Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
Hilmi Zi.v Ülken
"tean Can irde İsiirhan Arpati
Mermin Meneınt einğlıt Hıisıunelün Boî ( Nttri.Zâlmoğlıı
- Doı;e.nt üehice t Boran Prof. Hilmi Ziy tliken = lidtir SıH-ı Kını
lı |
afi Mylchıj
ıinlti.1 fruıı
MMggjgft lISfcM rı'l'
ıbiyşi
Sulh muharriri
ar'
(
tellerde Rofnan
iz IR afi Mektup İT. ı Muharriri (Hikâyej
aymtar : Fikir H Dönme Hâdisesi i Faş
Bir FeU^ pliyle) . Ongeni Dr. M Şöîalet, Sal: öyiin gfii^ Nabi D
i nle Beraber Yıkılan t :affer Şerif Bajoğlu I Birsel:
çer.
Adımları Beğeniyorsanız
Abone olunuz, Abone bulunuz.
Humanizma Sayımız :
ilk kânunun birinde Humanizma sayımızı bekleyiniz. Bu sayıda, şimdi üzerinde çok sözler söylenmekte olan Humanizma meselesi muhtelif yönlerden incelenecektir.
Adımların Okuyucu Sayfası =
Adımlar, bugünün hayat ve sanat gidişini yakından takip ederek okuyucularına bildirmek için çalışıyor. Daha faydalı olabilmek için, Adımlarda ele alınan mevzu-laranMmcîı in, :i ■zıakenaınayattecnı?e!enn^n7uıl?nenndenkalHMmj^er' çekleri, dü nceleri d lar hakkım ki raütali »Okuyucn iyfaslı m
i öğrenmek ve okuyucu sayfamı ya ytnak darınızı, Atilinlar'da ele alınmasını Hra etli bildiriniz.
iyoruz. Yazı-liz mevzuları
erin değişmesinde sa lurkheim-Ziya Gökal
rr>mı* kıtı oHınl/fı trrıatl^««U.
l Sosyolojisinin neslek seçimi,
Tenkidi, oramızda bu günk,ii arı, Umumî Kültür ve________________
Gençliğin syal Psikolojisi, Rad al Psikolojisi, Sineme :n Sosyal Psi-
kolojisi, N dem Mimarî ; anlayışı örnekler.
halinde olan Dünya
Edebiyatından
ADIMI, A R
NI**crrvcd TMiîrlR’FK : Dr RahibA Çarîj^ Bon
Altı aylığı ıno xrş. .-.yıllığı 4(W.krş,‘ '
Adres : Adımlar, Posta Kutiısu 61, Ankara ilerilen vazılar geri verilmez
YIL : I İkinci Teşrin 1943 Sayı: 7
Cumhuriyet İnkilâbımurın Tarihî Manası
Heniiz pek genç olan cünahuriyetimi-
zin yirmi sençlik tarihi ve daha önceki mücadele ^yıllarının hatıraları, bugün olgunluk çağında bulunan neslin kendi hayatının tarihi*
dir. Bu tarihi yakından vc içten biliyoruz. Bîr milletin tarihine tnalOİACak büyük olay-lnnn geçtiği bir devri böyle yaşamış olmak daha sonraki nesillere en mükemmel tarih kitaplarının bile, yeremiyecuği, icGiüLtden gelen bir bilgi kazanmış olmak dcme.ıı Milli kurtuluş savaşının üzüntülerini. :;•*>-Tellerini, ümitlerini onu yasamış olanlaı bilir; hrr «çilen demir yolunun, yükselen fabrikanın, kurulan mektebin, hastanenin, yapılan garajın, gelecek İçin vadettigi niynırt İSri,«bunların ao.-yal değerini, onların yokluğunun acısını çekmiş olanlar bilir. Böyle bu-yük Sosyal değişmelerin yfirahnış olduğu bir devri yaşamış olan nesil kendi Bini mutlu ad-mkt&bilir.
I Ama diğer taraftan, büyük tarihi o i- muayyen bir haddi aş-mca ve zecrî değişme-aylnrm geçtiği devrin içinde o’ (»k- o ‘“ m“ta*r olunca, kendiliğinden
r$n hadiselerini tamkıymetlendirmek ve ma- , husule-gelmekte olan sosyal cleğişme,-.'c«mri-ıiâl|»ndırın«k işini-jorlmt^bilir^ badedenn, ricijdilue. . Luıcketine kalbolur; yani
içinde alan İnsanda daha «onraki -nedtlerih.” ‘şttûrıS^r: keskin zecn şeHlîer atıf; isyanlar.
geniş’görüş zaviyesi yoktur. insan ekendi dev- ihtilâller, savaşlar halinde belidr; artık koh-rîne, geleceğin -üıjjg ^i’^ğİndeft j^aka^^, bo^kabuk .haliu^elmi^Jçlirnaîmiiesse-
mlzleniri yeniçsartlara uygun yeni bîr .AV life
rine. «fecegin ;ulUs
ya cağı için, hiç -F- ;ibr gârijft daneyek.^
L ÜS
chi devrini bütün bir tarihî seyir içinde gör?
mrğc çalışarak raanalandırabilir vc mana-l and irmelidir da ... O zaman, böyle bütün bir seyir içinde ele alınca, bugünkü hadise-
lerin geleceğe do-ğnı uzanışı da görülebilir. İşte bu yazıda Cumhuriyet İnkılâbımızı^ umumi olarak cenviyjştJer?n\=tarihî seyri, hususî olarak da kendi -cemiyetim:zin tarihi seyri bakımından ele almağa çalışacağız.
İnkilâp dediğimiz socyai hareket, kemiyetin yapısını (strueture) değiştiren, pir sosyal değişmeler serisidir. Cemiyet yapıların değişmesi hadisesi uzun bir başlangıç .i, -•rsi geçirir; yeni hayat şartları altında hrlirm.yeni cemiyet unaıırları tedricen--ol’ gunlaşir, mevcut sosyal nizam ı temelinden uy.ır; hayatiyetini kaybeden, eskiyen bu'.ni-zanı ile serpilmek istiyen yeni unsurlar-ç^H-şrr; bu sosyal değişmelerin ye eski ile yeni arasındaki çatışmaların derecesi ve şiddeti
müesseseler mizamı meydana getirilir. İçte eskiyi temsil eden kuvvetlerle savaşıp yendikten sonra cemiyetin eski yapısını ortadan kaldırıp yeni yapısının esaslarım kurmağa inkilâp denir ve bu zecrî sosyal temizleme ve yeniden kurma hareketlerinin yapıldığı devreye de «inkilâp devri» denir.
Uûklâl »avajı, Cumhuriyetin ilâm ve sonra gelen yıllarda yapılan içtimai müesse-selen değiştirme hareketleri, hir asırdan faz* la bir zamandan beri devam ede gelmiş olan tedricî değişmaler serisinde bir dönüm noktası, eskimiş müesseselerin birden temizlendiği, yenilerin temeli atıldığı ve yeni sosyal şartlara uygun olarak devlet siotemin-
itl 'değiştirildiği bir zaman bölümdür, bu-pun için de bu hareketler ve bu zaman bö-lümü cemiyetimizin tarihinde bir inkilâp devresi teşkil eder. İnkılâplar, cemiyetlerin yapılarının değiştirilmesidir , dedik. Yapı değişmeleri. iktisadi organizasyonun ve nüfusun ayrıldığı zümrelerin teşkil ettiği sistemin değişmesi Ve bu değiçmelarin siyasî teşkilâtta, devlet kendisini ifade
etmesi demektir.’.İmiklnl savaşında düğümlenen cuınh-uriy- tin ilânı -İle çözülüp gelişen, bir asırdan beri «levam ede gelmiş olan değişmeler serisi nelerdi? Cemiyetimizin yapısında ne gibi istihaleler meydana geldi ?
Büyük mikyasta kendi İçine kapalı, dışla münasebetleri az, merkezî - feodal bir cemiyet olan Osoıanlî İmparatorluğu, benzer durumda olan diğer Uzak ve Yakın Şark memleketleri gibi, Garp kapitalist cemiyetlerinin tazyiki, zorlayışı altıma kapılarım Garba açlı. Bu tazyik, bir taraftan imparatorluğun haprlcrae mütemadi yenilmesi şeklinde hissediliyor, diğer taraftan. Garp dev Jetlerinin doğrudan doğruya iktisadı ve si-
yası müdaheleh-ri şeklinde beliriyordu. Bütün cemiyetlerin tarihinde dışu, yani diğer, cemiyetlerle, ohuı münMebefler büyük bir rol oynar. Cemiyetlerin gidişi daima iç vç dış şârtların v(- -
Mrtikfmettc gen Avrupada ka, bat» mcmleke
*Wsebet&nb muayieV^r3 ş-mesi ile taayyüş eder. Batı -,üı*ek külünde^ bu. la münçselfctler^
yani müstemlekelerle ticareti. mühim bir rol oynamış, sermayenin Baü Avrupa memleketlerinde birikmesine yardım etmiştir. Bu dışla münasebetler netice-•inde iç ekonomiler geli^nij. teknolojik yenilikler meydana gelmiş istihsal çanları deği-mis ve kapitalist dediğimiz sistem ilk defa insan cemiyetlerinin tarihinde belir-miçtir. Kapitalist .istemin inkişafı, bu sistemin yer aldı memleketlerin dışla münaseba.-tını daha da artırmıştır: kapitalist sistemin gelişmesi dışla münasebetleri artımken, di-ğer taraftan bu münasebetlerin artışı, kapitalist cemiyet şeklinin, iktisadının, kaidl erinin, fikirlerinin i Ih. diğer cemiyetlere, yani mûna-
sebete girişilen cemiyetlere yayılmasına-sebep oldu. Böylecc aynı ve tek bir ve tirenip • ki cephesi olarak, hem kapitalist rejim batı •Avrupada gelişti, hem. dc ö-bür taraftan yeni bölgelere yayılarak, ileride, ilk geliştiği bölgelere rakip çıkacak, mahreçler için rekabeti şiddetlendirecek yeni kapitalist cemiyetlerin belirmesine sebepoldu. Bu yeni memleketler, kapitalist mcrnlcketlerin. ken^i silâh» ile onlara karşı koyacak Iardır. Bugün, kapitulist memleketler denediği zaman ilk akla gelen büyük kapitalist devlet. Amerika Birleşik; Cumhuriyetleri. vakti ile. Bat» Av-ıu p;ı kapitalizminin nüfuzu altında olan . e kapitalist münasebetler sisteminin yayılması neticesinde kendisi de kapitalisti eşerek Avrupadaki ana - kapitalist memlekete, İngi!tereye, karşı koyan, ve. onun nüfuzu altında olmaktan kurtulan ilk memlekettir, Amerikan İstiklâl hareketinin sosyolojik manası budur.
Kapitalist cemiyetler doğrudan boğru-va kendilerine bağladıkları sömürgelerini; işletmekle kalmalıdırlar; Avrupadaki geliş
menin dışında kalmış, halâ feodal yapılarını büyük mikyasta kendi içlerine kapalı imparatorlukları da kapılannı Garp dcaıct yc aermayesine açmağa zorladılar. Çin. Japonya. Osrnânlı İmparatorluğu bu çeşit feodal cemiyetlerdi.
ve Garbın tazyikine karşı cılız tedbirlerle karşı koymağa çabaladıktan sonra Birinoi Cihan Habinin sonunda, doğudan doğruya bir müstemleke olmak yoluna girmiş göninii* yordu: fakat bir asırdan beri devam eden garplılaşma hareketi ve beliren mukavemet hamlesi tesirsiz kalmamıştı; devletin mekanizması çökmekle beraber Garp emperyalizmine karşı koyma küveti zayıflamanuştı OsmanlI İmparatorluğu rejimi eskimiş artık işe yaramaz bir kabuk gibi yolun kıy rama bira* kıldı ve o kabuk içerisinde belirip gelişmiş elan kuvvetler, kabuğu sıyırıp attıktan sonra. İstiklâl Savaşı ile Garp emperyalizmine karşı koymağa devam eltiler Ve kazandılar. Ata-iürkün büyüklüğü, cemiyetin kendi şartlarından, milletten gelen bu mukavemet ve mücadele hamlesini görebilmesinde vn onu mü* essir bir surette teşkilâtlandırabilnıesindcdir.
Garp emperyalizminin zorlayarak açtığı cemiyetlerde garplılaşma hareketleri her ınenmlekctin kendi iç şartlarına, tarihî seyrinin icaplarına göre farklılıklar gösterir. Garphlaşmayı, «Garbı taklit fijtmck» metinde anlamak yanlıtiır; böyle biı i iadede x taklit» kelime ve mefhumu İle'^stedilen hadime yani aonyal mahşulle.rin Xcemiyeı şekil* lerinln, kanunların, örflerin, adetlerin, mu; şeret kaidelerinin, inançların, zevklerin ilh) bir cemiyette diğnine geçmesi, yayılma ı hadisesi, sosyal determinizmi olan bir hadi sedir. Hangi şeyler bir cemiyetten diğerine geçecek ve geçtiği cemiyette bu sosyal malı aullcr ne gibi değişikliklere uğrayarak yeni bir kalıp alacok? Bunu, o iki cemiyetin tr-kâmül »eviyesi. ikisi arasındaki münâsebet şekli, yayılmanın y *r aldığı cemiyetin iç şar t lan ve onun bu yayılma karşısında aldığı vaziyet. yaptığı tepkiler tayin eder. Bu yayılma. pasif bir taklit hadisesi değildir O-—
11 Cemiyeti. Garbın tazyikine ve Garptan gelen iktisadi, siyasi ve kültürel tesirlere karşı nasıl vaziyet aldı? Merkezi bir feodolite ve bunun için de aynı zamanda askerî bir devlet teşkilâtı o1mn«ı cU'ayısı ile ilk n&hftı tepkiyi askeri sahada »&f(İİ$ ffduyuTisliE İle İşe başladı: eonra bu Garjg ü m eğin diski
orduya zabit, mühendis, tabip ve cerrah yetiştirmek için bu meslek erbabını yetiştirecek mektepleri açtı. Bu mekteplere ve devletin mülkî teşkilatına memur yetiştirmek üzere ilk ve orta tedrisatı ele aldı. Askerî teşkilâttan biraz sonra ve onunla birlikte devletin mülki teşkilâtını da Garp örneğine uydurmağa gayret etti. Görülüyor ki Osmanlı cemiyetinde garplılaşma hareketi tepeden ve merkezden. cemiyet yapısının en üst kısmından başlıyordu. Bunlar, sıkışık vaziyetler karşısında alınmış acil, parçalı tedbirlerdi; Osmanlı devİet ricali ve etrafındaki zamanın münevver zümresi imparatorluğun bünyesine dokunmuyorlardı jTörtadmâttan İtibaren yapılan ıslahat hareketlerinin memleketi kalkındırmak ve garplılaştırmaktaki kısırlığım bu noktada araştırmak icap eder. Bununla beraber. on dokuzuncu asır boyunca Osmanlı İmparatorluğunun bünyesinde, yapısında değişmeler meydana gelmiyor değildi: zaten, her ne yoldan girişilmiş olursa ulsun, cemiyet yapısının üst ve dış kısmında yapılan değişmeler, an-cak astl temelde olan d-eğişik-liklcrie desteklendiği; ^takdirde ve nisbette sürekli oltrr; hızlı ve pek verimli olmamakla beraber, garplılaşma hareketleri yer alıyor ve İmparatorluk değişiyordu, demek ki bunlara muvazi olarak İktisadî ve sosyal bünyede. de değişmeler oluyordu. Yalnız, bu İktisadî ye sosyal yapıdaki değişmeler Osmanlı Devletini «ıslâhat» hareketleri île meydana şclmiyodu; bunlar. Garbın, imparatorluğu kendi İktisadî çevresine almak teşebbüs-ünd’en doğuyordu. Osmanlı devleti, cemiyetin feodal iktisat sistemine, toprak münasebeti erinci âi*aıine dokunmuyordu: bunlar Garp Kapitalizminin müdahelesi ile değişiyordu; garp kapitalizmi ise, İmparatorluğun kalkmması ve kvvvelenmesi için gerektiği şekilde değil, kendi işine elverdiği şekilde imparatorluğun bünyesini değiştiriyordu. Garp kapitalizmi imparatorluğu. kendi emtiası için bir pazar ve senayii için harp madde ve şehirleri için gıda maddeleri meha olarak lulfânaor ye dÂada kruüanrnak istiyordu: Garplet4bu çe^t bir iktisadı münasebet im-
21]
para tor! uğun feodal ziraat sistemini içinden yıkrlıyordu.Osinanlı rejiminde, diğer feodal rejimlerde olduğu gibi, her kasaba ve zıvanadaki ziraî mıntıka büyük mikyasta kmdi-ne yeter, kapalı birer birlik teşkil ediyordu: istihsal edilen maddelerin bİT kısmı saray ve ordu için Istan bula gönderilir, fakat mm; akanın kendi ihtiyaçları evelâ temin edilmeden başka kasabalara mal gönderilmesine müca-de edilmezdi. Halbuki Garp kapitalizmi ile olan münasebette bu mahalî kendine - yeterlik kınlıyor, garbın senayii ile imparatorluğun ziraatı arasında bir işbölümü, karşılıklı mübadele (bu mübadele daima «enayi memleketinin lehine olarak) kuruluyordu. İmparatorlukta ziraî inin taka lar yavaş yavaş geçim istibadından çıkarak, piyasaya için istihsalde bulunan nnntakalar haline geldiler: emtia ve para ekonomisine girmeğe başladılar. İmparatorluk sınırları İçinde emtianın ve tüccarların hareketlerini sağlamlamak için Garp İmparatorlukta demir yollan ■kuruyor, limanlar jırasmda taşıt temin ediyor, telgraf ve posta sistemleri kuruyor, bankalar açıyordu; tüccarın ve malinin siya netini Sultandan talep ediyordu, Böylece Garp, bir taraftan İmparatorluğu emtiası için bir pazar, gıda maddeleri vc iptidaî’’Raddeler için de bir memba. olarak kullanıyoı. diğer taraftan memlekette İktisadî ve siyasî hayatına doğrudan, doğruya mttdahele ediyordu. Ticaretin ardından sermayesini de memlekete sokarak muhtelif İktisadî kaynak’aTı inhisarına alıyor, memleketi ve halkı istismar ediyor, milî ;emayenin inkişafına m ■-! oluyor, iktisadi bünyemizin ve neticede siyasi hâkimiyetinden zayıf düşmesine sebep oluyordu.
geldikleri için, bizim bünyemizle alâkası ol-mıyan, eklem ç hareketler olarak görmek, va-ziveti yanlı? anlamak ve t ahİıt>’ctme!(onîr Bu demir yoldan, .-'vapurlar telgraf ve posta matemleri, bankalar bizim topraklarımız üzerinde. bizim cemiyetimizde iş gördükleri için memleketin scHr^il dUTumu'üzctintie^e-oir etmemiş olrnatns
n İfikânsızâı-:wHçft:n
sokulmuş ve küçük mikyasta da olsa, bu yollar, trenler, vapurlar ilh. bizim İktisadî bünyemizin bir parçası ve daha geniş bünyeye tetir eden amillerdi. İkincisi, GaTp sermayesi ile kurulmuş olsalar bile işletmekte devam etmeleri için sermayedara kâr temin etmeleri lâzımdı, bu kâr ise Türk köylüsünün, Türk halkının emeğinden geliyordu. Binaenaleyh gerek doğurduklar» neticeler, gerek tutunmalarını mümkün kılan şartlar bakımından bu teknik ve iktisadi gelişmeler bizim cemiyetimizin yapılana geçmiş değişmelerdi. Yalnız -vo bu çok mühim bir noktadır- bu bünye değişiklikleri, daha yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, memleketin gelişmesine ve kalkınmasına matuf. Oamanlı devletî tarafından yapılan şeyler değildi: bilâkis, memleketin gittikçe Garbın iktisadi ve siyasî hakimiyetine girmesini intaç eden, Garbın, kendi menfaatleri uğrunda giriştiği işlerden doğan bünye değişmeleri idi. Cumhuriyet rejiminin en büyük başanlanndan biri, Garbın iç yapımıza müda-hclesîni ifade eden kapitülasyonları I.aldırması ve İktisadî devletçilik prensibini benimseyerek memleketin iliğini kemiren e-çncbj şcrmaycğam tasfiye etmesidir. Bu son harp yıllarının tecrübeleri, doğurduğu şartlar, devletçilik presibirtin-ne kadar isabetli olduğunu bugün bir kere göstermiş oluyor.
Feödal ziraat sisteminin ve toprak münasebetlerinin değişmesi ile büyük toprak ılıibî eski bey, paşa, ağa ailelerinin de sofi-ıl mevkii sarsılmış ve yer yer çökmüştür; feodal toprak işletimi bazı
zamanla büsbütün inkıraza mahkûm bakiye-halinde kalmıştır. Kapitalist Garp mem-J ( etleri ile ticaretin gelişmesi imparatorluk u. dahilinde bir ihracat tüccar lan zümresi yar-
Bu hadisilcTİ, Garbın zoru ile meyofiîâ !-rniş(ve onu gittikçe kuvvetlendirmiştir; bu ticaret önceleri temamı ile ekaliy etlerin elindi İdi, sonraları, bilhassa istiklâl savaşmadan sonra.^ekaiiîyetierin ticari durumu zay-ıtiarnış. iç ticaretin, daha büyük bir kısmı olmak Sere, dış Ücretin. de bir kısmı ekalliyetlerin elinden çıkmıştır. Impsudatörlvlci* Garp-örneğine göre açıten askeri ve mülkî nj^ktepler-Garptan, gelen fikirlerin yaydma-
mın takalarda,
212
ama hizmet etmiş, az çok Garp fikir ve duyuşlarını almış, gözleri Garba çevrilmiş münevver - asker - memur bir zümre meydana gelmiştir; kalaba eşrafının, zenginlerinin, hatta esnafının çocukları bu mekteplerden faydalanıyor ve bu yeni zümreye giriyorlardı. Sultanin müstebit idaresini tenkit eden» ona karşıkoyan, nihayet meşrutiyeti ilân eden, sonra da. Kurtuluş savaşımda, köylü ve halk kütlelerinin mücadclcoinc öncülük eden zümre, bu şehirli - münevver - asker - memur zümresi idi; arkasında da kasaba eşrafı, esnafı, hattâ zenaatkârı zümresi vardı. Cumhuriyetin ilânından sonra, Osmanh İmparatorluğundaki duruma nisbetle, ticaret vc sanayi zümreleri, daha da gelinmiştir. Bununla beraber, memleket halâ esas itibarı ile ziraat memleketi olduğundan toprak nahfbi zümre daha kalubnlık bir zümredir. Cumhuriyet devrinde garplılaşma hareketi çok daha hız» lanmış ve şuurlanmıştır; şehirler halkının ve bilhassa üst ve orta tabakaların hayat şartlan ve tarzları süratle Garpdaki mukabil durumdaki nüfuz zümrelerinin hayat tarzına; uygun bir şekil almıştı»#/
İktisatta v(-; nüfusun oosyal organizyaa-yonda husule g'JSh değişmeler. siyasî teşkilâtta, devlet sisteminde de. kendini, gö.şter-di. Padişahın kendi çiftliği gibi İdare ettiği sah-' oî, keyfî bir idarş; sisteminden, daha Bgeniş nüfuz zümrelerine dayanan, gayrı şaihöi ka-ııunlaria İşJİycn modern monada bir Devlet sistemine doğm gidildi. Teb’anın rifelınrn ve canının masuniyetini ilân eden feinuın-lar, ilk ve ikinci meşrutiyet teşebbüsle.; ve nihayet Saltana im ilgası ve Cumhuriyetin ilânı bu siyasi tekevvünde başlıca merhalelerdir. i( '
İstiklâl Savaşı ve Cumhuriyetin ’&lrülu-şu, böyle uzun tir hazırlık ve gelişme devresinin tamamlıyBCi bir merhalesidir. Bir asır-dan fazla bir / ..manjonterf blHkm gnışmeler nihayet muayyen bir dereceyi bulduktan s.onra ve harp annu şartlan altmdarnıllette mukavemet ve mücadele hamlesi şiddetlenince, gelişme vetiY^i" birden: süratin, .büyük
sosyal değişmeler halinde kendini gösterdi. Cumhuriyet Inkilnbı dediğimiz, cemiyet ni-zannanını değiştiren işler başarıldı; bugünkü ve yarinki nesillere düşen vazife inkılâbı bur-durmamftk, ^enayileşme, zirai kalkınma, haikçı rejimi gelişme yolunda, dünyanın hür, hnlkç ileri cemiyetleri ile birlikte ilerlemektir
Cumhuriyetin ilâm ile garplılaşma ve değişme hareketi hızlandı ve Osmanlı imparatorluğundaki nden farklı belirtiler gösterdi. İktisadi meseleler Ön planda yer almağa başladı. Atatürkün devletçilik siyaseti, millî sermayenin gelişmesi, memlekette yabancı sermayenin temellerini sarstı, iktisadımızdaki hâkim nüfuzunu kirdi, millî sena-yinin kurulmasına ve birçok, yeni iş sahalarının belirmesine yol açarak mîllî sermayenin terakümünü süratlendirdi. Garp isrisadnın tekniği ve organizasyonu artık Garp devletleri tarafından değil, devletin kendisi tarafından memlekete sokulup tatbik edildi; demir yolları, fabrikalar, maden işletmeleri, radyo merkezleri, bankalar, şirketler kuruldu. Cumhuriyet devinde kültür hareketlerinde dc Farklılık görülüyor; cumhuriyetin kurulmasından sonra Şarkla Garbi til i f etmek teşebbüsü büyük .mikyasta bırakıldı; İslâmî ananeler ve zihniyet hâkim mevkiini kaybetti; Garbili; .zihniyetinin, sanatının, edebiyatının, ilminin memlekette yeyılması, mektepler, kitaplar, gazateier, radyo, tiyatro, ve konserle sağlandı. Artık şark kültürü ile Garp me-clnnİ^Öhi telif etmek değil, fakat Garp medöflîyefci ve kültürü içinde kendi kültürü? müza£;yaratmak, edebiyatımızı, sanatımızı, ilmi hayatımızı geliştirmek endişesi hâkim oldu.
Cumhuriyetin kurulmasıyla cemiyetin muhtelif sahalarında, başarılan işler mühim ve büyük olmakla beraber bu işlerle inkilâp tamamlanmış degUdî^'Çemiyetimizin yapısını, değiştiren sosya-l hareketler, seyri daha da ^ridaetlenerekaevam 'etmek astlarındadır. Senayileşme yolunun, bilhassa ağır senayiin irarulması isinim daha başiarındayız. Ziraat
213
kalkın ma Ri davamız, günün en mühim «neşelerinden biri olarak dütuyor. Zirai Ve sınaî istihsal şartları arasındaki farklaı ve her ikicinin problemlerini her ikisini de içine alıp meselelerini çözebilecek ihatalı, ileri bir organizasyonla halletmek mecburiyetindeyiz. Kültür alanında yapılacak işler de bugünkü ve yarinki nesillerin enerjisini ternami ile alacak 'kadar büyüktür: ilim, sanat edebiyat sahasındaki yeni gelişmeler daha emekleme safhasındadır. Şimdiye kadar aşılan mesafelere bakarak, bundan sonra da müşkillerin aşılacağına. dünyanın ileri gidişine biz de katılarak ileri bir cemiyete doğru gelişeceğimize inanıyoruz. Memleketin inkılâp yolunda ilerlemesi davası bir taraftan teknik, bir taraftan organizasyon meselelerinin hallini icabettiriyor. Diğer taraftan, içinde bulunduğumuz dünya cemiyetleri ailesi de büyük bir değişme devresi geçiriyor, daha ileri, daha halkçı, refah şartlan halk arasında daha yaygın bir cemiyet şekline doğru değişiyor; fakat bu değişme, sarsıntısız, kendiliğinden değil, ileri kuvvetlerin geri kuvvetlerle mücadelesi ile oluyor. Biz Garplılaşma hareketimize devam «derken. Garbın bu iki zıt kuvvet ve cereyanından ileri olanı benimsemek . Garbm artık ardında bıraktığı örneklere göre değil, aldığı yeni ve ileri istikamet
lere doğru gidişimizi ayarlamak mevkiindeyiz. Kendi şartlarımıza ve ihtiyacımıza "uygun olarak Garbın teknik ve kültüründen faydalanırken, Garbın tek, mütecanis bir bütün olmadığını, orada da ileri hamleler yanında mürteci hareketler bulunduğu, yeni unsurlar yanında eskiden kalma köhneleşmiş kıymetler, fikirler, organizasyon şekilleri bulunduğu daima hatırlamamız gerekiyor. Hangi Garp? sualine cevap vermek vaziyeti ile karşılaşıyoruz vc cevabımızı verirken daima ileri olanın, daha büyük refaha, hürriyete, ve halkçı rejime götürecek olanın tarafında yer alacağız, zira cumhuriyetimizin yaşaması, gelişmesi, refah ve kültür «eviye» yüksek bir cemiyet durumuna erişmesi ancak yeryüzünde ileri fikirlerin. demokrasi ruhunun yaşaması ve gelişmesi ile kabildir. Kendimizi bugünkü dünya hadiseleri He ilgisiz düşünmek büyük bir hata olur; cumhuriyetimizin mukadderatı ve onun yirmi yıllık kazonçlarınm korunmam ve yeni hamleler yapılmam, bütün milletlerin mukadderatım tayin edecek olan bugünkü cihanşümiil ol.n^lftrla sıkı sılaya bağlıdır; bu mukadderatın, hür insanların ve mil-Jetlerin müsavi (osyal ve siyasî şartlar altında. sulh içinde yaşayacağı ılıklı, ileri istikamette olmasına çalışmak, ödevlerimizin başında geliyor.
ADIMLAR
214
Prof. Hilmi Ziya Olken'den Türk romanının geçirdîâ» seyrin tahlilini verem ve gelecekteki golijme tartlarını İnceleyen bir yazı rica etmiştik. Prof. Hilm »Ziya Olken bu mevzuu fazla büyük bulmuş; rica ettiğimiz makale yerine, neşredilmek üzere bize, umumiyetle roman boklun-do kendi çözüşlerini bildiren aşağıdaki mektubu gönder-mijtir.
FELSEFÎ
»Adımlar» m yedinci sayısına Muzaffer benden, yazı istediğ zamandanberi bu yükün altından nasıl kalkacağımı düşünüyorum. ödeyemediğim borcumu affettirmek ve özür dilemek için karşınıza mektupla çıkmaya karar verdim. Şüphesiz bu işi âlimane kolayca haledenler bulunacaktır, öyle münekkitler olabilecektir ki birçoğunu okumadıkları Türk romanını itham için daha üç sene evvel Paul de Cock kopyası saydıkları Hüseyin Rahmiden başka hepsini bir kalemde silip atacaklardır, öyleleri olabilecektir ki beş on nahife fazlasını okumaya tahammül i temediklerini iddia ektikleri bir eseri batırmak için kılı kırk yarar gibi hor tarafından parçalar zikredecekleri! ir. Böyle büyük v(ş)}«topyekÇln» tenkitlere gi-rişmiye cesaretim olmadığından Muzafferin bnna teklif ettijM; «Türk romanı» hakıkn daki «sentetik makaleyi bir türlü başaramadım. Hüküm vermek bir tarafa, .büyük adamlardan bahsederken hürmet etmesini bilmedikçe insan ağzını açmamalıdır. Bu günlerde küstah bir budalanın Shajıespea re’i zikrederken, «o böyle haltetmez» demesinden insan yalnız hayret değil, nefret duyuyor.
Mevzuumuşa gelelim: Bu roman meselesi üzerinde uzun uzun konuşulmak, her cephesinden didiklenmeli. tahliller yapılmalıdır. r"T "'R T ~T~
MEKTUP
i
Profesör Hilmi Ziya ÜLKEN İstanbul Üniversitesi
İstanbul üniversitesinde sosyoloji lisansını yapan talebeden Sacide Türk romanı ile cemiyetin münasebetine dair bir travay hazırlıyordu. Aynı mevzua, «Türk romanında cemiyet» adile ve daha dar bir şekilde başka bir talebe hazırlandı. Mustafa Nihadın Türk romanı hakkında yazmakta olduğu ve birinci cildini neşrettiği eserde bunun için zengin malzeme bulunacağını zannediyorum. Nitekim bir dostum Hüseyin Rahmi için başlı başına tahlilî bir eşer yazmış, v,e romancının iznini almadığından henüz dajıa neşretmemiştir. Türk romanının iierdedaba verimli olmasını temin için onun üzerinde bu tarzda sosyolojik tabiiler yap-manın.indî tenkitlerden daha çok faydalı olacağina kaniim. Fakat bu türlü işlere girmeden uzun bir tahlil devresinden geçmek lâzımdır. Papasa kızıp oruç bozmamak ve üç gitnde bir «kanaat» değiştirmemek, okuyucuyu, gelecek nesilleri kendine güldürmeden mükün olduğu kadar doğru ve emin bir İş görmek ancak objektif ve ilmi olmakla mümkündür.
Fransız romanını sosyplojik bakımdan tetkik ‘ etmek îstiyenlbir kimse için, bu yolda hazırlanmış ne kadar zengin malzeme vardır. Faguet’nin. Jules le Maitre’m, Brunetiere’in, Sainte Beuve’ün eserlerinde maddeye, gerçeğe, tahlile dayanan taraf o
215
kadar boldur ki insan bunların arasından münekidin kaprislerini ve fantezilerini pek âlâ ayıklayarak istifade cdebilr. François Mauriac roman hakındaki düşüncelerini iki ayrı eserde verdi. Levrault transız romanının geçirdiği safhaları çok güzel tasvir etti. Roger Caillois, modern romanın türlü kullalınışını, onun bütün nevilerini inceledi. Bu suretle roman müsabakalarında hakem heyetlerine rehber olacak zengin ve müsamahalı bir kriteryom hazırladı: Kendi nevinde muvaffak olmak şartiyle entrika romanını, tahlil romanını, polis romanını, felsefî romanı, fantastik romanı, içtimai romanı kendi sanat Panthcon'unn kabul etmekte terddüt etmedi.
Yeni romancılar aksiyon içerisinden yetişiyorlar. Kahramanlarını kendi hayatlarında yaşıyorlar. Kahramanlarının «vi-vant» olması - çok muhtemel ki - bundandır: Erlebniss ıınd Denken. Şüphesiz her şeyden önce yaşamak.. Fakat mümkünse yaşadığı üzerinde düşünmek lâzım. Andrâ Malraux İspanya harplerine iştlrllk etti: Espoir'ı ya2(lı. «İnsanlı-.: ııı haU»i »Fatihler»» «Şâhaııe yol» şarkta geçen canlı, hareketli hayatının mahsûlleridir. Rub romanı da böyle. Bu sayınızda jhtimpl bunlardan uzun uzadıya bahsedilecektir, Burada onlardan eserlerini okuduğum birkaç tanesini zikretmeme müsaade edin: Tchapaîev adlı bir ihtilâlcini» hayatını tasvireden Four manov, «I-a communaute de Gueux» adlı romanile yeni hayatın kuruluşunu anlatan Panfcrov; llydrocentrale» i ile yeni hayatın kuruluşuna ait başka bir sahne veren M. Chaguinirn; Le torrent de fer’i ile bu hayatin destanını yapmaya çalışan Serafi-moviteh; evvelce »İnsan» mecmuasında eserlerinden bahsettiğim Gladkov; daha’ sonra Karavııieva, tlienkov. Kotcherga. Kouzmitch, D. Zaslovski, Noviköv - Pro-boi (Tsoushıına adlı romanından,. K. Ra-dek, bilhasa türkeeye çevrilmiş olan «U-yandirılmış toprak» romanı ve henüz tercüme edilmemiş büyük'* tiestani eseri olan (Dwguir"nbn‘ îizephdeî“adlı:
216
kitaplarile M, Çholokhov. «Seviyorum» adlı esriyle şöhret kazanan Avdâenko, «Na-iri» romaniyle şöhret alan Tcharentz, «Dokhunda» müellif Sadrettin Aynî bütün bu adlarını ve kısmen eesrlerini zikretiğinı muharrirler cn yaşlısı 50 yi geçmiyen yeni bir romana neslidir. Bunlar Rusyada Dostoievsky ve Gorki'den gelen yan mistik, yarı santimantal an'aneyî kırarak hayatın içinden fışkırmış bir edebiyatın ilk mahsullerini veriyorlar ki bir kısmı zaman-la dökülüp gitse bile yarınm şaheserleri her türlü refoulement vc sublimation buhranlarından kurtulmuş olan hayatla dolu bu vazıh mücadele ve İhtiras eserlerinden çıkacaktır. İfadelerindeki taşanımdan u-zaklık. edbiyat yapmadan nefret, «yaşanılmış» halin en aslına uygun (authen-tiqu’e) ifadesi onları hakiki romana götürecektir. Bu eserlerden ne kadar çok örneğe sahip olursak, yaşanılmış eserle yalnız hayalde kurulmuş veya düşünülmüş eser arasındaki farkı o kadar kavrar ve Türk romanının gelecekteki sıhhat ve selâmeti namına o kadaıahg^jirlı bir iş görmüş oluruz. kanaatindeygnj;,j/p|jf
Roman lıakkındaki düşündüklerimi Rüzgar gibi şelfti» tercümesinin mukaddi-mesiride yazmıştım. Bil mesele beni çok meşgul ettiği îçih sonradan bunları genişleterek henüz neşredemediğim «Roman hakkında düşünceler» i yazdım. Burada ne sor-duğiînuz nokta, ne benim söylemek istediğini cihet mesleyi bu kadar etraflı almaya müsait değil. Yalnız bir meseleye dokun-malt istiyorum: İlk çağda trajedi var, roman yok. Modern çağda trajedi gevşiyor, yerini roman almaya başlıyor. Bunun sebebi şu olsa gerktir: Trajedi insan iradesinin kaderle müeadelesidr. Roman vicdan mahkemesi fevamen de cpiiscience) dir. Bu İkincisi kuvvetli bir for înterieur istiyor. Bu da ancak iç hayatin zenginleştiği, şuurun (vicdanın) tabiat ve akıl nizamı üstünde yer aldığı bir medniyette yani modern çağda mükün olabildi. Bu vicdan mahkemesi işini eskiden dinler görüyordu. Katolik ki
lisesi confessiormel’i, ortodoks kilisesi hu-miliation'u ile bu vazifeyi ifa ediyorlardı. Zaten garbın ilk büyük romanları ve roman nevinin en büyük eserleri bu mezheplerden doğmadı mı? Salnt Augııstin’in - Les . confessions» larında.n ve DoHtpîçvsky'nin «Cürüm ve ceza» smdan sonra artık kilisenin rolü romana, tatikal etti.
Romanın «vicdan mahkemesi» işi onun tamameri sosyal bir karakteri olduğunu gösterir. Fakat bu (yukarıda bahsettiğim mukaddimede tafsil ettiğim gibi) fertle cemiyetin, içle dışın, «derimi» ile -harici» nin, «normal» ile «rnarâ» nin karıştıkları ve kaynaştıkları öyle bir yerdir ki onun sayesinde insan eski medeniyette trajik ile ko-mik’in ayırdıkları gerçeğin iki manzaramı, münferit ve orijinal ile umumî ve banal'i bir bütün içinde kavramıya, banabil içinde orijinali, komiğin içinde trajiği, cemiyetin içinde ferdi görmeye muvaffak oluyor. Bergson komiği dramtikten ayıran vasfı mekanik tekrarda görüyordu. Meselâ O-theüo’nun kıskançhğı münferit ve orijinal olduğu için dramtik; fakat Moliere’în (Les jalouses» undaki' kıskançlar mekanik bir tekrar halini aldıkları için komiktirler. Halbuki gerçekte bu- tefrik çok sunîdir. Aynı vaka bir bakımdan münferit, öljinal, bir başka bakımdan umumî ve Banaldir, isinden kovulan bir adamın hah sarmaklığından dolayı komik, fakat kendi h ı: için dramatiktir; Öyle anlar vardır ki dramla komik omuz omuza giderler, giinkü gerçekte fert ve cemiyet iç içedir. Saiıki içbükey ve dış biikey aynalar gibidir. Ve gerçeğin çift manzarasını aynı zamanda kav-rıyacak roman kadar hiç bir sanat gubesi yoktur. ; .
Yeni cemiyetin bu geniş «vicdan mâh-:r kemesi» kendi içine bütiiu epopee’yi bütün dram ve komcdi’Ji alıyor, Papasıâ jj&jşfa-hin vaktiyle gütmek istediğ işi-' -‘görüyor. .Eğer rolünde muvaffak. .oUbüjsa-^ffiy.ı^, tin birinci dere^d§¥Si’ffl“Wf4o8Wiicitfteîfn" ta kendisi oluyor. Bu kadar^^ıiş bir dâvada muvaf flık nlnyıkje°-jî(- şev,! Bunun İçindir ki bütün! sarih t şîıb§(eri arşsıntta he-
veskârı en Çok, şehidi ve mahvolmuşu (ra-te) en çok, fakat muvaffak olmuşu en değerli bu şube olmasını haklı görmellcHr. Roman, bu kadar geniş bir plân üzerinde işe girerken eski edebiyat «kaide» lerine göre huduttaruu çizerek ona göre önceden hükümler vermeye ve bir kalemde mahkûm etmeye kalkmamalıdır: «Roman tekniğine uygun değil», «fazla felsefî», «aetion eksik», «edebiyatı zayıf», «realist değil», fazla uzun, fazla kısa»., ilh.. gibi sözlerin kuvvetli roman önünde hiç bir değeri yoktur. Kuvetll eser önceden hazırlanmış hiçbir tekniğe göre meydana gelmez. «Felsefî» olmak, eğer esere canlılığı ve hakikiliğinden bir şey kaybetirmiyorsa, eh büyük meziyettir. Mevzuun hiç ehemmiyeti yoktur; bezim küçücük bir vaka en büyük roman yaratabilir. Romancı şair olabilir, veya kupkuru yazacak kadar «edebiyat» m üstünde olabilir. Fantezi, hayal, hattâ uydurma (fiction) romanda gerçek kadar mü-lıiır. unsurdur ve gerçek ası! olanlarla tamamlanır. Çünkü gerçek, safdil muharririn vakalar dışında gördüğü Jıasit hareketler mecmuu değil: fakat onlarla beraber iç hayatımızın bütiin icatlıın, rüyaları, vehimleri. yapma cinnetleri» fParadis artifi-eirisf’dir: ve hakiki aogyolog-roniMieı ger-ancak bu geniş mânasıyle kavrayandır. Roman bâzan bir anetdotc’tan ibaret olabiÜr.-Fakat eğer bütün'bir devrin epo-l 'sini kucaklıyorsa o zaman «Harp ve Sulh yahut «Durgun Don nehri» gibi ciltler doldurabilir. Hasılı dananın «yaşanmış «aslına uygun» ;vte «müessir» olırıa-sımlıın başka küvetini ölçecek bir kriter-yom yöktur.
Rü «vicdan mnhkcmcniı ölçüşünü yal-mrriı kendi cemiyetinin hâkim değerlerinden alır. Bunun içindir ki romanı değerlen-ıliririicn ‘îoemiyctin, î İçtimaî sınıfın +WîâTii nldıığnhiı belirtmek lâzımdır. Bir Wr inkılapçı romanını Ve - ne gariptir! - muharririn kendi düşünceleri romanın hu mı^kaddee hizmetini doğrudan doğruya ûayS etinektelı uzaktır: BalzaC • şöyle böy-
217
Bügünkü Fransız Edebiyatında İçtimaî Roman
Roman bize insanı muhiti içinde takdim eder. Bu muhit romancının ona verdiği ehemmiyet ne olursa olsun cemiyetin bir parçası veya temamıdır. Ve bu içtimai eephe romauın elzem bir unsurudur. Roman, geleneklere uyarak, dışarıdan aldığı intihaların ve arzularının mihrakL olan ve bizzat bu. dış dünyada kendisi de rol alan bir esas kahramanın hikâyesi de olsa, bir ferdin romanı olmakla, bu ferdin bağlı olduğu sitenin, cemiyetin romanı sayıbr. Eğer ferdi aşarak bir grubu tetkik ederse, bir içtimai hücrenin, bilhassa dilenin romanı olur. Aile, bozan nn’anev! metaneti, bazan bati hıhüâli, bazım da dağılmaya mukavemeti bakımından ele alınır. Bu, romancının 'P’inya nimetleri ■ muharririnin «aileler, sizden nefret ediyorum» veya Bal-
le bir mürteci olduğu halde romanı inkılâpçıydı. Dostoimysky koyu hıriBtiyan, islâv-cı, ilb. olduğu halde eseriyle inkılâba hizmet etmiştir, Fakat günden güne intiharı ir-le eserleri arasında daha yakın bir birlik doğmaya başlıyor. Romancılar ne yaptıklarını, kime hizmet ettiklerin, hangi dâvanın rahipleri olduklarını biliyorlar. Bunun için her sahada olduğu gibi romanda da İçtimaî şuur, sınıf şuuru kuvvetle kendini göstermektedir. 1
EUi yıllık Türk romanını tuahlil ederken bu noktalan göz önünde bulundurmalıyız. Fakat eski Türk cemiyetinde kadının «harem» yüzünden, ayn ya&adığuu, İslâm dininde hıristiyanhktnki gibi Hıımiliation ve Conessioıı olmadığını. Tazimattan sonraki münever.Türk,,çemjjîBtinuış.âste^i^te-
Prof. Jean CAMBORDE Ankara Üniversitesi zac'tan Maurlac’a kadar uzanan romancıların (âüelcr, size hürmet besliyorum» şiarını kabulüne göre değişir. Serbestçe veya bilmccburiye teşekkül etmiş ufak bir topluluğu tetkik» koyulursa küçük topluluklar romanı tipi meydana gelir: Bir manganın, bir cemaatin, müttehit bir grupun romanı gibi.
Ve nihayet bir an ilk plâna geçip hemen kaybolan, alâkayı üzerlerine çekmek için yanşan muhtelif şahısların, bir değil müteaddit esas kahramanların bulunduğu, hayat yollarının bazan sırf tesadüf eseriyle kesiştiği, bazan ayrıldığı, bazan muvazi olduğu muhtelitle müteaddit hayatı, birbiri ardınca veya aynı zamanda kariin önüne koyan ve bu şekilde âlemin daha yakın bir tasvirini yeren, yeni bir teknik kul-
mez suni ve garp hayranı olduğunu, bütün hayatımızda lıâlâ sürüp giden alaturka -alafranga ikiliğinin hüküm sürdüğünü, ma-hallesaM köylü hayatının dıştan görülmesinin onlardaki «İnsanî»,tarafı kavramk için kâfi olmadığını ve sosyalist bir dünya görüşüne .sahip olmadıkça onların içten görülmesine imkân olamıyacağını bu tahlillerde hesapa katmalıdır. Türk romancılarım eski tâbirle «cef-fel-kalem» — kestirip atmamak için zannımca bütün bu noktalar göz önünde bulundurulsa gerektir. Hakkımızda tahlilli, tasnifli ve hele kestirme hükümlü yazılara girmeyi kını istemez? Bel-ki günün. bbfindş. o da mümkün olur.
Mevzudan kâçihdığım için kusurumu bağışlayın; çünkü maksadını ergeç mevzua . girilebjlecek yeri, aramaktı
218
kınan bir roman nevi, bir cemiyetin romanı meydana çıkar. İçte böylece, ister bir fert üzerinde temerküz etsin ister bir âlem üzerine yayılsın, roman nevi İçtimaî hayattan ayrılamaz. Bu son zamanlarda roman yazmanın tetkikinden ibaret olan orijinal bir eser yazıldı. Muharrir pek doğru olarak diyor ki (1): «Bir tek roman mevzuu vardır: İnsanın sitedeki mevcudiyeti vc bil mevcudiyetin içtimai kliniklerinden dolayı meydana gelen vazifelerin insanda şuurlaşması». Filhakika dünya roman edebiyatından herhangi bir eser alınırsa' alınsın bu iddia doğrudur. Biz yalnız Balzac’m, Dickens’in, Dostoiewsky’nin ve Zola'nm romanlarını kasdctmiyoruz. B. Coııstant'ın Adolphe'u.gibi en küçült, en ferdî olanlardan, Princesse de Clâves veya onun modern taklidi be bal dıı Coınte d'Orgel gibi roman esaslarından en U2ak, klâsik trajediye en yakın olanlarından tutun da tâ Paul et Virginie'ye kadar, hepsinde muhayyel bir dünyaya incelmiş bir âlemin âdetleri sokulmuştur. O kadar ki bütün romanlar ıçfiı timaî romana.. tahais..eu reğimiz tetkik sı-hasına girebilir. Binaentılevh içtimai kelimelerinin daha mahdut, daha aktiicl tarifini vermek icabeder öyle ise b>z İçtimaî romanla Fransada son seneleı -■ man neşriyatında, içtimai meselelerin ve içtimai hakların istirdadı mücadclek rinc en büyük yeri veren romanları kastet! • Bu yolda yazan rnuh.arrirler çoktuı B lan eski an aneyi takip ettiler. Esrilerinde Zola’nm muazzam tesiri görülür. Bazıları da bir dâvaya hizmet etmek, cephe almak arzusuna, karardan sonra içten doğan dayanılmaz bir mücadele lüzumuna ve evvelce yazdığım bir makalede bahsettiğini o dövüş iştiyakına kendilerini vermişlerdir. Bu hal İktisadî buhrana takip eden ve bugünkü harbe takaddüm eden s-rieT&fiVbiİ-riz vasfıdır.
Bu neriiıfaİİByrirtoinden her birinin
I kendine mahsus bir cehresi, bir şahsiyeti vardır. Çünkü bu. bir nizama uymağa mec-
■ bur olmuş, istikameti tarih edilmiş bir edebiyat değil. gızalEe.' SeKestçeltai^T CŞ1-
T us
miş içten gelen, samimi duygulardan doğan mert bir edebiyattır. Bu edebiyatta şahsî tepkilere istendiği kadar serbesti verilmiştir. Hamledeki benzerliğe ve vahdete rağmen bu devir mütenevvi ve zengin bolluğu ile dikkati çeker. Fakat bu bolluk içinden bir seçiş yapmağa katlanmalıyız. Tarzı en orijinal ve muhtevası en zengin olanları takdime çalışacağız.
Pierre Hamp'ın büyük bir anlayışla totkika koyulduğu- ne geniş bir sahadır: İnsanın emeği. Muharrirliğe kadar yükselmiş bu eski işçi, kitaplarını ortaçağ sanatkârının şaheserine cüâ veren ısrarı ve ihtimamı ile hazırlıyor. O, kitabesine asrm başlangıcında E. Verbaeren'in «Multiples Splendeur» ünde insim gayretine ithaf ettiği şu güzel muu'alann yazğılabilgceği mü-heyyiç bir âbide yaratmıştır:
Verimli zaferlerin rüyası altında Ateşii ve soluk soluğa
Zamanla birlikte giden işçi kafileleri... Kürenin memleketlerinin bir ucundan öbür ucuna..
Düğümle- ni sıkan, b ikalarını perçinleyen
Dağların kalbinde, denizlerin içinde,
■ yaylaların üstünde Ciddî, inatçı, meşckkatli vc vahşi iş! Pierre Hamp'ın «İnanlıların emeği» isli verdiği eseri, mülâhazaları ve evvel-’•?:» taayyün etmiş sonucu ile «Beşeri nedi» yi hatırlatıyor. Fakat ona beşeri jedi demeli daha doğru olur.
Çünkü o bize, unutmağa pek meyyal ■/ıdjfeımuz bir zamanda, ne feci derecede : ikalarının ıztırabı sayesinde yaşadığımı-öğretiyor, daha odğnısu hatırlatıyor. Sürükleyici araştırmalarımla muharrire kuvvet veren, ona yol gösteren asil düşünce TaFTOMF; ü
«Rail» isimli kitabında demiryolu işçi-lerini canlandırmagfemuvaffak olmuştur Açıkça ve yüksek sesle adâJet vc hakiki mesullerin meydana çıkarılmasını istemesi ehemmiyetli bir İçtimaî tazyik icra etmiştir. Böylecti. kitamıda haksızlığa karşı mü-/\ \ /
219
eadele öderken, demiryolu işçisini, beraberce hayatlarım paylaştığı sevdiği bu insanları şahsan tanıdığı kimselermiş gibi bir kardeş sevgisiyle, her türlü sahte halkçılıktan uzak kalarak, canlı bir şekilde yaratmıştır.
«Keten» adlı kitabında Flandres’in dokunacak elyafını, miiteafGn nehirlerin durgun sularıyla çürüyen nebattan Saint Honore d’Elylau kilisesinde evlenen gelinin ince tülti haline gelinceye kadar en ufak teferruatı kaçırmadan takip ve tetkik eder. Şüphesiz bu taribnüvise, malûmat ve tekniği, romana has maceradan üstün tuttuğu için itap edilebilir. Fakat o bunu mahsus yapıyor. İsteyerek, emeğin mahsulünü veya o emeğin üzerinde işlediği mahsulü (ekmek, kömür, dokuma) temsil eden tamamen sembolik bir şahıs üzerinde duruyor. Ve bittabi bu şahıs kitabın esas kahramanı oluyor: Tıpkı Nötre Dam de Pşris’deki katedral ve Zola’mn Assommoi-r'ı gibi..
Bu iki büyük örnekten Sonra P. Hamp hayatî maddeye hayat vermek için lâzım olan kudreti ve gayreti kendinde buluyor ve mevzuu, ağır olduğu nisbette büyük bir cesaretle karşılıyor. «Günlük ekmeğimiz» isimli kitabımla modern dünyanın buyiik ıztırabım gösteriyor. Tohumu, filizlendiği sapan izlerinden, turuncunun turunum kadar takip ederken, saadete erişenıiyciı, bolluktan faydalanamıyan, fazla istihsal altında ezilen, zahmetsizce fukaralığı yok edecek herşeye malik iken fukaralıktan kurtulamıyan bu medeniyetin ithamımın, sini yazmaktadır.
İster «Altın arayıcı» sındn muhayyel madenler peşinde koşanlara refakat etsin, ister Glilck Atıf maden amelesinin grizuyg maden kömürü He dolu günlük hajmtnra girsin, ister Zanaatlerim» kiatbında bize, hariçte eşine ancak bugünkü Huş edebiyatında rasthyabileceğimîz. Fransa’da İse rok az muharririn tahammül edebileceği bir tecrübeden son® muharrir olduğunun (Tr lillerini versin, P. Hamp bizcı yeni bir görüş getirmektedir. Ergen onun büyüklüğü tes
lim edilecektir. Onun huşuneti bir kusur olarak gösterilemez. Fakat kuvvet ve dakikliğini muhtelif tekniklerden alan kudretli ve erkek üslûbu modern makinelerle ahenk içindedir.
Mâna dolu ağır cümleleri, sağlam çelik çerçeve içinde iyi yağlanmış çarklı kolların parlaklığını hatırlatıyor, tnsani eda. ıztıraba mütemadi bir alâka eserlerinin asıl kıymetini teşkil eder ve böylece P. Hamp’da Zola’mn açtığı çığın devam ettiren manevî bir varis buluyoruz. Şu farkla ki P. Hamp'ta, halkla daha derin bir sempati ve daha sıkı bir ittihat var. Hakir görülen kitleleri daha yakından tanır. Çünkü onların hayatını bizzat yaşamıştır. Onlarla beraber açlıktan ıstırap çekmiştir. Halbuki Zola o kütlelere ancak hariçten yaklaşabilmiş ve o kütleleri en çok müdafaa ettiği eserlerinde bile, çok iyi canlandırdığı halk arasından kendisinin alıp belirttiği isyanlardan, halkın yükselen sesinden hazan ürkmüştür ve daima kökten burjuva olarak kalmıştır.
Sabırlı didaktizminden belki şikâyet edeceğimiz P. Hamp’ın yanında, muasır İçtimaî romanda Loius Arapın daha orijinal vaziyeti ile üsti^l bir yer tutar. Geçenlerde F. Maurjaç’iM bir şair olduğunu biraz geç keşfeden B. Le Dantee (2 ı, fevkalâde bir lirizme sahip bir şairin ahenkten vaz-gcçeeek kadar gaflet göstermesine teessüf ediyordu. Tam aksine.’komanda en vaitkâr esirler verdikten sonra sin di Elegieler yazmağa koyulan Aragon’dar şikâyete haklıyız. Kuvetli ilhamı harbin ve aşkın tazyikleri altında maalesef sönüyor. Ahengi ile kalbimizi kaplayan, yaralarımızı saran, eski makamlarla yazılmış şiirlerini sevmemiz. romnnyıcı tercih etmemizi menetmez. fS) Aragon, dadaizm üe başladı, «intihar» isimli şiirinde kafiyeü alfabesi bir skandal muvaffakiyeti kazandı.
Andrc Brrton ve Benjamain Peret (4) iie ahbaplığı sırasında sürrealizm ile oynandı. -Paris Klîyitisü ■■ ÎSiirtli eserinde şiirle hikâye arasında yan yolda, rüyayı hakika-t»te^rharikulâıley!-,ajelii(iey,e bağladı. Fakat
220
bütün bunlar mttptedi araştırmaları ve cesaretli idi ve Aragon sürreelden reele dönmekte gecikmiyecekti. Filhakika ait olduğu neslin vazifesi realiteye dönmek olduğunu pek çabuk anlayacaktı. O realite ki onu bugün zebun ediyor. «Sosyalist bir realite içini başlıklı denemesinde işte bize bunu anlatmak istiyor. Bu serlevha vazıhtır, «Reel diinya» adını vereceği gelecek eserlerinin nasıl olacağını bize tahmin ettiriyor. Roman nevinin pek müsait olmasına ve bu yolda teşebbüslerin bu nevi ile gayrı kabili telif olmamasına rağmen, romancının hayattan uzaklaşması zordur.
Bununla beraber roman realiteden uzaklaşıp rüyanın karışık hudutlarına girince hedefinden uzaklaşıp şiir sınırlarına karışmış olur. Alain - Fournier’nin «Le Grand Meaulnes» inden sonra Aragon’un ilk eseri bu karışmanın bir misalidir. Roman, imkânsız olmayan bir hayal ile iktifa etse de, yine hakikatten dışarı çıkmış olmaz. Çünkü hakikati göstermek için aradığı tasvir, nhkadar garip görünürse görünsün, yaşanabilir vasıftadır. Fa kat ekseriya ı man, ister geçmiş ister şimdiki zamana ait olsun yaşanan hakikati tasvir etmeğe çalışır. Ve o zaman romana düşen vazife vaka nüviaın vazifesine yaklaşır: «Stendhalain «Kırmızı ve soyalı ı aynı zamanda 1830 un bir tarihçesidir. Nihayet git gide üzerinde işlenecek mevzuun özü aktüel olan ve romancının şahidi bulunduğu hâdisedir. Vukua gelen hadiseyi akabinde tesbit eden ve bunu üslûba sokulmuş röportaj ile nakleden bir roman nevi kolaylıkla tasavvur edilebilir. Bu nevi roman diğerine nazaran daha giiçtüri Çünkü, vakalar henüz süzülmemiş ve hafızanın kalburundan geçmemiştir.
Bu takdirde romana ruh vermek, onu canlı bir eser haline koymak için aktüelin hususiyetlerini teşkil eden fıkır cereyanla-rını romana sokmak yalnız meşru değil, aynı zamanda mecburidir de. Vc bu suretle romanda ideolojilerin ne kadar yer tutacağını, hangi temayülün nasıl bîr diğerinin zararına inkişâf ğfcirilebffeeeğiui. şjfaısla-
nn nasıl bu temayüllerin canlı birer mümessili olabileceğini tahlil etmek ve romanın nasıl bir müdafaa veya bir hiciv olabileceğini keşfetmek kolay bir hale girer. Romancı, 'tarihçinin tâbi olduğu kayıtlara fazla bağlı kalamıyacağından, şehadet etme halinden, itham veya müdafaa etme haline kolaylıkla geçer. Zaten bir parçacık tarafgirliğin tarihe lezzet veren bir unsur olmadığından emin miyiz?
Şu halde Louis Aragon ile içtimai roman bir merhale daha geçirir. P. Hamp bize nefis bir fomanlaştırılmış mevzular silsilesi vermişti: İnsanların ıstırabı «La peine des Hommcs >: L. Aragon bize mükemmel bir mücadelenin tarihine ait misal verdi. Filhakika Aragon’un iki büyük romanı birer tarihtir. 1935 ve 1936 da intişar eden «Bal çanları» (Les eloehles de Bale) ve «Güzel mahalleler» (Les Beaux Quartiers) «Hakikî dünya» (Monde Reel) nin ilk iki kısmım teşkil eder. Bunları yazan muharririn bu suretle mevzuun yalnız temellerini atmakla iktifa etmiyeceğini ümit ediyoruz. Muharrir bize «1939-1913 senelerindeki Fransız eemiyetînin bir tasvirini vermeğe çalışmıştır. Ve bu bakımdan. bu devri ken-dilerine.göre canlandırma, gayesini gütmüş olan muharrirler grupuna bağlanır. Filhakika btl devir, bugün kemal yaşına gelmiş muharrirler için maziye karışmış gençliklerinin bütün cazibeleriyle dolu idi. Bundan başka bu devir vaktin len evvel ihti-yarlâmışa, daha şimdiden çok uzaklaşmışa. 1934 harbinin huşuneti vc onu takip eden çöküşlerin tesiriyle mazinin karan-lıklasm gömülmüşe benziyor, işte bundan dolayıdır ki bütün bu muharrirler, bu devrin tamamen geçtiğine kani olarak, ve hepimizin azçok müphem bir surette hissettiğimiz, hayatımızı unutmak korkusunun saikı altında, âti için bu devri tesbit etmeğe "heves ediyorlar.
Fakat bütün bu eserlerin içinde, ister Rene Behaine'inki gibi’mağmum ve ateşin, ister Martin du Gard’mki gibi sağlam ve bitaraf, ister DuhaJüel’inld gibi hassas ve ince, ister Jule s Rauıairış'inki gibi zekâ ile
221
islenmiş ve vâsi olsun, hiçbirisi Aragon’un-ki gibi canlı ve genç değildir (5). çünkü Aragon mazinin tablolarına bu günün endişelerini 'ilâve edip, bugünün bir parçasını, «bu günün bakir, eanlı ve güzelini» yalsın maziye nakil ve aksettirmekten kendini menedemiyor. O. bu maziyi canlandırma işi için de gayet iyi mücehhezdir. Zira tabi i bir canlılığa ve bilhassa kuvvetli bir inanca maliktir; hitap ve .şiir kudretine sevgiyi ilâve ediyor, ancak, «Voltaire (6)- inkine kıyas edilebilecek, inkârı kabilolmıyan bir meharet ve istidat sahibidir.
Roman - nehir tokniği ve roman kahra
manlarının ademi merkeziyet nazariyesı vuzuhla tarif edilmeden evvel, Aragon romanlarda Kalımlan çoğaltma ihtiyacını hissetmişti ve bu keyfiyet kitaplarına hakikatin zenginliğini ve özlülüğünü vermektedir. Tez sayesinde, ve daha doğru bir ifade ile uogmatisnı’e sapmadan eserlerinin kırılmaz bünyesini teşkil eden, büyük İçtimaî fikiıie sayesinde, eserleri baştan başa can-lanıyuc: Meselâ kitabın hâkim, karakteri olan halk hatibi Jean Jaures'nin anladığı mânada proletaryanın kurtuluşu, kadının kurtuluşu gibi.. Böylece, Aragon, sona ermekte olan bir sulh dünyasının tablosunu çizmiştir.
(1) Roger Caillois, Puissances du Roman (Sagittaire, Marscilles, 1342)
(2) Yvcs - Gerard Le Dantee: Fran-çois ilauriac, Poete. (Profil Litteraire de la France, Avrü 1943).
(3) L. Aragon: Cantique a Elsa. (Foıı-taine; Fevrier 1942)
Clıansons de Toilc (Poesie (42», Dec.
, . . W
. rı (4) Andre Breton. ehef de l'ecolc tıııK realiste, auteur de Nadja ıN. R. F lltl.sı.H RUH Ben j amin Peret, auteur de Grand Jı9 '(1928).
(5) Rene l’. ■ ilistoire d’une
Socit'te (12 vol. r Martjçd du Gard: Les Tlıibault
Georges Dtrı.ımcl; ı." Hommes de Bonne Volonte.
(6) A propo. du ri'ceiK'ii de nouvellts intitule cLe Übertinag. . R. F. 1924).
Adınılar’ın üçüncü sayısında ocu..ileri» eserini tahlil ot t iğimiz
büyük Amerikan romuvvıst T. •'Ur-rb-r’-’r-r diğer bir eseri Kemir mahalle adiyle dilimize çevrilmiştir. Muharririn bu mühim eserinden bir parçayı Adımların sayfalarımla
222
Harpsonu Alman Edebiyatında Bir Sulh Muharriri
Geçen dünya harbinden sonra hemen bütün ileri fikirli muharrriler; harbin, insanlık için teşkil ettiği büyük tehlikeyi, medeniyet için doğurduğu faciaları belirten eserler verdiler. O samana kadar edebiyatın harp kargiBinda aldığı vasiyet su-dece methü senadan, yahut da derin bir lâ-kayitlikten İbaretti. Edebiyatçı, harbin lâ-kayit bir seyircisi kalıyor, yahut da harbi teşyi ve teşvik ediyordu. Ilamâsî veya kahramanlık klişesiyle anılan bir nevi edebiyat da, harbin mahiyeti üzerinde durmadan, sebeplerini ve ne için yapıldığını araştırmağa lüzum görmeden, daha doğrusu, bu yolu tutmaktan kasden çekinerek, çalakalem harp methiyeleri yaayordu. Bu tarz edebiyatın yazıcılarına göre lıarp, cephe, kanlı boğazlaşmalar; insanlığın kavuşabileceği en büyiik idealdi; nurmal bir ömiiı le insanlığa faydalı olmaktan, arkasında iyi bir isim bırakarak evinde ölmektensc. çamurlar içinde ve dışarıya fırlamış bar-saklarını eliyle bastıra bastıra can vermenin muazzam bir mazhariyet olduğuna, kitleleri inandırmak: için gayretler »atfediliyordu. Bu uğuıda şiirler, roman ve hikâyeler neşrolunuyor, mektep kitaplarına bu nevi edebiyat numuneleri giriyor ve kitleler. muayyen menfaatlerin hazırladığı boğazlaşmalar için olgun bir hale getiriliyordu.
1914-1918 diihya harbinin sonundadır İti, yukarıda işaret ettiğimiz edebî zihniyet, kitlelerin şuurundan gelen ilk şiddetli darbeyi yedi. Fransa’da. H. Barbusse’ün «Ateş» i ve B. Dargales'iri «Harp Sonrası
Bürhıuı ARPA!)
romanları, Ernst Glaescr'in. (1902 Doğumlular» ve «Sulh» isimli romanları, Amerika'da, E. Hemmingway'ın «Güneş de doğacak» romanı, geniş kitlelore, o zamana kadar alıştırıldıkları uyuşuk zihniyetten silkinmek ve hakikati bütün acılığı ve sertliğiyle görmek imkânını verdiler. Bu eserler, milyonlarca inşanın kalbindeki o gizli hakikat arzusunu deşmiş, açığa vurmuş ve bu kalplerde, hakikatin o muazzam iştiyakını tutuşturmuştu.
1898 yılında,_ Osnabrüçk şehrinde doğan ve gençliğinin daha başlangıcında mektep sırasından alınıp ateşin ve boğazlaşmanın ortasına gönderilen alman, muharriri Erıcîı Maria Remargue’in «Garp cephesinde kayda ıleğer bir şey yok» romanı çıktfe sıralarda dünya efkârı umumi-yesi böyle bir ruh haleti içinde bulunuyordu. tik defa, kısaltılmış şekilde bir gazetede gO. 11. 1928 den 10. 12. 1928 tarihine itadar tefrika olunan, bu eser, 1929 İkinci kânun sonunda tam pekliyle ve kitap halindelçıktı. Ve daha önce çıkan bu tarz romanların kazandığı büyük muvaffakiyetleri bir hamlede ve birçok defa geride bırakarak harikulâde alâka topladı. «Garp cephesinde kayda değer birişey yok» ro-manuıın 193-0 yılındaki tabı miktarı, yani ilk basılışından tam bir sene sonra, bir milyonu geçmiş bulunuyordu. Eser, kısa mr zaman içinde, italyancadan başka, bütün kültür dillerine çevrildi ve tarihin başlayıcından zamanımıza kadar bir tek eserle elde edilen en parlak muvaffakiyetlerden birinisteşkil etti: 1-3 şnilyondan fazla basıldı ve milyonlarca insanın elinden sene
223
lerce düşmedi. Bu eserde, şahsi menfaatlerin. tehdidini gören ve şahsi menfaatten gayri hiç bir idealin buiumımıyn cağım sanan nasırlaşmış Kinseler, derhal karşı berekete geçtiler ve Kemarçue’in kazandığı sempatiyi unutturmak, kitlelerin şuurunda bıraktığı izleri kazımak için müthiş bur faaliyete başladılar. Ve böylece bir tek eser, senelerce en şiddetli münakaşaların sıklet merkezi oldu. Roman’ın uydurmalığı ve Rcmarque diye bir muharririn mevcut olmadığı iddia olundu. Amerikalı filim »mili Cari Laemtnei’iıı bu romandan alarak çevirdiği bir filim, 1930 yılının en mükemmel filimi madalyesini kazanırken, aynı filim yukarıda işaret ettiğimiz menfi zihniyetin gayretkeşliği yüzünden bir müddet men-olundu. Bu filimin men’ini veyu gösterilmesini istiyen iki zıt zihniyetin çarpışmasında nazırlar, polis müfrezeleri, kızıl cephe mensupları, nasyonal sosyalist hiieum kıtaları yer aldılar. Filimin muhakkak men’-ini istiyen mürteci zihniyet, sinemalara baskın yaptı. Halk araşma, fena koku neşreden bombalar atarak veya beyaz fareler koyvererek de nihayetlbu neticeyi elde etti. İlk defa s:.dece muayyen teşekkül ve cemiyetlere olmak üzerelaneak 1931 yılında tekrar gösterilmesine müsaade olundu.
Muhacirin ikinci kitabı olan Dönüş yolu», merak ve alâka ile beklenmel i- , bir sürü kehanetler savrulmakta ve tahminler ileri sttrüfc:- kteydL Fakat eser çıktıktan sonra münekkitlerin alâkası ve topladığı alkış, mahdut oldu. Bu mahdut tabiri, birinci eserin Kazandığı emsalsiz muvaffakiyete nisbet edilerek kullanılmıştır. Yoksa «Dönüş yolu» romanının yalnız almanca tabı, birkaç yıl içinde yiiz bin sayısı;.: miş ve hemen bütün dillere çevrilmiş bulunuyordu. Bunda; daha 1929 danberi zihinleri kurcalııyan saçma bir sualin paymı aramak da kabildir: İnsan, bovl^^r .muvaffakiyetten sonra, aynı derecede muvaffakiyet kazanabilecek bir ikinci bunabenzur bir muvaffakiyet kazanabilir mi? Rıına rağmen «Dönüş yolu» nun^n#yaffak olmadığını iddia edecek elimizde hiç bin, detil
yoktur. Bilâkis bu eserde, muharririn daha olgunlaştığı göze çarpar.
»Dönüş yolu* romanının intişarı ve o tarihi takip eden yıllar, Almanya’da huzursuzluk ve kaynaşmaların mütemadiyen arttığı ve mürteci kuvvetlerin yeni bir kisve altında gittikçe daha tehlikeli olmağa başladığı anlara rastlar. Bu vaziyetler nihayet 1933 deki Nasyonal Sosyalizm’irticainin iktidara geçmesini doğurdu ve kahverengi gömlekliler, hükümeti ele aldılar. Almanya’nın ve Avrupanın üzerine bütün dehşetiyle çöken bu kahverengi kâbus, pek tabiîdir İti, işe başlar başlamaz, fikir ve edebiyat mahsullerini de, kendi görüşüne uygun bir şekle koymağı ihmal etmedi. Yarasaların, ışıktan ve güneşten korkması ne kadar tabiî ise, hür fikirden ve hakikatten korkan her istibdat gibi nasyonal sosyalizm idarecileri de, cihan edebiyatının ve modern alman edebiyatının on güzel eserlerini meydanlara yığdılar ve 10 mayıs 1S33 tarihinde küllerini havaya savurdular. Tarihin kaydettiği fikir istibdatlarının en dikkate değerlerinden birisi olan, bu kitap kundakçılığı, fıkır şdanurın ve edebiyata, cemiyet mesel elerinde oynamağa başladığı aktif rolün aıtdcğfamatnlyle keskinleştiğini gı .sienne.(i baiammdanVŞa karakteristikli.■.
Almanya’da başlayan fevkalâde şid-:1i ve sitemli bir tethiş lı ırcketi, her şeyde® evvel bu fikir mahsulleri ile mücadeleyi girişti. Eserleri yakılan alman muharrirleri için iki yol vardı: İçerde kalıp teni •■tkiiz kamplarının yolunu tutmak veya, yubancı diyarların şerhe-; havasında ça-iiyihak. istibdada karşı mücadeleye devam etmek. Henüz ele geçmemiş ve temerküz kampına tıkılmamış alman muharirleri, bu ildnni yolu tuttular Ve. birden, dünyanın aort bucağına bu beynebrüel kıymetler da-ğiT':n"^(-1:-,slovakya, Avjısturya, Hollanda, İsveç. Rusya. Fransa, İsviçre ve Amerika tantnmgtlere yer verdi. Ve böylece 1933 ü takip enen yıllarda alman edebiyatı ikiye ayrıldı: İçenle kalan muharrirler, köhne-ISiü&İâ devrinieoktanjattinıs birkaç ta
224
nesi istisna edilirse, Nasyonal sosyalist istibdadın yerleşmesinde menfaati olan mürteci temayüllerden mürekkepti. Bunlar, tekrar eskiye, irticaa ve koyu bir Cermen mistisizmine dönmüşlerdi. Yeniden yazılan edebiyat tarihleri ve antolojiler, hep bu görüşe göre tahrif ediliyor ve 1918 - 1983 arasında en güzel eserlerini veren »iman edebiyata «Röportaj edebiyatı» diye istihfaf olunuyordu. Bu zihniyete göre bu «Röportaj edebiyatı» büyükten ve üstün olmanın muazzam mazhariyetinden ürken hasta ve imhası gereken zararlı bir zihniyetti. Bu muzır edebiyat, alman kültürüne, alman halkının kalkınma iradesine suikast-lerde bulunmuştu. Ve şu anda vaziyete hâkim olan kendileri için bu muzır cereyanın kökünü kazımak en büyük vatan borcuydu. Nasyonal: sosyalist idarecilerinin bol keseden dağıttığı türlü edebiyat miikâfatlany-le beslenmeğe çalışan bu birinci zümre; Almanya içinde bulunmasına, yani 70-80 milyonluk merkezî bir blokun ana diliyle yazmasına, onların içinde yaşamasına ve her türlü kolaylıklara malik olmasına rağmen, 10 yıl içinde tek bir. dünya muvaffakiyeti kaydedemedi. Hürriyet ve hakikat için mücadeleyi, her şeyden üstün tutan ikinci zümre iseaana. dilinin konuşulduğu ve yazıldığı yerlerden çok uzaklarda, dünyanın dört bir köşesine rastgele dağılmış bulunmasına ve her türlü maddî imkândan mahrum olmasına rağmen dünya edebiyatına, alman edebiyatı namına ebedî, şeref âbideleri dikti.
«Garp cephesinde kayda değer bir şey yok» ve «Dönüş yolu» eserlerini yazan bir insanın, bu kahverengi kâbusun altında ezilmesine imkânı yoktu. Ve pek tabiî olarak Remargue’da, yanlış olarak muhacir edebiyatı ismi verilen «hakikî abrar, edebiyatı» na katıldı.
1933 ü takip eden ilk yıllarda Remar-gue'in izi bir müddetimin kayboldu. İsviçre'de bir otomobil kozasına kurban gittiği haberi bile bir aralık ortalarda dolaştı. Ve beş yıl süren bir sükût oldu.'Om sekiz yaşından beri muazzam içtîteaî hâdiselerin
ortasında çalkalanan ve bütün bu yılları, gerçek için mücadeleyle geçiren sanatkârın artık sarsılmağa başladığı ve kendini müthiş ruh. buhranına kaptırdığı akla gelebilirdi. Netekim, ikinci eserinin neşrinden tam yedi yıl sonra Hollanda’da 1938 de çıkardığı üçüncü esrinde, «tfç arkadaş» isimli romanında, bu yukarıda işaret ettiğimiz ruh haletinin izleri çok barizdir. Birinci ve ikinci esrlerinden ilk nazarda ayrılmışa benziyen bu romanda da, yer yer harikulâ-de sahneler vardır.
Avusturya'nın ve Çekoslovakya'nın işgaliyle, serbest alman edebiyatının faaliyet sahası darlmağa başlamıştı. 1939 ikinci dünya harbi ise bu sahayı süratle darâltı. Hollanda, Fransa ve bu hâdiselerin tesiriyle İsviçre ve İsveç de bu edebiyata hayat verebilmek imkânlarını kaybettiler.
1939 - 1940 yılları, hakiki alman edebiyatı için tek yıldızsız ve ışıksız simsiyah bir gece oldu. 1941 den sonra bu korkunç ve karanlık gecede, yeryer ışıltılar seçilmeğe başladı. Kurtulabilen kısmı Amerika yolunu tutan bu nauharrileriıı eserlerinin almanca tabıları tekrar Avrupa kıtasında göründü. İsveç’in gösterdiği bu medenî cesarette, iki yıllık müthiş bir istibdattan sonra kıtanınyer yer kendine geldiğini ve kahverengi istibdatta ilk çöküntülerin başladığını sezmek kabildir.
işte bu sırada, hattâ pek de beklenmedik bir anda, Remargue’m dördüncü kitabı çıktı.' Modern dünya edebiyatının bu en büyükisulh muharriri, bu son ve güzel eserine «Hemcinsini sev» adını uygun görmüştü. Roman çıkmadan evvel «Ankaz» ismiyle ilân edildiği düşünülecek ve iki isim arasında bir mukayese yapılacak olursa, muharririn, kendini kaptırdığı ruh buhranından yavaş yavaş silkindiğime iç dünyasın-da yeniden bir ümit ışığının parıldadığı farkedilir. Esasen bu yeni romanın bilhassa. sıın. sahneleri, bu yeni ümidi müjdeler. Biz bu. ismi, ReBrarcpıe’m bütün eserlerine hâkim, muazzam insan sevgisini düşünerek, «insanları seveceksin» diye tükçeleş-tirdite Muharririn bu yenil romanı, Avru-
225
panın İçtimaî bünyesinde mevcut huzursuzlukların, kımıldanmaların, artık tamamiyle keskinleştiği, haşinleştiği kâbus dolu anların hikâyesidir. Bu muazzam badirenin ortasında yüzlerce ve binlerce insan; şaşkın, müterddit, limitsiz ve mahvolmuş birer silk gölge gibi bocalamaktadırlar. Bu hayal gibi silik ve bütün mânalarını kaybetmiş insanlar, koskocaman Avrupa kıtasına sığdınlamamakta ve muayyen zümre menfaatlerinin çizdiği suni hudutlar arasında oradan oraya boğulmakta, atılmakta ve tazyik edilmektedir. Bu geniş içtimai kaynaşmanın bütün facialarını ve sert hakikatlerini, o kendine mahsus samimi realizmiyle vermesini çok mükemmel başaran Remarque, her eserinde olduğu gibi bu son eserinde de insanları sevmekte, onların iyi taraflarına ve «insanı m güzel yarınlarına inanmaktadır.
Remarçue’m bayatı ve edebî şahsiyeti hakkmdaki bu kısma, 1929 yılında verdiği bir mülakatı ilâve faydalı olur. Bu mülakat, Remarque'in ismi etrafında uydurulan masallardan bir çoğunu aydınlatmaktadır: ismi, müstear değildir. Dıılıa .18 yaşındayken hakikaten askere gitmiş ve yaralanmıştı. Hakikaten ilk mektep öğretmenliği, muhasiplik, mıthabirlirk, memurluk ve gazetecilik yapmıştır. Para kazanmak için Cocktail’e dair hakikaten bir makaleyazdı-ğı gibi, padelbotlara, otomobillere, motor-alra dair de makleler kaleme almıştır. Şöhretini küçültmek istiyeıı karşı taraf İBe, bütün bu küçük vesilelerden istifadeye kalkıştı. pinlerce ve binlerce makale ve lir yığın kitap neşıedrek, en mâlayanı slav ve istihzayı, şaşkın bir tehevvürü kullanarak Remarçue’i bertarf etmeğe çalıştılar Gelirini hesap ettiler. Eserinin ne suretle meydanı geldiği hakkında efsanevi ve esatiri hikâyeler yaydılar. Müellif, miilâ-kat verdiği Axel Eggebrechte Garp cephesi romanı hakkında şıınlan söylemişti: «Kitabın bıraktığı ilk intiba gayrı siyasi idi. Fakat kazandığı büyük muvaffakiyet yüzünden siyasi münakaşalara sürüklendi, önceleri hayranca bir hüsnü kabul ve ar
kasından da, ekserisi hep aynı gazetede olmak üzere gülünççe red ve inkârlarla karşılandı. «Muharrir, — Harbe dair bir kitap — yazmak istemediği için mevzuunu harbin pek küçük bir parçası içine sıkıştırmağı tercih etmişti. Rcmarçue, harbin tamamiyle beşerî ihtisaslarından bahsetti vc her türlü siyasî veya dinî bir temayülü veya herhangi bir tarafı tutmaktan kaçındı. Bu hususta; «Ben» der «herkesin yaşadığı ürpertiyi, dehşeti, ümitsizliği ve en basit kendini koruma şevki tabiisini, mahvolmuş ve ölümle karşı karşıya gelmiş olan insan ömründeki sert kuvveti anlattım, sadece. Kitabımdaki bütün vakalar hakikîdir vc yaşanmıştır.»
Remarqııe*in kulandığı üslûp, herkesin anladığı dildir. L. Renn veya Binding’in kiler gibi, almancada çok daha edibane yazılmış bu tarz kitaplar vardır. Fakat Re-manjue’in eseri gibi böyle herkesin benimsediği ve kendine malettiği'bir tek başka kitap yoktur. Remarçue’in üslûbundaki mükemeliyet sayesindedir ki; cephedeki askerin intibaları, memlekete dönen izinlilerin hassas taraftan, ve ayrılma anlarında içimizi dolduran bin türlii anlatılmaz duygulan biz de yaşar ve tâ içimizde buluruz.
1933 yılında, yani Nasyonal sosyalizm iktidara gelmeden hemen pek az evvel neşredilen «Werden und Wandlung» isimli bir edebiyat tetkikinde, Remarque için şu hükme varılmaktaydı: «Üslûp itibariyle ekseri yerlerde büyük Knut Hamsun’u hatırlatan ve onun sürükleyici âhengi ve mecazlarıy-le yaşanılan; hakikîyi bütün ağırlığıyla veren bu eser, ta iliklerine kadar «Alman» damgasmı taşır. Alman kelimesini, koskocaman bir cümleden fazla manalı bulan insan, bu kitap karşısında millî bir gurur duyacak ve bu eseri ancak bir alman yazabilirdi, diyecektir.»
Remarque ili, 1929-1941 yıllan araşma sığan 12 senelik bif zamanda çıkan bu dört eseri, klâsik seri roman tasnifine uymamasına rağmen yinemde bir -bütündürler. Bu
226
ön iki yılda neşredilen «Garp cephesinde kayda değer bir şey yok: 1920», «Dönüş yolu: 1931», «üç arkadaş: 1938», «İnsanları seveceksin: 1941» romanlarını birbiri peşinden okuduğumuz zaman 1914-1039 arasındaki bir çeyrek yüzyılm bütün İçtimaî hâdiselerinin önümüze serildiğini görür ve bu muazamz akışın uğultulu dehşeti karşısında tâ içimizden sarsılırız,
«Garp cephesinde kayda değre bir şey yok» romanı, mektep sıralarından sökülüp kan ve ölüm okyanosunun ortasına fırlatılan yüz binlerce gencin destanıdır. Bu romanı sayfalarında, onların korkularına, ümit ve heyecanlarla, saf düşücclcrine rastlar ve bütün bunları kendi benliğnize mâl ellersiniz.
«O, Birinci teşrin 1918 de öldü. Bil tün cephe o kadar sfikin vc sesızdi ki; asker! tebliğler sadece: Garp cephesinde kayda değer bir şey yok demekle iktifa ettiler.» Bu üç beş kelimelik cümledeki muazzam ifade kudreti; yüzlerce sayfalık eserlerde bulunanuyacak kadr beliğdir. Bir ana ve babam:: sevinçleri masında dünyaya gözlerini açım, iizerine fitrende titrenile büyütülen, nefes alması veya biraz yüzünü ekşitmesi, bu :ına-baba için muazzam mese-le olan bir delikanlı, bir insan; bütün ümit, enerji ve arzulamyle beraber göçmekte ve tebliğler ise «Cephede kayda değer bir şey yok» diye âdeta esef duymaktadırlar
«Dönüş yolu» nda rastladığımız; insan ise, «Garp cephesi» ndı- ve bu eserin bilhassa başlangıçlarında gördüğümüz ö saf, o her şeyden habersiz vc, şarkılar söyliye söyliye ölüme. çamura koşan tertemiz delikanlılar değildir. Bunlar, dört yıllık boğuşmadan canını. kurtarabilmek için her türlü hileye, desiseye ve ahlâk klanlarının şiddetle tel’in edeceği bin türlü dalavereye bnş vurmuş mahluklardır. Giden yuz bin-lerceden geri dönebil- n bü bir kaç binin" kafasında hep aynı şeyler vardır. Onlar daima ve her yerde; harbi, olumu, öldürülmekten kaçınmayı, düşünürieri. Bütün yaşama enerjilerini de kav’betmişterdir. -Dönüş yolu» ndaki kahramanlardan hiçi şöjî
le der:! «Döğüşebilriz, fakat çalışmak, attık elimizden gelmez» ve aynı kahraman, «Bunu tekrar öğrenmeliyiz» diyen arkadaşına, «Evet, Lüdwig, cevabını verir, boşuna idi. Beni de çileden çıkaran bu ya. Büyük bir şevk içinde bu fırtınaya atıldığımız zaman ne delikanlılardık! Yeni bir devrin başladığını sanıyorduk. Yer altındaki bir mumun zavallı ışığı altında çömelip bekleşen bu yüzlerde, anlayıştan, cesaretten ve ölümü bekleyn bir tevekülden daha fazla bir şey vardı. Bu harektsiz duran sert yüzlerde. bir başka yarının arzusu parıldıyordu. Saldırırken de, ölürken de yüzlerimizde hep aynı arzu vardı. Seneden Benye daha sessizleştik, birçoklarımız öldü, fakat bu bir tek arzu hep yaşadı. Amma şimdi, o da yok; o da kalmadı.»
«Dönüş Yolu» romanında Remarçue'in muvafakiyetin tebarüz ettirmek için yine kendisine miiracat etmek ve bu eserden parçalar almak en doğru bir hareket olur. Yukarıdaki parçada konuşan George Rahe, arkadaşlarından ayrılır ve kapının önünde durarak, sabahın alaca karanlığı içindeki sokağa bakar verevleri İşaret eder: «Bir sürü yeraltı siperleri. Harp devam ediyor. Amma, mcrunça.-bir harp.
Bütün bu satırlardaki ifade kudreti, sadece alman gençliğinin hayal kırgınlıklarını, teessür ve isyanlarını anlatmış olmanın çok daha üstüne çıkmış vc bütün bir dünya gençliğinin duygu ve düşüncelerini do söyliyecek kadar beşeri olabilmiştir. Döııilş yolu; aldaüldığını ve muayyen kim-elerin kör menfaatleri uğruna harcandığını bütün dehşetiyle gören bütün bir neslin isyanları ve feryatları ile doludur. Mektep direktörünün nutku «Bu yirmi bîr arkadaş, artık aramızda değü-ier. Bu yirmi bir kahraman, savaşların gürüllüsüuden uzakta ve yeşil çayırların altın jlfebedr uykularına dalmış bulunuyorlar* diye teatral bir tessürie akseder-feıbukırumî^bû aldatılmış nesil yüzünü buruşturur ve bağırır; «Yeşil çayırlar ha.. Ebedi uyku ha.. Bay direktör, sanırım musiki^ dersindö;,değilsiniz.» Ve bu âni isyana
kapılan genç, arkadaşı küçük Hoyer’in nasıl da bağırsaklarını kamına tıkamağa çalışarak ve haykıra haykıra can verdiğini direktörün suratına bağırdıktan sonra şu kelimeleri kullanır: «Eğer kendinizde bu cesareti görüyorsanız bay direktör, Hoyer’in anasına gidin ve oğlunun nasıl öldüğünü anlatın.»
«Üç arkadaş» romanının atmosferini dolduran yıllarsa harpten hayli uzaklaşmıştır. Harp biteli belki on, belki onbeş sene geçmiştir. Muazzam boğazlaşmalardan geri dönebilenlerden üç iyi arkadaş bir otomobil tamirhanesi işletirler. Bu üç arkadaş, Remarque’în iyi olarak göstermek istediği kahramanlar gibi, her türlü maddî ihtiraslardan uzak ve birbirlerine en temiz hislerle bağh insanlardır. Muharrir, bu temiz bağlılıkların kökünü yine harpte, beyinlerinden bir türlü çıkmak bilmeyen o ölüm ve kan badiresinin tesirinde bulur. Esasen, Remarque’in eserlerindeki insanların bir çoğu hemen daima iyidir. Muharrir, bu insanların ne için iyi olduklarım uzun uzadıya anlatmaz. Fakat o, sadece onları, yani mühim bir ekseriyeti iyi olarak kabul eder. Hattâ insanlar hakkmdaki bu iyi görüşünde o kadar ileri gider ki, eserlerine soktuğu bazı kötü ve gülünç tiplere karşı, âdeta bir acınma hissi besler.
«Üç arkadaş» romanı, harp sonu Al-manyaşmın bir büyük şehrinde cereyan eder. Boş vakitlerini, siyasî toplantılarda veya kahvane köşelerinde geçiren btı bomboş insanlar muharririn büyüklüğü ye şümulü sayesinde, sadece Alman topluluğunun insanları olmakla kalmamışlar ve dertleri, teessür ve şaşkınlıklanyle, bütün bir insanlığa maledilebilmişlerdir. «Üç arkadaş» romanım, siyasî toplantı sahnelerini anlatan ve Nasyonal soşyalizm'in iktidara ele almasına takaddümeden günleri, canlandıran sayfalan, muharririn büyüklüğünü tekit içindikilmiş birer edebî âbidedir.
. Harp biteli on yıldan fazla bir zaman gşçmiş, fakat hâjâ bir İçtimaî istikrar olamamış, kitleler hâlâ ıztıraptan kurtulama-mıştır. Arkadaşları Gotffried fienz’i ara
yan Robby Lohkamp ve Otto Koster, siyasî toplantı yerlerini dolaşmaktadırlar. Mu-harir, muhtelif partilerin toplantı yerlerini buralara koşan halkın haleti ruhıyesini, hatiplerin bariz hatlarını, birkaç sert kalem darbesiyle vermesini bilmektedir. «Her meslekten insanlar. Muhasipler, küçük sanat erbabı, memurlar, bir miktar işçi ve bir sürü kadın. Sıcak salonda, öne doğru eğilmiş, yahut da arkaya yaslanmış, yan-yana ve başbaşa oturuyorlar. Bir kelime seli üzerlerinden kayıyor ve bu an harikul-âdeir. Büffin yüzlerinde aym görünmez mâna, sisler içinde bir serabm müphem ufuklarına gevşek ve dalgın bîr bakış. Bu bakışlarda hiçlik, aynı zamanda itimatsızlık, tenkit, günlük gaileler, realite ve nihayet, bütün meslelerin hallini uman teslimi-yetkâr bir bekleyiş de var. Yukarıdaki adam, her şeyi biliyor, her suale bir karşılık, her sefalete bir yardım buluyor. Ona, güvenmek ne iyi. Keûdini düşünen birisini bulmak ne güzel ve inanabilmek ne saadettir.» Ve Gottfried Lenz’i aramağa devam eden iki arkadaş, daha birçok siyasî toplantı yerlerine uğradıktan sonra, yollarının önüne çıkan bir falcının karşısında da bir an dururlar. «Küçük bir şahne, üstü kâğıt dolu masasının arkasında sarıklı bir adam duruyor^. Biişjııın üzerindeki tabelâlarda, ilminüçum, el falı ve keşfi istikbal, 50 fenikle mukadderatınızı öğrenebileceksiniz, kelimeleri yazılıydı. Adam, seyircilere, sessiz bir şeyler anlatıyordu. Seyircilerin yüzlerinde aynı bakışlar: tıpkı öbür müzikali ve bayraklı toplantılardaki .seyirciler gibi; kaybolmuş, dalgm ve mucize bekliyen bakışlar vardı. Önümde yürüyen Köster’c: — Otto, dedim. Ahalinin neastediğini şimdi anlıyo^n,. Onlar siyaset falan istemiyorlar, sadçc uydurma dinler bekliyorlar. Kös-ter, etrafına. bakındı: «— Neye olursa olsun inanmak, bir şeylere inanmak istiyorlar.»
'Muharririn çıkan son eseri
olan «İnsanları sevecksin» romanı ise «garp cephesi» ndenberi devam eden bir İçtimaî kaynaşmalar ve huzursuzluklar sil-
228
Amerikan Romanında Yeni Is+ikametleı
Asrın başlangıcında Amerika’nın en meşhur romancısı olan Heııry James (büyük ruhiyatçı VVilliam Jamcs'in kardeşi) hayatının büyük bir kısmını Avrupa’da geçirdiği gibi, romanlarında anlattığı hayat kendi gibi seçme bir aileden yetişmiş veya sadece zengin olan A merikalılann Avrupa-daki hayatı idi. Esas konu: Hudutlarının çizilmesi ancak on dokuzuncu asrın nihayetinde biten Amerikada, zenginleşmiş veya başka bir tarzda yükselmiş insanlar için «kültürel» bir hayat yaşamak mümkün değildir, bu insanlar ancak Avrupa’nın eski medeniyetine sığınarak rahat edebiliyorlar. Bu münevver «eyyahlatm Avrupa’da en çok görüştükleri insanlar da fakirleşmiş asilzadeler olduğu için. önlarm temsil ettiği medeniyeti, azçok yukarıdan aşağı bakarak görme!; mecburiyetinde kalıyorlar çünkü onların ahlâkî ve İçtimaî telâkkiler: çok başkadır. Hem, eski şehirler ve eski isimleri seven, hem de bu çürük, havasız muhitte iyi nefes alamıyan ameri kalılrı İnç bir yere yerleşemiyor, hiç bir muhiti be-nimsiyemiyorlar; vapurdan otele, otelden şatoya, şatodan ranç ve fabrika civarına taşınıp duruyorlar. Tabiî bu küçük bir zümredir. — Fakat bu küçük zümrenin mümessili o zamanki edebiyatta büyük bir rol oynuyor.
jilesinin en son safhasıdır. 1933 de Almanya’da iktidarı ele geçil en kahve rengi gömlekli riticaın tehdidi ve istibdadı büyük bir süratle AVrupaya çökmektedir, İnsanlar, tazyik edilmekte, çeşidi bahanelerle oradan oraya sürlıhokte. temşrkliz kamplarına tıkılmaktadır Yüzlerce ve binlerce insan.
Nnrmin MENEMENCÎOÖLÜ
1914 harbi esnasmda yetişmiş olan bir romancı nesli de Seine nehrînn sol sahillerine yerleşiyor, ve kendine gayet isabetli olarak «Kaybolan Nesil» adını veriyor. Bunlar Gertrude Stein gibi, E. E. Cum-minga gibi iislüp acayiplikleri ile kendi köksüzlüklerini, rahatsızlıklarını, gayesiz-liklerini gizlemeye çalışan insanlardır. Kendi memle İrilerini beğenmiyorlar, ecnebi hayranıdırlar. Bu grupa dahil Julien Green isminde bir genç hattâ kendi lisanım terkederek Fransızca yazmağa başlıyor. Yine bu grupa dahil olan şair Ezra Pound ikinci umumî harp başlayınca Italyadan memleketi aleyhine . radyo propagandası yapıyor. Fakat Erncst Hemingway gibi) daha sonra memleketlerinde büyük şöhret kazanacak olan başkaları bu gruptan ayrılarak Amerikaya dönüyor, ve kendi topraklarında yaşanan hayati anlamağa, onun terci imanı olmağa çalışıyorlar. Çünkü artık Amerika'da kaynaşmalar yola girmiş, Okyanosdan Okyanosa giden hudutlar içerisinde milli bir hayat kurulmuştur. Bunu gi e emiyenler, buna karşı alâka duymuyan-lar, kendileri âciz olan kimselerdir. Amerikanın kendine mahsus bir hayatı olduğu gibi, Amerikada okuyucu kitlesi de geniştir. Fransada bir kaç kozmopolit tarafından okuamaktansa, milyonlara hitap et-
Avrupa devletlerinin hudutları arasında, bir türlü jsonu gelmiyen bir mecburi yürüyüşe çıkmış gibidirler.
Ve 1914 yılında «Garp cephesi» nde başlayan harp, yirmi beş'-yıldır devam etmenedir. / '* % /
229
mek daha caziptir. Fakat milyonlara hitap etmek için onların alâkasını uyandırmak, onların dittni konuşmalı. Anlatacak yepyeni şeyler var. işte bu milyonların arasmdan bu şeyleri anlatabilecek insanlar yetişiyor. Ve Amerikan romancıları kendi köklerine döner dönmez bu sefer asrımızın en kuvvetli, en mükemmel romanlarını yazıyorlar. Yeni kurulan bir cemiyetin iç yüzünü anlatmak için yeni teknikler icat ediyorlar. Ve yazdıkları millî romanlarla başkalarına yol göstererek dünya edebiyatına yeni bir istikamet veriyorlar.
Bu yeni tekniklerin hepsinin birleştiği bir yer var: Bugünkü Amerikan romancıları realisttirler. Gördükleri muazzam değişmeleri, çarpıtşmalan, hattâ kendi ruhlarında olan bitenleri, olduğu gibi göstermek isterler. Lisan git gide acaiplikten, gizli ve müphem mânalardan, uzaklaşıyor, bir olayın esasım nakleden gazete lisanının çıplaklığına yaklaşıyor. Bu tarzda yazılan ilk büyük eserlerden biri Theodore Dreiser’in «Bir Amerikan Faciası» isimli romanıdır. Dreiser vasatî bir Amerikalının para ve iktidar kazanarak muhitin telâkkilerine göre yükselebilmek için nasıl karısını öldürdüğünü, ve nasıl yakalanıp aynı muhit tarafından cezalandırıldığım, anlatıyor. Dreiser’in romanı, realist olmakla beraber, teknik bakımından kusursuz değildir. Fazla tekrarlarla döluMsan şuursuz bir gazete lisanı, o kadar ki esasta kuvvetli olan hâdiseler ve fikirler neticede zayıf gözüküyorlar. Esasen modern Amerikan hayatı böyle tekrarlara tahammül edemez.törası sürat memleketi, vakit kazanma memleketidir.
Şimdi, bütün eserlerinde kendinden bahseden, her yerde daima kendini arayan, kendini bulan bir muharriri alalım: Şrnşst Hemingway.. Hiç bir zaman şahıslarının düşündüklerini nakletmez. Kısa kısa cümlelerle, biçilmiş, kırpılmış fakat su’ gibi' akan bir lisanla hâdiselerin cereyanım anlatır. Şahıslarının iç hayatını yaptıkları şeylerden, ve aralarındaki görüşmelerden anlarız. Hemingway şahıslarını çok konuş
turur — fakat konuşmalarında bile ruh tetkikleri, hayal incelemeleri "yoktur. Vasıtalarım bu kadar iktisatla kullandığı Halde romanları gayet heyecanlıdır, ve şahıslan canlı -mahlûklardır Hemingtvay, atılgan, sergüzeşt seven Amerikalıların romancısıdır.
Amerikanın küçük şehirlerinde yaşıyan vasatî insanların tipini yaratan büyük realist romancı da Sinclair Lewis’dir. Lewis lisana yeni bir kelime sokmuştur: Babbit. Bu adı taşıyan romanında küçük bir «bu-siness» adamının hayatını bütün manevî fakirlikleri ile yaratarak insanları böyle hayat yaşamağa mecbur eden sistemi tenkit etmiş oluyor. «Arrowsmith» adında bir başka romanında bir kasaba doktorunun cemiyete hizmet etmek isterken ne gibi müşkillere uğradığını gösteriyor. Orta Amerikanın halini anlatan bir romancı da, daha yakınlarda ölen Sherwood Anderson-dur. (Orta Amerika - Amerikalıların Middle West dedikleri bölgenin orta kısmıdır ki buranın halkı ekinleri veya fabrikaları ile meşguldür ve Ayrupanm tesirinden çok uzaktır.) Bu romancılar eserlerinde yeni kurulan şehir ive kasabalardaki yanlış kıymetleri gayen .sert bir tarzda tenkit ederlen.fakat gerek bu kıymetler peşinde koşarak mahvolan, gerek-onlan reddederek cemiyet tarafından ezilen vasati insanlara karşı anlayış ve sempati gösterirler.
Amerikan hayatı, sadece Middle West hayatı değildir. Doğudan batıya ve sınıftan sınıfa aynı kolaylıkla seyahat eden muazzam insan kitlelerinin efsanesini anlatabilmek iğin büsbütün yeni bir teknik icat etmek lâzımdı.Bunu da John Dos Passos yap-tL Dos Passos’un romanlarında tek mevzu yok, dört beş hikâye birden ilerler. Bu hikâyeler cemiyetin başka başka tabakalarında cereyan eder, bazanibir hikâyenin şahısları tesadüfen bir başka hikâyenin şahıslarına karışır — tıpkı hayatta olduğu gibi. Temler birleşir, tekrar ayrılır. Hikâye aralanma Dos Passos kendine mahsus fasıllar sıkıştırır: O zamanın gazete başlıkları, ■ caz: şarkılarımı!- kelimeleri, zamanın
230
mühim insanlarının kısa biyografyası. A-merikahlar iğin onun, kitaplarını okumak kendi hayatlarını tekrar hatırlamaktır.
Dos Passos kendine mevzu olarak bii-tiin Amerika’yı almıştır. En meşhur üç romanına birden «V. S. A.» (İngilizcede A-merika Birleşik Cumhuriyetleri kelimelerinin ilk harfleri) ismini verdi. Bu üç romanda Amerikanın Birinci eihan harbinden büyük 1929 buhranına kadar umumî tablosunu çizmek ister. «Manhattan Transfer» isimli bir başka romanında kendi başına bir dünya olan Ncw York’u anlatır. Dos Passos’ıın romanları Bach’ın üç dört sesli Alglerini veya Beethoven’in bir çok temll senfonilerini andırıyor. Esasen romancılıkta bile bu tekniğe büsbütün yeni demek doğru değildir. Bir kaç temi birden ilerleten romanlar on dokuzuncu asırda da vardır: Meselâ, Tolstoy'un Harp ve Sulh romanı. Kendi asrımızda Dos Passos ile aynı zamanda, yaşıyan ve yazan Fransız romancısı Jules Romains vardır. Yirmi cildi geçen, fakat henüz bitmiyen -(Les Hom-mes de Bonne Volonte» romanında Fran-sada 1908 deıı beri her tabakanın hayatını anlatmak isti r. Fakat Jiıles Romains teknik bakımdan Dos Passos kadarmuyaffak olamıyor. Dos PaSses birçok şeyleri az yere sığdırıyor, Jules Romains hikâyelerini hamur gibi yayıjor, yayıyor, o kadar ki şurada burada delikler hasıl oluyor. I)os Passos’un kitaplarını okurken elimizden bırakmak mihııkiin değil, Jules Romains' inküerini bırakmak mümkün.
Büyük buhrandan sonra yetişen* genç romancılar içinde yaşadıkları cemiyetin tezatları üe büsbütün meşguldürler. Dreiser ve Lewis bu . emiyeti daha inkişaf halinde iken tenkit ediyorlardı, yeni gençler onu buhran halinde tenkit ediyorlar. Adımlarda bir başka yazımda John Stembeck'ten bahsettim. Steinbeck Aîhei'îkaiıTarıbtiyük bir buhranla mücadele halinde gösteriyor. Gazep Üzümleri ismindeki romanında büyük bir kitlenin çiftçilikten ameleliğe, a-melelikten serseriliğe zorla Bevfcedildiğini
görüyoruz. Bir genç cenuplu, Erskine Cal-dweü, cenupta beyazlarla zenciler arasındaki münasebetlerin doğurduğu Amerikan faciasını anlatıyor. Daha yüzlerce romancının ismini vermek mümkün, çünkü bugünkü Amerikan edebiyatı fevkalâde zengindir. Fakat bu romancıların eserleri bizde bulunmadığından fazla misal vermeden bazı umumî neticelere varmak belki daha makul olur.
Hulâsa edelim: Amerikan romancıları realisttirler. Hakikati olduğu gibi vermeğe çalışıyorlar. Fakat bunu her biri kendi tarzında yapıyor ve teknik bakımdan bir çoğu mevzua uygun mühim yenilikler icat etmiştir. Hiç biri basma kalıp kitap yazmıyor, icat olmıyan yerlerde inkişaf var.
Amerikan romancıları içinde yaşadıkları cemiyeti tenkit ederler, fakat tenkit etmek kuvvetini memleket ve vatandaş sevgisinden alırlar. Amerikalıları sevdikleri için yaşadıkları hayatm ne kadar fevkinde olduklarını göstermek isterler. Bir millet kendini bu derece tenkit edebilmek için kendinden pek emin olmalı. Amerikalılar kendilerinden pek emin, kendilerim, bütiln kusurları ile, en güzel, en iyi hayati yaşamağa lâyık buluyorlar. Romancılar umumiyetle nikbindir, çünkü insanların yeni şartlara uyabileceğini görüyorlar. Amerikanın «Yeni Dünya» olduğunu unutmu-ır.
Amerikan romancıları, kendi İçtimaî hayatlarına iştirâk ettikletri günden beri lıiiyük edebiyat yaratmağa başladılar. Ondan evvel yazdıkları eserler Amerikanın tahlifin değü, karikatürü idi.
Burada bizim romancıları da düşündürecek bir hakikat yok mu? Beynelmüel bir muharrir olmak için evvelâ kendi toprak parçasına yaklaşmak, orada yaşayan insafları vc yaşadıkları hayatı boyassz, sür-nıesiz göstermek ve mevzudan ilham alarak yenımr tekil ık^emMr Tisan kurmak. Bugün’ roman edebiyatında en muvaffak o-lanlar bu ynhı takip ediyorlar.
231
Genç yaşında kaybettiğimiz
Kenan Hulusi'nin Hakikî Çehresi
Ölenlerin arkasından sıcağı sıcağına yazmak artık hoşuma gitmiyor. Bu soy yazılar, eğer sevdiğimiz biri içinse, çok defa hazin bir mersiye halini alıyor. Hayatta iken kendisinden veya eserlerinden hoşlanmadığımız bir sanatkâr için de acı şeyler söylemeğe dilimiz varmıyor: hemen samimiyetten uzaklaşıyor, onda bir takım meziyetler bulmağa çalışıyor ve icat ediyoruz da.. Zavallı Kenan Hulflsi için, ölümünü pek geç duymama rağmen, birkaç satır yazmağa bunun için karar veremdim. Halbuki zamanla ve kendisi hakkında yazılanları okudukça izaha muhtaç bazı noktaların meydana sıktığını gördüm.
Kenan Hulûs! yazı hayatında birbirine zıt iki safha göstermiştir. Başlangıçtafert çi ve bir elit sanatkârı olmağa çabalıyan genç adam, son zamanlarında cemiye tçi bir sanat göriiştlnll idrâk etmiş ve realist bir platformda yer almıştır. Halbuki bugün, ölümü ar itasından ah ve vah edenlerin bir kısmı, onun son yazdıklarını bir zaaf olarak kabul ediyor ve birinci safhasını belirterek reddettiği- bir sanat anlayışına mal-etmeğe çabalıyorlar. Onları haklı bulmadı ğım için yazıyorum. Bu satırlara, Çentin Hulûsinin inşaya çalıştığı sanat yapısının müdafaası, olarak bakılabilir.
Kenan Hulüai, kendi fikir arkadaşlarının teslim ettiği gibi, yazı hayatına «Fantezi, şiir ve hayal dolu r,emircikler t yazmakla başlamışta*. «Kelimelere âşık bir sanatkârdı.» Bütüîi'' vsfeini onları inciler gibi seçip dizmekle» geçmiyordu. ıAn-latılan şeyin değil; anlatış tarzım ngüzel-vc
Hüsamettin BOZUK
mutlaka ahenkli olmasını isterdi.» Bunu» için «çok güç ve ağır yazardı.» Velût değil, kısırdı. Milyarder Mae Külleyin Halıları bu yüzden, muhtelif zamanlarda muhtelif mecmualarda tekrar tekrar basıldı.
Fakat zamanla, aynı platforma mensup olan Yedi Meşaleciler’den ayrı düşünmeğe, dünyayı ayrı görmeğe başladı. «Fan-tezili nâsirliğine kendisi düşman oldu.» Kendinde dostlarının «canına yakın» bulduğu «bu tarafı öldürmek için kendisiyle mücadeleye girişti.» Kenan Hulûsiyi Kenan Hulflsi yapan da budur. Bugün elimizde kalan belli başlı eserleri bu gayretin mahsulüdür: Dört Hanların kulaksızı, incir Fidmıları, Kemaldi Değirmenci ve Yusufçuk gibi hikâyeleri yeni nesil edebiyatı içinde birinci plânda yer alan kıymetli ör-r.ekleişBr, Otuz beş yaş bunun için Kenan Huliısiye azdır.
Onun ölümü arkasından Vıırhk mecmuası ithaflı bir sayı çıkar lı (No. 240. 1 Temmuz 1943). Burada Cevdet Kudret SolokŞ «Eğer tuttuğu yoldun avnlmasay dı bugün ondan "Türk edebiyatının en büyük nâsiri" diye bahsetmek imkânını bulacaktık» diyor. Ziya Osman ise Kenan Hu-İÛŞİ deyince hatırına «Edebiyat fakültesinin -ırkkâri divanhanelerinde mütebessim dolaşan» ve «caketlnin sol üst cebinde kah beyaz, kâh renkli mendiller taşımağa merakin göfiç*tlıirmfnhün arkadaşının geldi-gıui söylüyor: «Unlan boyun bağı değiştirir ğtbt"he katlar sık değiştirirdi! Herhalde bu mendillerden kendisinde bir kolleksi-yon vardı. Bizlcre^rasıraj Beyoğlunun fl-
23-2
lânca mağazasının camek ânında gördüğü çokg Özel bir mendilden bahseder, fakat çok pahalı olduğundan alamadığını ilâve ederdi. Aklı günlerce o mendile takılır, nihayet aldıktan sonra, rahatlardı. Onu Os-car Wilde’a benzetirdim..» Nahit Sırrı örik, yedi gencin Meşale mecmuasındaki çalışmalarına işaret ederek «bundan sonra birçok nevilerde dikkate lâyık yazılar ve hattâ kitaplar vermekle beraber, kısa bir müddet umulmuş olduğu gibi edebiyat tarihimizin dönüm noktalarından biri olamadılar» diyeyamp yakılıyor. Yaşar Nabi Na-yır onun realist oluşuna düşman görünüyor : «Realizmin kuru ve süasüz yazı üslûbu ona göre değüdi. O mükemmel üslüp-çu. bu tarzda hikâyelerinde çok kere bocalayan bir acemi yazıcı haline düşmekten kendini alamazdı. Yanlış bir yol tutmuş olduğunu daima ona tekrarlar ve kendisini asıl istidadı olan sahaya çevirmek isterdik. Hulûsi, bu itirazlarımıza kızar, doğru yolda olduğuna, bizim yanlış düşündüğümüze bizi iknaa çalışırdı.. Yaşar Nabi bu değişmeye sebep olanak da Ştmlnn gösteriyor ı • Gazeteciliği, l ılayısiyle kendisine telkin ettiği realizm agkı, onun, yükselmek için yaratılmış geniş kanatlanın hazin bir şekilde budamıştı. Realizmin devrin sanat tc-lâkkiBİ olduğuna inanıyor.' zamanına göre geri ve köhne sayılmaktan korkuyordu
Konan Hulûai, görülüyor ki, Hrçok zaaflarına rağmen, yakın tamdıklarımn itiraf ettikleri s.ığlam bir yol üzerinde yürümeğe başlamıştı. Eskiden ve köhneden korkusu da. yalnız her sanatkârın değil, her münevverin duyması lâzım gelen asü bir
korkudur. Eski Yedi meşalen ilerden tamamen zıt bir kutupta yer almış bulunuyordu. Bunun içindir ki, Cevdet Kudretin vehmettiği gibi kimsenin Yedimeşalecilere «Başınız sağ olsun!» demeğe hakkı yoktur.
Kenan Hulûsi ekmel bir sanatkâr haline gelmemiştir Birçok tenakuzları vardı. Bazı hikâyelerinde memleket realitesini gerektiği şekilde ihata edemediği görülüyordu. Bunlar büyük bir şey ifade etmez. Asıl olan, onun diri sanat temayülleri iize rinde kafa yoran bir adam olmasıdır. İşte bunun içindir kİ övülmeye değer bir sanatkâr hüviyeti kazanmıştır.
Gazetecilik mesleği itibariyle halk tabakalarına ve memleket dertlerine daha yakın bulunuyordu. Fildişi kulesinden geniş halk tabakaları ortasına sıçramak ve realist sanatkârlar arasında yer almak ar-zubu da bunun içindir. Bir otelde yedi kişi adlı kitabı hakkında yazmış olduğum bir yazıda onun realist cephesi üzerinde durmuştum. Kenan Hulûsi o satırları gördüğü zaman memnuniyetini bildirmekten kentimi alamamıştı.
Mukayese caizse, onu Fransızların Eugene Dabi'si gibi genç yasta kaybettik. Onun ölümü için mersiye yazanlardan biri -•hazin bir ölüm», bir başkası «melun bir hasta® kaza nevinden bir ölüm», bir lieı'mcüstt'de «merhametsiz ölüm ve saygısız hastalık» diyor. Gerçeklevgisiyle kalbi cnrpatr vc samimiyetten başka bir şey dü--linmiyen Kenan Hulûsi, bu sözleri içilseydi. mrzannda kemikleri sızlar ve «saklamayınız. tifÜB! tifüs!» diye bağırırdı..
283
SOVYETLERDE ROMAN
Y. Nuri ZAİMOĞLi;
Rus klâsiklerinden bazı eserler dilimize çevrilmiştir. Gorki’nin inkılaptan evvel yazdığı bazı hikâyeler ve romanlar yabancımız değil. Fakat yeni Sovyet mııharir-lerini çok az tanıyoruz. Şolohofun dilimimize ikinci bir dilden çevrilen «Uyandırılmış toprak» ı ve daha birkaç eser Sovyet edebiyatı ve romanı hakkında bize çok az bir fikir verebilir. Fakat nedense öteden-beri ezberlenmiş bir sözü ara sıra duyuyoruz: Sovyet edebiyatı bir propaganda edebiyatıdır ve madem ki propaganda edebiyatıdır sanattan uzaklaşmış olmak, güzel olmamak gerektir. Fakat sanatkâr demek, güzelliğin propagandacısı demek değil midir? Çirkinliği sanat eserleriyle propaganda etmenin imkânsızlığım, insanlığın en güzel, en sevgili ümidine: demokrasiye hor bakaların çorak sanat muhiti ispata yetmez mi?
Bugünkü Soyyet romanını ve umumiyetle Sovyet edebiyatını anlayabilmek için, önce bu edebiyata ilk yapıcısı olan Gorkiyi tanımak.iyi anlamak lâzım.
«Benim için arz kâinatın mağrur kalbi, sanat arzın ateş kalbidir; sanat adamları bu kalbin nesihleridirler.»
Gorki Anatöl Fransa yazdığı bir-mek-tupta böyle diyordu.
Fakat Gorki .sanatı sanat olduğu için seviyor değildi. Onun en sevdiği şey insan oğlu, onun hür ve mesut hayatı, bu hayat uğrunda mücadelesi, kahramanlığıydı.
O, sanata bu sevgisini terenüm ve tâ-
Gorkfnin ilk romanı «Fonıa Gorde-yef» den son romanı «Klim ŞajU'gin’in Hayati» na kadar bütün eserlerinde — vak
aların, tiplerin, karakterlerin değişik olmasına rağmen — tek bir ruh, aynı ruh yaşar. «Foma Gordeyef» de serserilerin hayatını tasvir eder. «Ana» da yaşadığı cemiyetin ufuklarında beliren fırtınaları haber verir, «Klim Samgin’in hayatı» nda 19 uncu asır sonlarından 1917 yılına ka-darki Rus içtimai hayatmın muhtelif cephe ve safhalarını anlatır. En feci manzaraları bile anlatırken onda bir ümitsizlik kokusu sezmek imkânsızdır. İnsanlar» en ümitsiz gibi görünen ânlarda «gökteki yıldızlar gibi kurtarıcı bir ümit ışığı» gösterir.
Gorki romanlarında ve biitün eserlerinde hayata hakikatini göstermeğe, insan oğlunun ruhunu aydınlatmağa, hayata sevdirmeğe, uğrunda! savaşılmağa değer olduğunu anlatmağa çalışta. Tenkitçi realistler gibi realitenin çirkinliğini tasvr etmekle kalmadı, güzeli ve ona varan yolu gösterdi. Onun içindir ki, Gorki’de merhamet ve rikkat uyandırmak gayreti yoktur. Bazı sahte hümanistler gibi insanlara merhamet di-lenmez. Yarayı gösterirken başını çevirmez. ona sokularak bir cerrah katı yürekliliğiyle neşterini vurur.
Gorki, kahramanlan gibi kendisi de halkın içinden çıkıp yükseldi; fakat daima halka doğru yükseldi. Onun gözünde halk, bazı moda düşkünlerinin zannettiği gibi, kendisinden bahsedilmeğe değer mücerret bir nesne değil, hayatın ta kendisidir. Gorki kadar halktan, halka bağlı bir muharrir gelmemiştir demekte, hiç:bir mübalâğa yoktur. Biitün büyük rus muharirleri, bu arada Tolstoy ve Dostoyevski de halkın hayatım tasvir etmişti. Dostoyevski müthiş kudretiyle «tahkir ve tezlil edilenler» i,
234
Tolstoy «Karanlığın saltanatı» nı yazdı. Fakat Tolstoy, kötülüğe karşı koymanın doğru olmadığı tezini, Dostoyevski kuvvete boyun eğmemenin lüzumsuzluğunu müdafaa etti. Gorki ise kavgaya çağırıyordu.
Tolstoyda ve Çehof ta en yüksek haddine ulaşan Rus tenkitçi realizmi 19 uncu asrın sonlarında ve 20 inci asrın başlangıçlarında yükselen halk hareketlerinin verdiği korkunun tesiriyle kuvvetini kaybedince Rus edebiyatında mücerret fikirler, romantik hisler hâkim olmağa başlamıştı. Fakat yine bu sıralarda Gorki yeni bir realizmle edebî sahnede görünüyor. 1917 inkılâbından sonra bütün Rus edebiyatım kaplayan bu cereyan bugünkü sosyalist realizme ilk temel taşı oldu. Bu realizmin başlıca hususiyeti halkın hususî hayatım, şuurlu mücadelesini, içtimai ve ruhi yükselişini, cemiyetin hareket ve inkişafını tam bir doğrulukla aksettirmesi, Sovyet İçtimaî hayatına karşı milsbet bir temayül ifade etmesidir.
Sosyalist realizm, şuurlu bir hayat mücadelesinin hüküm sürdüğü bir yerde müs-bet tiplerin, müspet karakterlerin önemini takdir etmemeği, realiteye aykırı telâkki eder. Bunun için Sovyet romanında kahramanlar daha ziyade müsbet tiplerdir. Fıır-manof’un «Çapııyef» inde Çapaycf ve Kliç-kof, Fadeyefin «Bozgun» unda Leviıı-son ve Baklanof, Şolohofun «Uyandırılmış Toprak» ındu'Davidef gibi..
Bu tipik karakterler halkı ve onun dâvasını temsil eden insanlardır. Zaafsız, kusursuz değillerdir, fakat bütün vatlıklarını fedadan çekinmiyecek kadar davalar:".: bağlıdırlar.
Bununla beraber, Sovyet romanında menfi tipler, tenkidi şekiller de vardır. Realite yalnız güzelden ibaret olaydı bir sanat eserinde bunlar bukmmıyabilirdi ve d zaman belki «öz sanat» bir vehim olmaktan çıkabilir, bir hakikat olabilirdi. Realist Sovyet romanında menfî tiplere de sık sık rastlıyoruz: «Bozgun- da Meçık. yandırılmış Toprak» da 1 Oatronof, «Dur
gun Don» da Korşunof ve Mitka bütiln hüviyetleriyle yaşatılmış menfi tiplerdir.
Sosyalist realizm, inkılâpçı romantizmi bünyesine aykırı görmemektedir. Muharrir. inandığı dâva uğrunda gösterilen kahramanlıkları yaşatırken romantik temayüller gösterebilir. Fakat bu romantizmin — mücerret romantizmden farklı olarak — reci hayatla bağlı bulunması, bu hayatin bir hususiyeti, yani bulanık olmıyan hislerin, hakikat olabülecek hayallerin mahsulü olması lâzımdır. Fadeyefin Bozgun’-unda Meçik bulanık, mücerret bir romantizmin esiridir, hem hayaller kuruyor, hem do hayattan korkuyor, sonunda da inkılâba hiyanet ediyor. Levinson onun tam zıddı bir tiptir: her türlü boş hayalden uzaktır, sağlam, inanmış bir inkılâpçıdır. Fakat o-nun da kendine göre hayalleri var: uğrunda mücadele ettiği hayatı düşünüyor, onu hayalinde yaşatıyor. Lâkin bu romantik hisler onu realiteye, hayata daha çok yaklaştırıyor, daha çok bağlıyor.
Sovyet romanında ana mevzu Sovyet İçtimaî hayatının muhtelif safhalarına göre değişmiş, ilk eserler ve en değerli romanlardan bir çoğu, vatandaş kavgasını, istilâcılar, müdahalecilerle mücadele devresini aksettirmişlerdir: Sapayef», «isyan (Furmanof), «Bir Çelik Nasıl çelikleşti» CN. Ostrovski), «Demir seli» (Sero-finıovi®, «Bozgun» (Fadeyef), «Durgun Don» CŞolohof), «Ekmek», Iztıraplarda gezinti» (A. Tolstoy) bu - romanlar arasındadır.
İç harpler sona erdikten sonra mem-IcketteS halkın hayatında yeni bir devre başlıyor: Vatandaş harbinin kahramanı silâhını bırakmış, çekice, orağa sarılmıştır. Fabrikalar, şehirler kuruluyor, köyde kol-lektifleşme başlıyor. Silâh sesleri yerlerini motor seslerine, fabrika gürültülerine bı-ritî^ör.Römanci aa bu tarihî kuruluşun tablosunu çizmekle meşguldür «Çimento» CGlâdkofV «fiSncı gün» (Ercnburg), «Sot» (Leonof), «Vakittir, ileri!» (Kata-yef). ■ ^Uyandırılmış. toprak» (Şolohof). j »Hidrosantrai.» (Şagiıjyan) ve illi., gibi ro
235
manlar bu devrin mahsulüdür.
Harpten evvelki son senelerde Sovyet romancısı bugünkü insanı geçmişe balğla-yan ana halkayı yakalamak, geçmişin muazzam mirasını aramak lüzumunu duyuyor: «Büyük Potro». «Dimitri Donski», «Cengiz Han» gibi birçok tarihi romanlar yazılıyor.
«Birinci Petro» Aleksi Tolstoy’a dünya ölçüsünde bir şöhret temin etmiştir. Okuyucu bu eserde yalnız mükemmel bir roman değil, âdeta kendisini de içinde hissettiği bir hayatı okuyor. Eserin kahramanlan olan birinci Petro. etrafındaki adamlar ve halk romanda hakiki bir hayat yaşamaktadırlar. Aleksi Tolstoy büyük ve usta bir sanatkârın bütün vasıflarını kendisinde toplamış bir muharrirdir. «Istıraplarda gezinti» adlı romanı vatandaş harbi olaylarının parlak tasvirleriyle doludur. Edebî kompozisyonu bakımından ve her cihetten Sovyet romanlarının en değerlilerinden biridir. Okuyucu burada romanın muharririni, vakanın içinde, kahra-manlariyle birlikte, onların başında görmektedir. Okuyucuyu bu kadar düşündüren romanlar azdır.
Vatandaş harbi yıllarında bir çocuk olan Şolohof bugün sanatının şahık.asnııı ulaşmış dünya ölçüsünde bir muharirdir «Don hikâyeleri» adlı ilk eseri 1923 yılında çıktı. 1926 yılında yazmağa başladığı! «Durgun Don» un üçüncü cildi 1933 yılında, «Uyandırılmış toprak» la hemen hemen aynı anda neşredildi. Muharrir «Durgun Don» da yakın mazilerini tasvir ettiği kazak köylerindeki yeni hayat kuruluşunu bu kuruluşun en civcivli ânında vermek ihtiyacım duyarak «Durgun Don» u ya
zarken bir taraftan da «Uyandırılmış toprak» ı yazdı. Büyük vakalara dair büyük eserlerin yazılabilmesi için bu vakaların û-zerinden uzun yılların geçmesi gerektiğini edebi yaratıcılıkta bir kanun gibi göstermek istiyenlerc Şolohof'un «Uyandırılmış toprak» 1 parlak bir cevap teşkil eder.
«Durgun Don» un baş kahramanlarından Grigori Mclchof rus edebiyatının en orijinal, en mürekkep tiplerinden biridir. Ona menfi tip demek zordur, müsbet bir tip de değildir. Birçok meziyetleri var, fakat zatlarla doludur. Hayat yolunu bir türlii Lulamıyor, tereddütler, tezatlar içinde çırpınıyor, halkın adımlarına ayak uydu-ramıyor, ondan uzak düşüyor ve bu uzaklık onu feci bir âkibetine sürüklüyor.
Kahramanlımı bu feci âkibetine rağmen eserde derin bir optimizm havası hüküm sürer. Grigori’nin acıklı ölümünün sübjektif sebepleri o kadar açık görünmektedir ki, bu vuzuh eserde bir pesimizm gölgesi belirmesine meydan vermiyor. Roman kanlı n ücadelcler,.ıztıraplar, facialarla doludur. Fakat okuyucunun gözünde hayat «lairt'.ı güzeldir. M
Şolohof Durgun Don da sanatının zirvesine ulaşıyor, burada eski klâsik Rus romancılığının en iyi gelenekleriyle yeni Sovyet sanatının bütün yeniliklerini harikulade bir kudretle birleştirmiştir.
tik Sovyet romanlarında şeklin muhtevaya yetişemediğini g.irmek kabildir. Fakat muvazene yavaş yavaş kuruldu, başlıca kahramanı çalışan insan olan bu roman, bugün bilhassa Aleksi Tolstoy’da, Şolohofta, Erenburg’ta, S’adeyeTte en olgun çağına girdi.
236
İngiliz Romanının Sosyal Cephesi
Doçent Dr. Bellice S. BORAN
Ankara Üniversitesi
İngiltere'de roman, edebî bir nevi olarak, onsekizinci yüzyılda meydana gelir. Onsekizinci yüzyıl, tâ on dördüncü yüzyıl danberi ticaret, yeni keşfedilen memleketler, buralardan gelen servet, feodal ziraat sisteminin sökmesi ve saire sebeplerle inkişaf edegeleıı kapitalist cemiyetinin de kuvvetlendiği bir devirdir. Cemiyetin bu inkişafıyle beraber roman nevi de tâ on-dördünçü yüzyılda Çbaucer'in manzum «Troylus and Cryscyde» hikâyesiyle başlayıp muhtelif inkişaf merhalelerinden geçer; onaltmcı yüzyılda eski ve ortaçağ manzum hikâyelerinin nesir halinde bir araya getirilmesinden başka bir şcyolmıyan ve o devir hümanistlerinin eserlerinde olduğu gibi daha ziyade okuyucuyu terbiye etmeği göz önünde tutan uzun bir takım eserler, on yedinci yüzyılda kalp kahramanlık maceralarını hikâye eden gayet uzun kitaplar, sonra hayali hakikat gibi gösterecek kudret te biricik kuvvetli macera hikâyesi. «!;•• binson Çnısoe» — onsekizinci yüzyılın başında yine bu maceralı vakalar ve siyasi. İçtimaî tenkitleri^ dolu bir eser — «Gulli ver’in seyalıatlcıl» — yazılır: ve nihayet roman müstakil bir edebî nevi olarak önse kizinci yüzyıln ortalarında kendini gösterir. lngilterede romanın babası bu yüzyılda yaşayan R nardson ile, işe onunla a-lay etmek üzere başlayan, sonra onunkilerden daha uzun ömürlü eserler yazan Fiel-ding’dir.
Bu devirde böyle müstakil bir varlık olarak kendini gösteren romanın kısaca özünü verecek olursak diyebiliriz ki burada vakadan ziyade bir veya bir kaç şahsın tanıtılması mühimdi?: pu 'şahıs veya şa
hıslar da eski tarihlerden, veya muhayyel hamaset vakalarının kahramanı olmuş kimseler arasından seçilmez. Romancının, karakter portresini itina ile ve okuyucuda heyecan ve alâkada uyandıracak şekilde anlattığı kimse, artık o devir orta yahut fakir sınıfından seçilmiş bir kimsedir. Meselâ, Pamela ile erkek kardeşi sanılan Jo-seph Andrews birer hizmetçidirler. Tom Jones bütün roman boyunca soyu sopu bilinmeyen bir evlâtlıktır, danssa Harlovve de aristokrat değildir. Bunların, muhiti ve hayatı o devir aşağı ve yüksek orta sınıfını» muihiti ve hayatidir. Eski romantik hikâyelerde mühimşentniyen giinlük hayatin teferruatı, sokak kavgaları, halkın gelip geçtiği kır yollan, hanlar, ticarethaneler, yazıhaneler, evlerin kıyı bucağındaki hîzmetçtlefip. hayatı, burada la realiteye sadık kalınarak anlatılır. Sayısı ve kültür seviyeb^zaten bu yüzyıla kadar artmakta olan otta sınıf, kendi hayatını aksettiren bu edebî nev'e daha fazla ilgi gösterir.
t'ielding'le Richardson’un onsekizinci .yüzyıl^» şekil verdikleri bu roman neyi, bundan sonra meydana gelecek belli başlı biitlın romanlardaki hususiyetlerin nüvesini içinde Bakla r. Bunun böyle olması gayet tabiîdir; çünkü 19 uncu ve 20 inci yüzyıldaki Ingiliz kapitalist cenıiyeti, yine 18 inci yüzyıl cemiyetinin bir devamı ve inici-safından başka bir şey değildir. Bununla beraber 19 uncu yüzyılda romanın muhtelif çeşitlerinin belirdiğini veya diğer bir de-yimle romanın muhtelif kollara ayrılarak geliştiğini görüyoruz. Bunları ancak başlıca vasıflartyle kısaca şöyle gruplandırabi-lMfUlj 1 A 'W'
237
1. Önce, orta sınıfta ve burjuvalaşmış kiiciik toprak sahihi eşrafın, kadın, aşk, evlenme ve aile kurma alanlarındaki kıymet ve münasebetlerini işleyen ve mahdut birkaç kadın ve erkeği vakaya kahraman yapan romanlarla karşılaşıyoruz, Bu grupta bir ytuıdan «Uğuldayan Tepeler», «Jıuıe Eyre» gibi romantik ve bazaıı da mistikleşen aşk temleri etrafında yazılmış romanlar, bir yandan da bu yııkarıki konuları realist bir görüş ve müsamahalı bir alayla anlatan Jane Austen'in romanları varda'.
2. Sonra, bu yüzyıl m ortalarına doğru romancı artık devrin fenimizm, ziyonizm, terbiye ve din meselelerini ele alıp bunlarla ilgili tezleri ileri süren romanlar ortaya koyuyor. Bunarın başında George Eliot üç George Meredith (daha başka hususiyetleri de bulunmasına rağmen) gelir.
3. Bazı romancılar da orta sınıfın ve aristokrasinin hayatındaki aşırdıkları, yapmacıkları ile kalp tarafları deşen ve gülünç gösteren hiciv romanları yazarlar. Bu romanlarda roman sanatı, kendini doğuran cemiyeti tenkit eder. Bu nevi romancıların başmda «Vanity Fair» (Benbencilerin Panayırı) adlı roznanıyle Thacheray gelir.
4. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yansında sınai inkılâpla, daha da gelişmiş olan kapitalist sistemin, burjuvazi sınıfının zıt kutbu olarak ve burjuvazi sınıfıyla beraber meydana getirdiği işçi sınıfı kuvvetini hissettirmeğe başlar; burjuvazi sınıfını en dc-dirgin edici meselelerle karşı karşıya getirir. Grevler, sokak çarpışmaları, iş şartlarının düzeltilmesi için tahrikler ve tazyikler bunların siyasî sahadaki akisleri — parlamento mücadeleleri, Chartist hareketleri v.s., burjuvazi sınıfını işçilerin hayat ve çalışma şartlan üe ilgilenmek zorunda bırakır. Cemiyetin bu durumu, romanda da tesirini kuvvetle gösterir. «Sosyal romanr. denegelen roman nevini doğurur. Bu yüzyılın en kuvvetli, kısmen natüralisl Vfl realist kadın ve erkek rbınancılân meselâ □ickens ve «Mary Karton», ve. «Nortlıan South» adh eserlerile-M rs, Gaskell. roman
1 arının en mühimlerini bu meseleler etrafında yazmışlardır.
Bu yüzyılın cn büyük romancılarından biri olan T. Hardy de devrinin problemlerini işler. Bu problemlerin bir kısmı ikinci gruba kattığımız romanların problemleridir. Bir kısmı da «sosyal roman» nevine katılabilecek vasıftadır. Ama Hardy’yi sosyal roman mümessillerinden ayıran başlıca vasıf sosyal problemler karşısında aldığı vaziyettir. Kapitalist cemiyetin kargaşalık ve düzensizliği, Hardy’de insanların iradesi dışında bir kör kuvvete inanmak şeklinde vc sosyal problemleri bu kör kuvvetin doğurduğu, bunun için de bu problemlerin lıalledilcmiyeceği kanaati halinde belirir. Sosyal roman necinde ise, meselâ Dickens’dc, bu probiejnlere karşı, pratik ve ıslahatçı bir tavır alınır. Onların halledilebileceği inancı vardır. Yalnız hal çareleri inkılâpçı değil ıslahatçı nevindendir. Bunun içindir ki Hardy, kötümser, Dickens ise iyimser bir ruhtadır.
5. Bu belli başlı roman kotlarından başka romanın gelişmesi bakımından ehemmiyeti olmayan ikinci derecede bir roman kolu da realiteden kaçışı ifade cdcıı romantik tarihi romandır. Bunun ustası olarak Sir Waltcr Scofel görüyoruz. Bunlar, devirlerinden ve cemiyetlerinden uzaklaşma ğa çalışarak ortaçağın parlak kahramanlık temellerini ele alırlar.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında kapitalist sistem,inkişaf devresinin artık sonuna gelmiş bulunuyordu. Artık genişleyen değil, gittikçe daralan bir İktisadî sistem haline gelmişti. İktisadî imkânların bu daralması neticesinde kapitalist cemiyetler arasında rekabetler, çarpışmalar, harpler şiddetleniyor ve cemiyetlerin iç yapısındaki tezatlar ve sınıflar arasındaki mücadeleler keskinleşiyordu. Burjuvazi, artık ne m.şvkiinçien, ne geleceğinden emindi. Omi-vetm buhran halini alan hu dfizensizüği içinde gelenekler, eski kıymetler, inançlar, ahlâk kaideleri v;s„ kökünden sarsılıyor, yıkılıyordu. Eski kıymetler »isteminin yıkılışı ve burjuvazi sınıfının içine düştüğü
238
emniyetsizlik ve endişe balı, belirtilerini sanatta ve romanda da gösterdi.
Eski kıymetler sisteminin yıkılışı, cemiyeti tahlil ve tenkit edici eserlerde görünür, S, Butler ve daha sonra Galsworthy-nin romanlarında olduğu gibi. Bu yıkılış aynı zamanda eski kıymetleri red, inkâr ve onlara isyan şeklinde de tecelli eder. O. Wilda’la başlayarak D. H. Lawrence'de kuvvetlenen roman tarzında olduğu gibi; fakat bu ikisi bir başka ve daha mühim olan cepheleriyle de sosyal çöküşü ifade ederler; birbirinden farklı yollardan giderek her ikisi de cemiyet meselelerinden kaçışın birer tezahürü olurlar. Estet O. Wil-de, «sanat, sanat içindir» diyerek cemiyet ile olan bağlarım kopanr ve sanatı kendi içine kapar. D. H, Lawrenee de cinsî hayatı ve meseleleri romanında ön plânda tutarak ve sanki yalnız bu hayatın cezbesine tutulmuş gibi ona bağlanarak cemiyetten ayrı kalır. D. H. Lawrence’in ve diğer bazı şairlerin de bu cinsî meseleleri ön plâna almaları, bu devrin genel vasıflarından biri-nin ifadesidir. Bu «cinsiyet manisi» buyandan ondokuzuncıi yüzyıldan gelme cinsiyet tabularının yıkılışı ve onlara karşı bir tepkidir. İkincisi, devrin insanlarda doğurduğu huzursuzluğun, sıkuıtıuın bir ifadesidir; hayatı, cinsî hayata ircâ etmek ve ferdin hayat meselelerinin hallini, selâmetini orada aramaktır. Üçüncüsü de, daha hususî olarak, psikolojide psikanalizinin gelişmesinin edebiyatta bıraktığı bir akistir,
Psikolojiden gelen tesir, bir başka bakımdan da, «şuurun akışı» nı işleyeli romanların ortaya çıkmasında kendini göstermiştir. Bu tip romanda birkaç şahsın, kısa bir zamanda — Joyce'nin de olduğu gibi esas itibariyle bir tek şahsın 24 saatte — kafasından geçenler anlatılır. Bu roman nevi sade psikolojiden gelme bir tesirin mahsulü adaeoılemez. Ondan çok daha mühim olan İçtimaî şartların mahsulüdür. Hem zaten romanın bir edebî nevi olarak ayırt edici vasfı.-ilç&de doğduğu cemiyet gibi ferdiyetçi ölüşüdür. Fer
din ruhî hayatının tasviri, «karakter portre» amin çizilmesi, edebiyat nevileri içinde bilhassa romanda yapılır. «Şuurun akışı» romanında bu. ferdin ruhî hayatiyle meşgul olmak, son haddine götürülmüş, romancı, ferdin içinde bulunduğu daha geniş cemiyet çerçevesini bir tarafa bırakarak sadece ele aldığı fert veya fertlreln iç hayatlarının dolambaçlı dehlizlerinde yolu-nı» kaybedip kalmıştır. Artık romancı ve eseri cemiyetle alâkasını kesmiş, kendi içine kapanmış bir durtühdadır. Okuyucu için eser, anlaşılmaz veya anlaşılması çok güç, birbirini tutmaz vakalarla dolu bir rüyanın hikâyesi halini alır. Kısacası bu nevi mrnan, cemiyet realitesinden kaçınnı en kuvvetli bir tezahürüdür.
Cemiyet realitesinden kaçmanın bir başka şekli de, zaten birbirine bağlı olan, geriye gidiş vc mistisizme sapmaktır, Bu meyli romanda da görüyoruz. İngiliz romn-nında mistisizm iki şekilde kendini gösteriyor. Bunların mümessil: olarak Aidous Huxley ile Charles Morgan'ı gösterebiliriz. Aynı zamanda münçkkit de olan A. Hux-ley’in ilk eserlerinde kuvvetli bir hidv ve tenkit görüşü vardır. Bu hicvi en iyi temsil eden eseri, «Urave New VVorld — Bu yepyçni. güzel dünya!» dır. Burada A. Huvley, silreıa müstakbel tir dünyayı anlatır. Fakat aslında bugünkü kapitalist dlinyaik meşguldür; bu dünyanın esas va-sıflamu, aldıkları istikamet içinde en son haddine kadar götürerek bugünkü kapitalist ve onun hâd bir şekli olan faşist cemiyeti tenkit eder. Dikkate değer olan cihet şudur|ÎH, A. Huxley, tenkit ettiği bu cemiyete mukabü, yeni ve üstün bir cemiyet koyamıyor; Amerika kırmızı derililerinin iptidaî cemiyetine başvurmak zorunda kalıyor. Vz dalıa bu eserinde dış ve maddî narHarla iç ve ruh durumu ikiliği beliriyor Diğer eserlerinde, nihayet Holivud’ta bir tarikate sâlik olduğıuîi^İşŞttiğimiz A. Hux-ley,gittikçe daha fazla maddî şartlan reddediyor; ruhi varlığa çekilmekte huzur vc selâmet arıyor. Sosyal problemlerin, ıslah Ve hattâ inkılâp harvktleriyie İçtimaî şart
239-
lan ve münasebetleri değiştirerek değil, her ferdin kendi içine kapanıp kendisini kemale erdirterek halledeceği iddiasındadır.
Mistisizmin ikinci şeklinin mümessili olan C. Morgan'da aşk, ihtiras ve cezbe hali hâkim bir vasıf olarak görülür. Eserin muhtelif sahnelerinde, Morganın bir aşk vakasını realiteye uygun olarak anlatmaktan ziyade mistik bir halde, şehvet cezbesine tutulmuş insanların içinden geçenleri anlatıyor. Şehvetin aşırılıklarını, dindar bir insanın mistiklik ve cezbe halini bir araya getirerek, kendi devrinin ahlâk mefhumlarına karşı kendi isyan halini daha hoşa gidecek, uzlaştıracak bir şekilde göstermeğe çalışıyor. Neticede ortaya «bulanık bir çamur çıkarıyor.» Bu harp yıllarında yazdığı romanlardan biri olan «Voyage» da eski romanlarında olduğu gibi, aynı kaçamak yoluna sapmak meylini görüyoruz. Morgan, orada da ortaçağ evliyaları gibi
dünyayı terketmenin vereceği huzur ve rahatı anlatır.
20 indi yüzyıl cemiyet şartlan altında yukarıdan beri kısaca vasıflandırdığımız İngiliz romanında verimsiz olmağa mahkûm istikametler beliriyor. Bu istikametlerin her biri birer çıkmaza sapmış oldukları için verimsizliğe mahkûmdurlar. Bunlardan bir kısmı daha şimdiden geçmişe mal olmuş, bugün kıymetten düşmüş muharrirler ve eserlerdir. Bu cereyanların yanında romanda bir de bugünü yarma bağlayan, bugünü yarma götürecek olan ileri kıymet, hareket ve cereyanları anlatan eserler var. Franaada Malrauz ve Barbusse Amerikada Steinherek ve J. Dos Paşamı romanda bu ileri cereyanın mümessilleridir. İngiliz romanında bu ileri kolun, bu saydığımız romancılar ayarında dünyaca tanınmış mümessilleri henüz yoktur.
240
Prof. Hilnıi Ziya, ÜLKEN
İstanbul Üniversitesi
Dostum Mıızafcr;
Mecmuanın son sayısını alâkayla okuyorum. «İlimde gelinmemizin reel şartları» na dair hepimizi çok meşgul etmesi lâzım-gelen maltaleni bitirdikten sonra kendi yn-zımıtı ikinci kısmına bri göz attım. İnsan kendi yazısını hodkâmlığını tatmin için okur. Belki başka okuyucusu yoktur kor-kusuyle okur. Bir nevi narcissisme şevkiyle okur. Kimbilir daha şuurdışı ne akdar âmil beni bu harekte sevketmiştir! Fakat bu sefer en çok şu düşünce ile hareket ettiğimi zanendiyorum: Geçen •,nüshadaki yazıda - bilmem okuyucuları rahatsız eder mi? -gözüme earpaıı ve bam mânayı bozan bir kaç tertip yanlışına, rastlamıştım. Acaba bu sefer de aym şeyler varinı diye karıştırdım. Ne göreyim? ,' iakalenin birçok yerleri içinden çıkıla mıvcak hale gelmiş. Böyle şeylere matbuat tarihlide çok rastlandığı için şaşmamak lâzımdı. Bunca yıldır başıma neler gelmedi: Vaktiyle (eski hafler devrinde) bir makalemdeki «sonuncusu kelimesi «su kütiphanesi» diye çıkmıştı. Bir kitabımda yanlış bir cümleyi çıkarması için musahhihden rica ettiğim halde aynı cümle ile beraber fazla olarak «bu cümleyi çıkannız> ibarçeşi de basılmıştı. Denetin resmî neşriyatından olan bir kitabım üç defa kontrol dan geçtiği halde bir sahile son seferinde :ıaşka bir sahifenîn yenheba-sılmış bulun i.vordu (iojık prensipten). Bu yolda yanlışlar®‘onuîıu‘!Smak"îçmt '!â&-katli, hattâ çok dikatli olrnaiokâfi gelmiyor. Makaleler basan d.-ı.y.^ lere gönderi lyKTlSSiiSr
e iı ıe-
mİ
ye vakit kalmadan makalen çıkmış oluyor. 0 zaman ne yapacaksın ? Adam sende! demeye imkân yok. Zira küçük bir yanlış bütün bir cümleyi ve bir cümle koskoca bir makaleyi alt üst edebiliyor. Bu tarzda yazılarla mecmua ve kitap sayfalarım doldurarak okuyucunun zihnini karıştırmadansa hiç yazmamak daha doğru değil mi? Bununla beraber çıkmayan canda ümit vardır. İnsan günün blmde işler düzelir diye bir türlü yine yazıp çizmeden vaz geçemiyor.
Geçende bir fıkracı, bir gün önceki fıkrasında çıkatı fahiş bir yanlıştan dolayı okuyucularında^ özür dilyordu. Bu özür satırlarının eskisinden daha fahiş bir şekilde basılmış olduğunu görünce kimbilir ke-derinden ne yapmıştır! Htydi fıkra, hasbıhal gibi şeylerde neyse! Fakat bir matematik kitabında işaretlerin yanlış dizilmesi, bil- lojistik kitabında formüllerin bozuk olması kitabı ne hale getirir bir düşünmeli! Felsefe yazılan da onlardan farklı değildir. Felsefe dilinin anarşi içinde bulunduğu, yeni '.erimlerle eskilerinin birbirine geçtiği bir delilde bir de mürettip yanlışları işin içine karışınca bu yazılan yazmak bir cinayet, okumak bir facia olu: ır. Bilmem kaç yıl ıjlite Kültür haftası mecmuasında zaman mefhumu hakkındaki felsefi bir yazımın başına gelenleri hatırladıkça hâlâ tüy-lefâm ürperii ! Neyse, geçmişi bir tarafa bı-
rakalım da, gelelim şimdik i dâvamıza!
«Adi imar» ın ö ıncı şayiamda çıkan 'İlim karşısmda tarih» makalesinin ikinci
î" 94 yanMann'düzeltilmesini rica
I ' t'(W''nı: Oerenionaİiste kelimesi occaslona-
GECE MUHARRİRİ
Bîr gazetecinin Notlarından :
Bekir Sıtkı KUNT
Bir zamanlar gazetelerin birinde gece muharririydim. Gece muharriri, yani geceleri çalışan gazeteci.. Akşam saat dokuzu kadar, gündüz muharrirleri son müsveddelerini yazıp yazı işleri müdürüne verirler, a da bunları gözden geçirip şurasma buruşma dokunur, birer başlık yapar ve baş-mürettipten sayfaların vaziyetini öğrendikten sonra,paltosunu giyip şapkasını başına geçirerek matbaadan uzaklaşırdı. Benim işim, işte bu saaten sonra başlardı. Doğru-su işim, hiç de tatlı bir iş değildi. Üstelik gündüzleri de çalıştığım için, yoğun argın bulunurdum. Canım çalışmak istemezdi, ama, çalışmağa mecburdum. Hem öyle bir çalışma ki, o dakikadan itibaren, gazetenin yazı işleri müdürü, her nevi muharriri, muhbiri, musahhihi hepsi ben olurmu. Sık sık ajans bültenleri gelir, Ankara muhabiri telefon edeı .şurada burada vakalar olur, yangın çıkardı. Bazan yeni ve mühim haberler alırdım. Bunları birer birer yazmıya. başlıklarını koymağa, sayfalarda yerlerini ayırmağa, tashihlerini yapmağauğra-liste olacak.Makalenin birçok yerinde çıkaıı iür,i kelimeleri ilmi olacak. (Bu küçük işaret farkı bazan cümlenin mânasını alt üst ediyor.) Füsıis-al-hakim kelimesi Fusus-ül -hikem olacak. İnsan kelimesi İran'ın ola-cak.Urheit geschichte kelimesi Urgesclıich-te olacak. Bahrin kelimesi Baldwin olacak. Problem kelimesi Proplein olacak.TypIıolo-gie kelimesi typologie olacak. Kurtulmak kelimesi kurulmak olacak. «Tarihi, gerçeği) kelimeleri .-tarihî gerçeğim olacak ilh.. Hele bu son kelimeler, mânayı içinden çıkılmaz bir haie getirmiş. «Memleketimiz gibi taze bir rumâ yeniden kurulmak' jrö^ luııda olan..» cümlesi lıurtıılnıak^telimesiy-
şırdım. Ve, büyük bir böbürlenme duyardım; her şeyi, herkesten evvel ben öğreniyordum 1.
İkide bir, baş milrettip, elinde bir kumpas, ıslak bir tashih provası, bir kelimesi okunamamış bir müsvedde ile karşıma dikilirdi, Ona:
— Ne var Haşan EfendiTdiye sorardım. Baş mürettip dalgın dalgın:
— Birinci sayfaya girecek klişenin altı yazılmamış..
Veya;
— 36 başlık çift sütuna sığmıyor, bir kelimesini çıkartmak lâzım...
Yahut:
— Filânca yazı bir kaç satır daha ister.. Sayfanın dolması için,daha iki sütuna ihtiyaç var., gibi bir şeyler söylerdi.
Arada sırada, ne var, ne yok diye mürettiphaneye giderdim. Nöbetçi miirettip-ler harıl harü, yazı dizerlerdi. Mürettip-lerd'-a birinin sevgili bir k("U8i. bir yana bırakümış bulaşık sahandaki yemek artık-
Eski yazıyı bilenlere çok şey ifade eden şıı kıtayı burada hatırlamamak kabil mi?
Kalem olsun eli ol kâtibi bed tahririn
Ki sivildi rakamı sûrumuzu şür eyler Kâh bir harf sükutiyle kılar Nadiri , Nar
Kâh bir nokta sükutiyle gözü kûr eyler Eski bir derdi tazeledim: Bu mesele resmî veya hususî bütün matbuat ve neşriyat han. esaslı bir .dâvadır. Tashih bir ihtilas' işidir: bütün neşriyatımızda ona ön plânda, yer ayırmalıyız. Sözlerime sitem göğüylhbalrthİyfı'eSBîîa w dertleşmeme iştirak edeceğine emin olduğum için cesaret duyuyoçum.
IijlV
Iarını yalardı. Matbaanın havası, kurşun, mürekkep ve esneme kokardı.
Saatler böylece geçerdi. Ne kadar da uykum gelirdi.. Ah, bir kere başımı yastığa koyup üstüme yorganı çekebilsem!.. Fakat, nerede?.. Vakit daha çok erken!.. Ancak sabahın bir buçuğu.. Halbuki en az, iki üç saat daha buradayım.
Başımda bir ağırlık, sinirlerimde bir uyuşma var.
Niçin insan geceleri uyuyor da, gündüzleri uyanık duruyor, İye düşünüyorum. Gece uyumak âdet olmasa, şimdi benim de uykum gelmiyecekti. Bütün kabahat gecede!.. Karanlıkta insanın yatakla yorgandan bir kabuğa çekilmesi ve bir müddet yumuşak pamuk bir mezarda, tatlı tatlı ölü kalması lâzım.. Halbuki, ben işte bu ölüme kavuşamıyorum. Hep diriyim, hastayım ve dünyayı, kurşun, mürekkep ve esneme kokusu halinde hissediyorum. Ama, ancak bu sayededir ki, yarın bir lokantada karnımı doyuracak ve yırtılan çoraplarımı yeniliyebilcceğim.
Dışarıda müthiş bir kış var. Pencere camlan karla örtülü.. ‘/Gazeteyo yazmak için, hararet derecesini soruyorum; sıfır altı 10.. '
Sabahın dördünde, işlerim bitince, tabiî bekâr odama döneceğim. Şimdi bu ılıkça odada odamı düşünüyor, ve ürperiyo-rum; bütün bir kış bir gramcık ateşin girmediği zavallı odamı.. Yatağım bir kar kuyusundan farksızdır, O kadar uykulu olmama rağmen bir türlü uyuyamıyacağımı biliyorum. Ellerimi ılık göğsüme sokup ısıt mağa çalışacağım, fakat ya’ayaklarım? Onları,kabil değil, boylu boyuna uzatamı-yacağım.. Vücudumdaki bütün tüyler, diken diken kabaracak.. Kanımın tabiî kalö-riferi, yatağımı ısıtıncaya kadar, böylece, tir iğneli fıçı içindeymişim gibi, işkence içinde, çaresiz, beklij ccegîm. Fâkatl uyanınca, kahvede sıcak bir çay içebilecek, ay sonu paltomun taksitini verebileceğim.
Yeni paltomun yakası ensemi ye'kulak memelerimi kapatıp ısıtıyor, Ellerim
cebimde.. Karlı gecenin donuk beyazlığında, bekâr odamın yolunu tuttum. Gece ne kadar sessiz, ne kadar tenha... Oluklardan ağaç gövdesi kalınlığında buzlar saikmış.. Yer. yeni yağan karla yumyumuşak.. Sokaklar ve duvarlar, karla sıvana sıvana, sanki daralmış gibi..
Ayak parmaklarımın uçları sızlıyor. Sırtımdaki kaim paltoya rağmen, çırçıp-lakmışım gibi, kendimi pek hafif hissediyorum. Ve, matbaadaki ağır havadan sonra, burada ciğerlerime taze bir nefesin doluşu, beni canlandırıyor.
Sokaklarda hiç kimseye rast gelmiyorum. în yok, cin yok!.. Bu sabaha karşı, karlı saatlerin tek yolcusu benim.
Birden köpek havlamaları işitiyorum. Havlamalar, süratle bana doğru yaklaşıyor. Derken, kulakları dik, kuyrukları havada, bir sürü köpek etrafımı aldı. Şimdi önümden arkamdan, sağımdan solumdan, vahşi ve azgın seslerle bana saldırıyorlar.
Korkuyorum.
Evet.itiraf etmek ayıp ama, ben köpekten korkarınB Bunun, çocukluk günlerime kadar giden bir hâtırası var ki, köpek korkusunu içimuasindirmiştir. tik mektebe giderken, yolda bir Rum karısının bir fino köpeği vardı ki, her gelip geçtikçe, üstüme .saldırır, beni mektebe daha uzak yollardan gitmeğe mecbur ederdi.
Şimdi ne yapmalıydım? Hiç bir yerden. hiç kimseden istimdat edemezdim. Eski incelemelerimle biliyorum iri, köpeklere karşı zaaf göstermeğe gelmez. Düşmanca bir hareket, onları daha çok azgınlaştırır. Bir arada on onbeş köpek, beni birden pa-ralıyabilir. Keşkin dişü salyalı ağızlarında, her parçam bîr lokma olabilir. Fakat bu, gazete için, ııe fevkalâde bir havadistir. Düşünün; köpeklerin parçaladığı adam!.. Çift sütun, 36 punto. .Altına, 24 den, iki sa-tıriiİr bir başlık' daha: «Gece matbaadan evine dönerken bir arkadaşımızın başına ■ğeTen'facia!.. Yazının’sonuna başıboş köpeklerle uğraşmadığı için, belediyeyi iki üç satırla tenkit.. Vft-eğengpaıam parça olmuş âzamdan bir «eylet:' kalmışsa, cenaze 1AV
243
YAYINLAR;
Fikir Hayatımızda Bir Dinline Hâdisesi (Faşizmle beraber çöken bir felsefe münasebetiyle)
İtalyan faşistlerinin başı Musolinuıin düştüğü günlerde Ulus’un Fikir Hareketleri sahifesinde Prof. Dr. Sadi Irmak’ın «Faşizmle tıeraiıer çöken bir felsefe» atili tahlili gözümüze Çarptı (6 Ağustos 1943) Sadi Irmak’ın tahlilindeki ana fikir kısaca hulâsa edilebilir: Hem Almanya'da, hem italyada faşizm hemen tamamiyle Nict-zsehe felsefesinin mahsulüdür. Nietzsche felsefesinde ise zorlunun hâkimiyeti esastır, mutlaktır, cemiyetin bütün gayesi «insanüstü» nü yetiştirmek ve ona körü körüne itaat etmektir. (Hakikatta ikinci dünya harbini açan ve şimdi de faşizmle beraber çökmeye başlayan işte bu felsefedir. Bu felsefe sakattır. (Sadi Irmak'ın mensup olduğu) tıp ilmine de aykırıdır. Medeniyet için Nietzsche felsefesi ve onun eseri olan faşizm bir tekâmül değil, bir gerilemedir. «Çünkü insanlık sürü halinden bugünkü hale gelebilmek için sonsuz mücadeleler yapmıştır, insihaklarını ve insan hüriye-tini tesis edebilmek için sel gibi kan akmıştır*... «Faşizmle birlikte Nielzsclıe felsefesi de çökmüş bulunuyor. Böylece insanlığın her ne şekille olursa olsun cihangirler devrinden uzaklaşmış bulunduğu bir defa
daha görülmüş oldu.» (Son dört cümle aynen Sadi Irmak'ın yazısından alınmıştır.) Yukarıdaki satırlarda Prof. S. Irmak-ın yazısında beliren başlıca fikri hulâsa etmeğe çalıştık. Burada Irıımk'ın bu fikirlerinin doğru mu, yanlış mı olduğu üzerinde duracak değiliz. Bu yazının gayesi Sadi Ir-nıak'ın şimdiki fikirlerini tahlil etmek değildir. (Yalnız, yanlış anlaşılmamak için, şuna işaret etmeği lüzumlu buluyoruz ki Nietzsche’nin edebiyatla dolu olan felsefesi hiç yazılmamış olsaydı da yine faşizm ve ideolojisi meydana gelecekti. Çünkü faşizm İdeolojisinin Avrupa medeniyetinin girdiği durum içinde müşahhas ve kaçınılması mümkün olmayan kökleri vardı.) Görülüyor ki kısaca hulâsa ettiğimiz bu yazısında Prof. Irmak Nietzsche felsefesine, ve bundan çıktığını söyliyerck, faşizm ideolojisine muarız kuvvetli bir vaziyet almıştır.
Halbuki Nietzsche hakkındaki yazılalı ve konfcranslariyle Sadi Irmak memleketimizin en önde gelen Nictsehecisi olmak hakkini kazanmıştır^NiMzşche'yi dilimize çeviren Nietzscho-jİ'^çinfelctimizdc yaymayı iş güç edinen Sadi Irmak’tır. Bunu kendinden okuyalım. Hem d(- dilimizde ilk Nietzsdpp tercümesi olan «Zerdüşt Böyle Söylüyordu» adlı cezbeli aforizm kitabında (1934Kb -Zerdüştü niçin ter nüme' ettim» başlıkU;,küçtlk fasıldan alarak okuyalım:
merasimi, önde Matbuat cemiyetinin meşhur çelenklerinden biri!.. Kan ter İçinde kalıyorum..
Hayır, hayı® Köpeklerin ağzında paralanmak istemiyorum. Yıllardan beri tasarladığım büyüŞi romanımı yazmadan, ölmek istemiyorum..
Hayatı ne kadar seviyordum. Geceleri matbaada ne kadar rahat ve iyi çalİşâbili yordum. Yatağımın soğukluğuna alıştığı-ğim için, artık ondan da şikâyetçi değilim. Elimde müdafaa silâhı olarak, yalnız odamın anahtarı var. Şayet beni ısırmağa başlarlarsa, bu büyük demir anahtarla bag-In.nna vuracağını.
Ben ortada, köpekler etrafımda, adımlarımda, en ufak bir değişiklik yapmadan, sanki, onların farkında değilmişim gibi, ya-vaş adımlarla yürüyorum. Beni yirmi otuz adını kadar, bu şekilde götürüp, sonra birden bırakıyor, gerisin geriye dönüp gene süıü halinde, süzülüp gidiyorlar.
Oh., geniş bir nefes aldım.
Ertesi gün gazetede, beni sağ bırakan bu köpekler aleyhine bir şey yazmadım. Fakat ihtiyata riayet «ederek, tıpkı çocukluğumda yaptığım gibi, o geceden sonra, odama, her zaman geçtiğim yoldan, değil de, daha uzakça bir yoklan dönmeğe baş-111111®, a ı Y • 1 AV hİhİ
241
*Bence bizde Nictzsehc'nin anlaşılmasına •:» >di her vakitten ziyade ihtiyaç vardır. Tahsilini bitirmiş veya tahsil çağında baza münevverlerimizde koyu bîı maddiyetçilik kendini göstermektedir. Hayatı bir menfaat »ansı ve menfaatlerin âdilâne : aksim i rmırıncian görmek fetlyı-n ve hu gürilşto bütün tatminini bulabilen bir kütlenin karşısına Nictzsche'vi çıkarıyorum:. Birkaç satır aşağıdan okumaya devam edelim: «Tasvir ettiği (insanüstünü) tipi ne kadar önlenebilecek, uğruna feda olunabilecek bir şahsiyettir! Allahını bırakan bir cemiyete bundan ulvî, bundan kudretli bir erek verilemezdi.» (s. 112).
Sadi Iırnıak'm 1934 de gençlere idealizm diye sunduğu, ondan daha ulvî, dalın kudretli bir felsefe verilemez diye göklere çıkardığı Nietzsche felsefesi 1943 yazında «Faşizmi doğurdu», «ikinci cihan harbinin patlamasına sebep oldu» dediği felsefedir, faşizmle birlikte çöktüğünü ilâıı ettiği felsefedir.
Sadi Irmak, Zerdüşt tercümesinin 1939 da çıkardığılikinci basılışında bir parça daha mutedil bir dil ku|lanıyor. Bir taraftan «bu tercüineyi) yapan ne îlietzsehe fikriyatının muti] bir bendesi, no de herhangi bir idare sisteminin, propagandacısıdır.» derken (s. 100), öteki taraftan hınçlı ve marazî «insanüstü» evliyası Nietzsche yi yine bir ideal lolarak ileri sürmektedir: «Çoktandır nüshâjati tükenen eseri, tamamen yeniden gözden geçirmek suretiyle ikinci defa bası ıtırken ilk temennim, mevzu üzerinde bir fikir cereyanının uyanmasıdır. Çünkü Nıetzsche'nin anlaşılmam uııı şimdi her vakitten ziyade ihtiyaç var lir. Birçok münevverlerimizde koyu bir mn ' deperestlik hüküm sürmektedir. Hayatı; bir menfaat şana telâkki eder, ve yegâne endişe olarak menfaatlerin âdilâne taksimini gözeten bir kütlenin karşısına çıkarılabilecek ideal adıımHrihm birisi Nîetzschc-dir.» (s. 98) Kütlenin karşısını gkanlabi-
ki yazısında «Faşizmi doğurdu», «ikinci cihan harbini açtı» dediği aynı Nietzsehedir. İkinci basılıştan bir iki satır daha okuyalım: «O (yani Nietzsche) ekstrem ve insani bir idealizmi kuran adamdır» (s. 109). «İyi anlatılması büyük bir kültür dâvası olan bu filozofu daha yakından kavlayabilmek için orijinal eserlerinin bir an evvel dilimize çevrilmesi lâzımdır.» (a. 109-110). 1939 da, son haddine varmış ve İnsanî bir idealizm kuran adamdır dediği, eserlerinin bir an evvel dilimize çevrilmesini dilediği Nietzsche, bu 1943 yılının yaz mevsiminde-
«Bütün zayıfları tabiî kaderlerine ter-kedorek bertaraf etmek ve bu suretle ancak kuvvetlilerin yaşamasına imkân vererek büyük çapta şahsiyetler yetiştirmek» tezinin «en keskin formülü» nü vermiştir, dediği aynı hınçlı ve İnaan-dışı Nictzsche"-dir.
Sarih olarak görülüyor kİ fikirde ve kanaatte esaslı bir değişme, bir dönme hâdisesi karşısındayız. Hâdiselerin gidişini daha yakından takip; ettikten, hakikati gördükten sonra, çarpık, sakat ve korkunç fikirlerde körii körüne İnat göstermemek, fikir değiştirmek, hakiki bir fikir adamı için bifÇkuaur değildir, bilâkis bir meziyet-tir. Hakiki bir fikir adamı hakikati menfa-atl-rinin, benliğinin üstünde tutan adamdır. Fakat bir tezden, onun tamamiyle zıddı olanlbir başka töze atlamak için araya giren sebepler, âmiller ortay:, konmazsa okuyucular boşlukta ve hayrette kalır. Onun için Sadi Irmak bu 1943 yılının yaz mevsiminde onu, artık umumun malı olma; olan fikirlerinde, bu katlar esaslı bir atlı.yış yapmaya sevkeden yeni hakikatle-ri!v-? hâdiseleri de yazsaydı biz okuyucuları daha çok faydalanmış olacaktık ve bu-kadar hayret içinde kalmıyat ıktık.
T>ikknte“çarpan diğer bir nokta da, bu çeşit fikri dönme hâdiselerime bu son za-münTâixTâ. şubîrkaç ay içiii'ic. oldukça sıklaşmasıdır. Bakıyorsunuz. ırkçı olmakla tanınan ıkimselen birden ırkçılığa karşı şid-ı derli oçeplie ah®>rlari tasıat temayülleri ) j.
245
olunlar, hattâ vaktiyle bunu açıkça söylemiş olan bazıları, şimdi demokrat, liberal bir hava tutturuyorlar. Amerikayı veya diğer demokrat memleketleri öven yazılar yazıyorlar. Görülüyor ki bir kısım mil-nevver ve yazarlarımız bariz bir surette istikamet değiştiriyorlar.
Doçent Dr. Muzaffer Şerif B.lŞOfil.li
Fraııs Eeınll Slllanpâa, «Mukaıldea Sefalet» çcv. Vahdet Giiltekin. Koman: yirminci Yüzyıl Dünya Edebiyatı Serisi. No. 3. ABC’ Kitalıevi, İstanbul, 1943, s. 200.
Frans Eemil Sillanpââ geçen büyük harp içinde yazı yazmağa başlamış ve küçük hikâyeleriyle dikkat nazarım çektikten sonra 1919 da neşrettiği (Sainte Misâre -Mukaddes Sefalet) adlı romanıyla da dünya edebiyatı karşısında mevkiini sağlamış bir Fin muharriridir.
Sillanpaü daha 1933 senelerinde Rus yazan tvan Bunin’e Nobel edebiyat mükâfatı verilirken zorlu bit ’rakip olarak ortada görünmüş Ve nihayet 1939 da Andre Malraux, Henri de Möntberlant, Georges Duhanıel gibi detv muharrirlerin yanında mihenge vurularak adı geçen müâkfatı ka-zanmıştur.
Mukaddes Sefalet hiç şüphesiz müellifin en güzel eseridir. Ondan evvel yazılan (Hayat ve Güneş) romanı ve ondan sonraki yedi cilt hikâye ve (Silja), (însanm yolu), (Yaz gecesinde insanlar) adlı romanlar ancak Mukaddes Sefaleti hazırlayıcı ve tamamlayıcı bir rolle görünmektedir
Gençliğimle tabiî ilimler tahsililyapan ve hayatın girinti ve çıkıntılariyle burun buruna gelen Sillanpaâ eserini müsbet kaideler üzerine kurmasını bilmiştir. Sillan-pâa’de okuyucunun tecessüsünü uyandırmak, mevzuu şairane rakalarl^.şüş.lş:.TOk . triikleri mevcut değil. Hem (Silja) da hem (Mukaddes Sefalet) te romanın sonu daha ilk satırlarda belli edıüvor:
«Asiler bir meşarlıkiai kazılan çgkurım
I ÜS
içinde kurşuna dizildiler ve en son vurulan Jussi oldu. Fakat o ayakta durup bekleye-memiş te, boylu boyunca uzanmış cesetlerin üzerine — sanki yerini almakta ac^Ie ediyormuş gibi yatmışta. Jussi bunda da herkesten ayrı olduğunu göstermişti. Fakat ona bu vaziyette ateş etmediler, ayağa kaldırdılar.»
Jussi, kendi hikmetini yaşıyan bir köylüdür. Okuması da yok. Cemiyetinin meseleleriyle bağdaşan oğluna da kızmakta. Fakat onu birden değişmiş görüyoruz. İnsanların mukadderatı, ferdin mukadderatına tesir etmekte. Jussi bir halk hatibidir. En ateşli sözleri o söylüyor. Sonra ihtilâl.. Jussi ihtilâlin de faal bir ferdidir. Roman aşağı yukarı bu tem etrafında dönüyor. Maamafih Sillanpâii bu kadar açıkça vermeğe muvaffak olduğu realiteyi bir şiir havası içinde eritmeyi de ihmal etmiyor ve kuruluğa düşmekten kurtuluyor.
Roman Fin köylüsünün mahrumiyet dolu hayatını aksettirmek bakımından da mühimdir. Bu mahrumiyet dolu hayat in-sanlara erkeklik ve kadınlıklarını unuttu-arcak bir mahlûK, arzetmHtlcn çok uzak. Çocuklara soruluyor:
— Basanız evde mi ?
Çocuklar cevap veriyor:
— Evde,
— Neyapıyor?
— Bilmem.
Biri boğulurcaaınıı gülüyor:
— Belki annenle yetiyordur.
Evet annesiyle yatıyor. Ama yalnız değil. Uşaklar, çocuklar, misafirler de bu t i. odada yatıyorlar. Ve anne, kadınlık taraflarını onlardan Baklayamıyor. İşte Fin köylüsü böyle. Siüanpaâ her dakika neşteriyle bu meseleleri deşmek:
Bir Fransız yazan, Bımrcs, Mukaddes Sefalet fçm yazdığı tenkitte şöyle diyor:
- Eğlenmek istiyenleıiıı başka tarafa gitmesi rica olunur.
Halbuki Mukaddes Sefalet bitirmeden elden hu-nkılahilecg.k rofllan değil. Eseri ^teSiime edA Valâet G jtekin iyi bir mü-
246
KÖYÜN İÇİNDEN :
Köyde Dinî Kıymetlerin Durumu
Ankara vilâyetinde Balâ köylerinin hocaları istisnasız Oflu veya Rizelidirler. Para kazanmak için bir köye kapanırlar. Bu hocalar bir senelik tutulurlar. Paralan harman sonunda verilir; bu para köylünün haline göre 300 ile 1000 arasında olabilir. Bundan başka hocaların yemeği ekseri halde köylü tarafından sıra ile verilir. Hoca bununla da doymaz; her sene tayyareye verilen fltraların bir kısmı da hocaya gider. Birisi ölse hemen ölünün evine koşup kuran okur, evin zenginliğime göre para verilir. Köylü harman kaldırırken başına dikilip harmancılık ister, yani açıkçası köy-'iiden buğday dilenir: «Hocaya harmancı lık vermiyen rcnçbcrin mahsulünün bereketi olmaz, onu ağız tadı ile yiyemez.» Hoca bununla, da kanmaz, her tüyü kırpılan koyundan, tiftik keçisinden bir kilo yün'ister. Köyün İlmî ve manevî otoritesi hocadır. 0, her şeyi kitaptan bulur, çıak-rır. Bu harpte İçim mi galip gelecek? «Ha bunu kitap böyle yazıy .» diye başlar. Yağmur nasıl yağıyor diye uzarı boylu düşünmeye lüzum yoktur; hoca her şeyi halleder: «Gökte bJr deniz vardır, oradan yağmur yağıy. Hoca, namaz, oruç, din, iman, meselelerinde tam salâhiyeti haizdir. Ama nc yapsın ki gençler arasında dinsizler çoğalıyor, sözünü tutmuyorlar namaz kılmıyorlar; «bu yüzden dünyanın sonu» da gelmektedir.
Dini merasim, namaz ve oruç, hayatın güçlükleri ile karşılaştıkça terkolunmak-tadır. Meselâ, harman mevsiminde köylü
çok yorulur; toz duman içinde kalır Bu günlerde köylü yanından su destisini, ayran bakracını eksik etmez. Bu şartlar altında oruç tutmak bir nevi cinayet olduğu halde, hoca oruç tutulmasında ısrar eder. Fakat birçokları hocanın bu sözlerine kulak asmamağa başlamışlardu'. Bununla beraber hurafelere inanış, dinî itikat köylü ruhunun derinliklerine inmişe benziyor; hocaların nefesinin her derde deva olduğuna inanırlar; bu dini kıymetler yaranda, doktorlara inanış yeni filizlenmektedir.
Görülüyor ki, bu köylerde dinî kıymetler, köylünün hal ve hareketlerini, köy hayalını tanzim ve kontrolda hâlâ mühim bir rol oynuyor; gerçek vasıtaların ve usuüerin hayat meselelerini halletmekte kâfi gelmediği hallerde dine baş vurularak çare aranıyor: Ziraat vasıtalarının iptidaî olduğu hailede mahsulün bereketini hocanın duasından beklemek .gibi; İlmî tababetin mevcut olmadığı hallerde hocanın nefesinden şifa ummak gibi.. Köy hocaları dinî kıymetlerin köy. cemiyetindeki bu kuvveth. mevkiinden kendi menfaatlerine faydalanıyorlar. (Yukarıdaki misaller). Fakat'.diğer ..taraftan, daha geniş cemiyet bünyegade olduğu gibi, aynı derecede olmamakla. beraber, bu. köylerde de dinî kıy-metletf/zayıflıyor; hele dinî kıymetler hayata maddî güçlükleri, fizyolojik ihtiyaçlarla çarpışınca büsbütün çöküyorlar: harmanda, işlerin ağır olduğu zamanda oruç ve namaz kaidelerine riayet edilmemesi gibi..
Nabi »İNÇER
tercim olduğu:ı u ve romanı çevirdiği Fren- Mukaddes Sefalet tam yirminci yüz-sız dilini türk • kadar bildiğini kolaylıkla yılın romanıdır. Bir tâbi, onu neşretmiş ol-belli ediyor. makla övünebilir.
Adımlar'da tahlil edilecek eserler:
Sabahattin Ali - Kuyucaklı Yusuf,
________ A. Şinasi Hisar - Failim beı ve Biz,
(Köy- fıkrası)
KÖPEK DUASI
înıam Osman Efendi her zaman köy odasında, cami duvarının gölgesinde, duvar diplerinde g’ılncşliyen köylülere «-Dinsiz imansız herifler, şurada günde beş vakit ezan okurum, cemaat üçten dörde çıkmaz. Allah encamını hayırlı eyliye. Başımıza bu ■gidişle taş bile yağsa azdır. Abdest yok, namaz yok. Görmüyor musunuz Erzincan ııe oldu, Tokat ne oldu, Adapazar ine oldu? Bunlar hep dinin elden gitmesinden olan şeylerdir.» Hoca Efendi bu nasihatten sonra zelzelenin izahına geçti. Uzun sakalını sol eline alıp sağ eliyle de bir çok hareketler yaparak «Komşular toprak damar damardır. Damarların bir ucu Allahın elindedir. Bir memleket halkının azgınlık derecesine göre- damarın ucu çekilir, oradaki halkın terbiyesi için zelzele halkedılir.»
Hoca efendi nerede birisini görse derhal ona yalan yanlış dinî telkinlerde bulunur.
Hoca ile ilk tanışi iğim gün bana adımı sordu. «Hay-ıefendi adın da güzelmiş. Pey gamber efendimizin adıymış amma, yanlış yol tutmuşsun. Ne için bir hoca olmadın?»
Yine bin gün hoca köy odasınd a bîr köpek duası okuyup izah ediyordu. Ağalar biz köylüyüz, ömrümüzün yarısı yolda, bolde geçer. Malûmya davar köpekleri azgın olur. İnsanı bir çevirdilermi maazallah param parça ederler. Bunun yegâne çaı csi şudur. (Ve kelbühüm basitin zmnahiı Bu âyeti celileyi okudunuz mu size doğru gelen köpek olduğu yerde kalır.»
Kendilerini kolayca köpek tehlikesinden kurtulmanın yolunu bulduk -diye bu duayı öğrenmek istediler. Hoca hep bir
ağızdan duayı yedi defa tekrar ettirdi. Hafızası kuvvetli olan, duayı ezberledi. Artık içlerinde köpek korkusu kalmadı. Kırda , bayırda bir hayvan ölür, onun leşini yemek için başka dağlardan bile kurtlar gelir, üçü beşi kalkar sekiz onu koşar..
Köylerden de tanınmış bir adam öldü mii bir kaç kuruş devir parası alabilmek için tıpkı bu kartallar gibi aşırı kazadan hocalar gelir, imam Osman efendi de köyün bil-inde tanınmış ağalardan birinin öldüğünü duymuş; birkaç kuruş ıskat alabilmek için oAUahümnıe ya Fettah, ya cenaze ya nikâh» duasını okuyarak eşeğine binip yola çıknuş. Köyünden iki saat ayrıldıktan sonra bir sürünün köpekleri hocayı çevirmiş. Hoca duasını okumuş, fakat köpeklerden meram anlayan yok. Nihayet eşekten inip belinden bıçağını çekmiş. Canını kurtarmak için sağa sola saldırmağa başlamış. Nasılsa bıçak sol diziin dört parmak üstünden bacağına saplanmış. Köpekler hocayı birkaç yerinden ısırmış. Çobanlar yetişip hodayı kurtarmışlar. Hocanın yağı (60) tan yukarı.. Doktora ve ilâca inanmıyor. Yarasını kendisi tedaviye başlıyor. Pislikten yara azmış, kangrene ç-virmiş. Hocaefen-do hasta hamiye; düştü. Giderken bütün köylü helâllaşıp ağlaştılar.
«Yazık, her şeyimize muska alırdık, clundan sonra kime baş vurmalı? Ya hoca ölürse? Ya bebe belik, inal meıâl nazara uğrarsa kimden muska alır, kime kurşun löktürürüz?»
Hoca hastahaneyi a yladı. Yası köyde l irkaç gün devam etti. Günün birinde paıı-ialonun sol dizinde bit- düğüm iki koltuğunda iki değnek hoca efendi çıkageldi, iöyde kadın erkek kol’okları dolu onu ziyarete gittiler.
Mustafa SÖKMEN
248
ALİ KJZA YEGJSN
OSMAN ÖZKAL
Talttakah
EHEMİN Ç,
Toptan ve Peraken
Halis Aksaray ve
Toptan ve
'. "Yeni I
AI.1 PEBlpNIÎL VE KAZIM PEKÇİNEK Ticaret Evi
Zeytin, zeytinyağı^ sabun vehernevi sâde, yağlar,; peynir vesaire toptan satış yeri Kooperatif arkası Ali-Naznıi Ap. Nö. 1/2: Tel No,'3153, Telgraf: Alî Kâzım Sicil-No. 1912, Kuruluş 1930
OSMAN ANTEBLİ VE İŞMAtL BEKLİ
HALİM ŞATÇI
.Zeytin, aeytiiıyağı, sabun ve lıer nevi sâde yağlar, peynir vesaire sacı evi
Kayseri Pastırma Pazarı
Neni Hal No. 21
Tel No. 3675, Sicil No. 2007
-Kuruluş tarihi : 1930
Telgraf: '.ni Hal Osman
Kuruluş ta. 1929.' :S il No. 3551
r ve Edirne Peynirle : saf AyVâlıIt, Edreç mevi
MİLLÎ PİYANGO
S Her çekilişte bir millî piyango bileti'" $ alarak bütün yıl talih kapılarını ken-î; nize daima açık bulundurunuz. Her an servete kavuşabilirsiniz
1 -*
■i ş
Jiu :çeliil3jiei talihiniz gülmedi ise Ver- -î 'diğinizptira, boşar, gitmiş- degüdiı1. Hu ı ■efet Çelik kanatlarımız kazanana de- ; incittir. Belki de sizin kazanına .sıra- ; hız bu çekiliştedir.-
X ₺ Ç
I M I L L î PI Y A N G O , |
ası
KEŞİDELER: 21
:
—
: ı i
3
•>. »
.10 »
2 Mayıs. 25 Ağiıstos, : tk, teşrin tide yapılır.
AMİYELERİ
la Kavaklıdere'de 10 l Nö. 254, Parsel Nl
= 2000.- Lira
= 3000.—
2000.-
»
î>5
• •
Banlı aynı
••ınlkiJI :i de /eı
ılııu
jpıi^
251
'urs
ȣ
> ktirmiş olmaz
2. / ____________________
fr - : ‘"'Y' Acnkara (2743)
Hilmi Zi.v Ülken
"tean Can irde İsiirhan Arpati
Mermin Meneınt einğlıt Hıisıunelün Boî ( Nttri.Zâlmoğlıı
- Doı;e.nt üehice t Boran Prof. Hilmi Ziy tliken = lidtir SıH-ı Kını
lı |
afi Mylchıj
ıinlti.1 fruıı
MMggjgft lISfcM rı'l'
ıbiyşi
Sulh muharriri
ar'
(
tellerde Rofnan
iz IR afi Mektup İT. ı Muharriri (Hikâyej
aymtar : Fikir H Dönme Hâdisesi i Faş
Bir FeU^ pliyle) . Ongeni Dr. M Şöîalet, Sal: öyiin gfii^ Nabi D
i nle Beraber Yıkılan t :affer Şerif Bajoğlu I Birsel:
çer.
Adımları Beğeniyorsanız
Abone olunuz, Abone bulunuz.
Humanizma Sayımız :
ilk kânunun birinde Humanizma sayımızı bekleyiniz. Bu sayıda, şimdi üzerinde çok sözler söylenmekte olan Humanizma meselesi muhtelif yönlerden incelenecektir.
Adımların Okuyucu Sayfası =
Adımlar, bugünün hayat ve sanat gidişini yakından takip ederek okuyucularına bildirmek için çalışıyor. Daha faydalı olabilmek için, Adımlarda ele alınan mevzu-laranMmcîı in, :i ■zıakenaınayattecnı?e!enn^n7uıl?nenndenkalHMmj^er' çekleri, dü nceleri d lar hakkım ki raütali »Okuyucn iyfaslı m
i öğrenmek ve okuyucu sayfamı ya ytnak darınızı, Atilinlar'da ele alınmasını Hra etli bildiriniz.
iyoruz. Yazı-liz mevzuları
erin değişmesinde sa lurkheim-Ziya Gökal
rr>mı* kıtı oHınl/fı trrıatl^««U.
l Sosyolojisinin neslek seçimi,
Tenkidi, oramızda bu günk,ii arı, Umumî Kültür ve________________
Gençliğin syal Psikolojisi, Rad al Psikolojisi, Sineme :n Sosyal Psi-
kolojisi, N dem Mimarî ; anlayışı örnekler.
halinde olan Dünya
Edebiyatından
ADIMI, A R
NI**crrvcd TMiîrlR’FK : Dr RahibA Çarîj^ Bon
Altı aylığı ıno xrş. .-.yıllığı 4(W.krş,‘ '
Adres : Adımlar, Posta Kutiısu 61, Ankara ilerilen vazılar geri verilmez
YIL : I İkinci Teşrin 1943 Sayı: 7
Cumhuriyet İnkilâbımurın Tarihî Manası
Heniiz pek genç olan cünahuriyetimi-
zin yirmi sençlik tarihi ve daha önceki mücadele ^yıllarının hatıraları, bugün olgunluk çağında bulunan neslin kendi hayatının tarihi*
dir. Bu tarihi yakından vc içten biliyoruz. Bîr milletin tarihine tnalOİACak büyük olay-lnnn geçtiği bir devri böyle yaşamış olmak daha sonraki nesillere en mükemmel tarih kitaplarının bile, yeremiyecuği, icGiüLtden gelen bir bilgi kazanmış olmak dcme.ıı Milli kurtuluş savaşının üzüntülerini. :;•*>-Tellerini, ümitlerini onu yasamış olanlaı bilir; hrr «çilen demir yolunun, yükselen fabrikanın, kurulan mektebin, hastanenin, yapılan garajın, gelecek İçin vadettigi niynırt İSri,«bunların ao.-yal değerini, onların yokluğunun acısını çekmiş olanlar bilir. Böyle bu-yük Sosyal değişmelerin yfirahnış olduğu bir devri yaşamış olan nesil kendi Bini mutlu ad-mkt&bilir.
I Ama diğer taraftan, büyük tarihi o i- muayyen bir haddi aş-mca ve zecrî değişme-aylnrm geçtiği devrin içinde o’ (»k- o ‘“ m“ta*r olunca, kendiliğinden
r$n hadiselerini tamkıymetlendirmek ve ma- , husule-gelmekte olan sosyal cleğişme,-.'c«mri-ıiâl|»ndırın«k işini-jorlmt^bilir^ badedenn, ricijdilue. . Luıcketine kalbolur; yani
içinde alan İnsanda daha «onraki -nedtlerih.” ‘şttûrıS^r: keskin zecn şeHlîer atıf; isyanlar.
geniş’görüş zaviyesi yoktur. insan ekendi dev- ihtilâller, savaşlar halinde belidr; artık koh-rîne, geleceğin -üıjjg ^i’^ğİndeft j^aka^^, bo^kabuk .haliu^elmi^Jçlirnaîmiiesse-
mlzleniri yeniçsartlara uygun yeni bîr .AV life
rine. «fecegin ;ulUs
ya cağı için, hiç -F- ;ibr gârijft daneyek.^
L ÜS
chi devrini bütün bir tarihî seyir içinde gör?
mrğc çalışarak raanalandırabilir vc mana-l and irmelidir da ... O zaman, böyle bütün bir seyir içinde ele alınca, bugünkü hadise-
lerin geleceğe do-ğnı uzanışı da görülebilir. İşte bu yazıda Cumhuriyet İnkılâbımızı^ umumi olarak cenviyjştJer?n\=tarihî seyri, hususî olarak da kendi -cemiyetim:zin tarihi seyri bakımından ele almağa çalışacağız.
İnkilâp dediğimiz socyai hareket, kemiyetin yapısını (strueture) değiştiren, pir sosyal değişmeler serisidir. Cemiyet yapıların değişmesi hadisesi uzun bir başlangıç .i, -•rsi geçirir; yeni hayat şartları altında hrlirm.yeni cemiyet unaıırları tedricen--ol’ gunlaşir, mevcut sosyal nizam ı temelinden uy.ır; hayatiyetini kaybeden, eskiyen bu'.ni-zanı ile serpilmek istiyen yeni unsurlar-ç^H-şrr; bu sosyal değişmelerin ye eski ile yeni arasındaki çatışmaların derecesi ve şiddeti
müesseseler mizamı meydana getirilir. İçte eskiyi temsil eden kuvvetlerle savaşıp yendikten sonra cemiyetin eski yapısını ortadan kaldırıp yeni yapısının esaslarım kurmağa inkilâp denir ve bu zecrî sosyal temizleme ve yeniden kurma hareketlerinin yapıldığı devreye de «inkilâp devri» denir.
Uûklâl »avajı, Cumhuriyetin ilâm ve sonra gelen yıllarda yapılan içtimai müesse-selen değiştirme hareketleri, hir asırdan faz* la bir zamandan beri devam ede gelmiş olan tedricî değişmaler serisinde bir dönüm noktası, eskimiş müesseselerin birden temizlendiği, yenilerin temeli atıldığı ve yeni sosyal şartlara uygun olarak devlet siotemin-
itl 'değiştirildiği bir zaman bölümdür, bu-pun için de bu hareketler ve bu zaman bö-lümü cemiyetimizin tarihinde bir inkilâp devresi teşkil eder. İnkılâplar, cemiyetlerin yapılarının değiştirilmesidir , dedik. Yapı değişmeleri. iktisadi organizasyonun ve nüfusun ayrıldığı zümrelerin teşkil ettiği sistemin değişmesi Ve bu değiçmelarin siyasî teşkilâtta, devlet kendisini ifade
etmesi demektir.’.İmiklnl savaşında düğümlenen cuınh-uriy- tin ilânı -İle çözülüp gelişen, bir asırdan beri «levam ede gelmiş olan değişmeler serisi nelerdi? Cemiyetimizin yapısında ne gibi istihaleler meydana geldi ?
Büyük mikyasta kendi İçine kapalı, dışla münasebetleri az, merkezî - feodal bir cemiyet olan Osoıanlî İmparatorluğu, benzer durumda olan diğer Uzak ve Yakın Şark memleketleri gibi, Garp kapitalist cemiyetlerinin tazyiki, zorlayışı altıma kapılarım Garba açlı. Bu tazyik, bir taraftan imparatorluğun haprlcrae mütemadi yenilmesi şeklinde hissediliyor, diğer taraftan. Garp dev Jetlerinin doğrudan doğruya iktisadı ve si-
yası müdaheleh-ri şeklinde beliriyordu. Bütün cemiyetlerin tarihinde dışu, yani diğer, cemiyetlerle, ohuı münMebefler büyük bir rol oynar. Cemiyetlerin gidişi daima iç vç dış şârtların v(- -
Mrtikfmettc gen Avrupada ka, bat» mcmleke
*Wsebet&nb muayieV^r3 ş-mesi ile taayyüş eder. Batı -,üı*ek külünde^ bu. la münçselfctler^
yani müstemlekelerle ticareti. mühim bir rol oynamış, sermayenin Baü Avrupa memleketlerinde birikmesine yardım etmiştir. Bu dışla münasebetler netice-•inde iç ekonomiler geli^nij. teknolojik yenilikler meydana gelmiş istihsal çanları deği-mis ve kapitalist dediğimiz sistem ilk defa insan cemiyetlerinin tarihinde belir-miçtir. Kapitalist .istemin inkişafı, bu sistemin yer aldı memleketlerin dışla münaseba.-tını daha da artırmıştır: kapitalist sistemin gelişmesi dışla münasebetleri artımken, di-ğer taraftan bu münasebetlerin artışı, kapitalist cemiyet şeklinin, iktisadının, kaidl erinin, fikirlerinin i Ih. diğer cemiyetlere, yani mûna-
sebete girişilen cemiyetlere yayılmasına-sebep oldu. Böylecc aynı ve tek bir ve tirenip • ki cephesi olarak, hem kapitalist rejim batı •Avrupada gelişti, hem. dc ö-bür taraftan yeni bölgelere yayılarak, ileride, ilk geliştiği bölgelere rakip çıkacak, mahreçler için rekabeti şiddetlendirecek yeni kapitalist cemiyetlerin belirmesine sebepoldu. Bu yeni memleketler, kapitalist mcrnlcketlerin. ken^i silâh» ile onlara karşı koyacak Iardır. Bugün, kapitulist memleketler denediği zaman ilk akla gelen büyük kapitalist devlet. Amerika Birleşik; Cumhuriyetleri. vakti ile. Bat» Av-ıu p;ı kapitalizminin nüfuzu altında olan . e kapitalist münasebetler sisteminin yayılması neticesinde kendisi de kapitalisti eşerek Avrupadaki ana - kapitalist memlekete, İngi!tereye, karşı koyan, ve. onun nüfuzu altında olmaktan kurtulan ilk memlekettir, Amerikan İstiklâl hareketinin sosyolojik manası budur.
Kapitalist cemiyetler doğrudan boğru-va kendilerine bağladıkları sömürgelerini; işletmekle kalmalıdırlar; Avrupadaki geliş
menin dışında kalmış, halâ feodal yapılarını büyük mikyasta kendi içlerine kapalı imparatorlukları da kapılannı Garp dcaıct yc aermayesine açmağa zorladılar. Çin. Japonya. Osrnânlı İmparatorluğu bu çeşit feodal cemiyetlerdi.
ve Garbın tazyikine karşı cılız tedbirlerle karşı koymağa çabaladıktan sonra Birinoi Cihan Habinin sonunda, doğudan doğruya bir müstemleke olmak yoluna girmiş göninii* yordu: fakat bir asırdan beri devam eden garplılaşma hareketi ve beliren mukavemet hamlesi tesirsiz kalmamıştı; devletin mekanizması çökmekle beraber Garp emperyalizmine karşı koyma küveti zayıflamanuştı OsmanlI İmparatorluğu rejimi eskimiş artık işe yaramaz bir kabuk gibi yolun kıy rama bira* kıldı ve o kabuk içerisinde belirip gelişmiş elan kuvvetler, kabuğu sıyırıp attıktan sonra. İstiklâl Savaşı ile Garp emperyalizmine karşı koymağa devam eltiler Ve kazandılar. Ata-iürkün büyüklüğü, cemiyetin kendi şartlarından, milletten gelen bu mukavemet ve mücadele hamlesini görebilmesinde vn onu mü* essir bir surette teşkilâtlandırabilnıesindcdir.
Garp emperyalizminin zorlayarak açtığı cemiyetlerde garplılaşma hareketleri her ınenmlekctin kendi iç şartlarına, tarihî seyrinin icaplarına göre farklılıklar gösterir. Garphlaşmayı, «Garbı taklit fijtmck» metinde anlamak yanlıtiır; böyle biı i iadede x taklit» kelime ve mefhumu İle'^stedilen hadime yani aonyal mahşulle.rin Xcemiyeı şekil* lerinln, kanunların, örflerin, adetlerin, mu; şeret kaidelerinin, inançların, zevklerin ilh) bir cemiyette diğnine geçmesi, yayılma ı hadisesi, sosyal determinizmi olan bir hadi sedir. Hangi şeyler bir cemiyetten diğerine geçecek ve geçtiği cemiyette bu sosyal malı aullcr ne gibi değişikliklere uğrayarak yeni bir kalıp alacok? Bunu, o iki cemiyetin tr-kâmül »eviyesi. ikisi arasındaki münâsebet şekli, yayılmanın y *r aldığı cemiyetin iç şar t lan ve onun bu yayılma karşısında aldığı vaziyet. yaptığı tepkiler tayin eder. Bu yayılma. pasif bir taklit hadisesi değildir O-—
11 Cemiyeti. Garbın tazyikine ve Garptan gelen iktisadi, siyasi ve kültürel tesirlere karşı nasıl vaziyet aldı? Merkezi bir feodolite ve bunun için de aynı zamanda askerî bir devlet teşkilâtı o1mn«ı cU'ayısı ile ilk n&hftı tepkiyi askeri sahada »&f(İİ$ ffduyuTisliE İle İşe başladı: eonra bu Garjg ü m eğin diski
orduya zabit, mühendis, tabip ve cerrah yetiştirmek için bu meslek erbabını yetiştirecek mektepleri açtı. Bu mekteplere ve devletin mülkî teşkilatına memur yetiştirmek üzere ilk ve orta tedrisatı ele aldı. Askerî teşkilâttan biraz sonra ve onunla birlikte devletin mülki teşkilâtını da Garp örneğine uydurmağa gayret etti. Görülüyor ki Osmanlı cemiyetinde garplılaşma hareketi tepeden ve merkezden. cemiyet yapısının en üst kısmından başlıyordu. Bunlar, sıkışık vaziyetler karşısında alınmış acil, parçalı tedbirlerdi; Osmanlı devİet ricali ve etrafındaki zamanın münevver zümresi imparatorluğun bünyesine dokunmuyorlardı jTörtadmâttan İtibaren yapılan ıslahat hareketlerinin memleketi kalkındırmak ve garplılaştırmaktaki kısırlığım bu noktada araştırmak icap eder. Bununla beraber. on dokuzuncu asır boyunca Osmanlı İmparatorluğunun bünyesinde, yapısında değişmeler meydana gelmiyor değildi: zaten, her ne yoldan girişilmiş olursa ulsun, cemiyet yapısının üst ve dış kısmında yapılan değişmeler, an-cak astl temelde olan d-eğişik-liklcrie desteklendiği; ^takdirde ve nisbette sürekli oltrr; hızlı ve pek verimli olmamakla beraber, garplılaşma hareketleri yer alıyor ve İmparatorluk değişiyordu, demek ki bunlara muvazi olarak İktisadî ve sosyal bünyede. de değişmeler oluyordu. Yalnız, bu İktisadî ye sosyal yapıdaki değişmeler Osmanlı Devletini «ıslâhat» hareketleri île meydana şclmiyodu; bunlar. Garbın, imparatorluğu kendi İktisadî çevresine almak teşebbüs-ünd’en doğuyordu. Osmanlı devleti, cemiyetin feodal iktisat sistemine, toprak münasebeti erinci âi*aıine dokunmuyordu: bunlar Garp Kapitalizminin müdahelesi ile değişiyordu; garp kapitalizmi ise, İmparatorluğun kalkmması ve kvvvelenmesi için gerektiği şekilde değil, kendi işine elverdiği şekilde imparatorluğun bünyesini değiştiriyordu. Garp kapitalizmi imparatorluğu. kendi emtiası için bir pazar ve senayii için harp madde ve şehirleri için gıda maddeleri meha olarak lulfânaor ye dÂada kruüanrnak istiyordu: Garplet4bu çe^t bir iktisadı münasebet im-
21]
para tor! uğun feodal ziraat sistemini içinden yıkrlıyordu.Osinanlı rejiminde, diğer feodal rejimlerde olduğu gibi, her kasaba ve zıvanadaki ziraî mıntıka büyük mikyasta kmdi-ne yeter, kapalı birer birlik teşkil ediyordu: istihsal edilen maddelerin bİT kısmı saray ve ordu için Istan bula gönderilir, fakat mm; akanın kendi ihtiyaçları evelâ temin edilmeden başka kasabalara mal gönderilmesine müca-de edilmezdi. Halbuki Garp kapitalizmi ile olan münasebette bu mahalî kendine - yeterlik kınlıyor, garbın senayii ile imparatorluğun ziraatı arasında bir işbölümü, karşılıklı mübadele (bu mübadele daima «enayi memleketinin lehine olarak) kuruluyordu. İmparatorlukta ziraî inin taka lar yavaş yavaş geçim istibadından çıkarak, piyasaya için istihsalde bulunan nnntakalar haline geldiler: emtia ve para ekonomisine girmeğe başladılar. İmparatorluk sınırları İçinde emtianın ve tüccarların hareketlerini sağlamlamak için Garp İmparatorlukta demir yollan ■kuruyor, limanlar jırasmda taşıt temin ediyor, telgraf ve posta sistemleri kuruyor, bankalar açıyordu; tüccarın ve malinin siya netini Sultandan talep ediyordu, Böylece Garp, bir taraftan İmparatorluğu emtiası için bir pazar, gıda maddeleri vc iptidaî’’Raddeler için de bir memba. olarak kullanıyoı. diğer taraftan memlekette İktisadî ve siyasî hayatına doğrudan, doğruya mttdahele ediyordu. Ticaretin ardından sermayesini de memlekete sokarak muhtelif İktisadî kaynak’aTı inhisarına alıyor, memleketi ve halkı istismar ediyor, milî ;emayenin inkişafına m ■-! oluyor, iktisadi bünyemizin ve neticede siyasi hâkimiyetinden zayıf düşmesine sebep oluyordu.
geldikleri için, bizim bünyemizle alâkası ol-mıyan, eklem ç hareketler olarak görmek, va-ziveti yanlı? anlamak ve t ahİıt>’ctme!(onîr Bu demir yoldan, .-'vapurlar telgraf ve posta matemleri, bankalar bizim topraklarımız üzerinde. bizim cemiyetimizde iş gördükleri için memleketin scHr^il dUTumu'üzctintie^e-oir etmemiş olrnatns
n İfikânsızâı-:wHçft:n
sokulmuş ve küçük mikyasta da olsa, bu yollar, trenler, vapurlar ilh. bizim İktisadî bünyemizin bir parçası ve daha geniş bünyeye tetir eden amillerdi. İkincisi, GaTp sermayesi ile kurulmuş olsalar bile işletmekte devam etmeleri için sermayedara kâr temin etmeleri lâzımdı, bu kâr ise Türk köylüsünün, Türk halkının emeğinden geliyordu. Binaenaleyh gerek doğurduklar» neticeler, gerek tutunmalarını mümkün kılan şartlar bakımından bu teknik ve iktisadi gelişmeler bizim cemiyetimizin yapılana geçmiş değişmelerdi. Yalnız -vo bu çok mühim bir noktadır- bu bünye değişiklikleri, daha yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, memleketin gelişmesine ve kalkınmasına matuf. Oamanlı devletî tarafından yapılan şeyler değildi: bilâkis, memleketin gittikçe Garbın iktisadi ve siyasî hakimiyetine girmesini intaç eden, Garbın, kendi menfaatleri uğrunda giriştiği işlerden doğan bünye değişmeleri idi. Cumhuriyet rejiminin en büyük başanlanndan biri, Garbın iç yapımıza müda-hclesîni ifade eden kapitülasyonları I.aldırması ve İktisadî devletçilik prensibini benimseyerek memleketin iliğini kemiren e-çncbj şcrmaycğam tasfiye etmesidir. Bu son harp yıllarının tecrübeleri, doğurduğu şartlar, devletçilik presibirtin-ne kadar isabetli olduğunu bugün bir kere göstermiş oluyor.
Feödal ziraat sisteminin ve toprak münasebetlerinin değişmesi ile büyük toprak ılıibî eski bey, paşa, ağa ailelerinin de sofi-ıl mevkii sarsılmış ve yer yer çökmüştür; feodal toprak işletimi bazı
zamanla büsbütün inkıraza mahkûm bakiye-halinde kalmıştır. Kapitalist Garp mem-J ( etleri ile ticaretin gelişmesi imparatorluk u. dahilinde bir ihracat tüccar lan zümresi yar-
Bu hadisilcTİ, Garbın zoru ile meyofiîâ !-rniş(ve onu gittikçe kuvvetlendirmiştir; bu ticaret önceleri temamı ile ekaliy etlerin elindi İdi, sonraları, bilhassa istiklâl savaşmadan sonra.^ekaiiîyetierin ticari durumu zay-ıtiarnış. iç ticaretin, daha büyük bir kısmı olmak Sere, dış Ücretin. de bir kısmı ekalliyetlerin elinden çıkmıştır. Impsudatörlvlci* Garp-örneğine göre açıten askeri ve mülkî nj^ktepler-Garptan, gelen fikirlerin yaydma-
mın takalarda,
212
ama hizmet etmiş, az çok Garp fikir ve duyuşlarını almış, gözleri Garba çevrilmiş münevver - asker - memur bir zümre meydana gelmiştir; kalaba eşrafının, zenginlerinin, hatta esnafının çocukları bu mekteplerden faydalanıyor ve bu yeni zümreye giriyorlardı. Sultanin müstebit idaresini tenkit eden» ona karşıkoyan, nihayet meşrutiyeti ilân eden, sonra da. Kurtuluş savaşımda, köylü ve halk kütlelerinin mücadclcoinc öncülük eden zümre, bu şehirli - münevver - asker - memur zümresi idi; arkasında da kasaba eşrafı, esnafı, hattâ zenaatkârı zümresi vardı. Cumhuriyetin ilânından sonra, Osmanh İmparatorluğundaki duruma nisbetle, ticaret vc sanayi zümreleri, daha da gelinmiştir. Bununla beraber, memleket halâ esas itibarı ile ziraat memleketi olduğundan toprak nahfbi zümre daha kalubnlık bir zümredir. Cumhuriyet devrinde garplılaşma hareketi çok daha hız» lanmış ve şuurlanmıştır; şehirler halkının ve bilhassa üst ve orta tabakaların hayat şartlan ve tarzları süratle Garpdaki mukabil durumdaki nüfuz zümrelerinin hayat tarzına; uygun bir şekil almıştı»#/
İktisatta v(-; nüfusun oosyal organizyaa-yonda husule g'JSh değişmeler. siyasî teşkilâtta, devlet sisteminde de. kendini, gö.şter-di. Padişahın kendi çiftliği gibi İdare ettiği sah-' oî, keyfî bir idarş; sisteminden, daha Bgeniş nüfuz zümrelerine dayanan, gayrı şaihöi ka-ııunlaria İşJİycn modern monada bir Devlet sistemine doğm gidildi. Teb’anın rifelınrn ve canının masuniyetini ilân eden feinuın-lar, ilk ve ikinci meşrutiyet teşebbüsle.; ve nihayet Saltana im ilgası ve Cumhuriyetin ilânı bu siyasi tekevvünde başlıca merhalelerdir. i( '
İstiklâl Savaşı ve Cumhuriyetin ’&lrülu-şu, böyle uzun tir hazırlık ve gelişme devresinin tamamlıyBCi bir merhalesidir. Bir asır-dan fazla bir / ..manjonterf blHkm gnışmeler nihayet muayyen bir dereceyi bulduktan s.onra ve harp annu şartlan altmdarnıllette mukavemet ve mücadele hamlesi şiddetlenince, gelişme vetiY^i" birden: süratin, .büyük
sosyal değişmeler halinde kendini gösterdi. Cumhuriyet Inkilnbı dediğimiz, cemiyet ni-zannanını değiştiren işler başarıldı; bugünkü ve yarinki nesillere düşen vazife inkılâbı bur-durmamftk, ^enayileşme, zirai kalkınma, haikçı rejimi gelişme yolunda, dünyanın hür, hnlkç ileri cemiyetleri ile birlikte ilerlemektir
Cumhuriyetin ilâm ile garplılaşma ve değişme hareketi hızlandı ve Osmanlı imparatorluğundaki nden farklı belirtiler gösterdi. İktisadi meseleler Ön planda yer almağa başladı. Atatürkün devletçilik siyaseti, millî sermayenin gelişmesi, memlekette yabancı sermayenin temellerini sarstı, iktisadımızdaki hâkim nüfuzunu kirdi, millî sena-yinin kurulmasına ve birçok, yeni iş sahalarının belirmesine yol açarak mîllî sermayenin terakümünü süratlendirdi. Garp isrisadnın tekniği ve organizasyonu artık Garp devletleri tarafından değil, devletin kendisi tarafından memlekete sokulup tatbik edildi; demir yolları, fabrikalar, maden işletmeleri, radyo merkezleri, bankalar, şirketler kuruldu. Cumhuriyet devinde kültür hareketlerinde dc Farklılık görülüyor; cumhuriyetin kurulmasından sonra Şarkla Garbi til i f etmek teşebbüsü büyük .mikyasta bırakıldı; İslâmî ananeler ve zihniyet hâkim mevkiini kaybetti; Garbili; .zihniyetinin, sanatının, edebiyatının, ilminin memlekette yeyılması, mektepler, kitaplar, gazateier, radyo, tiyatro, ve konserle sağlandı. Artık şark kültürü ile Garp me-clnnİ^Öhi telif etmek değil, fakat Garp medöflîyefci ve kültürü içinde kendi kültürü? müza£;yaratmak, edebiyatımızı, sanatımızı, ilmi hayatımızı geliştirmek endişesi hâkim oldu.
Cumhuriyetin kurulmasıyla cemiyetin muhtelif sahalarında, başarılan işler mühim ve büyük olmakla beraber bu işlerle inkilâp tamamlanmış degUdî^'Çemiyetimizin yapısını, değiştiren sosya-l hareketler, seyri daha da ^ridaetlenerekaevam 'etmek astlarındadır. Senayileşme yolunun, bilhassa ağır senayiin irarulması isinim daha başiarındayız. Ziraat
213
kalkın ma Ri davamız, günün en mühim «neşelerinden biri olarak dütuyor. Zirai Ve sınaî istihsal şartları arasındaki farklaı ve her ikicinin problemlerini her ikisini de içine alıp meselelerini çözebilecek ihatalı, ileri bir organizasyonla halletmek mecburiyetindeyiz. Kültür alanında yapılacak işler de bugünkü ve yarinki nesillerin enerjisini ternami ile alacak 'kadar büyüktür: ilim, sanat edebiyat sahasındaki yeni gelişmeler daha emekleme safhasındadır. Şimdiye kadar aşılan mesafelere bakarak, bundan sonra da müşkillerin aşılacağına. dünyanın ileri gidişine biz de katılarak ileri bir cemiyete doğru gelişeceğimize inanıyoruz. Memleketin inkılâp yolunda ilerlemesi davası bir taraftan teknik, bir taraftan organizasyon meselelerinin hallini icabettiriyor. Diğer taraftan, içinde bulunduğumuz dünya cemiyetleri ailesi de büyük bir değişme devresi geçiriyor, daha ileri, daha halkçı, refah şartlan halk arasında daha yaygın bir cemiyet şekline doğru değişiyor; fakat bu değişme, sarsıntısız, kendiliğinden değil, ileri kuvvetlerin geri kuvvetlerle mücadelesi ile oluyor. Biz Garplılaşma hareketimize devam «derken. Garbın bu iki zıt kuvvet ve cereyanından ileri olanı benimsemek . Garbm artık ardında bıraktığı örneklere göre değil, aldığı yeni ve ileri istikamet
lere doğru gidişimizi ayarlamak mevkiindeyiz. Kendi şartlarımıza ve ihtiyacımıza "uygun olarak Garbın teknik ve kültüründen faydalanırken, Garbın tek, mütecanis bir bütün olmadığını, orada da ileri hamleler yanında mürteci hareketler bulunduğu, yeni unsurlar yanında eskiden kalma köhneleşmiş kıymetler, fikirler, organizasyon şekilleri bulunduğu daima hatırlamamız gerekiyor. Hangi Garp? sualine cevap vermek vaziyeti ile karşılaşıyoruz vc cevabımızı verirken daima ileri olanın, daha büyük refaha, hürriyete, ve halkçı rejime götürecek olanın tarafında yer alacağız, zira cumhuriyetimizin yaşaması, gelişmesi, refah ve kültür «eviye» yüksek bir cemiyet durumuna erişmesi ancak yeryüzünde ileri fikirlerin. demokrasi ruhunun yaşaması ve gelişmesi ile kabildir. Kendimizi bugünkü dünya hadiseleri He ilgisiz düşünmek büyük bir hata olur; cumhuriyetimizin mukadderatı ve onun yirmi yıllık kazonçlarınm korunmam ve yeni hamleler yapılmam, bütün milletlerin mukadderatım tayin edecek olan bugünkü cihanşümiil ol.n^lftrla sıkı sılaya bağlıdır; bu mukadderatın, hür insanların ve mil-Jetlerin müsavi (osyal ve siyasî şartlar altında. sulh içinde yaşayacağı ılıklı, ileri istikamette olmasına çalışmak, ödevlerimizin başında geliyor.
ADIMLAR
214
Prof. Hilmi Ziya Olken'den Türk romanının geçirdîâ» seyrin tahlilini verem ve gelecekteki golijme tartlarını İnceleyen bir yazı rica etmiştik. Prof. Hilm »Ziya Olken bu mevzuu fazla büyük bulmuş; rica ettiğimiz makale yerine, neşredilmek üzere bize, umumiyetle roman boklun-do kendi çözüşlerini bildiren aşağıdaki mektubu gönder-mijtir.
FELSEFÎ
»Adımlar» m yedinci sayısına Muzaffer benden, yazı istediğ zamandanberi bu yükün altından nasıl kalkacağımı düşünüyorum. ödeyemediğim borcumu affettirmek ve özür dilemek için karşınıza mektupla çıkmaya karar verdim. Şüphesiz bu işi âlimane kolayca haledenler bulunacaktır, öyle münekkitler olabilecektir ki birçoğunu okumadıkları Türk romanını itham için daha üç sene evvel Paul de Cock kopyası saydıkları Hüseyin Rahmiden başka hepsini bir kalemde silip atacaklardır, öyleleri olabilecektir ki beş on nahife fazlasını okumaya tahammül i temediklerini iddia ektikleri bir eseri batırmak için kılı kırk yarar gibi hor tarafından parçalar zikredecekleri! ir. Böyle büyük v(ş)}«topyekÇln» tenkitlere gi-rişmiye cesaretim olmadığından Muzafferin bnna teklif ettijM; «Türk romanı» hakıkn daki «sentetik makaleyi bir türlü başaramadım. Hüküm vermek bir tarafa, .büyük adamlardan bahsederken hürmet etmesini bilmedikçe insan ağzını açmamalıdır. Bu günlerde küstah bir budalanın Shajıespea re’i zikrederken, «o böyle haltetmez» demesinden insan yalnız hayret değil, nefret duyuyor.
Mevzuumuşa gelelim: Bu roman meselesi üzerinde uzun uzun konuşulmak, her cephesinden didiklenmeli. tahliller yapılmalıdır. r"T "'R T ~T~
MEKTUP
i
Profesör Hilmi Ziya ÜLKEN İstanbul Üniversitesi
İstanbul üniversitesinde sosyoloji lisansını yapan talebeden Sacide Türk romanı ile cemiyetin münasebetine dair bir travay hazırlıyordu. Aynı mevzua, «Türk romanında cemiyet» adile ve daha dar bir şekilde başka bir talebe hazırlandı. Mustafa Nihadın Türk romanı hakkında yazmakta olduğu ve birinci cildini neşrettiği eserde bunun için zengin malzeme bulunacağını zannediyorum. Nitekim bir dostum Hüseyin Rahmi için başlı başına tahlilî bir eşer yazmış, v,e romancının iznini almadığından henüz dajıa neşretmemiştir. Türk romanının iierdedaba verimli olmasını temin için onun üzerinde bu tarzda sosyolojik tabiiler yap-manın.indî tenkitlerden daha çok faydalı olacağina kaniim. Fakat bu türlü işlere girmeden uzun bir tahlil devresinden geçmek lâzımdır. Papasa kızıp oruç bozmamak ve üç gitnde bir «kanaat» değiştirmemek, okuyucuyu, gelecek nesilleri kendine güldürmeden mükün olduğu kadar doğru ve emin bir İş görmek ancak objektif ve ilmi olmakla mümkündür.
Fransız romanını sosyplojik bakımdan tetkik ‘ etmek îstiyenlbir kimse için, bu yolda hazırlanmış ne kadar zengin malzeme vardır. Faguet’nin. Jules le Maitre’m, Brunetiere’in, Sainte Beuve’ün eserlerinde maddeye, gerçeğe, tahlile dayanan taraf o
215
kadar boldur ki insan bunların arasından münekidin kaprislerini ve fantezilerini pek âlâ ayıklayarak istifade cdebilr. François Mauriac roman hakındaki düşüncelerini iki ayrı eserde verdi. Levrault transız romanının geçirdiği safhaları çok güzel tasvir etti. Roger Caillois, modern romanın türlü kullalınışını, onun bütün nevilerini inceledi. Bu suretle roman müsabakalarında hakem heyetlerine rehber olacak zengin ve müsamahalı bir kriteryom hazırladı: Kendi nevinde muvaffak olmak şartiyle entrika romanını, tahlil romanını, polis romanını, felsefî romanı, fantastik romanı, içtimai romanı kendi sanat Panthcon'unn kabul etmekte terddüt etmedi.
Yeni romancılar aksiyon içerisinden yetişiyorlar. Kahramanlarını kendi hayatlarında yaşıyorlar. Kahramanlarının «vi-vant» olması - çok muhtemel ki - bundandır: Erlebniss ıınd Denken. Şüphesiz her şeyden önce yaşamak.. Fakat mümkünse yaşadığı üzerinde düşünmek lâzım. Andrâ Malraux İspanya harplerine iştlrllk etti: Espoir'ı ya2(lı. «İnsanlı-.: ııı haU»i »Fatihler»» «Şâhaııe yol» şarkta geçen canlı, hareketli hayatının mahsûlleridir. Rub romanı da böyle. Bu sayınızda jhtimpl bunlardan uzun uzadıya bahsedilecektir, Burada onlardan eserlerini okuduğum birkaç tanesini zikretmeme müsaade edin: Tchapaîev adlı bir ihtilâlcini» hayatını tasvireden Four manov, «I-a communaute de Gueux» adlı romanile yeni hayatın kuruluşunu anlatan Panfcrov; llydrocentrale» i ile yeni hayatın kuruluşuna ait başka bir sahne veren M. Chaguinirn; Le torrent de fer’i ile bu hayatin destanını yapmaya çalışan Serafi-moviteh; evvelce »İnsan» mecmuasında eserlerinden bahsettiğim Gladkov; daha’ sonra Karavııieva, tlienkov. Kotcherga. Kouzmitch, D. Zaslovski, Noviköv - Pro-boi (Tsoushıına adlı romanından,. K. Ra-dek, bilhasa türkeeye çevrilmiş olan «U-yandirılmış toprak» romanı ve henüz tercüme edilmemiş büyük'* tiestani eseri olan (Dwguir"nbn‘ îizephdeî“adlı:
216
kitaplarile M, Çholokhov. «Seviyorum» adlı esriyle şöhret kazanan Avdâenko, «Na-iri» romaniyle şöhret alan Tcharentz, «Dokhunda» müellif Sadrettin Aynî bütün bu adlarını ve kısmen eesrlerini zikretiğinı muharrirler cn yaşlısı 50 yi geçmiyen yeni bir romana neslidir. Bunlar Rusyada Dostoievsky ve Gorki'den gelen yan mistik, yarı santimantal an'aneyî kırarak hayatın içinden fışkırmış bir edebiyatın ilk mahsullerini veriyorlar ki bir kısmı zaman-la dökülüp gitse bile yarınm şaheserleri her türlü refoulement vc sublimation buhranlarından kurtulmuş olan hayatla dolu bu vazıh mücadele ve İhtiras eserlerinden çıkacaktır. İfadelerindeki taşanımdan u-zaklık. edbiyat yapmadan nefret, «yaşanılmış» halin en aslına uygun (authen-tiqu’e) ifadesi onları hakiki romana götürecektir. Bu eserlerden ne kadar çok örneğe sahip olursak, yaşanılmış eserle yalnız hayalde kurulmuş veya düşünülmüş eser arasındaki farkı o kadar kavrar ve Türk romanının gelecekteki sıhhat ve selâmeti namına o kadaıahg^jirlı bir iş görmüş oluruz. kanaatindeygnj;,j/p|jf
Roman lıakkındaki düşündüklerimi Rüzgar gibi şelfti» tercümesinin mukaddi-mesiride yazmıştım. Bil mesele beni çok meşgul ettiği îçih sonradan bunları genişleterek henüz neşredemediğim «Roman hakkında düşünceler» i yazdım. Burada ne sor-duğiînuz nokta, ne benim söylemek istediğini cihet mesleyi bu kadar etraflı almaya müsait değil. Yalnız bir meseleye dokun-malt istiyorum: İlk çağda trajedi var, roman yok. Modern çağda trajedi gevşiyor, yerini roman almaya başlıyor. Bunun sebebi şu olsa gerktir: Trajedi insan iradesinin kaderle müeadelesidr. Roman vicdan mahkemesi fevamen de cpiiscience) dir. Bu İkincisi kuvvetli bir for înterieur istiyor. Bu da ancak iç hayatin zenginleştiği, şuurun (vicdanın) tabiat ve akıl nizamı üstünde yer aldığı bir medniyette yani modern çağda mükün olabildi. Bu vicdan mahkemesi işini eskiden dinler görüyordu. Katolik ki
lisesi confessiormel’i, ortodoks kilisesi hu-miliation'u ile bu vazifeyi ifa ediyorlardı. Zaten garbın ilk büyük romanları ve roman nevinin en büyük eserleri bu mezheplerden doğmadı mı? Salnt Augııstin’in - Les . confessions» larında.n ve DoHtpîçvsky'nin «Cürüm ve ceza» smdan sonra artık kilisenin rolü romana, tatikal etti.
Romanın «vicdan mahkemesi» işi onun tamameri sosyal bir karakteri olduğunu gösterir. Fakat bu (yukarıda bahsettiğim mukaddimede tafsil ettiğim gibi) fertle cemiyetin, içle dışın, «derimi» ile -harici» nin, «normal» ile «rnarâ» nin karıştıkları ve kaynaştıkları öyle bir yerdir ki onun sayesinde insan eski medeniyette trajik ile ko-mik’in ayırdıkları gerçeğin iki manzaramı, münferit ve orijinal ile umumî ve banal'i bir bütün içinde kavramıya, banabil içinde orijinali, komiğin içinde trajiği, cemiyetin içinde ferdi görmeye muvaffak oluyor. Bergson komiği dramtikten ayıran vasfı mekanik tekrarda görüyordu. Meselâ O-theüo’nun kıskançhğı münferit ve orijinal olduğu için dramtik; fakat Moliere’în (Les jalouses» undaki' kıskançlar mekanik bir tekrar halini aldıkları için komiktirler. Halbuki gerçekte bu- tefrik çok sunîdir. Aynı vaka bir bakımdan münferit, öljinal, bir başka bakımdan umumî ve Banaldir, isinden kovulan bir adamın hah sarmaklığından dolayı komik, fakat kendi h ı: için dramatiktir; Öyle anlar vardır ki dramla komik omuz omuza giderler, giinkü gerçekte fert ve cemiyet iç içedir. Saiıki içbükey ve dış biikey aynalar gibidir. Ve gerçeğin çift manzarasını aynı zamanda kav-rıyacak roman kadar hiç bir sanat gubesi yoktur. ; .
Yeni cemiyetin bu geniş «vicdan mâh-:r kemesi» kendi içine bütiiu epopee’yi bütün dram ve komcdi’Ji alıyor, Papasıâ jj&jşfa-hin vaktiyle gütmek istediğ işi-' -‘görüyor. .Eğer rolünde muvaffak. .oUbüjsa-^ffiy.ı^, tin birinci dere^d§¥Si’ffl“Wf4o8Wiicitfteîfn" ta kendisi oluyor. Bu kadar^^ıiş bir dâvada muvaf flık nlnyıkje°-jî(- şev,! Bunun İçindir ki bütün! sarih t şîıb§(eri arşsıntta he-
veskârı en Çok, şehidi ve mahvolmuşu (ra-te) en çok, fakat muvaffak olmuşu en değerli bu şube olmasını haklı görmellcHr. Roman, bu kadar geniş bir plân üzerinde işe girerken eski edebiyat «kaide» lerine göre huduttaruu çizerek ona göre önceden hükümler vermeye ve bir kalemde mahkûm etmeye kalkmamalıdır: «Roman tekniğine uygun değil», «fazla felsefî», «aetion eksik», «edebiyatı zayıf», «realist değil», fazla uzun, fazla kısa»., ilh.. gibi sözlerin kuvvetli roman önünde hiç bir değeri yoktur. Kuvetll eser önceden hazırlanmış hiçbir tekniğe göre meydana gelmez. «Felsefî» olmak, eğer esere canlılığı ve hakikiliğinden bir şey kaybetirmiyorsa, eh büyük meziyettir. Mevzuun hiç ehemmiyeti yoktur; bezim küçücük bir vaka en büyük roman yaratabilir. Romancı şair olabilir, veya kupkuru yazacak kadar «edebiyat» m üstünde olabilir. Fantezi, hayal, hattâ uydurma (fiction) romanda gerçek kadar mü-lıiır. unsurdur ve gerçek ası! olanlarla tamamlanır. Çünkü gerçek, safdil muharririn vakalar dışında gördüğü Jıasit hareketler mecmuu değil: fakat onlarla beraber iç hayatımızın bütiin icatlıın, rüyaları, vehimleri. yapma cinnetleri» fParadis artifi-eirisf’dir: ve hakiki aogyolog-roniMieı ger-ancak bu geniş mânasıyle kavrayandır. Roman bâzan bir anetdotc’tan ibaret olabiÜr.-Fakat eğer bütün'bir devrin epo-l 'sini kucaklıyorsa o zaman «Harp ve Sulh yahut «Durgun Don nehri» gibi ciltler doldurabilir. Hasılı dananın «yaşanmış «aslına uygun» ;vte «müessir» olırıa-sımlıın başka küvetini ölçecek bir kriter-yom yöktur.
Rü «vicdan mnhkcmcniı ölçüşünü yal-mrriı kendi cemiyetinin hâkim değerlerinden alır. Bunun içindir ki romanı değerlen-ıliririicn ‘îoemiyctin, î İçtimaî sınıfın +WîâTii nldıığnhiı belirtmek lâzımdır. Bir Wr inkılapçı romanını Ve - ne gariptir! - muharririn kendi düşünceleri romanın hu mı^kaddee hizmetini doğrudan doğruya ûayS etinektelı uzaktır: BalzaC • şöyle böy-
217
Bügünkü Fransız Edebiyatında İçtimaî Roman
Roman bize insanı muhiti içinde takdim eder. Bu muhit romancının ona verdiği ehemmiyet ne olursa olsun cemiyetin bir parçası veya temamıdır. Ve bu içtimai eephe romauın elzem bir unsurudur. Roman, geleneklere uyarak, dışarıdan aldığı intihaların ve arzularının mihrakL olan ve bizzat bu. dış dünyada kendisi de rol alan bir esas kahramanın hikâyesi de olsa, bir ferdin romanı olmakla, bu ferdin bağlı olduğu sitenin, cemiyetin romanı sayıbr. Eğer ferdi aşarak bir grubu tetkik ederse, bir içtimai hücrenin, bilhassa dilenin romanı olur. Aile, bozan nn’anev! metaneti, bazan bati hıhüâli, bazım da dağılmaya mukavemeti bakımından ele alınır. Bu, romancının 'P’inya nimetleri ■ muharririnin «aileler, sizden nefret ediyorum» veya Bal-
le bir mürteci olduğu halde romanı inkılâpçıydı. Dostoimysky koyu hıriBtiyan, islâv-cı, ilb. olduğu halde eseriyle inkılâba hizmet etmiştir, Fakat günden güne intiharı ir-le eserleri arasında daha yakın bir birlik doğmaya başlıyor. Romancılar ne yaptıklarını, kime hizmet ettiklerin, hangi dâvanın rahipleri olduklarını biliyorlar. Bunun için her sahada olduğu gibi romanda da İçtimaî şuur, sınıf şuuru kuvvetle kendini göstermektedir. 1
EUi yıllık Türk romanını tuahlil ederken bu noktalan göz önünde bulundurmalıyız. Fakat eski Türk cemiyetinde kadının «harem» yüzünden, ayn ya&adığuu, İslâm dininde hıristiyanhktnki gibi Hıımiliation ve Conessioıı olmadığını. Tazimattan sonraki münever.Türk,,çemjjîBtinuış.âste^i^te-
Prof. Jean CAMBORDE Ankara Üniversitesi zac'tan Maurlac’a kadar uzanan romancıların (âüelcr, size hürmet besliyorum» şiarını kabulüne göre değişir. Serbestçe veya bilmccburiye teşekkül etmiş ufak bir topluluğu tetkik» koyulursa küçük topluluklar romanı tipi meydana gelir: Bir manganın, bir cemaatin, müttehit bir grupun romanı gibi.
Ve nihayet bir an ilk plâna geçip hemen kaybolan, alâkayı üzerlerine çekmek için yanşan muhtelif şahısların, bir değil müteaddit esas kahramanların bulunduğu, hayat yollarının bazan sırf tesadüf eseriyle kesiştiği, bazan ayrıldığı, bazan muvazi olduğu muhtelitle müteaddit hayatı, birbiri ardınca veya aynı zamanda kariin önüne koyan ve bu şekilde âlemin daha yakın bir tasvirini yeren, yeni bir teknik kul-
mez suni ve garp hayranı olduğunu, bütün hayatımızda lıâlâ sürüp giden alaturka -alafranga ikiliğinin hüküm sürdüğünü, ma-hallesaM köylü hayatının dıştan görülmesinin onlardaki «İnsanî»,tarafı kavramk için kâfi olmadığını ve sosyalist bir dünya görüşüne .sahip olmadıkça onların içten görülmesine imkân olamıyacağını bu tahlillerde hesapa katmalıdır. Türk romancılarım eski tâbirle «cef-fel-kalem» — kestirip atmamak için zannımca bütün bu noktalar göz önünde bulundurulsa gerektir. Hakkımızda tahlilli, tasnifli ve hele kestirme hükümlü yazılara girmeyi kını istemez? Bel-ki günün. bbfindş. o da mümkün olur.
Mevzudan kâçihdığım için kusurumu bağışlayın; çünkü maksadını ergeç mevzua . girilebjlecek yeri, aramaktı
218
kınan bir roman nevi, bir cemiyetin romanı meydana çıkar. İçte böylece, ister bir fert üzerinde temerküz etsin ister bir âlem üzerine yayılsın, roman nevi İçtimaî hayattan ayrılamaz. Bu son zamanlarda roman yazmanın tetkikinden ibaret olan orijinal bir eser yazıldı. Muharrir pek doğru olarak diyor ki (1): «Bir tek roman mevzuu vardır: İnsanın sitedeki mevcudiyeti vc bil mevcudiyetin içtimai kliniklerinden dolayı meydana gelen vazifelerin insanda şuurlaşması». Filhakika dünya roman edebiyatından herhangi bir eser alınırsa' alınsın bu iddia doğrudur. Biz yalnız Balzac’m, Dickens’in, Dostoiewsky’nin ve Zola'nm romanlarını kasdctmiyoruz. B. Coııstant'ın Adolphe'u.gibi en küçült, en ferdî olanlardan, Princesse de Clâves veya onun modern taklidi be bal dıı Coınte d'Orgel gibi roman esaslarından en U2ak, klâsik trajediye en yakın olanlarından tutun da tâ Paul et Virginie'ye kadar, hepsinde muhayyel bir dünyaya incelmiş bir âlemin âdetleri sokulmuştur. O kadar ki bütün romanlar ıçfiı timaî romana.. tahais..eu reğimiz tetkik sı-hasına girebilir. Binaentılevh içtimai kelimelerinin daha mahdut, daha aktiicl tarifini vermek icabeder öyle ise b>z İçtimaî romanla Fransada son seneleı -■ man neşriyatında, içtimai meselelerin ve içtimai hakların istirdadı mücadclek rinc en büyük yeri veren romanları kastet! • Bu yolda yazan rnuh.arrirler çoktuı B lan eski an aneyi takip ettiler. Esrilerinde Zola’nm muazzam tesiri görülür. Bazıları da bir dâvaya hizmet etmek, cephe almak arzusuna, karardan sonra içten doğan dayanılmaz bir mücadele lüzumuna ve evvelce yazdığım bir makalede bahsettiğini o dövüş iştiyakına kendilerini vermişlerdir. Bu hal İktisadî buhrana takip eden ve bugünkü harbe takaddüm eden s-rieT&fiVbiİ-riz vasfıdır.
Bu neriiıfaİİByrirtoinden her birinin
I kendine mahsus bir cehresi, bir şahsiyeti vardır. Çünkü bu. bir nizama uymağa mec-
■ bur olmuş, istikameti tarih edilmiş bir edebiyat değil. gızalEe.' SeKestçeltai^T CŞ1-
T us
miş içten gelen, samimi duygulardan doğan mert bir edebiyattır. Bu edebiyatta şahsî tepkilere istendiği kadar serbesti verilmiştir. Hamledeki benzerliğe ve vahdete rağmen bu devir mütenevvi ve zengin bolluğu ile dikkati çeker. Fakat bu bolluk içinden bir seçiş yapmağa katlanmalıyız. Tarzı en orijinal ve muhtevası en zengin olanları takdime çalışacağız.
Pierre Hamp'ın büyük bir anlayışla totkika koyulduğu- ne geniş bir sahadır: İnsanın emeği. Muharrirliğe kadar yükselmiş bu eski işçi, kitaplarını ortaçağ sanatkârının şaheserine cüâ veren ısrarı ve ihtimamı ile hazırlıyor. O, kitabesine asrm başlangıcında E. Verbaeren'in «Multiples Splendeur» ünde insim gayretine ithaf ettiği şu güzel muu'alann yazğılabilgceği mü-heyyiç bir âbide yaratmıştır:
Verimli zaferlerin rüyası altında Ateşii ve soluk soluğa
Zamanla birlikte giden işçi kafileleri... Kürenin memleketlerinin bir ucundan öbür ucuna..
Düğümle- ni sıkan, b ikalarını perçinleyen
Dağların kalbinde, denizlerin içinde,
■ yaylaların üstünde Ciddî, inatçı, meşckkatli vc vahşi iş! Pierre Hamp'ın «İnanlıların emeği» isli verdiği eseri, mülâhazaları ve evvel-’•?:» taayyün etmiş sonucu ile «Beşeri nedi» yi hatırlatıyor. Fakat ona beşeri jedi demeli daha doğru olur.
Çünkü o bize, unutmağa pek meyyal ■/ıdjfeımuz bir zamanda, ne feci derecede : ikalarının ıztırabı sayesinde yaşadığımı-öğretiyor, daha odğnısu hatırlatıyor. Sürükleyici araştırmalarımla muharrire kuvvet veren, ona yol gösteren asil düşünce TaFTOMF; ü
«Rail» isimli kitabında demiryolu işçi-lerini canlandırmagfemuvaffak olmuştur Açıkça ve yüksek sesle adâJet vc hakiki mesullerin meydana çıkarılmasını istemesi ehemmiyetli bir İçtimaî tazyik icra etmiştir. Böylecti. kitamıda haksızlığa karşı mü-/\ \ /
219
eadele öderken, demiryolu işçisini, beraberce hayatlarım paylaştığı sevdiği bu insanları şahsan tanıdığı kimselermiş gibi bir kardeş sevgisiyle, her türlü sahte halkçılıktan uzak kalarak, canlı bir şekilde yaratmıştır.
«Keten» adlı kitabında Flandres’in dokunacak elyafını, miiteafGn nehirlerin durgun sularıyla çürüyen nebattan Saint Honore d’Elylau kilisesinde evlenen gelinin ince tülti haline gelinceye kadar en ufak teferruatı kaçırmadan takip ve tetkik eder. Şüphesiz bu taribnüvise, malûmat ve tekniği, romana has maceradan üstün tuttuğu için itap edilebilir. Fakat o bunu mahsus yapıyor. İsteyerek, emeğin mahsulünü veya o emeğin üzerinde işlediği mahsulü (ekmek, kömür, dokuma) temsil eden tamamen sembolik bir şahıs üzerinde duruyor. Ve bittabi bu şahıs kitabın esas kahramanı oluyor: Tıpkı Nötre Dam de Pşris’deki katedral ve Zola’mn Assommoi-r'ı gibi..
Bu iki büyük örnekten Sonra P. Hamp hayatî maddeye hayat vermek için lâzım olan kudreti ve gayreti kendinde buluyor ve mevzuu, ağır olduğu nisbette büyük bir cesaretle karşılıyor. «Günlük ekmeğimiz» isimli kitabımla modern dünyanın buyiik ıztırabım gösteriyor. Tohumu, filizlendiği sapan izlerinden, turuncunun turunum kadar takip ederken, saadete erişenıiyciı, bolluktan faydalanamıyan, fazla istihsal altında ezilen, zahmetsizce fukaralığı yok edecek herşeye malik iken fukaralıktan kurtulamıyan bu medeniyetin ithamımın, sini yazmaktadır.
İster «Altın arayıcı» sındn muhayyel madenler peşinde koşanlara refakat etsin, ister Glilck Atıf maden amelesinin grizuyg maden kömürü He dolu günlük hajmtnra girsin, ister Zanaatlerim» kiatbında bize, hariçte eşine ancak bugünkü Huş edebiyatında rasthyabileceğimîz. Fransa’da İse rok az muharririn tahammül edebileceği bir tecrübeden son® muharrir olduğunun (Tr lillerini versin, P. Hamp bizcı yeni bir görüş getirmektedir. Ergen onun büyüklüğü tes
lim edilecektir. Onun huşuneti bir kusur olarak gösterilemez. Fakat kuvvet ve dakikliğini muhtelif tekniklerden alan kudretli ve erkek üslûbu modern makinelerle ahenk içindedir.
Mâna dolu ağır cümleleri, sağlam çelik çerçeve içinde iyi yağlanmış çarklı kolların parlaklığını hatırlatıyor, tnsani eda. ıztıraba mütemadi bir alâka eserlerinin asıl kıymetini teşkil eder ve böylece P. Hamp’da Zola’mn açtığı çığın devam ettiren manevî bir varis buluyoruz. Şu farkla ki P. Hamp'ta, halkla daha derin bir sempati ve daha sıkı bir ittihat var. Hakir görülen kitleleri daha yakından tanır. Çünkü onların hayatını bizzat yaşamıştır. Onlarla beraber açlıktan ıstırap çekmiştir. Halbuki Zola o kütlelere ancak hariçten yaklaşabilmiş ve o kütleleri en çok müdafaa ettiği eserlerinde bile, çok iyi canlandırdığı halk arasından kendisinin alıp belirttiği isyanlardan, halkın yükselen sesinden hazan ürkmüştür ve daima kökten burjuva olarak kalmıştır.
Sabırlı didaktizminden belki şikâyet edeceğimiz P. Hamp’ın yanında, muasır İçtimaî romanda Loius Arapın daha orijinal vaziyeti ile üsti^l bir yer tutar. Geçenlerde F. Maurjaç’iM bir şair olduğunu biraz geç keşfeden B. Le Dantee (2 ı, fevkalâde bir lirizme sahip bir şairin ahenkten vaz-gcçeeek kadar gaflet göstermesine teessüf ediyordu. Tam aksine.’komanda en vaitkâr esirler verdikten sonra sin di Elegieler yazmağa koyulan Aragon’dar şikâyete haklıyız. Kuvetli ilhamı harbin ve aşkın tazyikleri altında maalesef sönüyor. Ahengi ile kalbimizi kaplayan, yaralarımızı saran, eski makamlarla yazılmış şiirlerini sevmemiz. romnnyıcı tercih etmemizi menetmez. fS) Aragon, dadaizm üe başladı, «intihar» isimli şiirinde kafiyeü alfabesi bir skandal muvaffakiyeti kazandı.
Andrc Brrton ve Benjamain Peret (4) iie ahbaplığı sırasında sürrealizm ile oynandı. -Paris Klîyitisü ■■ ÎSiirtli eserinde şiirle hikâye arasında yan yolda, rüyayı hakika-t»te^rharikulâıley!-,ajelii(iey,e bağladı. Fakat
220
bütün bunlar mttptedi araştırmaları ve cesaretli idi ve Aragon sürreelden reele dönmekte gecikmiyecekti. Filhakika ait olduğu neslin vazifesi realiteye dönmek olduğunu pek çabuk anlayacaktı. O realite ki onu bugün zebun ediyor. «Sosyalist bir realite içini başlıklı denemesinde işte bize bunu anlatmak istiyor. Bu serlevha vazıhtır, «Reel diinya» adını vereceği gelecek eserlerinin nasıl olacağını bize tahmin ettiriyor. Roman nevinin pek müsait olmasına ve bu yolda teşebbüslerin bu nevi ile gayrı kabili telif olmamasına rağmen, romancının hayattan uzaklaşması zordur.
Bununla beraber roman realiteden uzaklaşıp rüyanın karışık hudutlarına girince hedefinden uzaklaşıp şiir sınırlarına karışmış olur. Alain - Fournier’nin «Le Grand Meaulnes» inden sonra Aragon’un ilk eseri bu karışmanın bir misalidir. Roman, imkânsız olmayan bir hayal ile iktifa etse de, yine hakikatten dışarı çıkmış olmaz. Çünkü hakikati göstermek için aradığı tasvir, nhkadar garip görünürse görünsün, yaşanabilir vasıftadır. Fa kat ekseriya ı man, ister geçmiş ister şimdiki zamana ait olsun yaşanan hakikati tasvir etmeğe çalışır. Ve o zaman romana düşen vazife vaka nüviaın vazifesine yaklaşır: «Stendhalain «Kırmızı ve soyalı ı aynı zamanda 1830 un bir tarihçesidir. Nihayet git gide üzerinde işlenecek mevzuun özü aktüel olan ve romancının şahidi bulunduğu hâdisedir. Vukua gelen hadiseyi akabinde tesbit eden ve bunu üslûba sokulmuş röportaj ile nakleden bir roman nevi kolaylıkla tasavvur edilebilir. Bu nevi roman diğerine nazaran daha giiçtüri Çünkü, vakalar henüz süzülmemiş ve hafızanın kalburundan geçmemiştir.
Bu takdirde romana ruh vermek, onu canlı bir eser haline koymak için aktüelin hususiyetlerini teşkil eden fıkır cereyanla-rını romana sokmak yalnız meşru değil, aynı zamanda mecburidir de. Vc bu suretle romanda ideolojilerin ne kadar yer tutacağını, hangi temayülün nasıl bîr diğerinin zararına inkişâf ğfcirilebffeeeğiui. şjfaısla-
nn nasıl bu temayüllerin canlı birer mümessili olabileceğini tahlil etmek ve romanın nasıl bir müdafaa veya bir hiciv olabileceğini keşfetmek kolay bir hale girer. Romancı, 'tarihçinin tâbi olduğu kayıtlara fazla bağlı kalamıyacağından, şehadet etme halinden, itham veya müdafaa etme haline kolaylıkla geçer. Zaten bir parçacık tarafgirliğin tarihe lezzet veren bir unsur olmadığından emin miyiz?
Şu halde Louis Aragon ile içtimai roman bir merhale daha geçirir. P. Hamp bize nefis bir fomanlaştırılmış mevzular silsilesi vermişti: İnsanların ıstırabı «La peine des Hommcs >: L. Aragon bize mükemmel bir mücadelenin tarihine ait misal verdi. Filhakika Aragon’un iki büyük romanı birer tarihtir. 1935 ve 1936 da intişar eden «Bal çanları» (Les eloehles de Bale) ve «Güzel mahalleler» (Les Beaux Quartiers) «Hakikî dünya» (Monde Reel) nin ilk iki kısmım teşkil eder. Bunları yazan muharririn bu suretle mevzuun yalnız temellerini atmakla iktifa etmiyeceğini ümit ediyoruz. Muharrir bize «1939-1913 senelerindeki Fransız eemiyetînin bir tasvirini vermeğe çalışmıştır. Ve bu bakımdan. bu devri ken-dilerine.göre canlandırma, gayesini gütmüş olan muharrirler grupuna bağlanır. Filhakika btl devir, bugün kemal yaşına gelmiş muharrirler için maziye karışmış gençliklerinin bütün cazibeleriyle dolu idi. Bundan başka bu devir vaktin len evvel ihti-yarlâmışa, daha şimdiden çok uzaklaşmışa. 1934 harbinin huşuneti vc onu takip eden çöküşlerin tesiriyle mazinin karan-lıklasm gömülmüşe benziyor, işte bundan dolayıdır ki bütün bu muharrirler, bu devrin tamamen geçtiğine kani olarak, ve hepimizin azçok müphem bir surette hissettiğimiz, hayatımızı unutmak korkusunun saikı altında, âti için bu devri tesbit etmeğe "heves ediyorlar.
Fakat bütün bu eserlerin içinde, ister Rene Behaine'inki gibi’mağmum ve ateşin, ister Martin du Gard’mki gibi sağlam ve bitaraf, ister DuhaJüel’inld gibi hassas ve ince, ister Jule s Rauıairış'inki gibi zekâ ile
221
islenmiş ve vâsi olsun, hiçbirisi Aragon’un-ki gibi canlı ve genç değildir (5). çünkü Aragon mazinin tablolarına bu günün endişelerini 'ilâve edip, bugünün bir parçasını, «bu günün bakir, eanlı ve güzelini» yalsın maziye nakil ve aksettirmekten kendini menedemiyor. O. bu maziyi canlandırma işi için de gayet iyi mücehhezdir. Zira tabi i bir canlılığa ve bilhassa kuvvetli bir inanca maliktir; hitap ve .şiir kudretine sevgiyi ilâve ediyor, ancak, «Voltaire (6)- inkine kıyas edilebilecek, inkârı kabilolmıyan bir meharet ve istidat sahibidir.
Roman - nehir tokniği ve roman kahra
manlarının ademi merkeziyet nazariyesı vuzuhla tarif edilmeden evvel, Aragon romanlarda Kalımlan çoğaltma ihtiyacını hissetmişti ve bu keyfiyet kitaplarına hakikatin zenginliğini ve özlülüğünü vermektedir. Tez sayesinde, ve daha doğru bir ifade ile uogmatisnı’e sapmadan eserlerinin kırılmaz bünyesini teşkil eden, büyük İçtimaî fikiıie sayesinde, eserleri baştan başa can-lanıyuc: Meselâ kitabın hâkim, karakteri olan halk hatibi Jean Jaures'nin anladığı mânada proletaryanın kurtuluşu, kadının kurtuluşu gibi.. Böylece, Aragon, sona ermekte olan bir sulh dünyasının tablosunu çizmiştir.
(1) Roger Caillois, Puissances du Roman (Sagittaire, Marscilles, 1342)
(2) Yvcs - Gerard Le Dantee: Fran-çois ilauriac, Poete. (Profil Litteraire de la France, Avrü 1943).
(3) L. Aragon: Cantique a Elsa. (Foıı-taine; Fevrier 1942)
Clıansons de Toilc (Poesie (42», Dec.
, . . W
. rı (4) Andre Breton. ehef de l'ecolc tıııK realiste, auteur de Nadja ıN. R. F lltl.sı.H RUH Ben j amin Peret, auteur de Grand Jı9 '(1928).
(5) Rene l’. ■ ilistoire d’une
Socit'te (12 vol. r Martjçd du Gard: Les Tlıibault
Georges Dtrı.ımcl; ı." Hommes de Bonne Volonte.
(6) A propo. du ri'ceiK'ii de nouvellts intitule cLe Übertinag. . R. F. 1924).
Adınılar’ın üçüncü sayısında ocu..ileri» eserini tahlil ot t iğimiz
büyük Amerikan romuvvıst T. •'Ur-rb-r’-’r-r diğer bir eseri Kemir mahalle adiyle dilimize çevrilmiştir. Muharririn bu mühim eserinden bir parçayı Adımların sayfalarımla
222
Harpsonu Alman Edebiyatında Bir Sulh Muharriri
Geçen dünya harbinden sonra hemen bütün ileri fikirli muharrriler; harbin, insanlık için teşkil ettiği büyük tehlikeyi, medeniyet için doğurduğu faciaları belirten eserler verdiler. O samana kadar edebiyatın harp kargiBinda aldığı vasiyet su-dece methü senadan, yahut da derin bir lâ-kayitlikten İbaretti. Edebiyatçı, harbin lâ-kayit bir seyircisi kalıyor, yahut da harbi teşyi ve teşvik ediyordu. Ilamâsî veya kahramanlık klişesiyle anılan bir nevi edebiyat da, harbin mahiyeti üzerinde durmadan, sebeplerini ve ne için yapıldığını araştırmağa lüzum görmeden, daha doğrusu, bu yolu tutmaktan kasden çekinerek, çalakalem harp methiyeleri yaayordu. Bu tarz edebiyatın yazıcılarına göre lıarp, cephe, kanlı boğazlaşmalar; insanlığın kavuşabileceği en büyiik idealdi; nurmal bir ömiiı le insanlığa faydalı olmaktan, arkasında iyi bir isim bırakarak evinde ölmektensc. çamurlar içinde ve dışarıya fırlamış bar-saklarını eliyle bastıra bastıra can vermenin muazzam bir mazhariyet olduğuna, kitleleri inandırmak: için gayretler »atfediliyordu. Bu uğuıda şiirler, roman ve hikâyeler neşrolunuyor, mektep kitaplarına bu nevi edebiyat numuneleri giriyor ve kitleler. muayyen menfaatlerin hazırladığı boğazlaşmalar için olgun bir hale getiriliyordu.
1914-1918 diihya harbinin sonundadır İti, yukarıda işaret ettiğimiz edebî zihniyet, kitlelerin şuurundan gelen ilk şiddetli darbeyi yedi. Fransa’da. H. Barbusse’ün «Ateş» i ve B. Dargales'iri «Harp Sonrası
Bürhıuı ARPA!)
romanları, Ernst Glaescr'in. (1902 Doğumlular» ve «Sulh» isimli romanları, Amerika'da, E. Hemmingway'ın «Güneş de doğacak» romanı, geniş kitlelore, o zamana kadar alıştırıldıkları uyuşuk zihniyetten silkinmek ve hakikati bütün acılığı ve sertliğiyle görmek imkânını verdiler. Bu eserler, milyonlarca inşanın kalbindeki o gizli hakikat arzusunu deşmiş, açığa vurmuş ve bu kalplerde, hakikatin o muazzam iştiyakını tutuşturmuştu.
1898 yılında,_ Osnabrüçk şehrinde doğan ve gençliğinin daha başlangıcında mektep sırasından alınıp ateşin ve boğazlaşmanın ortasına gönderilen alman, muharriri Erıcîı Maria Remargue’in «Garp cephesinde kayda ıleğer bir şey yok» romanı çıktfe sıralarda dünya efkârı umumi-yesi böyle bir ruh haleti içinde bulunuyordu. tik defa, kısaltılmış şekilde bir gazetede gO. 11. 1928 den 10. 12. 1928 tarihine itadar tefrika olunan, bu eser, 1929 İkinci kânun sonunda tam pekliyle ve kitap halindelçıktı. Ve daha önce çıkan bu tarz romanların kazandığı büyük muvaffakiyetleri bir hamlede ve birçok defa geride bırakarak harikulâde alâka topladı. «Garp cephesinde kayda değer birişey yok» ro-manuıın 193-0 yılındaki tabı miktarı, yani ilk basılışından tam bir sene sonra, bir milyonu geçmiş bulunuyordu. Eser, kısa mr zaman içinde, italyancadan başka, bütün kültür dillerine çevrildi ve tarihin başlayıcından zamanımıza kadar bir tek eserle elde edilen en parlak muvaffakiyetlerden birinisteşkil etti: 1-3 şnilyondan fazla basıldı ve milyonlarca insanın elinden sene
223
lerce düşmedi. Bu eserde, şahsi menfaatlerin. tehdidini gören ve şahsi menfaatten gayri hiç bir idealin buiumımıyn cağım sanan nasırlaşmış Kinseler, derhal karşı berekete geçtiler ve Kemarçue’in kazandığı sempatiyi unutturmak, kitlelerin şuurunda bıraktığı izleri kazımak için müthiş bur faaliyete başladılar. Ve böylece bir tek eser, senelerce en şiddetli münakaşaların sıklet merkezi oldu. Roman’ın uydurmalığı ve Rcmarque diye bir muharririn mevcut olmadığı iddia olundu. Amerikalı filim »mili Cari Laemtnei’iıı bu romandan alarak çevirdiği bir filim, 1930 yılının en mükemmel filimi madalyesini kazanırken, aynı filim yukarıda işaret ettiğimiz menfi zihniyetin gayretkeşliği yüzünden bir müddet men-olundu. Bu filimin men’ini veyu gösterilmesini istiyen iki zıt zihniyetin çarpışmasında nazırlar, polis müfrezeleri, kızıl cephe mensupları, nasyonal sosyalist hiieum kıtaları yer aldılar. Filimin muhakkak men’-ini istiyen mürteci zihniyet, sinemalara baskın yaptı. Halk araşma, fena koku neşreden bombalar atarak veya beyaz fareler koyvererek de nihayetlbu neticeyi elde etti. İlk defa s:.dece muayyen teşekkül ve cemiyetlere olmak üzerelaneak 1931 yılında tekrar gösterilmesine müsaade olundu.
Muhacirin ikinci kitabı olan Dönüş yolu», merak ve alâka ile beklenmel i- , bir sürü kehanetler savrulmakta ve tahminler ileri sttrüfc:- kteydL Fakat eser çıktıktan sonra münekkitlerin alâkası ve topladığı alkış, mahdut oldu. Bu mahdut tabiri, birinci eserin Kazandığı emsalsiz muvaffakiyete nisbet edilerek kullanılmıştır. Yoksa «Dönüş yolu» romanının yalnız almanca tabı, birkaç yıl içinde yiiz bin sayısı;.: miş ve hemen bütün dillere çevrilmiş bulunuyordu. Bunda; daha 1929 danberi zihinleri kurcalııyan saçma bir sualin paymı aramak da kabildir: İnsan, bovl^^r .muvaffakiyetten sonra, aynı derecede muvaffakiyet kazanabilecek bir ikinci bunabenzur bir muvaffakiyet kazanabilir mi? Rıına rağmen «Dönüş yolu» nun^n#yaffak olmadığını iddia edecek elimizde hiç bin, detil
yoktur. Bilâkis bu eserde, muharririn daha olgunlaştığı göze çarpar.
»Dönüş yolu* romanının intişarı ve o tarihi takip eden yıllar, Almanya’da huzursuzluk ve kaynaşmaların mütemadiyen arttığı ve mürteci kuvvetlerin yeni bir kisve altında gittikçe daha tehlikeli olmağa başladığı anlara rastlar. Bu vaziyetler nihayet 1933 deki Nasyonal Sosyalizm’irticainin iktidara geçmesini doğurdu ve kahverengi gömlekliler, hükümeti ele aldılar. Almanya’nın ve Avrupanın üzerine bütün dehşetiyle çöken bu kahverengi kâbus, pek tabiîdir İti, işe başlar başlamaz, fikir ve edebiyat mahsullerini de, kendi görüşüne uygun bir şekle koymağı ihmal etmedi. Yarasaların, ışıktan ve güneşten korkması ne kadar tabiî ise, hür fikirden ve hakikatten korkan her istibdat gibi nasyonal sosyalizm idarecileri de, cihan edebiyatının ve modern alman edebiyatının on güzel eserlerini meydanlara yığdılar ve 10 mayıs 1S33 tarihinde küllerini havaya savurdular. Tarihin kaydettiği fikir istibdatlarının en dikkate değerlerinden birisi olan, bu kitap kundakçılığı, fıkır şdanurın ve edebiyata, cemiyet mesel elerinde oynamağa başladığı aktif rolün aıtdcğfamatnlyle keskinleştiğini gı .sienne.(i baiammdanVŞa karakteristikli.■.
Almanya’da başlayan fevkalâde şid-:1i ve sitemli bir tethiş lı ırcketi, her şeyde® evvel bu fikir mahsulleri ile mücadeleyi girişti. Eserleri yakılan alman muharrirleri için iki yol vardı: İçerde kalıp teni •■tkiiz kamplarının yolunu tutmak veya, yubancı diyarların şerhe-; havasında ça-iiyihak. istibdada karşı mücadeleye devam etmek. Henüz ele geçmemiş ve temerküz kampına tıkılmamış alman muharirleri, bu ildnni yolu tuttular Ve. birden, dünyanın aort bucağına bu beynebrüel kıymetler da-ğiT':n"^(-1:-,slovakya, Avjısturya, Hollanda, İsveç. Rusya. Fransa, İsviçre ve Amerika tantnmgtlere yer verdi. Ve böylece 1933 ü takip enen yıllarda alman edebiyatı ikiye ayrıldı: İçenle kalan muharrirler, köhne-ISiü&İâ devrinieoktanjattinıs birkaç ta
224
nesi istisna edilirse, Nasyonal sosyalist istibdadın yerleşmesinde menfaati olan mürteci temayüllerden mürekkepti. Bunlar, tekrar eskiye, irticaa ve koyu bir Cermen mistisizmine dönmüşlerdi. Yeniden yazılan edebiyat tarihleri ve antolojiler, hep bu görüşe göre tahrif ediliyor ve 1918 - 1983 arasında en güzel eserlerini veren »iman edebiyata «Röportaj edebiyatı» diye istihfaf olunuyordu. Bu zihniyete göre bu «Röportaj edebiyatı» büyükten ve üstün olmanın muazzam mazhariyetinden ürken hasta ve imhası gereken zararlı bir zihniyetti. Bu muzır edebiyat, alman kültürüne, alman halkının kalkınma iradesine suikast-lerde bulunmuştu. Ve şu anda vaziyete hâkim olan kendileri için bu muzır cereyanın kökünü kazımak en büyük vatan borcuydu. Nasyonal: sosyalist idarecilerinin bol keseden dağıttığı türlü edebiyat miikâfatlany-le beslenmeğe çalışan bu birinci zümre; Almanya içinde bulunmasına, yani 70-80 milyonluk merkezî bir blokun ana diliyle yazmasına, onların içinde yaşamasına ve her türlü kolaylıklara malik olmasına rağmen, 10 yıl içinde tek bir. dünya muvaffakiyeti kaydedemedi. Hürriyet ve hakikat için mücadeleyi, her şeyden üstün tutan ikinci zümre iseaana. dilinin konuşulduğu ve yazıldığı yerlerden çok uzaklarda, dünyanın dört bir köşesine rastgele dağılmış bulunmasına ve her türlü maddî imkândan mahrum olmasına rağmen dünya edebiyatına, alman edebiyatı namına ebedî, şeref âbideleri dikti.
«Garp cephesinde kayda değer bir şey yok» ve «Dönüş yolu» eserlerini yazan bir insanın, bu kahverengi kâbusun altında ezilmesine imkânı yoktu. Ve pek tabiî olarak Remargue’da, yanlış olarak muhacir edebiyatı ismi verilen «hakikî abrar, edebiyatı» na katıldı.
1933 ü takip eden ilk yıllarda Remar-gue'in izi bir müddetimin kayboldu. İsviçre'de bir otomobil kozasına kurban gittiği haberi bile bir aralık ortalarda dolaştı. Ve beş yıl süren bir sükût oldu.'Om sekiz yaşından beri muazzam içtîteaî hâdiselerin
ortasında çalkalanan ve bütün bu yılları, gerçek için mücadeleyle geçiren sanatkârın artık sarsılmağa başladığı ve kendini müthiş ruh. buhranına kaptırdığı akla gelebilirdi. Netekim, ikinci eserinin neşrinden tam yedi yıl sonra Hollanda’da 1938 de çıkardığı üçüncü esrinde, «tfç arkadaş» isimli romanında, bu yukarıda işaret ettiğimiz ruh haletinin izleri çok barizdir. Birinci ve ikinci esrlerinden ilk nazarda ayrılmışa benziyen bu romanda da, yer yer harikulâ-de sahneler vardır.
Avusturya'nın ve Çekoslovakya'nın işgaliyle, serbest alman edebiyatının faaliyet sahası darlmağa başlamıştı. 1939 ikinci dünya harbi ise bu sahayı süratle darâltı. Hollanda, Fransa ve bu hâdiselerin tesiriyle İsviçre ve İsveç de bu edebiyata hayat verebilmek imkânlarını kaybettiler.
1939 - 1940 yılları, hakiki alman edebiyatı için tek yıldızsız ve ışıksız simsiyah bir gece oldu. 1941 den sonra bu korkunç ve karanlık gecede, yeryer ışıltılar seçilmeğe başladı. Kurtulabilen kısmı Amerika yolunu tutan bu nauharrileriıı eserlerinin almanca tabıları tekrar Avrupa kıtasında göründü. İsveç’in gösterdiği bu medenî cesarette, iki yıllık müthiş bir istibdattan sonra kıtanınyer yer kendine geldiğini ve kahverengi istibdatta ilk çöküntülerin başladığını sezmek kabildir.
işte bu sırada, hattâ pek de beklenmedik bir anda, Remargue’m dördüncü kitabı çıktı.' Modern dünya edebiyatının bu en büyükisulh muharriri, bu son ve güzel eserine «Hemcinsini sev» adını uygun görmüştü. Roman çıkmadan evvel «Ankaz» ismiyle ilân edildiği düşünülecek ve iki isim arasında bir mukayese yapılacak olursa, muharririn, kendini kaptırdığı ruh buhranından yavaş yavaş silkindiğime iç dünyasın-da yeniden bir ümit ışığının parıldadığı farkedilir. Esasen bu yeni romanın bilhassa. sıın. sahneleri, bu yeni ümidi müjdeler. Biz bu. ismi, ReBrarcpıe’m bütün eserlerine hâkim, muazzam insan sevgisini düşünerek, «insanları seveceksin» diye tükçeleş-tirdite Muharririn bu yenil romanı, Avru-
225
panın İçtimaî bünyesinde mevcut huzursuzlukların, kımıldanmaların, artık tamamiyle keskinleştiği, haşinleştiği kâbus dolu anların hikâyesidir. Bu muazzam badirenin ortasında yüzlerce ve binlerce insan; şaşkın, müterddit, limitsiz ve mahvolmuş birer silk gölge gibi bocalamaktadırlar. Bu hayal gibi silik ve bütün mânalarını kaybetmiş insanlar, koskocaman Avrupa kıtasına sığdınlamamakta ve muayyen zümre menfaatlerinin çizdiği suni hudutlar arasında oradan oraya boğulmakta, atılmakta ve tazyik edilmektedir. Bu geniş içtimai kaynaşmanın bütün facialarını ve sert hakikatlerini, o kendine mahsus samimi realizmiyle vermesini çok mükemmel başaran Remarque, her eserinde olduğu gibi bu son eserinde de insanları sevmekte, onların iyi taraflarına ve «insanı m güzel yarınlarına inanmaktadır.
Remarçue’m bayatı ve edebî şahsiyeti hakkmdaki bu kısma, 1929 yılında verdiği bir mülakatı ilâve faydalı olur. Bu mülakat, Remarque'in ismi etrafında uydurulan masallardan bir çoğunu aydınlatmaktadır: ismi, müstear değildir. Dıılıa .18 yaşındayken hakikaten askere gitmiş ve yaralanmıştı. Hakikaten ilk mektep öğretmenliği, muhasiplik, mıthabirlirk, memurluk ve gazetecilik yapmıştır. Para kazanmak için Cocktail’e dair hakikaten bir makaleyazdı-ğı gibi, padelbotlara, otomobillere, motor-alra dair de makleler kaleme almıştır. Şöhretini küçültmek istiyeıı karşı taraf İBe, bütün bu küçük vesilelerden istifadeye kalkıştı. pinlerce ve binlerce makale ve lir yığın kitap neşıedrek, en mâlayanı slav ve istihzayı, şaşkın bir tehevvürü kullanarak Remarçue’i bertarf etmeğe çalıştılar Gelirini hesap ettiler. Eserinin ne suretle meydanı geldiği hakkında efsanevi ve esatiri hikâyeler yaydılar. Müellif, miilâ-kat verdiği Axel Eggebrechte Garp cephesi romanı hakkında şıınlan söylemişti: «Kitabın bıraktığı ilk intiba gayrı siyasi idi. Fakat kazandığı büyük muvaffakiyet yüzünden siyasi münakaşalara sürüklendi, önceleri hayranca bir hüsnü kabul ve ar
kasından da, ekserisi hep aynı gazetede olmak üzere gülünççe red ve inkârlarla karşılandı. «Muharrir, — Harbe dair bir kitap — yazmak istemediği için mevzuunu harbin pek küçük bir parçası içine sıkıştırmağı tercih etmişti. Rcmarçue, harbin tamamiyle beşerî ihtisaslarından bahsetti vc her türlü siyasî veya dinî bir temayülü veya herhangi bir tarafı tutmaktan kaçındı. Bu hususta; «Ben» der «herkesin yaşadığı ürpertiyi, dehşeti, ümitsizliği ve en basit kendini koruma şevki tabiisini, mahvolmuş ve ölümle karşı karşıya gelmiş olan insan ömründeki sert kuvveti anlattım, sadece. Kitabımdaki bütün vakalar hakikîdir vc yaşanmıştır.»
Remarqııe*in kulandığı üslûp, herkesin anladığı dildir. L. Renn veya Binding’in kiler gibi, almancada çok daha edibane yazılmış bu tarz kitaplar vardır. Fakat Re-manjue’in eseri gibi böyle herkesin benimsediği ve kendine malettiği'bir tek başka kitap yoktur. Remarçue’in üslûbundaki mükemeliyet sayesindedir ki; cephedeki askerin intibaları, memlekete dönen izinlilerin hassas taraftan, ve ayrılma anlarında içimizi dolduran bin türlii anlatılmaz duygulan biz de yaşar ve tâ içimizde buluruz.
1933 yılında, yani Nasyonal sosyalizm iktidara gelmeden hemen pek az evvel neşredilen «Werden und Wandlung» isimli bir edebiyat tetkikinde, Remarque için şu hükme varılmaktaydı: «Üslûp itibariyle ekseri yerlerde büyük Knut Hamsun’u hatırlatan ve onun sürükleyici âhengi ve mecazlarıy-le yaşanılan; hakikîyi bütün ağırlığıyla veren bu eser, ta iliklerine kadar «Alman» damgasmı taşır. Alman kelimesini, koskocaman bir cümleden fazla manalı bulan insan, bu kitap karşısında millî bir gurur duyacak ve bu eseri ancak bir alman yazabilirdi, diyecektir.»
Remarque ili, 1929-1941 yıllan araşma sığan 12 senelik bif zamanda çıkan bu dört eseri, klâsik seri roman tasnifine uymamasına rağmen yinemde bir -bütündürler. Bu
226
ön iki yılda neşredilen «Garp cephesinde kayda değer bir şey yok: 1920», «Dönüş yolu: 1931», «üç arkadaş: 1938», «İnsanları seveceksin: 1941» romanlarını birbiri peşinden okuduğumuz zaman 1914-1039 arasındaki bir çeyrek yüzyılm bütün İçtimaî hâdiselerinin önümüze serildiğini görür ve bu muazamz akışın uğultulu dehşeti karşısında tâ içimizden sarsılırız,
«Garp cephesinde kayda değre bir şey yok» romanı, mektep sıralarından sökülüp kan ve ölüm okyanosunun ortasına fırlatılan yüz binlerce gencin destanıdır. Bu romanı sayfalarında, onların korkularına, ümit ve heyecanlarla, saf düşücclcrine rastlar ve bütün bunları kendi benliğnize mâl ellersiniz.
«O, Birinci teşrin 1918 de öldü. Bil tün cephe o kadar sfikin vc sesızdi ki; asker! tebliğler sadece: Garp cephesinde kayda değer bir şey yok demekle iktifa ettiler.» Bu üç beş kelimelik cümledeki muazzam ifade kudreti; yüzlerce sayfalık eserlerde bulunanuyacak kadr beliğdir. Bir ana ve babam:: sevinçleri masında dünyaya gözlerini açım, iizerine fitrende titrenile büyütülen, nefes alması veya biraz yüzünü ekşitmesi, bu :ına-baba için muazzam mese-le olan bir delikanlı, bir insan; bütün ümit, enerji ve arzulamyle beraber göçmekte ve tebliğler ise «Cephede kayda değer bir şey yok» diye âdeta esef duymaktadırlar
«Dönüş yolu» nda rastladığımız; insan ise, «Garp cephesi» ndı- ve bu eserin bilhassa başlangıçlarında gördüğümüz ö saf, o her şeyden habersiz vc, şarkılar söyliye söyliye ölüme. çamura koşan tertemiz delikanlılar değildir. Bunlar, dört yıllık boğuşmadan canını. kurtarabilmek için her türlü hileye, desiseye ve ahlâk klanlarının şiddetle tel’in edeceği bin türlü dalavereye bnş vurmuş mahluklardır. Giden yuz bin-lerceden geri dönebil- n bü bir kaç binin" kafasında hep aynı şeyler vardır. Onlar daima ve her yerde; harbi, olumu, öldürülmekten kaçınmayı, düşünürieri. Bütün yaşama enerjilerini de kav’betmişterdir. -Dönüş yolu» ndaki kahramanlardan hiçi şöjî
le der:! «Döğüşebilriz, fakat çalışmak, attık elimizden gelmez» ve aynı kahraman, «Bunu tekrar öğrenmeliyiz» diyen arkadaşına, «Evet, Lüdwig, cevabını verir, boşuna idi. Beni de çileden çıkaran bu ya. Büyük bir şevk içinde bu fırtınaya atıldığımız zaman ne delikanlılardık! Yeni bir devrin başladığını sanıyorduk. Yer altındaki bir mumun zavallı ışığı altında çömelip bekleşen bu yüzlerde, anlayıştan, cesaretten ve ölümü bekleyn bir tevekülden daha fazla bir şey vardı. Bu harektsiz duran sert yüzlerde. bir başka yarının arzusu parıldıyordu. Saldırırken de, ölürken de yüzlerimizde hep aynı arzu vardı. Seneden Benye daha sessizleştik, birçoklarımız öldü, fakat bu bir tek arzu hep yaşadı. Amma şimdi, o da yok; o da kalmadı.»
«Dönüş Yolu» romanında Remarçue'in muvafakiyetin tebarüz ettirmek için yine kendisine miiracat etmek ve bu eserden parçalar almak en doğru bir hareket olur. Yukarıdaki parçada konuşan George Rahe, arkadaşlarından ayrılır ve kapının önünde durarak, sabahın alaca karanlığı içindeki sokağa bakar verevleri İşaret eder: «Bir sürü yeraltı siperleri. Harp devam ediyor. Amma, mcrunça.-bir harp.
Bütün bu satırlardaki ifade kudreti, sadece alman gençliğinin hayal kırgınlıklarını, teessür ve isyanlarını anlatmış olmanın çok daha üstüne çıkmış vc bütün bir dünya gençliğinin duygu ve düşüncelerini do söyliyecek kadar beşeri olabilmiştir. Döııilş yolu; aldaüldığını ve muayyen kim-elerin kör menfaatleri uğruna harcandığını bütün dehşetiyle gören bütün bir neslin isyanları ve feryatları ile doludur. Mektep direktörünün nutku «Bu yirmi bîr arkadaş, artık aramızda değü-ier. Bu yirmi bir kahraman, savaşların gürüllüsüuden uzakta ve yeşil çayırların altın jlfebedr uykularına dalmış bulunuyorlar* diye teatral bir tessürie akseder-feıbukırumî^bû aldatılmış nesil yüzünü buruşturur ve bağırır; «Yeşil çayırlar ha.. Ebedi uyku ha.. Bay direktör, sanırım musiki^ dersindö;,değilsiniz.» Ve bu âni isyana
kapılan genç, arkadaşı küçük Hoyer’in nasıl da bağırsaklarını kamına tıkamağa çalışarak ve haykıra haykıra can verdiğini direktörün suratına bağırdıktan sonra şu kelimeleri kullanır: «Eğer kendinizde bu cesareti görüyorsanız bay direktör, Hoyer’in anasına gidin ve oğlunun nasıl öldüğünü anlatın.»
«Üç arkadaş» romanının atmosferini dolduran yıllarsa harpten hayli uzaklaşmıştır. Harp biteli belki on, belki onbeş sene geçmiştir. Muazzam boğazlaşmalardan geri dönebilenlerden üç iyi arkadaş bir otomobil tamirhanesi işletirler. Bu üç arkadaş, Remarque’în iyi olarak göstermek istediği kahramanlar gibi, her türlü maddî ihtiraslardan uzak ve birbirlerine en temiz hislerle bağh insanlardır. Muharrir, bu temiz bağlılıkların kökünü yine harpte, beyinlerinden bir türlü çıkmak bilmeyen o ölüm ve kan badiresinin tesirinde bulur. Esasen, Remarque’in eserlerindeki insanların bir çoğu hemen daima iyidir. Muharrir, bu insanların ne için iyi olduklarım uzun uzadıya anlatmaz. Fakat o, sadece onları, yani mühim bir ekseriyeti iyi olarak kabul eder. Hattâ insanlar hakkmdaki bu iyi görüşünde o kadar ileri gider ki, eserlerine soktuğu bazı kötü ve gülünç tiplere karşı, âdeta bir acınma hissi besler.
«Üç arkadaş» romanı, harp sonu Al-manyaşmın bir büyük şehrinde cereyan eder. Boş vakitlerini, siyasî toplantılarda veya kahvane köşelerinde geçiren btı bomboş insanlar muharririn büyüklüğü ye şümulü sayesinde, sadece Alman topluluğunun insanları olmakla kalmamışlar ve dertleri, teessür ve şaşkınlıklanyle, bütün bir insanlığa maledilebilmişlerdir. «Üç arkadaş» romanım, siyasî toplantı sahnelerini anlatan ve Nasyonal soşyalizm'in iktidara ele almasına takaddümeden günleri, canlandıran sayfalan, muharririn büyüklüğünü tekit içindikilmiş birer edebî âbidedir.
. Harp biteli on yıldan fazla bir zaman gşçmiş, fakat hâjâ bir İçtimaî istikrar olamamış, kitleler hâlâ ıztıraptan kurtulama-mıştır. Arkadaşları Gotffried fienz’i ara
yan Robby Lohkamp ve Otto Koster, siyasî toplantı yerlerini dolaşmaktadırlar. Mu-harir, muhtelif partilerin toplantı yerlerini buralara koşan halkın haleti ruhıyesini, hatiplerin bariz hatlarını, birkaç sert kalem darbesiyle vermesini bilmektedir. «Her meslekten insanlar. Muhasipler, küçük sanat erbabı, memurlar, bir miktar işçi ve bir sürü kadın. Sıcak salonda, öne doğru eğilmiş, yahut da arkaya yaslanmış, yan-yana ve başbaşa oturuyorlar. Bir kelime seli üzerlerinden kayıyor ve bu an harikul-âdeir. Büffin yüzlerinde aym görünmez mâna, sisler içinde bir serabm müphem ufuklarına gevşek ve dalgın bîr bakış. Bu bakışlarda hiçlik, aynı zamanda itimatsızlık, tenkit, günlük gaileler, realite ve nihayet, bütün meslelerin hallini uman teslimi-yetkâr bir bekleyiş de var. Yukarıdaki adam, her şeyi biliyor, her suale bir karşılık, her sefalete bir yardım buluyor. Ona, güvenmek ne iyi. Keûdini düşünen birisini bulmak ne güzel ve inanabilmek ne saadettir.» Ve Gottfried Lenz’i aramağa devam eden iki arkadaş, daha birçok siyasî toplantı yerlerine uğradıktan sonra, yollarının önüne çıkan bir falcının karşısında da bir an dururlar. «Küçük bir şahne, üstü kâğıt dolu masasının arkasında sarıklı bir adam duruyor^. Biişjııın üzerindeki tabelâlarda, ilminüçum, el falı ve keşfi istikbal, 50 fenikle mukadderatınızı öğrenebileceksiniz, kelimeleri yazılıydı. Adam, seyircilere, sessiz bir şeyler anlatıyordu. Seyircilerin yüzlerinde aynı bakışlar: tıpkı öbür müzikali ve bayraklı toplantılardaki .seyirciler gibi; kaybolmuş, dalgm ve mucize bekliyen bakışlar vardı. Önümde yürüyen Köster’c: — Otto, dedim. Ahalinin neastediğini şimdi anlıyo^n,. Onlar siyaset falan istemiyorlar, sadçc uydurma dinler bekliyorlar. Kös-ter, etrafına. bakındı: «— Neye olursa olsun inanmak, bir şeylere inanmak istiyorlar.»
'Muharririn çıkan son eseri
olan «İnsanları sevecksin» romanı ise «garp cephesi» ndenberi devam eden bir İçtimaî kaynaşmalar ve huzursuzluklar sil-
228
Amerikan Romanında Yeni Is+ikametleı
Asrın başlangıcında Amerika’nın en meşhur romancısı olan Heııry James (büyük ruhiyatçı VVilliam Jamcs'in kardeşi) hayatının büyük bir kısmını Avrupa’da geçirdiği gibi, romanlarında anlattığı hayat kendi gibi seçme bir aileden yetişmiş veya sadece zengin olan A merikalılann Avrupa-daki hayatı idi. Esas konu: Hudutlarının çizilmesi ancak on dokuzuncu asrın nihayetinde biten Amerikada, zenginleşmiş veya başka bir tarzda yükselmiş insanlar için «kültürel» bir hayat yaşamak mümkün değildir, bu insanlar ancak Avrupa’nın eski medeniyetine sığınarak rahat edebiliyorlar. Bu münevver «eyyahlatm Avrupa’da en çok görüştükleri insanlar da fakirleşmiş asilzadeler olduğu için. önlarm temsil ettiği medeniyeti, azçok yukarıdan aşağı bakarak görme!; mecburiyetinde kalıyorlar çünkü onların ahlâkî ve İçtimaî telâkkiler: çok başkadır. Hem, eski şehirler ve eski isimleri seven, hem de bu çürük, havasız muhitte iyi nefes alamıyan ameri kalılrı İnç bir yere yerleşemiyor, hiç bir muhiti be-nimsiyemiyorlar; vapurdan otele, otelden şatoya, şatodan ranç ve fabrika civarına taşınıp duruyorlar. Tabiî bu küçük bir zümredir. — Fakat bu küçük zümrenin mümessili o zamanki edebiyatta büyük bir rol oynuyor.
jilesinin en son safhasıdır. 1933 de Almanya’da iktidarı ele geçil en kahve rengi gömlekli riticaın tehdidi ve istibdadı büyük bir süratle AVrupaya çökmektedir, İnsanlar, tazyik edilmekte, çeşidi bahanelerle oradan oraya sürlıhokte. temşrkliz kamplarına tıkılmaktadır Yüzlerce ve binlerce insan.
Nnrmin MENEMENCÎOÖLÜ
1914 harbi esnasmda yetişmiş olan bir romancı nesli de Seine nehrînn sol sahillerine yerleşiyor, ve kendine gayet isabetli olarak «Kaybolan Nesil» adını veriyor. Bunlar Gertrude Stein gibi, E. E. Cum-minga gibi iislüp acayiplikleri ile kendi köksüzlüklerini, rahatsızlıklarını, gayesiz-liklerini gizlemeye çalışan insanlardır. Kendi memle İrilerini beğenmiyorlar, ecnebi hayranıdırlar. Bu grupa dahil Julien Green isminde bir genç hattâ kendi lisanım terkederek Fransızca yazmağa başlıyor. Yine bu grupa dahil olan şair Ezra Pound ikinci umumî harp başlayınca Italyadan memleketi aleyhine . radyo propagandası yapıyor. Fakat Erncst Hemingway gibi) daha sonra memleketlerinde büyük şöhret kazanacak olan başkaları bu gruptan ayrılarak Amerikaya dönüyor, ve kendi topraklarında yaşanan hayati anlamağa, onun terci imanı olmağa çalışıyorlar. Çünkü artık Amerika'da kaynaşmalar yola girmiş, Okyanosdan Okyanosa giden hudutlar içerisinde milli bir hayat kurulmuştur. Bunu gi e emiyenler, buna karşı alâka duymuyan-lar, kendileri âciz olan kimselerdir. Amerikanın kendine mahsus bir hayatı olduğu gibi, Amerikada okuyucu kitlesi de geniştir. Fransada bir kaç kozmopolit tarafından okuamaktansa, milyonlara hitap et-
Avrupa devletlerinin hudutları arasında, bir türlü jsonu gelmiyen bir mecburi yürüyüşe çıkmış gibidirler.
Ve 1914 yılında «Garp cephesi» nde başlayan harp, yirmi beş'-yıldır devam etmenedir. / '* % /
229
mek daha caziptir. Fakat milyonlara hitap etmek için onların alâkasını uyandırmak, onların dittni konuşmalı. Anlatacak yepyeni şeyler var. işte bu milyonların arasmdan bu şeyleri anlatabilecek insanlar yetişiyor. Ve Amerikan romancıları kendi köklerine döner dönmez bu sefer asrımızın en kuvvetli, en mükemmel romanlarını yazıyorlar. Yeni kurulan bir cemiyetin iç yüzünü anlatmak için yeni teknikler icat ediyorlar. Ve yazdıkları millî romanlarla başkalarına yol göstererek dünya edebiyatına yeni bir istikamet veriyorlar.
Bu yeni tekniklerin hepsinin birleştiği bir yer var: Bugünkü Amerikan romancıları realisttirler. Gördükleri muazzam değişmeleri, çarpıtşmalan, hattâ kendi ruhlarında olan bitenleri, olduğu gibi göstermek isterler. Lisan git gide acaiplikten, gizli ve müphem mânalardan, uzaklaşıyor, bir olayın esasım nakleden gazete lisanının çıplaklığına yaklaşıyor. Bu tarzda yazılan ilk büyük eserlerden biri Theodore Dreiser’in «Bir Amerikan Faciası» isimli romanıdır. Dreiser vasatî bir Amerikalının para ve iktidar kazanarak muhitin telâkkilerine göre yükselebilmek için nasıl karısını öldürdüğünü, ve nasıl yakalanıp aynı muhit tarafından cezalandırıldığım, anlatıyor. Dreiser’in romanı, realist olmakla beraber, teknik bakımından kusursuz değildir. Fazla tekrarlarla döluMsan şuursuz bir gazete lisanı, o kadar ki esasta kuvvetli olan hâdiseler ve fikirler neticede zayıf gözüküyorlar. Esasen modern Amerikan hayatı böyle tekrarlara tahammül edemez.törası sürat memleketi, vakit kazanma memleketidir.
Şimdi, bütün eserlerinde kendinden bahseden, her yerde daima kendini arayan, kendini bulan bir muharriri alalım: Şrnşst Hemingway.. Hiç bir zaman şahıslarının düşündüklerini nakletmez. Kısa kısa cümlelerle, biçilmiş, kırpılmış fakat su’ gibi' akan bir lisanla hâdiselerin cereyanım anlatır. Şahıslarının iç hayatını yaptıkları şeylerden, ve aralarındaki görüşmelerden anlarız. Hemingway şahıslarını çok konuş
turur — fakat konuşmalarında bile ruh tetkikleri, hayal incelemeleri "yoktur. Vasıtalarım bu kadar iktisatla kullandığı Halde romanları gayet heyecanlıdır, ve şahıslan canlı -mahlûklardır Hemingtvay, atılgan, sergüzeşt seven Amerikalıların romancısıdır.
Amerikanın küçük şehirlerinde yaşıyan vasatî insanların tipini yaratan büyük realist romancı da Sinclair Lewis’dir. Lewis lisana yeni bir kelime sokmuştur: Babbit. Bu adı taşıyan romanında küçük bir «bu-siness» adamının hayatını bütün manevî fakirlikleri ile yaratarak insanları böyle hayat yaşamağa mecbur eden sistemi tenkit etmiş oluyor. «Arrowsmith» adında bir başka romanında bir kasaba doktorunun cemiyete hizmet etmek isterken ne gibi müşkillere uğradığını gösteriyor. Orta Amerikanın halini anlatan bir romancı da, daha yakınlarda ölen Sherwood Anderson-dur. (Orta Amerika - Amerikalıların Middle West dedikleri bölgenin orta kısmıdır ki buranın halkı ekinleri veya fabrikaları ile meşguldür ve Ayrupanm tesirinden çok uzaktır.) Bu romancılar eserlerinde yeni kurulan şehir ive kasabalardaki yanlış kıymetleri gayen .sert bir tarzda tenkit ederlen.fakat gerek bu kıymetler peşinde koşarak mahvolan, gerek-onlan reddederek cemiyet tarafından ezilen vasati insanlara karşı anlayış ve sempati gösterirler.
Amerikan hayatı, sadece Middle West hayatı değildir. Doğudan batıya ve sınıftan sınıfa aynı kolaylıkla seyahat eden muazzam insan kitlelerinin efsanesini anlatabilmek iğin büsbütün yeni bir teknik icat etmek lâzımdı.Bunu da John Dos Passos yap-tL Dos Passos’un romanlarında tek mevzu yok, dört beş hikâye birden ilerler. Bu hikâyeler cemiyetin başka başka tabakalarında cereyan eder, bazanibir hikâyenin şahısları tesadüfen bir başka hikâyenin şahıslarına karışır — tıpkı hayatta olduğu gibi. Temler birleşir, tekrar ayrılır. Hikâye aralanma Dos Passos kendine mahsus fasıllar sıkıştırır: O zamanın gazete başlıkları, ■ caz: şarkılarımı!- kelimeleri, zamanın
230
mühim insanlarının kısa biyografyası. A-merikahlar iğin onun, kitaplarını okumak kendi hayatlarını tekrar hatırlamaktır.
Dos Passos kendine mevzu olarak bii-tiin Amerika’yı almıştır. En meşhur üç romanına birden «V. S. A.» (İngilizcede A-merika Birleşik Cumhuriyetleri kelimelerinin ilk harfleri) ismini verdi. Bu üç romanda Amerikanın Birinci eihan harbinden büyük 1929 buhranına kadar umumî tablosunu çizmek ister. «Manhattan Transfer» isimli bir başka romanında kendi başına bir dünya olan Ncw York’u anlatır. Dos Passos’ıın romanları Bach’ın üç dört sesli Alglerini veya Beethoven’in bir çok temll senfonilerini andırıyor. Esasen romancılıkta bile bu tekniğe büsbütün yeni demek doğru değildir. Bir kaç temi birden ilerleten romanlar on dokuzuncu asırda da vardır: Meselâ, Tolstoy'un Harp ve Sulh romanı. Kendi asrımızda Dos Passos ile aynı zamanda, yaşıyan ve yazan Fransız romancısı Jules Romains vardır. Yirmi cildi geçen, fakat henüz bitmiyen -(Les Hom-mes de Bonne Volonte» romanında Fran-sada 1908 deıı beri her tabakanın hayatını anlatmak isti r. Fakat Jiıles Romains teknik bakımdan Dos Passos kadarmuyaffak olamıyor. Dos PaSses birçok şeyleri az yere sığdırıyor, Jules Romains hikâyelerini hamur gibi yayıjor, yayıyor, o kadar ki şurada burada delikler hasıl oluyor. I)os Passos’un kitaplarını okurken elimizden bırakmak mihııkiin değil, Jules Romains' inküerini bırakmak mümkün.
Büyük buhrandan sonra yetişen* genç romancılar içinde yaşadıkları cemiyetin tezatları üe büsbütün meşguldürler. Dreiser ve Lewis bu . emiyeti daha inkişaf halinde iken tenkit ediyorlardı, yeni gençler onu buhran halinde tenkit ediyorlar. Adımlarda bir başka yazımda John Stembeck'ten bahsettim. Steinbeck Aîhei'îkaiıTarıbtiyük bir buhranla mücadele halinde gösteriyor. Gazep Üzümleri ismindeki romanında büyük bir kitlenin çiftçilikten ameleliğe, a-melelikten serseriliğe zorla Bevfcedildiğini
görüyoruz. Bir genç cenuplu, Erskine Cal-dweü, cenupta beyazlarla zenciler arasındaki münasebetlerin doğurduğu Amerikan faciasını anlatıyor. Daha yüzlerce romancının ismini vermek mümkün, çünkü bugünkü Amerikan edebiyatı fevkalâde zengindir. Fakat bu romancıların eserleri bizde bulunmadığından fazla misal vermeden bazı umumî neticelere varmak belki daha makul olur.
Hulâsa edelim: Amerikan romancıları realisttirler. Hakikati olduğu gibi vermeğe çalışıyorlar. Fakat bunu her biri kendi tarzında yapıyor ve teknik bakımdan bir çoğu mevzua uygun mühim yenilikler icat etmiştir. Hiç biri basma kalıp kitap yazmıyor, icat olmıyan yerlerde inkişaf var.
Amerikan romancıları içinde yaşadıkları cemiyeti tenkit ederler, fakat tenkit etmek kuvvetini memleket ve vatandaş sevgisinden alırlar. Amerikalıları sevdikleri için yaşadıkları hayatm ne kadar fevkinde olduklarını göstermek isterler. Bir millet kendini bu derece tenkit edebilmek için kendinden pek emin olmalı. Amerikalılar kendilerinden pek emin, kendilerim, bütiln kusurları ile, en güzel, en iyi hayati yaşamağa lâyık buluyorlar. Romancılar umumiyetle nikbindir, çünkü insanların yeni şartlara uyabileceğini görüyorlar. Amerikanın «Yeni Dünya» olduğunu unutmu-ır.
Amerikan romancıları, kendi İçtimaî hayatlarına iştirâk ettikletri günden beri lıiiyük edebiyat yaratmağa başladılar. Ondan evvel yazdıkları eserler Amerikanın tahlifin değü, karikatürü idi.
Burada bizim romancıları da düşündürecek bir hakikat yok mu? Beynelmüel bir muharrir olmak için evvelâ kendi toprak parçasına yaklaşmak, orada yaşayan insafları vc yaşadıkları hayatı boyassz, sür-nıesiz göstermek ve mevzudan ilham alarak yenımr tekil ık^emMr Tisan kurmak. Bugün’ roman edebiyatında en muvaffak o-lanlar bu ynhı takip ediyorlar.
231
Genç yaşında kaybettiğimiz
Kenan Hulusi'nin Hakikî Çehresi
Ölenlerin arkasından sıcağı sıcağına yazmak artık hoşuma gitmiyor. Bu soy yazılar, eğer sevdiğimiz biri içinse, çok defa hazin bir mersiye halini alıyor. Hayatta iken kendisinden veya eserlerinden hoşlanmadığımız bir sanatkâr için de acı şeyler söylemeğe dilimiz varmıyor: hemen samimiyetten uzaklaşıyor, onda bir takım meziyetler bulmağa çalışıyor ve icat ediyoruz da.. Zavallı Kenan Hulflsi için, ölümünü pek geç duymama rağmen, birkaç satır yazmağa bunun için karar veremdim. Halbuki zamanla ve kendisi hakkında yazılanları okudukça izaha muhtaç bazı noktaların meydana sıktığını gördüm.
Kenan Hulûs! yazı hayatında birbirine zıt iki safha göstermiştir. Başlangıçtafert çi ve bir elit sanatkârı olmağa çabalıyan genç adam, son zamanlarında cemiye tçi bir sanat göriiştlnll idrâk etmiş ve realist bir platformda yer almıştır. Halbuki bugün, ölümü ar itasından ah ve vah edenlerin bir kısmı, onun son yazdıklarını bir zaaf olarak kabul ediyor ve birinci safhasını belirterek reddettiği- bir sanat anlayışına mal-etmeğe çabalıyorlar. Onları haklı bulmadı ğım için yazıyorum. Bu satırlara, Çentin Hulûsinin inşaya çalıştığı sanat yapısının müdafaası, olarak bakılabilir.
Kenan Hulüai, kendi fikir arkadaşlarının teslim ettiği gibi, yazı hayatına «Fantezi, şiir ve hayal dolu r,emircikler t yazmakla başlamışta*. «Kelimelere âşık bir sanatkârdı.» Bütüîi'' vsfeini onları inciler gibi seçip dizmekle» geçmiyordu. ıAn-latılan şeyin değil; anlatış tarzım ngüzel-vc
Hüsamettin BOZUK
mutlaka ahenkli olmasını isterdi.» Bunu» için «çok güç ve ağır yazardı.» Velût değil, kısırdı. Milyarder Mae Külleyin Halıları bu yüzden, muhtelif zamanlarda muhtelif mecmualarda tekrar tekrar basıldı.
Fakat zamanla, aynı platforma mensup olan Yedi Meşaleciler’den ayrı düşünmeğe, dünyayı ayrı görmeğe başladı. «Fan-tezili nâsirliğine kendisi düşman oldu.» Kendinde dostlarının «canına yakın» bulduğu «bu tarafı öldürmek için kendisiyle mücadeleye girişti.» Kenan Hulûsiyi Kenan Hulflsi yapan da budur. Bugün elimizde kalan belli başlı eserleri bu gayretin mahsulüdür: Dört Hanların kulaksızı, incir Fidmıları, Kemaldi Değirmenci ve Yusufçuk gibi hikâyeleri yeni nesil edebiyatı içinde birinci plânda yer alan kıymetli ör-r.ekleişBr, Otuz beş yaş bunun için Kenan Huliısiye azdır.
Onun ölümü arkasından Vıırhk mecmuası ithaflı bir sayı çıkar lı (No. 240. 1 Temmuz 1943). Burada Cevdet Kudret SolokŞ «Eğer tuttuğu yoldun avnlmasay dı bugün ondan "Türk edebiyatının en büyük nâsiri" diye bahsetmek imkânını bulacaktık» diyor. Ziya Osman ise Kenan Hu-İÛŞİ deyince hatırına «Edebiyat fakültesinin -ırkkâri divanhanelerinde mütebessim dolaşan» ve «caketlnin sol üst cebinde kah beyaz, kâh renkli mendiller taşımağa merakin göfiç*tlıirmfnhün arkadaşının geldi-gıui söylüyor: «Unlan boyun bağı değiştirir ğtbt"he katlar sık değiştirirdi! Herhalde bu mendillerden kendisinde bir kolleksi-yon vardı. Bizlcre^rasıraj Beyoğlunun fl-
23-2
lânca mağazasının camek ânında gördüğü çokg Özel bir mendilden bahseder, fakat çok pahalı olduğundan alamadığını ilâve ederdi. Aklı günlerce o mendile takılır, nihayet aldıktan sonra, rahatlardı. Onu Os-car Wilde’a benzetirdim..» Nahit Sırrı örik, yedi gencin Meşale mecmuasındaki çalışmalarına işaret ederek «bundan sonra birçok nevilerde dikkate lâyık yazılar ve hattâ kitaplar vermekle beraber, kısa bir müddet umulmuş olduğu gibi edebiyat tarihimizin dönüm noktalarından biri olamadılar» diyeyamp yakılıyor. Yaşar Nabi Na-yır onun realist oluşuna düşman görünüyor : «Realizmin kuru ve süasüz yazı üslûbu ona göre değüdi. O mükemmel üslüp-çu. bu tarzda hikâyelerinde çok kere bocalayan bir acemi yazıcı haline düşmekten kendini alamazdı. Yanlış bir yol tutmuş olduğunu daima ona tekrarlar ve kendisini asıl istidadı olan sahaya çevirmek isterdik. Hulûsi, bu itirazlarımıza kızar, doğru yolda olduğuna, bizim yanlış düşündüğümüze bizi iknaa çalışırdı.. Yaşar Nabi bu değişmeye sebep olanak da Ştmlnn gösteriyor ı • Gazeteciliği, l ılayısiyle kendisine telkin ettiği realizm agkı, onun, yükselmek için yaratılmış geniş kanatlanın hazin bir şekilde budamıştı. Realizmin devrin sanat tc-lâkkiBİ olduğuna inanıyor.' zamanına göre geri ve köhne sayılmaktan korkuyordu
Konan Hulûai, görülüyor ki, Hrçok zaaflarına rağmen, yakın tamdıklarımn itiraf ettikleri s.ığlam bir yol üzerinde yürümeğe başlamıştı. Eskiden ve köhneden korkusu da. yalnız her sanatkârın değil, her münevverin duyması lâzım gelen asü bir
korkudur. Eski Yedi meşalen ilerden tamamen zıt bir kutupta yer almış bulunuyordu. Bunun içindir ki, Cevdet Kudretin vehmettiği gibi kimsenin Yedimeşalecilere «Başınız sağ olsun!» demeğe hakkı yoktur.
Kenan Hulûsi ekmel bir sanatkâr haline gelmemiştir Birçok tenakuzları vardı. Bazı hikâyelerinde memleket realitesini gerektiği şekilde ihata edemediği görülüyordu. Bunlar büyük bir şey ifade etmez. Asıl olan, onun diri sanat temayülleri iize rinde kafa yoran bir adam olmasıdır. İşte bunun içindir kİ övülmeye değer bir sanatkâr hüviyeti kazanmıştır.
Gazetecilik mesleği itibariyle halk tabakalarına ve memleket dertlerine daha yakın bulunuyordu. Fildişi kulesinden geniş halk tabakaları ortasına sıçramak ve realist sanatkârlar arasında yer almak ar-zubu da bunun içindir. Bir otelde yedi kişi adlı kitabı hakkında yazmış olduğum bir yazıda onun realist cephesi üzerinde durmuştum. Kenan Hulûsi o satırları gördüğü zaman memnuniyetini bildirmekten kentimi alamamıştı.
Mukayese caizse, onu Fransızların Eugene Dabi'si gibi genç yasta kaybettik. Onun ölümü için mersiye yazanlardan biri -•hazin bir ölüm», bir başkası «melun bir hasta® kaza nevinden bir ölüm», bir lieı'mcüstt'de «merhametsiz ölüm ve saygısız hastalık» diyor. Gerçeklevgisiyle kalbi cnrpatr vc samimiyetten başka bir şey dü--linmiyen Kenan Hulûsi, bu sözleri içilseydi. mrzannda kemikleri sızlar ve «saklamayınız. tifÜB! tifüs!» diye bağırırdı..
283
SOVYETLERDE ROMAN
Y. Nuri ZAİMOĞLi;
Rus klâsiklerinden bazı eserler dilimize çevrilmiştir. Gorki’nin inkılaptan evvel yazdığı bazı hikâyeler ve romanlar yabancımız değil. Fakat yeni Sovyet mııharir-lerini çok az tanıyoruz. Şolohofun dilimimize ikinci bir dilden çevrilen «Uyandırılmış toprak» ı ve daha birkaç eser Sovyet edebiyatı ve romanı hakkında bize çok az bir fikir verebilir. Fakat nedense öteden-beri ezberlenmiş bir sözü ara sıra duyuyoruz: Sovyet edebiyatı bir propaganda edebiyatıdır ve madem ki propaganda edebiyatıdır sanattan uzaklaşmış olmak, güzel olmamak gerektir. Fakat sanatkâr demek, güzelliğin propagandacısı demek değil midir? Çirkinliği sanat eserleriyle propaganda etmenin imkânsızlığım, insanlığın en güzel, en sevgili ümidine: demokrasiye hor bakaların çorak sanat muhiti ispata yetmez mi?
Bugünkü Soyyet romanını ve umumiyetle Sovyet edebiyatını anlayabilmek için, önce bu edebiyata ilk yapıcısı olan Gorkiyi tanımak.iyi anlamak lâzım.
«Benim için arz kâinatın mağrur kalbi, sanat arzın ateş kalbidir; sanat adamları bu kalbin nesihleridirler.»
Gorki Anatöl Fransa yazdığı bir-mek-tupta böyle diyordu.
Fakat Gorki .sanatı sanat olduğu için seviyor değildi. Onun en sevdiği şey insan oğlu, onun hür ve mesut hayatı, bu hayat uğrunda mücadelesi, kahramanlığıydı.
O, sanata bu sevgisini terenüm ve tâ-
Gorkfnin ilk romanı «Fonıa Gorde-yef» den son romanı «Klim ŞajU'gin’in Hayati» na kadar bütün eserlerinde — vak
aların, tiplerin, karakterlerin değişik olmasına rağmen — tek bir ruh, aynı ruh yaşar. «Foma Gordeyef» de serserilerin hayatını tasvir eder. «Ana» da yaşadığı cemiyetin ufuklarında beliren fırtınaları haber verir, «Klim Samgin’in hayatı» nda 19 uncu asır sonlarından 1917 yılına ka-darki Rus içtimai hayatmın muhtelif cephe ve safhalarını anlatır. En feci manzaraları bile anlatırken onda bir ümitsizlik kokusu sezmek imkânsızdır. İnsanlar» en ümitsiz gibi görünen ânlarda «gökteki yıldızlar gibi kurtarıcı bir ümit ışığı» gösterir.
Gorki romanlarında ve biitün eserlerinde hayata hakikatini göstermeğe, insan oğlunun ruhunu aydınlatmağa, hayata sevdirmeğe, uğrunda! savaşılmağa değer olduğunu anlatmağa çalışta. Tenkitçi realistler gibi realitenin çirkinliğini tasvr etmekle kalmadı, güzeli ve ona varan yolu gösterdi. Onun içindir ki, Gorki’de merhamet ve rikkat uyandırmak gayreti yoktur. Bazı sahte hümanistler gibi insanlara merhamet di-lenmez. Yarayı gösterirken başını çevirmez. ona sokularak bir cerrah katı yürekliliğiyle neşterini vurur.
Gorki, kahramanlan gibi kendisi de halkın içinden çıkıp yükseldi; fakat daima halka doğru yükseldi. Onun gözünde halk, bazı moda düşkünlerinin zannettiği gibi, kendisinden bahsedilmeğe değer mücerret bir nesne değil, hayatın ta kendisidir. Gorki kadar halktan, halka bağlı bir muharrir gelmemiştir demekte, hiç:bir mübalâğa yoktur. Biitün büyük rus muharirleri, bu arada Tolstoy ve Dostoyevski de halkın hayatım tasvir etmişti. Dostoyevski müthiş kudretiyle «tahkir ve tezlil edilenler» i,
234
Tolstoy «Karanlığın saltanatı» nı yazdı. Fakat Tolstoy, kötülüğe karşı koymanın doğru olmadığı tezini, Dostoyevski kuvvete boyun eğmemenin lüzumsuzluğunu müdafaa etti. Gorki ise kavgaya çağırıyordu.
Tolstoyda ve Çehof ta en yüksek haddine ulaşan Rus tenkitçi realizmi 19 uncu asrın sonlarında ve 20 inci asrın başlangıçlarında yükselen halk hareketlerinin verdiği korkunun tesiriyle kuvvetini kaybedince Rus edebiyatında mücerret fikirler, romantik hisler hâkim olmağa başlamıştı. Fakat yine bu sıralarda Gorki yeni bir realizmle edebî sahnede görünüyor. 1917 inkılâbından sonra bütün Rus edebiyatım kaplayan bu cereyan bugünkü sosyalist realizme ilk temel taşı oldu. Bu realizmin başlıca hususiyeti halkın hususî hayatım, şuurlu mücadelesini, içtimai ve ruhi yükselişini, cemiyetin hareket ve inkişafını tam bir doğrulukla aksettirmesi, Sovyet İçtimaî hayatına karşı milsbet bir temayül ifade etmesidir.
Sosyalist realizm, şuurlu bir hayat mücadelesinin hüküm sürdüğü bir yerde müs-bet tiplerin, müspet karakterlerin önemini takdir etmemeği, realiteye aykırı telâkki eder. Bunun için Sovyet romanında kahramanlar daha ziyade müsbet tiplerdir. Fıır-manof’un «Çapııyef» inde Çapaycf ve Kliç-kof, Fadeyefin «Bozgun» unda Leviıı-son ve Baklanof, Şolohofun «Uyandırılmış Toprak» ındu'Davidef gibi..
Bu tipik karakterler halkı ve onun dâvasını temsil eden insanlardır. Zaafsız, kusursuz değillerdir, fakat bütün vatlıklarını fedadan çekinmiyecek kadar davalar:".: bağlıdırlar.
Bununla beraber, Sovyet romanında menfi tipler, tenkidi şekiller de vardır. Realite yalnız güzelden ibaret olaydı bir sanat eserinde bunlar bukmmıyabilirdi ve d zaman belki «öz sanat» bir vehim olmaktan çıkabilir, bir hakikat olabilirdi. Realist Sovyet romanında menfî tiplere de sık sık rastlıyoruz: «Bozgun- da Meçık. yandırılmış Toprak» da 1 Oatronof, «Dur
gun Don» da Korşunof ve Mitka bütiln hüviyetleriyle yaşatılmış menfi tiplerdir.
Sosyalist realizm, inkılâpçı romantizmi bünyesine aykırı görmemektedir. Muharrir. inandığı dâva uğrunda gösterilen kahramanlıkları yaşatırken romantik temayüller gösterebilir. Fakat bu romantizmin — mücerret romantizmden farklı olarak — reci hayatla bağlı bulunması, bu hayatin bir hususiyeti, yani bulanık olmıyan hislerin, hakikat olabülecek hayallerin mahsulü olması lâzımdır. Fadeyefin Bozgun’-unda Meçik bulanık, mücerret bir romantizmin esiridir, hem hayaller kuruyor, hem do hayattan korkuyor, sonunda da inkılâba hiyanet ediyor. Levinson onun tam zıddı bir tiptir: her türlü boş hayalden uzaktır, sağlam, inanmış bir inkılâpçıdır. Fakat o-nun da kendine göre hayalleri var: uğrunda mücadele ettiği hayatı düşünüyor, onu hayalinde yaşatıyor. Lâkin bu romantik hisler onu realiteye, hayata daha çok yaklaştırıyor, daha çok bağlıyor.
Sovyet romanında ana mevzu Sovyet İçtimaî hayatının muhtelif safhalarına göre değişmiş, ilk eserler ve en değerli romanlardan bir çoğu, vatandaş kavgasını, istilâcılar, müdahalecilerle mücadele devresini aksettirmişlerdir: Sapayef», «isyan (Furmanof), «Bir Çelik Nasıl çelikleşti» CN. Ostrovski), «Demir seli» (Sero-finıovi®, «Bozgun» (Fadeyef), «Durgun Don» CŞolohof), «Ekmek», Iztıraplarda gezinti» (A. Tolstoy) bu - romanlar arasındadır.
İç harpler sona erdikten sonra mem-IcketteS halkın hayatında yeni bir devre başlıyor: Vatandaş harbinin kahramanı silâhını bırakmış, çekice, orağa sarılmıştır. Fabrikalar, şehirler kuruluyor, köyde kol-lektifleşme başlıyor. Silâh sesleri yerlerini motor seslerine, fabrika gürültülerine bı-ritî^ör.Römanci aa bu tarihî kuruluşun tablosunu çizmekle meşguldür «Çimento» CGlâdkofV «fiSncı gün» (Ercnburg), «Sot» (Leonof), «Vakittir, ileri!» (Kata-yef). ■ ^Uyandırılmış. toprak» (Şolohof). j »Hidrosantrai.» (Şagiıjyan) ve illi., gibi ro
235
manlar bu devrin mahsulüdür.
Harpten evvelki son senelerde Sovyet romancısı bugünkü insanı geçmişe balğla-yan ana halkayı yakalamak, geçmişin muazzam mirasını aramak lüzumunu duyuyor: «Büyük Potro». «Dimitri Donski», «Cengiz Han» gibi birçok tarihi romanlar yazılıyor.
«Birinci Petro» Aleksi Tolstoy’a dünya ölçüsünde bir şöhret temin etmiştir. Okuyucu bu eserde yalnız mükemmel bir roman değil, âdeta kendisini de içinde hissettiği bir hayatı okuyor. Eserin kahramanlan olan birinci Petro. etrafındaki adamlar ve halk romanda hakiki bir hayat yaşamaktadırlar. Aleksi Tolstoy büyük ve usta bir sanatkârın bütün vasıflarını kendisinde toplamış bir muharrirdir. «Istıraplarda gezinti» adlı romanı vatandaş harbi olaylarının parlak tasvirleriyle doludur. Edebî kompozisyonu bakımından ve her cihetten Sovyet romanlarının en değerlilerinden biridir. Okuyucu burada romanın muharririni, vakanın içinde, kahra-manlariyle birlikte, onların başında görmektedir. Okuyucuyu bu kadar düşündüren romanlar azdır.
Vatandaş harbi yıllarında bir çocuk olan Şolohof bugün sanatının şahık.asnııı ulaşmış dünya ölçüsünde bir muharirdir «Don hikâyeleri» adlı ilk eseri 1923 yılında çıktı. 1926 yılında yazmağa başladığı! «Durgun Don» un üçüncü cildi 1933 yılında, «Uyandırılmış toprak» la hemen hemen aynı anda neşredildi. Muharrir «Durgun Don» da yakın mazilerini tasvir ettiği kazak köylerindeki yeni hayat kuruluşunu bu kuruluşun en civcivli ânında vermek ihtiyacım duyarak «Durgun Don» u ya
zarken bir taraftan da «Uyandırılmış toprak» ı yazdı. Büyük vakalara dair büyük eserlerin yazılabilmesi için bu vakaların û-zerinden uzun yılların geçmesi gerektiğini edebi yaratıcılıkta bir kanun gibi göstermek istiyenlerc Şolohof'un «Uyandırılmış toprak» 1 parlak bir cevap teşkil eder.
«Durgun Don» un baş kahramanlarından Grigori Mclchof rus edebiyatının en orijinal, en mürekkep tiplerinden biridir. Ona menfi tip demek zordur, müsbet bir tip de değildir. Birçok meziyetleri var, fakat zatlarla doludur. Hayat yolunu bir türlii Lulamıyor, tereddütler, tezatlar içinde çırpınıyor, halkın adımlarına ayak uydu-ramıyor, ondan uzak düşüyor ve bu uzaklık onu feci bir âkibetine sürüklüyor.
Kahramanlımı bu feci âkibetine rağmen eserde derin bir optimizm havası hüküm sürer. Grigori’nin acıklı ölümünün sübjektif sebepleri o kadar açık görünmektedir ki, bu vuzuh eserde bir pesimizm gölgesi belirmesine meydan vermiyor. Roman kanlı n ücadelcler,.ıztıraplar, facialarla doludur. Fakat okuyucunun gözünde hayat «lairt'.ı güzeldir. M
Şolohof Durgun Don da sanatının zirvesine ulaşıyor, burada eski klâsik Rus romancılığının en iyi gelenekleriyle yeni Sovyet sanatının bütün yeniliklerini harikulade bir kudretle birleştirmiştir.
tik Sovyet romanlarında şeklin muhtevaya yetişemediğini g.irmek kabildir. Fakat muvazene yavaş yavaş kuruldu, başlıca kahramanı çalışan insan olan bu roman, bugün bilhassa Aleksi Tolstoy’da, Şolohofta, Erenburg’ta, S’adeyeTte en olgun çağına girdi.
236
İngiliz Romanının Sosyal Cephesi
Doçent Dr. Bellice S. BORAN
Ankara Üniversitesi
İngiltere'de roman, edebî bir nevi olarak, onsekizinci yüzyılda meydana gelir. Onsekizinci yüzyıl, tâ on dördüncü yüzyıl danberi ticaret, yeni keşfedilen memleketler, buralardan gelen servet, feodal ziraat sisteminin sökmesi ve saire sebeplerle inkişaf edegeleıı kapitalist cemiyetinin de kuvvetlendiği bir devirdir. Cemiyetin bu inkişafıyle beraber roman nevi de tâ on-dördünçü yüzyılda Çbaucer'in manzum «Troylus and Cryscyde» hikâyesiyle başlayıp muhtelif inkişaf merhalelerinden geçer; onaltmcı yüzyılda eski ve ortaçağ manzum hikâyelerinin nesir halinde bir araya getirilmesinden başka bir şcyolmıyan ve o devir hümanistlerinin eserlerinde olduğu gibi daha ziyade okuyucuyu terbiye etmeği göz önünde tutan uzun bir takım eserler, on yedinci yüzyılda kalp kahramanlık maceralarını hikâye eden gayet uzun kitaplar, sonra hayali hakikat gibi gösterecek kudret te biricik kuvvetli macera hikâyesi. «!;•• binson Çnısoe» — onsekizinci yüzyılın başında yine bu maceralı vakalar ve siyasi. İçtimaî tenkitleri^ dolu bir eser — «Gulli ver’in seyalıatlcıl» — yazılır: ve nihayet roman müstakil bir edebî nevi olarak önse kizinci yüzyıln ortalarında kendini gösterir. lngilterede romanın babası bu yüzyılda yaşayan R nardson ile, işe onunla a-lay etmek üzere başlayan, sonra onunkilerden daha uzun ömürlü eserler yazan Fiel-ding’dir.
Bu devirde böyle müstakil bir varlık olarak kendini gösteren romanın kısaca özünü verecek olursak diyebiliriz ki burada vakadan ziyade bir veya bir kaç şahsın tanıtılması mühimdi?: pu 'şahıs veya şa
hıslar da eski tarihlerden, veya muhayyel hamaset vakalarının kahramanı olmuş kimseler arasından seçilmez. Romancının, karakter portresini itina ile ve okuyucuda heyecan ve alâkada uyandıracak şekilde anlattığı kimse, artık o devir orta yahut fakir sınıfından seçilmiş bir kimsedir. Meselâ, Pamela ile erkek kardeşi sanılan Jo-seph Andrews birer hizmetçidirler. Tom Jones bütün roman boyunca soyu sopu bilinmeyen bir evlâtlıktır, danssa Harlovve de aristokrat değildir. Bunların, muhiti ve hayatı o devir aşağı ve yüksek orta sınıfını» muihiti ve hayatidir. Eski romantik hikâyelerde mühimşentniyen giinlük hayatin teferruatı, sokak kavgaları, halkın gelip geçtiği kır yollan, hanlar, ticarethaneler, yazıhaneler, evlerin kıyı bucağındaki hîzmetçtlefip. hayatı, burada la realiteye sadık kalınarak anlatılır. Sayısı ve kültür seviyeb^zaten bu yüzyıla kadar artmakta olan otta sınıf, kendi hayatını aksettiren bu edebî nev'e daha fazla ilgi gösterir.
t'ielding'le Richardson’un onsekizinci .yüzyıl^» şekil verdikleri bu roman neyi, bundan sonra meydana gelecek belli başlı biitlın romanlardaki hususiyetlerin nüvesini içinde Bakla r. Bunun böyle olması gayet tabiîdir; çünkü 19 uncu ve 20 inci yüzyıldaki Ingiliz kapitalist cenıiyeti, yine 18 inci yüzyıl cemiyetinin bir devamı ve inici-safından başka bir şey değildir. Bununla beraber 19 uncu yüzyılda romanın muhtelif çeşitlerinin belirdiğini veya diğer bir de-yimle romanın muhtelif kollara ayrılarak geliştiğini görüyoruz. Bunları ancak başlıca vasıflartyle kısaca şöyle gruplandırabi-lMfUlj 1 A 'W'
237
1. Önce, orta sınıfta ve burjuvalaşmış kiiciik toprak sahihi eşrafın, kadın, aşk, evlenme ve aile kurma alanlarındaki kıymet ve münasebetlerini işleyen ve mahdut birkaç kadın ve erkeği vakaya kahraman yapan romanlarla karşılaşıyoruz, Bu grupta bir ytuıdan «Uğuldayan Tepeler», «Jıuıe Eyre» gibi romantik ve bazaıı da mistikleşen aşk temleri etrafında yazılmış romanlar, bir yandan da bu yııkarıki konuları realist bir görüş ve müsamahalı bir alayla anlatan Jane Austen'in romanları varda'.
2. Sonra, bu yüzyıl m ortalarına doğru romancı artık devrin fenimizm, ziyonizm, terbiye ve din meselelerini ele alıp bunlarla ilgili tezleri ileri süren romanlar ortaya koyuyor. Bunarın başında George Eliot üç George Meredith (daha başka hususiyetleri de bulunmasına rağmen) gelir.
3. Bazı romancılar da orta sınıfın ve aristokrasinin hayatındaki aşırdıkları, yapmacıkları ile kalp tarafları deşen ve gülünç gösteren hiciv romanları yazarlar. Bu romanlarda roman sanatı, kendini doğuran cemiyeti tenkit eder. Bu nevi romancıların başmda «Vanity Fair» (Benbencilerin Panayırı) adlı roznanıyle Thacheray gelir.
4. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yansında sınai inkılâpla, daha da gelişmiş olan kapitalist sistemin, burjuvazi sınıfının zıt kutbu olarak ve burjuvazi sınıfıyla beraber meydana getirdiği işçi sınıfı kuvvetini hissettirmeğe başlar; burjuvazi sınıfını en dc-dirgin edici meselelerle karşı karşıya getirir. Grevler, sokak çarpışmaları, iş şartlarının düzeltilmesi için tahrikler ve tazyikler bunların siyasî sahadaki akisleri — parlamento mücadeleleri, Chartist hareketleri v.s., burjuvazi sınıfını işçilerin hayat ve çalışma şartlan üe ilgilenmek zorunda bırakır. Cemiyetin bu durumu, romanda da tesirini kuvvetle gösterir. «Sosyal romanr. denegelen roman nevini doğurur. Bu yüzyılın en kuvvetli, kısmen natüralisl Vfl realist kadın ve erkek rbınancılân meselâ □ickens ve «Mary Karton», ve. «Nortlıan South» adh eserlerile-M rs, Gaskell. roman
1 arının en mühimlerini bu meseleler etrafında yazmışlardır.
Bu yüzyılın cn büyük romancılarından biri olan T. Hardy de devrinin problemlerini işler. Bu problemlerin bir kısmı ikinci gruba kattığımız romanların problemleridir. Bir kısmı da «sosyal roman» nevine katılabilecek vasıftadır. Ama Hardy’yi sosyal roman mümessillerinden ayıran başlıca vasıf sosyal problemler karşısında aldığı vaziyettir. Kapitalist cemiyetin kargaşalık ve düzensizliği, Hardy’de insanların iradesi dışında bir kör kuvvete inanmak şeklinde vc sosyal problemleri bu kör kuvvetin doğurduğu, bunun için de bu problemlerin lıalledilcmiyeceği kanaati halinde belirir. Sosyal roman necinde ise, meselâ Dickens’dc, bu probiejnlere karşı, pratik ve ıslahatçı bir tavır alınır. Onların halledilebileceği inancı vardır. Yalnız hal çareleri inkılâpçı değil ıslahatçı nevindendir. Bunun içindir ki Hardy, kötümser, Dickens ise iyimser bir ruhtadır.
5. Bu belli başlı roman kotlarından başka romanın gelişmesi bakımından ehemmiyeti olmayan ikinci derecede bir roman kolu da realiteden kaçışı ifade cdcıı romantik tarihi romandır. Bunun ustası olarak Sir Waltcr Scofel görüyoruz. Bunlar, devirlerinden ve cemiyetlerinden uzaklaşma ğa çalışarak ortaçağın parlak kahramanlık temellerini ele alırlar.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında kapitalist sistem,inkişaf devresinin artık sonuna gelmiş bulunuyordu. Artık genişleyen değil, gittikçe daralan bir İktisadî sistem haline gelmişti. İktisadî imkânların bu daralması neticesinde kapitalist cemiyetler arasında rekabetler, çarpışmalar, harpler şiddetleniyor ve cemiyetlerin iç yapısındaki tezatlar ve sınıflar arasındaki mücadeleler keskinleşiyordu. Burjuvazi, artık ne m.şvkiinçien, ne geleceğinden emindi. Omi-vetm buhran halini alan hu dfizensizüği içinde gelenekler, eski kıymetler, inançlar, ahlâk kaideleri v;s„ kökünden sarsılıyor, yıkılıyordu. Eski kıymetler »isteminin yıkılışı ve burjuvazi sınıfının içine düştüğü
238
emniyetsizlik ve endişe balı, belirtilerini sanatta ve romanda da gösterdi.
Eski kıymetler sisteminin yıkılışı, cemiyeti tahlil ve tenkit edici eserlerde görünür, S, Butler ve daha sonra Galsworthy-nin romanlarında olduğu gibi. Bu yıkılış aynı zamanda eski kıymetleri red, inkâr ve onlara isyan şeklinde de tecelli eder. O. Wilda’la başlayarak D. H. Lawrence'de kuvvetlenen roman tarzında olduğu gibi; fakat bu ikisi bir başka ve daha mühim olan cepheleriyle de sosyal çöküşü ifade ederler; birbirinden farklı yollardan giderek her ikisi de cemiyet meselelerinden kaçışın birer tezahürü olurlar. Estet O. Wil-de, «sanat, sanat içindir» diyerek cemiyet ile olan bağlarım kopanr ve sanatı kendi içine kapar. D. H, Lawrenee de cinsî hayatı ve meseleleri romanında ön plânda tutarak ve sanki yalnız bu hayatın cezbesine tutulmuş gibi ona bağlanarak cemiyetten ayrı kalır. D. H. Lawrence’in ve diğer bazı şairlerin de bu cinsî meseleleri ön plâna almaları, bu devrin genel vasıflarından biri-nin ifadesidir. Bu «cinsiyet manisi» buyandan ondokuzuncıi yüzyıldan gelme cinsiyet tabularının yıkılışı ve onlara karşı bir tepkidir. İkincisi, devrin insanlarda doğurduğu huzursuzluğun, sıkuıtıuın bir ifadesidir; hayatı, cinsî hayata ircâ etmek ve ferdin hayat meselelerinin hallini, selâmetini orada aramaktır. Üçüncüsü de, daha hususî olarak, psikolojide psikanalizinin gelişmesinin edebiyatta bıraktığı bir akistir,
Psikolojiden gelen tesir, bir başka bakımdan da, «şuurun akışı» nı işleyeli romanların ortaya çıkmasında kendini göstermiştir. Bu tip romanda birkaç şahsın, kısa bir zamanda — Joyce'nin de olduğu gibi esas itibariyle bir tek şahsın 24 saatte — kafasından geçenler anlatılır. Bu roman nevi sade psikolojiden gelme bir tesirin mahsulü adaeoılemez. Ondan çok daha mühim olan İçtimaî şartların mahsulüdür. Hem zaten romanın bir edebî nevi olarak ayırt edici vasfı.-ilç&de doğduğu cemiyet gibi ferdiyetçi ölüşüdür. Fer
din ruhî hayatının tasviri, «karakter portre» amin çizilmesi, edebiyat nevileri içinde bilhassa romanda yapılır. «Şuurun akışı» romanında bu. ferdin ruhî hayatiyle meşgul olmak, son haddine götürülmüş, romancı, ferdin içinde bulunduğu daha geniş cemiyet çerçevesini bir tarafa bırakarak sadece ele aldığı fert veya fertlreln iç hayatlarının dolambaçlı dehlizlerinde yolu-nı» kaybedip kalmıştır. Artık romancı ve eseri cemiyetle alâkasını kesmiş, kendi içine kapanmış bir durtühdadır. Okuyucu için eser, anlaşılmaz veya anlaşılması çok güç, birbirini tutmaz vakalarla dolu bir rüyanın hikâyesi halini alır. Kısacası bu nevi mrnan, cemiyet realitesinden kaçınnı en kuvvetli bir tezahürüdür.
Cemiyet realitesinden kaçmanın bir başka şekli de, zaten birbirine bağlı olan, geriye gidiş vc mistisizme sapmaktır, Bu meyli romanda da görüyoruz. İngiliz romn-nında mistisizm iki şekilde kendini gösteriyor. Bunların mümessil: olarak Aidous Huxley ile Charles Morgan'ı gösterebiliriz. Aynı zamanda münçkkit de olan A. Hux-ley’in ilk eserlerinde kuvvetli bir hidv ve tenkit görüşü vardır. Bu hicvi en iyi temsil eden eseri, «Urave New VVorld — Bu yepyçni. güzel dünya!» dır. Burada A. Huvley, silreıa müstakbel tir dünyayı anlatır. Fakat aslında bugünkü kapitalist dlinyaik meşguldür; bu dünyanın esas va-sıflamu, aldıkları istikamet içinde en son haddine kadar götürerek bugünkü kapitalist ve onun hâd bir şekli olan faşist cemiyeti tenkit eder. Dikkate değer olan cihet şudur|ÎH, A. Huxley, tenkit ettiği bu cemiyete mukabü, yeni ve üstün bir cemiyet koyamıyor; Amerika kırmızı derililerinin iptidaî cemiyetine başvurmak zorunda kalıyor. Vz dalıa bu eserinde dış ve maddî narHarla iç ve ruh durumu ikiliği beliriyor Diğer eserlerinde, nihayet Holivud’ta bir tarikate sâlik olduğıuîi^İşŞttiğimiz A. Hux-ley,gittikçe daha fazla maddî şartlan reddediyor; ruhi varlığa çekilmekte huzur vc selâmet arıyor. Sosyal problemlerin, ıslah Ve hattâ inkılâp harvktleriyie İçtimaî şart
239-
lan ve münasebetleri değiştirerek değil, her ferdin kendi içine kapanıp kendisini kemale erdirterek halledeceği iddiasındadır.
Mistisizmin ikinci şeklinin mümessili olan C. Morgan'da aşk, ihtiras ve cezbe hali hâkim bir vasıf olarak görülür. Eserin muhtelif sahnelerinde, Morganın bir aşk vakasını realiteye uygun olarak anlatmaktan ziyade mistik bir halde, şehvet cezbesine tutulmuş insanların içinden geçenleri anlatıyor. Şehvetin aşırılıklarını, dindar bir insanın mistiklik ve cezbe halini bir araya getirerek, kendi devrinin ahlâk mefhumlarına karşı kendi isyan halini daha hoşa gidecek, uzlaştıracak bir şekilde göstermeğe çalışıyor. Neticede ortaya «bulanık bir çamur çıkarıyor.» Bu harp yıllarında yazdığı romanlardan biri olan «Voyage» da eski romanlarında olduğu gibi, aynı kaçamak yoluna sapmak meylini görüyoruz. Morgan, orada da ortaçağ evliyaları gibi
dünyayı terketmenin vereceği huzur ve rahatı anlatır.
20 indi yüzyıl cemiyet şartlan altında yukarıdan beri kısaca vasıflandırdığımız İngiliz romanında verimsiz olmağa mahkûm istikametler beliriyor. Bu istikametlerin her biri birer çıkmaza sapmış oldukları için verimsizliğe mahkûmdurlar. Bunlardan bir kısmı daha şimdiden geçmişe mal olmuş, bugün kıymetten düşmüş muharrirler ve eserlerdir. Bu cereyanların yanında romanda bir de bugünü yarma bağlayan, bugünü yarma götürecek olan ileri kıymet, hareket ve cereyanları anlatan eserler var. Franaada Malrauz ve Barbusse Amerikada Steinherek ve J. Dos Paşamı romanda bu ileri cereyanın mümessilleridir. İngiliz romanında bu ileri kolun, bu saydığımız romancılar ayarında dünyaca tanınmış mümessilleri henüz yoktur.
240
Prof. Hilnıi Ziya, ÜLKEN
İstanbul Üniversitesi
Dostum Mıızafcr;
Mecmuanın son sayısını alâkayla okuyorum. «İlimde gelinmemizin reel şartları» na dair hepimizi çok meşgul etmesi lâzım-gelen maltaleni bitirdikten sonra kendi yn-zımıtı ikinci kısmına bri göz attım. İnsan kendi yazısını hodkâmlığını tatmin için okur. Belki başka okuyucusu yoktur kor-kusuyle okur. Bir nevi narcissisme şevkiyle okur. Kimbilir daha şuurdışı ne akdar âmil beni bu harekte sevketmiştir! Fakat bu sefer en çok şu düşünce ile hareket ettiğimi zanendiyorum: Geçen •,nüshadaki yazıda - bilmem okuyucuları rahatsız eder mi? -gözüme earpaıı ve bam mânayı bozan bir kaç tertip yanlışına, rastlamıştım. Acaba bu sefer de aym şeyler varinı diye karıştırdım. Ne göreyim? ,' iakalenin birçok yerleri içinden çıkıla mıvcak hale gelmiş. Böyle şeylere matbuat tarihlide çok rastlandığı için şaşmamak lâzımdı. Bunca yıldır başıma neler gelmedi: Vaktiyle (eski hafler devrinde) bir makalemdeki «sonuncusu kelimesi «su kütiphanesi» diye çıkmıştı. Bir kitabımda yanlış bir cümleyi çıkarması için musahhihden rica ettiğim halde aynı cümle ile beraber fazla olarak «bu cümleyi çıkannız> ibarçeşi de basılmıştı. Denetin resmî neşriyatından olan bir kitabım üç defa kontrol dan geçtiği halde bir sahile son seferinde :ıaşka bir sahifenîn yenheba-sılmış bulun i.vordu (iojık prensipten). Bu yolda yanlışlar®‘onuîıu‘!Smak"îçmt '!â&-katli, hattâ çok dikatli olrnaiokâfi gelmiyor. Makaleler basan d.-ı.y.^ lere gönderi lyKTlSSiiSr
e iı ıe-
mİ
ye vakit kalmadan makalen çıkmış oluyor. 0 zaman ne yapacaksın ? Adam sende! demeye imkân yok. Zira küçük bir yanlış bütün bir cümleyi ve bir cümle koskoca bir makaleyi alt üst edebiliyor. Bu tarzda yazılarla mecmua ve kitap sayfalarım doldurarak okuyucunun zihnini karıştırmadansa hiç yazmamak daha doğru değil mi? Bununla beraber çıkmayan canda ümit vardır. İnsan günün blmde işler düzelir diye bir türlü yine yazıp çizmeden vaz geçemiyor.
Geçende bir fıkracı, bir gün önceki fıkrasında çıkatı fahiş bir yanlıştan dolayı okuyucularında^ özür dilyordu. Bu özür satırlarının eskisinden daha fahiş bir şekilde basılmış olduğunu görünce kimbilir ke-derinden ne yapmıştır! Htydi fıkra, hasbıhal gibi şeylerde neyse! Fakat bir matematik kitabında işaretlerin yanlış dizilmesi, bil- lojistik kitabında formüllerin bozuk olması kitabı ne hale getirir bir düşünmeli! Felsefe yazılan da onlardan farklı değildir. Felsefe dilinin anarşi içinde bulunduğu, yeni '.erimlerle eskilerinin birbirine geçtiği bir delilde bir de mürettip yanlışları işin içine karışınca bu yazılan yazmak bir cinayet, okumak bir facia olu: ır. Bilmem kaç yıl ıjlite Kültür haftası mecmuasında zaman mefhumu hakkındaki felsefi bir yazımın başına gelenleri hatırladıkça hâlâ tüy-lefâm ürperii ! Neyse, geçmişi bir tarafa bı-
rakalım da, gelelim şimdik i dâvamıza!
«Adi imar» ın ö ıncı şayiamda çıkan 'İlim karşısmda tarih» makalesinin ikinci
î" 94 yanMann'düzeltilmesini rica
I ' t'(W''nı: Oerenionaİiste kelimesi occaslona-
GECE MUHARRİRİ
Bîr gazetecinin Notlarından :
Bekir Sıtkı KUNT
Bir zamanlar gazetelerin birinde gece muharririydim. Gece muharriri, yani geceleri çalışan gazeteci.. Akşam saat dokuzu kadar, gündüz muharrirleri son müsveddelerini yazıp yazı işleri müdürüne verirler, a da bunları gözden geçirip şurasma buruşma dokunur, birer başlık yapar ve baş-mürettipten sayfaların vaziyetini öğrendikten sonra,paltosunu giyip şapkasını başına geçirerek matbaadan uzaklaşırdı. Benim işim, işte bu saaten sonra başlardı. Doğru-su işim, hiç de tatlı bir iş değildi. Üstelik gündüzleri de çalıştığım için, yoğun argın bulunurdum. Canım çalışmak istemezdi, ama, çalışmağa mecburdum. Hem öyle bir çalışma ki, o dakikadan itibaren, gazetenin yazı işleri müdürü, her nevi muharriri, muhbiri, musahhihi hepsi ben olurmu. Sık sık ajans bültenleri gelir, Ankara muhabiri telefon edeı .şurada burada vakalar olur, yangın çıkardı. Bazan yeni ve mühim haberler alırdım. Bunları birer birer yazmıya. başlıklarını koymağa, sayfalarda yerlerini ayırmağa, tashihlerini yapmağauğra-liste olacak.Makalenin birçok yerinde çıkaıı iür,i kelimeleri ilmi olacak. (Bu küçük işaret farkı bazan cümlenin mânasını alt üst ediyor.) Füsıis-al-hakim kelimesi Fusus-ül -hikem olacak. İnsan kelimesi İran'ın ola-cak.Urheit geschichte kelimesi Urgesclıich-te olacak. Bahrin kelimesi Baldwin olacak. Problem kelimesi Proplein olacak.TypIıolo-gie kelimesi typologie olacak. Kurtulmak kelimesi kurulmak olacak. «Tarihi, gerçeği) kelimeleri .-tarihî gerçeğim olacak ilh.. Hele bu son kelimeler, mânayı içinden çıkılmaz bir haie getirmiş. «Memleketimiz gibi taze bir rumâ yeniden kurulmak' jrö^ luııda olan..» cümlesi lıurtıılnıak^telimesiy-
şırdım. Ve, büyük bir böbürlenme duyardım; her şeyi, herkesten evvel ben öğreniyordum 1.
İkide bir, baş milrettip, elinde bir kumpas, ıslak bir tashih provası, bir kelimesi okunamamış bir müsvedde ile karşıma dikilirdi, Ona:
— Ne var Haşan EfendiTdiye sorardım. Baş mürettip dalgın dalgın:
— Birinci sayfaya girecek klişenin altı yazılmamış..
Veya;
— 36 başlık çift sütuna sığmıyor, bir kelimesini çıkartmak lâzım...
Yahut:
— Filânca yazı bir kaç satır daha ister.. Sayfanın dolması için,daha iki sütuna ihtiyaç var., gibi bir şeyler söylerdi.
Arada sırada, ne var, ne yok diye mürettiphaneye giderdim. Nöbetçi miirettip-ler harıl harü, yazı dizerlerdi. Mürettip-lerd'-a birinin sevgili bir k("U8i. bir yana bırakümış bulaşık sahandaki yemek artık-
Eski yazıyı bilenlere çok şey ifade eden şıı kıtayı burada hatırlamamak kabil mi?
Kalem olsun eli ol kâtibi bed tahririn
Ki sivildi rakamı sûrumuzu şür eyler Kâh bir harf sükutiyle kılar Nadiri , Nar
Kâh bir nokta sükutiyle gözü kûr eyler Eski bir derdi tazeledim: Bu mesele resmî veya hususî bütün matbuat ve neşriyat han. esaslı bir .dâvadır. Tashih bir ihtilas' işidir: bütün neşriyatımızda ona ön plânda, yer ayırmalıyız. Sözlerime sitem göğüylhbalrthİyfı'eSBîîa w dertleşmeme iştirak edeceğine emin olduğum için cesaret duyuyoçum.
IijlV
Iarını yalardı. Matbaanın havası, kurşun, mürekkep ve esneme kokardı.
Saatler böylece geçerdi. Ne kadar da uykum gelirdi.. Ah, bir kere başımı yastığa koyup üstüme yorganı çekebilsem!.. Fakat, nerede?.. Vakit daha çok erken!.. Ancak sabahın bir buçuğu.. Halbuki en az, iki üç saat daha buradayım.
Başımda bir ağırlık, sinirlerimde bir uyuşma var.
Niçin insan geceleri uyuyor da, gündüzleri uyanık duruyor, İye düşünüyorum. Gece uyumak âdet olmasa, şimdi benim de uykum gelmiyecekti. Bütün kabahat gecede!.. Karanlıkta insanın yatakla yorgandan bir kabuğa çekilmesi ve bir müddet yumuşak pamuk bir mezarda, tatlı tatlı ölü kalması lâzım.. Halbuki, ben işte bu ölüme kavuşamıyorum. Hep diriyim, hastayım ve dünyayı, kurşun, mürekkep ve esneme kokusu halinde hissediyorum. Ama, ancak bu sayededir ki, yarın bir lokantada karnımı doyuracak ve yırtılan çoraplarımı yeniliyebilcceğim.
Dışarıda müthiş bir kış var. Pencere camlan karla örtülü.. ‘/Gazeteyo yazmak için, hararet derecesini soruyorum; sıfır altı 10.. '
Sabahın dördünde, işlerim bitince, tabiî bekâr odama döneceğim. Şimdi bu ılıkça odada odamı düşünüyor, ve ürperiyo-rum; bütün bir kış bir gramcık ateşin girmediği zavallı odamı.. Yatağım bir kar kuyusundan farksızdır, O kadar uykulu olmama rağmen bir türlü uyuyamıyacağımı biliyorum. Ellerimi ılık göğsüme sokup ısıt mağa çalışacağım, fakat ya’ayaklarım? Onları,kabil değil, boylu boyuna uzatamı-yacağım.. Vücudumdaki bütün tüyler, diken diken kabaracak.. Kanımın tabiî kalö-riferi, yatağımı ısıtıncaya kadar, böylece, tir iğneli fıçı içindeymişim gibi, işkence içinde, çaresiz, beklij ccegîm. Fâkatl uyanınca, kahvede sıcak bir çay içebilecek, ay sonu paltomun taksitini verebileceğim.
Yeni paltomun yakası ensemi ye'kulak memelerimi kapatıp ısıtıyor, Ellerim
cebimde.. Karlı gecenin donuk beyazlığında, bekâr odamın yolunu tuttum. Gece ne kadar sessiz, ne kadar tenha... Oluklardan ağaç gövdesi kalınlığında buzlar saikmış.. Yer. yeni yağan karla yumyumuşak.. Sokaklar ve duvarlar, karla sıvana sıvana, sanki daralmış gibi..
Ayak parmaklarımın uçları sızlıyor. Sırtımdaki kaim paltoya rağmen, çırçıp-lakmışım gibi, kendimi pek hafif hissediyorum. Ve, matbaadaki ağır havadan sonra, burada ciğerlerime taze bir nefesin doluşu, beni canlandırıyor.
Sokaklarda hiç kimseye rast gelmiyorum. în yok, cin yok!.. Bu sabaha karşı, karlı saatlerin tek yolcusu benim.
Birden köpek havlamaları işitiyorum. Havlamalar, süratle bana doğru yaklaşıyor. Derken, kulakları dik, kuyrukları havada, bir sürü köpek etrafımı aldı. Şimdi önümden arkamdan, sağımdan solumdan, vahşi ve azgın seslerle bana saldırıyorlar.
Korkuyorum.
Evet.itiraf etmek ayıp ama, ben köpekten korkarınB Bunun, çocukluk günlerime kadar giden bir hâtırası var ki, köpek korkusunu içimuasindirmiştir. tik mektebe giderken, yolda bir Rum karısının bir fino köpeği vardı ki, her gelip geçtikçe, üstüme .saldırır, beni mektebe daha uzak yollardan gitmeğe mecbur ederdi.
Şimdi ne yapmalıydım? Hiç bir yerden. hiç kimseden istimdat edemezdim. Eski incelemelerimle biliyorum iri, köpeklere karşı zaaf göstermeğe gelmez. Düşmanca bir hareket, onları daha çok azgınlaştırır. Bir arada on onbeş köpek, beni birden pa-ralıyabilir. Keşkin dişü salyalı ağızlarında, her parçam bîr lokma olabilir. Fakat bu, gazete için, ııe fevkalâde bir havadistir. Düşünün; köpeklerin parçaladığı adam!.. Çift sütun, 36 punto. .Altına, 24 den, iki sa-tıriiİr bir başlık' daha: «Gece matbaadan evine dönerken bir arkadaşımızın başına ■ğeTen'facia!.. Yazının’sonuna başıboş köpeklerle uğraşmadığı için, belediyeyi iki üç satırla tenkit.. Vft-eğengpaıam parça olmuş âzamdan bir «eylet:' kalmışsa, cenaze 1AV
243
YAYINLAR;
Fikir Hayatımızda Bir Dinline Hâdisesi (Faşizmle beraber çöken bir felsefe münasebetiyle)
İtalyan faşistlerinin başı Musolinuıin düştüğü günlerde Ulus’un Fikir Hareketleri sahifesinde Prof. Dr. Sadi Irmak’ın «Faşizmle tıeraiıer çöken bir felsefe» atili tahlili gözümüze Çarptı (6 Ağustos 1943) Sadi Irmak’ın tahlilindeki ana fikir kısaca hulâsa edilebilir: Hem Almanya'da, hem italyada faşizm hemen tamamiyle Nict-zsehe felsefesinin mahsulüdür. Nietzsche felsefesinde ise zorlunun hâkimiyeti esastır, mutlaktır, cemiyetin bütün gayesi «insanüstü» nü yetiştirmek ve ona körü körüne itaat etmektir. (Hakikatta ikinci dünya harbini açan ve şimdi de faşizmle beraber çökmeye başlayan işte bu felsefedir. Bu felsefe sakattır. (Sadi Irmak'ın mensup olduğu) tıp ilmine de aykırıdır. Medeniyet için Nietzsche felsefesi ve onun eseri olan faşizm bir tekâmül değil, bir gerilemedir. «Çünkü insanlık sürü halinden bugünkü hale gelebilmek için sonsuz mücadeleler yapmıştır, insihaklarını ve insan hüriye-tini tesis edebilmek için sel gibi kan akmıştır*... «Faşizmle birlikte Nielzsclıe felsefesi de çökmüş bulunuyor. Böylece insanlığın her ne şekille olursa olsun cihangirler devrinden uzaklaşmış bulunduğu bir defa
daha görülmüş oldu.» (Son dört cümle aynen Sadi Irmak'ın yazısından alınmıştır.) Yukarıdaki satırlarda Prof. S. Irmak-ın yazısında beliren başlıca fikri hulâsa etmeğe çalıştık. Burada Irıımk'ın bu fikirlerinin doğru mu, yanlış mı olduğu üzerinde duracak değiliz. Bu yazının gayesi Sadi Ir-nıak'ın şimdiki fikirlerini tahlil etmek değildir. (Yalnız, yanlış anlaşılmamak için, şuna işaret etmeği lüzumlu buluyoruz ki Nietzsche’nin edebiyatla dolu olan felsefesi hiç yazılmamış olsaydı da yine faşizm ve ideolojisi meydana gelecekti. Çünkü faşizm İdeolojisinin Avrupa medeniyetinin girdiği durum içinde müşahhas ve kaçınılması mümkün olmayan kökleri vardı.) Görülüyor ki kısaca hulâsa ettiğimiz bu yazısında Prof. Irmak Nietzsche felsefesine, ve bundan çıktığını söyliyerck, faşizm ideolojisine muarız kuvvetli bir vaziyet almıştır.
Halbuki Nietzsche hakkındaki yazılalı ve konfcranslariyle Sadi Irmak memleketimizin en önde gelen Nictsehecisi olmak hakkini kazanmıştır^NiMzşche'yi dilimize çeviren Nietzscho-jİ'^çinfelctimizdc yaymayı iş güç edinen Sadi Irmak’tır. Bunu kendinden okuyalım. Hem d(- dilimizde ilk Nietzsdpp tercümesi olan «Zerdüşt Böyle Söylüyordu» adlı cezbeli aforizm kitabında (1934Kb -Zerdüştü niçin ter nüme' ettim» başlıkU;,küçtlk fasıldan alarak okuyalım:
merasimi, önde Matbuat cemiyetinin meşhur çelenklerinden biri!.. Kan ter İçinde kalıyorum..
Hayır, hayı® Köpeklerin ağzında paralanmak istemiyorum. Yıllardan beri tasarladığım büyüŞi romanımı yazmadan, ölmek istemiyorum..
Hayatı ne kadar seviyordum. Geceleri matbaada ne kadar rahat ve iyi çalİşâbili yordum. Yatağımın soğukluğuna alıştığı-ğim için, artık ondan da şikâyetçi değilim. Elimde müdafaa silâhı olarak, yalnız odamın anahtarı var. Şayet beni ısırmağa başlarlarsa, bu büyük demir anahtarla bag-In.nna vuracağını.
Ben ortada, köpekler etrafımda, adımlarımda, en ufak bir değişiklik yapmadan, sanki, onların farkında değilmişim gibi, ya-vaş adımlarla yürüyorum. Beni yirmi otuz adını kadar, bu şekilde götürüp, sonra birden bırakıyor, gerisin geriye dönüp gene süıü halinde, süzülüp gidiyorlar.
Oh., geniş bir nefes aldım.
Ertesi gün gazetede, beni sağ bırakan bu köpekler aleyhine bir şey yazmadım. Fakat ihtiyata riayet «ederek, tıpkı çocukluğumda yaptığım gibi, o geceden sonra, odama, her zaman geçtiğim yoldan, değil de, daha uzakça bir yoklan dönmeğe baş-111111®, a ı Y • 1 AV hİhİ
241
*Bence bizde Nictzsehc'nin anlaşılmasına •:» >di her vakitten ziyade ihtiyaç vardır. Tahsilini bitirmiş veya tahsil çağında baza münevverlerimizde koyu bîı maddiyetçilik kendini göstermektedir. Hayatı bir menfaat »ansı ve menfaatlerin âdilâne : aksim i rmırıncian görmek fetlyı-n ve hu gürilşto bütün tatminini bulabilen bir kütlenin karşısına Nictzsche'vi çıkarıyorum:. Birkaç satır aşağıdan okumaya devam edelim: «Tasvir ettiği (insanüstünü) tipi ne kadar önlenebilecek, uğruna feda olunabilecek bir şahsiyettir! Allahını bırakan bir cemiyete bundan ulvî, bundan kudretli bir erek verilemezdi.» (s. 112).
Sadi Iırnıak'm 1934 de gençlere idealizm diye sunduğu, ondan daha ulvî, dalın kudretli bir felsefe verilemez diye göklere çıkardığı Nietzsche felsefesi 1943 yazında «Faşizmi doğurdu», «ikinci cihan harbinin patlamasına sebep oldu» dediği felsefedir, faşizmle birlikte çöktüğünü ilâıı ettiği felsefedir.
Sadi Irmak, Zerdüşt tercümesinin 1939 da çıkardığılikinci basılışında bir parça daha mutedil bir dil ku|lanıyor. Bir taraftan «bu tercüineyi) yapan ne îlietzsehe fikriyatının muti] bir bendesi, no de herhangi bir idare sisteminin, propagandacısıdır.» derken (s. 100), öteki taraftan hınçlı ve marazî «insanüstü» evliyası Nietzsche yi yine bir ideal lolarak ileri sürmektedir: «Çoktandır nüshâjati tükenen eseri, tamamen yeniden gözden geçirmek suretiyle ikinci defa bası ıtırken ilk temennim, mevzu üzerinde bir fikir cereyanının uyanmasıdır. Çünkü Nıetzsche'nin anlaşılmam uııı şimdi her vakitten ziyade ihtiyaç var lir. Birçok münevverlerimizde koyu bir mn ' deperestlik hüküm sürmektedir. Hayatı; bir menfaat şana telâkki eder, ve yegâne endişe olarak menfaatlerin âdilâne taksimini gözeten bir kütlenin karşısına çıkarılabilecek ideal adıımHrihm birisi Nîetzschc-dir.» (s. 98) Kütlenin karşısını gkanlabi-
ki yazısında «Faşizmi doğurdu», «ikinci cihan harbini açtı» dediği aynı Nietzsehedir. İkinci basılıştan bir iki satır daha okuyalım: «O (yani Nietzsche) ekstrem ve insani bir idealizmi kuran adamdır» (s. 109). «İyi anlatılması büyük bir kültür dâvası olan bu filozofu daha yakından kavlayabilmek için orijinal eserlerinin bir an evvel dilimize çevrilmesi lâzımdır.» (a. 109-110). 1939 da, son haddine varmış ve İnsanî bir idealizm kuran adamdır dediği, eserlerinin bir an evvel dilimize çevrilmesini dilediği Nietzsche, bu 1943 yılının yaz mevsiminde-
«Bütün zayıfları tabiî kaderlerine ter-kedorek bertaraf etmek ve bu suretle ancak kuvvetlilerin yaşamasına imkân vererek büyük çapta şahsiyetler yetiştirmek» tezinin «en keskin formülü» nü vermiştir, dediği aynı hınçlı ve İnaan-dışı Nictzsche"-dir.
Sarih olarak görülüyor kİ fikirde ve kanaatte esaslı bir değişme, bir dönme hâdisesi karşısındayız. Hâdiselerin gidişini daha yakından takip; ettikten, hakikati gördükten sonra, çarpık, sakat ve korkunç fikirlerde körii körüne İnat göstermemek, fikir değiştirmek, hakiki bir fikir adamı için bifÇkuaur değildir, bilâkis bir meziyet-tir. Hakiki bir fikir adamı hakikati menfa-atl-rinin, benliğinin üstünde tutan adamdır. Fakat bir tezden, onun tamamiyle zıddı olanlbir başka töze atlamak için araya giren sebepler, âmiller ortay:, konmazsa okuyucular boşlukta ve hayrette kalır. Onun için Sadi Irmak bu 1943 yılının yaz mevsiminde onu, artık umumun malı olma; olan fikirlerinde, bu katlar esaslı bir atlı.yış yapmaya sevkeden yeni hakikatle-ri!v-? hâdiseleri de yazsaydı biz okuyucuları daha çok faydalanmış olacaktık ve bu-kadar hayret içinde kalmıyat ıktık.
T>ikknte“çarpan diğer bir nokta da, bu çeşit fikri dönme hâdiselerime bu son za-münTâixTâ. şubîrkaç ay içiii'ic. oldukça sıklaşmasıdır. Bakıyorsunuz. ırkçı olmakla tanınan ıkimselen birden ırkçılığa karşı şid-ı derli oçeplie ah®>rlari tasıat temayülleri ) j.
245
olunlar, hattâ vaktiyle bunu açıkça söylemiş olan bazıları, şimdi demokrat, liberal bir hava tutturuyorlar. Amerikayı veya diğer demokrat memleketleri öven yazılar yazıyorlar. Görülüyor ki bir kısım mil-nevver ve yazarlarımız bariz bir surette istikamet değiştiriyorlar.
Doçent Dr. Muzaffer Şerif B.lŞOfil.li
Fraııs Eeınll Slllanpâa, «Mukaıldea Sefalet» çcv. Vahdet Giiltekin. Koman: yirminci Yüzyıl Dünya Edebiyatı Serisi. No. 3. ABC’ Kitalıevi, İstanbul, 1943, s. 200.
Frans Eemil Sillanpââ geçen büyük harp içinde yazı yazmağa başlamış ve küçük hikâyeleriyle dikkat nazarım çektikten sonra 1919 da neşrettiği (Sainte Misâre -Mukaddes Sefalet) adlı romanıyla da dünya edebiyatı karşısında mevkiini sağlamış bir Fin muharriridir.
Sillanpaü daha 1933 senelerinde Rus yazan tvan Bunin’e Nobel edebiyat mükâfatı verilirken zorlu bit ’rakip olarak ortada görünmüş Ve nihayet 1939 da Andre Malraux, Henri de Möntberlant, Georges Duhanıel gibi detv muharrirlerin yanında mihenge vurularak adı geçen müâkfatı ka-zanmıştur.
Mukaddes Sefalet hiç şüphesiz müellifin en güzel eseridir. Ondan evvel yazılan (Hayat ve Güneş) romanı ve ondan sonraki yedi cilt hikâye ve (Silja), (însanm yolu), (Yaz gecesinde insanlar) adlı romanlar ancak Mukaddes Sefaleti hazırlayıcı ve tamamlayıcı bir rolle görünmektedir
Gençliğimle tabiî ilimler tahsililyapan ve hayatın girinti ve çıkıntılariyle burun buruna gelen Sillanpaâ eserini müsbet kaideler üzerine kurmasını bilmiştir. Sillan-pâa’de okuyucunun tecessüsünü uyandırmak, mevzuu şairane rakalarl^.şüş.lş:.TOk . triikleri mevcut değil. Hem (Silja) da hem (Mukaddes Sefalet) te romanın sonu daha ilk satırlarda belli edıüvor:
«Asiler bir meşarlıkiai kazılan çgkurım
I ÜS
içinde kurşuna dizildiler ve en son vurulan Jussi oldu. Fakat o ayakta durup bekleye-memiş te, boylu boyunca uzanmış cesetlerin üzerine — sanki yerini almakta ac^Ie ediyormuş gibi yatmışta. Jussi bunda da herkesten ayrı olduğunu göstermişti. Fakat ona bu vaziyette ateş etmediler, ayağa kaldırdılar.»
Jussi, kendi hikmetini yaşıyan bir köylüdür. Okuması da yok. Cemiyetinin meseleleriyle bağdaşan oğluna da kızmakta. Fakat onu birden değişmiş görüyoruz. İnsanların mukadderatı, ferdin mukadderatına tesir etmekte. Jussi bir halk hatibidir. En ateşli sözleri o söylüyor. Sonra ihtilâl.. Jussi ihtilâlin de faal bir ferdidir. Roman aşağı yukarı bu tem etrafında dönüyor. Maamafih Sillanpâii bu kadar açıkça vermeğe muvaffak olduğu realiteyi bir şiir havası içinde eritmeyi de ihmal etmiyor ve kuruluğa düşmekten kurtuluyor.
Roman Fin köylüsünün mahrumiyet dolu hayatını aksettirmek bakımından da mühimdir. Bu mahrumiyet dolu hayat in-sanlara erkeklik ve kadınlıklarını unuttu-arcak bir mahlûK, arzetmHtlcn çok uzak. Çocuklara soruluyor:
— Basanız evde mi ?
Çocuklar cevap veriyor:
— Evde,
— Neyapıyor?
— Bilmem.
Biri boğulurcaaınıı gülüyor:
— Belki annenle yetiyordur.
Evet annesiyle yatıyor. Ama yalnız değil. Uşaklar, çocuklar, misafirler de bu t i. odada yatıyorlar. Ve anne, kadınlık taraflarını onlardan Baklayamıyor. İşte Fin köylüsü böyle. Siüanpaâ her dakika neşteriyle bu meseleleri deşmek:
Bir Fransız yazan, Bımrcs, Mukaddes Sefalet fçm yazdığı tenkitte şöyle diyor:
- Eğlenmek istiyenleıiıı başka tarafa gitmesi rica olunur.
Halbuki Mukaddes Sefalet bitirmeden elden hu-nkılahilecg.k rofllan değil. Eseri ^teSiime edA Valâet G jtekin iyi bir mü-
246
KÖYÜN İÇİNDEN :
Köyde Dinî Kıymetlerin Durumu
Ankara vilâyetinde Balâ köylerinin hocaları istisnasız Oflu veya Rizelidirler. Para kazanmak için bir köye kapanırlar. Bu hocalar bir senelik tutulurlar. Paralan harman sonunda verilir; bu para köylünün haline göre 300 ile 1000 arasında olabilir. Bundan başka hocaların yemeği ekseri halde köylü tarafından sıra ile verilir. Hoca bununla da doymaz; her sene tayyareye verilen fltraların bir kısmı da hocaya gider. Birisi ölse hemen ölünün evine koşup kuran okur, evin zenginliğime göre para verilir. Köylü harman kaldırırken başına dikilip harmancılık ister, yani açıkçası köy-'iiden buğday dilenir: «Hocaya harmancı lık vermiyen rcnçbcrin mahsulünün bereketi olmaz, onu ağız tadı ile yiyemez.» Hoca bununla, da kanmaz, her tüyü kırpılan koyundan, tiftik keçisinden bir kilo yün'ister. Köyün İlmî ve manevî otoritesi hocadır. 0, her şeyi kitaptan bulur, çıak-rır. Bu harpte İçim mi galip gelecek? «Ha bunu kitap böyle yazıy .» diye başlar. Yağmur nasıl yağıyor diye uzarı boylu düşünmeye lüzum yoktur; hoca her şeyi halleder: «Gökte bJr deniz vardır, oradan yağmur yağıy. Hoca, namaz, oruç, din, iman, meselelerinde tam salâhiyeti haizdir. Ama nc yapsın ki gençler arasında dinsizler çoğalıyor, sözünü tutmuyorlar namaz kılmıyorlar; «bu yüzden dünyanın sonu» da gelmektedir.
Dini merasim, namaz ve oruç, hayatın güçlükleri ile karşılaştıkça terkolunmak-tadır. Meselâ, harman mevsiminde köylü
çok yorulur; toz duman içinde kalır Bu günlerde köylü yanından su destisini, ayran bakracını eksik etmez. Bu şartlar altında oruç tutmak bir nevi cinayet olduğu halde, hoca oruç tutulmasında ısrar eder. Fakat birçokları hocanın bu sözlerine kulak asmamağa başlamışlardu'. Bununla beraber hurafelere inanış, dinî itikat köylü ruhunun derinliklerine inmişe benziyor; hocaların nefesinin her derde deva olduğuna inanırlar; bu dini kıymetler yaranda, doktorlara inanış yeni filizlenmektedir.
Görülüyor ki, bu köylerde dinî kıymetler, köylünün hal ve hareketlerini, köy hayalını tanzim ve kontrolda hâlâ mühim bir rol oynuyor; gerçek vasıtaların ve usuüerin hayat meselelerini halletmekte kâfi gelmediği hallerde dine baş vurularak çare aranıyor: Ziraat vasıtalarının iptidaî olduğu hailede mahsulün bereketini hocanın duasından beklemek .gibi; İlmî tababetin mevcut olmadığı hallerde hocanın nefesinden şifa ummak gibi.. Köy hocaları dinî kıymetlerin köy. cemiyetindeki bu kuvveth. mevkiinden kendi menfaatlerine faydalanıyorlar. (Yukarıdaki misaller). Fakat'.diğer ..taraftan, daha geniş cemiyet bünyegade olduğu gibi, aynı derecede olmamakla. beraber, bu. köylerde de dinî kıy-metletf/zayıflıyor; hele dinî kıymetler hayata maddî güçlükleri, fizyolojik ihtiyaçlarla çarpışınca büsbütün çöküyorlar: harmanda, işlerin ağır olduğu zamanda oruç ve namaz kaidelerine riayet edilmemesi gibi..
Nabi »İNÇER
tercim olduğu:ı u ve romanı çevirdiği Fren- Mukaddes Sefalet tam yirminci yüz-sız dilini türk • kadar bildiğini kolaylıkla yılın romanıdır. Bir tâbi, onu neşretmiş ol-belli ediyor. makla övünebilir.
Adımlar'da tahlil edilecek eserler:
Sabahattin Ali - Kuyucaklı Yusuf,
________ A. Şinasi Hisar - Failim beı ve Biz,
(Köy- fıkrası)
KÖPEK DUASI
înıam Osman Efendi her zaman köy odasında, cami duvarının gölgesinde, duvar diplerinde g’ılncşliyen köylülere «-Dinsiz imansız herifler, şurada günde beş vakit ezan okurum, cemaat üçten dörde çıkmaz. Allah encamını hayırlı eyliye. Başımıza bu ■gidişle taş bile yağsa azdır. Abdest yok, namaz yok. Görmüyor musunuz Erzincan ııe oldu, Tokat ne oldu, Adapazar ine oldu? Bunlar hep dinin elden gitmesinden olan şeylerdir.» Hoca Efendi bu nasihatten sonra zelzelenin izahına geçti. Uzun sakalını sol eline alıp sağ eliyle de bir çok hareketler yaparak «Komşular toprak damar damardır. Damarların bir ucu Allahın elindedir. Bir memleket halkının azgınlık derecesine göre- damarın ucu çekilir, oradaki halkın terbiyesi için zelzele halkedılir.»
Hoca efendi nerede birisini görse derhal ona yalan yanlış dinî telkinlerde bulunur.
Hoca ile ilk tanışi iğim gün bana adımı sordu. «Hay-ıefendi adın da güzelmiş. Pey gamber efendimizin adıymış amma, yanlış yol tutmuşsun. Ne için bir hoca olmadın?»
Yine bin gün hoca köy odasınd a bîr köpek duası okuyup izah ediyordu. Ağalar biz köylüyüz, ömrümüzün yarısı yolda, bolde geçer. Malûmya davar köpekleri azgın olur. İnsanı bir çevirdilermi maazallah param parça ederler. Bunun yegâne çaı csi şudur. (Ve kelbühüm basitin zmnahiı Bu âyeti celileyi okudunuz mu size doğru gelen köpek olduğu yerde kalır.»
Kendilerini kolayca köpek tehlikesinden kurtulmanın yolunu bulduk -diye bu duayı öğrenmek istediler. Hoca hep bir
ağızdan duayı yedi defa tekrar ettirdi. Hafızası kuvvetli olan, duayı ezberledi. Artık içlerinde köpek korkusu kalmadı. Kırda , bayırda bir hayvan ölür, onun leşini yemek için başka dağlardan bile kurtlar gelir, üçü beşi kalkar sekiz onu koşar..
Köylerden de tanınmış bir adam öldü mii bir kaç kuruş devir parası alabilmek için tıpkı bu kartallar gibi aşırı kazadan hocalar gelir, imam Osman efendi de köyün bil-inde tanınmış ağalardan birinin öldüğünü duymuş; birkaç kuruş ıskat alabilmek için oAUahümnıe ya Fettah, ya cenaze ya nikâh» duasını okuyarak eşeğine binip yola çıknuş. Köyünden iki saat ayrıldıktan sonra bir sürünün köpekleri hocayı çevirmiş. Hoca duasını okumuş, fakat köpeklerden meram anlayan yok. Nihayet eşekten inip belinden bıçağını çekmiş. Canını kurtarmak için sağa sola saldırmağa başlamış. Nasılsa bıçak sol diziin dört parmak üstünden bacağına saplanmış. Köpekler hocayı birkaç yerinden ısırmış. Çobanlar yetişip hodayı kurtarmışlar. Hocanın yağı (60) tan yukarı.. Doktora ve ilâca inanmıyor. Yarasını kendisi tedaviye başlıyor. Pislikten yara azmış, kangrene ç-virmiş. Hocaefen-do hasta hamiye; düştü. Giderken bütün köylü helâllaşıp ağlaştılar.
«Yazık, her şeyimize muska alırdık, clundan sonra kime baş vurmalı? Ya hoca ölürse? Ya bebe belik, inal meıâl nazara uğrarsa kimden muska alır, kime kurşun löktürürüz?»
Hoca hastahaneyi a yladı. Yası köyde l irkaç gün devam etti. Günün birinde paıı-ialonun sol dizinde bit- düğüm iki koltuğunda iki değnek hoca efendi çıkageldi, iöyde kadın erkek kol’okları dolu onu ziyarete gittiler.
Mustafa SÖKMEN
248
ALİ KJZA YEGJSN
OSMAN ÖZKAL
Talttakah
EHEMİN Ç,
Toptan ve Peraken
Halis Aksaray ve
Toptan ve
'. "Yeni I
AI.1 PEBlpNIÎL VE KAZIM PEKÇİNEK Ticaret Evi
Zeytin, zeytinyağı^ sabun vehernevi sâde, yağlar,; peynir vesaire toptan satış yeri Kooperatif arkası Ali-Naznıi Ap. Nö. 1/2: Tel No,'3153, Telgraf: Alî Kâzım Sicil-No. 1912, Kuruluş 1930
OSMAN ANTEBLİ VE İŞMAtL BEKLİ
HALİM ŞATÇI
.Zeytin, aeytiiıyağı, sabun ve lıer nevi sâde yağlar, peynir vesaire sacı evi
Kayseri Pastırma Pazarı
Neni Hal No. 21
Tel No. 3675, Sicil No. 2007
-Kuruluş tarihi : 1930
Telgraf: '.ni Hal Osman
Kuruluş ta. 1929.' :S il No. 3551
r ve Edirne Peynirle : saf AyVâlıIt, Edreç mevi
MİLLÎ PİYANGO
S Her çekilişte bir millî piyango bileti'" $ alarak bütün yıl talih kapılarını ken-î; nize daima açık bulundurunuz. Her an servete kavuşabilirsiniz
1 -*
■i ş
Jiu :çeliil3jiei talihiniz gülmedi ise Ver- -î 'diğinizptira, boşar, gitmiş- degüdiı1. Hu ı ■efet Çelik kanatlarımız kazanana de- ; incittir. Belki de sizin kazanına .sıra- ; hız bu çekiliştedir.-
X ₺ Ç
I M I L L î PI Y A N G O , |
ası
KEŞİDELER: 21
:
—
: ı i
3
•>. »
.10 »
2 Mayıs. 25 Ağiıstos, : tk, teşrin tide yapılır.
AMİYELERİ
la Kavaklıdere'de 10 l Nö. 254, Parsel Nl
= 2000.- Lira
= 3000.—
2000.-
»
î>5
• •
Banlı aynı
••ınlkiJI :i de /eı
ılııu
jpıi^
251
'urs
ȣ
> ktirmiş olmaz
2. / ____________________
fr - : ‘"'Y' Acnkara (2743)
Comments (0)