — Yazan : , mn»
Rüştü ŞARDAG
D
ÜNYAMIZIN geleceğine dair haberler veren Wells*iıı • ölümünü, ba sinimiz yaprak kımılda-
ıı az bir durgunluk ve alâkasızlık içinde karşıladı. Son asrın en büyük zekâlarından* biri olr.tr İngiliz romancısı W- lls’ın, zateıı eserleri türkçeye çevrilmek bal imin dan da şaıısı az bir romancıdır Fakat asıl talihsiz Türk okuyucuları ol a gerek! ' Bir burjuva evinde işçilik yapan bir kadınla bir bahçtvaudan dünyaya gelen Wells'in mağaza ııı murluğundaıı başlıyarak gitgide nasıl dünyanın eti büjük dehalarından biri oldu ğuuu öğrenmek bile bizim için bir önem taşırdı.
Eserini düşündüm: Elli yıl içinde Wells yüz kadar kitap yazdı. Bu arada yüzlerce makale
Konserler
İstanbul konser mevsimine girmiş bulunuyor. Kaslın ayinin 12 ve. 14 ünde iki orkestra konseri-oldıı. Fakat ancak bir tanesinden zevk aldık, öbüründen yalnız bozuk nefesli saz seslerine ve tam bir herçüme,çe şahit olduk.
12 Kasımdaki konser, şef Cema* Reşit Rey idaresindeki Şehir s t foııik orkestrasının, 14 kasımdaki, Seyfettin Asal idaresindeki Beyoğlu Halkevi büyük Senfonik Orkestrasınlndı. Şehir orkest asında her şekilde tam bir disiplin vardı, Halkevi orkestrasında bir lâkaydi; Şehir orkestrasında iyi bir çalışma, öbüründe oluruna bağlama.' Şehir orkestrasında fevkalâde bir en-terpretasyon, öbüründe .tahammül edilmez bir monotoni ve nihayet Şehir orkestrasının başında muktedir bir müzisyen, öbüründe büyük işler başarmak hülyasında bir şef vardı.
Hemen herkese bu intihayı veren iki orkestra arasında acaba neden bu kadar tezatlrr var? Zannımızca bunun izahı kabildir :
1 — Şehir orkestrası, sanatkârlarını maddi bakımdan tatmin, edebiliyor ve bunun sonucu, haftada dört kere üçer saatlik çalışmalar yapıyor; buna karşılık Halkevi, amatör orkestra yapmak gayretiyle, daima istismar ettiği müzisyenlere, yol parası Hamiyle gülünç derecede az bir para vererek bu şekilde. haftada ancak bir prova yapabiliyor.
2 — İki orkestranın elemanları hemen hemen aynıdir. Belediye tarafıııdap kısmen olsun tatmin edilen ve bütün hafta çalışarak yorulan sanatkâr, Halkevi prova ve konserinde yorgun, dur ve aldığı para nisbetinde çalmaktı da haklıdır.
(Sonu Sa. 10 da)
broşür ve filim mevzularını kaleme aldı. Ronuıılârı varM siyaset-de yeniliğin m'idafiidir. Eserleri varki gelecek zanıaı ıı çehresini ıııjsbet ilme dayanan bir kcfennı ve engin bir rtıuhayyiknin yardı-miyle bize taı ıtır. İnsaıı oğlunun ve hayatın gelişmesi üzerinde ki leme aldığı .Öyle romanları görülür ki bize onun terbiyeci tara* tından haber verir “Wells Clhaıı harb*„ ve “Mucizeler yaratan in’ saıı„ gibi hâlâ zevkle.okunan eserlerinde bilimsel rom incidir. “Za man makinesi-, “Kristal yumurta,, (Körler diyarı) adındaki kitabında insanı ürperten bir hakikat habercisi halinde esrar, hakikat ve ilimle yoğrulmuş olarak karşımıza çıkar. “Misler Follinin hayatı,,
nda kahırla ve boğuşarak günlük ekmeğini kazanmaya çalışan namuslu ve emekçi insanların macerasını anlatır. Bu nevi' eşeyleri Ingiliz r.omaııcılığının- güzel eserleridir.
Ve daha bir hayli kitap: Ni-Iı'yet İkinci Dünya Harbi içindeki faşist barbarlığına karşı demokrat cephedeki büyük faaliyeti... Yaptıklarının hepsini ve kitaplarının tamamını saymakta ne mâna var? Marseillaise sütunlarında, bir kısmını takip edebildiğim “Kurtulan dünya adlı„ son eseri hâlâ gözlerimin önünde: Gelecek yılların ötesinde yeni bir çağ, atom çağı. Wells bu çağdan, bütün yeni ren 1er:, bütün fecaatile müspet olduğu-sınısıf.l uzandıran haberler veriyordu. Huxley ite biri kte İngiliz edebiyatında açtıkları ilim- romancılığı Çığırında büyük bir inanla hayatının sonuna kadar yürümekte - devam etti. İkinci Dünya Harbinin sonunda görülen “İnsan hakları beyannamesin nde onun büyük emek payı vardır . ’
Sanat’ına doğru: Dünyamızı gönüllerin sıcak ateşile sarmak isteyeli her büyük ülkücü gibi o da yalnız İngiliz insapmın değil, fakat insan oğlunun saadetini özlüyordu.
Bu siadeti yıllarca. . önce sos, yalist bir dünyanın kurulmasında hayal etmesi boşuna değildi. Fakat o, bu arz1 sunu ütopik bir görüş ve tatlı bir rüya halinde asarladı Sosyalizme hayal gücüyle ve fikrî tekâmülle varışına bakıp onu antimateryalist olarak düşünenler yanılmışlardır. Hakikat odur ki Wells büyük tekâ-, mül felsefesine kendisine malı sus yollardan yürüyerek varıyor--du; mes:le budur. Bu yüce ha yalperestin o nisbette ilm i tecrübeye ve miisbet zihniyete, hayran olduğunu unutmamalıyız. O* Kipling’e de benzemez. İngiliz karakter ve ihtiraslarını şairane bir dille nakleden İngiliz romancısının Wells’e benzeyen tek tarafı olgun ve eşsiz İngilizcesidir.
Ne istiyordu, onu ondokuzutı-cu yüz yılın hayalî sosyalistlerine benzetirler. Fakat o sosyalizmi siyasî bir dava olarak .değil, ânsan saadeti için -ulaşılması .gere* ken bir konak kalinde düşünmüş, tü. (Zaman Makinesi) eserile Jules Verne’e benzettiler jıelki ikisi de beşerî idiler. Fakat, Wejls tefek,-
(Sonu Sa. 15 te)
4
Sanat ve Politika
Tip, karakter, ihtiras, insanlar arasında paylaşılmış duyguların çerçevesi içinde, yani İçtimaî ve siyasî şartların ışığında ve yalnız bu yoldan ebediliğe yol alır.
E N Ç romancıl arla lı i k â y e c i 1 : r i n, politikadan vazgeçmelerini isteyen Sınıf Kemal Yetkin, Ulus'ta “Politika ve Edebi
yat» adlı bir yazı ya ı"ladı
Sayın estetikçinin politika hayatından vazgeçtiği şu sırada iste,i anlayışla karşılanmalıdır. Suut Kemal Yetkin, genç sa natkârlarııı kitlelerle ve bunların dertleriyle ilgilenmelerine o kadar kızmış ki ;onları, “sonsuz insanlığı ifade,, edememek, “.çti-mıi ve siyasî fikirlerin isterlerinden “kurtulmaı ak„ insanlar arasında paylaşılmış duygular' “can aııdirm.ımakla töhmetlendirr yo-, zira diyor, (Suııt Kemal Yetkin) “Sanat bütün değişikliklerin üstünde yaşar.„ Estetikçinin yazısına taç olarak seçtiği satırlar, Unamunonun bir tekerlemesi' “Yeniliklerden sakın Miguel, ebedi olan şeylerden daha yeni olan bir şey olmadığını bir gerçek bil-Homiros la Shak speare, bugün en yeni sayılan yazarlaıln çoğundan daha yenidir,,. Unamııno’nun zikrettiği iki isimden başka Suut Kemal Yetkin, ondokuzuncu asırdan isimler sıralamış ; Balzac, Stendhal, Flaııbert, Tolstoy, Dos-toyevski, Dickens. Ayrıca da Go gol.
Yenilik olarak bazı kimselerin ortaya attığı estet oyunlarını, Homiros’dan daha yeni telâki • etmek için el e te ki sebep yok, Unamııno’nun veya sayın es'etik-çiıı n öğütlerine lüzum kaim dan bu belli, fakat bununla estetikçinin diğer iddiaları arasında münasebet yok.
Sanatın “b"tün değişikliklerin üstünde., yaşadığını isbat etmek için rastgele söylenmiş isimler, işe bakın ki, estetikçinin tezini sıfıra indirir. Bunlar, “sanatın bü tün değişikliklerin üstünde,, değil, fakat tam İÇıNDE olduğunu isbat ederler. Bu sanatkârların hiçbiri, politikadan kaçmamış, e-serleriı.i politikanın içinde düşünmüş, yaratmışlardır. İhtirasları mücerret bir insanlık mefhumu ııa bığlı değil, tam tersine en müşahhası, siyasîyi, sosyali, hattâ askeriyi düşünerek, ve eser lerini bütün bunların içinde yoğurarak yaratmışlardır. Sayın este, tikçinin zikrettiği isimleri en ba
sit muhtevâ ana hatla ına icra e-derek sayaîlm :
Homiros: Trua’ya k rşı Yunan istilâcı, harbinin destanı.
Shakespeare : İngiliz tarihinin ınuhtel.f s-flıaları, Ortaçağ zihniyetinden Rönesans’a geçiş devresinin psikolojik dramları.
Balzac ; İnsanlık Komedyası, (baıtan aşağı politika), b ırjua nizamının kuruluş safhası, intikal devrinin dran ı.
Stendlıal: Napoleoıı harpleri ve bunları takibeden devrede fertlerin, insanların muka ideratı.
........ Yazarı : ■-■■■ ■. , ....
Abidin DİNO !
Flaubert: Burjuazinin tenkidi, 43 ihtilâlinin e-veliya'l ve sonrası
Tolstoy : Harp ve sulh, köy lüniin ve hâ im zümrenin toprak problemi, sosyal dertleri.
Dostoyevski : Hercümerce ve acze varan bir cemiyetin bııh raııları.
Dickens : Küçük burjuaziııin hikâyesi (bunlallıı Ingiliz rornı-nlna girişi).
Ve nihıyet Gogol, o Gogol ki, (Ölü Canlar' veya «Müfettiş'te, sanat eseriyle bir cemiyete indirilecek en ağır darbeyi, siyasi dar ;eyi indirmiş ve bu yüzden türlü hücumlara tığ amıştır.
Meraka değer, bizde bir piyes yazıcısı çıkın ta, bir valinin hırsızlığını, müfettişi yumuşatmak için ona kızlıı başgöz edişini, müfettişin bir de karısına iltifatı' nı yazsa, ilgili makamlar bunu politika telâkki ederler mi etmezler mi ? Genç yazıcının piy si, Basın Yayın, Emniyet, İç Bakan' lığı ile Vekiller Heyeiiıin elbir liği ile s n nüshasına kadar toplattırılır mİ, toplat ı.ılııaz mı ? Ve yeni Basın kanununa dayanılarak, devleti, veya devlet önde gelenlerini, madde zikretme! siz.iıı
mânevi - töhmet altında, bulundur inaktan ötürü, yazıcı sigaya çe’ti lir mi, çekilmez mi ? Buna verile cek cevap, Gogol’un politika yapıp yapmadığını far.lasi/le aydr.ı lattr Sayın estetikçinin zikretti^ i-misalde is?, «Kaput» isimli hikâ yesinde Gogol, Akakiy Akakiye. viç tipiyle, son derecede m'.işahj h ıs bir zümrenin inini yaratmış, Çarlı c Rusyasıııda ufak memurun bürokrasinin çarkları içindeki ü mitsizliğini, hiçliğini, başkomi serinden Büyük Adan ım\ kadar bütün içtimai unsurları ile çizmiştir “Fetersburg ons z, kadı. Saı.' ki bu şehirde hiç yaşamamıştı K imsetıin koruyup gözetmediği, yakın say radığı, yabancı bir si' neğı bile iğneleyip mikraskopla-incelemeği ihmal etmeyen bir ta' biat bilgininin bile ilgilenmedi ği bir varlık kaybolup gitmişti.„ Görül lüğü gibi, pek e “içtimai ve siyesi fikirlerinin isterleri,, dışında bir hi (âye değildir bu.
Tip, karakter, ihtiras, “insanlar {,rasıııda paylaşılmış duyguları",, Çerçevesi içinde, yani içtim i ve siyasi şartlarının ışığında ve yalnız bu yoldan ebed liğe yol alır. Genç sanatkârların eserleri ile politika yapmaları, onları sanatkârlıktan ayırmaz, tam te sine bu onların insan olmalarının icabıdır.
Felsefeci-! stetikçi Suut Kemal Yetkin, Yunan felsefesinin bütün kudretini taşıyan şu cümleyi hatırlar : “İNSAN SİYASİ BİR MAHLÛKTUR.» Genç yazarlar, Suut Ken al Yetkiıı’in zikrettiği bütün büyak sanatkârların insan, lık kaçağı olmadıklarını, olmayınca da, en geniş mânâda “İçtimaî ve siyasî is erlerinden» elbette ki tecrid edıKmiyeceklerini ve bu sayede insanlar arasıııda paylaşılmış duyguları aksettirdiklerini birliler.
5
Sanat ve Politika
Tip, karakter, ihtiras, insanlar arasında paylaşılmış duyguların çerçevesi içinde, yani İçtimaî ve siyasî şartların ışığında ve yalnız bu yoldan ebediliğe yol alır.
E N Ç romatıcıl arla lı i k â y e c i l : r i n, politikadan vazgeçmelerini isteyen Sınıf Kemal Yetkin, Ulus’ta “Politika ve Edebi
yat» adlı bir yazı ya ı"ladı
Sayın estetikçinin politika hayatından vazgeçtiği şu sırada iste,i anlayışla karşılanmalıdır. Sınıf Kemal Yetkin, genç sa natkârlarııı kitlelerle ve bunların dertleriyle ilgilenmelerine o kadar kızmış ki ;onları, “sonsuz insanlığı ifade» edememek, “.çti-mıi ve siyasî fikirlerin isterlerinden “kurtulmaı ak» insanlar arasında paylaşılmış duygular' “can aııdirm.ımakla töhmetleodiri-yo-, zira diyor, (Suut Kemal Yetkin) “Sanat bütün değişikliklerin üstünde yaşar.„ Estetikçinin yazısına taç olarak seçtiği satırlar, Unamunonun bir tekerlemesi! “Yeniliklerden sakın Miguel, ebedi olan şeylerden daha yeni olan bir şey olmadığını bir gerçek bil-Homiros la Shak speare, bugün en yeni sayılan yazarlaıın çoğundan daha yenidir,,. Unamtıno’ııun zikrettiği iki isimden başka Suut Kemal Yetkin, ondokuzuncu asırdan isimler sıralamış ; Balzac, Stendhal, Flaııbert, Tolstoy, Dos-toyevski, Dickens. Ayrıca da Go gol.
Yenilik olarak bazı kimselerin ortaya attığı estet oyunlarını, Homiros’dan daha yeni telâki • etmek için el e te ki sebep yok, Unamuno’ııun veya sayın es'etik-çin n öğütlerine lüzum kaim dan bu belli, fakat bununla estetikçinin diğer iddiaları arasında münasebet yok.
Sanatın “b"tün değişikliklerin üstünde., yaşadığını isbat etmek için rastgele söylenmiş isimler, işe bakın ki, estetikçinin tezini sıfıra indirir. Bunlar, “sanatın bü tün değişikliklerin üstünde» değil, fakat tam İÇıNDE olduğunu isbat ederler. Bu sanatkârların hiçbiri, politikadan kaçmamış, e-serlerini politikanın içinde düşünmüş, yaratmışlardır. İhtirasları mücerret bir insanlık mefhumu na bığlı değil, tam tersine en müşahhası, siyasîyi, sosyali, hattâ askeriyi düşünerek, ve eser lerini bütün bunların içinde yoğurarak yaratmışlardır. Sayın este, tikçinin zikrettiği isimleri en ba
sit muhtevâ ana hatla ma icra e-derek sayalım :
Homiros: Trua’ya k rşı Yunan istilâcı harbinin destanı.
Shalcespeare : Ingiliz tarihinin muhtel.f s-flıaları, Ortaçağ zihniyetinden Rönesans’a geçiş devresinin psikolojik dramları.
Balzac ; İnsanlık Komedyası, (baıtan aşağı politika), b trjua nizamının kuruluş safhası, intikal devrinin dranı.
Stendlıal: Napoleoıı harpleri ve bunları takibeden devrede fertlerin, insanların muka iderall.
...........Kazarı .* .
Abidin DİNO
Flaubert: Burjuazinin tenkidi, 48 ihtilâlinin e-veliya'l ve sonrası
Tolstoy : Harp ve sulh, köy lüniin ve hâ im zümrenin toprak problemi, sosyal dertleri.
Dostoyevski : Hercümerce ve acze varan bir cemiyetin buh ranları.
Dickens : Küçük burjuazinin hikâyesi (bunlaıın Ingiliz romanına girişi).
Ve nihıyet Gogol, o Gogol ki, (Olü Canlar' veya «Müfettiş'te, sanat eseriyle bir cemiyete indirilecek en ağır darbeyi, siyasi dar :eyi indirmiş ve bu yüzden türlü hücumlara tığ amıştır.
Meraka değer, bizde bir piyes yazıcısı çıkın ta, bir valinin hırsızlığını, müfettişi yumuşatmak için ona kızlıı başgöz edişini, müfettişin bir de kartsuıa iltifatı' nı yazsa, ilgili makamlar bunu politika telâkki ederler mi etmezler mi ? Genç yazıcının piy si, Basın Yayın, Emniyet, İç Bakan' lığı ile Vekiller Heyeiiıiıı elbir liği ile s n nüshasına kadar toplattırılır mı, toplat.ı.ıln.az mı ? Ve yeni Basın kanununa dayanılarak, devleti, veya devlet önde gelenlerini, madde zikretme! sizin
mânevi ■ töhmet altında, bulundur inaktan ötürü, yazıcı sigaya çeki lir mi, çekilmez m: ? Buna verile cek cevap, Gogol’un politika yapıp yapmadığını far.lasi/le aydr.ı latır Sayın estetikçinin zikrettik i-misalde is?, «Kaput» isimli hikâ yesiııde Gogol, Akakiy Akakiye. viç tipiyle, son derecede mişıhj h >s bir zümrenin inini yaratmış, Çarh r Rusyasıııda ufak memurun bürokrasinin çarkları içindeki ü mitsizliğini, hiçliğini, başkomi serinden Büyük Adan ıni| kadar bütün içtimai unsurları ile çizmiştir “Fetersburg ons z , kadı. Saı/ ki bu şehirde hiç yaşamamıştı Kimsenin koruyup gözetmediği, yakın say radığı, yabancı bir si' neğı bile iğneleyip mikraskopla* iııcelemeği ihmal etmeyen bir ta' biat bilgininin bile ilgilenmedi ği bir varlık kaybolup gitmişti.„ Görül lüğü gibi, pek e “İçtimaî ve siyesi fikirlerinin isterleri,, dışında bir hi (âye değildir bu.
Tip, karakter, ilıtir-s, “insanlar flrasıııda paylaşılmış duyguları",, Çerçevesi içinde, yani içtim i ve siyasi şartlarının ışığında ve yalnız bu yoldan ebed liğe yol alır. Genç sanatkârların eserleri ile politika yapmaları, onları sanatkârlıktan ayırmaz, tam te sine bu onların insan olmalarının icabıdır.
Felsefeci-! stetikçi Suut Kemal Yetkin, Yunan felsefesinin bütün kudretini taşıyan şu cümleyi hatırlar : “İNSAN SİYASİ BİR MAHLÛKTUR.» Genç yazarlar, Smıt Ken al Yetkin’in zikrettiği bütün büy.lk sanatkârların insan, lık kaçağı olmadıklarım, olmayınca da, en geniş mânâda “İçtimaî ve siyasî is erlerinden» elbette ki tecrid edıKmiyeceklerini ve bu sayede insanlar arasıııda paylaşılmış duyguları aksettirdiklerini birliler.
5
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Bîr halk romancısının sanatından bir yaprak
HÜSEYİN RAHMİ romanlarında, bir yandan imparatorluk bünyesinde yüksek' tabakanın dağılrnıya ve çökmiye doğ ru giden sosyal durumunu ye ahlâk buhranlarını anlatırken, bir yandan da aşağı tabakaların fakir ve yoksul ’ hayatını tesbit etmiştir. Bu tabakaların görünüşte basit, fakat motifleri itibariyle zengin jıayat safhalarını tasvir ederken santimantalizme düşmi-yen yazıcı, bu insanların ağır hayat şartlarını,' geçim endişelerini ve yoksulluklarını anlatırken de rtel duygusundan ayrılmış değildir.
Hüseyin Rahminin romanlarında yer yer, halkın , sefaletini tesbit eden pasajlara rastlıyoruz. Bunlar bazı eserlerinde sayfalarca devam etmekte ve hattâ Hakka sığındık’ta, Hayattan sayfaları da tövbeler tövbesi, Na-muşla Açlık Meselesi gibi hikâyelerde esas teraiayı teşkil etmektedir. Yazıcı bu bahislerde bazan müstehzi, bazan atılgandır.
Tutuşmuş Gönüller'de oto-n obillerin adam çiğneyişleri kor nuşulurken şoför Raif: “Ahalinin çoğunda açlıktan kaçacak derman yok» der. Yine aynı eserde beşerî sefaletimizi tashih edecek bir filozofun geleceğinden bahsolunurken aynı şoför:
“ — Bu, parasızların daima sayıkladıkları bir malî hülyadır. Böyle bir peygamberin zuhurunu bekler dururlar. Artık dünyaya ne peygamber, ne İskender,’ Ne Na-poleon gelemiyeceğini ne kadar ilân etsek nafile... Yine herkesin kulağı kirişte,.. Çünkü halk bu sıkıntılardan mucizeden başka bir suretle kurtulamıyacağını biliyor»— Sayfa: 188.
Der. Bu sözlerde yazıcının bedbinliği ile birlikte hayatın acı gerçekleri bütün şiddeti ile gizlidir, Nietzsche’den ve Schopeıı-hauer’den sık sık söz açar. Hüseyin Rahmi’niıı hayat felsefesinde bedbinliğin yeri pek yoktur. Onda, pasif kaim ktan başka bir şey Lyapamlyacağı durumlarda ironi ve istihza acılaşlr, keskinleşir. Geri bir c.miyet içinde, tek başına ve eli kolu bağlı bir adamdan daha ilerisini beklemek de mucize istemek gibi bir şey olur.
6
“Allahım, ya bu zaif sefillere kuvvet ver »yahut kavilere merhamet».
■ I .. ' Yaztlfl i (11 .. '■■■!■
Hüsamettin BOZOK
Hüseyin Rahmi’niıı eserlerinde dikkati çeken bir nokta da, sosyalizm, bolşevizm gibi, devri için pek aktüel olan terimlerin gazete havadislerinden roman sayfalarına atlamış olmasıdır. Fakat henüz fikir hayatında lâyık olduğu değeri kazanmadan roman sayfalarında görünen bu sosyoloji terimlerinin solanlarını, kullananların çoğu hep ters tarafından anlamış gibidirler. Meselâ Tutuşmuş gönüller’de Süleyman'ın, yer yüzündeki mevcut nakit parayı paylaşmak şeklinde ahladığı bir müsavatın da sosyalizm esaslariyle ne derecede bağdaşacağını en cüzî bir sosyoloji kültürü olan herkes anlıyabilir.
Bunlar da gösteriyor ki, Hüseyin Rahmi’de balkın sefaletine, hâkim smıfln haksızlıklarına ve kurulu nizamın bozuklaıına olan isyan ideolojik birtakım esaslara kolay kolay bağlanamıyacaktlıl Eğer yazıcının fikrî şahsiyetini belirten bir hareket noktasının tesbiti isteniyorsa şunlar yazı bilir: Bozuk bir cemiyet düzeni içinde namuslu aydının durumu ne ise Hüseyin Rahmi’nin durumu da odur. Ancak o, bütün kö-
Desen ı fathi KARAKAŞ
tülükleri silip süpürmek istemesine rağmen radikal bir şekilde hareket edemiyeceğine aklı yat mış gibidir. Bunda, hastalığın sebepleri değil neticeleri üzerinde kafa yormasının da bir rolü olsa gerektir. Bu çaresizlikler içinde kapanıp kalması, onun büyüklüğünün önemini bir yana atmamıştır. Hayatın müsavatsızlığı, insanların yoksullukları ve hele harp zenginlerinin kudurmuş ihtiras ları karşısında yılmadan, bıkmadan konuşur. Bazan, kendisinden beklenmiyecek bir şiddette sesini yükselttiği de olur;
Halkın parasını arabiyülibare vakfiyelerle dolaba koyan çapulcu siyasîler şimdi neredesiniz? Bazılarınız milletin göz yaşı imbiğinden çektiğiniz servetlerle kasalarınız dolu, suratlarınız ter temiz, lortlar gibi menfâlarınızdan avdet ettiniz. Kanına ekmek doğradığınız Türklerin arasına yine katıştınız.
“İktidarınız, hamiyetiniz bir küçük memuriyeti hüsnü idareye kâfi değilken her birinizin devletin meramı umurundan sekiz on büyük dolabınız vardı. Çevirdiniz. Dünyanın altını üstüne getirdiniz. Türkü ezdiniz. Ezdirdiniz. Soydunuz. Soydurdunuz. Astınız. Kestiniz. Sürdünüz. Süründünüz. Şimdi di hayran hayran mazlumlar arasında dolaşıyorsunuz. Söyleyiniz geçen kanlı devrin mesulleri kimlerdir? Bunları yerde mi, gökte mi arıyacağız? Hokkabaz değnekleri sizin ellsrinizde idi. Bütün vukuata siz kumanda ediyordunuz. Bir işaretinizle kanlar sel gibi akıyor, alaylar, ordular takımıyla batıyordu.
İtalya’da Cote d’Azur’de, İsviçre’de gezip tozduğunuz kâfi... Şimdi de bir az hudutları' dolaşınız. Çöl külhanları içinde kanları tüterek can vermiş, buzlar arasında kemikleri donmuş, Şehit yığınları görünüz. Memleketin bağrındaki harabeleri, viraneleri dolaşınız»— Kaynanam Nasıl Kudurdu, sayfa : 104—105.
Yazıcı müstebitleri ve âciz idareciler tarafından en kötü şartlar içinde harabeye döndürü-
rülen memleket manzarasını, eserlerindeki kahramanla a da gösteriyordu. Aynı eserdeki gelin ve damat, Hırkai Şerifteki bir bakıcıya giderken Fatih yangın yerlerinden geçerler:
(Sol tarafımız alabildiği kadar uzanan bir virane idi. Şehrin bağrı tüte tüle yanmış, sekenesi dağılmış. . Medenî bir memleket or-las nda aman Alh-hım o ne hazin bir l.’cşlük, insanı beyaban h;ssini veren o ne vahşi bir sükûttu İnsani r arasında gezinirken gözle tinizin önünde birdenbire bir çöl serabı peyda oldu sanıyorsunuz... Tçmel duvarları, ş k İsiz künbetler, taş yığınları, üzerlerindi esen tahripkâr her felâkete karşı dinî bir ısrarla ayakta duran ş-refesiz, kü. lâhsız mescit minareler1, yine çÖ| ortasında birer vaha manzarasrı andıran orada, bur; da ağaç kümeleri, nermin endamlarım sallıyan serviler. Bu tenhalığın içerisine doğru ilerleyince bir kapı iki ufak pencereli, taştan örülmüş sıvasız insan inleri görüyorsunuz. Gaz tenekelerinden yapılmış bir bacadan hafif bir duman çıkıyor. Kulübe* den bir az açıkta ısırganların, ballı babaların ortasında iki üç çocuk oynayor .. Bir kadın arad ı bir kapıyı açarak dışarıya çirkef döküyor Süprüntü atıyor.
"Bir kibar lâhti en ve boyundaki bu meskende her şey var... Oda, sofa, mutfak, helâ, aşk ve izdivaç, karı, koca, çocuk... Hayat, müreffeh kâşanelerdeki gibi bütün emirlerini burada da insanlara icra ettiriyor. Taş kovuklarında ço. galan-börtü böçek gibi tekessür kanunu bu dört duvarcığın arasında da aynı biaman şiddetle hüküm sürüyor,, — Kaynanam nasıl kudurdu S: 101 — 10?.
Aynı manzara ile Muhabbet Tılsımlında da karşılaşıyoruz-İhtiyar esrarkeş Derviş Okyanus önde, "dalgası,, körpe Ali Bekir arkada, bu yangın yerlerinde meçhul bir semte doğru yürürlerken hep o sefalet manzarası ile karşılaşırlar. Yazıcının elinde yapacak bir şey yoktur, sırf hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka :
“Sokaklar kirli, sefil, camiler harap, me/arhr küskün, endij^nâk, şehrin bütün yanık bağrına hâkim bir noktada durduk. İnsan binada memleketi bir gurbet ve kendisini bir garip bularak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyor... M İletinin uğradığı zara i; ç- ktiği s fal ti., düşürüldüğü uçurumu tüllü musi-
betlerle kınla kınla azaldığıni görüyor,,.— Kaynanam nasıl kudurdu, S: 102
Yalnız içinde yaşadığımız dekor değil, bizzat yaş mı şeklimiz, maişet tarzımız da yürekler p ralıjlcıdır. İnsan önce maymun mu idi’de mütevazı aile babsı altmış beşlik Nalbur. Yusuf, bir akşam fazla dolgun bir zenbille evine döner. Ortaya bir kadavra kokusu yayılır. Kadın en üstten bir but çeker. Kocası-“—Bir az bayatça amma etin böy-leşi makbuldür» diye kendiı.i te s İli etmiye kalkar Kadın butu burnuna götürüp k kl( r:„ — A bir şeyciği yok, misk gibi. Pi* şince tap taze olur» der ve etin 11e şet ilde pişeceği, nekadarının kavurma yapılıp saklanacağı evde bir mesele olur ,.
Utanmaz Adam’daki Avmış-salâh’ın açlık içinde kıvranan ev halkına komşunun kedisini kesip tavşan diye yedirmesi de gülünç olduğu kadar acıUiJır Namusla açlık mec£İesl’..de yine bu vüç yaşıma .şartları, altlıda mahva doğru sürüklenen bir küç k memur ailesinden bahsedilmiştir. Tövbeler tövbesi adlı hikâyenin komik manzarası vakanın temi üzerinde bir yaldız gibidir. Ufak bir tırnak kazıması ile altın ta tüyler ürpertici tir lıay t
■ ■
s o z
FİKİR SANAT VE TENKİT
■DERGKİ
Yedinci Sayısını Okuyunuz
£>c«h.- Fçili KARAKAS trajedisi meydana çl’ıarl İhtiyar bir nine toplanmış bir kalabalık görür, vesika dağıtıldığını öğre nir, en yukarı kata kadar soku* lu”, ötekiyle berikiyle sra kavgaları y >par, içerj girer. Bina Belediyenin sağlık işlerine bakan dairesidir ve müracaat eden ka dialara serbest fuhuş vesikası verilmektedir. İhtiyar nine bundan habersizdir, ve herkesin kendisi ile eğlenmesine, o yaşta müracaat edişiyle alaylarına kulak asmaz, fakat meşum hakikatle yü yüze gelir...
Insmlar açtır, insanlar bakımsızdır ve tutunacak bir dallan yoktur. Can Pazarımda geçim derdiyle mânevi meziyetlerinden fedakârlık yapmak zorunda kalmış delikanlılarla karşılaşıyoruz. Veyşi, ihtiyar Eaba Enis’in genç karısının koynuııa girerek bir kaç kuruşunu sızdırmiya çabalar; fakat kapıda, beklîyen arkadaş yaptığı gürültülerle, üst katta her şeyden habersiz uyuyan ihtiyar kocayı uyandırır... Mâşuk Ahmet, bu iki arkaşına, bir kuyumcu dükkânı önünde, parasızlıktan ve açlıktan betleri benizleri ’ toprak rengi bağlan iş bunca zavallılar varken binlerce liralık mücevher' lerin sırf zengin bir herifin göz leriııi parlatmak için bir kadirin gerdanına asılacağını söyler, sos yal mesele dallı budaklı bir şekilde ortalığı kavramıştır. Parolayı Muhsin’in ağzından dinliye-İim; “Akıllarımızı başlarınıza toplayıp zekâca kendimizden bir gömlek aşağısı ı vurmalıyız». Bu hayat felsefesi Utanmaz Adan.’da
(Sorıu Sii\ 11 de
7
KADIN çalışmalı mı? Bu sua|i ikide bir Orta'ya atanların kadının çalışmasını istemiydiler olduğunu hep biliyoruz. Eminönü Hal-evinin bir teşebbüsü bu temcit pi* lâvını .yine ortaya sürdü ve mukadder ajkibet, tertiplenen münazarada, kadın çalışmamalıdır,,diyenler kazandı. Münazara jürisinde dahil bulunan.' muhterem Halide Edip de. tehlike işaretini vermekde gecikmedi. 14 kasım tarihli .akşamdaki ma. kalesini şu sözlerle bitiriyor: «her gün uğrunda mücadele edilip, yeniden kazamlmıyan herhangi hak, bilhassa iş hürriyeti, kadınlar için tehlikeli olmasa bile, buhranlı bir an geçirmektedir. Bu hak ve hür; riyeti kadının sırf kanunda yer* var diye masun telâkki caiz olmamasına Em'nönü Halkevinde kanaat getirdim. Kadın her zamandan fâzla şimdi müteyakkız olmaya, yurdun ve insaniyetin selâmetine inanan erkek arkadaşlarıyla elele bu mukaddes hakkı müdafaa ve muhafazaya mecburdur.»
Muhterem profesörü telaşa düşüren sebep, evvelâ 1946 yılında, medenî ve kadına her türlü hakkı tanıyan bir memlekette böyle bir mevzuun münakaşaya değerli, görülmesi, sonra da aksi tezi yani kadın çalışmamalıdır tarafını tutanların bol bol alkışlanmalarıdır. Bu* nu kendi yazısından anl(yoruz.
Biz, kadirim da pek âlâ erkek gibi çalışabileceğini, ispata muhtaç görmüyoruz. Bu eskimiş mevzua karşı zaman zaman gösterileli taze alâkayı, bu alâkayı gösterenle-
KADINLAR
Ve kadınlar bizim kadınlarımız korkunç ve mübarek elleri ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz, ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzünden sonra gelen, ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız, ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki, ve kara sapan* koşulan ve ağıllarda
Işıltısında yere saplı bıçakların oynak ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar bizim kadınlarımız.
İstiklal iahasıtitn namasbâr ve mu ğitte izdtrapları ■baş inde, t62 nenin arkasıu
isi sessiz, ir göndeii* ederek, işinin ür.de'Ve- sapıt'
mağa devam ede'
Meselesi
BİR MUAMMA Mİ
YOZOn • MMMiaMMMM—
Müntekim ÖÇMEN
rin ekseriya sabıkalı faşistler ve kafas'nın dışından kânun zoruyla çıkarttığı sarığı kafasının içine dc. layan geri fikirliler arasından çıkması izah eder. Nitekim bu münazaranın kadın çalışmamalıdır, tezinin müdafilerini galip çıkaran jürisinde bu kıdemli faşist eskilerine rastlıyoruz. Medrese köşelerinin müteaffin havasına yaraşan bu saygısız mevzuun halkevlerine kadar sokulabilrniş plmas-, bizzat C. Halk partisinin inkılâpçılık vasıflarından ne derece uzaklaşmış olduğunun örneğidir. Muhterem Profesörün
işaret ettiği asıl tehlike, bizce bu gün bunu yarın da buna muvazi olarak diğer bir reaksiyoner fikri ileri sürerek zihinleri bulandırmak isteyenlerin buna imkân bulabilmeleridir.
Kadın, var olduğu tarihten beri istihsal sahasının faal unsurudur. Buna karşı esastan itiraz iki yok dan gelmiştir ; 1) Bazı şark din1 leri. 2) Hitler ve Musolini rejimleri.
D‘n yolundan gelen itiraz, kadını, para ile alınıp satılır mükey-yifattan bir meta sayan telâkki ile beraberdir. Faşizfnin itirazı ise işsizliğe acele bir çare bulmak isteğinden doğmuş ve neticede onu bir kuluçka makinesi saymak şeklinde haysiyetsiz bir iddiaya kadar sürüklemiştir. Her iki itiraz da kadının insanlığını’inkâr hareketinde beraberdir. İnsanın ilk hakkı çalışma hürriyetidir. Böyle geri bir fikir hamlesi ile kadının elinden a-lınmak istenilen şey ise doğrudan doğruya onun insanlığıdır.
Bir de realiteye,- dünya yüzünde olmakta olana bakalım. Bir-yanda, “çalışsın m», çalışmasın mı?„ münakaşası vapılırken öbür yanda bu münakaşayı yapanların burunlarının dibinde kadin çalışıyor. Hele bugün hayranı geçindiğimiz Ingiliz ve Amerikan demokrasilerinde kadının en umulmadık işjerde çalıştığını ve mükemmel başarılar elde ettiğini hep görüyoruz. Bizde kadın ziraatta faal bir unsur olduğu gibi şehirlerde de yalnız memur olarak değil sanayide de işçi olarak (alışmaktadır.. Çalışma müdürlüklerinin, ve vergi ; dairelerinin, büyükbir hüsnüniyetle, imalâtha ne, fabrika gibi isimler taktıklarıbod-rumlarda, karanlık izbelerde, tütün depolarında, çöpçülükte ve akla gelebilecek en. sefil şartlar al. tında çalışıyor. Sabah akşam, yağmurda çamurda saatlerce yol yürüyerek gittiği işinin başında her saat gençliğini ve sıhhatini damla damla kaybederek, titrek ve zayıf ışık altında gözlerinin nurunu tüketerek çalıştığı izbede hergün in-sanlığinın bir parçasını daha gömerek çalışıyor. Patronlarının, ırzına uzanan sarsak ve sarhoş ellerini de üç buçuk kuruş yövmiye, uğruna rededememek felâketine katlanarak çalışıyor. Katmerli ve şiddetli istismara maruz kalan insanlığının. sükûn dolu feryadıyle çalışıyor.
(Devamı 15 üncü sayfada)
8
Türk kadınının ezelî hakkı
Kadın Çalışacaktır
KADIN çalışmamak ; fakat önce apartımanların yıkıl-
ması, fabrikaların kapanması, tezgâhların durması gerek! Atelyeler kalkmalı, üniversite ye orta öğretimde kıza yer vermemeli, ilk öğretimde yep yeni değişiklikler yapılmalı. Geniş ve loş odalı, dönme dolaptı, harem ve selamlık daireli saray, yavrusu konaklar, konak yavrusu evler lâzım. Cep" hesi şahnişini!, pencereleri kafes' li, bahçe divarları beş adam bo yıllıdan yüksek, araba dairesi bir memur evinden büyük evler. Kayıkhaneli yalılar... Keflıüdalı, kalfalı konaklar. Süzgün yüzlü odalıklar ve pençikli-halayıklar..-Kızlar gergef b ışına oturmalı» taşradaki el tezgâhlan şehirlere klaptanlı işlemeler ” yollamal», namaz bezleriyle sırmalı havluları, kanaviçeli yatak çarşaflariyle hareli cenfesleri bohçacı kadınlar getirmeli. Esirciler gelip gitmeli, harem ağalarının incecik sesleri, dalga, dalga duyulmalı . Sıbyan mektebinde namaz surelerini belledikten sonra kız: ne diye okur? Namemi yazaca oynaşına?... Dişi ehlinin sokakta işi ne? Ramazanlarda kupa arabasiyle kız hâfızlarını dinlemiye gidiş, yazlarda ehyanede bir beş çifte kayıkla Kâğıthane safası yeter de artar bile. Kız dediğin kadın kadıncık olmalı, anasının dizi dibinde büyümeli, alnı ak, yüzü pak telli duvaklı, gelin olup gittiği evden ölüsü çıkmalı .,
Bunları mı istiyor ■ kadının çalışmasına itiraz edenler? Fakat o devirde bile çallşmıyan kadınlar, saray ve konaklardaki sözde gözdelerdi ancak. Oralarda bile çalışırlardı, fakat halayık olarak, haysiyetlerinden soyunarak ve
Çünkü emek her insan için bir realitedir
“Demokraside baş ve daim hayatiyetini muhafaza edecek kanun her ferde müsavi hak, daha doğrusu hizmet fırsatı vermektir. Ondan ötesini ihtiyaç ve umumî efkâr ayarlar»»
1 KİR hayatımızda haklı bir aksülamel-ile karşılaşan "kadiri çalışmalı mı, çalışmamak mı münazarasının Jüri âzasından Profesör HAL.1DE EDİP ADIVAR, "Akşam» gazete sinde bıı k onuyu, ilgilendiren mühim g bir yazı,yayınladı. Eizbu yazıyı iki bakımdan önemli bulduk» Bir
B kere inkılâpçı bir çevre içinde en • ileri haklarına kavuşan' Türk'kadt-
nının İçtimaî durumur.u müdafaa, etmesi bakımından;, bir kerl'de, Ji-kir hayatımızdaki tartışmalardan sonra jüri âzasından beklediğimiz açıklamayı yalnız başına vermiş olmasından... Mahut karardan sonra. aydınlatıl-. ması, gereken bir nokta.. vardı ye bunu da' jürinin raporu yapacaktı; fakat.her nedense ne münazarayı tertip edenler, ne de jüriye iştirak edenler biınıTyapmadılar. Biz bu .sütunlarda sayın Profesörün yazısından bir, iki pârçâyı'-niemn^ı-hi yet duy dr ak alıyoruz. YIĞIN
Kadının erkekten akıllı veya ahmak, geveze veya az konuşur olması artık esas dâvaya ye realiteye uymuyordu. Otuz küsur senedenberi katkın her sahada çalışıyor. Artık kimse yeni medeniyetin ihtiyâcından doğan bu realiteyi münakaşa edemez. Hattâ mevzu kıtlığında, arz düz mü veya yuvarlak mı diye münazara yap labilir, fakat kadın çalışmalı mı diye münazara yapılamaz. İşte bunun için bir taraftan bizdeki bu münazaranın sırf lâf olsun diye değil .mutlak şuur-altı veyahut üstü bir takım sebeplerin tesiri-altında yapıldığını tahmin ettim.
Bizde münazara yeni.teessüs ettiği için bu esas noktaların şu veya bu şekilde tefsirin 'bizi geı iye götürecek bir mahiyet alabileceğini talebe arkadaşlarıma söylemek isterim.
(Sonu Sa. 70 da,
Kadından dünya güreş şampiyonu olmaması meselesi de.kadın Ça lışmalı mı mevzuu ile hic amma hiç münasebeti olmayan bir konu idi. Çünkü çalışmak bugün artık bu nevi kuvvet tezahürüne dayanmıyor. Kadın veya erkek herhangi ferdin sııtına yüz kilo yükletmek bugün insaniyete de medeniyete de mugayir bir vakıadır. Büyük yükleri artık makinalar faşır, insanlar ancak makine ve daha iptidai durumda bu işlerde hayvan veyahut el arabası kullanırlar... Bütün mesele erkeği hamallıktan kurtaracak' vasıtaları temindir.

Kadın veya erkek insanı insan yapan başkalarının sfrtında yaşamamak, içinde yaşadığı cemiydin en küçük topluluğundan (aile gibi) en büyüğüne kadar, verdiği emek mukabilinde hak ve maddi unuka-bele beklemektir.
(Sonu >a. 10 da)
9
Kadın çalışmalıdır
Baştarafı sa. 9 da
Kaim emeğini sadece ev- sahasına inhisar ettirmek imkânı kalmamıştır, Çünkü küçük bir ekalliyet müstesn-,. ailenin karnını' doyurmak, baş-nın üstünde bir dam, sırtına bir' esvap tedarik etmek içm bııgün erkek, kadın hattâ yaş) ları vc çocukları bile çal şmak mecbtı ı iyetindedir.
d.yen alkışlamasında, bana ve benim gibi ister kafası, ister eliyle çalış’n kadınlara bir ders verdiniz .t Cu nhuriyetin kadına verdiği müsavi ve yüksek hak, istidat ve kabiliyetine göre her hangi bir sahada 'çalşnak hürriyeti hiç olmazsa şehirlerde biraz tehlikeli'durumda olduğunu hissettim... Her gün uğrunda mücadele edilip, yeniden kazanılmayan her hangi hak bilhassa iş hürriyeti, kadınlar, için tehlikeli olmtsa bile buhranlı bir
an geçirmektedir. Bu h ik vc hiir riyeti kadının .sırf kanunda yeri var diye masum telâkki etmesi caiz olmadığına, Eminönü Halkevin-de kanaıt getird’m. Kadın her za mandan fazla şimdi müteyakkız olmıya, yurdun ve insaniyetin selâmetine inanan erkek arkadaşla-riyle el ele bu mukaddes, hakk, müdafaa ve muhafazaya mecburdur.
Halide Edip AD1VAR
Bürolarda ç ıbşan kadınların t o yanması, yahut fazla konuşmaları (bu her yerde vaki değildir) kısmen alışmamazhktan, kısmen de erkek âmirlerin kadın munurlara karşı erkek memurlara karşı aldıkları ciddi tavrı almamalarından ileri gelmiş olsa gerektir. Fakat ne de olsa, hayatlarını bir emik mukabilinde kazanmalarında dolayı hürmete şayandırlar.
Ömrü kumar masalsımda geçmiş, halk açlıktan kıvranırken her mev sme gör’, her modaya göre el mas istiyen kadınların eı kekleri soktukları felâket durumuna, çalışan kadınlar kocıUrını sokmuyorlar.
Çocıölarını bakmak meselesine gelince, çal şırsı gece uyanıp ço cuğa bakamaz demek biraz traj -komedi mevzuu oluyor, Çünküı çocuğunu, fabrika kapısının önün . diki ağaca bağlayıp on saat ça lışıp onun sütünü, ekmeğini teda rıke çalışan gayyur anaya, çocuğunu gece ağlatıyor demek çok gülünç olab lir.

Çocuk doğurmak meselesine gelince, . Bu hususta da nesli çoğaltan kadının iş kadınları arasında olduğuna işaret edeceğim. Refah arttıkça, lüks ihtiyacı ve tembellik çoğaldıkça kadınlar çocuk doğurmak istemiyor. On bir çocuklu anaları ancak Topkapı Fıkarapcr-ver merkezine bayramlık almaya gelen aziz ve gayyur analar arasında gördüm
Aziz üniversite arkadaşları, siz bu münazarada, bilhassa münazarayı dinleyenlerin kadının çalışması mevzuunda aykırı tezi nıiitcma-
Kadının Ezeli Hakkı
neş’elerinden kaybederek çalışırlardı. O devirde bile taşrada el tezgâhlarında, İstanbul’da gergef başlarında çalışanlar, kizlırdl. Balıkçının ağını ören işçinin işine ortak olan eşiydi. Konaklara ipekli halılar, bürümcük kumaşlar dokuyanlar kadınlardı. B İnliyorlar mı bunları kadiri cemiyetten ayırmak istiyen baylar? Ve bugün çalışmıya mecbur oluşu söz gö-türmiyen kadın, alnının teriyle çalışıp yaşarsa tasaları mı artıyor bu bayların? Kadına seçimde >ey verdiren cumhuriyet rejiminde kadın aleyhinde söz söyliyenlerin* Demosten kadir hatip bile olsalar, talâkatlann ı nasıl rey. verilebilir ve bu mevzu, nasıl münazara mevzçu, olur?
Yıllardı sırık hamallığını yasak eden bir ülkede ve makine devrinde kadının ham ıllık yapa-mtyacağiııi söytiyenleri duyunca dıiıııp kaldı’,-. Her devirde köy-(’e çift sür.n analar tabanı yarık eli' nasırlı, yüzü boyasız, bağrı
Konserler
[Baf tarafı sa : 4 ılc)
3 — Şehir orkestrasının başında Avrupanin dahi tak'dir ettiği bir müzisyen var. Bunu bize, iki senelik mazisi .olan orkestra konserleri, ötedenberi verdiği piyano resitalleriyle ve kompozisyonlariyl: ispat etti.
Garp müziğiyle yeni yeni tanışan bir cemiyet için bu türlü orkestraların ehemmiyeti büyüktür. Halk, bu konserlerden edineceği intibaa göre garp müziği hakkındaki hükmünü verecektir. Şu halde, konserlerin bu bakımdan mukayesesini ya pars ık, hangisinin gayeye uygun bir şekilde olduğunu görebiliriz. Müzik, Halkevlerinin senelik faaliyet raporlarını doldurmak gayesiyle ele alınırsa, inkılâp dâvasında yeri mühim olan bu sanat şubesinde, hiç de inkilâp gayelerinin tahakkuku yoluna girilemi-yecektir.
Eğer bu konserlerden maksat halka garp müziğini' benimsetmek ise, bu şekil Halkevi faa’iyetler fayda yerine z-"rar vermektedir; kaldı ki verilen konserleri halkin ancak pek az bir kısmı dinliyebiliyor, halbuki maksat büyük halk kitlelerine müzik anlayışını verebilmek ve millî kabiliyetlerimizin geniş ölçüde ortaya çıkmasına imkân hazırlamaktır. — E.
başlı, gözü yaşlı Anadolu ve Rumeli’nin mübarek kadını... Yedi yüz altı yıl önce Baba İshak ordusunda zulme isyan eden ve çarpışan, dört yüz : on sekiz yıl önce Kalender Çelebi ile varlığını haykıran ve döğüşeyek ölen -Bektaşi nefesinde : “Ey erenler, erler, nice eı siniz? — Bizlerin sizinle davamız vardır. Erler, kadınlardan üstün dersiniz. — Bizim de Hazreti Zehramız vardır;, diye erkekten hak istiyen, dün, daha dün, İstiklâl Savaşında emzikteki yavrusunu sırtına bağlıyarak yalınayak yürüyen, .beş yaşındaki çocu unun yırtık ■; sabosunu, cep hane ıslanmasın diye kağnıya ör ten, sırtıyla gülle taşıyan) Ankal ra’da Ulus meydanında Atatürk’ün dizi dibinde ve erkeğinin ya-nıbaşlnda heykelleşen, her devirde ve her an çalışan Türk kadını bilinmiyor miı, unutuldu mu?
Abdülbâki
GÖLPINARLI
10
“Unutulmaz Şarkı,,
Amerikan sinemacılığının dünyayı toz pembe gösteren filimleri yıllardır sinema pazarlarını istilâ etmiş bulunuyor. Aklen yedi yaşını aşmamış insanları büyülüyen santimantal ve romantik filimler-den bıkmış usanmış olanlar bile günlük dertlerden iki saat olsun uzaklaşmak niyetiyle biletini alıp herhangi bir sinemaya giriveriyor. Bizde yine bir peri masalı ile karşılaşacağımızı sanarak, fakat sadece Chopin’in müziğini dinlemi-ye ve hangi rolde olursa olsun büyüklüğünü devam ettiren Paul Mani’yi seyretmiye gittik. Fakat haftalardır, İpek ve Melek sinemalarında gösterilen Unutulmaz Şarkı bizler için hakikaten büyük bir sürpriz oldu. Filimin esas mevzuu George Sand ile Chopin’in aşkları teşkil edecek sanmıştık, yanılmışız. Bu filimin mevzuundaki esas mesele sanatkârın cemiyete karşı olan vazifesidir, Chopin bir müddet için George Sandın tesirine kapılarak Polonyada istiklâlleri uğruna mücadele eden kar. deşlerini unutuyor. Daha doğrusu unutmak istiyor. Ve unuttuğu müddetçe de sade şahsî hoş olmakla beraber dehasının bütün büyüklüğünü ispat etmiyor esir Polonya insanlarını hiç de alâkalandırmıyan eserler vücuda getiriyor. Hayatda mücadeleden kaçarak ya bir ser çiçeği gibi kendi sırça köşkü içinde yaşamakta ömrünü bir iki s?ne daha uzatacak. Yahut da memleketi için derhal mücadeleye atılacak. Ve ihtilâlcilere memleketin kurtulmasında elzem olan parayı temin gayesiyle bütün Avrııpada turneye çıkarak kardeşleri için canını verecek. Hâlâ «sanat sanat içindir» diyen nâme sanatkârları gi bi o zamanlarda George Sand’-da sadtce kendini düşünerek bir köşeye çekilir. Hayatla münasebetini keserek kendi iç âleminde ya-şnr. Halbuki Chopin’in hocasına göre bir dâhi dünyaya gelebilmek için milyonlarca insanın kabiliyetlerini alarak onları fakir bırakır. Vc bu dâhi manen fakir kalan milyonl ırca insana olan borcunun dehâsile ödemek mecburiyetindedir. Ve Chopin Polonyanın hürriyete kavuşması için bitkin . bir halde şehir şehir dolaşıp konserler vererek istibdada karşı isyan eden
ŞİİR
Yele verdi ömrümüzü
kara yurdun cefasından dâim n ..
Yata öküz iş tutmaz, sapan kıraca batmaz, gücümüz bir şjye yetmez Rahmet düşmez, tane bilmez Ter yerine kan döksen gene kıraç göğermez Zalim, göğermeyince kız, kızan yabana göç etmez d nelıncz?
Flâman ak yazının ayazının ayazından güzünden* bıkdık gayrı öküzünün, k ığnısının nazından.
Gel geçelim boz dağların yoktışund -n düzünden kulluğa gidelim yayan, yapıldal.
Ak yazının dişli motor gelir h ıkkmdan Dişli motor dişli elde bulunur.
Dişlilerin ( linde
biz garipler tüylerimiz yolunur. Kara yurdun cıfasuıdan elânıan, salmaz bizi gün batırırdan taıladan, ağaların ortakçısı ağalar.
Neyliydim hamutunuz mihnet ile yuğıulmıış. Canımızı devlet yakar, deprem yakar, sel yakar.
Ercüment Bchzat LAV
Polonya ruhunun bir timsali olan “Polonalse„ lcrini yazar 1810 -1819 arasında yaşıyan bıı dâhi hakiki ve ölmez sanatkârlığım cemiyete olan borcunu bu suretle öde yerek kazanır.
Filimin diğer iki mühim nokta sı da sanatkârın sanatkârı teşviki ne hocanın talebe üzerine iyilişi meselesidir. Eğer her sanatkâr List gibi bir arkadaş ve büyük aktör Paul Munl gibi bir hoca bulsaydı bu dünya daha birçok dâhiler kazanırdı. Rejisör Charles widor dünyada, İpekçiler de bize renk, tez, mizansen, ışık, montaj, lıerşey bakımından bu kadar değerli bir filim seyrettikleri için büyük bir iş yapmış oldular. "Unutulmaz Şarkı„ bizler için unutulmaz bir filim olarak ka-acaktır.
Cahit Saffet
İRGAT
Kadın Çalışıyor
(Jltinci sayfadan devam) şartların düzeltilmesi birinci derecede mühim meseleler arasına girmiştir. Belçikada, Fransada diğer memleketlerde de çalışan erkekle çalışan kadın arasındaki farkların kaldırılması sosyal davaların başına geçmiştir. Sovyet Rusyada ise bu mesele çoktan halledilmiştir.
Bugün bizde hâlâ kadının çalışması sanki birkaç münevverin vereceği karara bağlı in iş gibi, münazara ve münakaşa mevzuu olması sadece gülünçtür. Bugün ıztırap içinde yaşıyan, istismar e-dilen kadının başındaki efendilerden sadece bir isteği vardır. İnsan gibi yaşamak. . Üniversiteli gençler bunun ne şekilde başarı labileceğini münakaşa ederlerse-geri kafaları aydınlatmak için çok daha ileri bir i$ görmüş olurlar. Yoksa faşist Almanyada• olduğu gibi “kadın çalışmamalıdır,, şeklinde verilen bir hüküm kadınla, herşeyden evvel ana olan, vatan-, daş olan, insan olan kadınla ve onun mensup olduğu cemiyetle alaydır.
YIĞIN
11
..imin Yazan s „
uhaf bir Karadeniz || şivesiyle konuşan keli mer burunlu adam, fırının kapağını açtı ve içerisini yokladı. Kıpkırmızı olmuş taşın .üstünde- uslu uslu dizilmiş ekmeklerde hafif bir kızartı başlıyordu. ~ Adamın elindeki kürek, ekmeklerin arasında şöyle bir dola.tl ve tezgâhın arkasından tâ tramvay yoluna kadar her tarafı dolduran ahalinin suratına doğru tatlı bit koku yayıldı. Tezgâhın yanı başına kadar sokulan insafların yüzlerinde, evvelâ bir ümit, sonra bir tereddüt, daha sonra da bir büzün belirdi. Burun delikleri geniş geniş açılıp, kapandı ve pişmeğe başlayan taze hamurdan yayılan kokuyu, anason kokusunu alan sarho şun ihtirasiyle, içlerine çektiler. Daha arkada-kalanlar, önlerinde* kileri itip kakarak, birbirlerine tutunup- boyunlarını uzatarak, fırının ağzını, şöyle bir dünya gö-züy'e seçmeğe* üğrâşdılar. Arkaya sıkişan çocukların ve çocuk lıı kadınların feryatlarına aldıran bile olmadı, Tezgâhtan tramvay yoluna, kadar, taşan kadınlı erkekli, çocuklu ihtiyarlı yüzlerde; midelerden gelen bir endişe, bir huzursuzluk başlamıştı. Açık fırın kapağının arkasında, tatlı ve kirmizımtrak bir loşluğun içinde sıra sıra duran ekmeklerin manzarası, bütün mideleri faaliyete getirmiş, saatlerdenberi bekleşen bu çeşit çeşit yüzlere; ümit, tereddüt ve hüznün - karmakarışık şekillerini çizmişdi, Kemikli ve kemer burunlu adam, elindeki uzun Saplı tahta küreği, lâkayit lakayit geri çekti ve fırının kapağını örttükten sonra, fevkalâde mütehakkim ve dünyaya - metelik vermez' bir tavırla, adamlarına birkaç emir verdi.
Bu kemikli yüzdeki sert ve vahşi ifade, bu kemerli burundaki ve çatık kara kaşlardaki tahakküm arzusu, kalın ve etli dudaklardaki ihtirasın şiddeti, değil birkaç yüz kişinin, fakat binlerce ve onbinlercerın, klvrana kıvrana can vermesini hazla seyredecek kadar korkunç, kaya kadar sert ve kanlıydı.
Burhan ARPAD
Tezgâhın arkasından tramvay, yoluna kadar bütün köşe bucaktan salkım salkım sarkank adınla-rın, hasta ve sarsakların, çocukla rın, pejmürde kılıklı insanların yüzündeki perişanlık; kemil li surattaki ihtiras ve tahakkümün tek bir çizgisini yumuşatmağa, bir tek kılını oynatmağa bile yetmezd i-
Fi inci, kapağı tekrar açtı ve dışarıya vuran sıcak kızıllığın akisleri altındaki yüz, büsbütün korkunçlaştı.
Elindeki tahta küreği, büyük’ bir huzur içinde, ekmek dizilerinin arasında dolaştıan adam ve, tezgâhın arkasından tranvay yoluna kadar bütün köşebucağı dolduran, birbirinin üstüne tırmanan, heryandan şalkım silkim taşan bu insanların çizdiği dekor, bir ortaçağ işkencesini hatırla maktadır.
Fırının kapağı hâlâ açık du-ruyor, adattın elindeki tahta kürek, ekmek dizileri arasında yavaş yavaş'dolaşıyordu. Bir eski zaman yeı’altı mâbedinde işkenceye* mahkûm edilmiş günahkârları hatırlatan yüzlerde, yeniden bir ümit başlamış, boyunlar, biraz daha ileriye uzanmışdı. Çıt çıkmıyordu. -Aralara sıkışan çocuklar bile susmuş ve tertemiz bakışları işıklanmıştl. Sâdece, gizli ve sessiz bir mücadele cer-yan etmekteydi. Herkes, yanın' dakini bir karış geri atabilmek, tezgâha bir adım daha yakın olabilmek, ağzı ardına kadar açık duran bu kızıl alevli mâbeddeki nimetlere, ötekinden önce kavuşabilmek için, olduğu yerde kımıldanmaktaydı. Gerçi, kımıldanmak için tek santimlik bir aralık yoktu a-rma, y ğın, z man zaman dalgalanıyor ve uğulduyordu*
Sıra sıra duran nar gibi ek' inekleriyle bu dar ve ensiz fırın ağzı, kurban kabulüne hazırlanan bir eski zamaı; mâbedinden, kemer burunlu adam ve tuhaf kılıklı maiyyeti de, bu mâbedin zâlim ve asık suratlı rahiplerinden farksızdı.
Ve adam, nihayet konuştu. Yarındakilerden biri, küreği fırının içinde bir daha dolaştırdı ve ilk ağız ekmeği, büyük bir azam tle Zçekti.
Yüzlerdeki binbir çizgi, bir-tek oluverdi. Gözl r, sonuna ka" , dar açıldı. Dudaklar gerildi ve bütün soluklar tutuldu. Çocuk yüzlerindeki sevinç, ihtiyarların ümidi, kadın'arın sabursızlığı ve hepsinin içiııi dolduran bin bir çeşit ’ his, şu anda durulmuş ve yerini, bir tek hisse, ekmeksiz kalmak endişesine blrakmışdı.
Bu çoluk çocuk, bu -ihtiyarlar ve hastalar, bıı kadınlar ve bu zavallılar; Sabahın yedisiriden-beri hep bu anı beklemişlerdi. , Dışardaki yağmura, havanın soğuğuna rağmen hep bekleşmişler, ayak üstünde, itişe kakışa, bir birleriyle çekişip küfürler ederek, beklemişler ve hep, sadece şıı anı şu m's gibi, şu buram buram taze ekmek kokan dakikayı tahayyül etmişlerdi.
Saat onbiri geçiyordu.
Kemer burunlu herifin suratındaki tahakküm ve istihfafın altında ezile büzüle, tezgâhın öte. sindeki acayip kılıklı adamların bir iltifatını koparabilirmiyiz diye yaltaklanıp şakalaşmışlar ve gözlerini biran bile fırının ağzııı-dana yırmadan, beklemişlerdi. Ka pak, bazı bazı açılmış, ko-kunç suratlı adam, kemerli bununu zaman zaman karışdirmış ve ye' re, okkalı bir tükürük fırlatmışdı* Kalabalığın arasında sıkışıp kalan bir çocuk ağlamış, nasırına basılan birisi küfretmiş, dizlerinin bağı kesil’n ihtiyar, lâtıet okumuşdu.
Ve, hep beklemişler, bekle-mişdiler.
Uzun saplı kürek, fırının ağzına dalıyor, içerde şöyle bir dolaşıyor ve nar gibi ekmeklerle görünüyor. Fakat, ileti doğru uzanmış boyunlar, hep aynı vaziyette, sonuna kadar açılmış gözler hâlâ endişeli ve bütün yüzlerdeki o umumî, o içe sinmiş huzur suzluğıın tek çizgisi bile silinmiş değil: - E mek, ekmeklerini alacaklar mı, alabilecekler mi?
Uzun saplı kürek, fırının içi.ı-de dolaşıyor ve nar gibi ekmek dizilerini dışarıya çekiyor. Git
12
tikçe keskinleşen, midelere ezJ giıılik veteıı mayhoş bir koku, et rafa, gittikçe daha fazla, daha fazla, 'yayılıyor.
Mırıltılar, homuttular ve bağ-rışınalar oluyor, amma, kemer burunlu fırıncının tek yüz çizgisi bile kıpırdamıyor. Zaman zaman, adamlarına emirler dağıtıyor, yere bir tükürük atıyor veya, burnunu keyifli keyifli karışdirlyor,
Mırıltılar, homurtular ve bağ-rlşnıalar, keskinleşiyorlar, vazıhlaşıyorlar:
—-Daha ne diye bekliyoruz?
—Niye bekletiliyoruz? ,
—-Ekmek.. Ekmeklerimizi...
—Bacaklarımızda hal kalmadı.. Sizde insaf..
—Ekmek... Ekmeklerimiz....
Ve, fırının ağzından çıkan kürelideki nar £T'bi ekmekler, yaıı tarafa doğru iti ip kayboluyorlar. . Ke ner burunlu herifin kılı, lıâlâ kıpırdamıyor; Adamlara emir veriyor, yere bir tükürük atıyor ve burnunu zaman zaman, keyifle, hırsla tatlı tatlı, karışdırıyor.
—Ekmekler nereye gidiyor? diye soran seslrre şu sesler cevap veriyor:
—Çacuk hastanesine gidiyor muş..
—Yalan, vallahi de billâhi de yalan... kendi adamlarıyla dışarda sattıracaklar... tanesini atmışdan satacaklar..
—Emir varmış, bayatlamadan verilmeyecekmiş...
—Kontrol gelecekmiş ekmekler muayeneden geçecekmiş .
Tezgâhın arkasından, ta tram-vav yoluna kadar bütün köşe bucağı, girinti çıkıntıları, tıklım tık-llu dolduran, birbirini çiğneyip çolıığu çocuğu ezerek her yerden salkım salkım taşan kalabalıktaki kaynaşma ve uğultu, müthiş bir homurtu şeklini alıyor.
Ve uzun saplı fırın küreği işliyor.
Nar gibi ekmek dizileri, mütemadiyen taşmmakda ve çocuk hastanesine, bayatlatılmağa, ya. hut da koııtrola veya, palıalı pc. halı satılmak üzere kara borsaya sevkolıınmaktadır. Keyifli keyifli burnunu karışdıran fırıncının yanına yaklaşan çantalı iki adam, herifin kulağına birşey er fasılda-yor. Fırıncının suratındaki o her-şeyleri hor ve küçük gören ifadenin tek bir çizgisi bile değişmiyor. Eli, bâlâ burun deliklerinde olduğu halde, adamlarına bir baş işareti yapıyor ve üçer ekm -ği çantalarına acele acele sıkış", dıran iki adam, kalabalık arasında bir yol açmağa çabalıyorlar.
— Daha ne kader bekliyecçğiz?
—Yeter, yeter be... İnsan olan düşmanına bu eziyeti yapmaz..
—Ekmek., ekmeklerimizi ver-
Grtılıiir; Franz MASEREEE
—Amanın çocuğum eziliyor.
■—Ay, ölüyorum, nefes alamıyorum..
—Ekmek, ekmeklerimizi verin Paralarını ve karnelerini dü-şürm mek için sımsıkı kenetlenmiş eller, ileriye doğru uzanıyor. Eller, durmadan ve daha fazla uzanıyor, istiyor ve tehdit ediyor. Kemer burunlu herif, bu durmadan daha fazla yaklaşan, isteyen ve tehdit eden ellerin hücumu karşısında, duralıyor. Burun deliğini tatlı tatlı karışdıran parmağı, gevşiyor ve boşlukda kalıyor.
Saatlerdenberi be kİ iyen bu yorgun, bu bezgin insanlar, birden . canlanıyorlar ve tahammülün son çizgisini bir hamlede aşan bir gayretle, ellerini uzatıyorlar. Sabah karanlığından beri, boyunları bükük, mahzun ve endişeli bekleşen bu fevkalâde mütehammil yüzler, birdenbire sertleşiyor ve bir el yağmuru, sayı-lamıyacak kadar çok ellerin uzanmasından meydana gelen muaz-
zam bir tehdit karşısında, fırıncı, geriliyor. , •
Eller zayıf, etli, iri, küçük, esmer, beyaz, kıllı yüzlerce el, durmadan uzanıyor, hareket ediyor,-konuşuyor ve tehdit ediyor.
Sabahın a-lacakaranlığındanberi herşeyini unutarak bekliyen sonsuz bir tahammül, bir anda, boşanıyor: ■ ‘
—Ekmek.. Ekmeğimizi verini —Haydi, ne bekliyorsun., ekmeklerimizi?
Kıpkırmızı b;r ışık içindeki' sıra sıra ekmekleriyle açık duran fırın ağzı bile, manzaradaki değişiklik karşısında dehşete düşmüş gibi.
—Ekmek, ekmeğimizi ver..
—Haydi . ekmekleri.
Una bulunmış hamurkâriarın suratında, kemer burunlu herifin kalın kaşlarında, açık., kalmış fırın ağzından görünen birkaç sıra ekmekde; bu uzanan, isteyen ve tehdit ede.i yüzlerce eldeki azameti kavrayamayan bir şaşkınlık var.
13
Hüseyin Rahmi Gürpınar
(Yedi..ci tayfadan devamj
Avnııssslâh’ı “Yaralı Gönüllere Teselli Yurdu’nu açmıya kadar götürmüştür. Onun meşru yollardan ve kanunî formalitelere uyarak yaptığı bu geçim dolabı Can Pazarı’tndaki çü delikanlıda zorba bir mıhiyet alır: İhtiyar bir taşralıyı dolandıran bir dolandırıcı kumpanyasına musallat olarak, onlardan vurdukları, paranın yarasını almıya kalkarlar..,
Cemiyet içinde sınıf tezatları keskin bir halde kaldıkça bir tarafta çok tokların azlığı yanında çok açların çokluğu-kolay kolay gözden kaçmamaktadır. Bu durum karşısında deklâs .der her türlü çareye baş vurarak ve her yaptıkları kötü hareketi kendilerine' meşru sayarak cemiyetin ahlâkını kemirirlerken, bir yandan da ıstıraplar,’ her şeye rağmen namuslu kalan halkın dudaklarında acı bir feryat hâlinde donmakt dır. Türk cemiyetinin seferberlik yıllarında çektiği maddî sıkıntıları, yine yazın menşurundan bir göz atalım:
Bu acı y-ıllarin zorlnklarını ve halkın en aşağı bir hayat se-viyesindin de altında nasıl kıvrandığını yine Halka sığındık’ ta buluyoruz. Şehrin kenar mahallelerini, fakir semtlerini bir yandan salgın halinde yapılan İspanyol nezlesi, bir yandan açlık ve sefalet kasup kavurmaktadır. “Açlıktan sı Jetlerinin hemen yarısını kaybetmiş, bir takımları insan şel ünden- çıkmış bu sefalet-zedeler samanlı, kepekli kerpiç
gibi bir dilim ekmeği bulab'lme'c için saatlerce itile kakıla furuıı önlerinde beklerken (S : 17)„ Harp zenginlerinin konakları ıa teneke-le.le yağ, çuvallarla has un ve şeker, gazevilerle pirinç taşmıyordu (S : 15).,. Aynı kitapta, ihtiyar mahalle kadınları cumbadan cumbaya konuşurlar. Komşu Ha-cı’nın mutfağından mis gibi bir yemek kokusu bütün mahalleyi sarmıştır. Kadın'ardan biri revan* koktuğunu sanır, öbürü sütlü ir. mik helvası olduğunu söyler, ü. çüncüsü bağdemli fıstıklı şaıu baklavası der.
Raika Hanımın bir sözü beşeri bir trajed nin. hazin bir levhasını çizmektedir. İhtiyar kadın, bakla va lakırdısını duyunca “Acaba ölmeden bana baklava yemek kısmet olacak mı? (S : 20) der.,,
Ötede, serseri ve kimsesiz ço-çuklar cami avlularında, viranelerde, mahzen diplerinde, çeşme yalaklarında, nemli toprak üzerinde yorgansız ve yastıksız, kemikleri sızlayarak' yatarlar ve gecenin ayazı arttıkça birbirlerine daha çok sokulmak ihtiyacını duyarak büluğa ermemiş kızlar, yine o yaştaki oğlanlara metres olurlar...
Bu acı hayat sahne'eri yazıcıyı tâ kalbinden yaralamıştır. Sesinin bütün kuvvetiyle bağırır: “Yıkık evler, diriler mezarlariyle dolmuş olan şehrin fakir semtleri karşısıdda bu mahalle halklarının hayat haklarını çalanlar kimlerdir ?„ (S: 74). Fakat sesine cevap verecek kimse yoktur.
Hüseyin Rahmi’ye göre, hayatın ağır şartları, yaşamanın göç
ükleri halkın deyimiyle “ekine-, ğin arslan ağzında oluşu,, bütün manevi sefaletimizin mayasını teş kil etmektedir. Billur kalp’tet Semih Atıf ın, genç kadınlara bi-tuzaktan ibaret olan yazıhanesi önünde iş istiyen bir yığın kadın bunun en canlı delili değil midir? Kokotlar Mektebi’nde lı r renk ve fer biçimde bir alay g’nç kız, Ulviye Melek’in beyaz k dm ticarethınes'ıne boşuna toplanmamışlardır... Yazıcıya göre iş bukadarla da olmaz Cinayetlerin, intiharla ın, her türlü ahlâksız-ıhların mayası da yin? bu aç -tok tezadı ile yuğrulmuştur. Ö-lüm bir kurtuluş mudur ? adlı romanında intiharların çeşitlerini incelerken açlık ve yoksulluk sebebiyle kendile-ini ölümün kucağına atan kinısJerden bahseder. Eserdeki kahramanlardan biri,Dr. Nusret Hulki’ye, kendilerini öldüren memurdan, tüccardan, kibardan birkaç kişinin ve "kapitalist bir museviııin„ şakaklarına kurşıiıı sıkarak intihar etmesine karşılık, işleri iyi gitmeyen esnafın, gündelikçilerin, sefil ailelerin, yani hep melenkolikleriıı kendilerini iple bir hevenk gibi sallandırdıklarını söyler (S ! 129).
Nihayet mânevi bir sukut sah. nes yle karşılaşıyoruz. Yalnız Hüseyin Rahmi’nin değil, bütün yerli sosyal roman nev’imizin en kuvvetli örneklerinden biri: Hakka Sığındık’ta “on bir yaşında bikri izale edilmiş bir kızın, kendinden küçük iki yetim kardeşi ni beslemek fedakârlığıyle, bir lezzeti cinsiye duymaksızın fuhşa hasrı vücut ettiği» anlatırlar.
«...Yine Fatih camiine döndük Bu sefer helalar tarafına gittik. Helâ dıvartarınm haricî bir kıvrımında Huriye’ye rast geldik. Kâş-ki gelmeseydik. On altı on yedi yaşında, gözlerinden yeni bulûğu-ntın ateşleri saçılan bir küfeci oğ-1 ını kızı köşeye sıkıştırmış, tecrübe! cinsiyeye yeni başlamış- pek genç bir horoz çırpınmaları ve yılmaz, yorulmaz hamlelerle üzerine saldırıyor. Huriye bu âşıkane savletleri defe uğraşarak:— Olmaz... olmaz... geçen defa da beni aldattın. Para vermedin! Peşin isterim... (S: 204).
Yazıcının cesareti ancak, kahramanlarından bazılarına îsyaıı tohumları serpetmekten ileri ge-feınez. Bu fikirler Can P*zarı' ndaki serseri delikanlı Mâşuk’un dilinde şöyle dökülür;
14
“Kanunların birçok lastikli yerleri v.ırdır. B.ı, öyle bir kuvvettir ki o ııı ellerinde kullananUr icabında istedikleri gibi eğip bükmek nüfuzuna mal:ktirleı(Tefrika:9)
Hakka Sığındık’ta da, fikir, terine ve hareketlerine hak ver. dıği kahra nam Niizhet Ulvi’ye, isyan dolu şu sözleri söyletir:.
Kanuni ır bir kısmı kaillin saa detlerini timin noktaî nazarın* dan tanzim ediliyor. Çünkü umu* mmı birden refahına ihtimal görii_ leıniyor. insanların kısmı kesirinj hemen hayvanlara yakın ağır, uzun rhesai içinde çalıştırıp bunaltmak suretiyle kısmı kulil ve güzidesine rahat, refah ve türlü sefa-hatlar temin ediliyor (3: 198)
Yine aynı kahrama göre kanunların, insanlığın bu refahtan nasibini alamaınş /cefakâr kısmı* ı.ın meşakkatini tadile uğraşır gibi görünmesi ustalıklı bir düzendir. Fenalığın en önemli kısmi daima bırakılmak ' suretiyle kanun tanzimine çalışıldığı, yani “hâkim sınıflar samimi, olmadıkları için» mesele düzelememek* tedir.
Hüsamettin BOZOK
Kadın Meselesi
(Baş iarafı Sa. 8 de)
Evet, kadın çalışıyoıl
Ve ne makale muharrirleri ne münazara müdafileri ve ne de kadın çalışmamalıdır tezine rey ve? renler tirpit ederim ki, neden çalışıyor diye solmayacak kadar iz’an sahibidirler.Erkek ne için çalışıyor sa o da onun için çalışıyor bütün bu münakaşacıların, münazaracıla-rın ve sairenin topuna birden en canlı cevap olarak kadın ekmek parası için çalışmaktadır. Ne kadını sadece bir yatak oyuncağı sayan ırz düşkünü, namussuz telâkki ne de onu bir kuluçka ma-makinesi sayan mürted demagoji, efendilerinin kendilerinden beklediği vazifeyi yapabilmek iktidarında değildirler.
İstihsal sahasının kadın işçisi, sessiz, namuskâr ve mütevazî, hakir gündeliğine ıstıraplarını katık ederek, işinin taşıuda tezgâhının önünde ve sapanının arkasında çalışmağa devam edecektir.
Müntekim ÖÇMEN
£
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦•♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦«♦•♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
Atom Enerjisi
DÖRT BİLGİN
Dr. C Ber “*iim kovuklara , . . . ve labartuvarla-
nard, Londra- ...
ra hapsedilemez. Ancak ve ancak, bütün dünya bilginlerinin yapacağı işbirliği ve fikir teatisi, ilinin tam olarak gelişmesi için gereken karşılıklı imkânları yaratabilir. .„
* *
Kari Hirs • Waşington
“Bilginler kesiıı o-
1 ,rak inanmaktadırlar k:, dıiny ıda
en öldürücü ve en mahvedici kuvvetler bile insanların iyiliği için kullanılabilirler Siyasi liderlerlerin hareket tarzını,-işte bu istikamete
yöneltmek vazifesi Amerikan hal
kına düşer. „
9 * *
«♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦»•♦♦♦««♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦«♦eseeeeeeeeeeeeeeeeeee
Wells’in Arkasından
fUaf tarafı Sa. 4 de,
kür adamı olmaktan gelen bir hamle ile ondan tamamen ayrılır. İlim romanının yararcısı olmayı onun için gaye diye, gösterdiler. Fakat dünyaya bir roman nevi getirmek san’at için mutlaka bir deha değil san’at tarihi için bir şereftir. İhtilâlci halk dostu olarak gösterenler oldu. Wells’iıı hal'ıa sevgisi muhakkak olmakla beraber, onların sömürülmesine isyan ettiği bilinmekle beraber, hattâ dünyanın dört bir bucağına dağılan İngiliz emperyalizmine düşman olduğu da eserlerinde görülmekle beraber in an esirliğinin ve istismarının köklü ıstıraplarına ve acıklı çevrelerine inmediği de muhakkaktır.
Şu halde Wells kinidir? Yer yuvarlağında dolaşan sevimli hayali neyi temsil ediyor, neye ulaşmak istiyordu? İlimle hayalı tecrübe ve tecessüsle şiiri birleştirip hayat içinde konak konak ilerlerken neyi istiyordu? Kısaca hareket noktası ne idi?
İnsan İstikbaline Güven :
KONUŞUYOR
Rubinslein, “Bir kiil halinde Moskova Ce"'İyet hi>e‘ine geçmiş İktisadî sistemlerde, atom enerjsi gibi olağanüstü keş flerin kullanılması, ileri g ilişmeler için geniş zeminler hazırlamaktadır..»
«'
* ♦
Jolio Curie “Atom sırrının in-_ hisar altında tutul-
Paris . .
ması, kararı kar* şısında, Amerikan halkım ı, nasıl oluyor da isyan etm^d ğ ne şaşıyorum. B:z!, krovaz îrierjı nasıl battığ nı, onbinlerc ; insan emeğinin nasıl h^ba olduğunu seyretmeğe davet edeceklerine, atom enerjisinin barış alanında tatbikini seyretmeğe davet etseydiler daha iyi ederlerdi Meselâ: bir. kayalığın, bir bozkırın, insanlara, 'o bedbaht insanlara gıda ve tebdsmm bahşeden birer münbit ovaya inkilâp edişini...» Derleyen:
Nevzat HATKO
Bütün ■ ölmez dehalar gibi o da bu güvenini bir lâhza olsan kaybetmedi bizi tarihten önceki ve tarihten sonra gelecek zamanların korkuları, sevgileri, girdapları güneş ve bulutları arasından geçirerek ta oraya kardeş ve mes’ut insanlık hayalinin doruğuna çıkardı. Kırk yıl önce hayal ettiği hakikatler, bugün gerçi pek yokları için tabiileşmiş şeylerdir. İnsanlık onun arzu ettiği hür eşitçi ve müsbet dünyaya doğru yola çıkmış bulunuyor. Bu hal Wells’in unutulmasına sebep olabilir mi?
/Hiç sanmayınız. O, dünyanın inkılâpçı hamuruna cömert elile avuç avuç hayal suretinde . hakikat serpti. Gerçi bugün insan oğ1 lu için artık bu hamur pişmiştir ve tekneden çıkmıştır. Ama, böyle diye . Wells’in bu hamurun yoğrulmasına kattığı emeği unutamayız. Bugünkü devir, teknedeki hamur kadar onu yuğuran-ların devridir.
Rüştü ŞARDAĞ
15
Bir kayısı ağacı
Ben bir kayısı ağacıyım Kırşehir’in D'nek Bağı’ndan, küçücük bir ev önünde yaşarım yapyalnız; yılda bir defa çiçek açar, Yılda bir defa kayısı veririm, avuciçi kadar.
Yaz olur,
bir kadın silkeler dallarımı, bir çocuk yerde bağrlr, güler; bense memnun olurum. Esasen benim, ne söğütler gibi nezâketim vardır, ne kavaklar gibi gururum. Ben bir kayısı ağacıyım, Kırşehir’in Di,nek Bağl’ııda. Diııek Bağında üç insan severim: bir çpcuk, bir genç kadı"', bir gençradaır, benim kadar sessiz sedasız, benim kadar halim selim.
En güzel ay Nisan ayı: ' toprak yumuçak yumuşak. En güzel ay Nisan ayı. Yağmur yağdı, güneş açtı, bir hoş' oldu içerim.
En güzel ay Nisan ayı Kavaklar uzakta upuzun, bir -sağfh bir sola.., Başı döner kavakların. Ben j? başımda çiçoklt Ben' bir kayış üç insan
kadın adanın Ahme Fat
Bir tek toprak, oi toprak odanın bir'fek penceresi..
Ben bir kayısı ağacı, bazan eğilir, bakarım odaya: bir eski yatakla yorgan görürüm, duvarda bir eski.-kırık ayna, yerde’ bir ’eskı( kilim,' ve bir .eski hasır,
Bir kayısı ağacı, eğilir,'bakar Odaya : ; • çiçeklerinden utanır.
Dün gece gaz yakmadılar ; ay ıgığnıda gördüm üçünü : üçünün suratı' asık.
Evvelâ oturup,
' zeytin ekmek, tazeşovan yediler^ sonra baktılar birbirlerinin gözüne, sonra esnediler.
Gökyüzü bembeyazdı,
-’4 , ‘

gö tyîizü çîç
i
TfmKi^yaıııııa;
sa&a döndü._
*r»iŞjAeTİgad.&la c a k 11 r.
narım
---.......... ........
Beıı bir 1 ayısı ağacıyım, Haıiran gelecek, avuciçi kadar.kayısılarım
Ahmedin ekmeğine katık olacaktır Ren b ir kayısı ağacıyım, kötü bir düşüncedir alınış beni: geçti bağla’’!, b’jdaını zamanı, dedim, dedim, İbrahim yine boşta. 1 . .
Kesildi, dedim, İbrahimin yevmiye iki lirası, dedim, çarşıda dört döneri İbrahim : dedim; ekmîk parası, zeytin parası, gaz parası!/
Dedim, insanlar neden, yaşatılmıyor ağaçlar kadar olsıiir?
Ben bir kayısı ağacı, ’ı
— yani,
İbrahim'in,- Fatmaııin, Ahmedin yumurtası, şekeri, eti “ gittikçe artmakta • kederim. / Güiılerden'’pâzattesJ Yiiıe geldi, '..elinde.
(Şiş mancadaki ■ b|r beıı şişman ad Durmıışlbıaîı yüzü, dalgın bakıyor
Şişman' ada n pencereden- ko bük
Ben bir kapısı gövdemde sarı
"Yol par verilini Yapmayın,dde'd Yılda bîrTçjçekı^ Etmeyiu,' d ekmeğe I
t
u
ALİ KARASU
iuı.
f
tüşmaıı gibi seyrederim.)
ıştnaı
övdenle'. el,ini,“r
kuzular gibi baktı Ahmet, ııı kuzular gibi-»
■-V'-'M
Vç- bir ogd, kavaklar uz^ktar bir sağa,
Ben kışlık odun allılira

Comments (0)