Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
Yazan :
ESAT ADİL
Suçlara karşı mücadele lüzıınııı karşısındayız.
En Korkunç içtimai Trajedi: S U Ç
YÜZ YILLARCA DEĞİŞMİYEN ŞARTLARA BAĞLI KALMIŞ VE DOLAYISİYLE BİR GÖRENEK HALİNE GELMİŞ OLAN ÖYLE SUÇ NEVİLERİ VARDIR Kİ, CEMİYETİ BUNLARDAN KORUMAK İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER, SANILDIĞINDAN DAHA ÇEŞİTLİ VE KARICIK BİR İÇTİMAİ MESELE OLAN SUÇ PROBLEMİNİN TAM AMİLE ÇÖZÜLMESİNE BAĞLIDIR.
lfi ŞUBAT
19 4 6
CUMARTESİ
Sayı: 5
z(g>
15
Kuruş
Sayıda :
Bu
SABAHATTİN ÂLİ
Sırça Köşk
ADİLOĞLU
•Teşhir Cezası
H. TANR1KUT
C ON haftaların salgın hai ni alan ‘^-'öldürme vak'alan karşısında o tadar çok şey yazıldı ki, hepimiz jütün bu fıkır hareketlerinin ardınla büyük ve ılmî bir maca lele teş-ilâlinın kuruluş haberlerinin yayın-anacağını sandık.
Ne kıimnoioji enstitülerimizin ne de ilgili resmi çevrelerinin suçlat • inleyi müsbet tıdbıılere baş vur dutlarına dair hiç bir sev işitme-ık. Diğer taraftan, benzerleri ceza evlerini dolduran canilere “muhtevin kat.l,, diyenler, müc.irr.len bir Kuiıraman gıoı alkışlayanlar, cürüm pısıkolojısıni ızaıı ıduiasıle maskeıe-unup sansasyonel makaleleri yayın isyanlar göıuıuu.
Bazı gazetelerin bu hadiseleri ııa-ıl bir saiış ve istismar vesiıesi ualıne getirdiklerine esefle şahit olduk. Maktüılerın cesedleri önünde diz çökenlerin ıztırabı unutulup, ka-..İlerin, Hollıvut yıldızları gibi çeşitti esimleri basıldı ve hayatlarına dair tı mühim millî hadiselere tahsis Jilen sütunlardan fazia sütünlar tyrıldı.
Ayni sosyal.ve pisiklojik şart
Sosyal Bünyemiz
HAŞMET AKAL Portreler
VE
Amerikanın idari Bünyesi Büyük Demokratlar İçtimai Sigortalar Kültür Haberleri v. s.
Mümlâz-ıYenerîn bir Kompozisyonu
lar içinde bulunanlar bu yazıları okuduktan sonra, kendilerinin de ne yapmaları lâzım geleceğini, öğrendiler ve birbiri ardı sıra tabancalarını, bıçaklarını kana buladılar.
Unutmamalıdır i, mücrimler a-rasında çocuklar ve maymunlar gibi gördüklerini ve işittiklerini aynen taklit eden bir çok zayıf iradeli; görenek veya acaip bir marazi şöhret düşkünü olanlar pek çoktur; int.ııar vak’alarını insanlar gibi, f
Meselâ karısı
tıldığıni fark eden bı içinde kıvranan
landırmak için kanun yollarına baş vurmak üzere olan bir koca, o gün eline aldığı bir gazete de kendisin-beazeyeıı sebeplerden dolayı birinin hem karısını, hem aşıkını öldürüuer-dığini, ertesi günü yine bu katilin günün en büyük adamı gibi gazete sütunlarında yer aldığını, beş on gün sonra ise mahkeme salonlarında mukaddes bir vazife işlemiş adam kılgına sokul fuğunu ve hatta alkışlandığını görüyor, işitiyor.
Bu şdietlı telkın'erin altında
tabiî mariz
taklit eden
alda-
tarafından ve bunun ıztıra-ve karısını ceza-
birdenbire karar değiştirerek karısının mukadderatını kanuna değil, tabancasına havale ediyor ve buna benzer hadiseler birbiri ardınca sı ralanıp gidiyor.
Tam dokuz yıl on binlerce katil üzerinde yaptırım tetkikler bana şunu öğretmiştir ki, sebep ve aml-leri - ya doğrudan doğruya veya bilvasıta • içtimai olmayan bir tek suç bile mevcut değildir. Yüz yıllar ca yıl değişmiyen şartlara bağlı kalmış ve dolayisile bir görenek haline gelmiş olan öyle suç neviieri vardır kı, cemiyeti bunlardan korumak için gereken tedbirler sanıldığından çok daha çeşitli ve karışık bir içtimai mesele olan suç promb-iemin tamamiie çözülmesine bağlıdır.
“GÛN„ okuyucularına bu içtimai problemin nasıl çözülebileceğini, suç ların öneıımesı veya azaltılması yo lunda girişilmesi gereken mücadelenin na il teşkilâtlandırılacağım iyi den iyiye anlatabilmem için uzun sure cek bir makale serisi hazırlamam icap etmektedir.
Aynı zamanda cemiyetin esaslı bir tenkidini de ihtiva edecek olan bu makaleler, suç meselesmm nasıl büyük, vahim bir mesele Olduğunu, milli dayalanmız safında bunun ne muııım bir yer ışga. ettiğini de okuyucularıma anlatmış olacaktır
“GÜN„ ün gelecek sayısından itibaren, hem Turkiyedeki suçların çeşitten ve sebepleri, hem suçların maııiyeti, korunma ve önlenme çare leri üzerinde düşündüklerimizi ve bildiklerimizi yayınlamaya başlamak suretiyle bu içtimai trajedinin sanıldığından çok daha korkunç olduğu nu izaha çalışacağız.
V
san’atkâr mithat Fenmen’in konseri
Geçen sene şehrimizde verdiği konserlerle İstanbul halkını teshir eden Ankara Devlet Konservatuarı piyano profesörlerinden Mithat Fenmen ayını yirmi birinde saat 18,30 da Saray sineması salonunda bir resital verecektir. Bu r sital için ustad bilhassa zen in bir program ha ırlamıştır. Bach, Beethoven, Brahms, Gabriel Faure, Debnssy ve Chopin’den seçilmiş güzei eserleri o ak şam Fenmenin sihirli parmaklarından dinlemek kabil olacaktır.
Erses Tango-Swing orkestrası
Orkestra Kadıköy opera sinemasın daki büyük muvaffakiyetinden sonra tango, swing ve hafif sololarından müre kkep ikinci konşerini 6 martta verecektir.
Edebiyat Fakültesi
Ünivesite Edebiyat, fakültesi talebe leri bu mevsim içinde -msil edecekleri bir pidesin hazırlıklar il başlamışlardır. Talebeler temsil için, son senelerin en büyük Ingiliz edible-indan bir, belki de bi incisi olan Somerset Maugham’ın «Ekmek Elden* adlı eseri..! seçmişlerdir •Ekmek Elden»... bir yandan iki nesil arasındaki görüş aynlf 'arını beiirten diğer taraftan geçen harbi görmüş orta yaşlı bir insanın cemiyet haeatı karşısın daki aksülamelini canlı bir surette yaşa tan çok kuvvetli bir eserdir. Temsili ı de, oynayacak piyes kadar kuvvetli olması m istiyen talebelerin ricacı üz rine eseri ŞEhir Tiyatrosundan H. Kemal Gürmen sahjeye koyacakt r.
Temsiller, mert ayı içinde Şehir tiyatrosunda verilecektir.
Devlet konservatuarı tatbikat sahnesi Istan* bula geliyor
Haber aldığımız göıe, Ankara Dev let Konservatuarı tatbikat sahnesi tam aadrosile iemsiiier vermek üzete şehrimi ze gelmek için hazırliklara başlamıştır.
Mücssisi: Esat Adil Müstecaplıoğlu İmtiyaz, sahibi ve mesul müdürü:
Haşan Tanrıkut
Abone.- Yıllığı ; 600, Altı aylığı; 300 Üç aylığı; 150 kuruş.
Adres ve Basıldığı yer : “(jÜN„ Cağaloğlu Arkadaş Matbaası İstanbul
ATATÜRK
İLLİ Tarihimizin seyrini iyiden iyiye takip ve tetkik etmiş olanlar, Atatürk’ün ihtilâlci ve demokrat
şahsiyetinin yarattığı cumhuriyet devrinin diğer hiç bir devirle ölçülemiyecek kadar ileri ve halkçı olduğunu asla inkâr edemezler. O büyük idealist Türk milletinin kalkınması ve Türk demokrasisinin gelişmesi yolunda insan kudretinin yapabileceği her şeyi yakmıştır.
Tanzimat ve meşrutiyetin oportünist karakterile Atatürk devrtnin ihtilâlci, köklü ve samimî vasıfları arasındaki farklar o kadar büyük ve keskindir ki bunu gelecek nesiller bizden çok daha iyi kavrıyacaklardır.
Şarkın iskolâstik ve mistik zincirlerini kırarak Türk cemiyetini garp medeniyetinin dinamik bir unsuru haline koyan, devamlı bir değişme ve gelişme zaruretini -inkılâpçı- metodile ortaya atan ve bunu bütün hayatınca tahakkuk ettiren Atatürk hiç şüphe yok ki her şeyden önce dünyanın en büyük demokratlarıadan biri.
Onda ideallerinin başarılmasında bir çok şeyleri eksik bırakmış olan sadece ömrünün kısalığıdır. Fakat ömrü hudutsuz olan Türk milleti bu eksiklikleri tamamlamak azmini asla elden bırakmayacak, kendisine koskoca bir cumhuriyet emanet edilmiş olan gençlik ise, bunu bir namus borcu bilecektir.
Atatürk’ün hürriyet mefhumuna karşı duygusunu ve aşkını şu sözlerile isbat etmek daima mümkündür.
“Hüriyctten doğacak tehlike ve zarar, hürriyetsizlikten gelecek tehlike ve zarardan yüz misli büyük de olsa yine birincisi tercih edilmelidir,»
KOOPERATİFÇİLİK: Merhum Profesör Suphi Nuri lleri’nin sou eseri olan “Koo peratifcilikn memleketimiz için kooperatif lerin ne kadar önemli olduğunu, bizim gl bi ilmi esaslara dayanmış bir ekonomik düzene malik olmayan memleketlerde koopeıatifierin oynayabileceği büyük rolü büyük bir salâhiyetle belirtmektedir. Koo peratıf cilik yoliyle düzenli bir ekonomik sisteme gidebileceğimizi söyleşen merhum üstad ilim adamına yaraşan cesaretle her türlü noksanlık ve başarısızlıklara da te mis etmekten yılmamıştır. Son zamanla da “siyaset yazıyor» iddiasile üstdca doa durduğu kürsüsünden atıldı, ekmeğinden edildi, bir müddet sonra ani bir tansiyon krizile öldü.
Kooperatifçiliği her Türk aydınına hara retle tavsiye ederiz. Bu kitapda ilim ile idealizmin güzel sentezisini bulacaksınız JOHN DEVEY: seksen yaşına yaklaşan bu ünlü prağmayasilist terbiyeci ve filozof son zamanlarda büyük bir inkılâp geçir m ş, düşünce sistemini değiştiren materya lıst metodla çalışmak kararını vermiştir. Bu yaştan sonra ihtiyar filozofun tekâ mülde devam etmesi onun sağlam kafa yapısını olduğu kadar idealist ve mistik metodl.ırın imkânsızlığını da bir kere da ha isbat etmektedir.
MÜNAZARALAR: Edebiyat ve hukuk fa külteleri arasında tertip ve konusu teşrii kuvvetin lisan meselesine karışması lâzım mıdır?» sualile te.*bit edilen münazara pek çok alâka uyandırdığı halde her nedense son anda tehir edilmiştir.
0*tümöıe çöken kibul
2
»BU9KKAT MİLLETLER
Amerika” Birleşik Devletlerinin İdarî Bünyesi
Çeviren
G F.
t Amerikan tarihçisi, Charles Beard, Cumhuriyet üzerine yazdığı
'yeni eserinde Birleşik - Devletlerin siyasî rejiminin nevini ve esaslartnl basit olarak tayine çalışıyor. Yazısına kendisi ile dostları veya yakınları arasında yapılan bir muhavere şekli veriyor.
Münakaşa inkişaf ettikçe, tarihçi, temel prensipleri ve bunların tarihî davalarını izah ederek, hayalî muhataplarına verdiği cevapları tahkik ediyor.
Hususile, o, Birleşik - Devletler hükümetinin çalışmasını izah etmeğe gayret ediyor. Bundan böyle, müellif tarafından beyan edilen vakıalar ve hatta bunların münakaşası, Amerikan efkârını olduğu kadar her halde Türk okuyucularını da alâkalandırır.
IMiaihUratNliaWI)MIIIWMUWIUWU:llUlW«WIUIUWUIIIİUIMI
zıh olarak, temellerini idareci bir sınıfın, irsî imtiyazların, istibdat ve diktatörlüğün üzerine kurmuş olan bütün rejimlere muhaliftir. Her ne kadar istibdat ve dikda-törlük (tyrannie et dictature) arasında yapılacak teknik bir tefrik olmakla beraber bu iki kelime, İngilizcede, aşağı yukarı aynı şeyi ifade ederler.
Muhatap; Meşruti idare ile, izahım yaptığınız demokrasi arasında derin bir fark var mıdır? Mademki seçiciler, doğrudan doğruya veya vekillerinin tavassutuyle, mutlak veya nisbi ekseriyet üzerine reji-l-min şeklini kendi tarzlarına göre tayin edebiliyorlar; mademki kanunlan yapa bili- '* yor ve bozabiliyorlar, aynı şekilde kendi arzularile bir müstebit veya dikdatörü de seçebilemezler mi? Ve kendi zevklerine göre insanların ve mülkiyetin haklarını tahribe muktedir olamazlar mı?
Beard: Demokrasi ve meşruti İdare bir göstermedim. Meşruti idarede tabiatile bir dereceye kadar demokrasi vardır. Fakat, 1 diğer taraftan, demokrasi, mutlak veya nisbi ekseriyetin iktidarı olduğuna göre, kanuni olarak insan haklarını garanti et- ' mektedir - medeni ve murakabeli demek 1 istiyorum - meşruti bir idarenin zaferini 1 tabiatile tem:n edemez. Bizim sistemimizde 1 bu insan hakları bizzat anayasada tayin 1 edilmiştir. Bu haklar böylece, mutlak ve- 1
Muhatap: Birleşik - Devletlerdeki demokrasiyi nasıl izah edersiniz?
Beard : Birleşik • Devletlerde idrak edildiği şekilde demokrasi dört esaslı un* suru ihtiva eder.
1 — Siyasi iktidarın bütün kaynağı, bir hükümdar veya bir sınıf değil, halktır. Tfbiatile buna bütün halk değil, fakat halkın kuvvetli bir nisbeti dahildir. Bu nisbeti sayı olarak tayine gelince, mesele daima münakaşalıdır ve belki daima böyle kalacaktır.
2 — Kanunlar seçicilerin reyile tayin edilen vekiller vaaıtasile yapılmıştır.
3 — Muayyen fasılalarla, hükümetin başlıca vekilleri, hiç olmazsa teşrii kuv vetle icra kuvvetinin vekilleri, eğer onu yenilemeyi arzu ediyorlarsa vekâletlerin-dcn çekilmeli veya şahsiyetlerini ve faa-liyetlerıni halkın tenkidine yâni seçimlere arzetmelıdırler.
4 — Bu noktai nazardan, bütün se-
çiciler müsavidirler; diğer tabirle, her seçici, fikri, ahlâki veya ekonomik seciyesi ne olursa olsun ancak bir rey kullanır; ________. _______ ________r________
mutlak olsun, nisbi olsun, reylerin ekse-jTya nisbi, alelade ekseriyetlerin hareketine riyetini elde ettiği vakit namzedin seçilmesi, seçimlerin kaidesidir. Demokrasi, mantıkan, namzetliğe ve umumî vazifelere müteallik haklarda olduğu gibi seçimlerde de müsavatı tesis eden bir sistem, bundan başka, ister mutlak olsun, ekseriyet esası ile idare edilen bir sistemdir, diyen k, buraya kadar söylenenler hulâsa edilebilir. Birleşik Devletlerde Demokrasinin izahı —mevzuubahs olan, siyasi demokrasidir—işte böyledi . Amerikan milleti bu gün bu nazariyeyi ve bundan doğan tatbikatı müdafaa ediyor—Tatbikat ,eksik olmakla beraber.
Bizim nazari ve pratik sistemimiz va-
bırakılmıştı: o suretle ki seçiciler ne kendilerine bir müstebit seçebilirler, ne de arzuya göre ferdin veya mülkiyetin haklarını yıkabilirler. Hiç olmazsa, onlar, bunu alelâde seçimler vasıtasile yapabilirler: burada anayasayı tadil etmek için lüzumlu fevkalâde ekseriyetin elbirliği lâzımdır.
KONGRENİN SALÂHİYETLERİ
Beard (Âyan azası olan misafirine):
Ayan azası, lütfen bize kongrenin salâhiyetlerini anlayış tarzınızı bir kaç kelime ile izah edermisiniz ?
Ayan azası: Birleşik • Devletler hükümeti bir birinden ayn üç kola ayrılır. Reis
>
kanunları icra eder, kazai kuvvet onlan nev’ine ait hallere tatbik eder, ve Kongre, anayasanın maddelerile, bilhassa bütün salâhiyetlere sahiptir. Kongre de ayrıca, iki kısma ayrılır, Ayan Meclisi ve Mebuslar Meclisi. Bunların imtiyazları aşağı yukarı bir birine müsavidir. Fakat Âyan Meclisi muahedeleri, aynı şekilde en ehemmiyetli federal vazifelere yapılan başkanlığa mutei İlik tayinleri tasdik veya lağvetmek iktidarını haizdir.
Bütçe hususunda yalnız Mebuslar Meclisinin imtiyazı vardır, fakat Âyan
A Meclisinin imtiyazı vardır, fakat Ayan Meclisi tadilât teklif edebilir.
Her Âyan vc Mebuslar Meclisi aza-sının kanun pro; i eri teklif etmek hakkı vardır. Bu projel vvelâ alâkadar daimi komisyonun tetkik ve mütalâasına verilir (Âyan ve meb’uslar Meclisinin her biri böyle yirmibeş ilâ otuz komisyona saiptir.) sonra, lüzumu halinde, sözü geçen komisyonun raporu üzerine celsede münakaşa edilir.
Münakaşa usulünde her iki teşrii heyet arasında bir fark vardır. Meb’uslar Meclisinde, umumi kaide olarak, hiç bir aza bir saattan fazla konuşamaz. Âyan Meclisinde nutukların müddeti tahdit edilmemiştir. Şu hakikattir ki Âyan Meclisi içtimaa son verme kaidesini kabul ederek hatiplerin belâgatına bir fren vurabilir, fakat bu fevkalâde bir ekseriyet ister ve ancak nadiren vaki olur.
Eğer iki teşriî heyetten birinde kabul edilen bir kanun, diğerinde tadil ed’lmiş bulunursa bir ahenksizlik zuhur edebilir ve bu hal her iki Mecllsden tayin edilen azalardan mürekkep karışık bir komisyon vasıtasile düzeltilir. Eğer bir kanun lüzumu veçhile kabul edilmişse, tekrar Reise gönderilir, Reis onu imzalar veya reddeder. ’ Bu son halde Reisin muhalefetine ıağmen kanunun kabul edilmesi için, iki teşrii heyetin her birinde üçde iki nisbe-tinde bir ekser, yet lâzımdır. İşte kalın hatlariyla, Birleşik devletler Kongresinin,
( Dtvacn Sa. 7 do)
3
W
MASAL
S I R
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış. Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yer lerin birinden yüz bulsalar beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alınn teriyle kazanıp gönül rahatiyle yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede oturup aşağıdaki ovada yayılan büyük bir şehre garip garip bakarlar, acaba bu bilmediğimiz yerde nasıl karşılanacağız ? diye acı acı düşünürlerken, içlerinden birinin aklına yaman bir fikir gelmiş, hemen yerinden fırlayıp :
“Gelin benimle beraber, bu şehirde sırça köşk yapalım ; ömrümüzün sonuna kadar bolluk içinde, rahat yaşarız» demiş.
ötekiler :
"Bu sırça köşk de nedir?» diye sormuşlar, beriki:
“Durmayın, vakit,, kaybetmiyelim, yolda anlatırıml» diye onları peşine tak mış, bayırdan aşağı kuş gibi hızlı inme ye başlamışlar.
Elebaşı yolda üç beş sözle arkadaşlarına şehire varınca nasıl davranacaklarım öğretmiş.
İndikleri şehir, o memleketin başşehri imiş. Bu memlekette bütün millet çalışır, herkes elinden gelen işi yapar, kendi başına buyruk, beyler gibi yaşarmış. Tarlalarda, dükkânlarda insanlar an gibi çalışır, kazanan kazanamıvana destek o-lur, malını lüzumuna göre başkasıyla değişir, kavgasız döğüşsüz, efendisiz uşak-sız, ömrünün sonunu bulurmuş. Gündelik işlerini gördürmek, nizalannı yatıştırmak için aralarından seçtikleri adamlar hemşe-rilerine hizmet etmekten başka şey düşünmez, zorbalığı akıllarına bile getirmezlermiş.
Bizim üç ahbap geldikleri sırada şehrin pazarıymış. Sokaklarda ekinler, yemişler, dokumalar, kumaşlar, demirler, kömürler küme küme durur, alıcı ile verici aracısız iş görürmüş.
Ahbaplar, önceden aralarında söz birliği ettikleri üzere, sokaklarda aylak aylak dolaşıp etraflarına bakarlar, başlarını sallayıp, yanlarından geçenlere duyuracak şekilde :
“Allah allah... Amma da acayip memleket hal...,, diye söylenirlermiş.
Bir sokak gitmişler, öbür sokağa varmışlar; ondan çıkıp başkasına dalmış-lar, ama hep şaşkın şaşkın ayni sözleri tekrarlamalar. Git gide arkalarına bir sürü meraklı takılmış, bu yabancılar memleketin nesini acayip buldular acaba? di-
köşk
Yazan :
SABAHATTİN ÂLİ
ye aralarında soruşturmaya başlamış. Nihayet birisi dayanamayıp yabancılara sormuş:
“Neye şaşıyorsunuz allah aşkına ?» Ahbapların elebaşısı ;
“Yahu, sizin memleketin sırça köşkü nerde?,, diye öğrenmek istemiş.
“Ne sırça köşkü?»
Ev Hakikat!
Dağları devire devire gel ki,
Gelişin belli ola bizlere
Bizler ki ehli keh’in
Asil torunlarıyız
Daha kırk bin yıl uyumakta karar kılmışız
Öylesine ythlmtşız
Ve öylesine serilmişizkim yerlere
Kargalar baş ucumuzda
Doksan yaşma basup
Gayri yaşamaktan bıkmış
Fakat biz bıkmamışız
Yaşamaktan!
Dağları, öyle devire devire gel ki;
Gelişin maliim ola bizlere
Ve derman gelüp dizlere
Yarı büklüm
Yarı uyanık
Sana el pençe divan duralım
Ve utanmadan soralım
Bunca yüz yıl niye gecikdin diye..
Ahmet Fedai
Cibali
Cibali, dendi mi,
Aklıma siz gelirsiniz, kadınlar! Kiminizin beş çoçuğu,
Kiminizin nar gibi yanakları var, Kiminiz kocasız kalmış,
Kiminiz ihtiyar,
Kimminiz daha, körpe henüz.
Buna umulmadık,
Eskimiş türküler düşündürür
Siyah başörtüsü altında yüzünüz. Parmaklarda tütün kokusu,
Tütün kokusu pazen entaı ilerde.
Biriniz ekmek alır fırından,
Biriniz durmnş, öksürüyor ilerde, Geçiyor bizim mahalleden biriniz. Cibali dendi mi
Aklıma siz gelirsiniz kadınlar,
Çarpık ayakkapiarınız ge!ir
Ve kahraman elleriniz
Ali Karasu
“Nasıl? Sizin sırça köşkünüz yok-mu ? »
“O da neymiş?»
Elebaşı yanındaki dostlarına dönüp:
“Aman yarabbi, daha sırça köşkün ne olduğunu bilmiyorlar. Böyle memlekette durulmaz, hemen yolumuza gidelim 1» dem:ş.
Şehir halkını daha çok merak sarm’ş. Ahbapların peş’ni bırakmamışlar. Beş on adım sonra önleyip tekrar sormuşlar:
“Canım, neymiş şu sırça köşk? An-latm baka’ım pek lüzumlu bir şeyse belki biz He yaparız !„
“Lüzumlu ne demek? Sırça köşkü ol-m>yan şehir. Sırça köşke bağbnmıvan memleket olur mu?... Haydi dostlar gidelim !...„
Halk, aralarında avak üstü bir danışmışlar, sonra yabancıların yanına sokulup :
“Bizim bs'k” şehirlerden ne dive noV-san'mız olsun? Madem bu kadar lâ-z'mmış, hadi hep beraber şu sırça köşkü yapıverelim l„ demişler.
Yahone|]arın elebaşısı;
“O'maz... O>ma7... Sırça köşkü vap-mak o kadar knlav değil... Masraf ister, malzeme ister, ’sci ister. Rırakın bizi de sırca kö^k” olan bir şehire gidelim!, demiş. A m3 ha’k hırakmamıs. "Ne lâzımsa verel m. kimselerin memleketinden aşağı kalmak istemevizl. diye direnmiş.
Oturup hesabın, yapmışlar, hemen işe baş'amıslar- Üç ahbap sırça köşkün mimarlığını üstüne al/n's, halk aralarından isçi seçmiş, a-abacı ayırmış, şeh:rin en büvük meydanına Kum tasımava. kömür getirmeye başlamış. Bir kısmı da bu işte çalışanlara yiyecek, içecek getirir, givim eşyası tedarik edermiş Nihayet camlar eritilmiş, sırça duvarlar yükse’miş bir kat tamam olunca üç ahbap içine yerleşmişler, halka demiş'er ki :
“İşte, sırça köşk oldu demektir. Dahr. tamam değil, memleketinizin şanına lâyık büyüklükte d"ği! ama, o da olur. Simdi bunu iyi muhafaza etmek lâzım, büyütmek lâzım, adam ayırın, yiyeceği içeceği arttırın, aranızdan seçt ğiniz adamları da dağıt-n, biz her işinize bakarız...»
Halk artık bir sırça köşkümüz var diye sevinmiş, kendi yed ğindan, giydiğinden, kesip sırça köşkte oturanlarla onların hizmetine aynlanlara vermeğe başlamış. Az sonra sırça köşkten emir çıkmış :
“Bir kat daha çıkmak lâzım. Burası hem bize, hem hizmetimize bakanlara dar geliyor.»
Arabalar yeniden kum taşımış, sırça köşkün efendileriyle onlara hizmet cden-
4
lere, yapıda çalışanlara davarlarla koyun, çuvallarla ekin, küfelerle yemiş getirmiş. İkinci kat tamam olunca üç ahbap oraya-da halk arasından kendi işlerine yarayabilecek olanlanları seçip yerleştirmişler. Onlar da burada ekmek elden su gölden yaşamanın tadını alınca sırça köşkün çok lüzumlu bir şey olduğuna inanmışlar, hemşerilerini de inandırmak için gayrette kusur etmemişler.
Bu yolda sırça köşk yükseldikçe yük-selmş, kat üstüne kat binmiş. İçi doldukça dolmuş, sırça köşke girmenin kolayını bulan ordan çıkmak istemez, bunun tersine dışarda kalanlar yolunu bulup içerde bir yer kapmıya uğraşırmış. Ama sırça köşkte oturanlarla onlara hizmet edenleri beslemek de halkın belini pek bükmüş. Aralarında homurdanar.lar türemiş. Bir aralık :
“Sırça köşk lâzım, anladık, ama bu kadar çek odaya, bu kadar hazır yiyiciye ne lüzum var?,, diye şöyle bir görünecek olmuşlar. Üç ahbabın elebaşısı onlara her odan>n vazifesini iyice anla'mıs:
"İşte» dem’ş, “şu odada ben oturu rnm, s rça köşkün başında ben varım, bensiz bu iş yürür mü? Ben olmasam sırça köşkünüz olur muvdu?... Şu odalarsa baş yardımcılarımın,.- Ta gurbet ellerden gelip sizi sırça köşke kavuştur-duV, biz idare etmesek no köşk kalır, ne siz kabrsınızl.
Halk ;
“Pek âlâ.» dem’ş, “ama bir sürü aylakçının ne lüzumu var? Meselâ şu odadaki ı>e is görür?»
"O mu? Ne diyorsunuz? Sırça köşke giren malların hesabına o bakar; bu malları toplayanların başıdır./ O olmasa hiç biriniz verdiğinizin nereye gittiğini bilemezdiniz. Buna gönlünüz razı olur mu?»
“Eee... Şu odadaki?»
“Sırça köşke zamanında mal gönder-miyenleri, noksan mal gönderenleri, sırça köşkün kadrini bilmek istemeyip ona kasdedenleri arar bulur... öyle südü bozuklan başı boş bırakmak olur mu?»
“Peki, ya şurdaki?»
“Sırça köşke girip çıkanların defterini tutar.»
“Bunu da anladık, ya bu odadaki?,,
“Sırça köşkün odalarını supurtur...» Halk ne sorduysa cevabını almış, bütün odalarla bu odalarda aylak oturan insanların pek lüzumlu olduğuna inanmış; çünki bunların kimi sırça köşkün ışıkçı başısı, kimi döşekçi başısı, kimi onun yamağı, kimi yamağının yamağı imiş. Eh, arlık bir sırça köşk olduktan sonra, o-nun hizmetine bakanlar, sonra bu hizmete bakanların hizmetine bakanlar elbette lacakmış. Ama sırça köşktekiler arttıkça halkta onları doyuracak takat kalmamış. O zaman sırça köşkün adamları gelip herkesin yiyeceğini, giyeceğini zorla almışlar. Ayak direyenleri götürüp sırça köşkün bodrumuna kapamışlar. Sırça
Çakırcalı Efe
Mavi fon üstüne
Kakma yıldızlarla süslenen
Binbir çeşit çiçek kokularile beslenen
Bahar günlerinde
Gök yüzüne doğru
Alabildiğine uzanan
Yem yeşil yapraklarla bezenen.
Çardak gibi çamların altına yas/anup ■Uslan deli gönül* türküsünü çağırırdı Çakırcalı,
Çıkardı ormandan
Şimşek çakar gibi
Avının peşinde süzülen
Kartal gibi
1 Kayardı kayalardan ovaya.
: Dokunmazdı kö. tünün malına
Ktymazdı tatlı canına
Korkutup ürkütmezdi.
B ayırlarda hoplayan
Çimenlerde otlayan kuzuları.
Yan gözle bakmazdı
' Kırlarda ç'çek toplayan kızlara.
Onun zoru, vergi için evini basan
i Karısının sandığını açıp,
Gelinlik şalvarını koluna asan tahsildardı
\ O bunun için,
! İçten tutuştu
. Bağrını saran alevlerin dumanı
Kara kurumlu bir baca gibi
Tütü tepesinden.
Mavi fon üstüne
Kakma yıldızlarla süslenen
ı Binbir çeşit çiçek kokulariyle beslenen 1 bir bahar günü
'■ Kuyruğuna basılmış yılan gibi akmıştı.
Martinine sarılıp dağa çıkmıştı?
Mustafa Yahya
köşkün de gözü doymak bilmez, istedikçe istermiş.
Baştakie doğuştan tenbel oldukları, sonradan yanaşanlar da çalışmayı çoktan unuttukları için, kendilerini besliyenlere, buna karşılık bir şeyler borçlu olduklarını akıllarına bile getirmezler, yalnız birbirlerinin hizmetine bakarlar, memleketin halkına, bir köylünün inekleriyle köpeklerine baktığı kadar bile göz kulak olmazlarmış. Ama haıkm gözü yıldığı için elindekini, avucundakini vermiş. Artık bir gün verecek bir şeyi kalmamış, çünki sırça köşkten çıkan bir emirle herkes elindeki son koy-mu da vermiye çağırılmış. Getirmişler, tçslim etmişler, söve saya dağılmışlar. Onların böyle homurdandığını, artık verecek bir şeyleri kalmadığı için korkacak bir şeyleri de olmadığım farkeden bizim ahbapların elebaşıst-sırça köşkün balkonuna çıkmış, sesini tatlılaştırıp onlara demiş ki :
“Ey millet, bir çok şeyler verdiniz, büyük sıkıntılara katlandınız, ama dostun düşmanın hayran olduğu bir sırça köşk elde ettiniz. Onun azameti, onun parlaklığı yanında üç beş çuval ekin, dört beş
davar nedir ki?... Biz sisin şanınız, şere’’-finiz için çalışıyoruz, sizin iyiliğinizden başka bir şey düşünmüyoruz. Bakın, bu gün getirip bıraktığınız koyunların bile hepsini yemedik, boğazımızdan kestik, bir kısmını size geri vereceğiz. Bütün koy unların kelleleri halka dağıtılsın!»
Sırça köşkten çıkan bir çok hizmetkâr, biraz önce ıraya canlı olarak giren, şimdi kesilip, yüzülüp kebap edilmiye başlayan koyunların kafalarını halka dağıtmışlar.
Kelleyi alanlar dağılmak üzereyken içlerinden biri elindeki başa bakarak hayretle bağırmış :
“İyi amma br başın beynini almışlar!» Elebaşı balkondan seslenmiş ;
“öyle... Fakat siz beyni ne yapacaksınız? Pişirmesini bilmez ziyan eder-siniz!»
Başka biri :
“Peki, ya bu başlatın dili de yok!» diye haykırmış. Elebaşı aşağıya doğru eğilm'ş :
“Canım, dilin size lüzumu yokl Yemesini beceremezsiniz!»
Bir üçüncüsü:
“Yahu, bu kellelerin gözlerinizde çıkarmışlar!,,
Elebaşı ona da cevap vermiş :
“Siz o gözün de nasıl kullanılacağını bilemezsiniz, vaz g-çin ondan da...»
Bunun üzerine halk, beyins z, dilsiz, gözsüz kelleleriyle dağılmak üzereyken, aralarında canından bezmiş biri:
“Böyle başın da bana lüzumu yokl» diyerek, boynuzun lan tuttuğu keleyi fır-latıverm ş. İşte o zaman hekesin şa°tığı bir şey olmuş; hızla gidip sırça köşke çarpan kelle orada şangır!... diye koskocaman bir gedik açmış. Halk her şeyden sağlam, hiç b r zaman yıkılmaz, kırılmaz bildiği o koskoca sırça köşkün bu kadar çürük olduğunu görünce elindeki kelleleri birbiri arkasına ona fırlatmıya başlamış, göz açıp kapayıncaya kadar tuzla buz olan sırça köşk çökmüş, yıkılmış, içindekilerin çoğu cam kırıklarının altında ezil miş. kapıya yakın yerlerdeki beş on kişi zor kurtulmuş...
Halk sırça köşkün enkazını çabuk temizi m ş, dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlayarak eski hayatına dönmüş, işini gene arasından seçtiği adamlara gördürmüş. ama sırça köşkün kötü hatırasını uzun zaman zihninden çıkaramamış. İhtiyarlar çocuklarına ondan bahsederlerken şu nasihati vermeyi unutmazlarmış ;
“Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız, ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk hurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın, en heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.»
Sabahattin Âli
6
SOSYAL EKONOMİ :
Sovyet Rejiminde içtimai
Sigortalar
BİRİNCİ Teşrin ihtilâlinden sonra vaziyet kökünden değişti. Sovyet hükümeti derhal işçilerin zaruretleri ve menfaatleri ile ilgili olan içtimai sigortaları memlekete soktu.
Sovyet hükümeti bütün işçi müstahdemlerin içtimai sigortalarını hükümet hesabına ihya etti.
İşçi ve müstahdemler gündeliklerin düşmesini hasıl eden sebepten m laf tutularak bir tazminatla faydalandırdılar.
Kendileri bizzat ve ailelerinin her a-zası parasız sıhhî sigortadan istifade e-derler. İşçiler de geniş bir surette İçtimaî sigortalar idaresine iştirak ederler.
Sovyetler Birliği stnd.kalan içtimai sigortalar üzerinde her zaman şajanı e-hemmiyet bir şekilde tesir icra etmişlerdir : Bütün sendika kongreleri iş himaye-isine ait meseleleri, sıhhî yardımları ve çtim .î sigortaları uzun uzun münakaşa etmişlerdir. Yine keza sendika konferanslarında intihap edilen emniyet sandıkları ve bu sandıkların faaliyetlerini yine sendikalar kontrol etmiştir.
Bununla beraber İçtimaî sigortalar 1933 senesine kadar Cumhuriyetlerin, şehirlerin, mıntakaların ve daha küçük mm-takaların emniyet sandıklan tarafından idare edilmiştir.
Sosyalist ekonomisinin terakkileri ve eşhas adedinin fazlalaşması İçtimaî s:gor-talann vazifeleri sırtına büyük bir yük yükledi: Bıı da millî ekonominin ve her işletmenin bütün şubelerinde iş şartlarının daha sağlam ve doğru bir hale ifrağı idi.
Bu kadar muhtelif şekiller alan vaziyet karşısında emniyet sandıklarının kifayetsizliği anlaşıldı. Bu büyük vazifeyi sanayi cihetinden tamamen teşekkül itmiş ve organize edilmiş bulunan sendikalar daha büyük muvaffakiyet ve kolaylıkla başarabilirdi.
Sovyet hükümeti ve Sovyetler Birliği sendikaları merkez hey’eti sendikal organizasyonlarının arzularına cevap vererek 1933 de sosyal sigortaların ve onların bilcümle sandıklarının idaresini sendikalara havale etti.
İçtimaî sigortanın sahası dahilinde bulunan umumî iş de işletme sendikala, ı komiteleri tarafından idare edilmeğe başlandı.
100 kişiden fazla şahış bulunan her müessese ve her yeni işletme yeri için a-telye komisyonları ve İçtimaî sigorta encümenleri ihdas edildi.
Bu encümenler içtimai sigorta faal mil.taranları t. planlılarında intihap edildi. Bu toplantılarda sendikalarda delege, sigorta servislerine bağlı hekimler, tıp okul-
(s>
Yazsa :
A. GORBOUNOM
Çeviren : S. E.
4®>
larından getirilmiş tabibler ve atelye komisyonları azalan bulunur.
Encümenler ve atelye komisyonlm atölyelerin ve işletme sendika komitesin n azalarından teşekkül eder. Paraca verilecek tazminatlar, gündelik düşmesi üzerine ameleye verilecek alokosyanlar, hastalık halinde, iş kazası vaziyetinde, gebelik, lo-husalık ve doğum ve bunun gibi diğer vaziyetler hakkında bu encümenlerin ve
Çekoslovak Ekonomisi
Eski Reisi cumhur Beneş tekrar Çekoslovrkyanm başına geçince halkın arzusu üzerine memleket ekono-m;k çehresini bir kaç günde değiştirmiştir.
Bankalar, sigorta şirketleri, bütün madenler, demiryolları, büyük sanayi, hava gazı ve ( lektrik, önemli kimya ve mensucat işletmeleri bir günde millet malı olmuştur.
Bundan ba?ka cam, porsölen, bira, un, şeker, içki, margarin ve çukolata fabrikaları d ı milli.eştırıimiştir. Ancak bunlardan 100 '150 işçi çalıştıranlar özel sermayeye kalmıştır.
Bunların bir kısım koperâtifleştirilmiştîr bir kısım da halkın, yanı belediyelerin, memurların ve sendikalar n mümesîlle-rile devlet murahhas.arı ıd n toplanan heyetleri tarafından idare ediliyorlar.
Bu ekonomik inkılabı yavaşça yap-mak isteyen Reis Be. eş, istikbalde millileştirilecek endüstrilerin patronları yeni masrafa girmez, istihsal artmaz, böylece ekonomi sekteye uğrar djj şüncesiyle işi bir iki günde hal yolunu tutmuştur.
işgalda Almanlar ve Macarların satın aldıkları, düşmanla işbirliği eden şahıslara ait olan işletmeler, yanî büyük ekseriyet bedava alındığından hâzineye de fazla bir külfet olmamış tır.
Rasıh İleri
atelye komisyonlarının vereceği kararlar muteber olup, hastalık halinde tıbbî yardımları bunlar gözetilecek, her nevi hastalık için bunlar yardım edecek, bunlar rejime tâbi şahıslar için yemek listesini tanzim edeceK, istirahat evlerinde oturma müddetini tayin eden bültenleri bunlar dağıtacak, sanatoryomlara ve açık hava kaınplauna gönderilecek işçileri bunlar tayin edecek ve ilâh...
İçtimaî sigortalar “ İşletme sendikaları komitesi „ tarafından idare edildiği için de amele ve memurlar sigortaya ait her nevi işleri işlerinin bulunduğu yerde halledebilirler. Müstahdemlerin ve amelenin ihtiyaçlarının tesviyesi hususunda büyük rolü sendikalar gurubundan intihap edilmiş delegeler görürler. Hasta amele ve müstahdemlere kardeşane yardımları yaparlar. Lüzumunda çocukları bakım ev-lerine ve bebek bakım evlerine verirler. Hastaların yemeklerini ve ilâçlarını ika metgâhlarına götürürler. Evde yapılacak işlere yardım ederler. Soba yakarlar, bunun gibi bir çok şeyleri bu delegel.r yaparlar. Bütün bu ödevler: de işlerini bitirdikten sonra ifa ederler.
Ko.ıtrol vazifesi de bu delegelerindir. Sıhhî yardımlar zamanmda yapılmış mıdır? Hekimi eve getirirler. Hastayı hastahane-ye, sanatoryuma yahut istirahat evine kaldırmak lâzımsa icap edeni yaparlar.
Bu sigorta delegeleri amelelerin nez-dinde itibara maliktirler. Delege adedi her sene artmaktadır. 1932 de * 50,030 „ ken 1938 de “ 384,000 „ ve 1940 da • 675,000 „ bine çıkmıştır.
Sendika teşekkülleri amele ve memurların sigorta maddeleri hakkında ve delegelerin çalışmaları hususunda sistematik bir surette haberdar olurlar.
Fabrika komiteleri bunların çalışması hnkkında düşündüklerini umumî amele ve memur toplantılarında söylerler.
İçtimaî sigortaya sarf edilmiş emekler ve paralar muvakkaten neşredilen fabrika afişlerinde amele ve memurların vaziyete agâh olması için ilân edilir.
Sovyetler Birliği sendikaları umumi encümeni bütün İçtimaî sigortalar mecmu-unun müdürlüğü vazifesi ile muvazzaftır.
Umumî sendikalar komitesi halk eko-nomis'nin muhtelif şubelerinde içtimai sigortaları idare ve mahalli sendika teşekküllerinin sigorta sahasındaki faaliyetlerini de kontrol eder.
İçtimai sigortadan yeri ve işi ne olursa olsun bütün işçiler ve memurlar istisnasız olarak istifade ederler.
Sigortalıların sayısı 1915 de bir milyon yedi yüz bin, 1932 de 22 milyon dört yüz bin, 1935 de 24 milyon dokuz yüz bin, 1937 de 26 milyon sekizyüz bin, 1940 da ise 30 milyon yediyüz bin kişiyi bulmuştur.
6
»4 *
Sosyaİ Bünyemiz üzerine Gayrı Siyasî Düşünceler
BUGÛNtÜ sosyal durumumuzu derinden kavrayabilmek için sosyolojinin İmparatorluk» dediği cemiyet tipini en ince noktalarına kadar araştırmak gerektir, Bu yalnız bizim için değil fakat Osmanlı 1 paratorluğunun darılmasından doğan bütün milletler için zaruridir. “İmparatorluk» adını alan cemiyet tipini sosyologlarımız şimdiye kadar esaslı şekilde ele almadılar. Bu konu üzerinde profesör Hil ni Ziya Ülkenin (İnsan) da çıkan değerli yazılarından başka müstakil yani İmparatorluğu sırf sosyolojik bir konu o-larak inceleyen yazı hatırlamıyorum. Bu yazılaıın okuyucular tarafından gözden geçirilmesi son derece faydalı olacaktır. (Gün) akademik bir dergi oJmadığı ve sadece didaktik olmak istediği için İmparatorluğun ilmi tetkikına burada giremeyeceğiz.
İmparatorluğun parçalanmasından doğan en önemli devlet olduğumuz kabul edilebilir. İmparatorluk bir bütün bir Geştalt olduğuna göre bünyesine giren her par çanın da onun etkileri altında bulunmas tabiidir. Merkezi bir derebeği durumunda olan İmparatorun yanında mıntakaları bu merkezi derebeği namına idare ve istismar eden beğıer yani küçük derebeğleri, genel bütünün karakterine tamamıle uygun bulunur. Alt yapısı ziraat, çobanlık, ev endüstrisi bölümlerinden ibaret olan Em-pire in bunlara son derece uygun ve bağlı bir üst yapısı vardır. Her biri yalnız t ışına kaldığı zaman kifayetsiz olan, imparatorluğa bağlı mıntakalar bu İktisadî kifayetsizlik dolayısile bütüne bağlı kalırlar. İmparatorlukların devamını sağlıyan, mintakaların kendi kendilerine kâfi gelmeleridir. Böylece her cemiyet tipinde olduğu gibi İmparatorlukta da iktisadi
Amerika Birleşik Devletleri
Anayasa ahkâmına göre çalışması böyledir.
Beard : « Anayasa ahkâmına göre » demekle neyi kastediyorsunuz ? Anayasa bu kaideleri emrediyor, yahut bunlara yalnız müsaade veriyor demek mi istiyor, sunuz?
Ayan azası: Her ikisini de. Anayasa Meclis Reisinin (veya « speaker » ) seçimine, karar verebilmek için bulunması zaruri Meclis aza sayısına, v.s., v.s ; taallûk eden bazı kanunlar tesis eder, fakat, heyeti umumiyesinde, her iki teşrii heyet, anayasayı bozmamak şartile, usullerini seçmekte serbesttirler. Beard: Tebarüz ettirmek istediklerim bunlardır.
İki teşrii, heyetten her birinin teşkilâtı, komisyonların sistemi, münakaşa müdde-
Yatan :
HAŞAN TANRIKUT
zaruret en önemli rolü oynar. Birbirlerinden dil, çoğrafya, anane ve kültür bakımından ayrı olan milletlerin bir İmparatorluk çerçevesi içinde uzun zaman ka labilmeleri bu iktisadi yetersizlikten gelir. Endüstrinin inkişafı ve ticaretin sonsuzca uzakta bulunan milletler arasında kabil olması, mıntakalarda kendi kedine yeterliği sağladığı anda istiklâl hareketleri, İmparatorluklara karşı ayaklanmalar doğmuştur. Müstemlekeci memleketleketlerin, müstemlekelerde tam bir uyanma ve ilerleme istemem.ş olma.arı bundandır.
Bunun a b naber biz burada şimdilik milletlerden doğan İmparatorlukları değil sitelerden doğan İmparatorlukları gözden geçiriyoruz.
imparatorluk, ihtiva ettiği halkların tecanüssuzlüğüne rağmen ömrünü mınta-kaların yertersizliği prtnaibine borçludur. Böylece merkezi derebeği ordusu, saray halkı, memurlan ve butun paytaııt sakinlerde b.riikte en büyük müstehliktir.
Paytaht muhtaç olduğu para ve gıda için mıntakalar üzerinde daimi bir tazyik yapar ki bu tazyikin neticesi mıntaka merkez tezadını doğurur. Merkezin tazyiki arttığı zaman m.ntazalarda isyanlar, ihtilâller baş gösterir. Osmanlı tarihinde celâli hareketleri mtrkezi derebeyine karşı halkın ayaklanmasından başka bir şey değildir. Tarihçilerimizin bu hareketleri bu gözıe tetkik etmiyerek onları bir BELÂ gibi göstermesi ta ııamiyle gayri ilmi bir görüştür... İmparatorlukta nüfus dağınık ve birbirlerinden oldukça geniş mesafelerle ayrılan kasabalarda yerleş miştır. Kasabalar İktisadî zaruretlerle de ğıl de sırf emniyet, eşkıyadan korunma
tinin tahdidi, gizli kapaklı çalışan tarafların mekanizması, kanun projelerinin ithali ve münakaşası usulü, Mebuslar Meclisi ile Ayan Meclisi arasındaki münasebetler; nihayet, onların teisle münasetleri,-Anayasa fıiiyatta, temsili bir hükümet için mühim bir esas oian bu meseleleri ve daha bir çoklarını asla sabit kaidelerle halletmez: bunlar Mebuslar ve Âyan Meclislerinin tayin ettikleri kaideler ve usul lerdir. Anayasama müessisleri Kongre’ye muazzam teşriî salâhiyetler tevdi ettiler. Ona malî ve askeri salâhiye i, bu iki kuvvetli Kumanda manivelalarını verdiler. Onlar Kongre’ye icra kuvvetinin tertibini, idarenin bütün memurlarının salâniyetle.i-ni. Yüksek Adalet Divanı hakimlerinin sayısını, bu Divanın dava istinafında ki kaza hakkını, tâbi federal Divanların şeklini ve kaza hakkını tayin etmek müsaadesini verdiler. Anayasa müessislerinin tasavvuruna göre, Kongre memleketi teşkil eden hakikî ve muhtelif faktörleri
gayelerile kurulmuş olduklarından inkişaf edemeyip yüz yıllarca zaman oldukları gibi kalırlar.
İmparatorluğun İktisadî ve demoğra-fik maddi yapısını bir kerre böyle anla-yup onun devamını soğiayan temelleri gördükten sonra bu temeller üzerinde yükselen ideolojisini gözden geçirebiliriz.
imparatorluklarda ideoloji genel olarak ümmet zihniyetidir. Ümmet site dinin geniş imparatorluk sahası içinde yayılmasıdır. Site dini ya hınstiyanlıkta — Kudüs sitesinin dini — olduğu gibi karşısına çıkan kurulmuş bir imparatorluk (Roma) içinde yapılır, yahut hudutlarını kırarak fütuhata çıkan sitenin ekonomice olgunlaşmış sınıfı ile birlikte yeni bir İmparatorluğun kuruluşuna iştirak eder; Mekke sitesinin dini olan İslâmlığın ordularla birlikte vayılmasıl.. Ümmet mıktakalarda mezhep, tarikat halini alır ve mesleklere Inüfuz etmeğe çalışarak Loncaları yaratır.
Ayrı dinlerden milletler ihtiva eden mparatoıluklarda bir ideoloji yaratmak isteği .Osmanlı milleti», «Comonvvelth» gıni sun’ı bir takım fikirler ortaya çıkarmıştır.
lmpaıatorluğun kuvvetli olması demek merkezin mıntakalar üzerinde cebir ve istibdadım kuvvetle devam ettirerek a-yaklanmalara mani olab Imesi demektir. Ancak bu kuvvetli hali de keyfi olmayıp beynelmilel şartlara bağlı bir mesele olduğuna göre İktisadî şartlarda hasıl olacak değişiklikler en kuvvetli sanılan im-porator(ukları yıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı buna örnek olarak gele-cek yazımızda verikeek, İmaratorluğu yıkan sebepler belirtildikten sonra bu yıkılıştan ortaya çıkan devletlerden biri olmak üzere bugünkü Türkiye üzerinde durulacaktır.
temsil etmelidir. Altı sene için reçilen, fakat her iki senede bir üçte biri yenileştirilebilen Âyan Meclisi müttehit insanlar halinde Devtetleri temsil eder. Sık sık (her iki senede bir) tekrar seçime tâb tutulan Mebuslar Meclisi bütün milletin ziraî, ticarî, sınaî, ahlâkî fikrî v. s. çeşitli menfaatlerini aksettirir. Her iki meclis bu menfaatlerden doğan ihtilâflara, müntehip-leri oldukları gibi vasileri de bulundukları milletin namına ve anayasanın onlara ilham ettiği vicdanî vazifelere göre hakemlik etmelidirler. (Sonu gelecek sayıda)
ESKİ ABONELERİMİZE
Abone defterimiz zıyaa oğradığ’ndan eski abonelerimizin adreslerini tekrar bildirmelerini rica ederiz.
“GÜN, ünün yaşamışınım istiyorsanız abone olunuz ve tanıdıklarınıza tavsiye ediniz.
ŞEN ÇOCUK
Türkiyenin en sevimli ve en çok ekunan çocuk dergisidir.
HERKESİN MECMUASI
CUMARTESİ
Sanat - Edebiyat • Tiyatro Sinema Spor - Moda - Mizah ve Aklüalite
&UGÜN ÇIKTI
PORTRELER :
Mümtaz Yener
•—Hayır, Haşmet, bu Fikre taraftar delilim. Hiç bir söğüdün zarif bükülüşü, yahut çiçeğin gönül açıcı kokusu, in-.an bakışındaki o içe işleyen, bazan sevinç bazan keder tevlit eden, derin tesiri yapamaz. »
Sanatta, insan gözünün, bir kol düğmesiyle müsavi kıymette olduğınu ve bir söğüt ağacının kıvrılışındaki zarafetin seyirci ruhunda derin tesirler yapacağını iddia eden bir konferanstan dönüyorduk..
O gün Müntaz böyle konuşmuştur.
Onun insansız resmi hemen yok gibidir. Eserlerinde her eşyanın manası insanla ölçülüdür.
Lambamı çizecek? okuyanla beraber, Saban mıyapacak? süıeule beraı er, otomobil resmimi? şoförü ve sanibiyle beıa-ber.
Mümtaz bir halk delikanlısıdır, ve gördüğünü namuslu san'atkâr haysıyetile tuale geçıriı. Halk içinden çıktığı için, en iyi onun hayatını bilir IzdıraDi, sevinci, ış hayatı ile beraber - ... bu sebeptendir ki onun resimlerini hınca hınç ııalk doldurur.
Hicri 133! te, Kasımpaşada dünyaya gelen Mümtaz muhitim hiç bir zaman yadırgamadı. Kasımpaşa!....
İşten ve işsizlikten ezilenler bucağı, O, orasını çok iyi bilir.
Gelenbevi de orta tahsilini bitirdikten sonra G. S. Akademisine girdi.
Sirayla Nazmi Zika ve Çallı Atölyelerinde çalıştıktan sonra Leopold Levının ta'ebesi oldu. On sene çalıştı, didindi,., ve üç yıl evvel sessiz sadasız, fakat kafası tıklım, tıklım bilgi, akademiden ayrıldı.
3 Yıl evvel; bir gün beni yakalamıştı, ve:
— Hiç ummadiğın bir tablo görmek ister misin......gun, saat .’.... da, fa-
lan yere gel, demiş, ve bir adres vermişti .......
Hayatın içinden..
Teşhir Cezası
Yirminci asrın siyasi ve iktisadi bütün gaddarlıklarına rağmen onu ortaçağdan ayıran başlıca fark insanlık haysiyetine tanınan değer, gösterilen saygıdır,.
Bilhassa hukuki zihniyet bakımından bu iki devir arasındaki ayr Lk ölçülemiyecek kadar büyük ve şereflidir. Ortaçağın muhakeme usu 1er ni, hapishane rejim, cani* bud.da, ceza sistemlerinden ben bu * da yalnız bir tanesini, ve her nasılsa hortlamış olanını ele alacağım: Bu TEŞHİR CEZASIDIR.
Medeniyet kendi bünyesi içinde gelişip, insanlık duyguları inceldikçe orta çağın o meufur sistemi yavaş, yıvaş gözden düşmeye başladı, nihayet büyük fikir aavsşhrı ve adlın hukuk tarihine geçmiş o’an fikir kahramanları bu günkü ceza ve infa2 sistemini ytrattılır, .
Sjçlunun da her şeyden Önce insan olduğu, cezanın "ir intik m dejil ancak fertle fert veya eemivet arasındak’ uzlaşmazlık! irin vahimleşmesini önleyen muv kk t bir tedbirden başka dir şey olammiyac gı, suçlunun cemiyete geri çevrildiği zemin muhtaç olduğu şeref ve haysiyetin de kendisine iade cdilmes lâzım geleceği zihniyetini taşımadıkça ortaçağ ile yirmine asır arasındaki büyük farkı asla kavravamayız.
Bu günkü ceza telekkimize göre her mevkuf yarı yarıyo masum sayılır. Bu böyle olduğu halde bütün şehirlerimizde bunların elleri kelepçeL, süngülü jandarmalar nezaretinde caddelerde dolaştırıldıklarını görüyor ve orta çag sistemi hortladı mı diye düşünüyor, muştarip oluyoruz . .
Htlka teşhir edilerek mahkemeye sevk edilen maznun onbeş dakika sonra beraet etmiye yecegini kimse iddin edemez. Böyle bir maznun mahkûm edilse bile hakiminin verdiği cezanın jandarmanın tatbik ettiği cezanın aleni teşhir cezasında daha ağır «ayılımız, insan haysiyetini, insanlık şerefini değil böyle pa-yimal etmeye, h^tta incitmeye dahi kanuni irimiz müsait değildir. Ve buna göz yummaya Türkiye cumhu-iyetind-* hiç bir makam salahit yoktur Adalet bak in lığının bu kanunsnz teşhir hareketinden umumî efkârın duymakta olduğu ıstırabı paylaşacağındın eminim, yapılacak iş andırma vazife ve salâhiyet kanunu degişürmuk, kapılı cem evi »rabikrini itrtiya ca yeter miktarda artırmak ve teşhire sebebiy-yet varenlerişîddetle cezalandırmadan ibarettir. ______________ ADİLOĞLU
Söylediği gün muayyen saatta dediği yere gittim .. Vaadettiğı tablo hakikaten tasavvurun fevkinde idi.
Sıvalı kollan makine yağıyla kaplı ter içinde çalışan, mütefekkir alınlı ve gözlüklü bir genç.......... Mümtazı tanı-
mak güç olmuştu. Hayretle sormuştum ve o izah etmişti:
— Ayol hiç bir şey yemedin..
— Üzülme hanımcığım, şimdi bir törene gidiyorum, büfede tıkabasa doyı ım.
L13ERALİZM: Liberaller tarafından ileri sürükn doktrinlerin umumu. Liberalizmin mana ve hudüdu önceleri pek dardı.
Liberaller ferdi hürriyet yoliyle ilerlemeyi istiyorlar, hükümetler ve kılisanın az veya çok her türlü müdahalesini ret edıyorlard - fakat sosyalizm n ilerlemesi liberalizm n genişlemesine ve gelişmesine çok yanlını etti. Liberalizm, bı gun fert ve hâkim zümre hürriyetinin koruyucusu olma hakim n(lan ehemmiyetini fazlasiyle kaybetmiştir.
OTOKRASİ : Müstebit, mutlak bir hükümdar idaresi, istibdat.
BÛ.dO .RASİ: Hükümet içindeki idi-i müesseslerin ve büroların fena bir tarzda yüksek bir nüius. Kafi bir salâaıyet taşıması hah.
KLARİKALİZM : Cemiyet ve hu kûmetı kilisenin hükmü altında bulunduran rejim. Klefikal siyaset; d n adamlarının ve dini ıprensipierin devlet idaresine karışması demektir.
* Çalışa ilan iyi tanımak onlar gibi çalışmakla mümkündür ..
« Ya san'atın > demiştim ...
« Göreceksin I» .......
Şimdi aradan sadece 3 yıl geçt. Geçen gün resimlerini gördüm. Mümtaz O sürpriz gününe nazaran 30 yıl ileri bir olgunluğa erişmişti ... Haşmet Akal
* -
Yazan :
ESAT ADİL
Suçlara karşı mücadele lüzıınııı karşısındayız.
En Korkunç içtimai Trajedi: S U Ç
YÜZ YILLARCA DEĞİŞMİYEN ŞARTLARA BAĞLI KALMIŞ VE DOLAYISİYLE BİR GÖRENEK HALİNE GELMİŞ OLAN ÖYLE SUÇ NEVİLERİ VARDIR Kİ, CEMİYETİ BUNLARDAN KORUMAK İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER, SANILDIĞINDAN DAHA ÇEŞİTLİ VE KARICIK BİR İÇTİMAİ MESELE OLAN SUÇ PROBLEMİNİN TAM AMİLE ÇÖZÜLMESİNE BAĞLIDIR.
lfi ŞUBAT
19 4 6
CUMARTESİ
Sayı: 5
z(g>
15
Kuruş
Sayıda :
Bu
SABAHATTİN ÂLİ
Sırça Köşk
ADİLOĞLU
•Teşhir Cezası
H. TANR1KUT
C ON haftaların salgın hai ni alan ‘^-'öldürme vak'alan karşısında o tadar çok şey yazıldı ki, hepimiz jütün bu fıkır hareketlerinin ardınla büyük ve ılmî bir maca lele teş-ilâlinın kuruluş haberlerinin yayın-anacağını sandık.
Ne kıimnoioji enstitülerimizin ne de ilgili resmi çevrelerinin suçlat • inleyi müsbet tıdbıılere baş vur dutlarına dair hiç bir sev işitme-ık. Diğer taraftan, benzerleri ceza evlerini dolduran canilere “muhtevin kat.l,, diyenler, müc.irr.len bir Kuiıraman gıoı alkışlayanlar, cürüm pısıkolojısıni ızaıı ıduiasıle maskeıe-unup sansasyonel makaleleri yayın isyanlar göıuıuu.
Bazı gazetelerin bu hadiseleri ııa-ıl bir saiış ve istismar vesiıesi ualıne getirdiklerine esefle şahit olduk. Maktüılerın cesedleri önünde diz çökenlerin ıztırabı unutulup, ka-..İlerin, Hollıvut yıldızları gibi çeşitti esimleri basıldı ve hayatlarına dair tı mühim millî hadiselere tahsis Jilen sütunlardan fazia sütünlar tyrıldı.
Ayni sosyal.ve pisiklojik şart
Sosyal Bünyemiz
HAŞMET AKAL Portreler
VE
Amerikanın idari Bünyesi Büyük Demokratlar İçtimai Sigortalar Kültür Haberleri v. s.
Mümlâz-ıYenerîn bir Kompozisyonu
lar içinde bulunanlar bu yazıları okuduktan sonra, kendilerinin de ne yapmaları lâzım geleceğini, öğrendiler ve birbiri ardı sıra tabancalarını, bıçaklarını kana buladılar.
Unutmamalıdır i, mücrimler a-rasında çocuklar ve maymunlar gibi gördüklerini ve işittiklerini aynen taklit eden bir çok zayıf iradeli; görenek veya acaip bir marazi şöhret düşkünü olanlar pek çoktur; int.ııar vak’alarını insanlar gibi, f
Meselâ karısı
tıldığıni fark eden bı içinde kıvranan
landırmak için kanun yollarına baş vurmak üzere olan bir koca, o gün eline aldığı bir gazete de kendisin-beazeyeıı sebeplerden dolayı birinin hem karısını, hem aşıkını öldürüuer-dığini, ertesi günü yine bu katilin günün en büyük adamı gibi gazete sütunlarında yer aldığını, beş on gün sonra ise mahkeme salonlarında mukaddes bir vazife işlemiş adam kılgına sokul fuğunu ve hatta alkışlandığını görüyor, işitiyor.
Bu şdietlı telkın'erin altında
tabiî mariz
taklit eden
alda-
tarafından ve bunun ıztıra-ve karısını ceza-
birdenbire karar değiştirerek karısının mukadderatını kanuna değil, tabancasına havale ediyor ve buna benzer hadiseler birbiri ardınca sı ralanıp gidiyor.
Tam dokuz yıl on binlerce katil üzerinde yaptırım tetkikler bana şunu öğretmiştir ki, sebep ve aml-leri - ya doğrudan doğruya veya bilvasıta • içtimai olmayan bir tek suç bile mevcut değildir. Yüz yıllar ca yıl değişmiyen şartlara bağlı kalmış ve dolayisile bir görenek haline gelmiş olan öyle suç neviieri vardır kı, cemiyeti bunlardan korumak için gereken tedbirler sanıldığından çok daha çeşitli ve karışık bir içtimai mesele olan suç promb-iemin tamamiie çözülmesine bağlıdır.
“GÛN„ okuyucularına bu içtimai problemin nasıl çözülebileceğini, suç ların öneıımesı veya azaltılması yo lunda girişilmesi gereken mücadelenin na il teşkilâtlandırılacağım iyi den iyiye anlatabilmem için uzun sure cek bir makale serisi hazırlamam icap etmektedir.
Aynı zamanda cemiyetin esaslı bir tenkidini de ihtiva edecek olan bu makaleler, suç meselesmm nasıl büyük, vahim bir mesele Olduğunu, milli dayalanmız safında bunun ne muııım bir yer ışga. ettiğini de okuyucularıma anlatmış olacaktır
“GÜN„ ün gelecek sayısından itibaren, hem Turkiyedeki suçların çeşitten ve sebepleri, hem suçların maııiyeti, korunma ve önlenme çare leri üzerinde düşündüklerimizi ve bildiklerimizi yayınlamaya başlamak suretiyle bu içtimai trajedinin sanıldığından çok daha korkunç olduğu nu izaha çalışacağız.
V
san’atkâr mithat Fenmen’in konseri
Geçen sene şehrimizde verdiği konserlerle İstanbul halkını teshir eden Ankara Devlet Konservatuarı piyano profesörlerinden Mithat Fenmen ayını yirmi birinde saat 18,30 da Saray sineması salonunda bir resital verecektir. Bu r sital için ustad bilhassa zen in bir program ha ırlamıştır. Bach, Beethoven, Brahms, Gabriel Faure, Debnssy ve Chopin’den seçilmiş güzei eserleri o ak şam Fenmenin sihirli parmaklarından dinlemek kabil olacaktır.
Erses Tango-Swing orkestrası
Orkestra Kadıköy opera sinemasın daki büyük muvaffakiyetinden sonra tango, swing ve hafif sololarından müre kkep ikinci konşerini 6 martta verecektir.
Edebiyat Fakültesi
Ünivesite Edebiyat, fakültesi talebe leri bu mevsim içinde -msil edecekleri bir pidesin hazırlıklar il başlamışlardır. Talebeler temsil için, son senelerin en büyük Ingiliz edible-indan bir, belki de bi incisi olan Somerset Maugham’ın «Ekmek Elden* adlı eseri..! seçmişlerdir •Ekmek Elden»... bir yandan iki nesil arasındaki görüş aynlf 'arını beiirten diğer taraftan geçen harbi görmüş orta yaşlı bir insanın cemiyet haeatı karşısın daki aksülamelini canlı bir surette yaşa tan çok kuvvetli bir eserdir. Temsili ı de, oynayacak piyes kadar kuvvetli olması m istiyen talebelerin ricacı üz rine eseri ŞEhir Tiyatrosundan H. Kemal Gürmen sahjeye koyacakt r.
Temsiller, mert ayı içinde Şehir tiyatrosunda verilecektir.
Devlet konservatuarı tatbikat sahnesi Istan* bula geliyor
Haber aldığımız göıe, Ankara Dev let Konservatuarı tatbikat sahnesi tam aadrosile iemsiiier vermek üzete şehrimi ze gelmek için hazırliklara başlamıştır.
Mücssisi: Esat Adil Müstecaplıoğlu İmtiyaz, sahibi ve mesul müdürü:
Haşan Tanrıkut
Abone.- Yıllığı ; 600, Altı aylığı; 300 Üç aylığı; 150 kuruş.
Adres ve Basıldığı yer : “(jÜN„ Cağaloğlu Arkadaş Matbaası İstanbul
ATATÜRK
İLLİ Tarihimizin seyrini iyiden iyiye takip ve tetkik etmiş olanlar, Atatürk’ün ihtilâlci ve demokrat
şahsiyetinin yarattığı cumhuriyet devrinin diğer hiç bir devirle ölçülemiyecek kadar ileri ve halkçı olduğunu asla inkâr edemezler. O büyük idealist Türk milletinin kalkınması ve Türk demokrasisinin gelişmesi yolunda insan kudretinin yapabileceği her şeyi yakmıştır.
Tanzimat ve meşrutiyetin oportünist karakterile Atatürk devrtnin ihtilâlci, köklü ve samimî vasıfları arasındaki farklar o kadar büyük ve keskindir ki bunu gelecek nesiller bizden çok daha iyi kavrıyacaklardır.
Şarkın iskolâstik ve mistik zincirlerini kırarak Türk cemiyetini garp medeniyetinin dinamik bir unsuru haline koyan, devamlı bir değişme ve gelişme zaruretini -inkılâpçı- metodile ortaya atan ve bunu bütün hayatınca tahakkuk ettiren Atatürk hiç şüphe yok ki her şeyden önce dünyanın en büyük demokratlarıadan biri.
Onda ideallerinin başarılmasında bir çok şeyleri eksik bırakmış olan sadece ömrünün kısalığıdır. Fakat ömrü hudutsuz olan Türk milleti bu eksiklikleri tamamlamak azmini asla elden bırakmayacak, kendisine koskoca bir cumhuriyet emanet edilmiş olan gençlik ise, bunu bir namus borcu bilecektir.
Atatürk’ün hürriyet mefhumuna karşı duygusunu ve aşkını şu sözlerile isbat etmek daima mümkündür.
“Hüriyctten doğacak tehlike ve zarar, hürriyetsizlikten gelecek tehlike ve zarardan yüz misli büyük de olsa yine birincisi tercih edilmelidir,»
KOOPERATİFÇİLİK: Merhum Profesör Suphi Nuri lleri’nin sou eseri olan “Koo peratifcilikn memleketimiz için kooperatif lerin ne kadar önemli olduğunu, bizim gl bi ilmi esaslara dayanmış bir ekonomik düzene malik olmayan memleketlerde koopeıatifierin oynayabileceği büyük rolü büyük bir salâhiyetle belirtmektedir. Koo peratıf cilik yoliyle düzenli bir ekonomik sisteme gidebileceğimizi söyleşen merhum üstad ilim adamına yaraşan cesaretle her türlü noksanlık ve başarısızlıklara da te mis etmekten yılmamıştır. Son zamanla da “siyaset yazıyor» iddiasile üstdca doa durduğu kürsüsünden atıldı, ekmeğinden edildi, bir müddet sonra ani bir tansiyon krizile öldü.
Kooperatifçiliği her Türk aydınına hara retle tavsiye ederiz. Bu kitapda ilim ile idealizmin güzel sentezisini bulacaksınız JOHN DEVEY: seksen yaşına yaklaşan bu ünlü prağmayasilist terbiyeci ve filozof son zamanlarda büyük bir inkılâp geçir m ş, düşünce sistemini değiştiren materya lıst metodla çalışmak kararını vermiştir. Bu yaştan sonra ihtiyar filozofun tekâ mülde devam etmesi onun sağlam kafa yapısını olduğu kadar idealist ve mistik metodl.ırın imkânsızlığını da bir kere da ha isbat etmektedir.
MÜNAZARALAR: Edebiyat ve hukuk fa külteleri arasında tertip ve konusu teşrii kuvvetin lisan meselesine karışması lâzım mıdır?» sualile te.*bit edilen münazara pek çok alâka uyandırdığı halde her nedense son anda tehir edilmiştir.
0*tümöıe çöken kibul
2
»BU9KKAT MİLLETLER
Amerika” Birleşik Devletlerinin İdarî Bünyesi
Çeviren
G F.
t Amerikan tarihçisi, Charles Beard, Cumhuriyet üzerine yazdığı
'yeni eserinde Birleşik - Devletlerin siyasî rejiminin nevini ve esaslartnl basit olarak tayine çalışıyor. Yazısına kendisi ile dostları veya yakınları arasında yapılan bir muhavere şekli veriyor.
Münakaşa inkişaf ettikçe, tarihçi, temel prensipleri ve bunların tarihî davalarını izah ederek, hayalî muhataplarına verdiği cevapları tahkik ediyor.
Hususile, o, Birleşik - Devletler hükümetinin çalışmasını izah etmeğe gayret ediyor. Bundan böyle, müellif tarafından beyan edilen vakıalar ve hatta bunların münakaşası, Amerikan efkârını olduğu kadar her halde Türk okuyucularını da alâkalandırır.
IMiaihUratNliaWI)MIIIWMUWIUWU:llUlW«WIUIUWUIIIİUIMI
zıh olarak, temellerini idareci bir sınıfın, irsî imtiyazların, istibdat ve diktatörlüğün üzerine kurmuş olan bütün rejimlere muhaliftir. Her ne kadar istibdat ve dikda-törlük (tyrannie et dictature) arasında yapılacak teknik bir tefrik olmakla beraber bu iki kelime, İngilizcede, aşağı yukarı aynı şeyi ifade ederler.
Muhatap; Meşruti idare ile, izahım yaptığınız demokrasi arasında derin bir fark var mıdır? Mademki seçiciler, doğrudan doğruya veya vekillerinin tavassutuyle, mutlak veya nisbi ekseriyet üzerine reji-l-min şeklini kendi tarzlarına göre tayin edebiliyorlar; mademki kanunlan yapa bili- '* yor ve bozabiliyorlar, aynı şekilde kendi arzularile bir müstebit veya dikdatörü de seçebilemezler mi? Ve kendi zevklerine göre insanların ve mülkiyetin haklarını tahribe muktedir olamazlar mı?
Beard: Demokrasi ve meşruti İdare bir göstermedim. Meşruti idarede tabiatile bir dereceye kadar demokrasi vardır. Fakat, 1 diğer taraftan, demokrasi, mutlak veya nisbi ekseriyetin iktidarı olduğuna göre, kanuni olarak insan haklarını garanti et- ' mektedir - medeni ve murakabeli demek 1 istiyorum - meşruti bir idarenin zaferini 1 tabiatile tem:n edemez. Bizim sistemimizde 1 bu insan hakları bizzat anayasada tayin 1 edilmiştir. Bu haklar böylece, mutlak ve- 1
Muhatap: Birleşik - Devletlerdeki demokrasiyi nasıl izah edersiniz?
Beard : Birleşik • Devletlerde idrak edildiği şekilde demokrasi dört esaslı un* suru ihtiva eder.
1 — Siyasi iktidarın bütün kaynağı, bir hükümdar veya bir sınıf değil, halktır. Tfbiatile buna bütün halk değil, fakat halkın kuvvetli bir nisbeti dahildir. Bu nisbeti sayı olarak tayine gelince, mesele daima münakaşalıdır ve belki daima böyle kalacaktır.
2 — Kanunlar seçicilerin reyile tayin edilen vekiller vaaıtasile yapılmıştır.
3 — Muayyen fasılalarla, hükümetin başlıca vekilleri, hiç olmazsa teşrii kuv vetle icra kuvvetinin vekilleri, eğer onu yenilemeyi arzu ediyorlarsa vekâletlerin-dcn çekilmeli veya şahsiyetlerini ve faa-liyetlerıni halkın tenkidine yâni seçimlere arzetmelıdırler.
4 — Bu noktai nazardan, bütün se-
çiciler müsavidirler; diğer tabirle, her seçici, fikri, ahlâki veya ekonomik seciyesi ne olursa olsun ancak bir rey kullanır; ________. _______ ________r________
mutlak olsun, nisbi olsun, reylerin ekse-jTya nisbi, alelade ekseriyetlerin hareketine riyetini elde ettiği vakit namzedin seçilmesi, seçimlerin kaidesidir. Demokrasi, mantıkan, namzetliğe ve umumî vazifelere müteallik haklarda olduğu gibi seçimlerde de müsavatı tesis eden bir sistem, bundan başka, ister mutlak olsun, ekseriyet esası ile idare edilen bir sistemdir, diyen k, buraya kadar söylenenler hulâsa edilebilir. Birleşik Devletlerde Demokrasinin izahı —mevzuubahs olan, siyasi demokrasidir—işte böyledi . Amerikan milleti bu gün bu nazariyeyi ve bundan doğan tatbikatı müdafaa ediyor—Tatbikat ,eksik olmakla beraber.
Bizim nazari ve pratik sistemimiz va-
bırakılmıştı: o suretle ki seçiciler ne kendilerine bir müstebit seçebilirler, ne de arzuya göre ferdin veya mülkiyetin haklarını yıkabilirler. Hiç olmazsa, onlar, bunu alelâde seçimler vasıtasile yapabilirler: burada anayasayı tadil etmek için lüzumlu fevkalâde ekseriyetin elbirliği lâzımdır.
KONGRENİN SALÂHİYETLERİ
Beard (Âyan azası olan misafirine):
Ayan azası, lütfen bize kongrenin salâhiyetlerini anlayış tarzınızı bir kaç kelime ile izah edermisiniz ?
Ayan azası: Birleşik • Devletler hükümeti bir birinden ayn üç kola ayrılır. Reis
>
kanunları icra eder, kazai kuvvet onlan nev’ine ait hallere tatbik eder, ve Kongre, anayasanın maddelerile, bilhassa bütün salâhiyetlere sahiptir. Kongre de ayrıca, iki kısma ayrılır, Ayan Meclisi ve Mebuslar Meclisi. Bunların imtiyazları aşağı yukarı bir birine müsavidir. Fakat Âyan Meclisi muahedeleri, aynı şekilde en ehemmiyetli federal vazifelere yapılan başkanlığa mutei İlik tayinleri tasdik veya lağvetmek iktidarını haizdir.
Bütçe hususunda yalnız Mebuslar Meclisinin imtiyazı vardır, fakat Âyan
A Meclisinin imtiyazı vardır, fakat Ayan Meclisi tadilât teklif edebilir.
Her Âyan vc Mebuslar Meclisi aza-sının kanun pro; i eri teklif etmek hakkı vardır. Bu projel vvelâ alâkadar daimi komisyonun tetkik ve mütalâasına verilir (Âyan ve meb’uslar Meclisinin her biri böyle yirmibeş ilâ otuz komisyona saiptir.) sonra, lüzumu halinde, sözü geçen komisyonun raporu üzerine celsede münakaşa edilir.
Münakaşa usulünde her iki teşrii heyet arasında bir fark vardır. Meb’uslar Meclisinde, umumi kaide olarak, hiç bir aza bir saattan fazla konuşamaz. Âyan Meclisinde nutukların müddeti tahdit edilmemiştir. Şu hakikattir ki Âyan Meclisi içtimaa son verme kaidesini kabul ederek hatiplerin belâgatına bir fren vurabilir, fakat bu fevkalâde bir ekseriyet ister ve ancak nadiren vaki olur.
Eğer iki teşriî heyetten birinde kabul edilen bir kanun, diğerinde tadil ed’lmiş bulunursa bir ahenksizlik zuhur edebilir ve bu hal her iki Mecllsden tayin edilen azalardan mürekkep karışık bir komisyon vasıtasile düzeltilir. Eğer bir kanun lüzumu veçhile kabul edilmişse, tekrar Reise gönderilir, Reis onu imzalar veya reddeder. ’ Bu son halde Reisin muhalefetine ıağmen kanunun kabul edilmesi için, iki teşrii heyetin her birinde üçde iki nisbe-tinde bir ekser, yet lâzımdır. İşte kalın hatlariyla, Birleşik devletler Kongresinin,
( Dtvacn Sa. 7 do)
3
W
MASAL
S I R
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış. Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yer lerin birinden yüz bulsalar beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alınn teriyle kazanıp gönül rahatiyle yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede oturup aşağıdaki ovada yayılan büyük bir şehre garip garip bakarlar, acaba bu bilmediğimiz yerde nasıl karşılanacağız ? diye acı acı düşünürlerken, içlerinden birinin aklına yaman bir fikir gelmiş, hemen yerinden fırlayıp :
“Gelin benimle beraber, bu şehirde sırça köşk yapalım ; ömrümüzün sonuna kadar bolluk içinde, rahat yaşarız» demiş.
ötekiler :
"Bu sırça köşk de nedir?» diye sormuşlar, beriki:
“Durmayın, vakit,, kaybetmiyelim, yolda anlatırıml» diye onları peşine tak mış, bayırdan aşağı kuş gibi hızlı inme ye başlamışlar.
Elebaşı yolda üç beş sözle arkadaşlarına şehire varınca nasıl davranacaklarım öğretmiş.
İndikleri şehir, o memleketin başşehri imiş. Bu memlekette bütün millet çalışır, herkes elinden gelen işi yapar, kendi başına buyruk, beyler gibi yaşarmış. Tarlalarda, dükkânlarda insanlar an gibi çalışır, kazanan kazanamıvana destek o-lur, malını lüzumuna göre başkasıyla değişir, kavgasız döğüşsüz, efendisiz uşak-sız, ömrünün sonunu bulurmuş. Gündelik işlerini gördürmek, nizalannı yatıştırmak için aralarından seçtikleri adamlar hemşe-rilerine hizmet etmekten başka şey düşünmez, zorbalığı akıllarına bile getirmezlermiş.
Bizim üç ahbap geldikleri sırada şehrin pazarıymış. Sokaklarda ekinler, yemişler, dokumalar, kumaşlar, demirler, kömürler küme küme durur, alıcı ile verici aracısız iş görürmüş.
Ahbaplar, önceden aralarında söz birliği ettikleri üzere, sokaklarda aylak aylak dolaşıp etraflarına bakarlar, başlarını sallayıp, yanlarından geçenlere duyuracak şekilde :
“Allah allah... Amma da acayip memleket hal...,, diye söylenirlermiş.
Bir sokak gitmişler, öbür sokağa varmışlar; ondan çıkıp başkasına dalmış-lar, ama hep şaşkın şaşkın ayni sözleri tekrarlamalar. Git gide arkalarına bir sürü meraklı takılmış, bu yabancılar memleketin nesini acayip buldular acaba? di-
köşk
Yazan :
SABAHATTİN ÂLİ
ye aralarında soruşturmaya başlamış. Nihayet birisi dayanamayıp yabancılara sormuş:
“Neye şaşıyorsunuz allah aşkına ?» Ahbapların elebaşısı ;
“Yahu, sizin memleketin sırça köşkü nerde?,, diye öğrenmek istemiş.
“Ne sırça köşkü?»
Ev Hakikat!
Dağları devire devire gel ki,
Gelişin belli ola bizlere
Bizler ki ehli keh’in
Asil torunlarıyız
Daha kırk bin yıl uyumakta karar kılmışız
Öylesine ythlmtşız
Ve öylesine serilmişizkim yerlere
Kargalar baş ucumuzda
Doksan yaşma basup
Gayri yaşamaktan bıkmış
Fakat biz bıkmamışız
Yaşamaktan!
Dağları, öyle devire devire gel ki;
Gelişin maliim ola bizlere
Ve derman gelüp dizlere
Yarı büklüm
Yarı uyanık
Sana el pençe divan duralım
Ve utanmadan soralım
Bunca yüz yıl niye gecikdin diye..
Ahmet Fedai
Cibali
Cibali, dendi mi,
Aklıma siz gelirsiniz, kadınlar! Kiminizin beş çoçuğu,
Kiminizin nar gibi yanakları var, Kiminiz kocasız kalmış,
Kiminiz ihtiyar,
Kimminiz daha, körpe henüz.
Buna umulmadık,
Eskimiş türküler düşündürür
Siyah başörtüsü altında yüzünüz. Parmaklarda tütün kokusu,
Tütün kokusu pazen entaı ilerde.
Biriniz ekmek alır fırından,
Biriniz durmnş, öksürüyor ilerde, Geçiyor bizim mahalleden biriniz. Cibali dendi mi
Aklıma siz gelirsiniz kadınlar,
Çarpık ayakkapiarınız ge!ir
Ve kahraman elleriniz
Ali Karasu
“Nasıl? Sizin sırça köşkünüz yok-mu ? »
“O da neymiş?»
Elebaşı yanındaki dostlarına dönüp:
“Aman yarabbi, daha sırça köşkün ne olduğunu bilmiyorlar. Böyle memlekette durulmaz, hemen yolumuza gidelim 1» dem:ş.
Şehir halkını daha çok merak sarm’ş. Ahbapların peş’ni bırakmamışlar. Beş on adım sonra önleyip tekrar sormuşlar:
“Canım, neymiş şu sırça köşk? An-latm baka’ım pek lüzumlu bir şeyse belki biz He yaparız !„
“Lüzumlu ne demek? Sırça köşkü ol-m>yan şehir. Sırça köşke bağbnmıvan memleket olur mu?... Haydi dostlar gidelim !...„
Halk, aralarında avak üstü bir danışmışlar, sonra yabancıların yanına sokulup :
“Bizim bs'k” şehirlerden ne dive noV-san'mız olsun? Madem bu kadar lâ-z'mmış, hadi hep beraber şu sırça köşkü yapıverelim l„ demişler.
Yahone|]arın elebaşısı;
“O'maz... O>ma7... Sırça köşkü vap-mak o kadar knlav değil... Masraf ister, malzeme ister, ’sci ister. Rırakın bizi de sırca kö^k” olan bir şehire gidelim!, demiş. A m3 ha’k hırakmamıs. "Ne lâzımsa verel m. kimselerin memleketinden aşağı kalmak istemevizl. diye direnmiş.
Oturup hesabın, yapmışlar, hemen işe baş'amıslar- Üç ahbap sırça köşkün mimarlığını üstüne al/n's, halk aralarından isçi seçmiş, a-abacı ayırmış, şeh:rin en büvük meydanına Kum tasımava. kömür getirmeye başlamış. Bir kısmı da bu işte çalışanlara yiyecek, içecek getirir, givim eşyası tedarik edermiş Nihayet camlar eritilmiş, sırça duvarlar yükse’miş bir kat tamam olunca üç ahbap içine yerleşmişler, halka demiş'er ki :
“İşte, sırça köşk oldu demektir. Dahr. tamam değil, memleketinizin şanına lâyık büyüklükte d"ği! ama, o da olur. Simdi bunu iyi muhafaza etmek lâzım, büyütmek lâzım, adam ayırın, yiyeceği içeceği arttırın, aranızdan seçt ğiniz adamları da dağıt-n, biz her işinize bakarız...»
Halk artık bir sırça köşkümüz var diye sevinmiş, kendi yed ğindan, giydiğinden, kesip sırça köşkte oturanlarla onların hizmetine aynlanlara vermeğe başlamış. Az sonra sırça köşkten emir çıkmış :
“Bir kat daha çıkmak lâzım. Burası hem bize, hem hizmetimize bakanlara dar geliyor.»
Arabalar yeniden kum taşımış, sırça köşkün efendileriyle onlara hizmet cden-
4
lere, yapıda çalışanlara davarlarla koyun, çuvallarla ekin, küfelerle yemiş getirmiş. İkinci kat tamam olunca üç ahbap oraya-da halk arasından kendi işlerine yarayabilecek olanlanları seçip yerleştirmişler. Onlar da burada ekmek elden su gölden yaşamanın tadını alınca sırça köşkün çok lüzumlu bir şey olduğuna inanmışlar, hemşerilerini de inandırmak için gayrette kusur etmemişler.
Bu yolda sırça köşk yükseldikçe yük-selmş, kat üstüne kat binmiş. İçi doldukça dolmuş, sırça köşke girmenin kolayını bulan ordan çıkmak istemez, bunun tersine dışarda kalanlar yolunu bulup içerde bir yer kapmıya uğraşırmış. Ama sırça köşkte oturanlarla onlara hizmet edenleri beslemek de halkın belini pek bükmüş. Aralarında homurdanar.lar türemiş. Bir aralık :
“Sırça köşk lâzım, anladık, ama bu kadar çek odaya, bu kadar hazır yiyiciye ne lüzum var?,, diye şöyle bir görünecek olmuşlar. Üç ahbabın elebaşısı onlara her odan>n vazifesini iyice anla'mıs:
"İşte» dem’ş, “şu odada ben oturu rnm, s rça köşkün başında ben varım, bensiz bu iş yürür mü? Ben olmasam sırça köşkünüz olur muvdu?... Şu odalarsa baş yardımcılarımın,.- Ta gurbet ellerden gelip sizi sırça köşke kavuştur-duV, biz idare etmesek no köşk kalır, ne siz kabrsınızl.
Halk ;
“Pek âlâ.» dem’ş, “ama bir sürü aylakçının ne lüzumu var? Meselâ şu odadaki ı>e is görür?»
"O mu? Ne diyorsunuz? Sırça köşke giren malların hesabına o bakar; bu malları toplayanların başıdır./ O olmasa hiç biriniz verdiğinizin nereye gittiğini bilemezdiniz. Buna gönlünüz razı olur mu?»
“Eee... Şu odadaki?»
“Sırça köşke zamanında mal gönder-miyenleri, noksan mal gönderenleri, sırça köşkün kadrini bilmek istemeyip ona kasdedenleri arar bulur... öyle südü bozuklan başı boş bırakmak olur mu?»
“Peki, ya şurdaki?»
“Sırça köşke girip çıkanların defterini tutar.»
“Bunu da anladık, ya bu odadaki?,,
“Sırça köşkün odalarını supurtur...» Halk ne sorduysa cevabını almış, bütün odalarla bu odalarda aylak oturan insanların pek lüzumlu olduğuna inanmış; çünki bunların kimi sırça köşkün ışıkçı başısı, kimi döşekçi başısı, kimi onun yamağı, kimi yamağının yamağı imiş. Eh, arlık bir sırça köşk olduktan sonra, o-nun hizmetine bakanlar, sonra bu hizmete bakanların hizmetine bakanlar elbette lacakmış. Ama sırça köşktekiler arttıkça halkta onları doyuracak takat kalmamış. O zaman sırça köşkün adamları gelip herkesin yiyeceğini, giyeceğini zorla almışlar. Ayak direyenleri götürüp sırça köşkün bodrumuna kapamışlar. Sırça
Çakırcalı Efe
Mavi fon üstüne
Kakma yıldızlarla süslenen
Binbir çeşit çiçek kokularile beslenen
Bahar günlerinde
Gök yüzüne doğru
Alabildiğine uzanan
Yem yeşil yapraklarla bezenen.
Çardak gibi çamların altına yas/anup ■Uslan deli gönül* türküsünü çağırırdı Çakırcalı,
Çıkardı ormandan
Şimşek çakar gibi
Avının peşinde süzülen
Kartal gibi
1 Kayardı kayalardan ovaya.
: Dokunmazdı kö. tünün malına
Ktymazdı tatlı canına
Korkutup ürkütmezdi.
B ayırlarda hoplayan
Çimenlerde otlayan kuzuları.
Yan gözle bakmazdı
' Kırlarda ç'çek toplayan kızlara.
Onun zoru, vergi için evini basan
i Karısının sandığını açıp,
Gelinlik şalvarını koluna asan tahsildardı
\ O bunun için,
! İçten tutuştu
. Bağrını saran alevlerin dumanı
Kara kurumlu bir baca gibi
Tütü tepesinden.
Mavi fon üstüne
Kakma yıldızlarla süslenen
ı Binbir çeşit çiçek kokulariyle beslenen 1 bir bahar günü
'■ Kuyruğuna basılmış yılan gibi akmıştı.
Martinine sarılıp dağa çıkmıştı?
Mustafa Yahya
köşkün de gözü doymak bilmez, istedikçe istermiş.
Baştakie doğuştan tenbel oldukları, sonradan yanaşanlar da çalışmayı çoktan unuttukları için, kendilerini besliyenlere, buna karşılık bir şeyler borçlu olduklarını akıllarına bile getirmezler, yalnız birbirlerinin hizmetine bakarlar, memleketin halkına, bir köylünün inekleriyle köpeklerine baktığı kadar bile göz kulak olmazlarmış. Ama haıkm gözü yıldığı için elindekini, avucundakini vermiş. Artık bir gün verecek bir şeyi kalmamış, çünki sırça köşkten çıkan bir emirle herkes elindeki son koy-mu da vermiye çağırılmış. Getirmişler, tçslim etmişler, söve saya dağılmışlar. Onların böyle homurdandığını, artık verecek bir şeyleri kalmadığı için korkacak bir şeyleri de olmadığım farkeden bizim ahbapların elebaşıst-sırça köşkün balkonuna çıkmış, sesini tatlılaştırıp onlara demiş ki :
“Ey millet, bir çok şeyler verdiniz, büyük sıkıntılara katlandınız, ama dostun düşmanın hayran olduğu bir sırça köşk elde ettiniz. Onun azameti, onun parlaklığı yanında üç beş çuval ekin, dört beş
davar nedir ki?... Biz sisin şanınız, şere’’-finiz için çalışıyoruz, sizin iyiliğinizden başka bir şey düşünmüyoruz. Bakın, bu gün getirip bıraktığınız koyunların bile hepsini yemedik, boğazımızdan kestik, bir kısmını size geri vereceğiz. Bütün koy unların kelleleri halka dağıtılsın!»
Sırça köşkten çıkan bir çok hizmetkâr, biraz önce ıraya canlı olarak giren, şimdi kesilip, yüzülüp kebap edilmiye başlayan koyunların kafalarını halka dağıtmışlar.
Kelleyi alanlar dağılmak üzereyken içlerinden biri elindeki başa bakarak hayretle bağırmış :
“İyi amma br başın beynini almışlar!» Elebaşı balkondan seslenmiş ;
“öyle... Fakat siz beyni ne yapacaksınız? Pişirmesini bilmez ziyan eder-siniz!»
Başka biri :
“Peki, ya bu başlatın dili de yok!» diye haykırmış. Elebaşı aşağıya doğru eğilm'ş :
“Canım, dilin size lüzumu yokl Yemesini beceremezsiniz!»
Bir üçüncüsü:
“Yahu, bu kellelerin gözlerinizde çıkarmışlar!,,
Elebaşı ona da cevap vermiş :
“Siz o gözün de nasıl kullanılacağını bilemezsiniz, vaz g-çin ondan da...»
Bunun üzerine halk, beyins z, dilsiz, gözsüz kelleleriyle dağılmak üzereyken, aralarında canından bezmiş biri:
“Böyle başın da bana lüzumu yokl» diyerek, boynuzun lan tuttuğu keleyi fır-latıverm ş. İşte o zaman hekesin şa°tığı bir şey olmuş; hızla gidip sırça köşke çarpan kelle orada şangır!... diye koskocaman bir gedik açmış. Halk her şeyden sağlam, hiç b r zaman yıkılmaz, kırılmaz bildiği o koskoca sırça köşkün bu kadar çürük olduğunu görünce elindeki kelleleri birbiri arkasına ona fırlatmıya başlamış, göz açıp kapayıncaya kadar tuzla buz olan sırça köşk çökmüş, yıkılmış, içindekilerin çoğu cam kırıklarının altında ezil miş. kapıya yakın yerlerdeki beş on kişi zor kurtulmuş...
Halk sırça köşkün enkazını çabuk temizi m ş, dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlayarak eski hayatına dönmüş, işini gene arasından seçtiği adamlara gördürmüş. ama sırça köşkün kötü hatırasını uzun zaman zihninden çıkaramamış. İhtiyarlar çocuklarına ondan bahsederlerken şu nasihati vermeyi unutmazlarmış ;
“Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız, ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk hurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın, en heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.»
Sabahattin Âli
6
SOSYAL EKONOMİ :
Sovyet Rejiminde içtimai
Sigortalar
BİRİNCİ Teşrin ihtilâlinden sonra vaziyet kökünden değişti. Sovyet hükümeti derhal işçilerin zaruretleri ve menfaatleri ile ilgili olan içtimai sigortaları memlekete soktu.
Sovyet hükümeti bütün işçi müstahdemlerin içtimai sigortalarını hükümet hesabına ihya etti.
İşçi ve müstahdemler gündeliklerin düşmesini hasıl eden sebepten m laf tutularak bir tazminatla faydalandırdılar.
Kendileri bizzat ve ailelerinin her a-zası parasız sıhhî sigortadan istifade e-derler. İşçiler de geniş bir surette İçtimaî sigortalar idaresine iştirak ederler.
Sovyetler Birliği stnd.kalan içtimai sigortalar üzerinde her zaman şajanı e-hemmiyet bir şekilde tesir icra etmişlerdir : Bütün sendika kongreleri iş himaye-isine ait meseleleri, sıhhî yardımları ve çtim .î sigortaları uzun uzun münakaşa etmişlerdir. Yine keza sendika konferanslarında intihap edilen emniyet sandıkları ve bu sandıkların faaliyetlerini yine sendikalar kontrol etmiştir.
Bununla beraber İçtimaî sigortalar 1933 senesine kadar Cumhuriyetlerin, şehirlerin, mıntakaların ve daha küçük mm-takaların emniyet sandıklan tarafından idare edilmiştir.
Sosyalist ekonomisinin terakkileri ve eşhas adedinin fazlalaşması İçtimaî s:gor-talann vazifeleri sırtına büyük bir yük yükledi: Bıı da millî ekonominin ve her işletmenin bütün şubelerinde iş şartlarının daha sağlam ve doğru bir hale ifrağı idi.
Bu kadar muhtelif şekiller alan vaziyet karşısında emniyet sandıklarının kifayetsizliği anlaşıldı. Bu büyük vazifeyi sanayi cihetinden tamamen teşekkül itmiş ve organize edilmiş bulunan sendikalar daha büyük muvaffakiyet ve kolaylıkla başarabilirdi.
Sovyet hükümeti ve Sovyetler Birliği sendikaları merkez hey’eti sendikal organizasyonlarının arzularına cevap vererek 1933 de sosyal sigortaların ve onların bilcümle sandıklarının idaresini sendikalara havale etti.
İçtimaî sigortanın sahası dahilinde bulunan umumî iş de işletme sendikala, ı komiteleri tarafından idare edilmeğe başlandı.
100 kişiden fazla şahış bulunan her müessese ve her yeni işletme yeri için a-telye komisyonları ve İçtimaî sigorta encümenleri ihdas edildi.
Bu encümenler içtimai sigorta faal mil.taranları t. planlılarında intihap edildi. Bu toplantılarda sendikalarda delege, sigorta servislerine bağlı hekimler, tıp okul-
(s>
Yazsa :
A. GORBOUNOM
Çeviren : S. E.
4®>
larından getirilmiş tabibler ve atelye komisyonları azalan bulunur.
Encümenler ve atelye komisyonlm atölyelerin ve işletme sendika komitesin n azalarından teşekkül eder. Paraca verilecek tazminatlar, gündelik düşmesi üzerine ameleye verilecek alokosyanlar, hastalık halinde, iş kazası vaziyetinde, gebelik, lo-husalık ve doğum ve bunun gibi diğer vaziyetler hakkında bu encümenlerin ve
Çekoslovak Ekonomisi
Eski Reisi cumhur Beneş tekrar Çekoslovrkyanm başına geçince halkın arzusu üzerine memleket ekono-m;k çehresini bir kaç günde değiştirmiştir.
Bankalar, sigorta şirketleri, bütün madenler, demiryolları, büyük sanayi, hava gazı ve ( lektrik, önemli kimya ve mensucat işletmeleri bir günde millet malı olmuştur.
Bundan ba?ka cam, porsölen, bira, un, şeker, içki, margarin ve çukolata fabrikaları d ı milli.eştırıimiştir. Ancak bunlardan 100 '150 işçi çalıştıranlar özel sermayeye kalmıştır.
Bunların bir kısım koperâtifleştirilmiştîr bir kısım da halkın, yanı belediyelerin, memurların ve sendikalar n mümesîlle-rile devlet murahhas.arı ıd n toplanan heyetleri tarafından idare ediliyorlar.
Bu ekonomik inkılabı yavaşça yap-mak isteyen Reis Be. eş, istikbalde millileştirilecek endüstrilerin patronları yeni masrafa girmez, istihsal artmaz, böylece ekonomi sekteye uğrar djj şüncesiyle işi bir iki günde hal yolunu tutmuştur.
işgalda Almanlar ve Macarların satın aldıkları, düşmanla işbirliği eden şahıslara ait olan işletmeler, yanî büyük ekseriyet bedava alındığından hâzineye de fazla bir külfet olmamış tır.
Rasıh İleri
atelye komisyonlarının vereceği kararlar muteber olup, hastalık halinde tıbbî yardımları bunlar gözetilecek, her nevi hastalık için bunlar yardım edecek, bunlar rejime tâbi şahıslar için yemek listesini tanzim edeceK, istirahat evlerinde oturma müddetini tayin eden bültenleri bunlar dağıtacak, sanatoryomlara ve açık hava kaınplauna gönderilecek işçileri bunlar tayin edecek ve ilâh...
İçtimaî sigortalar “ İşletme sendikaları komitesi „ tarafından idare edildiği için de amele ve memurlar sigortaya ait her nevi işleri işlerinin bulunduğu yerde halledebilirler. Müstahdemlerin ve amelenin ihtiyaçlarının tesviyesi hususunda büyük rolü sendikalar gurubundan intihap edilmiş delegeler görürler. Hasta amele ve müstahdemlere kardeşane yardımları yaparlar. Lüzumunda çocukları bakım ev-lerine ve bebek bakım evlerine verirler. Hastaların yemeklerini ve ilâçlarını ika metgâhlarına götürürler. Evde yapılacak işlere yardım ederler. Soba yakarlar, bunun gibi bir çok şeyleri bu delegel.r yaparlar. Bütün bu ödevler: de işlerini bitirdikten sonra ifa ederler.
Ko.ıtrol vazifesi de bu delegelerindir. Sıhhî yardımlar zamanmda yapılmış mıdır? Hekimi eve getirirler. Hastayı hastahane-ye, sanatoryuma yahut istirahat evine kaldırmak lâzımsa icap edeni yaparlar.
Bu sigorta delegeleri amelelerin nez-dinde itibara maliktirler. Delege adedi her sene artmaktadır. 1932 de * 50,030 „ ken 1938 de “ 384,000 „ ve 1940 da • 675,000 „ bine çıkmıştır.
Sendika teşekkülleri amele ve memurların sigorta maddeleri hakkında ve delegelerin çalışmaları hususunda sistematik bir surette haberdar olurlar.
Fabrika komiteleri bunların çalışması hnkkında düşündüklerini umumî amele ve memur toplantılarında söylerler.
İçtimaî sigortaya sarf edilmiş emekler ve paralar muvakkaten neşredilen fabrika afişlerinde amele ve memurların vaziyete agâh olması için ilân edilir.
Sovyetler Birliği sendikaları umumi encümeni bütün İçtimaî sigortalar mecmu-unun müdürlüğü vazifesi ile muvazzaftır.
Umumî sendikalar komitesi halk eko-nomis'nin muhtelif şubelerinde içtimai sigortaları idare ve mahalli sendika teşekküllerinin sigorta sahasındaki faaliyetlerini de kontrol eder.
İçtimai sigortadan yeri ve işi ne olursa olsun bütün işçiler ve memurlar istisnasız olarak istifade ederler.
Sigortalıların sayısı 1915 de bir milyon yedi yüz bin, 1932 de 22 milyon dört yüz bin, 1935 de 24 milyon dokuz yüz bin, 1937 de 26 milyon sekizyüz bin, 1940 da ise 30 milyon yediyüz bin kişiyi bulmuştur.
6
»4 *
Sosyaİ Bünyemiz üzerine Gayrı Siyasî Düşünceler
BUGÛNtÜ sosyal durumumuzu derinden kavrayabilmek için sosyolojinin İmparatorluk» dediği cemiyet tipini en ince noktalarına kadar araştırmak gerektir, Bu yalnız bizim için değil fakat Osmanlı 1 paratorluğunun darılmasından doğan bütün milletler için zaruridir. “İmparatorluk» adını alan cemiyet tipini sosyologlarımız şimdiye kadar esaslı şekilde ele almadılar. Bu konu üzerinde profesör Hil ni Ziya Ülkenin (İnsan) da çıkan değerli yazılarından başka müstakil yani İmparatorluğu sırf sosyolojik bir konu o-larak inceleyen yazı hatırlamıyorum. Bu yazılaıın okuyucular tarafından gözden geçirilmesi son derece faydalı olacaktır. (Gün) akademik bir dergi oJmadığı ve sadece didaktik olmak istediği için İmparatorluğun ilmi tetkikına burada giremeyeceğiz.
İmparatorluğun parçalanmasından doğan en önemli devlet olduğumuz kabul edilebilir. İmparatorluk bir bütün bir Geştalt olduğuna göre bünyesine giren her par çanın da onun etkileri altında bulunmas tabiidir. Merkezi bir derebeği durumunda olan İmparatorun yanında mıntakaları bu merkezi derebeği namına idare ve istismar eden beğıer yani küçük derebeğleri, genel bütünün karakterine tamamıle uygun bulunur. Alt yapısı ziraat, çobanlık, ev endüstrisi bölümlerinden ibaret olan Em-pire in bunlara son derece uygun ve bağlı bir üst yapısı vardır. Her biri yalnız t ışına kaldığı zaman kifayetsiz olan, imparatorluğa bağlı mıntakalar bu İktisadî kifayetsizlik dolayısile bütüne bağlı kalırlar. İmparatorlukların devamını sağlıyan, mintakaların kendi kendilerine kâfi gelmeleridir. Böylece her cemiyet tipinde olduğu gibi İmparatorlukta da iktisadi
Amerika Birleşik Devletleri
Anayasa ahkâmına göre çalışması böyledir.
Beard : « Anayasa ahkâmına göre » demekle neyi kastediyorsunuz ? Anayasa bu kaideleri emrediyor, yahut bunlara yalnız müsaade veriyor demek mi istiyor, sunuz?
Ayan azası: Her ikisini de. Anayasa Meclis Reisinin (veya « speaker » ) seçimine, karar verebilmek için bulunması zaruri Meclis aza sayısına, v.s., v.s ; taallûk eden bazı kanunlar tesis eder, fakat, heyeti umumiyesinde, her iki teşrii heyet, anayasayı bozmamak şartile, usullerini seçmekte serbesttirler. Beard: Tebarüz ettirmek istediklerim bunlardır.
İki teşrii, heyetten her birinin teşkilâtı, komisyonların sistemi, münakaşa müdde-
Yatan :
HAŞAN TANRIKUT
zaruret en önemli rolü oynar. Birbirlerinden dil, çoğrafya, anane ve kültür bakımından ayrı olan milletlerin bir İmparatorluk çerçevesi içinde uzun zaman ka labilmeleri bu iktisadi yetersizlikten gelir. Endüstrinin inkişafı ve ticaretin sonsuzca uzakta bulunan milletler arasında kabil olması, mıntakalarda kendi kedine yeterliği sağladığı anda istiklâl hareketleri, İmparatorluklara karşı ayaklanmalar doğmuştur. Müstemlekeci memleketleketlerin, müstemlekelerde tam bir uyanma ve ilerleme istemem.ş olma.arı bundandır.
Bunun a b naber biz burada şimdilik milletlerden doğan İmparatorlukları değil sitelerden doğan İmparatorlukları gözden geçiriyoruz.
imparatorluk, ihtiva ettiği halkların tecanüssuzlüğüne rağmen ömrünü mınta-kaların yertersizliği prtnaibine borçludur. Böylece merkezi derebeği ordusu, saray halkı, memurlan ve butun paytaııt sakinlerde b.riikte en büyük müstehliktir.
Paytaht muhtaç olduğu para ve gıda için mıntakalar üzerinde daimi bir tazyik yapar ki bu tazyikin neticesi mıntaka merkez tezadını doğurur. Merkezin tazyiki arttığı zaman m.ntazalarda isyanlar, ihtilâller baş gösterir. Osmanlı tarihinde celâli hareketleri mtrkezi derebeyine karşı halkın ayaklanmasından başka bir şey değildir. Tarihçilerimizin bu hareketleri bu gözıe tetkik etmiyerek onları bir BELÂ gibi göstermesi ta ııamiyle gayri ilmi bir görüştür... İmparatorlukta nüfus dağınık ve birbirlerinden oldukça geniş mesafelerle ayrılan kasabalarda yerleş miştır. Kasabalar İktisadî zaruretlerle de ğıl de sırf emniyet, eşkıyadan korunma
tinin tahdidi, gizli kapaklı çalışan tarafların mekanizması, kanun projelerinin ithali ve münakaşası usulü, Mebuslar Meclisi ile Ayan Meclisi arasındaki münasebetler; nihayet, onların teisle münasetleri,-Anayasa fıiiyatta, temsili bir hükümet için mühim bir esas oian bu meseleleri ve daha bir çoklarını asla sabit kaidelerle halletmez: bunlar Mebuslar ve Âyan Meclislerinin tayin ettikleri kaideler ve usul lerdir. Anayasama müessisleri Kongre’ye muazzam teşriî salâhiyetler tevdi ettiler. Ona malî ve askeri salâhiye i, bu iki kuvvetli Kumanda manivelalarını verdiler. Onlar Kongre’ye icra kuvvetinin tertibini, idarenin bütün memurlarının salâniyetle.i-ni. Yüksek Adalet Divanı hakimlerinin sayısını, bu Divanın dava istinafında ki kaza hakkını, tâbi federal Divanların şeklini ve kaza hakkını tayin etmek müsaadesini verdiler. Anayasa müessislerinin tasavvuruna göre, Kongre memleketi teşkil eden hakikî ve muhtelif faktörleri
gayelerile kurulmuş olduklarından inkişaf edemeyip yüz yıllarca zaman oldukları gibi kalırlar.
İmparatorluğun İktisadî ve demoğra-fik maddi yapısını bir kerre böyle anla-yup onun devamını soğiayan temelleri gördükten sonra bu temeller üzerinde yükselen ideolojisini gözden geçirebiliriz.
imparatorluklarda ideoloji genel olarak ümmet zihniyetidir. Ümmet site dinin geniş imparatorluk sahası içinde yayılmasıdır. Site dini ya hınstiyanlıkta — Kudüs sitesinin dini — olduğu gibi karşısına çıkan kurulmuş bir imparatorluk (Roma) içinde yapılır, yahut hudutlarını kırarak fütuhata çıkan sitenin ekonomice olgunlaşmış sınıfı ile birlikte yeni bir İmparatorluğun kuruluşuna iştirak eder; Mekke sitesinin dini olan İslâmlığın ordularla birlikte vayılmasıl.. Ümmet mıktakalarda mezhep, tarikat halini alır ve mesleklere Inüfuz etmeğe çalışarak Loncaları yaratır.
Ayrı dinlerden milletler ihtiva eden mparatoıluklarda bir ideoloji yaratmak isteği .Osmanlı milleti», «Comonvvelth» gıni sun’ı bir takım fikirler ortaya çıkarmıştır.
lmpaıatorluğun kuvvetli olması demek merkezin mıntakalar üzerinde cebir ve istibdadım kuvvetle devam ettirerek a-yaklanmalara mani olab Imesi demektir. Ancak bu kuvvetli hali de keyfi olmayıp beynelmilel şartlara bağlı bir mesele olduğuna göre İktisadî şartlarda hasıl olacak değişiklikler en kuvvetli sanılan im-porator(ukları yıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı buna örnek olarak gele-cek yazımızda verikeek, İmaratorluğu yıkan sebepler belirtildikten sonra bu yıkılıştan ortaya çıkan devletlerden biri olmak üzere bugünkü Türkiye üzerinde durulacaktır.
temsil etmelidir. Altı sene için reçilen, fakat her iki senede bir üçte biri yenileştirilebilen Âyan Meclisi müttehit insanlar halinde Devtetleri temsil eder. Sık sık (her iki senede bir) tekrar seçime tâb tutulan Mebuslar Meclisi bütün milletin ziraî, ticarî, sınaî, ahlâkî fikrî v. s. çeşitli menfaatlerini aksettirir. Her iki meclis bu menfaatlerden doğan ihtilâflara, müntehip-leri oldukları gibi vasileri de bulundukları milletin namına ve anayasanın onlara ilham ettiği vicdanî vazifelere göre hakemlik etmelidirler. (Sonu gelecek sayıda)
ESKİ ABONELERİMİZE
Abone defterimiz zıyaa oğradığ’ndan eski abonelerimizin adreslerini tekrar bildirmelerini rica ederiz.
“GÜN, ünün yaşamışınım istiyorsanız abone olunuz ve tanıdıklarınıza tavsiye ediniz.
ŞEN ÇOCUK
Türkiyenin en sevimli ve en çok ekunan çocuk dergisidir.
HERKESİN MECMUASI
CUMARTESİ
Sanat - Edebiyat • Tiyatro Sinema Spor - Moda - Mizah ve Aklüalite
&UGÜN ÇIKTI
PORTRELER :
Mümtaz Yener
•—Hayır, Haşmet, bu Fikre taraftar delilim. Hiç bir söğüdün zarif bükülüşü, yahut çiçeğin gönül açıcı kokusu, in-.an bakışındaki o içe işleyen, bazan sevinç bazan keder tevlit eden, derin tesiri yapamaz. »
Sanatta, insan gözünün, bir kol düğmesiyle müsavi kıymette olduğınu ve bir söğüt ağacının kıvrılışındaki zarafetin seyirci ruhunda derin tesirler yapacağını iddia eden bir konferanstan dönüyorduk..
O gün Müntaz böyle konuşmuştur.
Onun insansız resmi hemen yok gibidir. Eserlerinde her eşyanın manası insanla ölçülüdür.
Lambamı çizecek? okuyanla beraber, Saban mıyapacak? süıeule beraı er, otomobil resmimi? şoförü ve sanibiyle beıa-ber.
Mümtaz bir halk delikanlısıdır, ve gördüğünü namuslu san'atkâr haysıyetile tuale geçıriı. Halk içinden çıktığı için, en iyi onun hayatını bilir IzdıraDi, sevinci, ış hayatı ile beraber - ... bu sebeptendir ki onun resimlerini hınca hınç ııalk doldurur.
Hicri 133! te, Kasımpaşada dünyaya gelen Mümtaz muhitim hiç bir zaman yadırgamadı. Kasımpaşa!....
İşten ve işsizlikten ezilenler bucağı, O, orasını çok iyi bilir.
Gelenbevi de orta tahsilini bitirdikten sonra G. S. Akademisine girdi.
Sirayla Nazmi Zika ve Çallı Atölyelerinde çalıştıktan sonra Leopold Levının ta'ebesi oldu. On sene çalıştı, didindi,., ve üç yıl evvel sessiz sadasız, fakat kafası tıklım, tıklım bilgi, akademiden ayrıldı.
3 Yıl evvel; bir gün beni yakalamıştı, ve:
— Hiç ummadiğın bir tablo görmek ister misin......gun, saat .’.... da, fa-
lan yere gel, demiş, ve bir adres vermişti .......
Hayatın içinden..
Teşhir Cezası
Yirminci asrın siyasi ve iktisadi bütün gaddarlıklarına rağmen onu ortaçağdan ayıran başlıca fark insanlık haysiyetine tanınan değer, gösterilen saygıdır,.
Bilhassa hukuki zihniyet bakımından bu iki devir arasındaki ayr Lk ölçülemiyecek kadar büyük ve şereflidir. Ortaçağın muhakeme usu 1er ni, hapishane rejim, cani* bud.da, ceza sistemlerinden ben bu * da yalnız bir tanesini, ve her nasılsa hortlamış olanını ele alacağım: Bu TEŞHİR CEZASIDIR.
Medeniyet kendi bünyesi içinde gelişip, insanlık duyguları inceldikçe orta çağın o meufur sistemi yavaş, yıvaş gözden düşmeye başladı, nihayet büyük fikir aavsşhrı ve adlın hukuk tarihine geçmiş o’an fikir kahramanları bu günkü ceza ve infa2 sistemini ytrattılır, .
Sjçlunun da her şeyden Önce insan olduğu, cezanın "ir intik m dejil ancak fertle fert veya eemivet arasındak’ uzlaşmazlık! irin vahimleşmesini önleyen muv kk t bir tedbirden başka dir şey olammiyac gı, suçlunun cemiyete geri çevrildiği zemin muhtaç olduğu şeref ve haysiyetin de kendisine iade cdilmes lâzım geleceği zihniyetini taşımadıkça ortaçağ ile yirmine asır arasındaki büyük farkı asla kavravamayız.
Bu günkü ceza telekkimize göre her mevkuf yarı yarıyo masum sayılır. Bu böyle olduğu halde bütün şehirlerimizde bunların elleri kelepçeL, süngülü jandarmalar nezaretinde caddelerde dolaştırıldıklarını görüyor ve orta çag sistemi hortladı mı diye düşünüyor, muştarip oluyoruz . .
Htlka teşhir edilerek mahkemeye sevk edilen maznun onbeş dakika sonra beraet etmiye yecegini kimse iddin edemez. Böyle bir maznun mahkûm edilse bile hakiminin verdiği cezanın jandarmanın tatbik ettiği cezanın aleni teşhir cezasında daha ağır «ayılımız, insan haysiyetini, insanlık şerefini değil böyle pa-yimal etmeye, h^tta incitmeye dahi kanuni irimiz müsait değildir. Ve buna göz yummaya Türkiye cumhu-iyetind-* hiç bir makam salahit yoktur Adalet bak in lığının bu kanunsnz teşhir hareketinden umumî efkârın duymakta olduğu ıstırabı paylaşacağındın eminim, yapılacak iş andırma vazife ve salâhiyet kanunu degişürmuk, kapılı cem evi »rabikrini itrtiya ca yeter miktarda artırmak ve teşhire sebebiy-yet varenlerişîddetle cezalandırmadan ibarettir. ______________ ADİLOĞLU
Söylediği gün muayyen saatta dediği yere gittim .. Vaadettiğı tablo hakikaten tasavvurun fevkinde idi.
Sıvalı kollan makine yağıyla kaplı ter içinde çalışan, mütefekkir alınlı ve gözlüklü bir genç.......... Mümtazı tanı-
mak güç olmuştu. Hayretle sormuştum ve o izah etmişti:
— Ayol hiç bir şey yemedin..
— Üzülme hanımcığım, şimdi bir törene gidiyorum, büfede tıkabasa doyı ım.
L13ERALİZM: Liberaller tarafından ileri sürükn doktrinlerin umumu. Liberalizmin mana ve hudüdu önceleri pek dardı.
Liberaller ferdi hürriyet yoliyle ilerlemeyi istiyorlar, hükümetler ve kılisanın az veya çok her türlü müdahalesini ret edıyorlard - fakat sosyalizm n ilerlemesi liberalizm n genişlemesine ve gelişmesine çok yanlını etti. Liberalizm, bı gun fert ve hâkim zümre hürriyetinin koruyucusu olma hakim n(lan ehemmiyetini fazlasiyle kaybetmiştir.
OTOKRASİ : Müstebit, mutlak bir hükümdar idaresi, istibdat.
BÛ.dO .RASİ: Hükümet içindeki idi-i müesseslerin ve büroların fena bir tarzda yüksek bir nüius. Kafi bir salâaıyet taşıması hah.
KLARİKALİZM : Cemiyet ve hu kûmetı kilisenin hükmü altında bulunduran rejim. Klefikal siyaset; d n adamlarının ve dini ıprensipierin devlet idaresine karışması demektir.
* Çalışa ilan iyi tanımak onlar gibi çalışmakla mümkündür ..
« Ya san'atın > demiştim ...
« Göreceksin I» .......
Şimdi aradan sadece 3 yıl geçt. Geçen gün resimlerini gördüm. Mümtaz O sürpriz gününe nazaran 30 yıl ileri bir olgunluğa erişmişti ... Haşmet Akal
* -
Comments (0)