1946 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1946 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

YARININ GENÇLİĞİ
HAFTALIK
Gençlik, yarının başbuğudur. O, kendisini günün geçici ve değersiz politika vak’alarmdan korumasını bilmeli, adımlarını asla geriye değil fakat daima ileriye atmasını öğrenmelidir.
23 ŞUBAT 1946 CUMARTESİ $ Sayı: 6
15 Kuruş
Bu Sayıda:
H. TANRIKUT Sosyal Bünyemiz
G. F,
Amerikanın idari Bünyesi NASRİ NİHAT Modern Realizm İLHAN TARUS
Ali Ağa Köyü : Hikâye ESAT ADİL
Suçlar Ozerinda İncelemeler Şiir : SABRI SORAN Şiir : FEHMİ YAZICI
VE
Kültür Haberleri
Büyük Demokratlar Kültür Dünyası
Rakkamlar Gerçekler Küçük Ansiklopedi Lûgatçai Adil
BİLEN bilir, bilmiyen de er* geç öğrenir ki; millî ve İçtimaî hayat, devamlı bir gelişme ve değişmeden ibarettir. Bu en doğru kanun, yalnız İçtimaî hayatın değil, kâinatı kucaklı-yan bütün bir tabiatın kanunudur.
Bu gelişme ve değişme hiç şüphe yok ki, daimi ileriye, iyiliğe, güzelliğe ve mıtlaka gerçeğe doğrudur. Bu cihanşümul akışa karşı koymaya yeltenmiş olanlerın hazin maceralarını öğrenmek isteyenler beşer tarihinin sahihlerini karıştırsınlar. İçtimaî gelişmelere karşı koymak isteyen fani insan hayatının bu dev yapılı tabiat kanunu karşısında nasıl cüceleştiğini, nasıl maskara olduğunu daha iyi anlamış, kavramış olurlar.
Seksen milyonluk Alman milletinin mukadderatını geriye çevirmek ve on milyonlarca Alman gencini tarihin ve içti, maî gelişmenn akışına karşı baraj olarak kullanmak isteyenlerin akibetlerini göllerdeki kurbağalar bile artık öğrenmiş bulunuyor.
Türk milleti yer yüzüne, yerinde saymak için gelmemiş, Türk anaları çocuklarını, büyümesin, gelişmesin diye doğur-mamıştır. Mektepler, Enstitüler, Üniversiteler gençliğin hem fizik, hem moral bakımından ya nna, yarının zaruretlerine birer hazırlık kampıdır. Onları yetiştirecek olanlar, dünü, bu günü değil yalnız yarını düşünmeye, yarının şartlarına göre gençliği hazırlamaya mecburdurlar.
Her türlü geriliği, yobazlığı, cehaleti, şahsî menfaat ve adiliği inkâr etmemiş, çiğneyip geçmesini öğrenmemiş olan, hürriyete, demokrasiye ve insanlığın yükseliş ve kurtuluşuna inanmıyan; bu uğurda kendini harcamaya kıyamıyan bir gençl ğin nemensup olduğu n«:lle
—- — Yazan : ■■■■■■
ESAT ADİL
te, nede beşeriyete muzir olmak tan başka hiç bir değeri yok tur.
Türk milletini, Türk yurdunu gerçekten sevmenin bizce bir tek şartı vardır, o da; her Türk çocuğunu hakiki bir demokrat olarak yetiştirmek, onu yarının ileri kültünle, şeref ve namus duygularile silâhlandırmaktır. Unutmıyalım ki, Yarının mücadelesini başaracak olan ancak bu kabil silâhlardır.
Analara, babalara ve her çeşit öğretmenlere hitap ediyorum: Çocuklarınızı vatanperver-mi yetiştirmek istiyorsunuz, şu halde onlara yalnız doğruyu, gerçeği ve ileriliği öğretiniz I
Çünki gençlik, yarının başbuğudur. O, kendisini günün geçici ve değersiz politika vak’alarından korumasını bilmeli, adımlarını asla geriye değil, fakat daima ileriye atmasını öğrenmelidir.
Gazetelerden : Amerikadan 10,000 balye kullanılmış elbise gelil.
— Nasıl olur yahu hem kullanılmış hem de 5’000 lira...
— Niçin olm-sm H.-der, meşhu- sinema rrli'.ti Rob?rt Tajlor’un pal'oau ip(»,i.-
Zaruri bir cevap
"Gün,, ün yeniden doğuşü Tasfiri Efkâr gazetesinin gözle rini kamaştırmış olacak ki, yü züne projektör sıkılmış bir ge ce kuşu gibi kanadlarinı çırpa rak havaıamyor ve m ıtadı olan hakaret, şahsa tecavüz ve provo kasyonlara girişiyor.
Beş on idealistin nafakala rından tasarruf ederek çıkardık lan “GÜıN„ dergisi, aşırı kazanç ve refahın şımartm'ş olduğu bu efendilere şahıs haysiyetine Ve fikir hürriyetine saygı gösterme nin yolunu öğretmek lüzumum» his etmektedir» Her provokas yon ve tecavüz metodu karşı smda hür ve namuslu insanla rın baş vuracakları yegâne mer ci Cumhuriyet Kanunları ve Türk mahkemeleridir.
Pek tabii olarak biz de bu mercie baş vurmuş bulunuyoruz. E. A.
te
KÖHNE MFTOT
Yeniden çıkışımızı malûm bir gazete itiyat eseri olarak tebrikle değil küfürle karşıladı. Bizi kasden lekelemek, halkın gözünden düşürmek gibi kışkırtıcı oyununu tekrar oynamak istedi. Biz onlara aynı metodla mukabele edemeyeceğiz. Çünki buna alışık değiliz.
Bu siyasî gazete bilmeli ve öğrenmelidir ki, “GÜN,, inkişafım yapmakta olan Türk Demokrasisinin kültür cebhe-sine hizmet etmekten başka hiçbir gaye gütmez. Esasen okuyucularımızın da bizi bazı gazetecilerden daha iyi anlamış olduklarına seviniyoruz.
H» T.
Yeni bir tiyatro=
Ankara Sergievi içinde yapılacak değişiklikle 700 kişilik yeni bir tiyatro kurulacaktır. Bu yeni sahne Devlet Konservatuvarının yetiştirdiği sanatkârların inkişafını temin edecektir.
Konservatuvar baremi
“Sanatkârlarımızın maruz Kaldıkları maddî mahrumiyet çok acıklıdır. Bu vaziyet devam edemezdi. Gençlerimizden fazla bir şey istemeğe ve beklemeğe hakkımız yoktu. Öğrendiğimize göre Devlet Konservatuvarı gençlerinin tabi olacakları bir devam tasarısı B. Mk M. ne sunulacaktır# Akşam’dani
Konservatuvar geliyor
Devlet Konservatuvarı bir kaç temsil vermek üzere yakında şehrimize gelecektir. Bu arada Shakespear’in “Yanlışlıklar komedyası,, temsil edilecektir.
YAYIN İSTİHLÂK KOOPERATİFİ istanbulda münevverler tarafından bu adla bir kooperatif kurulmuştur. Gayesi kâr gözetmeksizin her türlü kitap ve dergi yayınlarını ortaklarına temin etmek; yeni eserler ve dergiler yayınlamak ve bu işleri başaracak teşkilâtı vücuda getirmektir. Profesör, Doçent, muharrir ve mütefekkirler tarafından karulan kooperatife başarılar dileriz.
Müessisi: Esat Adil Müstecaplıoğlu İmtiyaz sahibi ve mesul müdürü:
Haşan Tanrıkut
Abone.- Yıllığı ; 600, Altı aylığı; 300 Üç aylığı; 150 kuruş.
Adres ve Basıldığı yer : “GÜN„ Cağaloğlu Arkadaş Matbaası İstanbul
sunyatsen
1866 Senesinde doğmuş 1925 de ölmüştür. Çin, millî kurtuluş gününün esasını kurmuştur. 1895 de mutlaki-yet hükümetiyle mücadele etmek üzere gizli cemiyet kurmuştur. Sıkışık vaziyete düşerek harice kaçmıştır.
1911 de Çinde başlıyan burjuva ihtilâli üzerine, memleketine dönmüştür ve Çin cumhuriyetine, Reisi cumhur seçilmiştir. Fakat, pek kısa bir müddet sonra, Emparyalist devletlerin tazyiki altında, tutunamıyan Sunyatsen hasıl olan reaksiyon hareketinin zorluğu karşısında, gizli faaliyete geçmek mecburiyetini duymuştur. Ve 1912 de Koumintok partisini kurmuştur. Sunyatsen proğramı, üç esas üzerinde toplanıyordu : Milliyetçilik, h»lk hakimiyeti, ve halkın hayat şartlarının kalkındırılması, ve bu suretle, cenuptaki Pekin hükümeti ile mücadeleye başlamıştır.
\921 de cenup hükümetini tanımamağı teklif eden parlementonun kararı üzerine, istiklâllerini ilân etmişlerdir. Ve Sunyatsen Reisi cumhur seçilmiştir. Bu harekete 1917 de Rusyada tahakkuk eden inkilâbın, tesiri olmuştur. Ve Çinde, birdenbire parlayan amele hareketinin tesirile, Sunyatsen komünist partisine yaklaşmıştır. Ve şöyle demiştir: “Çinin biricik dosta, Sovyetlerdir.,, Ölürken vasiyeti şu olmuştur: “Sovyetlerle dostluğun sonsuz devamı, ancak Çinin kalkınmasını temin eder,, diyen Sunyatsen mıdhetmiş ve samimî bir d-makrtıt di}' a Iha Iv'mi'tır.
BEDEN EĞİTİMİ ŞÛRASI
Beden Eğitim ve spor Şûrası 18,2,1946 da Dil — Tarih — 'Coğrafya fakültesinde toplandı Millî Eğitim Bakanı verdiği söylevde beden eğitimi ve spor işlerini b.r kere daha gözden geçirip programlamak için toplanıldığını söyledi. Bakan Türkiyede sporun tarihçesini yapıp merhum Faik Beyi ve S. Sırrı Tar-cant övmüştür. Söylevde köylü ve işçinin beden eğitimine dair bir karara rastlamadık. Bu bize en büyük noksanlık olarak görünüyor.
DİN İŞİ
Din meselesini kullanmak isteyenlere Akşam’da Halkç, cevip veriyor:
“Milletin dertleri, İstanbul halkının ihtiyaçları (bir) avukatın “Evamiri aşe-resi» değil çok daha müspet olan ekonomik davalardır. Onları anlayalım.,,
BİR SİGORTA KONGRESİ TOPLACAK
İşçi sigortaları meselesi ile meşgul olmak üzere mart içinde Çalışma Bakanlığının daveti üzerine bir sigorta kongresi toplanacaktır.
Kongreye alâkalı profesörlerle birlikte 15 işçi ve 15 işveren iştirak edecektir. lstanbuldan 7 işçi ve 7 işveren mi-ç’messil seçilmiştir. Sekizer işçi ve işveren de diğer kesif işçi bulunan sanayi bölgelerinden seçilecektir.
Kongrede sigorta genel direktörü yapılacak icraat hakkında raporunu okuyacak ve daha sonra komisyonlar sigorta meselesinin tekâmülü için alınacak tedbirleri tesbit edeceklerdi. Ayrıca ge rek işçi ve gerekse işverenler bu husus ta dileklerini kongreye bildireceklerdir.
Sigorta kongresi bir hafta sürecektir.
ÜNİVERSİTE TALEBE CEMlYETLRl ,
Halen Rektörlüğün vesayeti altında bulunan Üniversite talebe cemiyetlerinin bundan böyle cemiyetler kanununa göre serbest teşekküller mahiyetini alması düşünülmekte imiş.
ESKİ ABONELERİMİZE
Abone defterimiz zıyaa oğradığ’ndan eski abonelerimizin adreslerini tekrar bildirmelerini rica ederiz.
“GÜN# ünün yaşamasınını istiyorsanız abone olunuz ve tanıdıklarınıza tavsiye ediniz.
w
Ameııka Birleşik Devletlerinin İdarî Büny
esi
II
İCRA KUVVETİNİN SALÂHİYETİ
Muhatap (Tanıdık bir doktor):
Basit ifadelerle lütfen Birleşik-Devlet-ler reisinin ne olduğunu söyler misiniz?
Beard: Reisin vazifeleri ilk ve son defa olarak tesbit edilmiştir. Muayyen bir ölçüde, bunlar bizzat reisin görüşlerine tâbidir. Reis, Theodore Roosevelt 1901-1908 ile anayasanın ve kanunların kendisine men etmediği her şeyi yapmakta hürdür. Veyahut, Grover Cleveland (1885-1889 ve 1893-1897) ile, bilhassa bizzat hareket etmekte hiçbir arzu duymadığı sahalarda o kendi öz salâhiyetlerini daha mahdut bir şek ilde tefsir edebilir. Zaten, icra kuvvetinin salâhiyeti yalnız reisin şahsiyetine göre değil, fakat aynı zamanda vaziyetlere göre de değişir. Meselâ, buhran zamanında (1914-18 harbi, 1933 paniği, ikinci dünya harbi sırasında) icra kuvvetinin salâhiyeti, reisin kendisine çizebildiği veya çizmek istediği hudutlardan başka hiç bir hudut tanımaz, — Kongre, Yüksek Adalet Divanı ve efkârı umumiye tarafından telkin edilen tehditlerin kaydı ihtiya tı altında
Reis kendi siyasî partisinin şefidir, ve vazifelerin, tâyinlerin ve memuriyetlerin 1 ölüştürücüsü sıfatile geniş salâhiyetler kullanır. O kendi mertebesine ve Washington’un,Jefferron’un ve Lincoln’un hatırasına bağlanan büyük nüfuz, ve tesirden faydalanır. Halk ve hatta muhalefet tarafından hürmet gören riyaset ananesine bağlı bütün siyasî hususiyetlerden istifade eder. İşte pratikte bu siyasî hususiyetlerdir ki reisin salâhiyetlerini katiyetle zikretmekle bize mâni olurlar. Diğer bir manada, reis birliğin ve millî otoritenin timsalidir Yahut daha doğru olarak sulhde olsun, harpde olsun, ecnebi önünde millî bir sözcü gibi konuştuğu zamân bütün hususiyetiyle o işte böyle kıymet-lendiıilir veya bizzat kendini işte böyle takdir eder.
Muhatap: Anayasanın dış işlerin idaresini reise tevdi ettiği doğru değil midir?
Beard: Cevap vermeden önce “dı$ işler.den neyi kasdettiğinizi bana söylemenizi rica edeceğim.
Muhatap: Bununla şunları kastediyorum: Birleşik Devletler Milleti i'e yabancı milletler arasındaki her nevi münasebetler, bu milletlerin hükümetleri ile muhtelif anlaşmalar, muahedelerin neticesi, ticaretin tanzimi, diğer milletlere karşı Birleşik-Devletlerin siyasî beyanatları, dahile ve harice olan muhaceretin kontrolü, milli silâhlanma hacminin ve cinsinin tesbiti, sefirlerin ve konsolosların değiştirilmesi,
yabancı hükümetlerle notalar teatisi ve diplomatik müzakereler, harp ilânları ve sulhun neticesi. Hepsi bunlar değil, fakat bana esaslı görünenler bunlardır.
Beard: Saydıklarınız kâfidir. Şimdi bazı noktalan tasrih etmek isterim. Reis kendiliğinden d'ğer memleketlerle münasebetler tanzim edebilir mi (Gümrük tarifeleri, mali mübadeleler, seyyahların idare v. s.)? Hayır.
Bu salâhiyeti haiz olan kongredir. Kendiliğinden dahile ve harice muhacereti tanzim edebilir mi? Hayır.
Bu imtiyaz da kongrenin elindedir. Başka bir tabiiyete girme şartlarını ve Birleşik-Devletlerdeki yabancılara ait kanunu tayin ve tasrih ededilir mi? Hayır. Ordunun, deniz kuvvetlerinin ve diğer silâhlı kuvvetlerin mevcutlarını tesbit edebilir mi? Hayır kendi kendine sefaretler konsolosluklar ihdas edebilir ve kendi kendine sefirler ve konsoloslar tâyin edebilir mi? Hayır. Lüzumlu kredileri kabul etmek mecburiyetinde olan kon gre, arzu ederse, ecnebi münasebetlerin bu vaziyetini mürakabe edebilir. Fazla olarak, Ayan Meclisi reisi bakanlığa veya yabancı ülkede sefirliğe tayin ettiği her şahsı tasvip etmelidir. Reis yabancı devletlerle muahedeleri neticelendirebilir mi? Hayır. Hiçbir muahede, Ayan Meclisinin üçte iki nisbetindeki ekseriyetinin tasvibi olmaksızın muteber olamaz. Fakat reis ehemmiyeti ikinci derecede olan münasebetleri Ayan Meclisinin tasvibini istemeksizin neticelendirebilir.
Kültür Dünyası :
Liberal Sisteminin İçyüzü
Liberal sisteminin esası meşhur bir formüle sızdırılmıştır. "Laissez faire, laissez passer,,, yani “ Bırak yapsın, bırak geçsin,, bu, Devletin ekonomiye karışmaması prensibidir.
Ancak bu vecizenin aslı ve nasıl olduğu liberalizmin iç yüzünü göstermek cihetinden son derecede aydınlatıcıdır-
IV’üncü Lois devrinin meşhur Fransız tüccarlarından V. Ai'genson yeni kararnameler çıkarmak isteyen meşhnr nazır Colbert'e “mais, laissez naus faire,, demiş, yâni, bırakın istediğimizi yapalım, işimize karışmayın.
Görüldüğü gibi ta doğuşundan beri liberal sistemi bir serbest gelişme ekonomik sistemi değil, bilâkis büyük tüccarların tahdit ve kontrol kabul etmeksizin istediklerini yapmak temayülüdür.
Çok defa böyle hikâyeler sahifelerce ilmi ispattan daha manidardır.
SOSYAL REALİZM
Son seneler İsviçredo Erni’den çok bahsedil, mektedir. Conrad Farner’in genç ressam için yaz.
Reis harp ilân edebilir mi? Hayır. Bu salâhiyet kongreye verilmiştir. Sulhu neticelendirebilir mi?
Eğer sulhun neticesi bir muahedenin imzalanmasını icap ettiriyorsa, Ayan Meclisinin tavsibi lâzımdır.
Reis kendiliğinden Birleşik-Devletlerin harici siyasetini tayin edebilir ve onu memlekete kabul ettirebilir mi?
Burada birbirinden ayrı iki mesele vardır. Şüphesiz, reis Birleşik-Devletler* in harici siyasetini tâyin edebilir. Fakat bu tayin onu memlekete kabul ettirmeğe hiçbir surette kâfi değildir. İcra kuvvetinin salâhiyeti hususunda bir bu münaka şayi neticelendirmek için şunu söylîyebili-riz: reis salâhiyete şekil verir. O, tanımak istemek ve karar vermek salâhiyetini haizdir. Onun, icra kuvvetinin vekilleri ve maddî cihazları vasıtasile tatbik edilen kararları, bütün şekilleri ile, hayatı, hürriyeti, mülkiyeti, hatta cumhuriyetin teme lini derin bir surette müteessir eden faaliyetlere sebep olabilirler. Fakat bu salâhiyet Kongre ve Adalet Divanları tarafından; bizzat reisin iktidarları veiktidaa-sızlıkla*'! tarafından; bulabildiği ve muhafaza edebildiği halk desteğinin derecesile arzusuna göre kendisini kabul ettirmek hususunda reise müsaade veren tahdit lerle nihayet, sulhun ve harbin vaziyetleri, imkânları ve zaruretlerile sınırlanmıştır.
G. F.
dığı bir etüdde aynı zamanda modern resmin tahlili yapılmaktadır. Burada tahlilin ana hatlarını belirtmeğe uğraşacağız.
Git gide soysuzlaşan ve taklide kaçan Burjuva sanatının yanındı inkılâpçı sanat gelişmektedir. Modern ressamlar dünya düzeninin bozulduğunu görüp kendi sahalarında buna çare aramak zorunu duyuyorlar. Bu arama iki yönden yapılabilir: 8-Ferdin kendisini tahlil etmek, kusur ve tedaviyi şuur-altında aramak, yâni resimde bir nevi Freuidism yapmak, b„na sürrealizm deniyor.
b- Düzensizliği cemiyette aramak, ve yeni bir cemiyet, yeni bir nizam kurmak, mücerret resim diyeceğiz ki hendesi şekiller yapmaya kadar gider.
Ern'ı'yi tetkik ederken münekkidin verdiği bu merhaleden, bir çıkmaza varılıyor; hayattan ayrı ve hayali bir dünyaya bir âleme dalınıyor.
Hayali bir inşa değil, bu dünyayı islâh gerek, ressam mücerret res’mden cemiyete dönmeli, şimdiki sosyal tezatları gösterip propaganda yapmalı, eserlerile yeni cemiyetin öncüsü olmalı, işte Hana Erni bu ikinci dünya savaşında son merhe-leyi de katetmiş, sosyal bir realizme varmıştır. Son yaptığı resim ümit doludur. Halk için çalışan büyük bahçıvan Mitşurin'in resmi.
3
KOÇOK HİKAYE s
Ali
BU memleketin kötü taraflarına dair yazılan hikâyelerin en başını, hadisenin aaltanat devrinde geçtiği yazılır. Bu suretle hikâyeci garip bir sigoı tanın kanadı altına saklanıyor demektir. Affedersiniz, ben böyle bir şeye lüzum görmüyorum. Şimdi hikâyeye başlıyahm;
*
* *
Maraş Vilâyetinin Pazarcık kazasına bağlı bir köy vardır. Bir zaman’ar bu köye yolum düşmüştü de bir takım akıl ermez işlere rastlamıştım. Onu anlatacağım. Lâkin inan Imıyacak şeyler olduğu için kcrkarım uydurdu diyeceksiniz. Vız gelir...
Bu köyde Delicrmanlı Zekeriya derler, dev gibi bir adam vardı. Bir tarlanın ölçme işinde ehlihibre] tayin edilmiştim de, onun evine misafir olmuştuk. Zekeriya, yan köylerden birinde otu a ı Kocaların Murat adlı biriyle mahkemeye düşmüştü. Davalarının mevzuu da, eri iki karış, boyuda aşağı yukarı yüz adım ti tan bir sınır meselesi idi. Bu kadarcık toprak, bu allahm dağında ağza bile alınmağa değmezii ama Zekeriya, masraflar etmiş, vekiller tutmuş, keşifçiler kaldırmıştı. Gerçi iki taraftan birinin damına konmak bize yakışmazdı: öte taraf muhakkak Ankaraya telgrafı uçuracaktı. Lâkin köy odası filan bulmanın imkânı olmadığı için, ister istemez bize güieryüz gösteren Zekeriya'nın evine kapılandık. Hoş, iş de görülüp bitmişti ya... ölçü, biçi, adım, metre, dönüm... Hiç bir şey, bu huduc'un geç‘iği yeri belli etmeğe kâfi gelmedi. Tapu senetlerine göre Muradın (6) dönüm, Zekeri-ya’nm da (315) dönüm toprağı olmak lâzımdı. Biri fazla çıktı, biri noksan.. Yerli halktan seçtiğimiz ehlivukuflar sanki hadastro memuru imişler gibi, Ze-keriya’nın lehine öyle bir hudut gösterdiler ki, hâkim de şaştı, ben de... Neyse, evrak üzerinde tetkikat yapılmak üzere keşiften döndük. Hava kararmış, kaza merkezi de dört saat uzakta kalmıştı. Dediğim gibi Zekeriya’nın evine konduk.
Doğrusu adam bize iyi baktı. Hindi dolmaları, tavuk kızartmaları, arkasından kuzu çevirmesi, hilâfsız, arkasından av eti iki, türlü pilâv, derken kapuska, dc m ıtesli bakla ezmesi, derken baklava... derken zeytin vyağlı dolma, arkasından cevizli kabak tatlısı... Ya... İşte böyle bir yemek yedik.
Zekeriya, boylu, poslu, yağız çehre-li, babasından görme pala bıyıklı, ağzı
4
Ağa k
Arnavuda çalar, babayiğit b’r adamdı. Buraya muhacir olarak düşmüşler... Babası da ajnı topraklarda çalışmış. Çoluk, çocuk kalabalık. Konuşkan da bir adam:
“Mcre, diyordu, herifçioğlu az daha bizim dama da girip saldıracak. Çok
Yazan :
İLHAN TARUS
(§>
nasihat ettik, bre yapma, etme... Dinlemez. Dağ baş’nda mıyız? işte böyle olur haçan...,,
“Peki, Zekeriya efendi, dedim, aranızdaki toprakta pek öyle bir şeye benzemez- Bana kalırsa yaptığın masrafı bile kapamaz-»
İlkönce hızla yekindi, bağırıp çağıracak sandım. (Ne kapamaz yahu...) falan dedi. Dedi ama çabuk söndü.
Biz afallamıştık. Bir şey mi gizliyor diye... Bu babayiğit adamda da gizli kapaklı biı- taraf olabileceğine inanmıyorduk. Nitekim, kart bir teke gibi, başını önüne eğerek itiraf etti:
“Kapamaz, kapamaz amma, gel de bizim ağaya anlat» dedi.
“Acaip, dedi zabıt kâtibi, ağa da bu işe ne karışıyor?,,
“Ne karışıyor olur mu yahu ? Mal onun.»
“Mal onun mu?»
“Onıın bre... Ya kinrn olacaktı ?„
Zabılkâtibi, belki bir cahillik olur korkusuyle, yan yan hâkime baktı. Hâkim de, d( ğrusu pek fikrini belli eden adamlardan değildi. Akşamdan beri sadece bir iki tek lâf etmiş, hatırı kalması n diye Zekeriya efendiye hasta olduğunu söyliyerek, birinci yemekten bir iki lokma alıp kenara çekilmişti. Kâtibin lâfına da pek kulak asar görünmedi. Tabakasını çıkarıp cıgara sarmağa başladı.
Ben pek mahkeme, muhkeme işlerinden anlamazsam da, tapu senedinde Ze-keriya’nın adı yazılsın, mal başkasının oslun, işte buna da aklım ermez. İşi kur-calıyacağim, niyetim bu.
“Zekeriya efendi, tapu senedi senin üstüne değil mi ?„
“More ne ç»kar bundan ? Mal benim değil diyorum sana... Mal ağanm.
“Kör müsün, köyün adı bile (Ali Ağa köyü) ...»
“Demek bu Ali ağa sağ ?„
■ Ü W ■
oyu
“Hem de tnrup gibi.» “Nerede oturur ?» “Buraya biraz uzakçadır. Gündüz çamlık bir yerden geçtikti ya., orman gibi bir orman. İşte onun öte yanında-Pek biz yüzünü görmeyiz. Ayda, yılda bir gelip tarlaları, ekinleri dolaşır. Ye' tişkin oğlanları vardır, onları yollayıp hal, hatır sordurur.
Ekin zamanı da mahsulü götürür, arabalarla koca ambarlara yığarız.»
“Ya siz ne yersiniz ?„
“Ot yiyecek değiliz ya... Bize yime-liğimizi verir.»
“Ne kadar ?„
“Poh... Yetip gidiyor işte...»
'Çoluk, çocuk var mı ?„
“Köpek sürüsü kadar... Cenabı alla-ha çok şiikür.,,
Kahve cezveleri ocağa sürülür sürülmez (SelâmûnaleykCm) diyen geldi, kenardaki sedirlere çöküverdi. En genci ellilik köylüler. Zekeriya’nın biri yirmi, biri de on beş yaşlarında iki çocuğu, kocaman çam kütüklerinin dibine sürülen yedi, sekiz kadar cezve ile uğraşıp duruyorlardı. Misafirlerden kapı dibinde oturan en genci, elinde bakır bir değirmen, boyuna kahve çekiyor, küçük hâzinede bir kaç kaşık kahve toplanınca, kalkıp büyük oğlanın avucuna boşaltıyor, o da sırası gelen cezveye aktarma ediyordu.
Kahveler içildikten sonra Zekeriya efendi, pos bıyıklarının altından bembeyaz dişlerini göstere, göstere oradakilerden uzun sakallı, mavi gözlü birine anlattı:
“More, l iz’m beyler daha malın, mülkün sahabısını bilmezler. Kalkıp dava göreceğiz diye buralara kadar sürüklenmişler...,,
İhtiyar, mavi gözlü adam, kaş göz işaretiyle onu susturmağa çalışıyor, ama Zekeriya oralı değil :
«Bu kadar malımız olsa bunun burasında dururmuyuz be ? Gider, Istambol-da yan geliriz. Uşaklar çalışsın, kazansın, yollasın. Yan gel buğaz aralığında, denizin borasma karşı... More more more more.. ne cahilliktir bu.»
Neyse, oda kapısının arkasında bir patırdı oldu da, lâf kesildi. Evvelâ dava vekili, s nra Zekeriya, onun arkasından, bütün oda halkı, telâşla yek n-diler ve kapıya doğru saldırdılar. Ne o-luyor demeğe kalmadan dışardan kapı açıldı, çok uzun boylu, siyah sakallı, baştan aşağı siyahlar giyinmiş, güzel bir adam içeri girdi.
Baktım, herkes iki kat olmuş, tıpkı alafranga reveı ans eder gibi, yalnız sağ etlerini göğüslerine basarak, geleni selâmladılar. Ali ağa doğru hâkimin önüne giderek etekledi, sonra zabıtkâtibini beni, iki parmağını çenesine, alnına götürerek, selâmladı. Derken mavi gözlü ihtiyar başta olmak üzere, bütün o sakallı, bıyıklı köylüler, odanın ortasında dimdik duran abamın eğilip elini öptüler,,.
Dava vekili misafiri büyük bir saygı ile kendi yerine götürdü, altındaki pos-tekiyi elile sıvazlayıp düzeltti. Sanki çok ihtiyar veya hastalıklıymış gibi, kolundan kanadından kibarca tutarak, oturttu,
Merhaba, merhaba, merhaba, merhaba...
Tabiî tanıdınız: Gelen malsahibi, bütün bu köyün maliki, bütün köylülerin efendisi, adiyle, sanıyla Ali ağa’dır.
Etraf ayakta. Biz acaba kalksak mı diye tereddüdde, hâkim sıkınt da... Neyse Ali ağa’nın bir kaç defa (otur, otur) diye emir vermesi üzerine, köylüler birer ikişer yerlerine iliştiler.
Hepimiz kahve içtiğimiz ha’de, baktım dört cezve birden ateşe sürüldü. Etrafta başka hareket ve söz olmadığı için, dikkat edip bekledim. Zekeriya efendinin iki oğlu, adeta tetikte, cezvelere bakıyorlardı. Şeker atıldı, derken ikinci cezvedeki suya kahve salındı. Sonra ikisi birleştirilip yeniden sürüldü, kızgın ve boş cezve geri çekilip soğuk külde dolduruldu, bir kaç saniye bekletildi. Simsiyah, koyu bir mayi, kenarda başa-şağı kapalı duran mavi savatlı, kocaman bir fincana boşaltıldı.
Ali Ağa, ilk yudumu ince, pespembe dudaklarından içeri atar atmaz:
«Oh...» Etti.
Zekeriya efendi, o dakikaya kadar hiç takınmadığı inceleşmeğe benzer bir tavırla:
«More efendi, nasılsın, keyfin yerinde mi ?• Dedi.
Ali Ağa; ona baktı. Boş elile sakalını, bıyığını avuçlayıp sıvadı. Tek teli dökülmemiş, ensesine kadar uzun perçemlerini avucuyla düzeltti. Belki beş dakika sonra, hepimizin endişe ile beklediğimiz cevabını sundu:
«iyiyim Zekeriya...»
Ama sonra, sonra dili çözüldü. Daima hâkime bakarak, çok düzgün bir dille ve bol hörmet kelimeleriyle konuşmağa başladı. Hâkim ara sıra kısa cüm leciklerle cevap veriyor; çekinme dene-miyecek. saygı sayılabilecek şekilde konuşuyordu. Kendi hesabıma Ali ağa’yı çok zeki çok kibar buldığvmu burada söylemeliyim. Bu adamın bu kadar insan üzerinde, bu derece hâk'm bir rol
MODERN
Yazan
Nasri Nihat
Du günün edebî realizmi, felsefi dü-'•“'şüncenin en son kazançlarına dayanmak suretiyle realizmin bu günkü tarzı olan ihtilâlci realizmdir.
Her edebiyat ceryanı ifıde ettiği dünya görüşiyle kendini tarif eder. O halde ihtilâlci realizm nedir ?
İhtilâlci realizm, varlığın ve yaşayışın insicamsız, karışık ve aldatıcı şekil leri arkasında hadiselerin hakiki ve gizli akışmı sınıflar münasebeti zaviyesinden izah eden materyalist ve diyalektik bir telâkkidir.
Materyalisti!; çünkü, sosyal hayat varlığını İktisadî temel üzerinde görür. Nasıl ki "maddi hayatın istihsal tarzı sosyal ve zihni hayat seyrini şartlandırır,, sa san’atta, İktisadî istihsalden doğan sosyal bünyenin şartlarına tâbidir.
Bu itibarla her estetik faaliyet sayısız bağlarla ve ilk bakışta vücudumuzdaki damarlar gibi fark edilmesi güç çeşitli alâka yollarile, maddi maişet şartlarına dayanan bir şuur yapısı halinde, sosyal istihsalin bütünlüğüne bağlıdır. Cemiyetin bazı merhalelerinde estetik faaliyetin kalitesile maddî şartların inkişaf derecesi arasında farklılık görülmüştür. Ancak cemiyetin “tezatlar içerinde bir oluş„ u temsil ettiğini bilmek lâzımdır. Bu itibarla, artistik istihsal ile maddî istihsalin inkişafı arasında gayri müsavi nisbet tezahürleri mevcut olsa bile, sen tahlilde, geıek
oynıyabilmesi, sebepsiz değildi. Meselâ söz kaçakçılık meselesine intikal edince: “Efendim, dedi, bu iş sandığımızdan çok daha etraflı sebeplere dayanır. Geçende ocakta da mevzuu bahis olduydu. Tesadüf ve tabiat, sınır denilen çizginin iki yanını, tam birbirinin aksi feyizlerle tezyin etmiş. Bu tarafla insanlar çalış kansa, o taraftakiler tembel. O tarafta koyun yoksa bu tarafta bol. Bu tarafta altın bulunmuyorsa o tarafta sel gibi akıyor. /
E... Hükûmat buna ne yapsın?»
Her açılan sözde buna berzer öyle fikirler ortaya attı ki, parmağım ağzımda kaldı. Bereket lâfı adam öldürmeğe çeken olmadı. Yoksa bizi ona da alış-tıracaktı.
Gece yarısına kadar tatlı, tatlı konuştuk. Sonra Ali Ağa filân çekilip gittiler.
Ertesi gün şafakla beraber biz de kasabaya döndük,
REALİZM
doğrudan doğruya ve gerekse endirekt» man muayyen bir sanat şekli her yerde ve her zaman muayyen bir istihsal tarzıpa tekabül eder,
Diyalektikdir; çünki daimî tezatlar çarpışması içerisinde değişen realitenin yıkıcı unsurlarile yapıcı unsurlarını meydana çıkarmak cehdini taşır, Diyalektik, varlığın "müsbet kavranışiyle beraber zarurî yıkılışının, negasyonunun da kavranılışını istilzam eden» bir me-toddur. Bu bakımdan diyalektik anlayışla realite mütemadi bir akış seyri içerisinde ır.ütemadî bir oluş halinde değişmektedir. Bu değişmenin husule getirdiği yeni tezadlar (tez ve antitez) çarpışmasından üstün bir sentez halinde yeni bir realite doğmaktadır.
Şu halde, realiteyi kavramak demek “vak’aları esas inkişafı içerisinde takip etmek, (yani tez ve antitezlerin inkişafını) tesir ve karşı tesirlerinin komplikasyonunu (yani çarpışmasını) kavramak» demektir.
Böyle bir dünya görüşiyle hareket eden yazıcı aydınlık bir şuur sahibi o-larak girift hayat münasebetlerinin sebeplerini anlamakla kalmıyarak aynı zamanda hadiselerin akış istikametini de tayin edebilir.
* "
* *
Dünkü realizm, realiteyi olduğu gibi tesbit etmek endişesi içerisinde ancak hadiselerin otomatik bağlılıklarını gösterebiliyordu. Vak’aların derinliğine gitmiş realist büyük romancılar bile satıh altı ve müphem ruh hallerine temasla bazan olağanüstü keşiflere varmalarına rağmen tek taraflı ve mekanist olmaktan ileri gidememişlerdir. Mekanist o-luşları, yani hadiselerin kendi kendine, yalnızca, bizatihi oluşlarını takip etmekle iktifa etmeleri onları şahsî müdahalelerin dışında bırakıyordu. Hadiselerin otomatik akışını “temaşa etmekle kalan ve hadiseler üzerinde şuurunu sözde “müstakil» bir objektif halinde gezdiren klâsik realist müdahale ve tercih zaruretlerinden kaçınmakla hayatı değiştirecek “hal tarzları,, vermekten uzak kalıyordu. Bu suretle, okuyucu, hayatı “olduğu gibi» kabul etme yoluna sürüklenerek mukadderata boyun eğiyor, mekanist anlayışın yarattığı atmosferin zehirile bedbin bir isyankârlığa yahut pasif bir hayat kayıdsızhğına gömülü yordu.
Sağlam bir dünya görüşünün meto-dik anlayışına sahip bu günkü ihtilâlci realiste gelince; o, artık yalnızca hadi-( De w W 6 inci sçhifede )
S
Sosyal Bünyemiz üzetine
Gayri Siyasî Düşünceler
II '
gMANLI İmparatorluğunun ilk yıkılış belirtileri 17 inci yüz yılda göründü, 18 inci yüz yılda arttı ve 19 uncu yüz yılda son haddine vardı. Saydığımız yüz yılların Avrupa için ne demek olduğu malûmdur. Bütün büyük değişiklikler, sosyal hareketler, ke şifler... bu üç asrın malıdır.
Beliren ve kuvvetlenen ilerleme, İmparatorluğa bağlı mıntakalara, başka bir bütüne bağlanmak suretile var olmakta devam edebilecekleri fikrini verdi. Ge çen yazıda belirttiğimiz gibi İmparator luğun devamını temin eden şey kendi sine dahil olan mıntakaların kendi ken dilerine kâfi gelmemeleri idi. Bu zaruret onları İmparatorluk bütününe bağlıyor, merkezi derebeyinin her türlü boy-ruğuna boyun eğdiriyordu. Avrupada meydana gelen değişikl-kler mıntakalara yeni medeniyet dairesine girdikleri tak dirde mükemmelen varlıklarını devam
Modern Realizm
selerin zaptını tutan bir tespit aleti değil, şuuruna varılmamış sosyal muhte vanm şuuruna varılmış bir sosyal muhteva haline gelmesine irade müdahale-sile çalışarak hakikati bulan san’at kârdır.
*
* *
Bu günkü realizmin nazarında "dünyayı muhtelif tarzlarda tefsir etmek,, de kâfi değildiı; "Bahis mevzuu olan şey dünyayı değiştirmekdir.,,
San’atkârın şuurile tâbi olması lâzım gelen so«yal fonksiyonu budur. Çün-ki modern realizm “her şekli hareket halinde ve binaenaleyh yıkılacak tarafına göre anlar hiç bir şey tarafından kendini baskı altında bırakmaz, bu bakımdan mahiyeti itibarile tenkitçi ve ihtilâlcidir.,,
Burada zaruri olarak «taraf tutma » fikri ortaya çıkar. Objektif olduklarını iddia edenlerin itirazları yükselir. Fakat dünya görüşlerinin akışından kaçan bu sözde objektif sosyal psikopatlar hakikatte bir başka ceryanın içinde şuursuzca sürüklendiklerinin farkında olmayanlardır. Kendisini muayyen bir dünya görüşünün «kafes» i içinde hürriyet-siz sayan saf san’atkâr, şarkılarını «kafes» dışında haykıımak istemekle bir başka «kafes» e girmi oşlduğunun farkında değildir. Bu gibiler, müşahhas hayat ortasında mutlak hürriyeti sayıklıyan mecnunlardır.
Yaran :
HAŞAN TANRIKUT ettirebileceklerini öğretti. İlk istiklâl, hürriyet mücadele ve ihtilâllerinin İm paratorluğun batı eyaletlerinde (Balkan lar) patlak vermesi bu eyaletlerin Av rupada doğan yeni medeniyet dairesinin tam yanı başında bulunmalarındandır. Mısır da Akdeniz yolu dolayısiyle beri kilerile hemen- hemen aynı durumda bulunuyordu. Suriye, Irak, Arabistan gibi eyaletlerin ta birinci dünya harbine kadar İmparatorluğa bağlı kalmaları dikkate değer.
Mıntaka ■ merkez tezadı, eyaletlerin bağlanabileceği yeni bir iktisad ve kül tür muhiti mevcut olmadığı müddetçe daima merkezin lehine neticelerle bas tınlıyordu. Çünki eyaletlerin hiçbir dayanağı yoktu. Eyaletler bu dayanağı bulmaya başlayınca İmparatorluk da yıkılmaya başladı ve bu yıkılış hareketi birinci dünya savaşiyle tamamlandı. İmparatorluk, tıpkı Bizans gibi İstanbul ve civarına inhisar etti.
Bugünkü Türkiye Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasından meydana gelen devletlerden biri, belki en mühi midir. O, İmparatorluğun bel kemiğini teşkil ediyordu. Bunun için de Os-manlı anane, örf ve adatının hakikî varisi oldu. İmparatorluk sosyal bir Geştalt olarak ortadan kalkmış olduktan başka Atatürk inkılâbile iç bünyesinin bütün teşkilâtı da silindi. Onun yerine Türkiyede tamamile garpten kopya edilen kanun ve proğramlara uygun yeni bir teşkilât kuruldu. Ancak bu teşkilâtın içinde Osmanlı nesillerinin vazife almasından başka çare yoktu. İnkilâp nesli çok sonra yetişecektir. Bundan dolayı Türkiye muayyen bir zurnan hemen ortadan kaldırılması miim kün olmayan Osmanlı zihniyeti ile, he men kabul edilen garplı teşkilâtın yaratlığı bir tezatlar halitası halinde kaldı bu halden elan kurtulamamış olduğumuz söylenebilir.
İmparatorluğun nüvesini teşkil eden paytaht gayri mütecanis halkları, birbirleri» tamamen alâkasız ve ayrı birer şehir durumunda olan başlca mahalleleriyle geniş İmparatorluğun ufak bir örneği durumunda idi. Mmtakalar birbirlerine nasıl muhtaç idi iseler, paytahc ta mıntakalara öylece muhtaç idi. Bu karşılıklı yetersizlik bütün tezatlara rağmen İmparatorlukları yüz yıllarca yaşatmıştır. Ancak İmparatorluğun yıkılmasını temin edecek sebepler ortaya çıktığı zaman en kötü vaziyat İmparatorluğun bel kemiğini teşkil etmiş olan
milletin payına düşer, çünkü o millet son dakikaya kadar mıntakalannı kurtarmak sevdasına insiyaki olarak sürüklenmek suretiyle medenileşmek, millet olmak işinde sonuncu kalır. 1839 da bir Türk milletinden değil Osmanlı.milletinden bahsedilmekte olması İmparatorluğu kurtarmak isteğinin bir ifadesidir. Böylece Türk milleti, lmparator-torluklan daha evvel ayrılmak ve bu ayrılmadan çok evvel de şuurlanmak sahalarında iş görmüş olan Yunan, Bulgar, Sırp, Mısır milletlerine nazaran nisbeten - daha geç millet şuuruna erişebilmiştir. O, kendisinden ayrılma (İstiklâl) hareketleri ortaya çıktıkça, müdafainefs saikasile - muhafazakâr bir duruma sürüklenmek zoruna düştü böylece İmparatorluğun çöküşü gibi dünya çapında büyük bir olayın bütün sarsıntı ve buhranlarını ta iliklerine kadar hissetti. Vaktile kendisine karşı istiklâl bayrağı açmış olan milletler gibi istiklâl savasına koyuldu ve bütün mıntakalannı kaybetmiş olmanın yarattığı büyük noksanlığı yine omilktler gibi ancak garp medeniyeti dairesine girmekle telâfi edebileceğini anladı. Fakat iş bu kadarla bitmiyordu.
Ölümü Düşünmeyiz
Damaklarımız yabancıdır
ballı incirlerin tadına',
Omuzlarımız yük altında,
Rahat bir uykudan mahrumuz
ama şarkılarımız
Savrulup dağılmaz rüzgârda.
Ne bir aşkın şarabını içmişiz,
Ne de kendimizden geçmişiz mehtap karşısında ama biz
Öyle aşklar biliriz ki uğrunda ölürken bile gülünür.
Korkuyu arama bizde,
Zannetme ki çökecek omuzlarımız, Damaklarımız kavrulur ıztıraptan ama biz
yine yaşarız.
Yaşamak,
en mühim mesele, her şeyden evvel gelir..
YaşadığıPıız müddetçe kalem tutabilir elimiz ve dilimiz şarkı söyliyebilir, ölümü hiç düşünmeyiz.
Sabri Soran
6
Suçlar Üzeri ne —= incelemeler =—
SUÇ NEVİLERİ :
* Türkiyede her dereceden ceza mahkemelerinin bakın uya salâhiyetti oldukları kabahat ve cürüm nev’inden, bahusus kanunlardakiler de dahil olmak üzere 380 kadar çeşitli suç vardır.
CEZA DAVALARI
* 1941 ve 1942 yıllarında ceza mahkemelerine sevk edilm’ş olan ceza davaları sayısı şöyledir:
Ajfirceza As. ceza Sulhceza M.korun,
davaları davaları davaları davaları
-041 11000 970J0 185000 —
““",00 J 23000 16100 22000
.uretle anlaşılıyorki 1941 yılında-a yekûnu 294 bin, 1942 de ise 286
1935 DEKİ CEZA DAVALARI
* Adalet bakanlığının bir istatistiğine göre 1935 yılında ceza mahkemelerine sevk edilmiş olan davalar yekûnu 271370 dir.
SUÇ YEKÛNLARI
* Ceza ve tevkif evleri umum müdürlüğü ve emniyet umum müdürlüğü kayıtlarına göre.
1936 — 1942 yılları içinde işlenen suçların sayısı şöyledir :
Yıllar
1936
1937
1938
1939
1940
1941
1942
Suçlar *78105 79304 71734
72292
69510 73526 74410
Esat Adil Miistecaplıoğlu tara-ftadan hazırlanan ve resmî rakamlara, kaynaklara dayanan aşağıdaki tahliller ve cedveller Tiirkiye.de işlenen suçlar hakkında okuyucularımızın oldukça esaslı bilgiler edinmesine yardım edecektir.
MAHKÛMİYET YEKÛNLARI
* Aşağıdaki rakkamlar yalnız mahkûmiyet yekûnlarını yani muhtelif tarihlerde işlenmiş olup ta mahkemelerce kat’i olarak hükme bağlanmış olan suçları göstermektedir. Bu rakkamlar aynı zamanda bir yıl içinde mahkemelerimizin vermiş oldukları mahkûm'yet kararlarını dolayısile faaliyetlerini de izah etmektedir.
Yıllar Mahkumlar sayısı
1935 53583
1936 79383
1937 85016
1938 81142
1939 24057
1940 96566
1941 92276
1942 94877
MAHKÛMİYETLERİN AYRILIŞI
* Köylerde işlenen suçlar şehirlerde işlenen suçlara nazaran ve köylülerle şehirliler arasındaki nüfus farklarına göre nisbet bakımından düşüktür. Şehir suçlarile köy suçları arasında sebep ve mahiyet bakımında farklar vardır. Bunları sırasile ilerde izaha çalışacağız.
Ceza mahkemelerince verilmiş olan mahkûmiyet kararlarının şehirlilerle, köylülere isabet neticeleri şöyledir :
köylerde işlenen suçlardan
Yıllar mahkûm olanlar
Kadın Erkek
1935 1968 25228
1936 2970 33354
1937 3280 34767
1938 4091 38430
1939 4770 46096
1940 4600 49365
1941 4523 45934
1942 4710 42554
Şehirlerde işlenen suçlardan
Yıllar 1 mahkûm olanlar
kadın erkek
1935 2 1253 24152
1936 t 3822 39237
1937 5049 41920
1938 3586 35035
1939 4358 38833
194 J 4401 38200
1941 4672 37147
1942 5038 42575
* Köy kadınları şehir kadmlarından-çok daha az suç işlemektedir. Halbuki köy kadınları şehir kadınlarından takriben üç buçuk defa daha fazladır.
Bunun başlıca sebebi şehir ve kasaba kadınının içinde bulunduğu çeşitli hayat tezatlarıdır. Köylü kadını devamlı surette iktisadi şartların baskısı altında ve durmadan çalışmak mecburiyetin-
(Devamı 3a. 8 de)
LÛGATÇEİ ADİL
ANKARA CADDESl : Bazı devirlerin fikir ve hürriyet mezarlığı.
ATOM : Son günlerde sır oluveren bir sır !
BÜYÜK DOĞU : Hafta tatili yapmıyan bir berber dükkânı.
EDMOND ROSTAND : Sabri Esad’ın Cyranode Berjerac adlı eserinin mütercimi
CİNAYET : Gazete müvezzilerinin geçim vasıtası.
HM
HÜRRİYET : Ümmetsiz peygamber.
İŞÇİ : Kaza ve kader kürbanı.
KADIN : Dar sokak poligonlarının canlı hedefi. Eğer evli Ve güzel ise kendisine bir mıktül namzedi ğözüle de bakılabilir.
KÜLTÜR : Münevverin cakası, işçinin çekici, köylünün kara sapam ve memurun baremdeki derecesi.
KÖMÜR : Kış mevsiminin yüz karası.
MARMARA ; Lodos hazretlerinin daimi karargâhı.
PARA : Her türlü haşaratın üşüşdüğü bal kavanozu.
ÜNİVERSİTE: Henüz sinni rüşde basmam ş ak saçlılar diyarı.
VOLT ER : Bir arslam dokuz fareye tercih eden bir doğuş horozu. Nesli münkariz olmu.tur.
Kooperatifler
Yazan
Prof. Şubhi Nuri İleri
Merhum üstadın son eseri Kitapçılardan Arayınız
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi
HERKESİN MECMUASI
CUMARTESİ
Sanat - Edebiyat • Tiyatro Sinema Spor - Moda - Mizah ve Aktüalite
BUGÜN ÇIKTI
Suçlar üzerinde incelemeler
dedir. Müstahsil köylü kadını yarı lüks ve tufeyli şehir ve kasaba kadınına nazaran suç işlemeye daha az müsait durumdadır.
* Erkek köylülerin, erkek şehirlilere göre kriminalite bakımından durumları yine köylünün lehinedir. Nüfus nisbetle-rine göre köylü erkek şehirliye nazaran 3,5 defa fazla olduğu halde suç miktarı bu nisbete nazaran çok düşüktür. Bu da, yukarda işaret ettiğimiz sebeplerden ileri gelmektedir.
* Yukanki rakkamîarın vasatisine göre suçlarda yüzde 50.1 dü köylerde yüzde 49.6 sı ise şehirlerde işlenmektedir.
Halbuki umum nufusumuzun yüzde 79 u köylü, yüzde 31 i ise şehirlidir. Bu tahlillerden çıkardığımız neticeye göre köylü ve şehirli nüfusu nisbetlerine göre köylerde işlenen suçlara nazaran şehirlerde işlenen suçlar 3 defa fazladır.
Bu da, suçların İktisadî ve İçtimaî hayat şartlarına ve tezatlarına bağlı olduğunu bir defa daha isbat etmiş olur.
— Devam edeceğiz —
RAKKAMLAR GERÇEKLER
“Türkiyenin 1942-43 yılı gümrük geliri 88 milyon 525 bin liradır. Bu yekûn son oniki senenin en yüksek gelirini teşkil etmektedir.
* Bütün dünyada 1940 yılında en çok krom 'cevheri istihsal etmiş olan memleketler şunlardır.
Ton Ton
■Sovyotler 96.000 Yoğoslavva 45.000
‘birliği
fcenubi 72.600 Yeni Holanda 28.000
■Amerika
Şimali 68.000 Hindistan 25.000
berezilya
Türkiye 63.000 Küba 32.000
* Sovyetlcr birliğini teşkil eden Cumhuriyetlerde 1939 istatistiğine göre Okur yasar nisbet-leri şöyledir:
Kadınlarda Erkeklerde
Yüzde Yüzde
Rusyada : 73 92.3
Ukraynada : 76.8 94.9
Beyaz rusyada : 68.1 90.7
Azerbaycanda : 64.5 81.5
Gürcistanda : 74.6 88.1
Ermenistanda *. 62.4 85
Türkmenistanda t 60.6 73.3
özbekistanda ; 61.6 73.6
Tacekistanda : 65,2 77.7
Kazakistanda : 66.3 85.2
Kızglzivtandv S 63 76.7
— Kuruçeşme cinayetiuin rom ini da yazılmış..,
— Eh, bir filminini çevirip, bir de âbidesini yaptırsınlar da tamım olsun bari.,.
Anlamadan Geçip Gidiyoruz
Gençliğimi seyrediyorum
Parça Parça
Meyhanelerinde kaldırımlarında
Beyoğlu’nun
Hep bu kahvede butuşurduk
Arkadaşlarla
Her gün birimizin misafiri
“Bir sokak kızı,, arkadaşımızdı
Sürünmezdi pudra, allık
Gözleri deniz rengi
Kudret'den çekilmiş kaşları
Saçları
Milini
7el
Altın Kederi, tasayı bir yana atmış Memn»n görünürdü hayatındau Kepazece derdi'. Bu dünya Üzülmeyin çocuklar Bugün de gitmiyebiliriz
Lokantaya Ve sonra bir şiir okudu:'~ “Ben yanmasam Sen yanmasan Biz yanmasak
Nasıl çıkar,
Karanlıklar
Aydınlığa,,
Ve derdi oı kasından,
Anlamadan geçip gidiyoruz
Bu dünya'dan
Fehm YAZICI
EMPERYALİZM: Emperj al hükû-metçiliğin kurulmasına ve korunmasına elverişli siyasî fikir.
Ingiltereyi müstemlekelerine bağlı-yan ve İngiliz hakimiyetini yayan vasıtaların sıkı surette gözetilmesini hedef kılan siyasî doktirin.
İngiliz emperyalizmi, müstemlekeye ait ve İktisadî meselelerde “serbest yapmaya bırakmak» düsturunu kabul eden eski Liberal mezhebine karşı olan bir aksülâmelden doğmuştur. Emperyalizmin taraftarları İngiltere ile siyasî iştiraki olan memleketler arasında. İktisadî, bahrî, ve askerî bakımlardan sıkı bir bağlılık lüzumunu ilân ediyorlardı. Kraliçe Virtoryanıa ayni zamanda Hindistan Imparatoriçesi ilân edilmesi bu fikrin ilk nümayişlerindendi.
Dilimizde bugün sömürgecilik adını taşıyan bu siyaset, bir çok milletlerin bir tek millete karşı İktisadî köleliğini ve siyasî bağlılığını temine yaramaktadır.
SEZARİZM : Devleti demokratik usullere uygun olarak yeni baştan tanzim etmek iddiasında olan doktirin.
ETATİZM: Siyasi bir nazariyedir. Taraftarları sosyalizim ıslâhatını başarmak için hükümetin teşebbüs ve müdahalelerinin elzem olduğuna inanırlar. Buna devlet sosyalizmi de denir.
OPORTÜNİZM : Müşkül ânlarda her türlü elverişli durumlardan istifade ede-
rek hedefe daha emin olârak vârmak için, prensiplerdeki şiddet ve sertliği azaltıp yumuşatmayı lüzûnîlu sayan si* 5-yasi sistem. İdarei maslahatçılık mânasına da gelir.
DOKTRİN : Edebi veya felsefi bir mektebin, dini veya içtimai bir mezhebin kanaatlerinin heyeti umumiyesi.
EKSTREMİZM : En ileri fikirleri kabul etme temayülü. Siyasî ve ilmi bir meshebin en son set bakımından kom-münistler ekstremist sayılır.
DÜZELTME
5 inci sayımızda “Ey Hakikat» adlı şiirin 12 inci mısraındaki “yaşamamaktan» kelimesi “yaşamaktan» diye çıkmıştır. Düzeltiriz.

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Yazan :
ESAT ADİL
Suçlara karşı mücadele lüzıınııı karşısındayız.
En Korkunç içtimai Trajedi: S U Ç
YÜZ YILLARCA DEĞİŞMİYEN ŞARTLARA BAĞLI KALMIŞ VE DOLAYISİYLE BİR GÖRENEK HALİNE GELMİŞ OLAN ÖYLE SUÇ NEVİLERİ VARDIR Kİ, CEMİYETİ BUNLARDAN KORUMAK İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER, SANILDIĞINDAN DAHA ÇEŞİTLİ VE KARICIK BİR İÇTİMAİ MESELE OLAN SUÇ PROBLEMİNİN TAM AMİLE ÇÖZÜLMESİNE BAĞLIDIR.
lfi ŞUBAT
19 4 6
CUMARTESİ
Sayı: 5
z(g>
15
Kuruş
Sayıda :
Bu
SABAHATTİN ÂLİ
Sırça Köşk
ADİLOĞLU
•Teşhir Cezası
H. TANR1KUT
C ON haftaların salgın hai ni alan ‘^-'öldürme vak'alan karşısında o tadar çok şey yazıldı ki, hepimiz jütün bu fıkır hareketlerinin ardınla büyük ve ılmî bir maca lele teş-ilâlinın kuruluş haberlerinin yayın-anacağını sandık.
Ne kıimnoioji enstitülerimizin ne de ilgili resmi çevrelerinin suçlat • inleyi müsbet tıdbıılere baş vur dutlarına dair hiç bir sev işitme-ık. Diğer taraftan, benzerleri ceza evlerini dolduran canilere “muhtevin kat.l,, diyenler, müc.irr.len bir Kuiıraman gıoı alkışlayanlar, cürüm pısıkolojısıni ızaıı ıduiasıle maskeıe-unup sansasyonel makaleleri yayın isyanlar göıuıuu.
Bazı gazetelerin bu hadiseleri ııa-ıl bir saiış ve istismar vesiıesi ualıne getirdiklerine esefle şahit olduk. Maktüılerın cesedleri önünde diz çökenlerin ıztırabı unutulup, ka-..İlerin, Hollıvut yıldızları gibi çeşitti esimleri basıldı ve hayatlarına dair tı mühim millî hadiselere tahsis Jilen sütunlardan fazia sütünlar tyrıldı.
Ayni sosyal.ve pisiklojik şart
Sosyal Bünyemiz
HAŞMET AKAL Portreler
VE
Amerikanın idari Bünyesi Büyük Demokratlar İçtimai Sigortalar Kültür Haberleri v. s.
Mümlâz-ıYenerîn bir Kompozisyonu
lar içinde bulunanlar bu yazıları okuduktan sonra, kendilerinin de ne yapmaları lâzım geleceğini, öğrendiler ve birbiri ardı sıra tabancalarını, bıçaklarını kana buladılar.
Unutmamalıdır i, mücrimler a-rasında çocuklar ve maymunlar gibi gördüklerini ve işittiklerini aynen taklit eden bir çok zayıf iradeli; görenek veya acaip bir marazi şöhret düşkünü olanlar pek çoktur; int.ııar vak’alarını insanlar gibi, f
Meselâ karısı
tıldığıni fark eden bı içinde kıvranan
landırmak için kanun yollarına baş vurmak üzere olan bir koca, o gün eline aldığı bir gazete de kendisin-beazeyeıı sebeplerden dolayı birinin hem karısını, hem aşıkını öldürüuer-dığini, ertesi günü yine bu katilin günün en büyük adamı gibi gazete sütunlarında yer aldığını, beş on gün sonra ise mahkeme salonlarında mukaddes bir vazife işlemiş adam kılgına sokul fuğunu ve hatta alkışlandığını görüyor, işitiyor.
Bu şdietlı telkın'erin altında
tabiî mariz
taklit eden
alda-
tarafından ve bunun ıztıra-ve karısını ceza-
birdenbire karar değiştirerek karısının mukadderatını kanuna değil, tabancasına havale ediyor ve buna benzer hadiseler birbiri ardınca sı ralanıp gidiyor.
Tam dokuz yıl on binlerce katil üzerinde yaptırım tetkikler bana şunu öğretmiştir ki, sebep ve aml-leri - ya doğrudan doğruya veya bilvasıta • içtimai olmayan bir tek suç bile mevcut değildir. Yüz yıllar ca yıl değişmiyen şartlara bağlı kalmış ve dolayisile bir görenek haline gelmiş olan öyle suç neviieri vardır kı, cemiyeti bunlardan korumak için gereken tedbirler sanıldığından çok daha çeşitli ve karışık bir içtimai mesele olan suç promb-iemin tamamiie çözülmesine bağlıdır.
“GÛN„ okuyucularına bu içtimai problemin nasıl çözülebileceğini, suç ların öneıımesı veya azaltılması yo lunda girişilmesi gereken mücadelenin na il teşkilâtlandırılacağım iyi den iyiye anlatabilmem için uzun sure cek bir makale serisi hazırlamam icap etmektedir.
Aynı zamanda cemiyetin esaslı bir tenkidini de ihtiva edecek olan bu makaleler, suç meselesmm nasıl büyük, vahim bir mesele Olduğunu, milli dayalanmız safında bunun ne muııım bir yer ışga. ettiğini de okuyucularıma anlatmış olacaktır
“GÜN„ ün gelecek sayısından itibaren, hem Turkiyedeki suçların çeşitten ve sebepleri, hem suçların maııiyeti, korunma ve önlenme çare leri üzerinde düşündüklerimizi ve bildiklerimizi yayınlamaya başlamak suretiyle bu içtimai trajedinin sanıldığından çok daha korkunç olduğu nu izaha çalışacağız.

V
san’atkâr mithat Fenmen’in konseri
Geçen sene şehrimizde verdiği konserlerle İstanbul halkını teshir eden Ankara Devlet Konservatuarı piyano profesörlerinden Mithat Fenmen ayını yirmi birinde saat 18,30 da Saray sineması salonunda bir resital verecektir. Bu r sital için ustad bilhassa zen in bir program ha ırlamıştır. Bach, Beethoven, Brahms, Gabriel Faure, Debnssy ve Chopin’den seçilmiş güzei eserleri o ak şam Fenmenin sihirli parmaklarından dinlemek kabil olacaktır.
Erses Tango-Swing orkestrası
Orkestra Kadıköy opera sinemasın daki büyük muvaffakiyetinden sonra tango, swing ve hafif sololarından müre kkep ikinci konşerini 6 martta verecektir.
Edebiyat Fakültesi
Ünivesite Edebiyat, fakültesi talebe leri bu mevsim içinde -msil edecekleri bir pidesin hazırlıklar il başlamışlardır. Talebeler temsil için, son senelerin en büyük Ingiliz edible-indan bir, belki de bi incisi olan Somerset Maugham’ın «Ekmek Elden* adlı eseri..! seçmişlerdir •Ekmek Elden»... bir yandan iki nesil arasındaki görüş aynlf 'arını beiirten diğer taraftan geçen harbi görmüş orta yaşlı bir insanın cemiyet haeatı karşısın daki aksülamelini canlı bir surette yaşa tan çok kuvvetli bir eserdir. Temsili ı de, oynayacak piyes kadar kuvvetli olması m istiyen talebelerin ricacı üz rine eseri ŞEhir Tiyatrosundan H. Kemal Gürmen sahjeye koyacakt r.
Temsiller, mert ayı içinde Şehir tiyatrosunda verilecektir.
Devlet konservatuarı tatbikat sahnesi Istan* bula geliyor
Haber aldığımız göıe, Ankara Dev let Konservatuarı tatbikat sahnesi tam aadrosile iemsiiier vermek üzete şehrimi ze gelmek için hazırliklara başlamıştır.
Mücssisi: Esat Adil Müstecaplıoğlu İmtiyaz, sahibi ve mesul müdürü:
Haşan Tanrıkut
Abone.- Yıllığı ; 600, Altı aylığı; 300 Üç aylığı; 150 kuruş.
Adres ve Basıldığı yer : “(jÜN„ Cağaloğlu Arkadaş Matbaası İstanbul
ATATÜRK
İLLİ Tarihimizin seyrini iyiden iyiye takip ve tetkik etmiş olanlar, Atatürk’ün ihtilâlci ve demokrat
şahsiyetinin yarattığı cumhuriyet devrinin diğer hiç bir devirle ölçülemiyecek kadar ileri ve halkçı olduğunu asla inkâr edemezler. O büyük idealist Türk milletinin kalkınması ve Türk demokrasisinin gelişmesi yolunda insan kudretinin yapabileceği her şeyi yakmıştır.
Tanzimat ve meşrutiyetin oportünist karakterile Atatürk devrtnin ihtilâlci, köklü ve samimî vasıfları arasındaki farklar o kadar büyük ve keskindir ki bunu gelecek nesiller bizden çok daha iyi kavrıyacaklardır.
Şarkın iskolâstik ve mistik zincirlerini kırarak Türk cemiyetini garp medeniyetinin dinamik bir unsuru haline koyan, devamlı bir değişme ve gelişme zaruretini -inkılâpçı- metodile ortaya atan ve bunu bütün hayatınca tahakkuk ettiren Atatürk hiç şüphe yok ki her şeyden önce dünyanın en büyük demokratlarıadan biri.
Onda ideallerinin başarılmasında bir çok şeyleri eksik bırakmış olan sadece ömrünün kısalığıdır. Fakat ömrü hudutsuz olan Türk milleti bu eksiklikleri tamamlamak azmini asla elden bırakmayacak, kendisine koskoca bir cumhuriyet emanet edilmiş olan gençlik ise, bunu bir namus borcu bilecektir.
Atatürk’ün hürriyet mefhumuna karşı duygusunu ve aşkını şu sözlerile isbat etmek daima mümkündür.
“Hüriyctten doğacak tehlike ve zarar, hürriyetsizlikten gelecek tehlike ve zarardan yüz misli büyük de olsa yine birincisi tercih edilmelidir,»
KOOPERATİFÇİLİK: Merhum Profesör Suphi Nuri lleri’nin sou eseri olan “Koo peratifcilikn memleketimiz için kooperatif lerin ne kadar önemli olduğunu, bizim gl bi ilmi esaslara dayanmış bir ekonomik düzene malik olmayan memleketlerde koopeıatifierin oynayabileceği büyük rolü büyük bir salâhiyetle belirtmektedir. Koo peratıf cilik yoliyle düzenli bir ekonomik sisteme gidebileceğimizi söyleşen merhum üstad ilim adamına yaraşan cesaretle her türlü noksanlık ve başarısızlıklara da te mis etmekten yılmamıştır. Son zamanla da “siyaset yazıyor» iddiasile üstdca doa durduğu kürsüsünden atıldı, ekmeğinden edildi, bir müddet sonra ani bir tansiyon krizile öldü.
Kooperatifçiliği her Türk aydınına hara retle tavsiye ederiz. Bu kitapda ilim ile idealizmin güzel sentezisini bulacaksınız JOHN DEVEY: seksen yaşına yaklaşan bu ünlü prağmayasilist terbiyeci ve filozof son zamanlarda büyük bir inkılâp geçir m ş, düşünce sistemini değiştiren materya lıst metodla çalışmak kararını vermiştir. Bu yaştan sonra ihtiyar filozofun tekâ mülde devam etmesi onun sağlam kafa yapısını olduğu kadar idealist ve mistik metodl.ırın imkânsızlığını da bir kere da ha isbat etmektedir.
MÜNAZARALAR: Edebiyat ve hukuk fa külteleri arasında tertip ve konusu teşrii kuvvetin lisan meselesine karışması lâzım mıdır?» sualile te.*bit edilen münazara pek çok alâka uyandırdığı halde her nedense son anda tehir edilmiştir.
0*tümöıe çöken kibul
2
»BU9KKAT MİLLETLER
Amerika” Birleşik Devletlerinin İdarî Bünyesi
Çeviren
G F.
t Amerikan tarihçisi, Charles Beard, Cumhuriyet üzerine yazdığı
'yeni eserinde Birleşik - Devletlerin siyasî rejiminin nevini ve esaslartnl basit olarak tayine çalışıyor. Yazısına kendisi ile dostları veya yakınları arasında yapılan bir muhavere şekli veriyor.
Münakaşa inkişaf ettikçe, tarihçi, temel prensipleri ve bunların tarihî davalarını izah ederek, hayalî muhataplarına verdiği cevapları tahkik ediyor.
Hususile, o, Birleşik - Devletler hükümetinin çalışmasını izah etmeğe gayret ediyor. Bundan böyle, müellif tarafından beyan edilen vakıalar ve hatta bunların münakaşası, Amerikan efkârını olduğu kadar her halde Türk okuyucularını da alâkalandırır.
IMiaihUratNliaWI)MIIIWMUWIUWU:llUlW«WIUIUWUIIIİUIMI
zıh olarak, temellerini idareci bir sınıfın, irsî imtiyazların, istibdat ve diktatörlüğün üzerine kurmuş olan bütün rejimlere muhaliftir. Her ne kadar istibdat ve dikda-törlük (tyrannie et dictature) arasında yapılacak teknik bir tefrik olmakla beraber bu iki kelime, İngilizcede, aşağı yukarı aynı şeyi ifade ederler.
Muhatap; Meşruti idare ile, izahım yaptığınız demokrasi arasında derin bir fark var mıdır? Mademki seçiciler, doğrudan doğruya veya vekillerinin tavassutuyle, mutlak veya nisbi ekseriyet üzerine reji-l-min şeklini kendi tarzlarına göre tayin edebiliyorlar; mademki kanunlan yapa bili- '* yor ve bozabiliyorlar, aynı şekilde kendi arzularile bir müstebit veya dikdatörü de seçebilemezler mi? Ve kendi zevklerine göre insanların ve mülkiyetin haklarını tahribe muktedir olamazlar mı?
Beard: Demokrasi ve meşruti İdare bir göstermedim. Meşruti idarede tabiatile bir dereceye kadar demokrasi vardır. Fakat, 1 diğer taraftan, demokrasi, mutlak veya nisbi ekseriyetin iktidarı olduğuna göre, kanuni olarak insan haklarını garanti et- ' mektedir - medeni ve murakabeli demek 1 istiyorum - meşruti bir idarenin zaferini 1 tabiatile tem:n edemez. Bizim sistemimizde 1 bu insan hakları bizzat anayasada tayin 1 edilmiştir. Bu haklar böylece, mutlak ve- 1
Muhatap: Birleşik - Devletlerdeki demokrasiyi nasıl izah edersiniz?
Beard : Birleşik • Devletlerde idrak edildiği şekilde demokrasi dört esaslı un* suru ihtiva eder.
1 — Siyasi iktidarın bütün kaynağı, bir hükümdar veya bir sınıf değil, halktır. Tfbiatile buna bütün halk değil, fakat halkın kuvvetli bir nisbeti dahildir. Bu nisbeti sayı olarak tayine gelince, mesele daima münakaşalıdır ve belki daima böyle kalacaktır.
2 — Kanunlar seçicilerin reyile tayin edilen vekiller vaaıtasile yapılmıştır.
3 — Muayyen fasılalarla, hükümetin başlıca vekilleri, hiç olmazsa teşrii kuv vetle icra kuvvetinin vekilleri, eğer onu yenilemeyi arzu ediyorlarsa vekâletlerin-dcn çekilmeli veya şahsiyetlerini ve faa-liyetlerıni halkın tenkidine yâni seçimlere arzetmelıdırler.
4 — Bu noktai nazardan, bütün se-
çiciler müsavidirler; diğer tabirle, her seçici, fikri, ahlâki veya ekonomik seciyesi ne olursa olsun ancak bir rey kullanır; ________. _______ ________r________
mutlak olsun, nisbi olsun, reylerin ekse-jTya nisbi, alelade ekseriyetlerin hareketine riyetini elde ettiği vakit namzedin seçilmesi, seçimlerin kaidesidir. Demokrasi, mantıkan, namzetliğe ve umumî vazifelere müteallik haklarda olduğu gibi seçimlerde de müsavatı tesis eden bir sistem, bundan başka, ister mutlak olsun, ekseriyet esası ile idare edilen bir sistemdir, diyen k, buraya kadar söylenenler hulâsa edilebilir. Birleşik Devletlerde Demokrasinin izahı —mevzuubahs olan, siyasi demokrasidir—işte böyledi . Amerikan milleti bu gün bu nazariyeyi ve bundan doğan tatbikatı müdafaa ediyor—Tatbikat ,eksik olmakla beraber.
Bizim nazari ve pratik sistemimiz va-
bırakılmıştı: o suretle ki seçiciler ne kendilerine bir müstebit seçebilirler, ne de arzuya göre ferdin veya mülkiyetin haklarını yıkabilirler. Hiç olmazsa, onlar, bunu alelâde seçimler vasıtasile yapabilirler: burada anayasayı tadil etmek için lüzumlu fevkalâde ekseriyetin elbirliği lâzımdır.
KONGRENİN SALÂHİYETLERİ
Beard (Âyan azası olan misafirine):
Ayan azası, lütfen bize kongrenin salâhiyetlerini anlayış tarzınızı bir kaç kelime ile izah edermisiniz ?
Ayan azası: Birleşik • Devletler hükümeti bir birinden ayn üç kola ayrılır. Reis
>
kanunları icra eder, kazai kuvvet onlan nev’ine ait hallere tatbik eder, ve Kongre, anayasanın maddelerile, bilhassa bütün salâhiyetlere sahiptir. Kongre de ayrıca, iki kısma ayrılır, Ayan Meclisi ve Mebuslar Meclisi. Bunların imtiyazları aşağı yukarı bir birine müsavidir. Fakat Âyan Meclisi muahedeleri, aynı şekilde en ehemmiyetli federal vazifelere yapılan başkanlığa mutei İlik tayinleri tasdik veya lağvetmek iktidarını haizdir.
Bütçe hususunda yalnız Mebuslar Meclisinin imtiyazı vardır, fakat Âyan
A Meclisinin imtiyazı vardır, fakat Ayan Meclisi tadilât teklif edebilir.
Her Âyan vc Mebuslar Meclisi aza-sının kanun pro; i eri teklif etmek hakkı vardır. Bu projel vvelâ alâkadar daimi komisyonun tetkik ve mütalâasına verilir (Âyan ve meb’uslar Meclisinin her biri böyle yirmibeş ilâ otuz komisyona saiptir.) sonra, lüzumu halinde, sözü geçen komisyonun raporu üzerine celsede münakaşa edilir.
Münakaşa usulünde her iki teşrii heyet arasında bir fark vardır. Meb’uslar Meclisinde, umumi kaide olarak, hiç bir aza bir saattan fazla konuşamaz. Âyan Meclisinde nutukların müddeti tahdit edilmemiştir. Şu hakikattir ki Âyan Meclisi içtimaa son verme kaidesini kabul ederek hatiplerin belâgatına bir fren vurabilir, fakat bu fevkalâde bir ekseriyet ister ve ancak nadiren vaki olur.
Eğer iki teşriî heyetten birinde kabul edilen bir kanun, diğerinde tadil ed’lmiş bulunursa bir ahenksizlik zuhur edebilir ve bu hal her iki Mecllsden tayin edilen azalardan mürekkep karışık bir komisyon vasıtasile düzeltilir. Eğer bir kanun lüzumu veçhile kabul edilmişse, tekrar Reise gönderilir, Reis onu imzalar veya reddeder. ’ Bu son halde Reisin muhalefetine ıağmen kanunun kabul edilmesi için, iki teşrii heyetin her birinde üçde iki nisbe-tinde bir ekser, yet lâzımdır. İşte kalın hatlariyla, Birleşik devletler Kongresinin,
( Dtvacn Sa. 7 do)
3
W
MASAL
S I R
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış. Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yer lerin birinden yüz bulsalar beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alınn teriyle kazanıp gönül rahatiyle yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede oturup aşağıdaki ovada yayılan büyük bir şehre garip garip bakarlar, acaba bu bilmediğimiz yerde nasıl karşılanacağız ? diye acı acı düşünürlerken, içlerinden birinin aklına yaman bir fikir gelmiş, hemen yerinden fırlayıp :
“Gelin benimle beraber, bu şehirde sırça köşk yapalım ; ömrümüzün sonuna kadar bolluk içinde, rahat yaşarız» demiş.
ötekiler :
"Bu sırça köşk de nedir?» diye sormuşlar, beriki:
“Durmayın, vakit,, kaybetmiyelim, yolda anlatırıml» diye onları peşine tak mış, bayırdan aşağı kuş gibi hızlı inme ye başlamışlar.
Elebaşı yolda üç beş sözle arkadaşlarına şehire varınca nasıl davranacaklarım öğretmiş.
İndikleri şehir, o memleketin başşehri imiş. Bu memlekette bütün millet çalışır, herkes elinden gelen işi yapar, kendi başına buyruk, beyler gibi yaşarmış. Tarlalarda, dükkânlarda insanlar an gibi çalışır, kazanan kazanamıvana destek o-lur, malını lüzumuna göre başkasıyla değişir, kavgasız döğüşsüz, efendisiz uşak-sız, ömrünün sonunu bulurmuş. Gündelik işlerini gördürmek, nizalannı yatıştırmak için aralarından seçtikleri adamlar hemşe-rilerine hizmet etmekten başka şey düşünmez, zorbalığı akıllarına bile getirmezlermiş.
Bizim üç ahbap geldikleri sırada şehrin pazarıymış. Sokaklarda ekinler, yemişler, dokumalar, kumaşlar, demirler, kömürler küme küme durur, alıcı ile verici aracısız iş görürmüş.
Ahbaplar, önceden aralarında söz birliği ettikleri üzere, sokaklarda aylak aylak dolaşıp etraflarına bakarlar, başlarını sallayıp, yanlarından geçenlere duyuracak şekilde :
“Allah allah... Amma da acayip memleket hal...,, diye söylenirlermiş.
Bir sokak gitmişler, öbür sokağa varmışlar; ondan çıkıp başkasına dalmış-lar, ama hep şaşkın şaşkın ayni sözleri tekrarlamalar. Git gide arkalarına bir sürü meraklı takılmış, bu yabancılar memleketin nesini acayip buldular acaba? di-
köşk
Yazan :
SABAHATTİN ÂLİ
ye aralarında soruşturmaya başlamış. Nihayet birisi dayanamayıp yabancılara sormuş:
“Neye şaşıyorsunuz allah aşkına ?» Ahbapların elebaşısı ;
“Yahu, sizin memleketin sırça köşkü nerde?,, diye öğrenmek istemiş.
“Ne sırça köşkü?»
Ev Hakikat!
Dağları devire devire gel ki,
Gelişin belli ola bizlere
Bizler ki ehli keh’in
Asil torunlarıyız
Daha kırk bin yıl uyumakta karar kılmışız
Öylesine ythlmtşız
Ve öylesine serilmişizkim yerlere
Kargalar baş ucumuzda
Doksan yaşma basup
Gayri yaşamaktan bıkmış
Fakat biz bıkmamışız
Yaşamaktan!
Dağları, öyle devire devire gel ki;
Gelişin maliim ola bizlere
Ve derman gelüp dizlere
Yarı büklüm
Yarı uyanık
Sana el pençe divan duralım
Ve utanmadan soralım
Bunca yüz yıl niye gecikdin diye..
Ahmet Fedai
Cibali
Cibali, dendi mi,
Aklıma siz gelirsiniz, kadınlar! Kiminizin beş çoçuğu,
Kiminizin nar gibi yanakları var, Kiminiz kocasız kalmış,
Kiminiz ihtiyar,
Kimminiz daha, körpe henüz.
Buna umulmadık,
Eskimiş türküler düşündürür
Siyah başörtüsü altında yüzünüz. Parmaklarda tütün kokusu,
Tütün kokusu pazen entaı ilerde.
Biriniz ekmek alır fırından,
Biriniz durmnş, öksürüyor ilerde, Geçiyor bizim mahalleden biriniz. Cibali dendi mi
Aklıma siz gelirsiniz kadınlar,
Çarpık ayakkapiarınız ge!ir
Ve kahraman elleriniz
Ali Karasu
“Nasıl? Sizin sırça köşkünüz yok-mu ? »
“O da neymiş?»
Elebaşı yanındaki dostlarına dönüp:
“Aman yarabbi, daha sırça köşkün ne olduğunu bilmiyorlar. Böyle memlekette durulmaz, hemen yolumuza gidelim 1» dem:ş.
Şehir halkını daha çok merak sarm’ş. Ahbapların peş’ni bırakmamışlar. Beş on adım sonra önleyip tekrar sormuşlar:
“Canım, neymiş şu sırça köşk? An-latm baka’ım pek lüzumlu bir şeyse belki biz He yaparız !„
“Lüzumlu ne demek? Sırça köşkü ol-m>yan şehir. Sırça köşke bağbnmıvan memleket olur mu?... Haydi dostlar gidelim !...„
Halk, aralarında avak üstü bir danışmışlar, sonra yabancıların yanına sokulup :
“Bizim bs'k” şehirlerden ne dive noV-san'mız olsun? Madem bu kadar lâ-z'mmış, hadi hep beraber şu sırça köşkü yapıverelim l„ demişler.
Yahone|]arın elebaşısı;
“O'maz... O>ma7... Sırça köşkü vap-mak o kadar knlav değil... Masraf ister, malzeme ister, ’sci ister. Rırakın bizi de sırca kö^k” olan bir şehire gidelim!, demiş. A m3 ha’k hırakmamıs. "Ne lâzımsa verel m. kimselerin memleketinden aşağı kalmak istemevizl. diye direnmiş.
Oturup hesabın, yapmışlar, hemen işe baş'amıslar- Üç ahbap sırça köşkün mimarlığını üstüne al/n's, halk aralarından isçi seçmiş, a-abacı ayırmış, şeh:rin en büvük meydanına Kum tasımava. kömür getirmeye başlamış. Bir kısmı da bu işte çalışanlara yiyecek, içecek getirir, givim eşyası tedarik edermiş Nihayet camlar eritilmiş, sırça duvarlar yükse’miş bir kat tamam olunca üç ahbap içine yerleşmişler, halka demiş'er ki :
“İşte, sırça köşk oldu demektir. Dahr. tamam değil, memleketinizin şanına lâyık büyüklükte d"ği! ama, o da olur. Simdi bunu iyi muhafaza etmek lâzım, büyütmek lâzım, adam ayırın, yiyeceği içeceği arttırın, aranızdan seçt ğiniz adamları da dağıt-n, biz her işinize bakarız...»
Halk artık bir sırça köşkümüz var diye sevinmiş, kendi yed ğindan, giydiğinden, kesip sırça köşkte oturanlarla onların hizmetine aynlanlara vermeğe başlamış. Az sonra sırça köşkten emir çıkmış :
“Bir kat daha çıkmak lâzım. Burası hem bize, hem hizmetimize bakanlara dar geliyor.»
Arabalar yeniden kum taşımış, sırça köşkün efendileriyle onlara hizmet cden-
4
lere, yapıda çalışanlara davarlarla koyun, çuvallarla ekin, küfelerle yemiş getirmiş. İkinci kat tamam olunca üç ahbap oraya-da halk arasından kendi işlerine yarayabilecek olanlanları seçip yerleştirmişler. Onlar da burada ekmek elden su gölden yaşamanın tadını alınca sırça köşkün çok lüzumlu bir şey olduğuna inanmışlar, hemşerilerini de inandırmak için gayrette kusur etmemişler.
Bu yolda sırça köşk yükseldikçe yük-selmş, kat üstüne kat binmiş. İçi doldukça dolmuş, sırça köşke girmenin kolayını bulan ordan çıkmak istemez, bunun tersine dışarda kalanlar yolunu bulup içerde bir yer kapmıya uğraşırmış. Ama sırça köşkte oturanlarla onlara hizmet edenleri beslemek de halkın belini pek bükmüş. Aralarında homurdanar.lar türemiş. Bir aralık :
“Sırça köşk lâzım, anladık, ama bu kadar çek odaya, bu kadar hazır yiyiciye ne lüzum var?,, diye şöyle bir görünecek olmuşlar. Üç ahbabın elebaşısı onlara her odan>n vazifesini iyice anla'mıs:
"İşte» dem’ş, “şu odada ben oturu rnm, s rça köşkün başında ben varım, bensiz bu iş yürür mü? Ben olmasam sırça köşkünüz olur muvdu?... Şu odalarsa baş yardımcılarımın,.- Ta gurbet ellerden gelip sizi sırça köşke kavuştur-duV, biz idare etmesek no köşk kalır, ne siz kabrsınızl.
Halk ;
“Pek âlâ.» dem’ş, “ama bir sürü aylakçının ne lüzumu var? Meselâ şu odadaki ı>e is görür?»
"O mu? Ne diyorsunuz? Sırça köşke giren malların hesabına o bakar; bu malları toplayanların başıdır./ O olmasa hiç biriniz verdiğinizin nereye gittiğini bilemezdiniz. Buna gönlünüz razı olur mu?»
“Eee... Şu odadaki?»
“Sırça köşke zamanında mal gönder-miyenleri, noksan mal gönderenleri, sırça köşkün kadrini bilmek istemeyip ona kasdedenleri arar bulur... öyle südü bozuklan başı boş bırakmak olur mu?»
“Peki, ya şurdaki?»
“Sırça köşke girip çıkanların defterini tutar.»
“Bunu da anladık, ya bu odadaki?,,
“Sırça köşkün odalarını supurtur...» Halk ne sorduysa cevabını almış, bütün odalarla bu odalarda aylak oturan insanların pek lüzumlu olduğuna inanmış; çünki bunların kimi sırça köşkün ışıkçı başısı, kimi döşekçi başısı, kimi onun yamağı, kimi yamağının yamağı imiş. Eh, arlık bir sırça köşk olduktan sonra, o-nun hizmetine bakanlar, sonra bu hizmete bakanların hizmetine bakanlar elbette lacakmış. Ama sırça köşktekiler arttıkça halkta onları doyuracak takat kalmamış. O zaman sırça köşkün adamları gelip herkesin yiyeceğini, giyeceğini zorla almışlar. Ayak direyenleri götürüp sırça köşkün bodrumuna kapamışlar. Sırça
Çakırcalı Efe
Mavi fon üstüne
Kakma yıldızlarla süslenen
Binbir çeşit çiçek kokularile beslenen
Bahar günlerinde
Gök yüzüne doğru
Alabildiğine uzanan
Yem yeşil yapraklarla bezenen.
Çardak gibi çamların altına yas/anup ■Uslan deli gönül* türküsünü çağırırdı Çakırcalı,
Çıkardı ormandan
Şimşek çakar gibi
Avının peşinde süzülen
Kartal gibi
1 Kayardı kayalardan ovaya.
: Dokunmazdı kö. tünün malına
Ktymazdı tatlı canına
Korkutup ürkütmezdi.
B ayırlarda hoplayan
Çimenlerde otlayan kuzuları.
Yan gözle bakmazdı
' Kırlarda ç'çek toplayan kızlara.
Onun zoru, vergi için evini basan
i Karısının sandığını açıp,
Gelinlik şalvarını koluna asan tahsildardı
\ O bunun için,
! İçten tutuştu
. Bağrını saran alevlerin dumanı
Kara kurumlu bir baca gibi
Tütü tepesinden.
Mavi fon üstüne
Kakma yıldızlarla süslenen
ı Binbir çeşit çiçek kokulariyle beslenen 1 bir bahar günü
'■ Kuyruğuna basılmış yılan gibi akmıştı.
Martinine sarılıp dağa çıkmıştı?
Mustafa Yahya
köşkün de gözü doymak bilmez, istedikçe istermiş.
Baştakie doğuştan tenbel oldukları, sonradan yanaşanlar da çalışmayı çoktan unuttukları için, kendilerini besliyenlere, buna karşılık bir şeyler borçlu olduklarını akıllarına bile getirmezler, yalnız birbirlerinin hizmetine bakarlar, memleketin halkına, bir köylünün inekleriyle köpeklerine baktığı kadar bile göz kulak olmazlarmış. Ama haıkm gözü yıldığı için elindekini, avucundakini vermiş. Artık bir gün verecek bir şeyi kalmamış, çünki sırça köşkten çıkan bir emirle herkes elindeki son koy-mu da vermiye çağırılmış. Getirmişler, tçslim etmişler, söve saya dağılmışlar. Onların böyle homurdandığını, artık verecek bir şeyleri kalmadığı için korkacak bir şeyleri de olmadığım farkeden bizim ahbapların elebaşıst-sırça köşkün balkonuna çıkmış, sesini tatlılaştırıp onlara demiş ki :
“Ey millet, bir çok şeyler verdiniz, büyük sıkıntılara katlandınız, ama dostun düşmanın hayran olduğu bir sırça köşk elde ettiniz. Onun azameti, onun parlaklığı yanında üç beş çuval ekin, dört beş
davar nedir ki?... Biz sisin şanınız, şere’’-finiz için çalışıyoruz, sizin iyiliğinizden başka bir şey düşünmüyoruz. Bakın, bu gün getirip bıraktığınız koyunların bile hepsini yemedik, boğazımızdan kestik, bir kısmını size geri vereceğiz. Bütün koy unların kelleleri halka dağıtılsın!»
Sırça köşkten çıkan bir çok hizmetkâr, biraz önce ıraya canlı olarak giren, şimdi kesilip, yüzülüp kebap edilmiye başlayan koyunların kafalarını halka dağıtmışlar.
Kelleyi alanlar dağılmak üzereyken içlerinden biri elindeki başa bakarak hayretle bağırmış :
“İyi amma br başın beynini almışlar!» Elebaşı balkondan seslenmiş ;
“öyle... Fakat siz beyni ne yapacaksınız? Pişirmesini bilmez ziyan eder-siniz!»
Başka biri :
“Peki, ya bu başlatın dili de yok!» diye haykırmış. Elebaşı aşağıya doğru eğilm'ş :
“Canım, dilin size lüzumu yokl Yemesini beceremezsiniz!»
Bir üçüncüsü:
“Yahu, bu kellelerin gözlerinizde çıkarmışlar!,,
Elebaşı ona da cevap vermiş :
“Siz o gözün de nasıl kullanılacağını bilemezsiniz, vaz g-çin ondan da...»
Bunun üzerine halk, beyins z, dilsiz, gözsüz kelleleriyle dağılmak üzereyken, aralarında canından bezmiş biri:
“Böyle başın da bana lüzumu yokl» diyerek, boynuzun lan tuttuğu keleyi fır-latıverm ş. İşte o zaman hekesin şa°tığı bir şey olmuş; hızla gidip sırça köşke çarpan kelle orada şangır!... diye koskocaman bir gedik açmış. Halk her şeyden sağlam, hiç b r zaman yıkılmaz, kırılmaz bildiği o koskoca sırça köşkün bu kadar çürük olduğunu görünce elindeki kelleleri birbiri arkasına ona fırlatmıya başlamış, göz açıp kapayıncaya kadar tuzla buz olan sırça köşk çökmüş, yıkılmış, içindekilerin çoğu cam kırıklarının altında ezil miş. kapıya yakın yerlerdeki beş on kişi zor kurtulmuş...
Halk sırça köşkün enkazını çabuk temizi m ş, dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlayarak eski hayatına dönmüş, işini gene arasından seçtiği adamlara gördürmüş. ama sırça köşkün kötü hatırasını uzun zaman zihninden çıkaramamış. İhtiyarlar çocuklarına ondan bahsederlerken şu nasihati vermeyi unutmazlarmış ;
“Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız, ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk hurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın, en heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.»
Sabahattin Âli
6

SOSYAL EKONOMİ :
Sovyet Rejiminde içtimai

Sigortalar

BİRİNCİ Teşrin ihtilâlinden sonra vaziyet kökünden değişti. Sovyet hükümeti derhal işçilerin zaruretleri ve menfaatleri ile ilgili olan içtimai sigortaları memlekete soktu.
Sovyet hükümeti bütün işçi müstahdemlerin içtimai sigortalarını hükümet hesabına ihya etti.
İşçi ve müstahdemler gündeliklerin düşmesini hasıl eden sebepten m laf tutularak bir tazminatla faydalandırdılar.
Kendileri bizzat ve ailelerinin her a-zası parasız sıhhî sigortadan istifade e-derler. İşçiler de geniş bir surette İçtimaî sigortalar idaresine iştirak ederler.
Sovyetler Birliği stnd.kalan içtimai sigortalar üzerinde her zaman şajanı e-hemmiyet bir şekilde tesir icra etmişlerdir : Bütün sendika kongreleri iş himaye-isine ait meseleleri, sıhhî yardımları ve çtim .î sigortaları uzun uzun münakaşa etmişlerdir. Yine keza sendika konferanslarında intihap edilen emniyet sandıkları ve bu sandıkların faaliyetlerini yine sendikalar kontrol etmiştir.
Bununla beraber İçtimaî sigortalar 1933 senesine kadar Cumhuriyetlerin, şehirlerin, mıntakaların ve daha küçük mm-takaların emniyet sandıklan tarafından idare edilmiştir.
Sosyalist ekonomisinin terakkileri ve eşhas adedinin fazlalaşması İçtimaî s:gor-talann vazifeleri sırtına büyük bir yük yükledi: Bıı da millî ekonominin ve her işletmenin bütün şubelerinde iş şartlarının daha sağlam ve doğru bir hale ifrağı idi.
Bu kadar muhtelif şekiller alan vaziyet karşısında emniyet sandıklarının kifayetsizliği anlaşıldı. Bu büyük vazifeyi sanayi cihetinden tamamen teşekkül itmiş ve organize edilmiş bulunan sendikalar daha büyük muvaffakiyet ve kolaylıkla başarabilirdi.
Sovyet hükümeti ve Sovyetler Birliği sendikaları merkez hey’eti sendikal organizasyonlarının arzularına cevap vererek 1933 de sosyal sigortaların ve onların bilcümle sandıklarının idaresini sendikalara havale etti.
İçtimaî sigortanın sahası dahilinde bulunan umumî iş de işletme sendikala, ı komiteleri tarafından idare edilmeğe başlandı.
100 kişiden fazla şahış bulunan her müessese ve her yeni işletme yeri için a-telye komisyonları ve İçtimaî sigorta encümenleri ihdas edildi.
Bu encümenler içtimai sigorta faal mil.taranları t. planlılarında intihap edildi. Bu toplantılarda sendikalarda delege, sigorta servislerine bağlı hekimler, tıp okul-
(s>
Yazsa :
A. GORBOUNOM
Çeviren : S. E.
4®>
larından getirilmiş tabibler ve atelye komisyonları azalan bulunur.
Encümenler ve atelye komisyonlm atölyelerin ve işletme sendika komitesin n azalarından teşekkül eder. Paraca verilecek tazminatlar, gündelik düşmesi üzerine ameleye verilecek alokosyanlar, hastalık halinde, iş kazası vaziyetinde, gebelik, lo-husalık ve doğum ve bunun gibi diğer vaziyetler hakkında bu encümenlerin ve
Çekoslovak Ekonomisi
Eski Reisi cumhur Beneş tekrar Çekoslovrkyanm başına geçince halkın arzusu üzerine memleket ekono-m;k çehresini bir kaç günde değiştirmiştir.
Bankalar, sigorta şirketleri, bütün madenler, demiryolları, büyük sanayi, hava gazı ve ( lektrik, önemli kimya ve mensucat işletmeleri bir günde millet malı olmuştur.
Bundan ba?ka cam, porsölen, bira, un, şeker, içki, margarin ve çukolata fabrikaları d ı milli.eştırıimiştir. Ancak bunlardan 100 '150 işçi çalıştıranlar özel sermayeye kalmıştır.
Bunların bir kısım koperâtifleştirilmiştîr bir kısım da halkın, yanı belediyelerin, memurların ve sendikalar n mümesîlle-rile devlet murahhas.arı ıd n toplanan heyetleri tarafından idare ediliyorlar.
Bu ekonomik inkılabı yavaşça yap-mak isteyen Reis Be. eş, istikbalde millileştirilecek endüstrilerin patronları yeni masrafa girmez, istihsal artmaz, böylece ekonomi sekteye uğrar djj şüncesiyle işi bir iki günde hal yolunu tutmuştur.
işgalda Almanlar ve Macarların satın aldıkları, düşmanla işbirliği eden şahıslara ait olan işletmeler, yanî büyük ekseriyet bedava alındığından hâzineye de fazla bir külfet olmamış tır.
Rasıh İleri
atelye komisyonlarının vereceği kararlar muteber olup, hastalık halinde tıbbî yardımları bunlar gözetilecek, her nevi hastalık için bunlar yardım edecek, bunlar rejime tâbi şahıslar için yemek listesini tanzim edeceK, istirahat evlerinde oturma müddetini tayin eden bültenleri bunlar dağıtacak, sanatoryomlara ve açık hava kaınplauna gönderilecek işçileri bunlar tayin edecek ve ilâh...
İçtimaî sigortalar “ İşletme sendikaları komitesi „ tarafından idare edildiği için de amele ve memurlar sigortaya ait her nevi işleri işlerinin bulunduğu yerde halledebilirler. Müstahdemlerin ve amelenin ihtiyaçlarının tesviyesi hususunda büyük rolü sendikalar gurubundan intihap edilmiş delegeler görürler. Hasta amele ve müstahdemlere kardeşane yardımları yaparlar. Lüzumunda çocukları bakım ev-lerine ve bebek bakım evlerine verirler. Hastaların yemeklerini ve ilâçlarını ika metgâhlarına götürürler. Evde yapılacak işlere yardım ederler. Soba yakarlar, bunun gibi bir çok şeyleri bu delegel.r yaparlar. Bütün bu ödevler: de işlerini bitirdikten sonra ifa ederler.
Ko.ıtrol vazifesi de bu delegelerindir. Sıhhî yardımlar zamanmda yapılmış mıdır? Hekimi eve getirirler. Hastayı hastahane-ye, sanatoryuma yahut istirahat evine kaldırmak lâzımsa icap edeni yaparlar.
Bu sigorta delegeleri amelelerin nez-dinde itibara maliktirler. Delege adedi her sene artmaktadır. 1932 de * 50,030 „ ken 1938 de “ 384,000 „ ve 1940 da • 675,000 „ bine çıkmıştır.
Sendika teşekkülleri amele ve memurların sigorta maddeleri hakkında ve delegelerin çalışmaları hususunda sistematik bir surette haberdar olurlar.
Fabrika komiteleri bunların çalışması hnkkında düşündüklerini umumî amele ve memur toplantılarında söylerler.
İçtimaî sigortaya sarf edilmiş emekler ve paralar muvakkaten neşredilen fabrika afişlerinde amele ve memurların vaziyete agâh olması için ilân edilir.
Sovyetler Birliği sendikaları umumi encümeni bütün İçtimaî sigortalar mecmu-unun müdürlüğü vazifesi ile muvazzaftır.
Umumî sendikalar komitesi halk eko-nomis'nin muhtelif şubelerinde içtimai sigortaları idare ve mahalli sendika teşekküllerinin sigorta sahasındaki faaliyetlerini de kontrol eder.
İçtimai sigortadan yeri ve işi ne olursa olsun bütün işçiler ve memurlar istisnasız olarak istifade ederler.
Sigortalıların sayısı 1915 de bir milyon yedi yüz bin, 1932 de 22 milyon dört yüz bin, 1935 de 24 milyon dokuz yüz bin, 1937 de 26 milyon sekizyüz bin, 1940 da ise 30 milyon yediyüz bin kişiyi bulmuştur.
6
»4 *
Sosyaİ Bünyemiz üzerine Gayrı Siyasî Düşünceler
BUGÛNtÜ sosyal durumumuzu derinden kavrayabilmek için sosyolojinin İmparatorluk» dediği cemiyet tipini en ince noktalarına kadar araştırmak gerektir, Bu yalnız bizim için değil fakat Osmanlı 1 paratorluğunun darılmasından doğan bütün milletler için zaruridir. “İmparatorluk» adını alan cemiyet tipini sosyologlarımız şimdiye kadar esaslı şekilde ele almadılar. Bu konu üzerinde profesör Hil ni Ziya Ülkenin (İnsan) da çıkan değerli yazılarından başka müstakil yani İmparatorluğu sırf sosyolojik bir konu o-larak inceleyen yazı hatırlamıyorum. Bu yazılaıın okuyucular tarafından gözden geçirilmesi son derece faydalı olacaktır. (Gün) akademik bir dergi oJmadığı ve sadece didaktik olmak istediği için İmparatorluğun ilmi tetkikına burada giremeyeceğiz.
İmparatorluğun parçalanmasından doğan en önemli devlet olduğumuz kabul edilebilir. İmparatorluk bir bütün bir Geştalt olduğuna göre bünyesine giren her par çanın da onun etkileri altında bulunmas tabiidir. Merkezi bir derebeği durumunda olan İmparatorun yanında mıntakaları bu merkezi derebeği namına idare ve istismar eden beğıer yani küçük derebeğleri, genel bütünün karakterine tamamıle uygun bulunur. Alt yapısı ziraat, çobanlık, ev endüstrisi bölümlerinden ibaret olan Em-pire in bunlara son derece uygun ve bağlı bir üst yapısı vardır. Her biri yalnız t ışına kaldığı zaman kifayetsiz olan, imparatorluğa bağlı mıntakalar bu İktisadî kifayetsizlik dolayısile bütüne bağlı kalırlar. İmparatorlukların devamını sağlıyan, mintakaların kendi kendilerine kâfi gelmeleridir. Böylece her cemiyet tipinde olduğu gibi İmparatorlukta da iktisadi
Amerika Birleşik Devletleri
Anayasa ahkâmına göre çalışması böyledir.
Beard : « Anayasa ahkâmına göre » demekle neyi kastediyorsunuz ? Anayasa bu kaideleri emrediyor, yahut bunlara yalnız müsaade veriyor demek mi istiyor, sunuz?
Ayan azası: Her ikisini de. Anayasa Meclis Reisinin (veya « speaker » ) seçimine, karar verebilmek için bulunması zaruri Meclis aza sayısına, v.s., v.s ; taallûk eden bazı kanunlar tesis eder, fakat, heyeti umumiyesinde, her iki teşrii heyet, anayasayı bozmamak şartile, usullerini seçmekte serbesttirler. Beard: Tebarüz ettirmek istediklerim bunlardır.
İki teşrii, heyetten her birinin teşkilâtı, komisyonların sistemi, münakaşa müdde-
Yatan :
HAŞAN TANRIKUT
zaruret en önemli rolü oynar. Birbirlerinden dil, çoğrafya, anane ve kültür bakımından ayrı olan milletlerin bir İmparatorluk çerçevesi içinde uzun zaman ka labilmeleri bu iktisadi yetersizlikten gelir. Endüstrinin inkişafı ve ticaretin sonsuzca uzakta bulunan milletler arasında kabil olması, mıntakalarda kendi kedine yeterliği sağladığı anda istiklâl hareketleri, İmparatorluklara karşı ayaklanmalar doğmuştur. Müstemlekeci memleketleketlerin, müstemlekelerde tam bir uyanma ve ilerleme istemem.ş olma.arı bundandır.
Bunun a b naber biz burada şimdilik milletlerden doğan İmparatorlukları değil sitelerden doğan İmparatorlukları gözden geçiriyoruz.
imparatorluk, ihtiva ettiği halkların tecanüssuzlüğüne rağmen ömrünü mınta-kaların yertersizliği prtnaibine borçludur. Böylece merkezi derebeği ordusu, saray halkı, memurlan ve butun paytaııt sakinlerde b.riikte en büyük müstehliktir.
Paytaht muhtaç olduğu para ve gıda için mıntakalar üzerinde daimi bir tazyik yapar ki bu tazyikin neticesi mıntaka merkez tezadını doğurur. Merkezin tazyiki arttığı zaman m.ntazalarda isyanlar, ihtilâller baş gösterir. Osmanlı tarihinde celâli hareketleri mtrkezi derebeyine karşı halkın ayaklanmasından başka bir şey değildir. Tarihçilerimizin bu hareketleri bu gözıe tetkik etmiyerek onları bir BELÂ gibi göstermesi ta ııamiyle gayri ilmi bir görüştür... İmparatorlukta nüfus dağınık ve birbirlerinden oldukça geniş mesafelerle ayrılan kasabalarda yerleş miştır. Kasabalar İktisadî zaruretlerle de ğıl de sırf emniyet, eşkıyadan korunma
tinin tahdidi, gizli kapaklı çalışan tarafların mekanizması, kanun projelerinin ithali ve münakaşası usulü, Mebuslar Meclisi ile Ayan Meclisi arasındaki münasebetler; nihayet, onların teisle münasetleri,-Anayasa fıiiyatta, temsili bir hükümet için mühim bir esas oian bu meseleleri ve daha bir çoklarını asla sabit kaidelerle halletmez: bunlar Mebuslar ve Âyan Meclislerinin tayin ettikleri kaideler ve usul lerdir. Anayasama müessisleri Kongre’ye muazzam teşriî salâhiyetler tevdi ettiler. Ona malî ve askeri salâhiye i, bu iki kuvvetli Kumanda manivelalarını verdiler. Onlar Kongre’ye icra kuvvetinin tertibini, idarenin bütün memurlarının salâniyetle.i-ni. Yüksek Adalet Divanı hakimlerinin sayısını, bu Divanın dava istinafında ki kaza hakkını, tâbi federal Divanların şeklini ve kaza hakkını tayin etmek müsaadesini verdiler. Anayasa müessislerinin tasavvuruna göre, Kongre memleketi teşkil eden hakikî ve muhtelif faktörleri
gayelerile kurulmuş olduklarından inkişaf edemeyip yüz yıllarca zaman oldukları gibi kalırlar.
İmparatorluğun İktisadî ve demoğra-fik maddi yapısını bir kerre böyle anla-yup onun devamını soğiayan temelleri gördükten sonra bu temeller üzerinde yükselen ideolojisini gözden geçirebiliriz.
imparatorluklarda ideoloji genel olarak ümmet zihniyetidir. Ümmet site dinin geniş imparatorluk sahası içinde yayılmasıdır. Site dini ya hınstiyanlıkta — Kudüs sitesinin dini — olduğu gibi karşısına çıkan kurulmuş bir imparatorluk (Roma) içinde yapılır, yahut hudutlarını kırarak fütuhata çıkan sitenin ekonomice olgunlaşmış sınıfı ile birlikte yeni bir İmparatorluğun kuruluşuna iştirak eder; Mekke sitesinin dini olan İslâmlığın ordularla birlikte vayılmasıl.. Ümmet mıktakalarda mezhep, tarikat halini alır ve mesleklere Inüfuz etmeğe çalışarak Loncaları yaratır.
Ayrı dinlerden milletler ihtiva eden mparatoıluklarda bir ideoloji yaratmak isteği .Osmanlı milleti», «Comonvvelth» gıni sun’ı bir takım fikirler ortaya çıkarmıştır.
lmpaıatorluğun kuvvetli olması demek merkezin mıntakalar üzerinde cebir ve istibdadım kuvvetle devam ettirerek a-yaklanmalara mani olab Imesi demektir. Ancak bu kuvvetli hali de keyfi olmayıp beynelmilel şartlara bağlı bir mesele olduğuna göre İktisadî şartlarda hasıl olacak değişiklikler en kuvvetli sanılan im-porator(ukları yıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı buna örnek olarak gele-cek yazımızda verikeek, İmaratorluğu yıkan sebepler belirtildikten sonra bu yıkılıştan ortaya çıkan devletlerden biri olmak üzere bugünkü Türkiye üzerinde durulacaktır.
temsil etmelidir. Altı sene için reçilen, fakat her iki senede bir üçte biri yenileştirilebilen Âyan Meclisi müttehit insanlar halinde Devtetleri temsil eder. Sık sık (her iki senede bir) tekrar seçime tâb tutulan Mebuslar Meclisi bütün milletin ziraî, ticarî, sınaî, ahlâkî fikrî v. s. çeşitli menfaatlerini aksettirir. Her iki meclis bu menfaatlerden doğan ihtilâflara, müntehip-leri oldukları gibi vasileri de bulundukları milletin namına ve anayasanın onlara ilham ettiği vicdanî vazifelere göre hakemlik etmelidirler. (Sonu gelecek sayıda)
ESKİ ABONELERİMİZE
Abone defterimiz zıyaa oğradığ’ndan eski abonelerimizin adreslerini tekrar bildirmelerini rica ederiz.
“GÜN, ünün yaşamışınım istiyorsanız abone olunuz ve tanıdıklarınıza tavsiye ediniz.
ŞEN ÇOCUK
Türkiyenin en sevimli ve en çok ekunan çocuk dergisidir.
HERKESİN MECMUASI
CUMARTESİ
Sanat - Edebiyat • Tiyatro Sinema Spor - Moda - Mizah ve Aklüalite
&UGÜN ÇIKTI
PORTRELER :
Mümtaz Yener
•—Hayır, Haşmet, bu Fikre taraftar delilim. Hiç bir söğüdün zarif bükülüşü, yahut çiçeğin gönül açıcı kokusu, in-.an bakışındaki o içe işleyen, bazan sevinç bazan keder tevlit eden, derin tesiri yapamaz. »
Sanatta, insan gözünün, bir kol düğmesiyle müsavi kıymette olduğınu ve bir söğüt ağacının kıvrılışındaki zarafetin seyirci ruhunda derin tesirler yapacağını iddia eden bir konferanstan dönüyorduk..
O gün Müntaz böyle konuşmuştur.
Onun insansız resmi hemen yok gibidir. Eserlerinde her eşyanın manası insanla ölçülüdür.
Lambamı çizecek? okuyanla beraber, Saban mıyapacak? süıeule beraı er, otomobil resmimi? şoförü ve sanibiyle beıa-ber.
Mümtaz bir halk delikanlısıdır, ve gördüğünü namuslu san'atkâr haysıyetile tuale geçıriı. Halk içinden çıktığı için, en iyi onun hayatını bilir IzdıraDi, sevinci, ış hayatı ile beraber - ... bu sebeptendir ki onun resimlerini hınca hınç ııalk doldurur.
Hicri 133! te, Kasımpaşada dünyaya gelen Mümtaz muhitim hiç bir zaman yadırgamadı. Kasımpaşa!....
İşten ve işsizlikten ezilenler bucağı, O, orasını çok iyi bilir.
Gelenbevi de orta tahsilini bitirdikten sonra G. S. Akademisine girdi.
Sirayla Nazmi Zika ve Çallı Atölyelerinde çalıştıktan sonra Leopold Levının ta'ebesi oldu. On sene çalıştı, didindi,., ve üç yıl evvel sessiz sadasız, fakat kafası tıklım, tıklım bilgi, akademiden ayrıldı.
3 Yıl evvel; bir gün beni yakalamıştı, ve:
— Hiç ummadiğın bir tablo görmek ister misin......gun, saat .’.... da, fa-
lan yere gel, demiş, ve bir adres vermişti .......
Hayatın içinden..
Teşhir Cezası
Yirminci asrın siyasi ve iktisadi bütün gaddarlıklarına rağmen onu ortaçağdan ayıran başlıca fark insanlık haysiyetine tanınan değer, gösterilen saygıdır,.
Bilhassa hukuki zihniyet bakımından bu iki devir arasındaki ayr Lk ölçülemiyecek kadar büyük ve şereflidir. Ortaçağın muhakeme usu 1er ni, hapishane rejim, cani* bud.da, ceza sistemlerinden ben bu * da yalnız bir tanesini, ve her nasılsa hortlamış olanını ele alacağım: Bu TEŞHİR CEZASIDIR.
Medeniyet kendi bünyesi içinde gelişip, insanlık duyguları inceldikçe orta çağın o meufur sistemi yavaş, yıvaş gözden düşmeye başladı, nihayet büyük fikir aavsşhrı ve adlın hukuk tarihine geçmiş o’an fikir kahramanları bu günkü ceza ve infa2 sistemini ytrattılır, .
Sjçlunun da her şeyden Önce insan olduğu, cezanın "ir intik m dejil ancak fertle fert veya eemivet arasındak’ uzlaşmazlık! irin vahimleşmesini önleyen muv kk t bir tedbirden başka dir şey olammiyac gı, suçlunun cemiyete geri çevrildiği zemin muhtaç olduğu şeref ve haysiyetin de kendisine iade cdilmes lâzım geleceği zihniyetini taşımadıkça ortaçağ ile yirmine asır arasındaki büyük farkı asla kavravamayız.
Bu günkü ceza telekkimize göre her mevkuf yarı yarıyo masum sayılır. Bu böyle olduğu halde bütün şehirlerimizde bunların elleri kelepçeL, süngülü jandarmalar nezaretinde caddelerde dolaştırıldıklarını görüyor ve orta çag sistemi hortladı mı diye düşünüyor, muştarip oluyoruz . .
Htlka teşhir edilerek mahkemeye sevk edilen maznun onbeş dakika sonra beraet etmiye yecegini kimse iddin edemez. Böyle bir maznun mahkûm edilse bile hakiminin verdiği cezanın jandarmanın tatbik ettiği cezanın aleni teşhir cezasında daha ağır «ayılımız, insan haysiyetini, insanlık şerefini değil böyle pa-yimal etmeye, h^tta incitmeye dahi kanuni irimiz müsait değildir. Ve buna göz yummaya Türkiye cumhu-iyetind-* hiç bir makam salahit yoktur Adalet bak in lığının bu kanunsnz teşhir hareketinden umumî efkârın duymakta olduğu ıstırabı paylaşacağındın eminim, yapılacak iş andırma vazife ve salâhiyet kanunu degişürmuk, kapılı cem evi »rabikrini itrtiya ca yeter miktarda artırmak ve teşhire sebebiy-yet varenlerişîddetle cezalandırmadan ibarettir. ______________ ADİLOĞLU
Söylediği gün muayyen saatta dediği yere gittim .. Vaadettiğı tablo hakikaten tasavvurun fevkinde idi.
Sıvalı kollan makine yağıyla kaplı ter içinde çalışan, mütefekkir alınlı ve gözlüklü bir genç.......... Mümtazı tanı-
mak güç olmuştu. Hayretle sormuştum ve o izah etmişti:
— Ayol hiç bir şey yemedin..
— Üzülme hanımcığım, şimdi bir törene gidiyorum, büfede tıkabasa doyı ım.
L13ERALİZM: Liberaller tarafından ileri sürükn doktrinlerin umumu. Liberalizmin mana ve hudüdu önceleri pek dardı.
Liberaller ferdi hürriyet yoliyle ilerlemeyi istiyorlar, hükümetler ve kılisanın az veya çok her türlü müdahalesini ret edıyorlard - fakat sosyalizm n ilerlemesi liberalizm n genişlemesine ve gelişmesine çok yanlını etti. Liberalizm, bı gun fert ve hâkim zümre hürriyetinin koruyucusu olma hakim n(lan ehemmiyetini fazlasiyle kaybetmiştir.
OTOKRASİ : Müstebit, mutlak bir hükümdar idaresi, istibdat.
BÛ.dO .RASİ: Hükümet içindeki idi-i müesseslerin ve büroların fena bir tarzda yüksek bir nüius. Kafi bir salâaıyet taşıması hah.
KLARİKALİZM : Cemiyet ve hu kûmetı kilisenin hükmü altında bulunduran rejim. Klefikal siyaset; d n adamlarının ve dini ıprensipierin devlet idaresine karışması demektir.
* Çalışa ilan iyi tanımak onlar gibi çalışmakla mümkündür ..
« Ya san'atın > demiştim ...
« Göreceksin I» .......
Şimdi aradan sadece 3 yıl geçt. Geçen gün resimlerini gördüm. Mümtaz O sürpriz gününe nazaran 30 yıl ileri bir olgunluğa erişmişti ... Haşmet Akal
* -