1946 Temmuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1946 Temmuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Basın hüriyeti
Behice BORAN
Constaniin Meunier’den: İşçi
Bîr
veya kapalı şekillerdeki dahaleden kurtulmasıdır.
almak ır^-biridir. Bir
demokrasinin gerektirdiği t.u.samı: yetmez. Basın nata Mit eden şartları da orta-hızlandıra-

f—) ASİN hürriyeti deyince ilk akla gelen, basının açık *• veya kapalı şekillerdeki her çeşit sansürden, mü-
Memlekimizde bu bahiste yazılan yazılara bakılırsa, mesele umumiyetle bu şekilde anlaşılıyor. Şüphesiz hür bir basından bahsedebilmek için bu çeşit müdahalelerin olmaması ilk şarttır, fakat, demokrasinin gerektirdiği basın hayatı yalnız bu şartın yerine gelmiş olmasıyla gerçekleşebilir mi?
Niçin basın hüriyeti üzerinde demokrasinin esas şartla' rından biri olarak İsrarla durulduğunu görüyoruz? Çünkü demokrasi halk idaresi demek olduğuna göre, memleket meselelerinde halkoyunun kendini göstermesi şarttır. Heıhangi meselede halkoyu, o meselenin seıbestçe ele alınıp münakaşa edilmesi neticesinde belli olur ve halkoyunun kendini belli etmesinin vasıtalarından biri de memleket basınıdır. Hür bir basın, halkoyunun dile gelmesidir. Basın hüriyetinin manâsı ve ehemmiyeti bu olunca, basının üzerinden sadece hükümet baskı ve müdahalesinin kalkması, bin bası ı vaziyetin meydana yatının gelişip kuvvetlenmesini i dan kaldırmak ve bu gelişmeyi kolaylaştıracak, cak şartlan sağlamak gerekir.
Bir gazete veya dergi çıkarabilmek için izin buriyeti basının gelişmesini zorlaştıran şartlardan vatandaş veya bir sosyal teşekkül bir dergi veya gazete yayınlamak ihtiyacını duyar, fakat bu ihtiyacın duyulmasıyla ruhsatiyenin alınıp gazete veya derginin basılması arasında beş altı ay, hatta bazan daha fazla bir zaman geçer, kitabın basılıp yayınlanması belki beş altı ay bekliyebilir, fakat gazete ve dergiler zaman şartlarına çok daha hassas olan yayınlardır. Bir dergi, hele günlük bir gazete için beş altı aylık bir gecikme çok mühim bir engeldir. Bundan başka, beş altı aylık, veya daha fazla süren müddetin sonunda gazeteyi çıkarmak istiyenler red cevabıyla karşılaşıp yayınlamak imkânından büsbütün mahrum da kalabilirler.
Hür basın hayatının gelişmesine bir ikinci engel, siyasî ve gayri siyasî ayrılığı ve siyasî mevkut-yaymlann para kayıtlarına bağlı oluşudur. Gaye, halktan olan vatandaşların ve halk teşekküllerinin kolayca basın hüriyetinden faydalanabilmesi, büyüklü küçüklü, mahallî veya memleket mikyasında, her çeşit yayınların bollaşmasıdır. Halbuki bir gençlik teşekkülü, küçük bir köy topluluğu kendi sesini duyurmak istediği zaman, siyasî yayınların şart koştuğu bir kaç bin lirayı nasıl bulabilsin? Malî kayıtlar, basın ve yayın imkânlarından sadece müreffeh zümrelerin faydalanması, geniş halk yığınlarının, vasat vatandaşların ise bu imkânlardan mahrumiyeti neticesini doğurur.
Gazete ve dergi çıkaranların tahsil seviyelerine ait ka. yıtlar da aynı şekilde basın hayatının daralmasına, bazı ay. din zümreler elinde kalmasına sebep olur. Gazete ve dergj yayınlamak hakkı neden sadece üniversite mezunu vatandaşa tanınsın? Demokrasinin gerektirdiği basın hayatı, sadece aydınların yayınlarda bulunmasından ibaret değildir ; daha ziyade, halkın da kendi sesini kendi diliyle, kendi görüşü ve
Rubai •-----------------------
(HAVYAM’CA POLEMİK)
Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil, uyanılmaz uykulara varmadan, yâkut şarabı-billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan..
Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı, gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar-düdüğüydü uğuldıyan....................................
Nûreddin Eşfak
ifade tarzıyla duyurmasıdır. Bunun için tah. sile ait kayıtlar kalkmalıdır.
Bütün bunlar demokratik bir basın hayatının gelişmesi için ilk lüzumlu şartlardır. Bunları gerçekleştirdikten başka, demokratik basın hayatının gelişmesini teşvik edecek tedbirleri almak lâzımdır. Meselâ, memleketin dört bucağında matbaaların çoğalmasını sağlamak, küçük teşekküllere, köylere kadar hiç değilse teksir makinelerini yaymak, ucuz kâğıt temin etmek, yayınların tevzi işini teş-
kilâtlandırmak ve hızlandırmak, muharrir ve mütercimlerin haklarını korumak, onları re-fahlandırmak gibi.
Demokratik hüriyetler meselesinde ehemmiyetle hatırda tutulması gereken nokta şudur: kayıt ve müdahalelerin kalkması, kanun bakımından hüriyetin tanınması ilk merhaledir. Asıl mesele, kanunların verdiği hüriyet-lerin yalnız bazı zümrelere münhasır kalmaması, halkın, ekseriyetin bu hüriyetlerden fiilen faydalanabilmesi için gereken şartların ve vasıtaların temin edilmesidir.
SAYI
A
I Temmuz I94k6
ANKARA
25
KURUŞ
Olağanüstü Savaş ne oldu ?
Varto Felâketi
Qeçen yıl, Sağlık Bakanlığı memleket ölçüsünde bir «olağanüstü sıtma savaşı*na girmişti. Bu adeta bir «cihadı ekber», bir «umumî seferberlik» oldu. Her tarafa ekipler gönderildi. Hastahaneler-deki asistanlar bile seferber edildi. Üç dört ay sonra da bu savaşın bataklıklar ve sivri sinekler üzerine tam bir Zaferle neticelendiği ilân edildi. Bu sıkı çalışmanın sıtma ile savaş işinde tesirli neticeler verdiğinden kimse şüphe edemez. Yalnız, işe yakından bakıldığı zaman, bu savaşta tabiatın bir bakıma menfi bir şartı «olağanüstü savaş» a-çanlara büyük ölçüde yardım etmişti : bütün memleketi kasup kavuran, ekinleri kurutup, yurdun bir çok yerlerini açlık tehlikesi karşısında bırakan, köylüleri şehir sokaklarına döken büyük kuraklık. Yağmur yağmadığı için bataklıkların çoğalması şöyle dursun, kuraklık sayesinde toprağın altı bile kurumuştu. Bunun için zafer istatistiklerinde kurutulduğu ilân edilen binlerce hektar bataklığın kurumasında korkunç kuraklığın büyük payı olmuştur.
Böyle de olsa, Türkiye’de sıtma yuvası olan yerlerin ortadan kalktığı, sivri sineklerin köküne kibrit suyu ekildiği iddia edilemez. Üç dört aylık bir savaştan sonra - bu ne kadar olağanüstü olursa olsun - memleketimizde sıtmanın bir tehlike olmaktan çıktıkını kimse söyliyemez. Bunun için geçen seneki seferberliğin bu sene de de ayni hızla devam etmesi gerekirken, sanki maksat hasıl olmuş gibi, bu sene ortada böyle bir kımıldanma görülmemektedir. Eğer hasıl olan bir maksat varsa bu her halde halkın sağlığı, sıtmanın tahribatından kurtarılması davası değildir. Kaldı ki bu sene, geçen senenin zıddına olarak memleketin her tarafına aşıra, yağmurlar yağdı. Bir çok köyleri, kasabaları seller baedı. Sürekli yağniurlar en ile ri şehirlerimizde bile göller meydana getirdi Bu’ gün yalnız Ankara gençlik parkındaki havuzun yanında öbek öbek bataklıklar, gölcükler peyda olmuş bulunuyor. Oraya gezmiye, hava almıya gidenler suyun yüzünü bulut gibi kaplıyan sivrisinek ordusunu görünce korkuyla : «Nerede olağanüstü savaş ?.» diye bağırmaktan kendini alarm- b,r çok valandaşlarl da ac. ac. düşündürenşey ; o gece radyoda, bu şairin ne sosyal ve nede millî bir değeri olmayan şiirlerini, ve bu arada bilhassa. sadece sevgilisinin gelip yanına uzanmasından bahseden bir şiirini okuyanların ; o günlerde Muş ve Varto’da deprem felâketine kurban giden yüzlerce kadın, erkek ve çocuk vatandaşın bu fei lâketile istemiyerek bile olsa olanları unutarak, is-temiyerek dahi olsa, onların sefaletleriyle eğlenmiş olmuyorlar mı ?
yorlar. Evet, olağanüstü savaş, kuraklığın ortalığı cayır cayır kavurduğu, bataklıkları kuruttuğu geçen yıldan çok, memleketin büyük bir kısmının su altında kaldığı, her tarafın bataklıklarla dolduğu bu yıl lâzımdı. Halbuki ortada hiç te böyle bir alâmet görmüyoruz. Galiba geçen yılın zaferini kazananlar bu olağanüstü savaştan sonra ya pek yorgun düşmüş, yahut ta yeni zaferlere ihtiyaçları kalmamıştır.
Toprak Bayramı
■yOPRAK kanununun kabulünün yıldönümüne rastlayan günlerde toprak bayramı gazetelerde büyük akisler doğurarak kutlandı Topraksız köylüyü topraklandırmak, ona iş vasıtalarını sağlamak, fakir köylü tabakalarının hayat seviyesini yükseltmek, yurdumuzun esas davalarından biri. Bu davayı ciddiyetle ele alıp kanun şekline dökmek yirmi iki yıl aldı. Sonunda, ziraatimizin ihtiyaçlarına iyi cevap vermiyen, kifayetsiz, tatbik şekli aksak bir kanun elde ettik. «Ne ise, dedik, bu ilk adım. Bir başlansın, belki «sonradan hatalar, aksaklıklar düzeltilir, eksiklikler tamamlanır.» Aradan bir yıl geçti. Bu bütün bir yılda sadece «hazırlıklar» yapıldı. Ancak yeni yeni, bazı böl-
Belki bazı okurlarımız dinlemişlerdir. Haziranın ilk günlerindeydi galiba, Ankara Radyosunda bir Yahya Kemal gecesi tertip edilmiş ve öteden beri bu şaire hayran olduklarını söyliyen bir kaç kişi bir araya gelerek, şairin dünyayı hep gül-penbe gören - daha doğrusu, dünyayı değil, ken. di muhayyelesini demek lâzım, çünkü şimdiye kadar şiirlerinde gerçek dünyayı gördüğüne delâlet edecek bir tarafa rastlanmamıştır - şiirlerinden bir kaçını seçip okudular. Aklımızda kaldığına göre, bunlardan biri, ayrı düştüğü sevgilisinin hasreti artık canına tak dediği için, yanına gelip sevgisinden bir parça tattırmasını istiyor, diğerleri de, Lâle Devri hasretiyle Boğaziçi ney ve mey âlemlerinden bahsediyordu. Durup dururken radyoda böyle bir şeye neden lüzum görüldü acaba diye merak ettik, sonra şairin son ara seçimlerinde milletvekili seçilerek, o günlerde Ankara’daki yeni vazifesine başlaması münasibetile, ona hayran o-lanların, şairlerine karşı celtinmence bir jestte bulunmak tstemeleri ihtimalini hatırladık. Fakat asıl bu olay bize daha başka şeyler de düşündürdüğü için üstüne patmak basıyoruz. Bir defa, bir devi let radyosunun, bir kaç kişinin bir şaire karşı besledikleri hususî sevgi ve hayranlıklarını ifade et, mek gibi, kimseyi ilgilendirmiyen bir arzunun tat. minine âlet edilmesi ne dereceye kadar doğrudur? Bu işi pek alâ herkese ilân etmeğe lüzum kalmadan, müştereken şaire yazacakları bir «takdirkâr» mektııbıî veya çekecekleri ' edebî» bir ziyafetle yerine getirebilirlerdi. Sonra, bu saatin halkaTay-dalı ve öğretici olduğunu kim iddia edebilir? Kaldı ki, bu şairin, saatlerinin her dakikası halkın kesesinden ödenen bir halk radyosunda kendisine bir saat ayrılmasına hak kazanabilecek kadar hal. kın ve onun sosyal davalarının şairi olduğunu da zannetmiyoruz. Nihayet, asıl bizim gibi ihtimal k
gelere komisyonlar gönderiliyor. Kanunun kabulü sıralarında tatbikinin yirmi yıl süreceğini işitmiş-tik. Şimdi de, yıl dönümü münasebetiyle bu bahiste selâhiyetli olması lâzım gelenlerin yazdıkla rında işin uzun süreceği, yirmi.yıl tutacağı tekrar edildi. Yirmi yıl! Yirmi iki yıl kanun için bekledik, yirmi yıl da tatbiki için, etti kırk iki yıl. Ortaçağın durgun zamanlarında, bir memleketin hayatında yirmi yıl, kırk iki yıl, belki fazla bir şey ifade etmezdi. Ama yirminci yüzyılın ortalarında. yirmi yılda, kırk yılda dünyanın altı üstüne gelebiliyor. Hayatının cefalı, mahrumiyetlerinin çok olduğunda herkesin ittifak ettiği köylümüz, bir parça toprak edinebilmek için daha yirmi yıl bekliyecek takatte midir? Kağnıdan trene, otomobile, uçağa geçmek zaruretinde olduğumuz gibi sosyal davalarımız yolundaki çalışmalarımızı da hızlandırmak zorundayız. Yirmi yılı iki yıla indi-rebiliyor muyuz? işte o zaman bayram edelim.
Atlantik Okyanusunun efsanevî Antil adalarından birinde, Kristof Kolomb’un mezarının bulunduğu Ispanyola adasında «Santo Domigo Cüm huriyeti» adını taşıyan bir «cumhuriyet» vardır. Bu cumhuriyetin tarihçesini bir tarafa bırakarak, onun başkanı ve ordu komutanı olan Raphael Leonida Trujillo Leolina’dan bahsedelim: Trujillo melezdir ve bugün 54 yaşındadır. Babası, insan öldürme suçundan uzun yıllar hapiste yatmış, kendisi de bir defasında sahtekârlık suçundan mahkûm olmuştur. 2.000.000 kadar nüfusu olan bu «cumhuriyet», aslında Trujillo’nun gerçekten bir malikânesidir. Bu «cumhur başkanı ve ordu komutanının yıllık geliri 5.000.000 dolar olup, şahsî mülkü 25.000.000 dolara yakındır. Yurttaşlara Başkanı ve politikasını tenkit hakkı asla verilmemiştir. Bu gibi hareketlerde bulunanlar ortadan esrarengiz bir şekilde kaybolurlar. Bir kaç yıl önce, Trujillo, subaylariyle birlikte bir ziyafetten dönerken, hafif bir tebessümle, memleketinin Tahiti’li muhacirlerden temizlenmesini pek arzuladığını izhar etmişti. Derhal ertesi günü 10.000 kadar Tahiti’li kadın, erkek ve çoluk çocuk kuzu gibi boğazlanmıştı. Bu olay Birleşik Amerika Devletini hayli endişelendirmiş, netice olarak ancak Trujillo, Tahiti hükümetine 750.000 dolar «tazminat» vermeğe mecbur edilebilmişti. Trujillo bugüne kadar üç defa evlenmiştir. En çok sevdiği çocuğu bugün onbeş yaşında olan Ramphis adın, daki oğludur. Bu çocuk daha beş yaşındayken kendisine babası tarafından albay rütbesi verilmiş ve 475 dolar aylıkla orduya katılmış, sekiz yaşına basınca da generalliğe yükseltilmiştir.. «Santo Do-mîgo Cuıflhrtrfyefi» dahilindeki yollarâa, " resmi, . hususî bütün müesseselerde. dairelerde, «ölmez Şef Trujillo», «Tanrı ve Trujillo», «içtiğiniz suyu size Trujillo veriyor» gibi vecizeler asılıdır. Resmî unvanlarından bir kısmı şunlardır : «Yurdun Hamisi», «İktisadî Egemenliğin Bânisi», «Milletin Kurtarıcısı», «Santo Domigo Partisinin Kurucusu ve Değişmez Yüksek Başkanı». «Devlet Babası», «Güzel Sanatlar ve Kültürün Hamisi» vs. vs... «Santo Domigo» cumhuriyeti tek partili sistemle idare olunur. Trujillo’nun anası Culia Molina «Milletin anası» ve «Birinci Kadın» ünvanlarmı taşır. Trujillo, yabancı müstevlilere karşı ayaklanarak isiiklâl savaşı açan yurttaşlarını düşmana satmakla işe başlamış, 1916 - 1924 yılları arasında sivrilmiştir. 1930 seçimlerinde kazanabilmek için memleketi bsştan başa tethişe tabi tutmuş, 24 saat zarfında tam 1200 kişi öldürtmüştür. Bu seçimlerde Trujillo. rakipsiz^ olarak «oy birliğiyle» başkanlığa seçilmiştir. İktidarı ele aldığı vakit Devlet hâzinesinin mevcudu 7.000.000 dolar olup buna karşılık amerikalı kapitalistlere 20.000.000 dolar botç ödemek gerekiyordu. Trujillo hiç tereddütsüz memurların maaşını yüzde yirmi beş nisbetinde kısıntıya tabi tutmuş, yüzlerce mektep kapamış, bütün bu borçları son meteliğine kadar ödemiştir. İktidarı ele aldığı günden bugüne kadar öldürttüğü siyasî rakiplerinin sayısı 10.000 den fazladır. Santo Domigo Cumhuriyetindeki bütün işletme ve fabrikalarda hisselerin yarısından fazlası Trujillo’nundur. Genel Evlerin ve barların nhisannı kardeşine bağışlamıştır...
«Simera» dergisinden
Sahibi : Asaf Ertekin. — Yazı İşleri M d. ve Umum [Neşriyatı idare eden : Yaşar Çöl.
Adres: Posta Kutusu 2017 Bakanlıklar, Ankara — Basıldığı yer: Sebat Basımevi, İstanbul.
Onbeş günde bir çıkar
ABONE ŞARTLARI
Yıllık: 6 lira.
6 ağlık: 3 lira.
4 ARALIK HADİSESİ
Yazan:
Asaf ERTE KİN
4 Aralık vakasını basma aksettirerek protesto eden yazısını aynen aşağıya alıyorum :
Bu der-vakasını ve üni-hareket
URDUMUZDA daha ileri bir demokrasiye ’ geçildiği ve Üniversitenin muhtariyet kazandığı bu günlerde, İstanbulda «Üniversiteli» adıyla çıkmaya başlıyan bir derginin demokrasi tarihimizden kolay kolay silinemiyecek bir lekeyi, Üniversite gençliğine maletmekteki gayretkeşliğine hayret etmemek elden gelmiyor, gide üniversiteli bir genç, 4 Aralık yapan kimselerin üniversiteliler olduğunu versitelilerin bu işde kendi iradeleri ile
etmiş olduklarını, kesin bir lisanla söylüyor. Eğer bu yazı ilk olsaydı güler geçerdik. Fakat iş bu kadarla bitmiyor. Dün açıkça demokrasi aleyhtarı neşriyat yapan, bugün ise demokrat kesilen bâzı gazetelerin, bir gerilik nümunesı olan 4 Aralık vakasını Üniversite gençliğine aylardanberi maletmek için, yapmakta olduğu sistemli ve sinsice yayın, bizi bu konuda konuşmak zorunda bıraktı, Bu sistemli yayınlarda : «Türk gençliğinin asîl heyecanı.. Millî heyecanın asîl tezahürü..», kabilinden tabirlerle 4 Aralık hâdisesi, gençliğe beğendirilerek tasvip ettirilmek isteniyor.
Her aklı başında yurtsever vatandaşın istikrah ve nefretle karşıladığı bu vaka haklı olarak demokrat basınımızdan, irtica damgasını yemiş bulunuyor. Hiç şüphesiz birkaç yüz insanın, tahrip vasıtaları ila bir baskın şeklinde bazı gazete ve mecmuaları» idarehane ve matbaalarıyla, bazı kitap-evlerini yıkıp yağma etmeleri, ileri bir hareket olarak vasıflandınlamaz. Çünkü bu, faşist ve nazi rejimlerinin hükmettikleri memleketlerde görüle bilen bir harekettir. Demokrasi ışı lan ile aydınlanan memleketlerde böyle birşey görülme, miştir.
Yurdumuzda demokrasinin ilerlemesi için ge-
4
rekli faaliyetlerin son haddine çıktığı günlerde, bu nevi bir gerilik hareketinin memleketin aydın zümresini temsil eden Üniversite çevrelerine atfedilmesi affedilemezdi. Nitekim bu işle ilgili oldukları zannedilerek sorguya çekilen üniversiteli öğrenciler daha o zaman kendilerine yapılan bu ithamı reddettiler.
Üniversitelilerin yapmış oldukları bu açıklama, rektörlerinin beyanatında da resmî ifadesini bul* muştu. Buna rağmen üçbeş üniversiteli çıkıp da ille bu tahripçi ve gerilik sembolü hareketi üze* rine almıya kalkışırlarsa, buna diyeceğimiz bir şey yok. Çünkü bunlar üniversiteli arkadaşlarının ve demokrat basının tekrarladıkları çapulcular zümresine kendilerini katmaktan başka bir şey yapmış olmazlar.
Şu noktayı kat’i olarak açıklamak isteriz: 4 Aralık vakası ile Üniversite gençliğinin hiç bir ilgisi yoktur. Nitekim Üniversiteye, Türk gençliğine maledilmek istenen bu vaka üzerine, infial duyan Ankara Üniversitesi gençleri, bir yandan Istanbuldaki gibi bir hadise çıkartmaya teşvik edilirken ve üzerlerine konmuş olan baskıya rağmen, bu hadiseyi protesto etmekten geri durmamışlardır.
Ankara üniversitesi gençlerinin elli imza ile
«Ankara Üniversitesi talebelerinden aşağıda imlaları olan bitler, İstanbul Üniversitesi talebelerinden olduğu söylenilen bir gurubun Tan, Yeni Diinya, Görüşler, La Turquie gazeteleriyle Berrak, A. B. C. kitabevlerinde tahribat yapmak suretiyle gösterdikleri anti-demokratik hareketi protesto eder ve bu kimselere hatırlatırız ki: Aziz Atatürkümüzün muhafaza ve müdafaasını bizlere emanet ettiği canımızdan kıymetli Cumhuriyetimiz ileri bir demokrasiye doğru gelişme yolundadır. Bu gelişmede ise en mühim rol basınındır. Anlayışlı halkımızın ve gençliğimizin son zamanlarda basın hürriyetine verdiği önem bunu açıkça isbat etmiş bulunuyor. İnkılâbımızın ana prensiplerini hiçe sayarak dünya gençliği karşısında arkadaşlarını küçük düşürmek istiyen bu anti demokrat kimseler Türk gençliğini temsilden çok uzak buluyoruz. Sulhsever re demokrat bir dünya kurmak yolunda dünya gençliğinin toplanarak bir birlik kurduğu bu zamanda biz demokrat Türk gençliği de memleketimizde doğmakta olan basın hürriyetine, kültür müesseselerine çılgınca saldıranlara demokratik hürriyet ve hakları çiğ-netmiyeceğiz. Büyük Atatürkümüzün şu sözleri şiarımızdır : GENÇLER ! CESARETİMİZ! TAKVİYE VE İDAME EDEN SİZSİNİZ. SİZ ALMAKTA OLDUĞUNUZ TERBİYE VE İRFAN İLE İNSANLIK MEZİYETİNİN FİKİR HÜRRİYETİNİN EN BÜYÜK TİMSALİ OLACAKSINIZ.
Bu müessif hadiseye iştirak etmediklerine inandığımız İstanbul Üniversitesinin demokrat gençliğine «ergi ve selâmlarımızı göndeririz.
NOT: Bu açıklama, İstanbulda Akş am, Cumhuriyet, Haber, Hür Ses, Son Posta, Son Telgraf, Ten, Tanın, Tasvir, V«kit, Vatan, Yeni Dünya, Sabah, La Turquie; Ankarada Ulus, Sivasta Ülke, izmirde Anadolu, Yeni Asır, Adanada Türk Sözü gazetelerine gönderilmiştir.»


KÖYDEN MEKTUP
Köyde Sağlık
Nedense o zaman bu protesto yukarıda isimleri yazılı olfcp da intişar etmekte olan gazetelerin hiç birisinde yer almamıştı. Buna rağmen bir serdengeçtinin tek imza ile Ankara Üniversitesini temsilen İstanbul j basınına çektiği, 4 Aralık vakasını tasvip eden telgrafı, gazete sütunlarına iri puntolarla geçti.
Bunlar gösteriyor ki bugünkü muhtar Türk Onh 'ersitesinin 4 Aralık vakası ile hiç bir ilgisi yokt ur. Mürteci basın ve onu tasvip edenler, bil-., Yarası olanlara ilaç da- »Delidirler ki: Memleketin savunması ve korunması Atatürk tarafından kendilerine emanet edilmiş olan Türk gençliği gündelik politika oyunlarına alet edilemez. ATATÜRK GENÇLİĞİNİN İDEALİ, SİYASİ OYUNLARIN ÇOK ÜSTÜNDE, İNSANİ VE KUTSALDIR.
ri
GÜN geçtikçe köylerimizde, hayat şartlarının b. Bazılarına iğne yaptı. ,|-----------------------
bozulduğunu, geçim, yiyecek sıkıntısı yü- £>“>- Evlerine gittiği ağır hastalardan beş liradan «Tabii tane-urmadığı iğneler bundan
zünden memleket sağlığının kötü ve tehlikeli bir duruma düştüğünü aşağıda vereceğim bir iki misal anlatır, kanaatindeyim. Geçen yaz tatilinde kısa bir zaman için gittiğim beş yüz evli büyücek bir nahiye merkezinde dizanteri hastalığı köyü kırıp geçiriyordu. İlk defa çocuklarda görülen kısa bir ishalden sonra kanlı basuıa çevrilen bu hastalık az zamanda salgın halini alarak büyüklere de sirayet etmiye başladı. Başını sokmadığı ev, girmediği ocat kalmadı. Koca koy kısa bir müddet içerisinde hastahane halini aldı. Hastalığa yakalananların üçte ikisi ya ölüyor, ya uzun müddet bu derdi çekiyordu. Bazan altı yedi çocuğu birden yatağa düşen ailelere rastlanıyordu. Fakir ve yoksul aileler için tehlike büsbütün artmakta idi. Tabii bütün köy korku ve dehşet içerisindeydi. Daha altı ay evvelisi aynı köy kızamık ve boğmaca gibi hastalıklardan yüzelli çocuğa yakın kurban vermişti Nahiyenin mensup olduğu kaza, aylardanberi doktorsuzdu. Vilayetin doktorları da, kışın yolun uzunluğunu ve bozukluğunu gözleri yemediği için türlü bahaneler çı. kararak hastalık mahalline selâm bile vermemişlerdi.
Son zamanlarda hastalık bir facia şeklini alınca uzun yazıp çizmelerden sonra, nihayen vilâyetten bir doktor bir otomobille hastalık mahalline geldi. Tabii yanında kâfi miktarda ilaç getirmemişti.. Tellal önleterek o gün beş on hastayı belediyeye celbederek bedava muayene yap-
on liraya kadar vizite parası aldı., sini beş liradan aşağı vurmı ^İÇ ’ TT r
O günlerde »özüne i-'
şunları söyledi: «Daha dün doktora muayene-iğne, ilaç parası yirmi lira saydım. Ertesi günü hastam fenalaşınca tekrar doktora koştum, bu defa da bir adımlık yere beş lira istemez mi ? Halbuki bu doktor belediye namına gönderiliyor. Bu da neyse, asıl işin püf tarafı, bir hafta sonra nahiyeye yolu düşen bilmem hangi kazanın dok-oru olup sıtma seferberliğinde vazife alan başka birisi, kendisinden evvelki doktorun hastalara yaptığı seromun «943» senesinde müddeti biten çürük şeyler olduğunu söylemez mi? Köyün hastaları birinci doktordan şifa bulmayınca bu sefer de İkincinin başına üşüştüler. Bu sıtma doktoru köyde kaldığı iki üç gün içerisinde bayağı, hastadan başını alamadı. Yanındaki sıtma memurunu köylere hap dağıtmıya yollayarak mükemmel para kırdı. Belki bu doktorun verdiği reçetelerden hastalar şifa görecekti, ama aksiliğe bakın ki ne nahiyede ne de kazada eczahane bulunmadığından reçeteler bir iki günde küllüklere atıldı.
Görüyorsunuz ya? Biz istediğimiz kadar sağlam ve gürbüz köylülerden bahsedip duralım. O, teşkilâtsızlık ve bakımsızlık yüzünden bin bir türlü kahredici hastalıkların pençesinde eriyip git diyor. «
Halil A YTEKİN
inandığım birisi aynen j-, ......L.
İlim Karşısında Irk Meselesi
Derleyen: Adnan CEMGİL
Etütler
Sosyalizm
John STRACHEY
Demokrasi
Prof. LASKİ
(İkinci Basılış)
ve
Fiatı 60 krş:
Nedir?
Çev. N. ERKES
Fiatı 50 krş.
Sosyalizm
Çev. Niyazi BERKES
Fiatı 100 krş.
Adres : P. K. 162, Ankara.
Hindistanda
Sağlık
Demokrasi
ERYÜZÜNÜN en zengin iptidai madde kay. naklarından biri olan Hindistan halâ bir
(Avam Kamarası üyelerinden Muhafazakâr Hollis, Komünist Piratin, Liberal Roberts ve Sosyalist Walker arasında Londra radyosunda yapılmış olan bir münakaşayı, kısaltarak okurlarımıza sunuyoruz.)
çok kimseler tarafından debdebe ve ihtişam içinde yüzen mihracelerini her sene altın ve pırlantalarla kantara vuran bir efsane ülkesi olarak tahayyül edilir. Milyonlarca paryanın yerli ve yabancı efendiler hesabına yan aç süründüğü bu memleketin içyüzü ise diğer bir çok sömürgele" rinki gibi pek acıdır. Orada yabancı emperyalizm, bu emperyalizmi kendi menfaatleri uğruna milyonlarca hintlinin sırtından besleyen ve bir türlü de doyuramayan racalardan başka bu iki kuvvet sayesinde kök salıp yerleşen açlık, sefalet ve korkunç salgınlar hüküm sürer. Büyük bir imparatorluğun ve onun yerli simsarlarının hudutsuz ihtiyaçların tabiat kaynaklarından ve İnsan emeğinden cömertçe temin edebilen Hindistan kendi aç karnını doyuramamakta ve bir türlü önü alın-mavan hastalıklara her sene milyonlarca kurban vermektedir.
Hindistan binlerce senedenberi en korkunç salgınların anavatanıdır. Bugüne kadar bunlarla mücadelede mühim bir ilerleme görülmemiştir ve sömürge olduğu müddetçe de görülemiyecektir. Halk sağlığının koruyucusu her şeyden evvel mevcut ekonomik ve sosyal şartlara bağlıdır. Bu durum değişmedikçe yapılacak iğreti yardımlar netice vermiyecektir. Çünki hiç bir emperyalist devlet sömürgesi olan bir ülkeye oradan sömürebildiği kadarını vermeye katlanamaz.
Bugün Hindistanda kolera, çiçek-veba, verem, sıtma gibi bulaşıcı hastalıklara ait resmî kayıtlardaki rakkamlar bile korkunç derecede yüksektir. Halkın pek büyük bir kısmı tamamen gayrı sıhhi şeraitte yaşamakta ve her bakımdan eksik gıda almaktadır. Bilhassa protein ve vitaminden mahrumdurlar. Bu sebeplerden dolayı hastalıklara karşı mukavemetleri de azalmıştır.
Bu ağır şartlar içinde bulunan Hindistanda son dünya harbi senelerinde sağlık işlerini organize etmek maksadiyle Sir Joseph Bohre’un riyaseti altında «Helth survey and development committee» ismiyle bir teşkilât kurulmuş ve mesailerini de neşretmiştir. Bu neşriyat bugünkü Hindistanın sağlık durumu hakkında açık bir fikir vermektedir. Komitenin raporlarına göre senede ortalama olarak yalnız:
Koleradan....................T 144,924'm
Çiçekten........................ 30,932
Sıtmadan........................ 2,000,000
Gebelik ve ihtilaflarından . . 2,000,000
kişi ölmektedir.
Her sene sıtmaya 100,000,000 İnsan tutulmakta, 4,000,000 a yakın kadın doğum ihtilaflarının acısını çekmektedir. Halen Hindistanın hususi ve resmî hastanelerinde mevcut yatak sayısı 43,000 dir, yani bütün nufusa göre hesaplandığı takdirde 8885 kişiye bir yatak düşmektedir. Yerli ve yabancı hekim adedi 47,000 dir ki ortalama 8723 kişiye bir hekim, hemşire ise 7,000 dir ki yine ortalama 543,082 kişiye bir hemşire isabet et mektedir. Doğurabilecek yaşta 100,000,000 a yakın kadına mukabil ebe sayısı ancak 5000 dir. Bundan başka 75 eczane ve 1000 dişçi vardır.
Bu adetlere basit bir göz atmakla da Hindis-tandaki sağlık durumu hakkında bir fikir edinmek pek kolaydır. Komite birçok hesaplar yapmış ve bir çok önemli kararlar almıştır. Bunlar tatbik edildiği taktirde 1971 senesinde 185,000 doktor, 780,000 hemşire, 74,000 ziyaretçi hemşire, 100 bin ebe, 62,000 eczacı ve 92,000 dişçi bulunacak ve sağlık işleri de daha yolunda gidecektir.
Salgınlarla mücadele ve sağlık kalkınmasında
L_| OLLİS — Demokrasi, demos, yani halk ’ ’ idaresi, demektir. Demokratik bir memle-
ket diye, hükümet siyasetinin halk iradesini temsil ettiği, halkın, arzu ettiği zaman hükümeti değiştirmek üzere meşrutî bir makanızmaya sahip bulunduğu bir memlekete denir. Demokrasi için şu veye bu şekilde temsilî bir meclise ihtiyaç vardır. Herkesin seçilmek ve seçmek hakkını sağlayan bir serbest seçim bulunmalıdır. Başka bir deyimle, hür bir cemiyetin mihengi, birbirlerine rakip adayların, birbirlerine muhalif durum alabilmeleri ; cebre baş vurulmadan, meşrutî bir u-sulle hükümetlerin iş. başına getirilebilmesi ve işbaşından uZaklaştırabilmesidir.
Piratin — Bu, demokrasinin tamamiyle for-mel bir tarifidir. Asıl mesele, gerçek egemenliğin kimin elinde bulunduğunu araştırmaktır. Demokrasi sadece oylardan ibaret değildir.
Roberts — Yüksek iradenin, «eı besi bir seçimle teşekkül etmiş bir parlamento elinde bulunması lâzımgeldiğiııde Hollis’le beraberim. Fakat buna, söz hüriyeti, basın hüriyeti gibi unsurların da ilâvesi lâzımdır ; halk haber, hadise ve fikirleri bağımsız olarak öğrenebilmeli, kendi fikirlerini ifadede herkes hür olmalıdır. Yalnız oy değil,başkalarını kendi fikirlerine uygun olarak rey vermeğe ikna için de lıüriyet olmalıdır. Bu da söz ve basın hüriyetiie olur. İdare edenlerin halkı keyfî olarak tevkif edebildikleri ve ferdin medenî ve kanunî haklarına riayet edilmediği, veya halkı arzu ettiği şeyi dinlemek ve okumaktan menedebildikleri bir polis devletinde seçimlerin mânası yoktur. 1 ■ 1
Piratin — Evet, gazete baronlarının fikirleri kontrol ettikleri bir memlekette.
Roberts — Bir liberal sıfatıyle, birşey daha ilâve etmem lâzım. Serbest seçimle teşekkül etmiş bir parlamentonun demokratik olabilmesi için, nısbî temsil esastır. Yani, her partinin çıkaracağı temsilci sayısının, o partideki seçmenlerin sayısıle mütenasip olması lâzımdır.
Walker — Bir işçi sıfatile, nisbî temsil meselesinde, hiç şüphe yok ki Roberts’in fikrine iştirak edemeyeceğim. Bu sistem, zaif hükümetlerin kurulmasına, Avam Kamarasında bir kararda durmayan gurupların doğmasına, ve halkın iradesini yerine getirmeğe muktedir olabilecek bir partinin bulunmamasına sebep .olur. Demokrasinin ayni zamanda müessir olması da lâzımdır. Ferdî hüriyet-lere gelince, fertlerin hür olmaları kâfi değildir. Mücerret olan fert, ancak işçi sendikaları, partiler ve her türlü sosyal teşekküllere iştirak etmekle varlığını belli edebilir. Onun için, Roberts’in medenî hürriyetlere verdiği ehemmiyeti kabul ederim, fakat bir Sosyalist sıfatile, fertlerin kendilerini müessir bir şekilde ifade edebilmeleri için teş-
en önemli meselelerden birisi de şüphesiz an’ane ve adetlerdeki sağlığı zararlı kısımları kaldırmak, ziraatte, endüstride ve gündelik hayattaki çalışma ve yaşama tarzlarını islâh etmektir. Bugün Hin-distanı kör-sağır dilsiz ve an’anelerinin bataklığında boğulmuş bir halde inleten mevcut sınıf ve zümre farklarının korkunç uçurumudur. Bu vaziyet ise şimdiye kadar yabancı emperyalizmin ekmeğine yağ sürmüş ve sömürme işini kolaylaştırmıştır.
Hindistanın sağlık kalkınmasında ilk adım müstevlinin iğreti ayağiyle değil bağımsızlığını elde ettikten sonra kendi s ağlam ayağiyle atılacaktır.
Çeviren: N. SARİOĞLU
kilât kurma hüriyetleri de bulunması lâzımgeldi-ğini buna ilâve etmeliyim. Sosyal ve siyasal teşekkülleri meneden totaliter yasakların bulunduğu bir devlet, demokratik değildir. Bilmem bunu bir komünist ne dereceye kadar kabul eder.
Piratin — Bunlar çok güzel şeyler. Fakat ben demokrasi deyince, sadece bazı belirli siyasal hakları ve ana yasaları düşünmüyorum. Bütün bunların arkasındaki hakiki çehreyi görmek mecburiyetindeyiz. Bazı sözde demokrasi şekilleri vardır ki, altında diktatörlük saklıdır. Bir şekilden ibaret olan hüriyetlerin hiç bir faydası olmayabilir. Meselâ İngiliz İşçi hareketinde çok kullanılan eski bir söz vardır : İngiliz işçisi hürdür : Fakat açlıktan ölmek için. Kapitalist demokrasi, pek a-lâ arkasında reaksiyon gizliyen bir perde olabilir* İngiliz imparatorluğunda nüfusun ancak yüzde sekizinin oy kullanma hakkı vardır. Sonra, Birleşik Devletlerin güney bölgesindeki Devletlerde ise, ancak yüzde onunun oy verme hakkı vardır.
Roberts — Anlamadım, Ingiliz İmparatorluğunun yüzde sekizinden maksadınız nedir ?
Piratin — Şüphesiz Hindistan ve diğer müstemlekelerdeki halkı da buna katarak söylüyorum.
Hollis — O kadar geniş bir zaviyeden bakılınca, Ingiliz imparatorluğunun tamamile demokratik olmadığı belli birşeydir. Fakat İngiltere adaları ttemok tiktir.
Roberts — Piratin, Ingiliz imparatorluğunun, birbirlerinden farklı tekâmül merhalelerinde bulunan ve birbirlerinden farklı hükümet mekanizmalarına sahip olan birçok camialardan ibaret olduğunu, fakat bunların tam bir demokrasiye doğru yürüdüklerini unutuyor.
Piratin — Evet, para ve toprak esasına dayanan bir tekâmül. Fakat, isterseniz bu memleketi ele alalım. Halk, her çeşit malûmatı elde edebilecek vasıtalara malik olmadıkça, ve ne için oy verdiğini kesin olarak bilmedikçe bu memlekette Serbest seçim vardır denemez..... işçi hareketinde
bulunan bizler, milyonlarca işçinin Muhafazakârlara oy vermeleri ihtimalinden çok endişe etmişizdir. Bunun sebebi, onların kafalarında, kapitalist basının mahsulü olarak doğmuş olan yanlış fikirlerin husule getirdiği şaşkınlık olduğuna kesin olarak eminim. t
Walker — Valnız bir tek namzet listesi vererek, seçmenlerin Muhafazakârlara oy verme haklarını tanımamak ister miydiniz ?
Piratin — Gayet tabiî ki hayır. Fakat, halkı yanlış yollara sürüklemek gayretile hareket eden kimselere basın iktidarının bu derece bol bahsedilmesini istemezdim.
Hollis — Basını ellerinde tutanların, son seçimlere kadar halkı kendi hakikî menfaatlerinin ne tarafta olduğunu görebilmekten menetmiş olduğunu söyliyerek tezinizi müdafaa edebilirdiniz.Fakat son seçimlerde, basın ekseriyeti İşçi partisi a-leyhinde olduğu halde, halkı İşçi partisine - doğru veya yanlış - oy vermekten menedememiştir.
Roberts — işçi sendikaları gibi geniş gelirleri olan büyük teşekkülleri, kendi gazetelerini çıkarmaktan kimse menetmediği gibi, kapitalist gazetelerin de geniş bir fikir tenevvüü gösterdiklerini, ve küçük firmalarla, fertlerin elindeki mahallî
Nedir?
gazetelerin çok kuvvetli tesirleri olduğunu unutmamalısınız.
Piratin — Evet (1) Fleet Street finansciierle-rinin kontrolünde olan gazeteler.
Walker — Yalnız kapitalisterin değil, şimdi son derece zenginleşen kooperatif hareketinin de bir Pazar gazetesi vardır, işçi Sendikası da ayni şeyi yapmaktadır.
Piratin — Günlük millî İşçi Partisi gazetesi, kuvvetli bir kapitalist yayın şirketinin elindedir.
Roberts — Bir Liberal, şu noktada Piratinin fikrine iştirak eder : Bol sermayesi olmayan küçük bir azınlığın kendisini âdil bir tarzda basın âleminde temsil edebilmesi kolay değildir. Fakat bu mahzurun çaresi, basının devlet kontrolüne verilmesi değildir. Basını devlet işletir, ve bu da iktidardaki partinin her türlü tenkidi yasak etmesi demek olursa, bu demokrasi değildir. Tenkidi hoş-görmek lâzımdır ; bu demokrasi için esastır.
Piratin — Kapitalist bir cemiyette gerçek bir demokrasi olabileceğini zannetmiyorum. Cemiyetin yalnız siyasal cephesinden değil, bundan çok daha geniş bir zaviyeden düşünmek lâzımdır. Zaman zaman oy pusulasına bir zarp işareti koymaktan ibaret kalan demokrasi nasıl bir demokrasidir. Birkaç yılda bir sandık başına gidip, iki veya üç adaydan birine oy vermenin, günde sekiz saat çalışan ve kendisine ne söylenirse onu yapmak mecburiyetinde olan bir işçiye ne faydası vardır ? Kendi geçim yolu kendi elinde bulunmasına bir yardımı olmadıktan sonra, serbest seçimin ona ne faydası vardır ? ,
Walker — Çok doğru, çok doğru. Fakat işçi Partisi şimdiden bunu yapmağa başlamış bulunmaktadır.
Piratin — Orası doğru, fakat işçinin fabrikada^ kendi ihtisası dahilinde olan işlerde," kendi demokrasisini kurması lâzımdır. Harp yıllarında müş-terekOistihsal komisyonları teşkil etmek tecrübesini geçirdik : Birkaç endüstride, işçilere ve diğer personele, kendi düşüncelerini demokratik bir tarzda kendi işlerine tatbik etmelerine imkân verdik ve bunun neticesi olarak istihsal arttı Fakat, çalışma şartları, işinde kalıp kalmaması, bankerlerin ve büyük kapitalistlerin elinde olduktan sonra,demokrasi onun için hiç bir mana ifade etmez. Şahsî mülkiyet demokrasiyi bir komedi haline getirmektedir.
Hollis — Fikrimce komünizm, büyük kapitalistlerden de fena olmak üzere, mülkiyetin son derece temerküz ettiği bir sistemdir. Devletin elinde olan bir mülkiyet temerküzü. Fikrimce demokrasi için mülkiyetin geniş ölçüde dağılması şarttır. Demokrasinin en mükemmel garantisi, istihsal vasıtalarının devlette ve büyük monopollarda değil, çok sayıda hususî ellerde bulunacak şekilde dağılmış olmasıdır.
Walker — Bu meselede sizden çok Piratin’le aynı fikirdeyim, Rollis. Siz mahafazakârlar ne kadar çok arzu ederseniz ediniz, herkesin bir ineğe ve iş aletlerine sahip olduğu o köylü veya küçük esnaf ekonomisine artık bir daha geri dönmesine imkân yoktur.
Roberts — Zaten muhafazakârların böyle bir şey istedikleri yok, çünkü onlar büyük iş sahiplerinin partisidirler.
Walker — Modern demokrasinin demokratik olabilmesi için, halkı hastalık, işsizlik ve ekonomik emniyetsizlik korkusuna karşı emniyette bulunduracak müspet ve faal bir devlet müdahalesi lâzımdır. Bu korkular halkı rasyonel olmamağa ve isteriye sürükler. Bunlar demokrasinin psikolojik şartlandır. Bunsuz halk demokrasiyle ilgilenmez bile.
Hollis — Bu devlet dediğimiz, lüzumundan
fazla müdahaleci olabilir. Muhafazakârlar, devlet idaresinin devlet adamı idaresi, ve devlet adamlarının da herkes gibi insan olduklarını biliyorlar.
Roberts — Doktrinler sosyalizm ve muhafazakârlıktan ayrı ve onlardan ilerde olarak Liberaller, çok zenginle çok fakirin bulunduğu bir yerde demokrasi olamıyacağını kabul ediyorlar. Fakat, halka sadece emniyet bahşetmekle demokrasiyi başamazsınız. Demokrasi bir ruh meselesidir ve bu da halkın kendi hayatını kendi idare etmek isteğinden doğar.
Piratin — Fakat halkın problemleri, peynir-ekmek kabilinden basit problemlerdir. Onlar, evvelâ bu meseleleri halletmek mecburiyetindedirler.
Walker — Onun için de faal bir devlete ihtiyaçları vardır. Bu zarurîdir, fakat demokrasinin münhasıran halkın refah ‘ve saadet imkânlarını araştırmak, ekonomik reaksiyonu yoketmek vesair gibi şeylerden ibaret olduğu fikrini kabul etmiyorum. Demokraside bir çok demokratik vasıfların aynı zamanda bulunması lâzımdır. Parti sistemi, söz hüriyeti, azınlığın çoğunluk olabilmesi gibi şartlar da aynı derecede esaslıdır. Bilmem sen de aynı fikirde misin Piratin?
^yPiratin — Evet biliyorum, bir çok Ingilizler, iki partili sisteme ideal bir demokratik usul naza
rıyla bakıyorlar.
Roberts — Rica ederim, üç partili.
Piratin — Peki, üç partili olsun. Bu tip insanlar bizimkinin yegâne demokrasi şekli olduğunu zannediyorlar. Whiglerle (Liberaller) Torrylerin (Muhafazakârlar) arasında geçen mücadelelerle dolu olan son iki yüzyıl zarfında demokrasi, hiç bir partinin cemiyetin esas meselelerini ele almağı aklından bile geçirmediği bir oyun şeklinde devam etmiştir. Her ikisi de ferdî teşebbüsü müdafaa, herikisi de cemiyetin anbak küçük bir kısmının menfaatlerine hizmet etmişlerdir.
Hollis — Halk ekseriyetinin de ferdî teşebbüse taraftar olduğu bir devirde bunu müdafaa etmek gayet demokratik bir hareketti. ,
Piratin — Ama kimse bu hususta halkın fikrini sormamıştır.
Walker — Benim Piratin’e vereceğim cevap şudur: tşçi partisinin hayret verici bir hızla iktidara gelişi, bütün vaziyeti değiştirmiştir. Halkın tam bir kabulüne mazhar olan ve cemiyetin temelini değiştiren radika! tedbirler alıyoruz. Fakat, bunları kabul etmiyen vatandaşlarımın kendi fikirlerini ifade veya tatbik etmek haklarını inkâr edemem.
Roberts — Bilmiyorum, heriki parti de cemiyetin esas meseleleriyle uğraşmağı akıllarından bile geçirmediler demekten Piratin neyi kasdedi-yor? Her türlü hastalık, ihtiyarlık ve kazalara karşı tedbirler alarak, bu memleketle ilk defa olarak sosyal sigortayı kabul eden bir partinin, sa- ( dece küçük bir zümrenin menfaatlerine hizmet ettiğini söylemek manasızdır. Bu da başka bi.r komünist şiarıdır. t"
Piratin — Sizin Liberal Partiniz, işçilere, size rağmen, imalâtçı firmalardan ne koparabil-mişlerse, ancak o kadarını verebilmiş ve daha fazlasını verememiştir. Fakat, ne olursa olsun, halkın rey vermesi ve partilerin bulunmasından maksat nedir? Partilerden maksat, halk iradesinin uygulanmasını sağlamaktır. Bir mesele üzerinde bütün memlekette oy birliği veya oy birliğine yakın bir ekseriyet varsa, o zaman birçok partilere lüzum kalır mı? Partiler sosyal sınıfları temsil ederler. Şüphesiz bize göre iki ana sosyal sınıf vardır: Kapitalistler ve işçi sınıfı. Bir de, gittikçe bu iki sınıftan birine katılmakta olan orta tabakaya mensup büyük zümreler var. Eğer zamanla kapitalist sınıf tasfiye edilirse...
Hollis — Nasıl, kurşuna dizmekle mi ?
Piratin — Kurşuna dizmekle değil, fakat kapitalist vaziyetine geçebilmek imkânlarını ortadan kaldırmak suretiyle... Meselâ, maden sahipleri meselesinde olduğu gibi. O zaman, artık ne ka-
pitalist sınıf kalır ve ne de onların menfaatlerini temsil edeeek bir partiye lüzum hasıl olur. Eğer bütün bir millet ay.u istikamette olursa bir parti içindeki fertler kolayca halledilebilir.
Walker — Bütün bir tarih ve insan tabiatı bir tarafta dururken, buna imkân var mı?
Hollis — Birşeyi çok merak ediyorum, Piratin. Sizin görüşünüzle Lenin’in görüsü arasında büyük bir fark var. Menin demokrasiye inanmış gibi görünmemişti. O, mutavassıt, yani henüz diğer sınıfların bulunduğu bir devrede, proleterya-nın en ileri kısmı olan Komünist Partisinin vazifesinin, egemenliği kabul ettirmek olduğunu söylemişti. En fazla sınıf şuuruna sahip olan proleter tabakasının diktatörlüğüne inanıyordu. Demokrasiye karşı koyarak mütavassıt devreden geçecek ve komünizme varacaktı. Sonra, devletin kendiliğinden ortadan kalkacağı en son devir de demokrasi değil, daha ziyade bir anarşi olacaktı.
Piratin — Lenin’in fikirlerine karşı gösterdi-nin bu alâkadan dolayı kendi hesabıma memnun oldum, Hollis. Fakat tefsirleriniz yanlış. Lenin’in iddiası, Komünist Partisinin modern cemiyeti tahlil esasına dayanıyordu. Lenin, bu ileri kapitalist devrede, işçi sınıfının, cemiyetin siyasî bakımdan en ileri bir kısmı olduğunu, ve bu sebepten, mem-
leketi milletin menfaatlerine gerçekten en uygun olarak idare edebilecek sınıfın, ancak işçi sınıfı olabileceğini iddia etmiştir... Komünist Partisi, bir bütün olarak milletin menfaatleriyle alâkadar olur. Rus İhtilâlinin dayandığı nazariye buydu. Oy ekseriyetine sahip olmamış olabilirlerdi, faka memleket menfaatlerini en iyi görebilen sınıf işçi sınıfıdır.
Hollis — Fakat Komünistler halk için neyin iyi olduğunu en iyi kendilerinin bildiğini iddia ediyorlar diye, buna demokrasi demezsin ya. Burada çoğunluğun kararı yoktur.
Piratin — Evet, parlmenter seçimler ve oy verme manasında buna demokrasi demiyorum. Fakat, halkın en yüksek menfaatleri için çalışma manâsında demokrasi diyorum.
Hollis — O halde bizim anladığımız manâda demokrasi olmadığını kabul ettiğine memnun oldum.
Piratin — Fakat Sovyetlerde 1936 ana yasası, herkese istediğine oy verme hakkını tanımıştır.
Walker — Fakat tek partili memlekette oy vermenin ne faydası vardır ?
Piratin — Fakat hepimiz biliyoruz ki, Sov-yetler Birliğinde seçim usulü bizimkinden farklıdır. Seçimden aylarca evvel serbest münakaşa ve serbest seçimler yapılarak adaylar elenir.
Walker — Evet, fakat teşkilâtlı başka bir parti bulunmadığına göre, bu hazırlık seçimlerine de demokratik denebilir mi ?
Piratin — Aday çıkaran yalnız Komünist Partisi değildir. Diğer teşekküller de aday gösterebilirler. Seçilenler arasında ehemmiyetli bir kısım Komünist Partisi adayları değildir.
Roberts — Gene partiler ve sosyal tabakalar meselesine dönmek istiyorum. Partilerin ekonomik tabakaları temsil etmeleri fikrine muarızım. Hangi partiden olursa olsun insan, cemiyeti bir bütün o-larak düşünmeli, bunun için de sosyal sınıflar, sosyal bakımdan birbirlerile karışmalıdırlar. Gal hariç, İngiltere’de her tabakadan insanların birbirlerile karıştıklarını göremiyoruz. Zengin bir fabıi-katör, bir üniversite profesörü, veya bir ziraat işçisinin, her hangi bir günde bir Gal demiryolu istasyonunda beraber konuştuklarını görürsünüz, fakat İngiltere’de böyle birşeye rastlıyamazsınız.
Piratin — Gene her zamanki gibi arabayı atın önüne koşuyorsunuz.
Roberts — Yani Gali İngiltere’nin önüne mi, demek istiyorsun ?
Piratin — Zengin ve fakirin bulunduğu bir
(Devamı 7 nci sayfada)
4
D a r I s ı
İLKOKUL ÖĞRETMENLERİNİN BASINA
(Üniversite Kanunu Münasebetiyle)
ÜNİVERSİTENİN muhtariyeti ve doçent ve profesörlere verilecek tazminat hak kındaki kanun tasarısı Mecliste görüşüldüğü ve sonra kanun halinde kabul edildiği sıralarda, hep, 25,000’e yaklaşan sayısıyla, en kalabalık bir aydınlar kitlesini temsil eden ilkokul öğretmenlerde ilk eğitimin durumunu hatırladık.
Öğretmen okulları, Cumhuriyet eğitim tarihinde hakikaten mühim bir vazife görmüşlerdir. 23 yıl evvel başlıyan kültür hareketinin ilk öncüleri olan bu müesseselerden mezun o-lanlar, yeni eğitim fikir ve usullerinin memlekete yayılmasında mühim rol oynamışlardır. Cumhuriyet devlinin ilk senelerinde öğretmen okulları, üzerlerine titrenen ve kendilerinden yeni cumhuriyet inkilâbı hesabına çok şeyler beklenen müesseselerdi. Her yıl mezunlar “maarif vekili» imzasını taşıyan ve feragat ve fe dakârlık tavsiyelerde dolu olan mektuplarla yeni vazifelerine davet edilir, bu inkilâp öncülerine her türlü kolaylık gösterilmesi için vilâyetlere emirler verilirdi. Her tarafta ideal bir inkılâpçı havası hâkimdi. Hakikaten, bu hararetli devrenin verdiği hız ve heyecanla öğretmenler, milletin ümmilikten kurtulması yolunda şehirlerden dağ başlarındaki köylere, hepi-sane, fabrika ve köy odalarına kadar kendile-ne düşen bu tarihî vezifeyi, bir çok mahrumiyetlere katlanarak, feragatla, canla,1 başla yapmışlardır. Fakat bu ilk heyecan ve ideal devrinin ateşi yavaş yavaş küllenmeğe başlayıp ta, biraz da kendilerini ve çocuklarının istikballerini düşünmeğe vakit buldukları zaman, bütün ümitlerinin fakir Hususî Muhasebelerin boş kasalarına gömülü durduğunun, refaha kavuşma ve yükselme şanslarının pek mahdut ol duğunun farkına varmışlardır. On beş, On sekiz yıl hizmetten sonra halâ 20 lira maaş alan, halâ 1930 yıllarından kalma, filân vilF yetten “ mesken bedeli „ alacsğı bulunduğunu gazete ilân sütunlarında okuduğumuz Öğretmen sayısı hiç de az olmasa gerektir.
Bu suretle, ilkokul Öğretmeninin kendine geldiğini ve hakikî durumunu idrak ettiğini görüyoruz. Fakat bu uyanışın yarattığı reaksiyon kendi hesaplarına da, memleket hesabına da zararlı olmuştur. Bugünkü realite şudur: mad di endişeleri idealini küllendirmiş olan öğret men bu reaksiyonu üç şekilde göstermiş ve göstermektedir ; Meslekî yüksek tahsil imkânlarını aramak ; Meslek içinde yükselmeğe çalışmak ; veya meslekten ayrılıp daha paralı iş
Halil Aytekin
Harman Yangını
( Hikâyslsr )
Fiatı 125 kuruş olan bu kitabı nSöz» okugueuları 100 kuruş mukabilinde adresimizden temin edebilirler.
Neemi SARIOĞLU
lere geçmek. Bununla beraber, bu yolları ihtiyar edenlerin çok az, ekonomik durumlarının müsait olmaması ve sair sebeplerden doıayı kadere boyun eğerek, hayal inkisarına uğramış küskün öğretmenler kadrosuna katılmağa ve belki de münasip zaman beklemeğe mecbur olanlar sayısının çok olduğunu ilâve etmek lâ zımdır. Birinci kategoride olanlar, Gazi eğitim Enstitüsüne, nadir olarak Yüksek Öğretmen Okuluna, ve Dil - Tarih ve coğrafya Fakültesine girenlerdir. İkinci gurup, maarif memuru, ilköğretim müfettişi veya eğitim müdürlüğüne kadar yükselebilmiş olanlardır. Fakat Öğretmen kadrosunu asıl kansız düşürenler, meslekten ayrılanlardlr. Bunlar, bucak müdürlüğünden orduda tezkere bırakmağa kadar, her türlü devlet memuriyetlerine ve hususi işlere girmektedirler. Son Maarif İstatistiğinde nedense meslekten ayrılanlara dair bir kayıt bulunamadığı için, bu hususta bir sayı veremiyeceğiz.
Yukarıdaki dçrum, kuvvetli bir meslekten ayrılma temayülü ile beraber, ayrılmayanların gayri memnunlar zümresine katıldıklarını açık olarak göstermektedir. Her hangi bir çaresini bulup gemisini kurtarabilen kaptan olmaktadır. Halli lâzımgelen bir çok eğitim problemlerinden biri olan bu meseleyi, ilkokul öğretmenliğini istikrarlı ve müreffeh bir meslek haline getirmek suretile halletmek lâzımdır. Bunun Üzerinde şimdiye kadar bir mesele olarak durulmamıştır. Ayrılmaların ve ayrılmayanların da gayrı memnun olmalarının başlıca sebebi ekonomiktir. Esasen, ekserisi zaruret yüzünden paralı okullara giremediği için öğretmen okullarına girmiş olan bu -iğretmen kitlesinin üzerindeki ağır ekonomik baskıyı, çocuklarını devlet okullarında parasız okutmak, hastalık halinde parasız tedavi ve tıbbî yardımlar sağlamak ve sair gibi tedbirlerle dolayısıyle ; maaşlarını artırmak ve Hususî Muhasebelerden kurtarmak suretile de doğrudan doğruya hafifletmek lâzımdır. Makul olan şey, evvelâ bu zümrenin sosyal ve ekonomik emniyetini sağ lamak, sonra da hakikî vazife istemektir. Çoğu, gördükleri ağır vazife, gösterdikleri feragat vefifedakârlıkia bunu çoktan hakketmişler-dir. Gönül isterdi ki, Üniversite kanunu vesi-lesile Mecliste yapılan görüşmeler sirasmda.il kokul öğretmenliğinden milletvekilliğine kadar yükselenlerden biri kalkarak, bu mühim davaya dikkati çeksin. Bu defa da üvey evlât mu-amelesile karşılaşan bu kitlenin, acı bir hayal sukutuna uğradığını zannederiz.
İlkokul eğitimi demokrasinin temel taşıdır. Demokrasinin kurulabilmesi için evvelâ, kime ve neden rey vereceğini bilen aydın bir vatandaş kitlesi şarttır. Bu da ilkokul eğitiminin sosyal ehemmiyetini gösterir. Fakat, yukarda işaret edilen maddî endişelerinden başka, mesleğinde ve okul hayatında demokrasi havasını
yaşayamayan bir öğretmenden, başkalarına de mokrasiyi Öğretmesini beklemek yanlış olur. Bu da gösteriyor ki, mesele sadece Üniversitenin muhtariyet ve demokrasiye kavuşması değildir, Eğitimde demokrasi bölünmez bir küldür. Bütün bir eğitim sisteminin muhtariyeti, hüriyet ve demokrasi prensiplerine göre teşkilâtlandırılması bahis mevzuudur. Eğitim sisteminde sıkı bir merkeziyetçilikten, mahallî eğt tim hareket ve tecrübelerine, hüriyet ve muhtariyet tanıyan demokratik bir sisteme doğru gitmek lâzımdır. Bu prensibin Köy Enstitülerinde kâfi derecede tatbik edildiğini ve çok memnunluk verici neticeler alındığını görüyoruz. İlk eğitimde de bu şekilde demokratik bir sistem tatbik edilir ve ilkokul öğretmenliği, maddî zaruretlerin sevkile intisap edilen bir meslek olmaktan kurtarılırsa, demokratik eğitim sistemlerine sahip olan diğer ileri memleketlerde olduğu gibi, bizde de ilkokul öğretmenliğinin bir meslek halinde istikrar bulmasını ve gene o memleketlerde olduğu gibi, ilkokul Öğretmen ve müfettişlerde, eğitim müdür lerinin, eğitim, öğretim ve disiplin usullerinde inkilâp yapmalarını ve üniversite profesörlüğüne kadar yükselmelerini ümit edebiliriz.
Uzun yılların tecrübesi bütün bu dileklerin kendiliğinden gerçekleşemiyeceğini büyük bir sosyal kuvvet olan öğretmenlerin, cemiy,* ’ j kanunun demokratik hale gelişinden faydalanarak “Öğretmenler Birliği„ni kurmaları ve davalarını onunla müdafaa etmeleri lâzım geldiğini göstermiştir.
ooo ooe
Üniversite Ailesinn Üvey Evlâdı
ÜNİVERSİTE muhta riyeti meselesi, İdarî mekanizmaya ait teknik bir mesele değildir. Dava, ılım ve fikir hayatımızın, bu hayatı temsil eden müesseselerin muhtariyetidir. Bunun için de, Üniversite seviyesinde olan bütün memleket müesse-selerinin bundan faydalanması lâzımdır. Halbuki, Ankara ve İstanbul Üniversitelerine muhtariyet verilirken, sanki üniversite ailesinin üvey evlâdı imiş gibi, bir yüksek öğretim ve araştırma mües-sesemizin, Yüksek Ziraat Enstitüsünün, bundan mahrum edildiğini görüyoruz. Ankara Üniversitesi henüz teşekkül halindedir. Edebiyat, Hukuk, Fen, Tıp fakülteleri kurulmuştur, şimdi bunların bir rektörlük altında teşkilâtlanması kalmıştır. Yüksek Ziraat Enstitüsünün Ankara Üniversitesi ailesine katılmasının tam zamanıdır. İleride, Istan-buldaki Teknik üniversiteye mukabil Ankara üniversitesinin bir Teknik Fakültesi olabilir ve Yüksek Ziraat Enstitüsü o fakültenin bir enstitüsünü teşkil etmek üzere şimdiden Ankara Üniversitesi içinde yer alabilir ve almalıdır da. Üniversite seviyesindeki eğitiminin ve çalışmaların bütünlüğü bakımından da böyle olması icap eder. Yüksek öğretim ve İlmî araştırmalarda bulunan bütün müesseselerin aynı bakanlığa bağlı, aynı teşkilât içinde yer almaları en makul ve verimli hal olur.
Mehmet Akif
Başak"
Demokrasi nedir?
hakkında bir kitap
Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Akif - Hayatı ve eserleri. Kanaat Kitabevi. İstanbul 1945
j^içbir yazar günün meseleleri dışında kalamaz.
Açıkça belli etsin, etmesin, uzaktan, yakından, bunların baskısı altındadır ; eserinde zamanındaki fikir dâvalarının izlerini taşır ; çağında savaş halinde bulunan görüşlerden birini veya ötekini tutar. Mehmet Akif de devrinin olayları dışında kalmamış, bunlar karşısındaki davranışını açıkça söylemişti. İngiliz ve Alman emperyalizmleri savaşının seyri içinde mühim bir koz olarak, İslâm dünyasının dışında da birtakım siyasi men-faatların hesabtna kullanılan İslâm birliği idealiyle, islâmiyette reform isteği : Şarkta, birinci Cihan savaşı öncesi yıllarında, kendinden evvel,Ce-maleddin Efgani ve Mısırlı Muhammed Abduh gibi müslüman mütefekkirlerin düşünüşlerini Os-manlı topraklarında yayma işini üzerine alan Mehmet Akif’in ideolojisinin iki mühim unsuru bunlardır.
Fevziye Abdullah Tansel, eserinde ve hayatında tarafsız kalamamış olan bu muharriri tarafsız bir gözle incelemeyi vâdediyor. Ama, o da Memhet Akif karşısında tarafsız değildir ; sadece sanat konusunu ilgilendiren hükümlerinde değil, bir tetkikçinin daha kolaylıkla objektif kalabileceği hükümlerde de, incelediği muharrire olduğundan daha büyük bir değer vermek suretiyle bu ta--taflıl^ıgı^ belirtmiş oluyor. Meselâ, ' Önsöz»de, Akif’in cyeni nesil tarafından çok sevi-. Ieer^,'_o.pp7î7 olarak gösterilmesi, hakikata uymi-yan bir hükümdür. Yeni nesilden Mehmet Akif'i sevenler vardır, ama bütün yeni nesil onu benim, semiştir diyebilir miyiz ? öyle olsaydı onun üzerinde bu kadar tartışma, kavga, güt ültü olur muydu? Müellif, Mehmet Akif’i değerlendirirken; (Onu ayakta tutan -bağlandığı gayene olursaolsun-eser, ^eriyle idealist bir insan ruhunu bütün tezahürleriy. le temsil etmesidir.» diyor ; böylece, Akif’in bugün, fikirleriyle benimsenmiyebileceğini kabul e. diyor. İyi ama, bir fikir adamı, ancak, fikirler; bugün de cemiyetin ileri hamlesinde bir akis bulursa yaşamağa hak kazanır. Bir sanatçının bile, Ölüp gittikten sonra ayakta durabilmesi için en az bu şartı taşıması gerekirken, bir fikir adamını başka türlü nasıl düşünebiliriz ?
Kaldı ki, Fevziye Abdullah Tansel’in kitabında, Akif’in sanat değeri de mübalagalandırılmıştır. Müellif, Akif’in dilindeki ikiliği : kendine ait ifadedeki Servet-i Fünuncu yazarlara yakın özentili ve lûgatli dil ve şahıslarının konuşmalarındaki halk dilinin ikiliğini, halk dilini kullanışında bile nazım zoriyle yaptığı ihmalleri, eserine realist bir eda vermek gayretiyle lüzumsuz bir doldurma usuliyle onu şişirmesi, eserine epik bir enginlik vermeyi • denemesine karşılık, epik şeklin zaruri bir unsuru olan şiirli söyleyişten mahrum bulunması gibi kusurlarını görmemiştir ; onun Akif’te şiir diye gördüğü şeyler, şiirin dışında kalan unsurlardır.
Mehmet Akif hakkındaki bu 250 sahifelik kitap, yazarının, konusu karşısındaki bu tarafsızlığı gözönünde tutulmak şartiyle, Akifi, onun eserlerini ve temsil ettiği ideolojiyi öğrenmek istiyenler için faydalı bir eserdir. Hele, bibliykgrafyasının zenginliğiyle eser, bu konuyu derinleştirmek isti-yenlerin çok işine yarıyabilir.
F. Ö.
Anadolu'nun bir köşesinde idealist gençlerin mü-tevazi fakat azimkât çalışmalarının mahsulü olarak çıkan Başak, dergisinin dördüncü sayısı da elimize değdi. Geçen sayılarına nazaran daha olgun bir şekilde çıkan bu sayıda : Ruşen Akkor’-un Sosyal Adaletsizlik, A. Kırcalı’nın Sosyal Sınıflar ve Sınıflı Demokrasi, Mümtaz Gökler’in Liberal Devletten Faşişt Devlete, Kâmuran Çokçalış’ ın Aktif Realizm, Salim Günay’ın Sanat ve hürriyet, Y. Tacettin Karan’ın Şapkalı Yobazlara mektup adh yazılarından başka değerli hikayecilerimizden Orhan Kemal’in Küçük Fahişeler adlı bir hikâyesi ile Nurettin Cemal, Ali Karasu, Kâ muran Çokçalış’ın da birer şiiri var. Hepsi ayrı ayrı okunmaya değer bu yazılar arasından Nurettin Cemal imzalı şu şiiri aynen sütunlarımıza alıyoruz.
Hapisane Mukayyidi
Yanarak
Yanarak parmakları şerarelerden
İnsan yüreklerine dokundu bu elleri
Yirmi beş senedir Yani bir rubu asır
hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun. İnsan oğlunun ömrü
belki lüzumundan fazla kısa belki lüzumundan fazla uzun.
Bir tek daha içelim.
«Ağlamaktan !... M
ağlamaktan yine zehr oldu şarabım bu gecen. Kalktı Bebek tramvayı Eminonünden ; zifiri karanlık Balık pazarı.
Meyhanenin camlarına yağmur yağıyor. «Ruhum, havada yaprağa döndürdü rüzgâr beni !...» Muallim Naci merhum ;
«Bu hayı huy
bu hayı huy neden
Ve insanlar neden dolayı şu tabakta yatan uskumru gibi mahzun». Kıyamet günü
Kıyamet günü bir suali var ezraile hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun Bintek daha içelim...
Hiç adam asılırken gördünüz mü ?... Yarın bir tane asacağız
şafakla beraber.
Abdulhamit
atardı tıbbiye talebelerini Sarayburnundan. Akıntı götürmüş çuvalları bulamadılar. Çok adam
Çok adam asıldı hürriyette.
Eskiden köprübaşında asarlardı, bugün Sultanahmette.
Bir tek daha içelim.
«İstanbul şehrinin yoktur menendi, ademin canlar katar abu havası canına.» demiş demiş şair Nedim efendi. (*)
(*) Başak edebî, İçtimaî, Fikri dergi, P. K. 114 Adana.
(5 iaci »ayfadan devam)
yerde gerçek bir sosyal karışma olmasına imkân yoktur.
Walker — Sosyal karışma meselesinde Ro-berts’e çok hak veriyorum. Bu iş bugün geniş ölçüde olmaktadır ve işçi Partisinin yeni eğitim ve diğer siyasetlerde daha da çok olacaktır.
Piratin — Doğu Londra’da, tamamile işçi sınıfından ibaret, tecrid edilmiş vaziyette yaşıyan insanlar var : İşleri bu semtte olan sarbest meslek veya iş adamlarının hiç biri burada oturmuyor ve daha sıhhî yerlerde yaşıyorlar.
Hollis — Bu siyasî olmaktan daha başka bir meseledir, ve büyük şehirlerde görü'en fenalıklardan biridir. Demokratik olmadıklarına hiç şüphe olmayan on yedi ve on sekizinci yüzyılda sınıf ayrılıkları daha azdı.
Piratin — Gene ilk söylediğim noktaya geliyorum : İki veya üç parti sisteminin muhakkak demokrasinin son veya yegâne şekli olduğunu kabul etmiyorum. Demokratik bir sistemin gayesi ve mihengi, halkın arzusunu yerine getirip getirmediğindedir. İki parti sistemi böyle bir işi-becermek için düşünülmüş değildir. Nitekim, yapıcı gayretlere ihtiyaç hasılolduğu zaman koalisi. yona ihtiyaç duyulmuştur.
Roberts — Eğer Piratin, aksiyon lâzımgeldi-ği zaman koalisiyon lâzımgeldiğini söylemek isti yorsa, benim cevabım, her koalisiyonun yalnız bir partinin iahakkümüne girmek istidadında olduğunu hatırlatmaktır. Kararlar parlamentoda münakaşa edilmeden kabul edilir.
Piratin — Parlamentoda bizler münakaşalar
yapabiliriz, fakat halk gene ne istediğini bilir.
Walker j—ıRoberts'in fikrine iştirak edıyo-rum : Her zaman devamlı surette ekseriyet bulunursa, korkarım orada demokrasi olamaz.
Piratin — Bizim, şu dört parlamento üyesi, nin, tecrübelerinden misal alalım. Yedi aydır parlamentoda münakaşaları takip ettim ; öyle zannediyorum ki, muhalefet çok defa Mümanaatın başka bir adı oluyor. Muhalefetin çok defa bililtizam mümanaat gösterdiği bir yerde bir iş başarmak çok zordur.
Walker — Benim kanaatımca, muhalefet sistemi kesin olarak esastır. Filhakika, bunun daha müessir olmasını arzu ederim. Tabiî muhalefetin hakikattan bir mümanaat halini alması kabildir.Fakat, mümanaat varsa, elimizde bunun hakkından gelecek iktidar da vardır. Önergelerin tetkik ve kabul zamanlarını tespit ve tahdit etmek mümkündür.
Büyük insan ve
Sanatkâr
ROMA1ND
ROLLAND’m
SmESPtARE
ini okumamakla beş yüzyıllık bir sanat dehasını yeni baştan keşfedeceksiniz.
Çevirenler:
Dr, ZİYA AYKUT-ERCÜMENT KENBER
(iki renkli zarif bir kapak içinde 50 krş.)
ARPADYAY1NEVI
Bir ihtiyar
unq,eg -
0Aqi3y[
O
ljn§°A
aıe^B^ı
SMep'us
WS
ı^ıe/C •/
ip unXo}j
ATOMLAR ve YILDIZLAR
S
©ÂjnsBj
sopepej
ÖUIJIJ
>puı>ia
Üniversite Kitabevi
*
ıpaı»£ un^o -iıq «p«}u«^oq
Yazan : Pierre Rousseau Önsöz : F. Joliot - Curie Çeviren: Talât Erben
•an) >ıpppıa
(£W) ıze^BAvp]
(uol)
TOI
Jiu/sd yj
TercUmeyl inceliyen :
PROF. RATIP BERKER
Fiyatı: 100 kuruş





unpo
Teujja
FİKİR.,SANAT VE T£N(İTDLR§İSİ
00 02 oo co o
CQ 00 o 02 o
T”( 02
05 00 00 05 o
eo iO 00 CO ! 02
T“( 1 02
o O? >0 co o
05 o 02 02 o
t' ''t CO o
T-( T-H 02
(£) CQ 00 ıO 00 Tfi O o
Y-( r-t lO 2-
02 co (x> eo co
T~( VH T—( VH T—»
00 00 05 05
co 02 1O CO co co 02
02
ıQ co O 02 00
T—* V—( r-
■1 •o
02 02 oo ■ (£>■
00 02 8 05 Tf 2-2 - o o V*
2- r( 05 05 o
02 CO 00 o
’Vt
05 2- th TM S 00 00 »O s
05 T—( Cv
1O T—( IO 1O

co >o 05 o
2-
rH V( 02 en «>•
Gidiyorlar Atları, terkileri Göğüslerinde gümüş köstekleri yoktur. Gidiyorlar
Baş açık, yalınayak, ardı arkasına Ümitten gayrı ekmekleri yoktur. Sen
Vermişsin de sırtını meşeye Koca ihtiyar!
Yolların, yolcuların Akşamla değişen şeylerin haricindesin, Hotıralarınla yaşıyorsun.
İşte yine
Getirdiler bohçasını önüne; İşliği, çakmağı, tabakası Çorabı, çakısı, ayakkabısı Ve Zonguldak treni Zonguldak kömürü, kömür havzası... Çakmağı, işliği, ayakkabısı Ötede insanlar gidiyorlar İşte yine getirdiler bohçasını önüne... Sarsan bir sigara daha Vursalar orta telden Emrah’ı Yüreğin tutar mı söylemeğe Başa gelen halleri.
Bir buçuk ay gezdin dağları Avutmadı gönlünü Toprak kokusu, kekik kokusu, çiğdem çiçekler Keklikler konardı Bir o taşa, bir bu taşa Ha deyip te çekemedin tetiği Kınasını oynatamadığın Düğününde oynayamadığın Körpe kuzu düştü yadına İndin bahçeye Dayadın sırtını duta Domatesler kızarmıştı Yılı değildi, bal armudunun Adam boyunu geçmemişti tınaz Sonra malûm...
Şimdi toprağa bakamıyorsun Çifte salsan kara öküzü Gözlerine bakamıyorsun Bütün gözler onun gözleri Bütün çalışanların emeği Onun emeği Sonra malûm...
Zonguldak treni Kömür dağları, kömür madeni

uıpû)/
■Bianuınj^
C’PVJ
!P J’S'S
••••••eeee
nsanlar gidiyorlar rbete, şehire, kâra...
bir efkâr gelmiş te ağlıyorsun.
Bilgi Dünyası Kolleksiyonunun ilk kitabı

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Bizi Kirletemezsiniz
Haşan TANRIKUT
devam ettiren korku bilmez ı
SAL
Kütahy^fa halktan
Recep Peker şunu Nişin ki “Günü,, çıkaranlar varlarını yoklarını halk ve demokrasi oğruna ortaya koymuş, Atatürkün inkılâpçı dehasını damlardır.
r
BU SAYIDA
Harlk Hareketleri
Behçet ATILGAN ©
Serbest nâzını hususiyeti
Asını SARP e
Ahlâk Tarihi
Haşan TANRIKUT e
Maksim Gorki
Oktay AKBAL
KültSr dünyası
Rasih N. İLERİ ©
'Haftanın hicvi
Doğan RUŞEN AY @ r
Kıtlık (Hikâye)
Ali DÜNDAR
Şiirler
Fıkralar
Kültür haberleri
V. S.
Recep Peker’in
rey dilerken^ söylediği nutukta^tai propagandasına âlet etmek suretile oynamak istediği oyunu elbette okuyucularımız da bizim kauar (biliyorlar. Dürüst bir seçim yapıldığı iıııtİbaıim halka yutturabilmek için “meçini bıuituıkıları,, veı^-ek göz boyamağa meobar olan Peker gibileri, kuvvetlerini halitan, memleketin öz dâvalarından alarnıy u>.k haie uüşmüş oldukların" •dan bütün muhalefeti “ajan, beşinci kol„ diye gösteriyor, halkı, onun en haıkikî dostu olanlarla korkutmağa kalkıyorlar. Memlekette bir beşinci kol varsa o, bu va-tana müöüemleıke gözüyle bakanların beşinci koludur. Ve halkın bugünkü sefalet sıkmtısînafm mesul olan karaborsaca-lar bunların dostları ve yardakçılarıdır.


1
( Dünyanın, hiç bir yerinde namus ve
/ insaf ehli insanların aftedemiyecelı bu J çeşit propaganda btetJcr günlük mısbayağ!,” C alışılmış bir jey halini aldı.
\ Bîr ispat vasıtasına mâlik olması,
Tanzim tentemi» istikbalimiz ve d'pa’CKk fa-aliyetimiz dolayısile İmkânsız? olduğu hal-/ de bu »at kalkar da bize “dösman ajanı,, tine düfmeyi bir atı

derse ve bizim de 'kendisinin vaziye-
& kabul çdip Peker’e 9jn€selû'^“En'teljjans servis ajaraı,, diyece-
11
20 Kuruş
t
ğîmiz düşünülürse bundan hâslf oladSTTo-lan netice nedir? Birbirlerine gelişi güzel küfreden sokak çocuklarının halinden başka hiçbir şey... Recep Peker bizi efkârı umumiyenin gözünden düşürmek gayesile bu şekilde itham etmeğe kalkarken kırta-sî ve oligarşik otoritesinin hak ile yoksan edilmiş olduğunu herhalde unuttu. ve bizim irili ufaklı bütün Hitlerleri yıkmak uğrunda mücadeleyi göze alacak kadar medenî cesaret sahibi olduğumuzu nazarı itibara almadı.
Demokrasi şaklaban ılı klan yaparak koca bir milleti aldatma ğa yeltenen, fakat bu sahte demokrasi tezahürünün bile kendilerini alaşağı etmeğe kâfi gelmiş olduğunu anlayınca faşistlerin tazyik, dayak ve polis usullerine baş vuıtmak sureıtile içine düştükleri çıkmazdan kurtulmağa uğraşan Pekerler yine bir faşist metodu olan iftirayı Gün’e tatbik etmeğe kalktılar. “Gün,, dergisi onu çıkaranların etinden, tırnağından arttırılmış paralarla yaşar ve bu bütün âlemin maıtımu iken devlet ve millet işlerini görenlerin {şerbetlerine meıı-ba soran. kanunu hasır altı edenler işte herkesin gözü önünde aoam kirletmeğe kalkıyorlar.
lüinde bulundukları ruh düşüklüğünü düşününüz ki keyiflerin^ ve akıllarına esince hiç çekinmeden, yüzleri hiç kızarmadan sırf kendilerine hasis bir propaganda mevzuu temin için birtakım vatandaşlara (ajan) diyorlar.

Evet, bu memlekette kanun ya vardır, ya yoktur. Eğer varsa Recep Peker gibi itiyatlarının sevldle ispatsız, delilsiz, şunun bunun şeref ve haysiyetini lekeli-yerek seçim propagandası yapanlar mahkûm olmalıdırlar, Eğer kanun yoksa ve mütegalllbe, kanunu Ikjeyfinin oyuncağı olarak kullanmak suıhetile haklarını, demokrasiyi, halk dâvasımı müdâfaa edenleri çiğneyip geçecekse, büyük Türk tarihine yeni Mithat Paşalar, Namık Kemaller, Tevfik Fikretler, Nazım Hikmetler ilâve etmek sıuretile halkın ve istikbalin bütün lanetlerini üzerilerinde toplayacaklar, yeni yieni demokrasi rehberleri, hürriyet şehitleri ve halk kahramanları yaratacaklardır.. T ürk iyede kanun ister var, ister yok olsun, her iki şıkta da m üs* bet netice bizden taraftır. Â 1 i ’

»



KİTAPLAR
DÖL BEREKETİ
DERGİLER
rin, sile

SÖZ:
Çocuksan korkup düşürmek isteyenle-göğiislerinin gevşemesinden, dolavı-güzelliklerini kaybetmekten çekinip çocuklarını kendi sütlerinden mahrum e-
«* derek kaatil sütninelerin kanlı ellerine teis-lim eden anaların ve nihayet, şehevî zevkin azamîsine ulaşabilmek uğruna, kadınlık organlarını bıçak altına atmaktan çekinmiyecek kadar gözleri kararan koket kadınların feci akıbetleri akıllara durgunluk
verecek derecededir.
İste. yıllarca evvel ele alman ve fa-
* J V
bugün • dahi korkunç mevcudiyetini muhafaza
Bunu nasıl olur riz? Zola,
verni'ği ihmal etmemiş. Mathieu ailesi gibi mesut velideal bir saadet yuvasını rehber olarak göstermiştir. ?:
Fikret DEMİRCİ
kat
eden NUDA VERİTAS.. yok edemedikçe Dök Bereketi’ni da aramızdan ayırıp gömebili-ifeerinde bunun panzehirini de
verebileceğimiz
• « L •
az
ÖNCE EKMEKLER BOZULDU:
Arkadaşımız Oktay Ak bal. bu dikkate değer isim altında ufak bîr hikâye kitabı yayınladı. Hemen söyliyelrm ki, O. Akbal gerçek bir hikayeci şahsiyeti göstermekte, emniyetli bir istikbal vâdetmektedir. Üslûbunda harckiyet ve canlılık var. O, şehrin hududunu aşmaz ve şehrin nuoudu içinde işçinin semtine pek az uğrar. Bununla
iPlMmTdrL TiâTk çocuklarına karşı sempati hissediliyor. On-ğını psmak isteyen bir temayül var. Sa-

Millî Eğitim Bakanlığının son defa yayınladığı klâsik eserler arasında büyük romancı Emile Zolanm eserleri de var. Hakikat, Hülya, Bir aşk sayfası, ve Döl Bereketi namlarını taşıyan bu eserlerin tercümesinin, şimdilik lüzunisuz olduğunu, e-sasen Emile Zola’nm Germinal ve Asso-moir’mdaıı gayri eserlerinin modalarının geçmiş olduğunu sÖyliyenler oldu. Bu sözleri söyliyenleriıı bunların yerine hangi eserlere kavuşmak iştiyakını duydukları bilinmez. Ancak şurası muhakkaktır ki, şu anda bir takım sosyal dertlerden mustarip beşeriyetin Zola’nııı eserleri gibi (Sosyal Antitoksin) ismini
Ulaçlara hâlâ ihtiyacı vardır.
Döl Bereketi neşredilelidenberi seneler geçtiği halde ele aldığı beşerî dâvalar el’ân halledilememiştir.
• Esere, Kapitalist zihniyetli bir fabri-iyetçi ta doktorun münaka-
şası ile başlıyoruz. Münakaşanın mevzuu nüfus meselesidir Fabrikatör Bauchen, Malthus teoremine bağlıdır ve nüfusun hesapsız bir şekilde artışından endişe et-inektedir. Ona göre sefaletin sebebi bu-dur, bu sebeple iyi bir vatandaşa. yaraşacak hareket, mümkün olduğu kadar
çocuk yetiştirmektir. Fakat onun bu kanaati beşerî değildir, zira mevcut bir tek oğluna ortak bir evlât daha istememesine , , ... v , A, . , , , „
, _ , ., . . , , , , , w baha-ttın Kudret Aksal ın “Sarkılı kahve
sebep, fabrikasının istikbalinden dtıvdugn . 7* vT , .. . . J
j. , ' sı bize kucuk burjuvanın şehir surun ve-
eııdışedır. Sonra, kendine göre az çocuk yetiştirmenin .bir takım bahsettiği halde, fakirlerin çok çocuk yetiştirmelerini hoş karşılar. Zira, fabrikasının işçilerini bunlar teşkil edecek, birikecek altınlar kızıllığını bunların kanından alacak.
Doktor Boutaıı ise, insaniyetçi bir görüşle sefaletin sebebini nüfusun ■gelişi güzel artışında değil, bilâkis servetin yanlış taksim edilmiş olmasında aramak gerektiğini ileri sürer.
Eser bu münakaşa ile başlıyor. Hacmi hayli geniş olan bu eseri fcMitebaki sahife-leri, bîr taraftan, çocuk yapmaktan çekinenlerin ızt iraplarını, diğer taraftan durmadan döl yetiştireni denizaşırı memleketlere taşan, mesut bir ailenin saadetini ifadeye tahsis olunmuştur.
•ıtıra tereddüt Ve karar’izh-

riıy.Oktai' Akbalın “Önıce dkmdkler bo-iaj a aımdan su ş€hiT hikâyesini. Bununla be-
raber'^BT'Akbal’da halk pevgisi bariz; fer* I
diyetin huduTİarını hşarak kitlelere3 doğru genişi(fnek temayülü oldukça tarihtir. Kitabın adını taşıyan ilk hikâye harbin küçük bjrjuv®. psikoloji' ram. barış hasretini
İr
ekmekler b^zıiMu.4sonra herşeıT,. güzel bîr giriş, sanırsınız ki ardından en gesıiş kütlenin hayatı görünecek.. “Semt,, inde kapanan muharrir, şüphesiz “ferdiyet,, te kapananlara nazaran daha ileridir.
İnsanlara, şehrin kitle halinde kaynaşan insanlarına beslediği derin sevgi O. Akbala azamî genişleme imkânlarına mâlik bir “şahsiyet,, kazandırmaktadır. Belki d*e yakın bir gelecekte, onu halkın sanatkârı olarak göreceğiz. H. T.
I
isinde yarattığı huh-ifade ediyor. “Öncf
------U-S . ‘ •
t
A
A.

' İ ' I ’ :
Bu demokrat kültür dergisinin son sayısında. Nureddin Eşfak’m çok güzel bir şiirini, Rehice Boran’m “Basın hürriyeti,, ni, Asal' Ertekin’in 4 Aralık hâdisesi üzerindeki bir kritiğini ve “Demokrasi Nedir?,, başlıklı, N. Sanoğlu tarafından çevrilen “Avam kamarası üyelerinden Muhafazakâr Hollis, Komünist Piratin, Liberal Roberts ve Sosyalist Walker arasında Londra radyosunda yapılmış bir münakaşayı,, bulacaksınız. “Söz,, ii okuyucularımıza- hararetle tavsiyfej öderiz.
BAŞAK
A*
f
A danada çıkan kuyucularımıza sağlı raz daha mükemmelleşmekte olan “BAŞAK güzel yazılar bulacaksınız.
bu ileri kültür dergisini o-k veririz. Her sayısında bi-” da
*-nr
*• t
Dergimiz 25 inci sayı ile u ne büyük


ilk cildini tamamlayacaktır, yırmıbeş sayının güçlükler ne ağır sosyal imkânsızlıklar ve ne güç dayanılır fedakârlıklarla çıkarılmış olduğunu hepin.iz biliyorsunuz. ‘Gün,. ün yaşamaması için yapılan iğrenç propağanda ve kösteklemelere rağmen ‘ Gün,, işte daima ayaktadır ve tarihi aylarda yapmış olduğu ‘-Demokrat cebheyi tek başına tutmak,, hizmetile her zaman iftihar edebilir.
‘‘Gün,, yaşamalıdır. Onu siz yaşatacaksınız.
'•Gün., ün eski sayılarını idaremizden isteyebilirsiniz. İkinci cild ile 'Gün,, daha mükemmel çıkacaktır.
%
Sabiha Z. SERTEL M. Zekeriya SERTEL Fiyatı 7J kuruştur


t
AVRUPA TARİHİNDE HALK HAREKETLERİ
ATOLOAH
zappteıtiier papazları yıllarca devam etti,
Fi
. , İşçiler, köylüler faaliyete geçerek kilise emlakini
kesmeğe başladılar, bu zengin - fakır mücadelesi
nihayet afaroz ve hertürlü silâhla bastırılmasına teşebbüs edildi,
Denebilir ki, ■si bu Sedı* a-
Açık denizlerde seyyahat için
V-ff >
Denize mukavemet edecek şekil-


Avrupada Rönesans, teceddüt hareketleri, güzel sanat ve yeni ilim henüz doğmamış Hıristiyanlıkta bir inkılâb yapan Marten Lüter daha dünyaya gelmemişti. Malûmdur ki, medeniyet Akdeniz muhiti etrafında idi. Fenikeli ve Yunanlı gemiciler Akdenizde seyyahat ediyorlardı. Halbuki Sedr ağacının ortadan kalkması yani bunların kesilmesi Fenike gemiciliğini öldürmüştü. Zira bu I ağaçlar hem hafif hem d'e; son (derece mukavimdiler. Bunların imhası artık kayık yapma im-kâpını müşkülleştiriyordu. iRike medeniyetinin çökm
ğacının imhasile müvazidir. Netekim Yunan medeniyeti de böyledir. Akropoldeki ağaçların kesilerek yok olması Yunan gemiciliğini öldürmüştü. Buııa mukabil dünyanın sonu telâkki edilen Septe boğazından dışarı çıkılması iki mühim teknik inkılâba bağlıydı:
_TU:ı — pusla. ;
**** 2 —
de gemi yapılması.
îşte bu iki hususiyet İtalyada, Por-tekizde ve Holandada baş gösterdi.
Leonar Dövinci, yalnız ressam değildi. Çok ileri bir idrolik mütehassısı idi. Sezar J^-jia’nm ayni zamanda mühendisi idi. Bu yeni durum pek tabiidir i, yeni bir sınıf doğuracaktı, Teknikçe ilen Tur gemici sınıf daha ileri bir tâbirle bir Mercantil sınıf... îşte bu Merkantil sınıf kendine has yeni bir takım ideolojiler de getirecekti. Mazlum sınıfının i zd irabını’istismar ederek, ona tavizler vererek hareke» de getirecekti. îşte: îngilterede Jan Uviklef namında bir papas İncildeki fakir ik lehindeki fıkrayı ileri sürerek köylüyügasatetin ve kilisenin ihtiraslarına karşı korumak için kollektif mülkiyeti müdafaa ederek papaya isyan etmişti. Fakat dinî İslâhat onu evvelâ kilise ile bilâhare de asillerle ihtilâfa şevketti; ve papa tarafından afa? roz edildi. Uviklef’iıı tesiri altında kalan Bohemyalı Jan Hüs de kiliseye karşı bayrak açtı, kilise elinde bulunan geniş emlâkin halka dağıtılmasını istiyordu.

Böhm isminde Hüs meslek’ini salik bir a-danı ortaya çıkarak halka:
“Sınıflar arasında hiçbir fark kalmı-yacağıuı,, müjdeliyordu. Onun arzusu “Memlekette fakir, zengin bir olacak, bütün vergiler kalkacak, hükümdarlarla â-silzadeler bile çalışma suretile ekmeklerini kazanacaklardı.,,
Bil sözler Almanyanın her tarafında bir galeyan uyandırdı. Çok geçmeden binlerce kadın ve erkek yeni peygamber etrafında toplandı, Faâkat Hans Böm harekete geçmeden yakalandı. Hüs gibi ateşe atıldı. Cemaati de dağıldı. Dağılan bu cemaatin her ferdi kendi köyüne aldığı ihtilâl fikrini götürdü. Seneler geçiyor, bu kıyamlar artmakta devam ediyordu. Diğer taraftan Macaristanda 10 uncu asrın orta-
»
larında başlıyaıı Begomil hareketleri devam ediyordu. MacaristahManı başlıyaıı Haçlı seferlerde 15 inci asra kadar devam etti. Bosna, Macar Haçlıları tarafından tahrib ve yağma edildi. Bu hal kanlı harb-lere sebep oldu; mutezile mensupları son derece mukavemet gösterdiler.
Bir aralık Katarism devletin larak ilân edildi. Fakat Macar ve den mürekkeb bir Haçlı ordusu tadarın mukavemetini kırdı.
tefe Hıristiyanlık Plat-fonn de yapılan bu herezi hareketi, doğrudan Hinıı:ıiMiııuUiiıııınıtıınıırıı»ıtıınıutıııumııııımıni!iıtiiıu>«tnı«iuiKHimnımı:ımıwnı»ıımHtı CıOğtUj a Roma hakili! İV^t3|tİ altllldu eZİİeil onu ne alarak harekete geçtiler. Kilise em- ve ona verilen yu lâkin i raptederek papazları kesmeye baş-ladffar®Bu zteıngin ve fakir mücadelesi ou sene kadar sürdü. Hüs 1413 yılında papa Jan tarafından afaroz edildi. Ayni senenin sonuıiia fikirlerini müdafaapetmek i-çin Almalıyanın Bad DüknlığıKa Kons-İans şehrinde ,toplanan?,papas ttueclisi huzuruna çıktı. Mutezile diye mahkûm edildi. 1415 yılımla ateşe atıldı- fakat bu a-teşten sıçrayan kıvılcım uzun seneler devam eden Husist harblerini tutuşturdu.. Fakir düşen halk tam sosyal değişmeler It.albbinde bulunuyorlardı. A/teşe atılan Hüs’ün fikirleri her tarafa yayılıyordu. 1431 senesinde Almanyanın Hes Dükalı-ğmda köylü isyanı patlak verdi; bu kıyamlar devam ederken 1470 yılında Hans
Bohemya mamur ve zengin bir memleket olmasına rağmen papazlarla asilzadeler zengin, Halk ve köylü ise pek fakirdi. Menfaatini gören fakir halk Jan Hüs’ün mezhebini kabul etti. Kilise emlâkine konmak istiyen Asilzadeler de bu mezhebe iltihak etti. Jan Hüs ise, vaazle-rile halkı hak iddiasına sevkediyordu. Bü-tüneneriisLkili senin islâhı ile fakir_hal-km müdafaası toplanır. İşçiler, IIIIIIIHIlIHHIIIIIIhlItlIlI III1IIIII1IHİIU
'lehinde yaptığı faaliyette köylüler bu faaliyeti göz llliniKIHMIİlllllililllUinitJlIllllinilillIllUlllllÜIIIIIIHIMIIİlit
II A I( 1 I( A T
Sıtmglı bir rüzgâr eserken vücudumdan Ve sıtmalı toprak üstünde i
Buğday sız ekmek yerken- İ-İ:
Setti tamdım, hakikat, 83
Ve sıtmalı ıftegâr ‘ggB
Uzaklaştı vücudumdan. eSB ’' î
Sıtmalı toprak üstünde ® ğ
Buğday sız e-k-ıck yiyorum j
Ve kuvvetleniyorum. :
Artık benim için korku yok, ’ ■-( Artık benim için ölüm yok;
Sen varsın, .hakikat,
Sen varoklukça jFaJclıışamaz vumuruma
Sıtmalı rüzgâr.
*

Sabri SORAN.

M
dini o-Lehler-Bosnalt
üzerin-
k vergilerden doğmakta idi. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi keyfiyet doğrudan doğruya doğmakta olan Burjuvazinin —kt Merkantil sınıfın tekâmülü neticesidir^- Roma tahakkümü-n-den kurtulma cehdi, merkezî kiliseye verilen Bacla’cfcın sff\’rılma keyfiyetidir. Netekim Hegel Burjuva milliyetçiliğini, hı-ristiyanlıkla mahallî ırkların sentezi olarak öne sürmektedir. Hegel bu görüşünde haklıdır, ya adası altındaki Netekim
nover dükü idi. Fransız Burjuva inkılâbı, Sen Jak adlı kiliseye bağlı mutezile hareketinden kuvvet .alan Jakoben tarikatına dayanmaktadır. Alman Burjuva hare-
Ingiliz Burjuva inkılâbı, Britan-Nordik ırkının Angilikan kilisesi mutezile hareketinden ibarettir. İngiliz inkılâbında ilk kıral, Ha-
keti de bu şekildedir. Fin hareketi de... Bütün mutezile hareketleri Burjuvazinin doğuşu ve inkişafı ile muvazi bir halka taviz verme keyfiyetidir. Netekim meşrutiyet inkılâbını yapan manastır ocağı, melâmi mutezile hareketine dayanmakta idi,
insanlığın imhasını teşkil eden bu harbler Hıristiyanlık için hiçbir fayda temin 'etmedi. Çünkü, Türklerin 1385 den itibaren Balkan yarım adasına nüfuzu ile yavaş yavaş islâmiyetin nüfuzu altına girdi. 1463 senesinde Bosna ile Harbe başlandığı vakit Hıristiyanlıktan nefret e-den Halk hiç mukavemet göstermeden teslim oldu; kilisenin zulmünden kurtulmak maksadile kitle hâlinde İslâmiyet] kabule mecbur oldular.
16 ııcı yüz yılda bütün Almanya isyan halinde idi; işte bu sıralarda Lüter de meydana çıkmış, mezhebini yaymağa başlamıştı. İsyancıların bir kısmı emlâki, a-raziyi müsavi surette taksimini, diğer bir kısmı ise doğrudan doğruya köylü ve işçi idaresi kurmak dâvasında bulunuyorlardı. O zaman Avrupada mutezile hareketinin merkezlerini İtalya, teşkil ediyordu; papa tarafından kurulan Engizisyonlar bu hareketi durduramıyordıı.
Almalıyadaki asilzadeler, İtalyan de-rebeylerine nazaran daha kuvvetli oldukları için bu hareketleri karşılayabileceklerini zannederek isyancıların talebierini reddettiler. Bütün köylüler, işçiler ayaklandılar, karşı durmak isteyenleri öldürdüler. Parola: Mal mülk ortaklığı idi. Her asilzade, papaz ve burjuvadan Alınan malların bir kısmı teşkilâta veriliyordu. Bu hareket uzun süremedi, Derebeyleri nihayet gaüb geldi. İntikam almak ba-hanesile köylülere ve işçilere her türlü eza ve cefa reva görülerek boyunlarına daha kalın esaret zincirleri geçirildi.
Al manya da “köylü harbi,, namı
SANAT DÜNYASI
Sm
/
Yaza n t Oktay AKBAL
al-tında komünizm ihtilâli bastırılırken 1452 de Tomas Münser’in tesis ettiği Anaba-tist hareketi alevleniyordu. Müuüer İncille işe başlıyarak ilk Hırîstiyalnlık sende-rinin hayatını iade etmek istiyordu; köylü ve halk arasında büyük biı- taraftar buldu. Anabatistler Tevratta âşardaıı bahsedildiğini görünce İncil ile birlikte, TeV-rata göre de hareket edilmelini istediler? Köylüler harbi sönerken Anabatist isyanı b'aşgöstererek komüni&ttliğe müncer oldu.
Zaptettikleri köylerde ve şehirlerde “kardeşlik cemiyetleri,, ’^neydana getirdiler. Her taraftan alman mallar cemaat arasında taksim ediliyordu, Marten Lüter bu harekete karşı protestan derebeylerini harekete geçirdi. Büyük bir harb cereyan
simoviç Reşkof’un dörtt yaşında öksüz kalan, çocukluğu ve gençliği boyunca, en yorucu işlerde çalışan bir adam olduğunu edebiyatla uzaktan olsun ilgisi olanlar bilir. Hayat hikâyesi gözden geçirildiği zaman karşımıza Amerikan tipi bir muharrir çarpar. Bugünkü meşhur Amerikan ro -inancıları meselâ Caldvel, Steinbeck’in hayatları ilfö Gorki’nin hayatı arasında çok ben-zeyişler görülür. Bunlar da Gorki gibi ul’ifk yaşta hayatın ağırlığını sırtlarına yük lemişler, binbir işle çalışmışlar, ilerde yazacakları yazıların mevzularını baştanbaşa yaşamışlardır. Yalnız Gorki’nin biogra-fisinde bir iki hâdise tipik olarak Rus’tur, diğerlerinde görülmez. O da Gorki’nin yirmi yaşında haya'tan bezgin olarak intihara teşebüs etmesi, kurşunun ciğerlerini delmedi; ve ihtilâlci olarak faaliyete gel çen muharririn sürülmesi, hapse atılmasıdır.
Gorki çektiği çilelerden otuz yaşında kurtulmuştu. O sıralarda artık bütün Rusya’da meşhurdu. Eserleri kral sarayından, en fakir kulübeye kadar her yerde okunuyordu. Rus akademisine aza seçilmiş, fakat bunu reddetmişti. 1901 de Sosyal Demokrat partisine [giren Gorki birçok mücadelelerden sonra Italyaya kaçmış, Le-nin’le, Kapri adaşında bir müddet bulunmuş, ihtilâlden sonra yurda dönüp, Rus kültürünün en ufak zerresinin kaybolmaması için uğraşmıştı. Sovyetler devrinin başlangıcında Gorki bu yfeni devrin temel tası oldu. Eserleri otuz iic milvoıı adet ba-sikli, d oğduğu şehre, Moskovada bir cad-l _______________________________________de ve tiyatroya adı verildi.
m içine solenyordu. insan omırTyazı- Gorkî'nft’-esetlerinin değeri çok mü-
nakaşa edilmiştir. Çok kısa bir zamanda şöhretini yapan bu genç muharrir birçok kıskançlık duygularını
“ Aşağı - tabaka
IMosko wda k i tem sili eri n den km Gorki*ve ki'rşi gösterdiği tezahüratı gören devrin tanınmış muharrirlerinden Batarikin’in şu sözleri söylediği malûmdur: “Bu Gorki’de kim? Beş genedir yazı yazan bir adam. Ben kırk sentedir yazarını, altmış cilt eser neşrettim hiçbir zaman bana böyle bir şey yapmadılar.,, Gorki’yi; Dostoyevski, Tolstoy, Çe-hof’a nispetle zayıf veya onu hepsinden üstün bulanlar olmuştur. Bence bir muharriri, bir sanatçıyı diğeriyle mukayese etmek yanlış bir usuldür. Her sanatçı bir bütündür ve ancak o bütünlüğü içinde mü-
Gorki’yi senelerce evvel Sahaflar sokağından satın aldığım ufak boyda, kabı kopuk küçük bir kitapla tanıdım. Henüz Gor-ki ııin bambaşka dünyasına giremiyecek, onu ve insanlarını anlayamayacak bir yaştaydım. Böyle olmama rağmen o küçük kitap ‘Yol arkadaşları,, bende kuvvetli bir tesir bıraktı, günlerce stepi, insanlarını, konuşmalarını, hikâyenin baş kahramanı olduğu anlaşılan Gorki’yi düşündüm durdum. Şimdi o küçük kitabı kimin tercüme ettiğini bilmiyorum. Yalnız o kabsız, yırtık sayfalı, ufak kitapla Gorki’nin dünyasına. ilk adım atışımı hatırlıyorum. Seneler boyunica Gorki’yi daha yakından tanıdım, onun bir aşinası, bir dosıtu olmasını bildim. İlk okuduğum hikâyelerinden biri olan “Yirmi altı erkek ve bir kız,, da-ki insanların bana yakın olduğunu bazı anlar hisseder gibi oluyordum. Gorki’nin yazılarında., okuduğum diğer muharrirlerden ayrı olan bir şley vardı. O edebiyat yapmıyordu, fakat şairdi; üslûp özentisi yoktu, fakat kendine has üslûbu vardı. İnsanı birkaç cümlede kalbinden yakalamasını biliyordu. Onun
bancı değilqi. Bütün hikâyelerinde nefes alan, hikâyeci kafasında yaratılan kuklalar olmadığına emindim. Muhakkak ki onlar bu yeryüzü üstünde bir tarafta mevcuttular; yaşıyorlar, çalışıyorlar, çile çekiyor Ve ö-Invnrbırdı, Gorki de bıı insanlardan birîv-
V V
di. Yalnız o gördüklerini, yaşadıklarım, kalemi eline almış yazmıştı. Hikâyeleriyle tanımadığımız fakat hiç te yabancısı olmadığımız insanları gösteriyor, okuyanı hayat
larını okurken muharririn veya kahra-mıınkırm hangi milletten olduklarını dii--şünmıyprdu bite Onlar Kus olabildikleri gibi, olabilirlerdi. Onun kahramanları dünyanın herhangi bir1 yerinde vaşıyan, istirap çeken, insanlardı. Hepsi de Gorki’nin kaie-miylejnakikatten alınıp beyaz kâğıtMize-rine yerleştirilmiş, mövlec’e ölmezliğe kavuşmuşlardı. Çok zaman yanı başımdan geçen herhangi üstü başı kötü, zayıf yüzlü bir insan görsem Gorki’nin hikâyelerinden kaçmış biri olarak düşündüğüm oldu.
Maksim Gorki’nin hayatını, çilelerini anlatmak artık lüzumsuz. Zaten hikâyesini okuyan muharririnin hayatını kâfi derecede öğrenmiş demektir. Maksim Gorki müstear adını taşıyan Aleksi Mak-
insanları bize ya-
yaşayâıı, çırpınan, didinenlerin bir
'Riirk.ı Ingiliz;^ Alhıan Fransı^ V. >.
bir tek

arasında
9?
alevlendirmişti, adlı piyesinin birinde hal-
TÜRK ŞltRÎNDE GELÎŞME: 4
Serbest
Nazmın Hususiyetleri

Türk şiiri bir vezin-kafiye meselesi olarak ölü bir noktada bocalarken Nâzımın taze ve kudretli sanatı edebiyatımızda ihtilâl yapmış ve şiiri hayata, hayatı şiire kavuşturmuştu. Bu mükemmel başarılmış hamleden sonra şairlerin daralmış ufukları alabildiğine genişlemiş, yıllardan-beri sıkıcı bir ‘edebiyat rejimime tâbi tu-silmez
a
talanlar hürriyetin hiçbir şeye _ . nimetlerinden faydalanmağa başlamışlardı. Bu hal, edebiyat yoli.vle de olsa halkın zaferi demekti. Çünkü nâzım ve nâzımın yolunda yürüyenler gözlerini burjuvaziye m«nsup olan sanatçıların geveledikleri pörsümüş hâdiselere dikmiyorlar, asırlardır ihmal edilen Türk halkım kendilerine mevzu, ediniyorlardı. Şuurlu olarak halkçı sanat anlayışı Nâzımla başlar •Ve Nâzımın çetin yolunda «halk sevgisiyle her meşakkate katlananların ererleriyle devam eder... ı 1 *;■ k.
Gecen yazımızda, bu halkçı sanatın kabataslak izahını yapmıştık. Simdi de serbest şiirin teknik hususiyetlerini be-lirtelim.
“Evvelâ şunu söyliyelim nesri, hikâyeyi, roman, tiyatro vesaireyi ayıran sev, birisinin vezinli ve kafiyeli olması, diğerlerinin vezinsiz Ve kafiyesiz ol-
4
ki: siirla
ması değildir. Nice vezinli, kafiyeli yazılar vardır ki şiirle hiçbir alâkası yoktur. Şiir, roman, hikâye vesaire gibi edebiyat şubelerini birbirinden nisbî olarak ayıran şey, şekilden ziyade muhteva, hava, derinlik, mikyas farkı velhasıl (fikir ve his) sahasında gördükleri iştir. Aynı hâdiseyi şiir, hikâye, roman, tiyatro ve sinema senaryosu başka başka mikyaslarda, hava ve derinliklerde verirler, aradaki fark buladan gelinmeni serbest şiir y._____________
kunuş araşınd ki farkı kaldırın ıştır. Bundan başka şehrin şiiri olan yeni şiirin terkibi ve tekniği daha mürekkeb olmuştur. Köylü ve çoban iktisadiyatının muttarid sesleri yerine şehirin muazzam senfonisi gelmiştir (1). “Yeni şairlerin şiirleri gerek teknik gerek muhteva itibariyle ne heöe, ne aruz fakat son edebi cereyan tarzındadır. Muhtevaları ekseriyet itibariyle REALİST - MODERN’dir Yeni şiir tarzında dikkat edilmesi lâzım gelen şey yalnız satırların dahilî ahengi değil, fa-kat ayni zaıftanda satırların arasındaki ahenge ve imtizaca dikkat etmeli lâzımdır. Bundan başka kafiygİeriiıveriBi tâyin et-mek meselesi gayet mühimdir. Kafi/e, kafiye için değil, muayyen bir jıakşat için yapılır Teşbih ve hayallerde miicerred

talâa edilmelidir. Her yazar bîr dünya yaratmasını bilen adamdır ve yaratılan her dünya diğerinden ayrı ayrıdır. .'Hikayese-ye imkân yoktur. .
bir Şekspir, bir Tolstoy gibi bir dünya vermeye muvaffak olmuşiur. Onun eserlerinde Rus toprağının azameti gözler ö- şairlerin «ık sık tenkid edilen ahenk ha-nüne bir harita gibi serilir, kilometreler- talan herhalde düzelmiş olacaktır. Zira izahını büyük bütün
S onun« ken insanlar, insanlar.. Bütün bunlar bir fikrî eıîerj i sinden gelmekle flraber şekli ihmâl cğmem^i'basanlarınd®esaslı wr “şiir, dili, ııetir dili, konuşma dili (İve ayrSyrı diller tanınıyor. O bir tek dille yazıyor: uydurma, sahte, olmayan canlı, geniş, renkli, derin,
Goıki. bir Servantes.
melhumlaru. nıusahlıast e^i h.hJhİSbbssh mefhumlara mücerrted teşbih bulmak hususu (2).. nu gözden kaçırmamalıdır.
Bu anlatış ve bu itina ile eser verecek
talan herhalde düzelmiş olacaktır, gen (Şairlere yeni şiirin geçilen ormanlar, büyük flenûş-g- hir şev/de-yapan Nmh
valar, bitin tükenraiven stepler ve çile ce- I
ce uzayan nehirler, içinden trenle günlerce
S--
eserlerinde hâkim olan dinantiz
e-»
ÜÇ-a-% o-


riizcâr halinde Gorki’nin eserlerinden ser. Bir yabancı yazar Gorki’dl [esaslı unsur bulunduğunu r-övlüvor; tabiilik, zamet genişlik ve fakirlik. Başka biri
nnn dâhi olmadıkını, fakat bir devre imzasını attığını, bütün yirminci asır Rus edebiyatının her sayfasında hissedildiğini v«z’yor. Bu söze ilâve edilecek bir sev daha vardır, o da Gorki’nin »dünyanın her memleketi için bir sembol eribî kabul edıl-mpc.i Balkanların Gorkisi olan-
Amerikanın G^rki’sli denen Jak London onun yürüdüğü yollardan geçmiş. Jer. onıı ü.stad bilmişlerdi.
Panait
âmildir. Nâzmı “şiir dili,
■I
neticesidir. Nâzı m m
On altı yıl önce varılan bu kanaatin doğruluğu ikinci cihan harbinde de çok kanlı, çok ıztıraplı misallerle sabit olmuştur. (4) Zira Yugoslav kurtuluşunda. Mareşal Trto’nun yanında savaşan 16 yaşındaki şairle ak sakallı şair (5) bugünkü hür ve demokrat Yugoslavya’nın teşkilâtlan -masında rol oynamıştır. Büyük Fransız şairi Aragoıı ve arkadaşları, da, Fransa-nün kalkınmasında cephede ve hayatın içinde az emek harcamamışlardır. Bizim hâlâ İstiklâl savaşı destanının yazılmaması (6) piyasa şairlerinin inkılâpçı hüviyetten mahrum olmaları
u" tekniği onun inkılâpçı hüviyetine tıpatıp uygundur. İnkılâpçılık daimî bir tekâmülü emrettiği için Nâzımın şiiri daima taze ve moderndir. Şiirlerini anlıyarak okuyanlar tasvir ettiği şeyde bir şema kısalığını ve bir kabartma harita kudretinin vuzuhunu görürler.
Nâzım, Heceyi ve Aruzu tamamen bırakmış; hayatın diyalektik inkişafına uygun bir şiir tekniği yaratmış olmakla beraber onda hazan aruz, bazan hece kalıplarına göre yazılmış hissini veren satırlar bulmak mümkündür. Hemen söyliyelim : Nâzım satırların mevcut kalıplara uydurulmasına hiçbir zaman dikkat etmemiştir. Şiirin genel ritmi belki boyledir. rastlamağı icap ttirmiştir. Nâzımın muarızlan serbest nâzım’m büyük Rus şairi Ma.va-knvsky’den alınma
Nâzımı bir taklidçi seklinde kalkarlar. Halbuki Nâzımın şiir f
şekli bir arama ânının mahsulüdür. Nâzımla beraber Moskovada okııvanlarm saKnd’etîvIc sabit olan bir hakikat şudur kî. Volga boylarındaki açlığı gösteren bîr filmi hep beraber seyrettikten sonra Nâ-A zını
olduğunu söylemekle göstermeğe yazma
sun’î
azami mürekkeb. yani azamî sade lisanla. Bu lisanın içinde ha vatın büt ün unsurları
* •
vardır: Bize göre şair şiir yazarken bas-
*
ka sahsivet konuşurken, tâbiî ile kavga e-derken, yemek yerken başka bir şahsiyet değildir. Bizce şair bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır (3).„ ' , ‘ 1



ilk şprhest şiiri olan “Açların göz b'e-
(Davamı 11. sahi ferle)
jf

1
V--;
Teşrinisani
Haziran
Harbinde
929
929 .
930
de «sairlerin
Re.'imli Ay. Teşrinievvel
fert
r*
Birmci Cihan
karakterleri belirmişti. Sovyet ihtilâlin.
(n
(?.ı
us)
teşkilâtçı
de dev şair Mayakovs.ky 1917 dâvasında kollarını sıvamıştı. Propaganda resimleri yapmış, şiirler yazmış, işçi kütlelerinin organize edilmesinde «şerefli yerini almıştı. Bugün de böyle şairlere ne çok ihtiyaç var.
• f
(5) Fransız vatanseverlerinin çıkardığı Marseyycz dergisinde bu hususta geniş izahat vardır.
i (6) Haluk Nihad Pepeyi’nin destan denemeleri duyulmamış bir heyecanın mahsulü oldu-ğu için fazla bir önem taşımaz kanaatindeyiz
Haftanın Hicvi
Köyün içinden
■ ■

BABASININ ÇİFL.İ
61
Köylüm, ‘ 1
Daha dün ben senin içindeydim, şim-

I
Doğan RUŞEN AY Güliver’in cüceler ülkesindeki boyuna bürünüp gözleri gurur perdelerde kör olduktan sonra devler ülkesinde de aynı minval üzere icra-i-saltanat etmeğe kalkan gafili hemen tanıyacaksınız. Onun gözü, saçı Cermen; kesesi Tory, küstahlığı Falanjisttir. Üstelik inkılâpçı-i-zaınadi ve üslûpçu-i-devran • geçinir. Her yirmi dört saatte bir inkılâba sadakatini ilân e-der. Ancak inkılâbın hangi inkılâp olduğu tasrih edilmemiştir. . Güliv’eriıı, cüceler memleketinde Tasladıklarından biri geçenlerde bu hususu aydınlatarak “o adam 1923 ten sonra kesesinde lıasıl olan inkılâba ilâ ıı-ı-sadakat etmektedir dı. '
Bir gece SULU adlı bir etenine siper yaparak, dışarıda
di daha çok sen benim içimdesin. Haklı olarak ve belki de diyeceksin:
— Sen de kaçtın şehre de, hem baş şehre, sen de bize nameler ve süslü sözler yollama yolunu tutun. Sen de bozuldun, kolay köycülüğe döktün işi
Hayıf köylüm, sen yolladın beni buraya, Senin için geldim
|pBurada köy derdini haykıran tutmuyorlar amma, o garip diyarın acıklı olma-yar tuhaf âletlerinden, ananelerinden söz edersen afal afal dinliyorlar. Dinlemekten başka hüneri olmayan bu adem oğul-yakalaniaş t olan
açıkgözler de, burada oturdukları yerde, köylerden yalan yanlış derleyip topladıkları âdet veya tekerlemeleri kitap yapıyorlar. Bu suretle yâlnız para kazansa-neyse onlara hem de ‘ Köycü,, diyor-
lar*jmx hafif




FAŞtZM VE İLİM
• * • t
OH
Faşist Almanyada talebeler her yıl azalmakta, ders seviyesi düşmekte ve ilim gerilemekte idi. Harbde bu geriliğin far-kedilmemesi kovulmayan vo kaçmayan eski nesil ilim adamlarının saylefeinde ola-jp iihendis lOk uru
Kış devresi
Üniversite talebeleri
bilmiştir, yoksa faşizm ilim demektir.
Dr. E. Y. Hıtvtshorne’un gisi, cilt: 142, nahife: 175) b diği istatistiği aşağıda nakleı
Riyaziye ve Fen
Kimya
116 .
106 .
89 .
(81 .
67 .
154 11 . 477 12 . 951 3 . 543
764 13 . 452 10 . 852 3 . 504
093 1 ı . 310 7 . 943 33 . 006
438 ■9 . 293 6 . 493 2 . 696
082 (’ . 649 4 . 616 2 . 058 |
, diye yaz-
I ,
kâğıdi beyniniz ka-
fası kalmış olduğu halde bu “inkılâp,, ağası rüyama girmesin mi? Bir kürsüye çıkmış bağır, bağır bağırıyordu: Bizde hürriyet var, adalet var, müsavat var, parti var.. Bütün bu nimetler her yoklamada “buradayız!,, diye cevap verdikleri halde şimdi küstah muharrirler, şerefsiz particiler, namussuz komünistler, • depsiz muhalifler, satılmış ajanlar onları yok gös-dermeğe çalışıyorlar.. Yok olur mu? Hele bir yoklama yapın, göreceksiniz ki onlar edep dairesinde ayağa kalkairak “efendim,, yahut “buradayız,, diye cevap verecekler. Olmayan bir şeyin “varım,, diye ses vermesi imkânsız olduğuna göre onlar da var delmektir.,, Buraya kadar rüy m korkunç değildi. Ama sonra birdenbire dehşetli bir kâbus halini aldı. Ağa öyle acıklı feryatlar, beşer insiyaklarının maymun dedelerimizden kalmış derinliklerinden kopup geldikleri anlaşılan öyle vahşi: çığlıklar kopararak bağırmakta devam etti ki doğrusu aicıdım. Bu feryat ve çığlıklar arasında şunları, hep o ayni sözleri söylüyordu: ■ r-’ x. ■;•'/■■ ■
“înkılâba ısahskîz, hürriyet bizde, ‘ parti bizde, bizden başkası ya satılıktır, ya kiralık. İnanmayın ey ehli ulus, onlara inanmayın. Biz nimetleri ne satın aldık, ne de kira ile tuttuk. Hepsi dededen kalma cifi iğim izdir. Kanlarımız gibi onlar da helalimizdir.,, Bu sözlerin hepsini anlıyordum. Ama. feryat, çığlık, gözyaşları neden diye düşünüyor, sebep bıılamıvor-dum. Feryat kasırgası içinde sersemlemiş, hatibin bütün vücudunu SULU isimli kâğıtla örtüp, yalnız başını göstermekte olduğuna dikkat etmez olmuştum. Bîr aralık aklım başıma geldi, “yahu bu adamca-
II
lar lar.
Yalnız şurasını itiraf edeyim ki, se-muztarip ve neşesiz olduğunu fısılda-
Onlarl . bu' noktada olsun Amma ve hemen 'bir yerde ıztırap ve
niıı yanlar da var. birleşiyorum. bunlarla anlaşamıyor ız. Bu
neşesizliğin giderilmesi ide.
Onlar senin yüzündeki kat ve kırışıkların sebebini aram dıklan gibi bunları okuyamıyorlar da. K• »udilerinin katmerli gerdan ve parlak yüzlerini yalnız dans, şarkı, eğlence yapıyor Usanıyorlar da iistat geçinen bu kişiler, seni de neşelendirme nin, _
başka türlü daha oynatmakta arıyorlar.
ıstırabını gidermenin çaresini bir
a, aç
carıma da ol?

çürümüş gömleğinle yarım saat çalar, oynarsan hic bir derdiir» kalmazimı«f"
I
Arabanın tekeri,
Deh, deh, deh aman.
Küylüoiflu
ğız ncy^iiçuiduııu örter, acaba heyecanla, evden patıtakihsuz falan çıktı da sonra nu işin fal’kma vardı?,, düşüldüm. Da-Vanamadvk, kâğıdı şöyle ahlayıverdik. Müştehçen bir inan^Bk ile karşılaşmak-tan korkuyordu8ı. Bir de ne göreyim, ha-tibijjj ayaklarınlan birine koskoca ’ir köşk, bir villâ, jtekin^ bir otoW>bil ve bir altın fcfülçesi
ağırlıklarile rak— arzın merkezine doğru sallanıyorlar. Hatip k(en-dinden geçmiş olduğu halde hürriyet nutuklarına, inkılâp vâzlarına devam ediyor “Muhalefet memleketin selı'rmeti için lâ-zımdır ve biz muhalefete de muhalif olan en il'eri muhalifleriz!,, diyordu. Sonra yi-(Sonu sahife 12 de)
altın külçesi asılmış, —cazibe ^nununa uy„

Görüldüğü gibi ııaziler geril ği dünyaya tatbik etmeğe yeltenmeden 'önce en önemli kültür memleketi olan kentt kırında öğretimde irticaya sade 1 fiy(^ te değil aynı lamişlardı.
Demokrasilerin bıı İkinci Genel Savaşı kazanmasında faşizmden kaçan yüz-Iîerce Alman âliminin çok büyük rolü olmuştur. Sade iki tanesinin ismini lıatır-ı
zamanda kemiyette de baş-





Utalım: Einstein ve Lize M lavdan birincisi Almanyadan öncı^^tom enerjisinin varlı bulmuş, ötekisi atom bomba: lâzım olan önemli çalışmalar: manyasında yapıp harbin ort. rikaya kaçmıştır.
Cahillik ve irticailin o kı ki, sonunda onu benimseyeni
* V
SOVYET'LER VE İLİM

«

Sovyet Cumhuriyetlerinde ilim yirmi Gopner’in kitabından alınan î yıldır dev adımlariyle ilerlemekledir. S. yılar bunu açıkça göstermekl
I Umu m î
I kütüphaneler
112.000 1
Yıl.
1914
I
Devamlı okurlar, Orta tedris
7.896.000

866.000
I

000
1939’da Bütün kütüphaneler.
Yüksek tedris
620.000
1 I
12.600
77.500
r*- : —. *
22 L» •
j 24^0»
Sov^ ttkrde yüşstek öğre^rn bir lüks veya bir külfet olmaktan çıkrçtfş, hter yaşta ve her

442.000.000
î

ekteki v«tanjn slar öğren-
ok uidldî imkânını
mek. D'öyT' ca ilerleme ilk defa için huhnuslard’r. !
Mğretrm halkın olgunlaşması, her vatandaşın istidatlarının gelişmesi ve memleketin pratik hayatta gelişmesi bakımından Sovyet cemiyetinin temellerinden biri san İm altta dır.
İlim ve teknik ilerlemeği bir kusur ve bîr zarar gibi telâkki etmeğe başlayan
• •• • • * * * • •* •


kapitalist memleketlerle Sovy yese için bir misal verelim: I hur (Quantum Mechanics) es ci basımını teşkil eden 3.00C yetlerde birkaç ayda satıldığ kitaptan Ingilterede ancak üç nüsha satılabilmiştir. Sovyett deki ilerleyişini tebarüz ett Üniversitesinden Pr. J. D. Be social funetion of Science) ki dığımız yukarıdaki minaıl yirı tedilen yolu iyice göstermekti
i 4
i w '4
E


6

I
LTUR DÜNYASI
1
FAŞİZM VE ÎLÎM
w. “J
ayada talebeler her yıl eviyesi düfşmhkte ve ilim larbde bu geriliğin farımayan ve kaçmayan es-nlarmın saylcfeinde ola-
M ühendis Okuru
üniversite talebeleri
bilmiştir, yoksa faşizm ilim düşmanlığı demektir. I
Dr. E. Y. Hdrtshorne'un (Nature dergisi, cilt: 142, sabite: 175) bu yönde Verdiği istati.' i aşağıda nakled
Riyaziye ve Fen
Kimya
Tıbbiye
Ben berceste mısraı buldum
Hey ömrümce söylerim Gözden, gezden arpacıktan olsun Hey ömrümce söylerim
Bizsiz Ilgazın çam ormanları güzel değildir Hayda günlerim hayda
ı o»- «£ XA» - •
Sırtını düşmana verdikçe
Murat dağları güzel değildir L
Dost dost ille kavga ' I
Biz olmasak gök y-üzü, biz olmasak üzünj Biz olmasak kömür göz, üzüm göz, elâ gög
göz ile kaş, öpücük, ııar iç® dudaİ ray, dönen tekerlek, yiıkaemı buğday, ayın on beşi Taşovanın tütünü, Kütahya-: nın çinisi


16 . 154
06 . 764
89 . 093
81 . 438
67 . 082 .
14 . 477 12 . 951 3 . 543 R 32 . 437
13 . 452 10 . 852 3 . 504 B 33 . 383
10 . 310 7 . 943 33 . 006 30 . 12^;-
9 . 293 6 . 493 2 . 696 33 . 482
7 . 649 4 . 616 2 . 058 ! 32 . 437
L
ibi naziler geriliği dün-je yeltenmeden önce en nlekeli olan kendi vaitıuB. ! irticaya sade keyfiym^ nanda kemiyette de baş-
- J • ' 1
4n bu ikinci Genel Sa-a faşizmden kaçan yüz-inin çok büyük rolü ol-tanesinin ismini hatır-
latalını: E i m tein ve Lize Meitner, bunlardan birine.si Almanyadan kovulmadan öııcı^^toin 1
bıılmnş, ötekisi atom bombası icadı için lâzım olan önemli çalışmalarını Nazi Al-manyasmda yapıp harbin ortasında Ame-rikaya kaçmıştır.
Cahillik ve ilticanın o kusuru vardır ki, sonunda onu benimseyenleri yok eder.

enerjisinin varlığını hesapla


Rasih Nuri
Biz

iz
»iz
SOVYET'LER VE ÎLİM


9
olmasak
‘İ V'
>
olmasak
olmasak

■ ani bizsiz 1
Jknne dizi, kardieş dizi, yâr
dizi güzel
değildir
Ben berceste mısraı buldum Bel günlerim gel de dol ŞŞŞel Aydınlım, İzmirlim
Gel aslanım Mamaktan
“E rzi ucandan Kemal itan,, Büsmanlar selâm istet
•>
Bözden, gezden, ar] açıktan
IH d a nan ı n. pam ı: ğu d öBmİcBİ_
Biyarbakır, Afyon, Kltahya fabrikada
Ümit iskeııc'ede mah-îûn -. . ’
Emek işkeueede mahzun
Trrtfm-; avaklarrm ürrnn '
I
/
I
I
I
s
t
t



luriy etlerinde ilim yirmi Gopner’in kitabından alınan aşağıdaki sariyle ilerlemektedir. S. yılar bunu arıkça göstermektedir:
Umumî
itâiüp haneler
okurlar] Orta tedris
Yüksek tedris
Umumi kul. ı kitapları

6.000
866.000
12.600
I
8.900.000
).000
20.700.000
i
in kütüphaneler.
10.000
yüksîek öğretim bir lüks maktan çıkmış, hhr yaş-deki vatandaşlar öğreıı-erlemek maddî imkânım ı uslardır.
m olgunlaşması, her varının gelişmesi ve mem-•atta gelişmiesi bakımın-’etinin temellerinden bi-
ik ilerlemeği bîr kusur telâkki etmeğe başlayan
>.'•••• • •• • /

620.000
I
77.500H

I f
Y Ekmek işkencede mahzun
♦ Ve Divrikin demiri arabada
tşci. köylü ve işçi birarada
î y ..
I 1 Söyle türküler yadigârı kardeş r T Söyle İağri1ar’,ya(îîgnî’LEtırdeş" ğj| * Neden alın terleri

Neden alın terleri
• ■ *




i 146.800.000

kapitalist memleketlerle Sovycfleri mukayese için bir misal verelim: Difac’ın meşhur (Quantum Mechanics) eserinin birinci basımını teşkil eden 3.000 kitap Sovyetlerle birkaç ayda .satıldığı halde ayıu, kitaptan Îııgîlterede îîrr&aık üç yuoh 2.00'6 nüsha satılabilmiştir. Sovyeiterin bu yöndeki ilerleyişini tebarüz ettiren Londra Üniversitesinden Pr. J. D. Bernal’ın (The social funetion of Science) kitabından aldığımız yukarıdaki misali yirmi yılda ka-tedilen yolu iyice göstermektedir.
i i c
Rasih Nuri
Y
A
f
. «
Nimetler, haklar haram oklu sana
T - - - -
( (1
Gel Aydınlım, İzmirlim
günlerim

l
e
e no


sulhtan
Gel aslanım Mamaktan
• • •
*‘Erzincandaıı, Keıı^htaıı„ Düşmanlar selâm is'ter Gözden, gezden arpacıktan Sana selâm olsun
Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya I
Canım Türkiye, memleketimiz Y
Çalışan halklarile ümmi X
Çalışan halklarile garip i
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidaî âletleri T Kadınları, erkekleri, hapishaneleri ♦
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz top- 1 * raklarile 1
-işsizleri, realist şairleri, mücahitleri T Sokak şarkıcısı, keten helvacısı, akşam ♦ hab't i leri satanlarile memleketim T )1 ■ r r I

I


J
habV
Sana selâm okun Sana selâm ol.un Sürgünler, mahkûmlar, hastalar Alacağın olsun , * .
Seni İstanbul seni 1
Seni, Bursa, Çankırı, Malatya Sîzlere selâm olsun Üniversiteler Sîzlere selâm olsun 1 Hürriyeti yazan eller, dizen eller Sizlere stelâm olsun makineler Entertipler, rotatifler, bobinler Bu gülünç, aşjğılık, namussuz şeyler l dışında Sana selâm o İs un : •
Zincirin, zulmün küretmediği Kırbacın kâredmediği büyük Ben bercestle mısraı buldum Hey ömrümce söylerim Gel günlerim gel de dol Gel Aydınlım. İzmirlim Gel aslanım Mamak'tan 1 “Erzincandar Kemah tan Düşmanlar fitelâm ister Gezden; gezelen, arpacıktan.

Bc^U^K^kele rde: B
Sabim köpükleri gibi beyaz
Şu kurulparnıalclanm arasımla oynaşan Ve jnerjBerden saraylar varmış, JB Kâhyanın oğlu Haşan anlatmıştı geçen gün 1 mam’ın Fat mala rda.
Salonlarında toplanırmış yetmiş düvel Çin, Maçin.
Sofralar kurulup,
Ziyafetler verilirmiş her yerde,




J






tahammül
t t
4
Enver GÖKÇE
*
I ~ ı

9
Nııl t ıklar s öyleni rmiş,
Sıdfâiçfı....
Be it de istiyorum*.
Sulhlun olmasını herkesle,
Dönmesini o pullarımızın askerden, Taze, gelinlerimizin çıkıp tarlalara • Sevinç türküsü söylemelerini gür sesle Ve kurtulmak;
Altmış yaşında el çamuışıri yıkamaktan, Ekinimin hepsini vermekten tahsildara...
Orhan Müstecaplıoğlu
• T * *• g
* >
7


*
Son Yıllarda Sosyoloji Neşriyatı
A h 0
ı
k T
tr i h I
Yazan*.
Ziyaettin Fahri Fındîkoğlıı.
Edebiyat Fakültesi yayınlarından, 391 sahİfe!90 kuruş, 1945 İstanbul.

Fakülte inde 1943 - 1911 ahlâk derslerini o-Zivaettin Fahri W
Fakült adeta cynlırken
E debi yat ders yılma kadar kutmuş olaın profesör Fındıkoğhmun,
yıllarca okuttuğu dersin ■ kitabım neşretmesi şüphesiz çok faydalı olmuştur. Böv-lece ahlâk derslerinin bundan evvel hangi istikamet ve dünya görüsü içindö okutulduğumu anlamak, bugünkü ahlâk öğretimi ile karşılaştırmalar yapmak mümkün olmaktadır.
Profesör, “giriş,, bölümlünde ahlâk öğretiminin istikametleri; sn söz ederek “Türkiye için sistematik istikametin mümkün olmadığını ve ancak tarihî istikametle ahlâk öğretimi yapıl, bil ceğini yazıyor ve sistema'lik tedrisat, ıı tedrisatı yanan uzvun şahsiyeti ile de alakadardır. Hususî görüş sahibi bir ahi leket için henüz uzak Lir ilâve ediyor. Ahlâk d( rderini tarihî kamette okutmanın daha istikametin daha güç, oı yete mutta© olduğu mut?.
flkirb Hne katılmamak Ancak Fakükemizde 19>J1-cistcv atik ahlâk ders-’• çarık i dûsihnceve
AL
c*. Iı
profesörü m'em-• havaidir.,, diye is+î-kolay, sistematik
•i i inal bir şiahsi-kkaktır. Bu nok-

tada profesörün elden gelmez.
1945 ders yılında leyine devam edenler
hak veremiyeceklerdir. Her hailde bütün kişisel ku .«urlarımızı Türk iyeye y üflemek geleneğinden artık kurtııjmam;?. nı’n" Yiiz yıldan fazla bîr " imandır mücadelesi yapan bir memlekette bugünkü •dcımokra'd tezahürleri no krdar tabiî fa"r\ yine vıiz yıld?nber: Avr^nnvn (Mrd'Llk eden kiPtür havatım’" sanat - f'kîr tezahürleri vle 'm’z^
o İralar tabiîdir. Bu nurla beraber Prof°-rö” Zivaettin Fahri Fındfkoirhfruın t-ıri.hî istikemletinin ve sırf didaktik derslerinin faydalı olmamış olduğu mı asla sövliyomo-yiz. Kartta o, derslerde, sistematik ahlâk derslerini anlamak için hareken “ortalama seviye,, yi hazırlamış olmak gibi çok önemli bir vazife başarmıştır, diyebiliriz.
Profesör, derslerinde Sternberg, Zel-ler, Dilthey’iıı metodlarına baş vurduğunu
hüı^’iylt
-Ç> bugün orijin «
5*^7 , I _
»e (-ıi
ie ben-
söylemektedir. Müellif tabiat felse -felerile ahlâk felsefeleri arasında “derunî bir birlik,, olduğunu sövliyerek bu birliği psikolojik veriler ile olduğu Ikadar “yüksek metafizik mülâhazalarla da isbat edebileceğini,, yaiijnaktadır. Tabiat li ile ahlâk felsefeleri aTanında bir
zerlik olabilir. Ancak bu benzerliğin “yüksek metafizik mülâhazalarla., bbaıt edileceği noktası bize tuhaf göründü. Bu, şu veya bu feylezof vasıtasile Eflâtunun “hayr idesi,, ne-dönmıdk olabilir. Bu ise günümüzün realist ahlâk görüşlerde büyük bir te-zad teşkil et x? ek tir. Bugünün ahlâk buhranı, yıkılan eskidir dünya gtı&üşüle onun yerini almalıda olan yeni bir dünya görüşünün varati ıkları sarsıntıdan başka bir
t C; l 9
şey şeğildir. Her sosyal ahlâkını da getirmek göre yeni ahlâk her ta fizik ve 1
lâk olacak^’”.


düzen beraberinde zorun!la olduğuna türlü
»
\ 1 * '

ferdî, me-uzak bir ah-7? ■ •-. *—Y
Profasörün ‘etos-ko&mos„ fikrine do-sr?:
yuruz. T>u
,-p
felsefelerine, 'etos ahlâk felsefelerine isa-tatdîr. Krr n ç kM ?,r^tehdTsrtr^kî -'fhh şefe arasında bir mevzu birliği olduğunu söylüyorsa d'a bu ikicini ayırmaktan da

raaa kootios Taoıaı
kendini alamamaktadır Reichenbach’rn o s ve atom,, una karşılık gibi gözüken bu iki deyim felsefe tarihinde nnıh-teli .«»ıbsiy lozof, .«ipleri
• •
_____ (lE’Vi
^FeınJerin içindi, rİKT Fcvlezofun
iUF
t biat felsefesine hangi genel prfiı-afbik ■; 4mis.s ahlâk İfa İsefesin^d? o preiMİpleii tatbikğederek sistemini jrnev-flgetirmi^irtos, kjmoos
IF3
ire nı4İha almaktadır. Her 6-

ya karşısındaki
için -W
■birçok imkânsızlık ve söylenebilir.
uzviyetle ce~
sana, kosmos felsefeleri tabiata çevrilmiştir.,, şöklinde ifade etmek gerek. Realist görüşler dışdan a.\rı veya dışın kendisine irca edildiği bir |ç kabul etmediklerine göre bir etos-kosmos ikiliği kabul edemezler.
Bay Ziyaettin Fahri “Felsefenin dün-h ay retim izden doğduğu
doğru ise, ahlâk felsefesinin de iç âlemimizi temaşa ederken duyulan hayretten doğduğunu söylemek gereikdir,, anlamında bir düşünce yazıyor. (Sahife: 20). Ahlâkın içten dışa olduğuna inananlar böyfe bir düşünce
tenakusları kabul ederek Ama buttun aksi bir yolda yürüyenlerce yukarıki düşüncenin hiçbir aaılamı yoktur. Bir ahlâkî iç dünyanın meydana gelebil-mesi, dıştan ferdin üzerine çevrilmiş bir takım emir ve yiıehilerin,
miyet arasında bir karşılıklı etkiler süreklisinin ve tecrübe dediğimiz olayın feriden müstakil olarak var olması gerek-dir. Ahlâkî iç dünya bu iç sebebin sonucu olduğuna göre ahlâlk felsefesinin içe Lak-
* makdan doğduğunu kabul ettiğimiz anda, onu meydana getiren sebebler zihnimizi kendiliğinden kurcalamağa başlıyacâğı ’ irin k^Terim-fz derhal dışarıya çevrilmek r •-* ¥ w 5
zorunda kalacaktır, içe bakmaktan doğan hayret ancak mutasavvıflar ve mistikler içiiT olabilir. V^affTcaık böyle bir ahlâk hak-
. Baıy Ziyaettin Fah- -ri Fındıkoğlu “tnsaıim iç dünyasile dışındaki madde âtemi,, ayrılığını kabul etmekle şüphesiz bir düalizm teklif etmiş oluyor. Bununf bir telifçilik olması da çok nYuhtemeldTr. Ahlâk felsefesini “îc hare-ketlerimize prtensip aramak endişesi şeklinde anlayış bizi psikolojik bir ahlâk anlayışına ve Bay Ziya'dttin Fahri Fmdık-oğlıı’nun metodunu tatbik edince de “Yüksek metafizik mülâhazalar,, a götürecektir. Altık mistik, taşavvufeu, hattâ dindar ahlâkların eşiğine gelmiş oluyoruz. Müellif ©saden Kur’ândan âyetler zikrediyor, tasavvuf ıstılahlarını sık, sık kullanıyor ve mistisizmi inceliyor.. Bunlar bize EtotS-
* kındal iterî sürü? eb i 1 ir .Irü
.. A bu anlamda bir birlik göstermelsi tabiîdir. Apc>k bütün felsefe sistemlerinde ayni metodlar egem'en olmadığına ve başlıca idealizm - realizm tezadı kendini gösterdiğine göre felsefe tarihi boyunca “ertos-kosmos., meselesinde ayni birliğin bulunduğu ileriye sürülemez. Sonra etos felsefelerinin içe, kosmos felsefelerinin dışa çevrilmiş olduğunu söylemek her zaman doğru değildir. Bunu “etos felsefeleri in-
ar
8

0

-

ir O m



l4V

W- •
i-
Yazan: M. KUZUGÜDENLİ
H EY
Aklım başıma gelince iki insan tanıdım; A ve B.
A, Toros dağları gibi omuz omuza vermiş, pencereleri ıkapılamıdain büyük, içi ve duvarları halı döşeli, dev binalardan birinde; bir kış günü, rahatça yenen bir öğle yemeğinden sonra elinde bir demet kâğıt para ile dünyaya gözlerini açtı. Süpli-meli su ile, memleketin eıı gözde doğum doktoru tarafından yıkandı. Tüylü, yumuşak vte sıcak bezlere sarıldı. îki-üç süt-ııine tarafından emzirildi Bir ayine olmadan, el arabaları içinde “çarşı pazar,, dolaşmağa başladı. İlk okııla’gitti, liseyi bitirdi. Üniversiteye uğradı, Yabancı ülkeleri dolaştı. Para kazanmayı, zengin olmayı, rekabeti, insan kullanmayı, insanla ra kendi çıkarma hükmetmeyi öğrendi. Doktor oldu, avukat oldu, yazar oldu, tüccar oldu, patron okluj fabrikatör olulu, bakkal oldu, çakkal oldu, öz olarak nte-wWe midelere lokma yollayacak bir boğaz ve nerede bütüiı insanlara, sesini duyuracak yüce bir tepe varsa oralarını boğdu, sıktı. Yedi içti, bacakbacağa geçirdi. Yaşadı da yaşadı... ,
B, bir bahar sabahı, X ağanın bil-
• I
mem ne kadar -kadınlı erkekli- ırgat yutan tarlalarından birinde, elleri bomboş gözlerini dünyaya açtı. Toprakla belendi, toprağa sarıldı. Anasının burnundan düşer düşmez (Irgatlık) ı öğrenmeğe başladı. Toprak yaladı, ot yolup yedi. Ağasına taptı, işini yaptı. Aç Yazıda yabanda öldü, savaşlarda d ti.
* Fakat bir (DANK) dedi “ mil:
Ama yine yaşıyamadı; şöyle karnı Sırtı pek. Hayat yaşanamıyacağını
uyudu, tok uyandı, ahırda, öldü, yolda durduğu yerde öl-
4
geldi kafasına :

Yunan ahlâkı,
kosmos fikirlerinin genel karakteri hakkında yeter bir fikir vermekte olduğundan bu meseleyi geçiyorum.
Eserin başında büyük puııtu ile (Sok-rat) kelimesi var. Dıştan bakınca Sokrat hakkında büyük bir eser kaleme alındığı sanılıyor. Halbuki cildin içinde Sokrattan başka sofizmden önceki
sofizmin ahlâkı, Xenophon ve I sok rot. 153 ^^ıife kıraat parçaları var.
Böylece 361 sahifelik kitabm içinde Sokrat 92 sahifedir.
Bay Fmdıkoğlu Sokrat’j "İçe dönük,, tip olarak alıyor (Salıifc: 97) Sokrat Yunanda tabiat görünüyor. İlk defa onda âhlâk problemi baş mesele Eflâtun’un, mistik ve
felsefekı in ~mıu o! ar; » JS 1 .
oluyor. Halk efsanelerinin ve onun şahsiyetine kattıkları dinî unsurlara raHpıen o, gençleri aldatan sofistlere, bakla falile ba-şa geçen idarecilere, asıl mcsĞleyî 'güzel fakat boş nutuklara feda eden şekilcilere, haksızlıktan başka hiçbir şey yapmayan hâkimlere ve sitenin bütün kanunlarına hücum eden, haklı iddialarında ölüme kadar giıtmöekten a&lâ yılmayalı realist bir halk çocuğudur. Sokratın bugün yaşayan bir tarafı varsa o da bu ve bundan ibarettir.
» - i— I. I î • A _





öldü, öldü,
I gün
yaşamak anasını sattığı-Usta bir işç-i oldu k'endi branşında, tok. ü nive rsites lııd e yalnız
öğrendi. "Dönersem jyiiu, cUdi halka hizmette^,,
adam “Kellegiııin içindeki için kellesini koydu,, vesselam.. a ğ.£• §
.a


içe dönün,, dur uıdainauik.. Fikir-
Inr yok değil.

4X1 C

a
Mahzunsun diyorlar Mahzun mu olurum hiç!. Gürül gürül çalışan malcinalar Tunç benizli insanlar her yanda
*
Türküler., çelik seslerinden.
Tarlalar, okyanuslar gibi
Uçsuz bucakszz, yeşil..
En giizel rüyularımı görürüm
seyrederken.
Küçük kasabalarda büyük fabrikalar vardır;
Uğultuları sarar çevremi' ı er düşündü ğüfoıdet
Nâzımı okurken
cl uyduğum
hissi Duyarım
Bir şey doğrulur içimde
Dev gibi bir şey
Dağlara denizlere lıükmedebili rim.
Öyle aşklar ki...t
Asma boyları frıdut saçlariyle İhtilâl kadar gür l cömert kızlarla Gölgede kalır l^ylâ ile Mecnun.
Daha neler hayal etmem,
Kim demiş ben mahzunum?..
• *•-
. i
IIASANOĞLU

i





i. Sonra Eflâtun Sok-
Cemiyetle bıı derece ilgili, insanların dertleri ve sevinçlerde bu ikadaı^hasrune-şir olmuş ve bu uğurda ölmüş bir adamın nesi "
lerinde mistik
Fakat Sokratı büyük ve ebedî yapan fel-isef^sinden enk hayatıdır. Hs+tâ onu
________________
lara'k' düminmek «rer^kdİT^Vainn i^in ki-
f
linç kuşanan, harb meydanlarında buzlar
üzerinde yalınayak gezinmekten çekilimi- felsefesi yeib
f"’
* * X,
gtfaima ‘her dıafaeiRhjh-^a;dmwç Satarat’ın
leşi “iç® döıwc„. ;
tadar dıjjja dötıük ikinci bir şahsiyet gös-J |*terilemez| Fakat’’ müellifler onun bu asıl kaıcalüfc yerde| halkın df : Eflâtun üıı m^kleştimi-Bffak asi ı rrâ^ ttyg u îım-
exue
gidişlerinin gerektirdiği
- bıîlunmayan, daima halkın içinde ve


ayarın ua mistik ve (hnı uun-f reni erden
büyük tesirler yap t ratı hep bu zaviyeden görerek öyle anlattı. Halbuki Sokratın yaşayış şekline, jestlerine, hareketlerime •— . objektif
tarafına— bakacak olursak Eflâtun’un Sokrat ı ile gerçeğin S ok ratı arasında pek
bîr az münasebet olduğunu kabul edebiliriz, o- Bir kere onun içe dönük olduğunu kesin olarak red ediyoruz, Bay ’Ziyaeddiıı Fahri ahlâk meselesi = içe dönük olmak, tabiat dışa dönük olmak formülleri ok rat’ta bu formıüıllerb
ne ırrancngı îçı
girecek tarafı aramaktadır. “Etos-cosmo®,, un anlamı budur. Halbuki tabiat felsefesi olmakla. beraber içedönük; ahlâk felsefesi

l «rmakî^3®eTauer Törenonuıc; aıuaK ıcıseıesı
E&i funalda Sök rat olmaklar beraber dîşa dönük görüşler pek ’ ‘ ‘ ' çoktur. Bir kere İdealizme göre meydana
getirilen bütün/tabiat felsefeleri içe dö-nükdıir. v
HealizoleFgöre vücuda getirilen bütün ahlâk görüşleri de dışa dönüktür. Dinî ve mistik dünya görüşlerinin etkilerde dolu olanlar realist halkçı ve hayatını hiçe sayan Sok r ateş gibi şahsiyetlere kendi gömleklerini giydiriyorlar. Bergson’uıı Sokrat üzerindeki tefsiri Z. Fahri’ııinkin-den geri kalmaz. ı
k a raide ıhı e |g neleştj#diği, ğî ■BSraflarımtH mıyan bir Sokrat ortaya atıyorlar. Sokrat aksiyona ve sosal meselelere olan bağlılığı yüzünden nazarî fikirlerimdeki mistik nüvelere inkişaf imkânı vermemiştir.’ Sokratın üzerlerin^ durmayıp bıraktığı ve yazmağa bile değer bulmadığı nazarî mülâhazalar Eflâtunda onun şair ve ro-mantik mizacına uygun oldukları için


ooktur. Bir kere idealizme göre meydan* ' • *W Mİ .
-
1
HAŞAN TANRIKUT
V


*
Ll
A.
Yazan: Ali DÜNDAR
ı
nemliydi. Rüz-
lerde, söğüt ağaçlarının arasında tekrar kurulmağa başladı. Yalnız ürkek adımlarla bana doğru yaklaşan biri vardı. Ve bu, ayağım kırıldığı zaman memleket hastanesinde yanyana üç ay beraber yattığımız Abbas Ağa idi. Ağa' dediğime bakmayın şöyle köyün sondan »birinci, bilemedin i-kinci gelenlerinden biri, Böytesine bizim köyde “Bağrı yanık,, derler. Ha., ne dî-
MEMURLUĞUM
— Hayrola Abbas Ağa, nedir bu hal, kız kızan toplanmış gelmişisiniz .. içini çekti ve ceketimin bir tarafından tutarak:
— Gel hele dedi, şöyle bir taşın üstüne sekilendim. Ayakta duracak halim yok. Karakol binasının güneşli tarafına geçip oturduk. Güneş biraz parlar gibi oldu. Sonra şosadan üzeri, başları çul-çuval-larla sarılı insanlarla dolu, üstü açık bir yolcu kamyonu boğuk gürültülerle, kor-ııa çalarak geçti. Köylüler, konuşmayı bırakarak görünmez oluncaya kadar ona baktılar. Abbas Ağa yüzüme baktı ve:
— Allah hükümet kapısına düşmanımı düşürmesin Ali Efendi, diye söze başladı: • • ı
— Gerçi sen de hükümet adamı sayılırsın emme, ne de olsa baban, anan bildiğimiz adamlar. Sen de bizden sayılırsın.
— Canım tıraşın lüzumu yok, sen şu meseleyi anlat nedir, bu kalabalık?
— Sorma diye boynunu büktü, sorma. Bu yıl bizim başımıza, gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Hepsini anlatırsam uzun sürer.Aslını aransan buraya biz gelmedik, getirdiler. t
Ben hastanede senin yanında yatarken Fırtıklarm Hr nnı askere almışlar. Evde bir kör anası, üç çocuğu ve bir avradı kaldı. Oğlancığız askere gitmeden çifti çubuğu biraz yoluna koyar olmuştu. Ama, sen de bilirsin iş eksik eteğin eline kalınca Allah kerim Kader bu ya bu yıl yağmur da yağmadı. Yağmur yağmayın-
AAlNC-lüGLU ca bizim köylülrin hali zaten malûm. Hele hö^’lc zamanlarda evin erkeğinin başına bir iş gelmeyi görsün. Aç oğlu açsın. Nitekim bizim Hasan’mkiler de öyle oldu. Ha-san’ın avrmUyaTnız başına tor danalarla sürüp ekerken ses çıkarmıyan muhtar, e-kinleriıı biçilme zamanı gelince bir “Asker karışma yardım., dedi, tutturdu. Canı istiyen, istemiyeu tırpanı çekip dikili ekini devirdiler. Sonra muhtar, bu “asker karısına vardım,, işine kendisi de karıştı. Kendi kağnısını koşarak sözüm yabana Ha-san*ın ekinini harmana çektirdi. Muhtarın kağnılan gündü kendi ekinini geçte de Fırtıklar’m ekinini çekiyordu. Herifin bu işi böyle yapmasında hakkı varmış. Anlattıklarına göre, bir kağnısını muhtar kendi harmanına, bir kağnısını da Hakan’ın harmanına döktürürmüş. Güya gelini bu işe razı etmiş. Sonra harmanları döğdük ve ofis haklarını da verdikten gayri ka-
i•
Parasız, pulsuz bir memurum Birinden sonra ayın, otuz yiin Yüzüne kasvetim meteliğin öldürecel beni bir gün Acısı bu hasretin...
Sona erecek öldüğüm güm
Emir çıkacak balâdan, ___________
Belediye reisi diyecek çöpçülerine, Bu zavallıyı götürün, gömün..
Tereke hâkimi
. ... Yazarken
Yazacak listenin başına Yikana eh ğı n a. müteessir Ve sonra*.
Cak( t, ' " j;'
- v Pantolon

Bu olay; 1942 kıtlık yılının 3 Nisa nıırda, Bünyan İlçenin Elbaı bucağına bağlı Girveli köyünde aynen oldu. Ve tam bu sıralarda; Uzun yayla düzlüğünü yarıya bölerek hırçın hırçın köpüren, kıvranan Samantı suyu çürük buğday akıyordu. Uzun yayla kıracının buğdayını Çukurova’ya taşıyordu. Çünkü, Pınarbaşı 0-fısi o yıl “Devlet hakkı., olarak topladığı hububatı muhafaza edecek bir yer bulamadığımdan yağmur-yaş altında bırakarak çürütmüş ve almış araba yükü çürük buğdayı Samantı ırmağına dikmekten başka çare bulamamış...
■ w W 9
Ogün hava bulutlu ve
garın önünde sağa-sola serseri serseri kıv ranıp duran bulutlar, ağbyacak gibiydi lor. Hafif bir ıslaklık vardı havada. İlkbaharın sarı güneşi bu nendi perdeler arasından buğulu gözlerini arasıra gösteriyor ve uzun zaman kaybol uy u odu. Vakit öğle zamanıydı. Karakolun önünde büyük bir kalabalık vardı. Üçetek entareli, allı-kır-mızılı köy kadın ve kızları, kıl şalvarlı, belleri meşin kemerli, basları vizi'ersiz kas ketli, goııç-ihtiar köy eııkekleri; üçer beşer kişilik kümeler baliııde öbeklermişler, isteksiz isteksiz bir şeyler konuşuyorlardı. Duruşlarından, ürkek ürkek etraflarına bakışlarından, söz söylerlerken gözlerini ayırtlarından oldukça mühim şeyler olduğu anlaşılıyordu. Malum ya can iliğe tak demeyince pek bizim köylüler harekete geçmezler. Ya köyde biribirini öldürecek, ya da hükümet adamlannd^u en aşağı bir jandarma gelecek ki biziım köyiıi- • yordum, evet az daha tanıyamıyacaKtım. ler biraz kımıldasınlar.
’ Neyse, kalabalığa yaklaştım. Hepsi pürtlek gözleri koskoca iki çukura sallan-de anam, bacım, babam ve kardeşlerim mış, ışıkları sönmek üzere, bacaklar iki gibi çök yakından tanıdığım, fakat adla- dirgen kanadı gibi birbirinden ayrılmış: rmı bilmediğim; buruşukJsuraffi, aktpüSı çekli, kıllı ensieli, opraksı topraksı kokan, kambur kambur insanlar. Adlarını bili!
mediğim dedim ama galiba yalan söyle-» laştı. Gözlerimden' kaçmak istiyormuş gidim; adını bildiklerim, hattâ bazı zaman- bi tâ çenemin alına girdi. El sıkmaya fi-lar beraber bulunduklarım da var. Topluluğa şöyle bir yaklaşayım dedim, keşke demez olsaydım; gürültü durdu. Jestlerdeki hafif canlılık bütün bütün bitti. Bakışlardaki mâna değişti, ve aksine bütün gözler bana dikildi. Öyle ki, o sılada işlediğim basit bir suç yüzünden yedik at yerin dibine geçmeyi ne kadar isterdim. , 1
{ Sonra, öbeklesmeler dağılmağa ve i-
■f

o gün:
f ere kemi belki, gömleğimi.
l
> S
9
ar e t pabuçlnvımı..
Yekûn i lıtpai dört adet.
Görün dostlar, benim dünya malımı.
Rasrndaki sac kırarmış, mavive çalan iri
J I ' •' ->
Boyu biraz kısalmış ve sırtına;oldükça suıı-j turlu bir kambur yüklenmiş..
Hil çekinmeden yanım#. kadar y.'Ur-
4
J
laıı lüzum görmeden:
— Selâmünaleykiim, Ali efendi! dedi.
— Va aleyııa aleyküınüsseiâm, Abbas Ağa iyi ki tanıyabildin? ,
Güler gibi sırıttı: ' 1
— İyilik edeni şeytan bile unutmazmış dedi ama ben, böyle bir iş yaptığımı hatırlamıyordum. Sık sık soluyordu. Elleri ve bacakları titriyordu.


a
to
A
î*
M- • •
>j (Devamı »ahife 12 de)
9
9





. •* Z • ( --X‘ 9 . •
• -* --
9 >•
Büyük Hikâye;
ÜÇ ARKADAŞ
(Geçen sacdan devam)

parasından ne
•Bütün gün beklediler.. Yusııf birkaç sefer kapıcıya yalvaracak oldu, lâkin Arnavut kapıcı her seferinde de terslendi. Ha,lbuki “... bi bı-rahsa yâni, üst baş&ıdaıı,, korkuları yoktu. “... hemşerimiz del mi? O da bizcilcyin köylü.. Nasıl ossa halımıza acır!,,
Hele birinde Kulaksızların Yusuf öyle yalvardı ki; “Kulun olanı evendi.,, dedi, “yolunda öleni!., dedi, “dabannanyın altını öpeın.,, dedi, Arnavutun ellerine sarıldı, birini bırakıp birini öptü nafile.. Her seferinde de kovuldu, sümsüktendi, tekme yedi.. Sonunda çajesîz, top ağacın altına, ne yapacaklarını “m;zâkere,,ye oturdular.
Köse Haşan;
— Burda yatarık... Han kurtuluruk. dedi.
Gece inince üç arkadaş, fabrika kapısına en uzak top ağaçlardan birinin ajtına bağdaş dular, torbalarından ekmek; lor peyniri çı-_„rıp karınlarını doyurdular. Sonra bol bol ci-gara içtiler, arada, aydınlık gökte birbirini ko-valıyarak geçen kirli bulutlara • baka baka, köy tekerlemeleri “çektiler,, hattâ pehlivan Ali u-faktan ufaktan şarkı bile söyledi..
Gece yarısında fabrika paydos edip te işe girip çıkan larm gürültülü kalabalığı çekilince ortalık birdenbire sessizleşti. Üç arkadaş beyaz torbalarını yastık yaparak oracığa kıvrılı kıvrı-lıver diler.... .
Sabaha karşı kuvvetli bir (yağmurla uyan-Yağmur öyle iniyordu ki... Yusuf, çâ-
L
— Şu kayfiye girek bari! dedi.
Ortalık ışıyana kadar yağmur hiç durmadan yağdı. Etrafı sel sele verdikten sonra hava siyah bulutlardan sıyrıldı, güneş doğdu, sokakta yalın ayaklı çocuklar peydalındı.
• •
Uç arkadaş çaylarını içip, çayhane man-galinin marsık tüten ateşinde ıslak üstbaşlarmı ı ne yapacaklarını “mizakere,, ederlerden, yanıbaşlarında çok sarı > .;zlü, elleri damaı-lı damarlı ufacık bir ihtiyar, konuşulandan «İmliyor, arada acı acı gülümsüyordu.
Bir ara Kulaksızların Yusuf, pehlivan Aliyi dürttü, ihtiyara duyurmadan;
— Beri gel lan... dedi. Derd illet âbi. Pehlivan Ali sandalyesini beriye çekti. Ü-facık ihtiyar, kendisinden uzaklaşan bu güçlü kuvvetli

dılar.. resiz:
(■utup
en yaı
korkma 1

adama kahıflı kahırlı baktıktan sonra: Ne kaçtın oğul, dedi, illetini bılaşmaz,
arkadaş ufacık ihtiyara suçlu suçlu
baktılar.. İhtiyar içini çekti:
— Eh... dedi, fabrika bu... Girin de görün... Bu illeti babamın evinden getirmedim amma, ne fayda...
Berikiler ufacık ihtiyarın “pâlike adamı,, olduğunu anlamışlardı. O’ndan “pâlike dilini,, öğrenmek çin konuşma kapısı acılar.
Ufacık ihtiyar:
— Bu dini boklu fabrikaya on altı sene emek verdim on altı... dedi. Bak, ne ağzımda diş kaldı, ne başımda kıl... Gunlarda din, iman, Allah korkusu ne arama— İşlediller işiedüler,
I
£
iıc yaramadın mı yallah kapı dışarı...
Sonra hayatını anlattı; On sekiz sene evvel Karaman’ın bilmem hangi köyünden kalkıp gelmiş... ilk zamanlar, “Odun yardıraaan,, diye sokak sokak dolaşır, odunları yarılacakların odunlarını yararmış. Sonra gaz yağı satmış. Derken yolu fabrikaya düşmüş. Otuz altı çırçırı olan bir çırçır fabrikasında “Sulu kozacı,, lık yapmış, bu fabrikaya... İptida iplikâne, iplikânede “Kes-kesci,, dedikleri masuracılık, sonra Banko’lar, ordarı dokumâne... üç ay evveline kadar dokumalardaymış. Sonunda “Allah dost başından nag hh
yeneye varmış, muayenede doktor: verem var, çalşamazsın... İşi derhal tirahat et, kendin iyi bak!,, demiş.
Ufacık ihtiyar şöyle devam etti:
— A dinsiz, imansız herif... Ben de
liyorum bende verem var var a, biz a maliye' kısmı, gün kazanır gün yerik. Bana çalışma, diyor Haldan, efkârdan alınamaz nıazsam kimin bokunu yerim... Kim çıkarır da
Ufacık ihtiyar omuz silkti:
— Kulağasma... dedi, bunnar hemşeri ne tanımaz... Bunnara iş gördürecek adanı lâzım. Güçlü, kuvvetli misin, elin, kolun sağlam mı, get ustalara. Ustalar şöyle depeden ağrı bir bakar, boş yer varsa seni ahr, yoksa koyuverir... Deha, fabrikanın önü tekmil işsiz dolu...
Uzun uzun öksürdü. Yere kocaman bir balgam çıkarıp ağzını koluyla sildikten sonra:

i
(Devamı var)
Serbest Nazmın Hususiyetleri

bu illeti kapmış. Bir gün doktora mua-sende is-
4(
• •
bırak,
bi-
f
imansızlar, çalış-
müstezatlı »şekliyle


kuruş verir?
Kulaksızların Yusuf sordu:
— Çetin mi iş?
İhtiyar başçıı salladı:
— Girin de görün işi... On iki saat ayak üstü... Adamın 'ilikleri sızlar dinime'imanıma. Uykusuzluk da bir yandan... Adanı serseme döner... İşten bir çıkıp, yatağa da süylçjbir uzandın mı, bellerin cesedinden canın çıkıyor, ne konuşmak ister canın, ne yimek... Uykuya ba-yılıverirsin...
Bütün hunter. işin • zorluğu, üç nrkudn'on kulağına girmiyordu. r Köse liasun; .
— Oazaııcı bol mu bâli? diye sordu.
— Ne gezer... Eşşek gibi çalışırsın, at • - ezsin.. Komparatif -koop^atif-
der keser, süpür -spor- parası der keserler, vergi
• • keserler... Ust üste elinde üç, dört lira kalır kalmaz...
Kulaksızların Yusuf, Köse Hasnn’la, pehlivan Aliye baktı, baKiştılar. “üç Sert lire! •$Paha ne ççsuıı? Şeher^uşâ cip (jj^rnıazımış!,, ■*(4ibilerden düşünmüşlerdi... Onlarııf-Arda bütün kış -kar bâzan Mayısa kadar kalamazdı- yad “kahve götîi beklerler;, yahut evden İçıknıazlaı-di. İş olsa, yal₺n büyufejköylere oduna, kazmaya nc- gitseleı^ pek pek“otıız kıık kuruş gündelik atabilirlerdi. O da h er zaman'öteğil.
Yazınsa herkesin iyi kötü biraz “buğda,, sı, arpası olur, herkes kendi işini kendi görür, hiç ekini olmayanlarsa çokça olanlara' yardım eder, ekini yardımlaşa biçer, emeklerine karşılık “buğda,, alırlardı Onun için, üç, dört lirayı duyunca gözleri parladı.
Kulaksızların Yusuf asıl öğrenmek istediğini sordu;
— Öyle mi? dedi, buranın sâbı bizim hem-şeıimiz. Köyjlümüz deel a, bizim Nasıl görebilirik ola?

c
sancaktan...
(Baş tarafı 5 inci sahif ede) t
bekleri„ni yazmış ve arkadaşlarına okumuştur. O sıralarda. Nâzım 19-20 yaşlarında idi. (Nâzım 1901 doğumludur) Rus-çayı henüz bilmiyordu. Maamafih Nâzımın nazmiyle Mayakovsky’nin nazmı arasında da fark vardır. Mayakovsky’yi Rusçadaıı okuyanlar görürler ki. bu şair bir nevi Rus aruzunun müfrit bir
yazmıştır. Nâzımda bu aşırı müstezadlı a-ruz yoktur. Sonra muhteva bakımından da iki büyük şair arasında fark vardır. Mayakovsky’nin —Galiba 930 da— intihar etmesi onun ferdiyetçiliğini, Nâzım Hikmetin muhtelif mahkûmiyetlerden sonra 9Ö7 denberi de hâlâ hapishanece olmasına rağmen İstiklâl Savaşı desta-niyle meşgul olması (7) Nâzımın cemiyet-ci ve icTealist olduğunu açıkça gösterir.
Nâzımın şiir tekniğini izah etmek isteyenler, onda çok defa formüller aramağa kalkmışlardır. Fakat Nâzımı serbest nâzım, serbest veain, yahut serbest mik nazım adlarına bağlamak ve en yük şairimizi yeni bir şekil yaratmış rak mütalea etmek hatadır. Zira o,
fikrin. bir idealin adamıdır. Fikrinin ve idealinin gerektirdiği derinlikte bir şiir yazarken o havacı uygun bir şekil yara-
rit-bii-ola-bir

r

9
Eizee Nâzım Hikmet muztarip dünya-' nın hasret çektiği en büyük şairler çapında memleketimizin en şerefli ve kahraman şairidir.
Gelecek yazımızda Nâzımın açtığı yolda yürüyenlerin edebiyatımızla getirdiği havayı mü'talea edeceğiz.
(7) Bu meşguliyetini İsmail Habib Se-vük’ün Edebî bilgilerinden anlıyoruz. O kitapta son şeklini almadığını tahmin ettiğimiz ve şairden müsaade alınmadan neşredilmiş bazı noksan parçalar vardır.
11
[U
GERÇEK
Gündelik Siyasî Sabah GAZETESİ

*
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi

ÖNCE EKMEKLER BOZULDU
Oktay AKBAL
HİKÂYELER

lsviçrede taraftarları
hükümdarlar bu hare-ama inkişafta
I
ölümünden
(•

Avrupada Halk Hareketleri
(Baş tarafı sahif(e 3 de)
etti; köylülerrden binlerce kişi tel'ef oldu. Bu arada Muııster de ele geçirilerek başı kesildi. İhtilâl böyleCe bastırılmış oldu, a-ma mezheb ölmemişti, A
ması reislerinin ölmesinden sonra bile birbirlerine yardımdan geri durmuyorlardı. Avusturyada, vardı ve bir gün o el; ki saadeti elde ede
ceklerine inanıyorlardı. Felemenkte, Ren sahillerinde, Bohemyada, Silezyada, Le-lıistanda Aııabatist merkezleri teessüs etmişti. Strazburg bidayette mezhebin “Ku-düsü„ sayılıyordu.
JDerebeyler,
keti tenkilden geri durmuyorlardı; Anabatistî’erde bütün sürat ile
i devam ediyordu., Mü -tefin yedi sene isonra yapılan belediye intiha
bında tarikatın en m «hur reislerinden
«Jft 4‘ ikisi, belediye reisliğine intihap ediliyordu. Her tarafa davet&eler görj^erilferek binlerce *h'iiTk koşuyordu. Bilhassa kayıtsız şartsız bir hürriyet; havası içinde yaşamak başlıca emeli miydi. Yohan Matist isminde biri hükümdar oldu, müşterek em lâki idare için hâkimler intihap olundu. Şehirde büyük aşhaneler kurularak, her ailenin yemeği buradan temin olundu.
Anabatist saltan atıl
ken şehir, başpiskoposun kumandasında bulunan bir ordu tarafından muhasara e-dildi. Yohan Matist bir huruç hareketi esnasında öldü; yerine Yoh an d i Lc.y da 'ismi nete diğer biri hüümdar oldu. Daha hareketli olan bu hükümdar piskoposun or-ft duşunu hezimete uğrattı: ilk kararı her-kes istediği kadar kadını alabilecek ve| istediği zaman boşayabilecekt^
Bu vaziyet karşısında piskopos ordusunu tekrar tensik ederek Hbu harekete saldırarak şehri zabtotti; vS reisleri öldürüldü. Bu suretle Almanyada 1470 y lında Mezheb Ve hak dâvalarile başlıyan ve sonra komünistliğe müncer olan bu hareketler asilzadelerin tazyiki karşısında 1534 de bastırılmış oldu.
Fakat bastırıldığı Zannedilen bu hareketten üç sene sonra Felemenk’de Yoha Keli Vilhemsin isminde bir kunduracı Aııabatist bayrağını açtı. Hareketleri komünizme kadar gitti; faikat o da Feodalizmin tazyiki karşısında eridi.

hal
(Baş tarafı sayfa 10 da)
lanları toparlayıp içeri attık. Her ne olursa olsun bu yıl aç oğlu açtık..
I A W *
Baktım, bizim Abbas Ağa sözü uzatacak; Ben bir şey sordum. O kırk dereden su getiriyor.
— Olur, Abbas Ağa dedim, onlar hemen hepimizin başından gezen şeyler ...
• • rp
münasebeti
— Ah dım! dedi, ğinden pişman o muş gibi konuştu: •
— Ah şu dağları kendim yaratsay-Elini dizimi ııüstüne koyarak sözümü kes- dım! dedi.
ti:
— Yok, yok dedi, herkesin başından geçen şey, hi geçmemiş sayılır. Hele böylesi gözü kör olsun her zaman bazı insanların başından geçer. Mademki acele ediyorsun anlatıvereyim: başka köyleri pek bilmem ama bu yı bizim köyde kıtlık yaman oldu.. Kış sonlarına doğru çok evlerde boz ekmteğin adı unutulmaya başlandı. Evinde erkeği olanlar, gidip şu köyden, bu köyden bir şeyler bulup getiriyorlardı a-ma, erkeksizler çekiyordu cefayı. Neyse, sözü uzatır:;y;ilım, Hasan'ııı kör ihtiyar anası, üç çocuğu, ve avradı, dört-beş gün hiçbir şey yeırıed^ uç durmuşlar. Sonra gelinin aklına Halil Efendilere gidip ne pahasına olursa olsun açiıkıtaıı sirsır sızlanan çocuklar için bir avuç birsev istemek selmiş Ye .4



İma,, geldiği ^ibi d& yapmış.
Halil Efendinin oğlunu bilirsin, sürtüğün biridir. Avrada ne dese beğenirsin?
gömleğinin içine sokarak, hatır hatır kaşındı. Etrafına bakındı. Ağzını kulağıma yaklaştırarak:
Beıjiade bpr oj, demiş. Sonra yiı# durdu. Yüzüme bkkt^D ediğin i li anlaşil-mam^sincfiaifckorkmus olacak ki. daha acık Bbll.
mamasında» korkmuş olacak
I *
konu jtu:
Gelinden islemiş, dedi. Bu elin nikâhlısına «öylensek söz mü? Toy Egelin,

•n kah sına .söylenecek söz mü? Toy, gelin,
Vî-ft kapıyı çıkmış dışarı. Ağ-
lıyarak eve. gelmiş. Çocukların arasına
çekilip oturmuş. Oturmuş ama, aç çocukların sızlanışı, Halil Efendinin oğlunun
Bu harblendeıı insanlık ne kazandı? diye bir sual sorulacak olsa, yavaşta olsa, daima ileriye gidilmiştir. işte harb sonu Avrupasmda husule gelen halk hareketleri, bu tarihî zenginliklerin inkişafı neticesidir.
Behçet ATILGAN
sözü, geliııceğizin içine işledikçe işlemiş. 1-çerden urganı almış, çocukların üstüne kapıyı kilitlemiş ve ahıra giderek kendisini asmış...
İçini çekti. Yumruklarını sıktı. Göz-^^ğlanna dikti. Ve hiç bir yokken: ,
şu dağları kendim yaratsay-Gözlerini yere dikti. Söyledi-
•ürün. Allah kimseyi hü-
• (
— İşte dedi. bizi buraya getirmelerinin sebebi. Şiir di karakol kumandanı bu işi kimin yaptığım arıyor, bulup ta mah-dnrdu: M
— Biz bun ırı tabiî kendi aramızda konuştuk, hükümete karşı Halil Efendinin oğlunun hal:kında böyle söylenmez. O zaman i.ş’rı gücün yoksa aç, susuz mahkeme mahkeme
küme! kapısına düşürmesin!
• ♦ •
♦ ♦
Gök şi Metle ı iliydi. Ve lıemtm peşinden başparmak’ İbiiyü kİ öğünde dolular dökülmeğe başladı. Karakolun önünde toplanan köylülerin arasından okkalı bir küfür savruldu.
Akşama doğru güneş, Elbaşı bucağının üstünden boynunu uzattı ve bize güldü... 1 ; I
Ali DÜNDAR



abasının çiftliği
(Baş tarafı sahîfe 6 da)
ne feryaıt, çığlık... Aralanan kâğıttan zuhur eden manzara dinleyicileri bir anda seyirci durumiünn soktu. Birisi: “İnsaf e-din dostlar inşıpn şu kadar bin tonluk bir ağırlıkla merkezi arza doğru çekilir de jağrı duyup feryat etmez mi?, ,diye yük-•ekçe bir sesle söylenince hatip kendine geldi, vaziyeti kavradı ve:
— Bti memleketi mülkiyete hürmet beslemiyen komünistlerden temizlemenin sırası geldi, diye bağırdı. Fakat artık sanı» in yoktu, herkes müşahitti!
Müessifti:
• Esat Adil Miistecaıplıoglu imtiyaz sahibi ve neşriyat müdürü: Hassan Tanrıkut
Muhabere adresi: P. K. 519 İstanbul
Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, ___________üç aylığı 200 Kırf. ___________
Batıldı®» yer; STAD MATBAASI
2