Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
Salı günleri çıkar halk gazetesi
Gazetenin müessisi ve sekreteri: Azız NESİN
, Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Orhan MÜSTECAPLI
Adı es: Kumkapı, Derinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
ABONE:
Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fıatı: 10 Kr.
Yil: 1 — Sayı: 12 26 Ekim 1948 SALI
Dizildiği ve basıldığı yer: Osmanbey Matbaası
benin basma gelen, hangi pişmiş tavuğun başına geldi. Seni her boyaya soktular. İnsan kılığından çıkardılar. Ekmeğini kestiler, etini, şekerini kestiler; konuştuğun dili bile kestiler, ebelerinin körüne dön dürdüler. Sen yine bildiğin gibi konuştun. Konuşturmadıkları zaman da susmasını bildin.
Fî tarihinde Osmanlı i-din. Gün oldu içinde yet miş iki buçuk çeşidi bulun duğu halde, halis Türkçüler, halisüddem kançılar, su katılmamış ırkçılar yetiş ti. Senin tarifini yaparken «ayni soydan, ®.y.ni kandan, ayni kökten» diye söze baş ladılar. Sen biliyordun ki, onların, kimisi Hanyadan, kimisi Konyadan gelmişti. Yine sen dilinin altından baklayı çıkarmadın. Öyle günler oldu ki, sana bu gün verdikleri şerci.i ismi, yani Türk adını bir zamanlar kabalık, cahillik, köylü luk alarak, tahkir
1 Git- mdn ttV TandıTnr nnr yine aldırmadın. Sana «Bu dun» dediler, vc mektep ço cuklarına böyle öğrettileı. «Ulus» dediler, namına cerideler çıkardılar. Fakat hiç bir zaman milletliğiır deıı hiç bir şey kaybetmedin.
Seni okutmak, adam etmek (!)’ için kırbaçla mek tep yaptırdılar; Mektepten hocadan soğudun.
Siyasî terbiyeni bozmak için fırkalar, partiler açtı lar, aidat sızdırdılar; partiden nefret ettin. Sopayla seçime soktular, seçimden iğrendin. Yüzüne karşı: «Ne yapsak yaranamıyoruz. Çünkü cahilsin, çok ge risin!» dediler. Sen ayıplarını yüzlerine vurı kadar olgunluk gösterdin Senin nam — u hesabına daha neler yapmadılar. Mil letin derdini kendine dert • edinen şairler, muharrirler • hapisane köşelerinde,
Bugün Türk Üniversite-lerindeki geri zihniyetin ve inhisarcı idarenin bir çok | misallerini vermek müm ;
. tanbul Üniversitesinde, Da ! rülfiinunda mevcudiyeti id dia edilen geri ve inhisai” Jcı zihniyetin bundan böyle kündür. Eski Fizik Doçen- yer bulamıyacağına kanaat
ti Dr. Mehmet Öğder’in U* nıversitelerden soruyoruz •adı altında neşrettiği broşürden bazı kısımları ay-nen ve bir misal vermek üzere gazetemize alıyoruz:
Darülfünunun Üniversiteye inkilâbı, timin mem lekelimizde yerleşmesini arzu eden her Türkün kalbine sonsuz bir ferahlık vermişti. Herkes, biricik
ilini müessesemiz olan İs'
Esat Adıl va Aziz
Nesin mahkemeye verildiler
Gazetemizin ikinci sayısında çıkan bir röportajdan dolayı Esat Adil ve Aziz . 11 * C4İA-K. 13711 aCJ- t? VtIlHfllŞ
lerdir. Asliye ikinci ceza nahkemesinde 20 Ekimde yapılan ilk duruşmasında, mezkûr röportajın bilir ki ;i tarafından incelenmesine karar verilmiştir. Bilir kişi olarak mahkeme tarafından, İstanbul üniversitesi hukuk (— u esasiye profesörü Hüseyin Nail Küba* iı seçilmiştir.
27 Ekim Çarşamba günü asliye ikinci ceza mahu* meşinde duruşmaya de.m-olunacaktır.
getirmişti Ne yazık ki bu ümitler kısa bir zamanda zail olmuş. İstanbul Ün.i-niversitesinin ve ondan doğacak üniversitelerin istik bali hakkında ümit besleyen şahıslar acıklı bir aki betle karşılaşmışlardır. Bu bakımdan üniversitelerimizi tetkik edecek olursak, eskiden mevcudiyeti-
iddia edilen inhisarcı ve geri zihniyetin bugünküne nazaran hiç mesabesinde kaldığını ve bu halin üniversitelerimizi tamamen kö türümle-^ t irdiğini esefle mü şahede jderiz
Garp Üniversitesinde-f ki unsurlar, şöhretlerini, I yapmış oldukları araştırmalara medyundurlar,
versited* zimkileri onlar sc eder£’ ?’ lar kadir
A-w Üp
tutunamazlar. Bi* ile mukaye ■k, aralarında dağ" . r fark olduğu ve bizimkilerin pek zayıf kal dıkları lı ey dana çıkar.
Üniversitelerimizde l lik mensubu unsurların hemen hemen hepsi, araştırmamı: Üniversite çaiışıuaia. esasın’ tc«kil ettiğini bilir-
miyle bunun aksidir. Çün* v~ kaVrliyetleTT ■ yeMır’*
ları bu yorucu isle uğraş-___ _ r jğ i -‘•as*** (
M smr hvvrI hövls riivnrlmrlı!
1 j | Celâl Nuri Beyin «Tarih — î tedenniyat — ıOs~ mıyaca ■ ?manjye>) k£tabırı(l.âx> ; İçmiştir: Türk âlemi bir çok) ^s^eTK^'r nüfuzlar altında kalmıştır: Arap, Acern^Bizans (x) - İ ahiybtim bij hayali dekistirmisı ...........................................................
îik.AA
1 ALİC ıııuıc j
günlerde çürürken millet" j1111 r*
Bunlar TürkTerirTnu
;i(ir. Gerilememizin başka (ne $bi tesirlerle devaıfı et ’ miş oldıkğunu göreli n: 3 *
..i 1 '— İdarî tesirler: İdareazlik, istibdat, fena
sur-jF . |
ka~
acık
maktan meneder,
Bunun için etrafı aldat-nıak, nazarları başka tarafa çekmek lâzımdır. Bu yol da nihayet bulunmuştur: Tercüme. Bu gayet kolay ve hem de kazançlı bir iş. Devlet parası kısa bir yoldan ceplerine girecek. Bu şekilde tercüme alrm^vü-rümüş, 'araştırmalar ve ori" jintal neşriyatı ihtiva eden kütüphaneler bir k »şeye a" tılmıştır.
Etraf bu yolun biricik i" lim yolu olduğuna hakikaten inandırılmış.
----------------------------
1
muhaverede, Haşan Ali Yü cel bana, İstanbul Üniversitesinde bir doçentin profesör olup olmadığını sor du. Ben de iki travayi ve yarım travaya muadil farze dilen bir telif eseri olduğu için profesör olamıyacağını söyledim. Biraz acıdılar: Yalnız, içlerinden birisi: «Ya, demek bir kitap yarım travaya -muadil tutulu yor?», dedi. Ben onları daha fazla hayrete düşürme-(Devamı 3 de)
-----------------
Demokrasi ve kumar
Sokak satıcılarına kulak verin: Çoğu eşya piyangosu bileti satıyor. Duvar afişlerine bakın: Çoğu eşya piyangolarının ilânı.
Yollar ve meydanlar o" tomob’llçri^.df.hı- Rıı .otomobilleri lurk bayrakları ile donatmışlar ve içlerinde çığırtkanlar hoparlörle eşya piyangolarının reklâmını yapıyor.
Spor yerini kumara tei” ketti: Her hafta spor namı altında yapılan at yarışlarında yüz binlerce lira dönüyor ve ne kadar ocak sö nüyor.
Memleket ve vatansever lik yerini kumara terket" ti: Memîeketift ve bu aziz toprakların müdafaası için piyangoyu bile millî yapan lar (hsmiyyeti vataniye)
mar oynatıyorlar.
ten korkan; milletten iğre-' ı nen millî şairler y arattı -İar. Seni soymak, kanını em ı / mek için millî sanayiler,! millî ticaretler, millî ban- (• kalar, millî şirketler, millî(l karaborsahaneler kuruldu.
yanlış icraatını düşünmesine fırsat vermemek. Halk parasızdır, fakirdir, yoksuldur. Bir şey kazanmak ümidi ile son meteliğini de kumara veriyor.
PTpIİ'" . p’-r'i-z . koı-l. ... .4... son ümide cebim boşaltıp bir piyango bileti alıyor. Halk yarınından emin değildir, ekmek parasını bir piyango biletine verip yarınını garanti etmek istiyor.
Ve hükümet bütün bu iş lerin ne kötü olduğunu bile bile göz yumuyor ve ken dişi de müsait davranarak iştirâk ediyor. Tamtakır o-lan bütçeyi doldurmağa yabancılardan aldığı borç pa ralar yetişmediği için sık sık faiz ve ikramiye vaitle-ri ile dahili borç tahvillerini halka satıyor..
Bütün bunlar da yetişmi yormuş gibi naylon ve plas lıknhâli yüzünden delik de şik olan bütçe torbamıza bir yeni güve yeniği daha açmak ve halkın modern kumar vasıtalarını da öğ-renrneşi .çin şimdi gümrüklerden (Made in U .S. A) ' markalı cicili bicili kumar i makinelerinin çıkarılmasi* |na izin veriyor.
' Sosyal ve ekonomik bakımdan ve siyasî yönden harap olan bir memlekette halk kumarla vakit geçirir, cinayetler her gün yeni rekorlar yaparken, sokak lar uygunsuz kadınlardan, serseri çocuklardan geçilmez hale gelirken, başka milletler pazarlarını kurar, postlarını sererken.... ve da ha neler. Günlük gazeteler de bunlardan başka neye rastlayoruz?.
Memleketin mâliyesi yerini kumara terketti: Bankalar eskiden para - işleri I yaparken, şimdi kumar cy~
■ nâtıyorlar. Halka piyango ile ev, apartıman duğıta-caklarmı ilân ediyorlar^
Spor kulüpleri piyango I çıkarmakta ve h; İka kıl" I mar oynatmaktan birbirleri* g le yarıyorlar.
I tefem
Siyaset de artık bir kumar oldu: Partiler siyasî mücadele namı altında, va tandaşlarm millî duyguları nı istismar ederek onlara kumar oynatıyorlar ve eşya piyangosu bileti satıyor-( lar.
1 Acaba bütün bunların
* bebi nedir? Neden hükü" * met bu işle ilgilenmiyor?.
Maksat halkı kumarla, o" yunla oyalayıp, halkın ciddi meseleleri ve hükümetin
J
I
I I
Amerikanın) / ıa nüfuzu. Bu te-Y e Türkiye gittikçe/
1
- Mâli te^irıer: Devlettin teşkilâtı n^gııâli
KaraDOrsananeıeı kuiuiuu. (
Her şeyi dışardan aldıkla-1 , 4 —
rı halde, her şeyin kökü, I ıu^.u* C hattâ demokrasinin kökü bi ı ’ 5 «—
le içerde kaldı. ı
Nazi örneği Führer ler ı Faşist usulü Duçeler yarat £ tılar, o da millî oldu. «Mil- * lî bilmem ne...» markasını nerelere vurmadılar ki..
Ey aziz milletim!. Millî olmadık bir sen kaldın.
ve| İktisadî kanunların tutarsızlığı. Mâli ve İktisadî sahadaki hatalar. Mü egallibenjn nüfuzu,, de^bey.ik dev;,, r in in devamı ve devletin gayri İlmî mâhiyeti, hâlâ bir, ,takım Orta çağ usullerinin devam etmesi. .
I 3 — Dini tesirler: Sarıklıların.taassubu, medreselim terakkiyi önlemesi ı
- Fikrî tesirler: Lisan, edebiyat ve mektepleri", ’mizin geriliği. .
»— Hususî tesirler: Aile hayatının ve kadınların bizdeki içtimâi mevkii.
6 —Dış tesirler: Avrupanın (bu gün , hulıl ve barış severlik maskesi altında nüfuzu. Bu te-İ* sirlerin altında Osmanlı hükümeti ve
tenezzül ve tedenni etmiştir. . (x) — Bu gün de Alman, İngiliz ve Amerika.
V
(Devamı 3 te)
Sahife: 2
BAŞDAN
26 Ekim 1948
Diinya talebeleri Milletler
Arası Kongresi
İngiliz ve Amerikalılar, Polonyanın Wrlclov şehrinde toplanan entellektüeller kon gresine karşılık olarak, Pariste dünya talebeleri ikinci milletlerarası kongresini topladılar. Maksatları entellektüeller kongresine cephe almak ve dünya gençliği tarafından bir cevap vermekti. Fakat netice umduklarının tamamile tersine çıktı. Dünya talebeleri, kongrelerinin sonunda yayınladıkları beyanname ile Wroclov kongresindeki entelektüellerin beyannamesine tamamile uyduklarını bildirdiler Üzülerek söylüyoruz ki, dünya talebelerimin arlsında memleketimiz temsil edil-meriştir. Paristeki bir arkadaşınızın bu kongreye ait ylpüğı röportajr okuyucularımıza veriyoruz.
A .... . ■ ■■ ■■ I —■ !■ ■■ ■ »T ——
Eylülün sonlarında Pariste , Üniversite mahallesinin ortasında bulunan mu azzam «Maison International.. binası 28 milletin bay raklarıyla süslenmişti:
Kongreye dünyanın her köşesinden, Hindiçiniden, Belçika kongosundan talebe delegeleri iştirak ediyordu, fakat ne yazık ki bizim bayrağımız ve delegelerimiz yoktu: Kongre küçük çapta Birleşmiş Milletler teşkilâtını hatırlatıyor uu ve Anglo Saksan il* hamile toplanıyordu: Aynı laliyete geçildi:
zamanda, bu tarihten 15 gün evvel dağılan, Wrok-lov, entellektüeller sulh konferansına bir cevaptı:
Kongre 10 gün sürdü: Bü tün delegeler temsil ettikleri memleketin, tahsil sistemleri, talebe ihtiyaç ve arzularını belirttiler, yan müstemleke memleket delegeleri çok acı bir lisanla kendi tahsil imkân ve şart" larını anlattılar ve bütün bunlara çare bulmak üzere komisyonlar kuruldu ve fa*
i Milliyetçilik
Her millet, tarihî gidişi içinde, sosyal kanunl-ara uygun olarak .normal ilerlemesini (evolusyon) yapmaktadır. Bir cemiyetin içinde yaşıyan insanların, İktisadî ve sınıf durumlarının menfaati icabı olarak bir-
tir. Milliyetçilik mevzuu*(İâ "işte"* 1 2 3 Köyle'ı^l^liı ^ııt 'orr-vadır. Tarih boyunca, çeşitli milliyetçilik nazariye ve tarifleri yapanlar görülmüştür. Bu arada bizim memleketimizde de sosyetenin inkişaf kanununa göre, birbirine zıt milliyetçilik anlayış!! yüzünden bir çok tartışmalar olmuştur. İkinci dünya harbinin faşistler tarafından hazırlanması devresinde, bütün dünyayı kendi görüşlerine uydurabilmek için «Milliyetçilik» dâvasını, Nazizmin nazariyecisi olan «Rozehberg’in idaresi altında ortaya atmışlardır. Arî ırk, Samî ırk diye, yer yüzündeki insanları ikiye ayırıp, «üstün ırk» nazariyıesini yaymağa başladılar. Bundan da maksat ve alınacak netice, Alman milletinin halis kan ve üstün ırk olduğunu iddia ederek, diğer insanların idarecisi, efendisi olduklarını kabul ettirmekti. Nazizmin ve Faşizmin şımardığı sıralarda bizde de bu sakat ve y milliyetçilik nazariyesine kapılıp, bizde de «ırkçılar, Turancılar, Türkçüler, Anadoluculâr»gflbî bir* tâkim zümreler belirdi. Ve her vasıta ile -u nazariyenin müdafaa ve propagandasını yapmağa koyuldular. Bir çok yüksek maamlar tarafından da desteklendiler. Fakat Faşizm’in kaynağı söndürülür söndürülmez bu iş de heyecanını kaybetti amma, malâ serpintileri işi başka kalıplara dökerek, ayaklarına Çörçil posta arını geçirip Turan çöllerinde macera aramak sevdasına sevdasına düştüler. Gözleri o kadar kararmış ki, ilmin çürüttüğü bu nazariye körü körüne sadık kalmıya. çalışıy.rlar.
Bunların dışında bir de, milliyetçilik kelimesini’ duyunca ıspazmoza tutulan medenî softalar var. Bun lar da realiteden uzak düşencelerinin çerçevesi içinde bocalıyorlar. İlmi şekilde millet şu unsurların bir araya gelmesi demektir:
1 1— Tarih boyunca uzun zaman varlığını isbat e* den insan topluluğu.
2 «— Çizili sınırları içinde İktisadî hayat beraberliği ve menfaat birliği.
3 — Dil Birliği
4 ı— An’ane beraberliği.
_ 5 — Kültür birliği.
Bu evsafı haiz insan topluluklarına ilim, millet adını vermiştir. İlmin bu tarifine göre millet anlayışı ve milliyetçilik emperyalhmin, gerilik ve istismarın işine gelmediği için, onlar daima sakat ve yanlış bir milliyyetçilikten medet umarak sahte milliyyetçiler yaratmışlardır.
Gerçek milliyyetçiliğin gayesi daima barıştır: Yurtta sulh, cihanda sulh!.»
t
Bugünkü
Necip Fazıl
(Bu gazının birinci kıs~ mtı, gazetemizin .10 uncu sayısında çıkmıştır •)
Sanat daimî ve sonsuz bir yarıştır. Her sanatkâr bu yarış meydanında her yeni eserile bir rekor yapması lâ zim gelen adamdır. En soıı rlle, bir evvelki eserinden cıha geriye yider. sanatkâr tükeniyor, bitiyoı demektir.
Dikkat edilecek olursa, memleketimizde bu çeşitten yani her yeni eserde bir evvelkinden geriye gi~ meğe uğraşıyorlar: Bu «arada kurbanlar da veriliyor, îşte misal: Çin bayrağının üzerinde kanlı bir gönılökle. kanlı bir pantolon iğne lenmiş: Yanında İngilizce ve Fransızca küçük bir ? zah, fakat büyük bir mana taşıyor: (Çin gençliği, demokratik bir tahsil, hakiki bir hürriyet ve devamlı bir sulh için her şeyini ver ineğe hazırdır, hattâ kanuni bile. İşte misali ok kanlı gömleke pantolonu gösteriyor: Meğer bu talebe bir nümayiş esnasında demokratik bir tahsil sistemi istediği için polis tarafından sopayla dövülerek öldürülmüş:
Çi.-.den sonra Bulgar. Po-
muharrirler
bir
Komisyonları kendi çalış ma sahalarında bırakalım ve yan salonlarda tertip e' dilen sergiyi gezelim: Serginin tam cephesinde büyük bir band üzerinde, salonun cephesinde olduğu gi bi, üç lisanda - İngilizce " Rusça, Fransızca olmak ü zere — günün şiarı yazılıy dı:
«Hür bir tahsil, hakiki bir hürriyet, ve devamlı bir £Uİh için»
Sergide resimlerle, afiş lerle, istatistiklerde hel memleketin eğitim şartları vaziyeti hakkında bilgi v| rıliyoir:
‘i Ekseriyetle harp sende rinde tahsil çağında bu u nan gençliğin çektiği izli rabı, memleket müdafaasın da gösterilen gayret görül meğe değer. Resimler, afiş
-ff-ı mı,-— ■
«Bu günleri bir daha gör miyeeeğiz, çocuklarımıza4 da gÖstermiyeceğiz.»
Seıgiye hâkimi olan renkfc Faşizm ve harp aleyhtarlı ğıdır: İnsan bu sergiyi gör dükten sonra biraz ferah lıyor ve ileriye biraz daha emniyetle bakabiliyor: Buıı iarm içinde kendinden ecı çok Kıb^türen 'Hn talebe seig-â. oldu. .Burada he^ Çini, talebe yaz tatilinde, çiv?knece?,i hc ı omuzunda tahtayı’ omuzlamış, elinde tebeşir köy köy dolaşıp hal ka okuma yazma öğretiyor lar, emperyalizmin en büyük müttefiki cehaleti yen-
den şairler, çok görülür. Bunlar, mezarlıktaki taş yığınları gibi, ts-i souretler nin m ruru içirme vakur ve böbürlenerek dururlar. Yani ölmeden ölmüş sanatkârlardır.
Böyleleri yeni bir eser verememenin, daha doğrusu eski rekorlarını yenile-’ yememenin aczi içinde her I canlının yaşamak ve unutul mamak insiyakile bir takım .çabalama, didinme ve bozuşma hayatına dalarlar. (Ve böylelikle sanatkârlık-itan siyaset hayatına, ticaret (hayatına atılırlar. Kimi bir i mebus, kimi bir hariciyeci, ikimi bir idare meclisi ıaza_ jsı oluvermiştir. Zaten böy'e |bu gibi sanatkârlar da yazdıkları bir kaç eserin parsasını, hayatlarının sonunda E bir borjuva rahatına erişmek için toplamışlardı. •
‘ İşte Necip Fazıl da, her son eserde rekorundan kı-’çın kıçın geriye giden bir -şairdi. Her eseri bir evvelkinden berbattı. Nihayet kendi arzusu ile şairlikten istifaya mecbur oldu. Bundan sonra Necip Fazıl ne olabilirdi?
Tab ati, arkadaşlarının yaptığı yolda gitmeğe mir i—'. M.arTeft—ggriBtı
Hindiçini, Macar sergileri geliyor. Hepsi de sulhu hay krıyor, sulhu istiyor: Belli ki sulha susamışlardır ve bu sulh susuzluğu insanlar da oldukça harp kundakçıları susuzluklarını şampanyayla gideremiyecekler:
On gün devam eden kong re çalışmaları son günü bir beyanname neşrederek Wroclav entellektüeller «ulh konferansının mani-Eesiile hem fikir olduğunu .j
bildirmiş ve dağılmıştır: Bu karar kongreye ilham verenleri her halde sükutu hayale uğratmış olsa gerek:
Türk Kleopatrası Yazan: Kerim SADİ
Kitabın içindekiler: Darvin ateiMir" karşı silâh olabilir mi? — Baron d’Holbach’ın bir eseri •— Ahmet Şuayp Ve Gustave I_#e Bön — J&ngSOuJÎznı •*— Marx’la t>urkheim’in «akrabalığı» meselesi —- Marx ve En-gels’den çevirmeler. 50 kuı uşluk posta pulu karşılığında kitap adresinize yollanır
ve orijinaldi. İşte bu duyguların tesirile Necip Fazıl bir İslam mütefekkiri olmağa kalktı. Öyle bir İslâm mütefekkiri ki, hiç bir zaman ameli kavliıfe uymayacaktır.
Meselâ Nacip Fazıla bir okuyucusu şöyle bir mektup yazmıştır:
«imanımızın mihrakı Bü yük Doğu’ya ve mefkûre-mizin mimarı üstadı muhtereme» dedikten sonra şu hususu sormakta idi:
Gerçek müslüma.n olan her vatandaş gibi ben de her cihet*en sizi hakikî bir İslâm lideri olarak tanıyorum. Fakat beni çok düşün düren, hattâ üzen bir noktaya da temas etmekten (kendimi alamıyorum. Siz |heri şevde İslâmiyet güden .büyük rehberimiz, «İslâm ve Kadın» başlıklı yazınız ,da da temas ettiğiniz gibi bir kadının yabancı nazarlara karşı yüzünden başka hiç bir şeyi göstermesi caiz değildir dediğiniz halde,
eri’
par-
sos*
Pa- (si ölarak bir ıkendi-kalaca* Iğa benziyor. .
FrandTda işgal zamaüUT da sol cepheyi tutan «Fran ce — Tireur» adıpda bir ga zete vardı. Bu gazete yakında kapanacaktır. Sebe- nasıl oluyor da sayın Nes-bi de son zamanlarda, siyasî hattı hareketini değiştirmiş ve programına aykırı hareket etmiş olmasıdır. Gazetenin yirmi dört mu harriri birden istifa etmişler ve sebep olarak ta bu gazetenin büyük sermayedarlara satılmış olduğunu ve onların organı haline geldiğini ileri sürmüşler ve bu iddialarını bir beyan [Kör olsam da açılır gözüm, name ile Fransız halkına bildirmişlerdir.
lihıs.n Kısaküreğin dini İslama aykırı olarak başı a" çık veya şapka ile resminin gazetede çıkmasına müsaade edebiliyorsunuz?»
Vaktile «Kadın bacakları» adile yazdığı bir şiirde: «Boynumda doladığım putu görseler İnsandır öğrenirdi neye tapacağını
Paris mektupları
Hususî muhabirimiz risten bildiriyor —
Frsnsada Blum ve taraf* tarfları günden güne zayıflamakta ve’ partileri mektedir. Elum’u.ı tisinden ileri gelen 18
yalist evvelce partiden ay rılmıştı.
Şimdi bu 18 sosyalist «Socialiste Unitaire» namı altında yeni bir parti kurdular. Bu parti (Socialiste Csmbattant» adı ile yeni bir gazete çıkaracaktır. Şimdilik Fransanın hakiki sosyalistleri bunlardır. Kurulalı daha bir ay olmadan, parti gelişmiş ve genişlemiştir. Bu gidişle Blum, partisinin başkanı ve üye-
ona sürseler (Devamı 4 de)
26 Ekim 1948
BAŞDAN
Sahile: 3
îşçi Dünyası:
Grev yasağı
Bu yazt «Gün» mecmuasının ikinci sayısından alın mıştır: ,
• r4
•° s s
Grev, hukukî bakımdan işçilerin kendi aralarında ve kendi menfaatlerine uygun bir şekilde işi terk etmek hakkında denilir. Bu hakları kullandıkların dan dolayı işçiler kanunen suçlu sayılamazlar. Bütün demokrat milletlerin iş kanunlarile ceza kanunlarında ancak yağma ve tahrip gibi hareketler yasala edilmiş ve cezalandırılmışştır.
Grev, insan emeğinin istismardan korunmasını temin eden bir müdafaa vasıtası olduğu için kanun lar bu hakkın kullanılmasını serbest bırakmışla dır.. Halbuki 1936 yılından beri yürürlükte o-lan 3008 numaralı îz Kanunumuzla grev yasak e-dilmiş, Türk işçilerine bu hakkın ullanılması yasak edilmişştir.
îş Kanununun 72, 73, 75 inci maddelerde 127-131 inci maddeleri rin grev grevcilere iarı tayin
Kanuna
tekeller grev sayıl r;
1) 50 kişiden az ışşçı bu lunılan yerlerde 10 işçi nin,
2) 50 — 5°0 işçi kullanılan yerlerde beşşte nin,
3) 500 den yukarı çalışşturıten yerlerde en az 100.işçinin hep likte ve birdenbire işi rakmaları,
4) Yukarda yazılı nisaba uymasa bile işi ehem miyetli surette atalete uğ uğratacak olursa en az üç işşçinin birlikte işi terket meleri,
nele-
sayıldığmı ve verilecek ceza etmektedir.
göre şu ' hare-
biri-
İŞÇİ ise bir* bı-
5) Ayni şartlar altında fakat başka bir yerdeki top lu iş ihtilâfını desteklemek masadile yapılan işi, terket me hareketi.
Müstahdemlerin bu şart' lara uyan hareketlerini de kanun grev saymıştır.
CEZALAR:
1) Yukarıda gösterilen 1, 2 3 üncü fıkralarda yazı-lt grevcilerden her birine 10 — 100 lira ceza kesilir.
2) Grevciler devlet mü* esseseleri işçileri ise para cezasına 1—6 aylık hafif hapis cezası da eklenir.
3) Eğer grev âmme müesseseler! idare ve kararları üzerine tesir ve tazytk maksadile yapılırsa grevcilere 2 aydan iki seneye ka dar hapis cezası verilir.
Kanun daha buna müma sil bir takım cezayı artıcı sekepleri tayin etmişştir.
Bu kanun, başta söylediğimiz gibi Türk işçisinin bazı hürriyet ve haklarını tamamile kaldırmış, bazıla rını da kayıt alttna aldır-mışştır. 1936 dan önce Tür kiyede de başka memleket Ierde olduğu, gibi işçilere grev hakkı tanınmıştı. Tür kiyede Balya maden işçile rinin 17 gün süren grevi grevler tarihi bakımından sonuncuyu teşkil etmektedir.
İş kanunumuzun da, değiştirilmesi ve demokratlaş tırılması icabeden kanunlar arasında yer alması lâzımdır.
Aranan evler
8 Ekim cuma günü İstanbul emniyet müdürlüğü 1. Şube memurları tarafından Kerim Sadi, Azız .Nesin, Üniversite rektörlerin den Cemil Meriç ve avukat stajyeri Fuat Toprakoğlu-nun evleri aranmıştır.
Aramada evlerden alınan kitap, gazete ve evrak, yapılan soruşturmadan sonra sahiplerine geriye verilmiştir. Aramanın gazetemizde çıkan (Bursanâme) başlık lı yazıların tesirile, Bursa-
dan vamlan asılsız ve uy* •
Bom® «şaş ■ . p373
ğı tahmin edilmektedir.
Evleri arananlar, ifadeleri alınarak, ikâmetgâh se nedi vermek suretile ayni gün serbest bırakılmışlardır.
(Bursanâme) nin neşrine devam olunacaktır.________
“Sürgün „ va Yakup Kadri
Bu zoraki roman da, birçok benzerleri gibi bizde bürokrat ediplerin iflâsını haykırmaktan başka bir i-şe yaramıyor.
Bayat aşk tahlillerinin cansız tekrarı, t muharririn hastalığından kalma sönük hatıraları ve Parise ait bir kaç fintibâ kırıntısı...
Burada, sanat zeşvkinı kaybetmiş bir mebus ve elçi var ki, Kaflro mektebinden geçtiğini belirtmek için Paristeki Rus ihtilâlcilerinin ağzından konuş-mağa hevesleniyor ve bunu Türk romanına en büyük yenilik diye veriyor. '
Sürgün, Loti’nin yarı şarklı ve yarı Türk roma nmı taklide özenen yarı garplı ve yarı Fransız biri roman taslağıdır..
Romanın başlıca talihsiz' liği şu olacak: Fransızça bilmeyen Türk okuyucusu nun iki dilde yazılmış bu melez eseri pek çabiık fırlatıp atışı ve romanı sonu na kadar okumağa teham-mül edemeyişi.
1
acıklı hali
(Baş tarafı 1 de)
inek için, orjinalitesi olmr yan bir kitabın bir travay karşısında hiç olduğunu söy lemedim.
Üniversiteler Kanunu mü nıakaşa edilirken, bir üniversite elemanının hakiki vasfını kazanmak için bütün gayretiyle çalışan unsurlar; Üniversitedeki anor mal halin göz önüne alınacağını düşünerek sevinme ğe başlamışlardı.» Maalesef ümit edildiği gibi olmadı. Bilâkis, Ankara Üniversitesine, akademik kariyer i* le alâkası olmaksızın gelişi güzel sokulan unsurlar ile arttırılan tezatların örtülmesi tercih edildi
Bu kanun hazırlanırken üniversitelerimizi mektep vasfından kurtaracak olan araştırmalar nazarı itibara alınmış ve ordinaryüs profesörlük; profesörlük ve do çentlik tazminatları âdilâne bir şekilde tevzi edilmiş ol saydı, bir kaç travaylı doktor doçentler karşısında tra 'vaysiz ordinaryüs profesör ,ve profesörlerin ve keza doktoralı ve birkaç travay h asistanlar karşısında! dok ^terasız doçentlerin mevcut olduğu meydana çıkacaktı. (Broşürün sonunda ki liste kre bakınız). Ne yazık ki
Sneselesi olmayıp liyskat ve ₺zim işi olduğu; hali hazır da stratejik mevkileri elle* iinde tutan bu şahısların üniversitelerimizi, şahsî menfaatlannı ve mevkilerini koruma maksadiyle yerinde saydırdıkları ve nihayet bir çok kişinin istik halini mahvettikleri düşünülmemiştir.
Görülüyor ki önümüzde cerahetlanmış ve patlamak iizere bulunan bir iiniversi te çıbanı mevcuttur. Bu çıbanın tedavisi yoluna gidil mez ve daha uzun zaman lâkayıt kalınırsa sonunda üniversitelerimiz kangren-leşecektir.
İstanbul Üniversitesi doçentler tüzüğü tasarısının ikinci maddesine bir göz a tılacak olursa, hariçte veya dahildeki bir eyl msiz doçentin kadro alabilmesi için kimlerin önünde secde etmesi lâzım geldiği anlaşı*
Markopaşa
Haftalık siyasî mizah gazetasi
29 Ekimde çıkıyor Çıkaran: Aziz Nesin Markopaşa: Türkiyenin en güzel mizah gazetesidir, güden ve halk için çıkan gazetedir.
kırklar tebliğ, cevap,
Konsey, konferans, kongre, kurultay, komisyon, komite, üçler fonplantısı, beşler içtimai, müzakeresi, nota, tâlik, havale, iade,
ve sonra yeni baştan konsey, konferans, kongre, ku rultay, komisyon, kcmite, üçler, beşler, kırklar... ilâ" ahiri....
Ve beri yanda, gayrik, gariki bahri isyan olan bü tün bir beşeriyetin feryadı:
«D a h î 1 e k yaresulal lah!...»
Zira birinci ve ikinci cihan harplerinin ateş, kan, barut cehennemlerinden, güç halle de olsa, iler tutar .tarafı kalma-nıış halde de olsa, canını kurtarabilen zavallı beşeriyet.
Harp sonraları müzahe-rat ve muhaberatının bu kırdı ve kâat da boğulacak!
Utanmadan, yayınladıkları
lere göre, filânca beynelmilel konfransta biriken zabıt ların yekûnu bir milyon sa, hife tutmuş ve falanca bey nelmilel komisyonda edilen lâfları kâatlara geçirmek işime iki yüz tane eli çabuk daktilo çalışmakta i" miş....
deryasin-
sıkılmadan istatistik-
Gazeteleri açıyorsunuz: lâf... radyoları açıyorsunuz: lâf... Ajans bültenlerine sarılıyorsunz: lâf... Sarı kitap, penbe kitap, kara ki tab, mavi kitab isimli broşürleri karıştırıyorsunuz: lâf.
İnşaat, icraat ve i kaz at .vâdile aklı başında bildiğiniz beynelmilel devlet a-diHmları tarafından yayınlanan kitapları ele alıyorsunuz: yine lâf...
--------------------------
Demokrasi. hıtısr : iyi e :
B^r çeı/rgjç v^lr ty bütün \millet uyandı, Zannetti yrknudan docyucak bir yeni gün var;
Bir çeyrek ~svr sürdü bu kâzâp fecir, efsııs:
Hâlâ d-oğacak bir günü bekler bu ufuklar...
____i* Jf
^Mahammed ve İslâmiyet
I
Kerim Sadi’nin yeni çıkan eseri
■ ın k 50 kuruşluk posta pulu karşılığında adresinize d 5
ül gönderilir. jj
S n
Hem de kuru lâf, hem de boş lâf, hem de kof, hem de valan lâf...
Bana sorarsanız, diş ağrısına evliya nefesi bile, bel sancısına koca karı duası bile, böbrek illetine üfürükçü muskası bile, beşer-riyetin derdine, o kup kuru bon boş lâflardan fazla de" va' olur: Zira beşeriyet ar tık evliya nefesinin kerame tini bile, diplomat hitabe-.inden fazla itimada şayan buluyor. Ve bunun içindir ki, bütün konferanslara, bütün komisyonlara, bütün konseylere sırtını dönerek «dahilek ya resulallah!...» çekiyor, kira dünyanın bu günkü manarasına bakıp ta şöyle düzünımemek, artık hiç kimsenin elinde değildir.
«Harpten ölmedik amma, bu gidişle galiba lâften ö* leceğiz!..
.»
Demokrasi ve Kumar (Baş tarafı 1 de)
Hülâsa bu memlekette va . tanseverlik, milliyetperver
lik mâliye, bütçe, siyaset, parti, her ne varsa hepsi kumar oldu ve büyük bir gayretle bu milleti kumarbaz yapmak isteyenler var.
Başımızdakiler de aşık atıp cuk oturdu, tok geldi diye karar verirler, millet de istikbalini şeş beşe bağlarsa, hükümet de işi altmış altıya bağladı demektir.
i
I
1
I
1
8
Sahife: 4
»■H8KHS-———SSRS—■HHBSHS
26 Ekim 1948
BAŞDAN
— T"1'. »IM—MB
Bozacının kızı
Rursanâme (3):
v v -v -v- -sr ->/• -v -v v v -v* -v v* v .
T İT ®
Bir hikâye yazmak istiyordum. Fakat içim kımıldamadığı için birtürlü yazamıyordum. Yazıp çizdiğim ve sonunda hırsla bu ruşturup attığım kâğıtların haddihesabı yoktu. Az kaldı kendime «ben hikayeci» değilim diyecektim; fakat tam bu sırada içimi o eşsiz alâimisema’nın kucakladığı gündenberi hayalimde yaşattığım Bozacının Kızı imdadıma yetiş ti. Bir deli gibi ona atıldım. Birdenbire şaşırdı, korktu.
Şaşırma, korkma Bozacının Kızı, dedim. Şu anda sen bana ne büyük bir iyilik yaptın bilsem Beni kurtardın. Az kaldı kendi kendime «ben hikâyeci de ğilim» diye iftira edecektim.
Bozacının Kızı, şaşkınlığını ve korkusu geçtikten sonra, başını önüne eğerek, titrek bir sesle,
— Babam öldü, dedi.
— Baban mı öldü .
— Evet, bugün öğle namazından sonra Beyazıt camiinde namazı kılınacak, işin- yoksa sen de gel.
Hikâyeyi, hikâyeciliğimi, herşeyi unutmuştum. Kâğıt ve kitaplarımı toplı-yarak hemen kakt m. Yol dia,
— Üzülme Bozacının kızı, ölüm Allahın emri.-Hepimizin sonu o, diye teselli edecek oldum.
— Bunlar boş lâf, diyerek beni susturdu.
Beyazıt postalın nesinin önünde çok sevdiğim bir şair arkadaşa rastladık. Şa ir arkadaşım Bozacının kızını gıyaben tanıyordu. Bir birlerine taktim ettim. İkisi de ellerini uzatarak,
— Müşerref olduk, dedi-, ı
ler.
Küllük kahvesinden içeriye girerken, şair arkadaşım, eğilmiş kulağıma fısıl diyordu:
*— Hakikaten güzel. Uğrunda ölünecek ve cak kadar güzel. Asık ohır sam karışmam, elinden -alı rım.
— Sus yahu, babası ölmüş.. Böyle şeyler uuşua^ menin sırası mı?.
Bu sırada, köşe başında ki fırında bir gürültü kop tu. Kalın ve boğazdan gel me bir ses,
— Benim hakkımdır, di ye bağırıyordu.
Yoldan geçenlerden sordum. Fırın sahibi pişiricinin tepsi parasına göz koymuş. Pişirici, kalın ve boğazdan gelme sesiyle,
— Benim hakkımdır, diye bağırıyordu.
Sonunda, pişiricinin elin deki kürek fırın sahibinin başında parçalandı. Polisler gelerek pişiriciyi alıp götürdüler. Pişirici kalın ve boğazdan gelme sesijr İp
— Benim hakkımdır, diye bağırıyordu.
yaşana*
(azan: Sabri soran
onu
Ben, kendi kendime,
— İşte bir mevzu daha, dedim, amma önce başladığım bu hikâyeyi bitirmeliyim:
«Bozacının Kızı, dirseklerini masaya dayamış, yaz dıklarımı okumaya çalışıyordu. Fakat eski türkçe ile yazdıklarımı ancak ken dim okuyabildiğim için bu işin içinden çıkamıyordu. Nihayet dayanamiyarak sor du:
— Ne yazıyorsun?.
— Hikâye
r— Mevzuu ne?.
— Sen.
— Yine mi ben?.
>— Yine sen.
— Demek beni o kadai çok seviyorsun?.
■— O kadar çok seviyorum.
— Okusana yazdıklarını Okudum. Canı sıkıldı..
— Babamı oldurmuşsun, dedi. Halbuki o daha çok yaşamalıydı.
— Nasıl olsa birgün ölecek değil miydi?
— Ölecekti amma sen öldürmeme tiydin.
— Öldürmek istemiyordum amma kalemim gayri ihtiyarî o yola sürüklendi. Mamafi, mevcut olmadığın halde .seni, nasıl yaşa tıyor ve knnuşturuyorsam, hikâyeciliğim sayesinde o-nu diriltip tekrar yaşatabilirim.
Bozacının, Kızı kollarını boynuma dolayarak,
ı— Haydi, dirilt de yaşasın, dedi.
Ve ben onu diriltip yaşat tim.
bir sevinç içinde, beni c>p-
Bozacmın Kızı, sonsuz tü, öptü. Ben de onu öptüm.
— Biliyor musun Bozacı nın Kızı, şu ianda benimle alay edenler bulunacak; «bak, bir de realistlik taslıyor. Ölen dirilir mi hiç.?» diyecekler. 'Desinler, bunun la kılım bile kıpırdamaz. İmam olmadığım halde ben yine bildiğimi okurum. On lar hikâyeciliği ne sanıyor?
Sonra ilâve etti:
— Haydi kalk, beş liram var. Avrupada biten harbin şerefine içelim.
— Bozacının Kızı ne o-lacak?.
— Sonra tamamlarsın.
Kalktım. Ayaküstü içilen meyhanelerden birine gittik. Biranın üstüne şarap, şarabın üstüne bira iç tik. Meyhaneden Bozacının Kızı ile beraber çıktık. Bir koluna ben girmiştim, bir koluna da şair arkadaşım..
Pişirici halâ bağırıyordu:
— Benim hakkımdır...
Ben bağırdım:
— Senin hakkındır!..
Şair arkadaşım bağırdı:
— Benim hakkımdır!..
Bozacının Kızı bağırdı: ı— Benim, senin, hepimi zin hakkıdır!..
-— Hepimizin..
— Hepimizin..
— Gel, Bozacının «hepimizin hakkdır» dudaklarını öpeyim.
ı— Öp!... |
Ve öptüm, öptüm».. Sonra, sair arkadaşıma- dönerek,
— Sen de öp, dedim.
Şair arkadaşım da öptü, öptü.. İçimde kıskançlığın [zerresi yoktu.
«•— Nasıl, Bozacının Kızı, ben hikâyeci miyim?..
— Hikayecisin.
------------
fT) 1 İtici hıkt j - 'Tu'iı’du ve Cumhuriyette neşredil' mriştir.
Kızı, diyen
Bursanın şefzadesi ve onun kemik yalayıcılarının bütün gayretkeşliğine rağmen, şimdilik Bursanamenin neşrine devam edebiliyoruz. Bu yazılar, yalnız Bursalı okuyucularımızı değil, başlarında Haşim Işcan ınisiHû valiler bulunan bütün halkımızı ilgilendirir.
I
Otobüsümüzün yağ gibi kaydığı bu asfalt dokuz sene evvel yapılmış.
İşte otobüsümüz Çekirgeden kalktı. Tarihte bir çok defalar Bursanm yağma edildiğini, yakılıp yıkıldığım evvelki mektup tarımda yazmıştım. Roma imparatoru Birinci Jüstinycn devrinde, 526 senesinde Bursa bir kere daha imar edilmiş, ve ozanım Pitiya namı verilen Çek.rgede, sıcak maden ve menba suyu üzerine ilk de fa olarak umum için bir hamam yapılmış. Bu ha-1 mamın yanına da impara-!tor için süslü bir saray inşa edilmiş.. Demek ki bu günkü Çekirge banyoları- oğlu. Zaten bizim Haşimi.n 'nın bin dört yüz yirmi iki
senelik bir mazisi var. j Bak pencereden, şu gördüğün sağdaki güzel ev yok Imu, tam Türk stilindeki
• bina. Aman iyi bak, o bi-na; Bursada numune evi o-■larak yapılmış. Güzel değil •mi, güzel de, ne haltetmek, henfes. Kdşk, köllUk ddlllP
• misler de büvük bir teva-
iskân eylemiş. Pek te iyi yapmış, ooolı canına sağlık. Önda bu beceriklilik, halkta bu sessizlik varken, yine insaflı adammış ki hal kın tepesine çıkmam (ş. Ca mm koca valiye bir nümü ne evini çok mu görüyor-Şarkî sun? Yooo, hâşâ. Bursayı nürnune vilâyeti yapar da, zatıma mahsustur derse, ne haltederiz? Muhalifler diyorlar ki. halktan böyle haksız para toplanır mı?. Haydi toplandı, yapacak başka iş yok mu idi Bursa da da nürnune evi yaptı?. Haydi yaptı, eski konak nesine yetmiyordu. Sen aldırma muhaliflere, dilin kemiği yok ya, söyler el-
de aldırdığı yok. Geçende Bursada Demokrat Partinin gazetesi olan Doğrunun yazdığına göre, Bursa kazalarındaki kaymakamlar da birer numune evi yapıp içine girmişler, ne diyelim, balık kuyruktan kokmaz ki. îmam böyle" ya yapar. Madem onlar da nü mune evlerine girmişler, güle güle sağlıcakla otursunlar. Şimdi sıra nahiye müdürlerinde, sonra muhtarlarda. Yalnız nürnune evi değil, bu memleket bir nürnune çiftliğidir. Allah çiftlik ağalarına keder, ze-
miller de büyük bir tevazu ile nürnune evi demişler. Allah böyle evi cümleye nasip eyleye. Eyleye amma, eylemiyor işte. Ancak Burs,a valisi Haşim İş-cana nasip eylemiş.
Belki aklindadır. Bu binanın dedikodusu uzun za l man yapıldı. Zira bu bina- jval vermesin, nın parası 1 mış. Canım nasıl olur, böy '■le şey olur mu, hangi mem Ilekette yaşıyoruz?
Ren onu bunu bilmem, mirmiş işte. Basbayağı olu-:yuı. Âiaşlm lşc(ni Salması 'diye Bursada hususî bir vergi sistemi"var?' mektubumda bu Salmadan bahsederim. İşte bu salma farın gelirile bu bina yapıl mış.- Hem de halktan alı--nıatf jpnar liraya karşılS ,bir de makbuz veriliyöi-
______________ _______ muş. Görüyorsun ya,jriş Id’ sualler sornıağa mecbur karıunsuz değl*. Bu paafeiloi ıBursayı t. güzelleştirmek i‘ , ’çin toptanmış. Yani halk paraları gönülcükieritıin ri basile vermişler. Sıkı ise * vermesinler. Demek sıkı değilmiş ki, vermişler. Nü ı [mune evi yapılmış ve Bur | u ı i -d
•sa da güzelleşmiş. Eh bu ,vaVe e bu konak Ba-
nürnune evinde ben otura*
, ’cak değilim ya, Eıay Haşim
Bugünkü Necip Fazıl
(Baştamfı 2 İsa mn eh diye bvr
de) faadın bacağını.»
. diyen ve boynuna haçvarî doladığı kadın bacaklarıma taptığım söyleyen Naeıp’ Fazıl, Doğu büyük mış ve lerini yeşil sarıklardan şeriat bay rağını açarak «mukaddes cihad» mı ilân etmişti.
Büyüklük hastalığına müp 'kolan Necip Fazıl, büs~
bu suretle Büyük zaviyesini kurarak ıslam ‘“rolü Öyttâ-eskiden kadm etek-açarken, sonradan
telâ olan Necip Fazıl, büs* Ibutün büyümek,^kncsman-
— Şair -'arkadaşın.’ pıe o' du?.' j
.— Merak mı ediyçrsunr Galiba kul ağıma fıAdadık larını işittin. Dikkat et, şa yet aranızda birşeyüer sezersem... ■ Cinayet Jjdediğiû. böyle şeylerden çıkar..
— Amaaan, bırak şu cinayet lâfını. Hikâyelerde okuya okuya bıktım artık. Bari senin hikâyende okumayayım..»
Ben. bu hikâyeyi bir neticeye bağlamak üzere düşünürken hikâyenin içinde geçen şair arkadaşım geldi. Hikâyeyi ona da okudum.
t— Fena değil, dedi, üzerinde daha durabilirsin. O j müşerref olduk sözünü de Imentü şerhinde, sigara işkaldır, çok bayağı bir söz. ’raf olduğundan ve bir çok
laşmaît için çel? efil, uzun, acayip bir dil kullanıyor ve ıjıeselâ okuyucuları şöy
kalı yorlprdı:
«Gazetedeki yazılarını^ p derece mânalı oluyor ki, biz okuyucular btf şey an* lamıyoruz. Gerçek müslü* manlar açık konuşmayı ve açık yazmayı severler.»
Şeriat ve halifelik için çalışacak bir kadronun rüyası içinde yüzen Necip Fazıla, bu kutbüzzamana, meselâ şöyle dinî meselelerin halli sorulmakta idi:
«Şarkı söylemek ve dinlemek dinimizce haram mıdır?» . «Numan Kurtuluşun Â'
halktan toplan-
sebeplerden haramdır, diyor. Halbuki size haram olmadığını niz.»
îşte
kendi
miyen hali...
Dünya tarihine İstanbu-lun fethi ile yeni bir devir açan Murat camiinin karşısındaki Fatihin içinde büyü [düğü evi ziyaret ettim. Ya-. kın zamana kadar bu ev ba u ı oır jkmasiz, berbat bir halde i-miş. Haşan Âli Yücelin him metile, şimdi bu ev relstore edilmiştir.
I *
ı Koca bir ülkenin sultanı Fatihin evine baktım, bir de şimdiki vali paşanın nü mune evine baktım da doğ rusu utandım. Fatihin evi, Haşim İşcanın evinin yanında, belki bir bahçıvan kulübesi olabilir.
Evvelki valiler, Setb^şın da, zengin bir Ermeniden kalan çok güzel bir konak-.ta oturuverirlermiş. Bir ri-Tvı * İr »-» «i V- t-4 «V « yan İşcanın romatizmalarına dokunmuş. Vali Haşim İşcan Yedi Gün mecmuası na verdiği bir röportajda,
— Benden sonra gelecek valileri de Romatizmadan kurtardım, diyor. Haşim İşcanın sadece bu iyiliği bi le, onun ne işgüzar bir a-dam olduğunu göstermeğe yeter. >
sordum söyledi’
ölen ve tazeleye-
ölmeden rekorunu bir sanatkârın acıklı
4 . , -
Salı günleri çıkar halk gazetesi
Gazetenin müessisi ve sekreteri: Azız NESİN
, Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Orhan MÜSTECAPLI
Adı es: Kumkapı, Derinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
ABONE:
Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fıatı: 10 Kr.
Yil: 1 — Sayı: 12 26 Ekim 1948 SALI
Dizildiği ve basıldığı yer: Osmanbey Matbaası
benin basma gelen, hangi pişmiş tavuğun başına geldi. Seni her boyaya soktular. İnsan kılığından çıkardılar. Ekmeğini kestiler, etini, şekerini kestiler; konuştuğun dili bile kestiler, ebelerinin körüne dön dürdüler. Sen yine bildiğin gibi konuştun. Konuşturmadıkları zaman da susmasını bildin.
Fî tarihinde Osmanlı i-din. Gün oldu içinde yet miş iki buçuk çeşidi bulun duğu halde, halis Türkçüler, halisüddem kançılar, su katılmamış ırkçılar yetiş ti. Senin tarifini yaparken «ayni soydan, ®.y.ni kandan, ayni kökten» diye söze baş ladılar. Sen biliyordun ki, onların, kimisi Hanyadan, kimisi Konyadan gelmişti. Yine sen dilinin altından baklayı çıkarmadın. Öyle günler oldu ki, sana bu gün verdikleri şerci.i ismi, yani Türk adını bir zamanlar kabalık, cahillik, köylü luk alarak, tahkir
1 Git- mdn ttV TandıTnr nnr yine aldırmadın. Sana «Bu dun» dediler, vc mektep ço cuklarına böyle öğrettileı. «Ulus» dediler, namına cerideler çıkardılar. Fakat hiç bir zaman milletliğiır deıı hiç bir şey kaybetmedin.
Seni okutmak, adam etmek (!)’ için kırbaçla mek tep yaptırdılar; Mektepten hocadan soğudun.
Siyasî terbiyeni bozmak için fırkalar, partiler açtı lar, aidat sızdırdılar; partiden nefret ettin. Sopayla seçime soktular, seçimden iğrendin. Yüzüne karşı: «Ne yapsak yaranamıyoruz. Çünkü cahilsin, çok ge risin!» dediler. Sen ayıplarını yüzlerine vurı kadar olgunluk gösterdin Senin nam — u hesabına daha neler yapmadılar. Mil letin derdini kendine dert • edinen şairler, muharrirler • hapisane köşelerinde,
Bugün Türk Üniversite-lerindeki geri zihniyetin ve inhisarcı idarenin bir çok | misallerini vermek müm ;
. tanbul Üniversitesinde, Da ! rülfiinunda mevcudiyeti id dia edilen geri ve inhisai” Jcı zihniyetin bundan böyle kündür. Eski Fizik Doçen- yer bulamıyacağına kanaat
ti Dr. Mehmet Öğder’in U* nıversitelerden soruyoruz •adı altında neşrettiği broşürden bazı kısımları ay-nen ve bir misal vermek üzere gazetemize alıyoruz:
Darülfünunun Üniversiteye inkilâbı, timin mem lekelimizde yerleşmesini arzu eden her Türkün kalbine sonsuz bir ferahlık vermişti. Herkes, biricik
ilini müessesemiz olan İs'
Esat Adıl va Aziz
Nesin mahkemeye verildiler
Gazetemizin ikinci sayısında çıkan bir röportajdan dolayı Esat Adil ve Aziz . 11 * C4İA-K. 13711 aCJ- t? VtIlHfllŞ
lerdir. Asliye ikinci ceza nahkemesinde 20 Ekimde yapılan ilk duruşmasında, mezkûr röportajın bilir ki ;i tarafından incelenmesine karar verilmiştir. Bilir kişi olarak mahkeme tarafından, İstanbul üniversitesi hukuk (— u esasiye profesörü Hüseyin Nail Küba* iı seçilmiştir.
27 Ekim Çarşamba günü asliye ikinci ceza mahu* meşinde duruşmaya de.m-olunacaktır.
getirmişti Ne yazık ki bu ümitler kısa bir zamanda zail olmuş. İstanbul Ün.i-niversitesinin ve ondan doğacak üniversitelerin istik bali hakkında ümit besleyen şahıslar acıklı bir aki betle karşılaşmışlardır. Bu bakımdan üniversitelerimizi tetkik edecek olursak, eskiden mevcudiyeti-
iddia edilen inhisarcı ve geri zihniyetin bugünküne nazaran hiç mesabesinde kaldığını ve bu halin üniversitelerimizi tamamen kö türümle-^ t irdiğini esefle mü şahede jderiz
Garp Üniversitesinde-f ki unsurlar, şöhretlerini, I yapmış oldukları araştırmalara medyundurlar,
versited* zimkileri onlar sc eder£’ ?’ lar kadir
A-w Üp
tutunamazlar. Bi* ile mukaye ■k, aralarında dağ" . r fark olduğu ve bizimkilerin pek zayıf kal dıkları lı ey dana çıkar.
Üniversitelerimizde l lik mensubu unsurların hemen hemen hepsi, araştırmamı: Üniversite çaiışıuaia. esasın’ tc«kil ettiğini bilir-
miyle bunun aksidir. Çün* v~ kaVrliyetleTT ■ yeMır’*
ları bu yorucu isle uğraş-___ _ r jğ i -‘•as*** (
M smr hvvrI hövls riivnrlmrlı!
1 j | Celâl Nuri Beyin «Tarih — î tedenniyat — ıOs~ mıyaca ■ ?manjye>) k£tabırı(l.âx> ; İçmiştir: Türk âlemi bir çok) ^s^eTK^'r nüfuzlar altında kalmıştır: Arap, Acern^Bizans (x) - İ ahiybtim bij hayali dekistirmisı ...........................................................
îik.AA
1 ALİC ıııuıc j
günlerde çürürken millet" j1111 r*
Bunlar TürkTerirTnu
;i(ir. Gerilememizin başka (ne $bi tesirlerle devaıfı et ’ miş oldıkğunu göreli n: 3 *
..i 1 '— İdarî tesirler: İdareazlik, istibdat, fena
sur-jF . |
ka~
acık
maktan meneder,
Bunun için etrafı aldat-nıak, nazarları başka tarafa çekmek lâzımdır. Bu yol da nihayet bulunmuştur: Tercüme. Bu gayet kolay ve hem de kazançlı bir iş. Devlet parası kısa bir yoldan ceplerine girecek. Bu şekilde tercüme alrm^vü-rümüş, 'araştırmalar ve ori" jintal neşriyatı ihtiva eden kütüphaneler bir k »şeye a" tılmıştır.
Etraf bu yolun biricik i" lim yolu olduğuna hakikaten inandırılmış.
----------------------------
1
muhaverede, Haşan Ali Yü cel bana, İstanbul Üniversitesinde bir doçentin profesör olup olmadığını sor du. Ben de iki travayi ve yarım travaya muadil farze dilen bir telif eseri olduğu için profesör olamıyacağını söyledim. Biraz acıdılar: Yalnız, içlerinden birisi: «Ya, demek bir kitap yarım travaya -muadil tutulu yor?», dedi. Ben onları daha fazla hayrete düşürme-(Devamı 3 de)
-----------------
Demokrasi ve kumar
Sokak satıcılarına kulak verin: Çoğu eşya piyangosu bileti satıyor. Duvar afişlerine bakın: Çoğu eşya piyangolarının ilânı.
Yollar ve meydanlar o" tomob’llçri^.df.hı- Rıı .otomobilleri lurk bayrakları ile donatmışlar ve içlerinde çığırtkanlar hoparlörle eşya piyangolarının reklâmını yapıyor.
Spor yerini kumara tei” ketti: Her hafta spor namı altında yapılan at yarışlarında yüz binlerce lira dönüyor ve ne kadar ocak sö nüyor.
Memleket ve vatansever lik yerini kumara terket" ti: Memîeketift ve bu aziz toprakların müdafaası için piyangoyu bile millî yapan lar (hsmiyyeti vataniye)
mar oynatıyorlar.
ten korkan; milletten iğre-' ı nen millî şairler y arattı -İar. Seni soymak, kanını em ı / mek için millî sanayiler,! millî ticaretler, millî ban- (• kalar, millî şirketler, millî(l karaborsahaneler kuruldu.
yanlış icraatını düşünmesine fırsat vermemek. Halk parasızdır, fakirdir, yoksuldur. Bir şey kazanmak ümidi ile son meteliğini de kumara veriyor.
PTpIİ'" . p’-r'i-z . koı-l. ... .4... son ümide cebim boşaltıp bir piyango bileti alıyor. Halk yarınından emin değildir, ekmek parasını bir piyango biletine verip yarınını garanti etmek istiyor.
Ve hükümet bütün bu iş lerin ne kötü olduğunu bile bile göz yumuyor ve ken dişi de müsait davranarak iştirâk ediyor. Tamtakır o-lan bütçeyi doldurmağa yabancılardan aldığı borç pa ralar yetişmediği için sık sık faiz ve ikramiye vaitle-ri ile dahili borç tahvillerini halka satıyor..
Bütün bunlar da yetişmi yormuş gibi naylon ve plas lıknhâli yüzünden delik de şik olan bütçe torbamıza bir yeni güve yeniği daha açmak ve halkın modern kumar vasıtalarını da öğ-renrneşi .çin şimdi gümrüklerden (Made in U .S. A) ' markalı cicili bicili kumar i makinelerinin çıkarılmasi* |na izin veriyor.
' Sosyal ve ekonomik bakımdan ve siyasî yönden harap olan bir memlekette halk kumarla vakit geçirir, cinayetler her gün yeni rekorlar yaparken, sokak lar uygunsuz kadınlardan, serseri çocuklardan geçilmez hale gelirken, başka milletler pazarlarını kurar, postlarını sererken.... ve da ha neler. Günlük gazeteler de bunlardan başka neye rastlayoruz?.
Memleketin mâliyesi yerini kumara terketti: Bankalar eskiden para - işleri I yaparken, şimdi kumar cy~
■ nâtıyorlar. Halka piyango ile ev, apartıman duğıta-caklarmı ilân ediyorlar^
Spor kulüpleri piyango I çıkarmakta ve h; İka kıl" I mar oynatmaktan birbirleri* g le yarıyorlar.
I tefem
Siyaset de artık bir kumar oldu: Partiler siyasî mücadele namı altında, va tandaşlarm millî duyguları nı istismar ederek onlara kumar oynatıyorlar ve eşya piyangosu bileti satıyor-( lar.
1 Acaba bütün bunların
* bebi nedir? Neden hükü" * met bu işle ilgilenmiyor?.
Maksat halkı kumarla, o" yunla oyalayıp, halkın ciddi meseleleri ve hükümetin
J
I
I I
Amerikanın) / ıa nüfuzu. Bu te-Y e Türkiye gittikçe/
1
- Mâli te^irıer: Devlettin teşkilâtı n^gııâli
KaraDOrsananeıeı kuiuiuu. (
Her şeyi dışardan aldıkla-1 , 4 —
rı halde, her şeyin kökü, I ıu^.u* C hattâ demokrasinin kökü bi ı ’ 5 «—
le içerde kaldı. ı
Nazi örneği Führer ler ı Faşist usulü Duçeler yarat £ tılar, o da millî oldu. «Mil- * lî bilmem ne...» markasını nerelere vurmadılar ki..
Ey aziz milletim!. Millî olmadık bir sen kaldın.
ve| İktisadî kanunların tutarsızlığı. Mâli ve İktisadî sahadaki hatalar. Mü egallibenjn nüfuzu,, de^bey.ik dev;,, r in in devamı ve devletin gayri İlmî mâhiyeti, hâlâ bir, ,takım Orta çağ usullerinin devam etmesi. .
I 3 — Dini tesirler: Sarıklıların.taassubu, medreselim terakkiyi önlemesi ı
- Fikrî tesirler: Lisan, edebiyat ve mektepleri", ’mizin geriliği. .
»— Hususî tesirler: Aile hayatının ve kadınların bizdeki içtimâi mevkii.
6 —Dış tesirler: Avrupanın (bu gün , hulıl ve barış severlik maskesi altında nüfuzu. Bu te-İ* sirlerin altında Osmanlı hükümeti ve
tenezzül ve tedenni etmiştir. . (x) — Bu gün de Alman, İngiliz ve Amerika.
V
(Devamı 3 te)
Sahife: 2
BAŞDAN
26 Ekim 1948
Diinya talebeleri Milletler
Arası Kongresi
İngiliz ve Amerikalılar, Polonyanın Wrlclov şehrinde toplanan entellektüeller kon gresine karşılık olarak, Pariste dünya talebeleri ikinci milletlerarası kongresini topladılar. Maksatları entellektüeller kongresine cephe almak ve dünya gençliği tarafından bir cevap vermekti. Fakat netice umduklarının tamamile tersine çıktı. Dünya talebeleri, kongrelerinin sonunda yayınladıkları beyanname ile Wroclov kongresindeki entelektüellerin beyannamesine tamamile uyduklarını bildirdiler Üzülerek söylüyoruz ki, dünya talebelerimin arlsında memleketimiz temsil edil-meriştir. Paristeki bir arkadaşınızın bu kongreye ait ylpüğı röportajr okuyucularımıza veriyoruz.
A .... . ■ ■■ ■■ I —■ !■ ■■ ■ »T ——
Eylülün sonlarında Pariste , Üniversite mahallesinin ortasında bulunan mu azzam «Maison International.. binası 28 milletin bay raklarıyla süslenmişti:
Kongreye dünyanın her köşesinden, Hindiçiniden, Belçika kongosundan talebe delegeleri iştirak ediyordu, fakat ne yazık ki bizim bayrağımız ve delegelerimiz yoktu: Kongre küçük çapta Birleşmiş Milletler teşkilâtını hatırlatıyor uu ve Anglo Saksan il* hamile toplanıyordu: Aynı laliyete geçildi:
zamanda, bu tarihten 15 gün evvel dağılan, Wrok-lov, entellektüeller sulh konferansına bir cevaptı:
Kongre 10 gün sürdü: Bü tün delegeler temsil ettikleri memleketin, tahsil sistemleri, talebe ihtiyaç ve arzularını belirttiler, yan müstemleke memleket delegeleri çok acı bir lisanla kendi tahsil imkân ve şart" larını anlattılar ve bütün bunlara çare bulmak üzere komisyonlar kuruldu ve fa*
i Milliyetçilik
Her millet, tarihî gidişi içinde, sosyal kanunl-ara uygun olarak .normal ilerlemesini (evolusyon) yapmaktadır. Bir cemiyetin içinde yaşıyan insanların, İktisadî ve sınıf durumlarının menfaati icabı olarak bir-
tir. Milliyetçilik mevzuu*(İâ "işte"* 1 2 3 Köyle'ı^l^liı ^ııt 'orr-vadır. Tarih boyunca, çeşitli milliyetçilik nazariye ve tarifleri yapanlar görülmüştür. Bu arada bizim memleketimizde de sosyetenin inkişaf kanununa göre, birbirine zıt milliyetçilik anlayış!! yüzünden bir çok tartışmalar olmuştur. İkinci dünya harbinin faşistler tarafından hazırlanması devresinde, bütün dünyayı kendi görüşlerine uydurabilmek için «Milliyetçilik» dâvasını, Nazizmin nazariyecisi olan «Rozehberg’in idaresi altında ortaya atmışlardır. Arî ırk, Samî ırk diye, yer yüzündeki insanları ikiye ayırıp, «üstün ırk» nazariyıesini yaymağa başladılar. Bundan da maksat ve alınacak netice, Alman milletinin halis kan ve üstün ırk olduğunu iddia ederek, diğer insanların idarecisi, efendisi olduklarını kabul ettirmekti. Nazizmin ve Faşizmin şımardığı sıralarda bizde de bu sakat ve y milliyetçilik nazariyesine kapılıp, bizde de «ırkçılar, Turancılar, Türkçüler, Anadoluculâr»gflbî bir* tâkim zümreler belirdi. Ve her vasıta ile -u nazariyenin müdafaa ve propagandasını yapmağa koyuldular. Bir çok yüksek maamlar tarafından da desteklendiler. Fakat Faşizm’in kaynağı söndürülür söndürülmez bu iş de heyecanını kaybetti amma, malâ serpintileri işi başka kalıplara dökerek, ayaklarına Çörçil posta arını geçirip Turan çöllerinde macera aramak sevdasına sevdasına düştüler. Gözleri o kadar kararmış ki, ilmin çürüttüğü bu nazariye körü körüne sadık kalmıya. çalışıy.rlar.
Bunların dışında bir de, milliyetçilik kelimesini’ duyunca ıspazmoza tutulan medenî softalar var. Bun lar da realiteden uzak düşencelerinin çerçevesi içinde bocalıyorlar. İlmi şekilde millet şu unsurların bir araya gelmesi demektir:
1 1— Tarih boyunca uzun zaman varlığını isbat e* den insan topluluğu.
2 «— Çizili sınırları içinde İktisadî hayat beraberliği ve menfaat birliği.
3 — Dil Birliği
4 ı— An’ane beraberliği.
_ 5 — Kültür birliği.
Bu evsafı haiz insan topluluklarına ilim, millet adını vermiştir. İlmin bu tarifine göre millet anlayışı ve milliyetçilik emperyalhmin, gerilik ve istismarın işine gelmediği için, onlar daima sakat ve yanlış bir milliyyetçilikten medet umarak sahte milliyyetçiler yaratmışlardır.
Gerçek milliyyetçiliğin gayesi daima barıştır: Yurtta sulh, cihanda sulh!.»
t
Bugünkü
Necip Fazıl
(Bu gazının birinci kıs~ mtı, gazetemizin .10 uncu sayısında çıkmıştır •)
Sanat daimî ve sonsuz bir yarıştır. Her sanatkâr bu yarış meydanında her yeni eserile bir rekor yapması lâ zim gelen adamdır. En soıı rlle, bir evvelki eserinden cıha geriye yider. sanatkâr tükeniyor, bitiyoı demektir.
Dikkat edilecek olursa, memleketimizde bu çeşitten yani her yeni eserde bir evvelkinden geriye gi~ meğe uğraşıyorlar: Bu «arada kurbanlar da veriliyor, îşte misal: Çin bayrağının üzerinde kanlı bir gönılökle. kanlı bir pantolon iğne lenmiş: Yanında İngilizce ve Fransızca küçük bir ? zah, fakat büyük bir mana taşıyor: (Çin gençliği, demokratik bir tahsil, hakiki bir hürriyet ve devamlı bir sulh için her şeyini ver ineğe hazırdır, hattâ kanuni bile. İşte misali ok kanlı gömleke pantolonu gösteriyor: Meğer bu talebe bir nümayiş esnasında demokratik bir tahsil sistemi istediği için polis tarafından sopayla dövülerek öldürülmüş:
Çi.-.den sonra Bulgar. Po-
muharrirler
bir
Komisyonları kendi çalış ma sahalarında bırakalım ve yan salonlarda tertip e' dilen sergiyi gezelim: Serginin tam cephesinde büyük bir band üzerinde, salonun cephesinde olduğu gi bi, üç lisanda - İngilizce " Rusça, Fransızca olmak ü zere — günün şiarı yazılıy dı:
«Hür bir tahsil, hakiki bir hürriyet, ve devamlı bir £Uİh için»
Sergide resimlerle, afiş lerle, istatistiklerde hel memleketin eğitim şartları vaziyeti hakkında bilgi v| rıliyoir:
‘i Ekseriyetle harp sende rinde tahsil çağında bu u nan gençliğin çektiği izli rabı, memleket müdafaasın da gösterilen gayret görül meğe değer. Resimler, afiş
-ff-ı mı,-— ■
«Bu günleri bir daha gör miyeeeğiz, çocuklarımıza4 da gÖstermiyeceğiz.»
Seıgiye hâkimi olan renkfc Faşizm ve harp aleyhtarlı ğıdır: İnsan bu sergiyi gör dükten sonra biraz ferah lıyor ve ileriye biraz daha emniyetle bakabiliyor: Buıı iarm içinde kendinden ecı çok Kıb^türen 'Hn talebe seig-â. oldu. .Burada he^ Çini, talebe yaz tatilinde, çiv?knece?,i hc ı omuzunda tahtayı’ omuzlamış, elinde tebeşir köy köy dolaşıp hal ka okuma yazma öğretiyor lar, emperyalizmin en büyük müttefiki cehaleti yen-
den şairler, çok görülür. Bunlar, mezarlıktaki taş yığınları gibi, ts-i souretler nin m ruru içirme vakur ve böbürlenerek dururlar. Yani ölmeden ölmüş sanatkârlardır.
Böyleleri yeni bir eser verememenin, daha doğrusu eski rekorlarını yenile-’ yememenin aczi içinde her I canlının yaşamak ve unutul mamak insiyakile bir takım .çabalama, didinme ve bozuşma hayatına dalarlar. (Ve böylelikle sanatkârlık-itan siyaset hayatına, ticaret (hayatına atılırlar. Kimi bir i mebus, kimi bir hariciyeci, ikimi bir idare meclisi ıaza_ jsı oluvermiştir. Zaten böy'e |bu gibi sanatkârlar da yazdıkları bir kaç eserin parsasını, hayatlarının sonunda E bir borjuva rahatına erişmek için toplamışlardı. •
‘ İşte Necip Fazıl da, her son eserde rekorundan kı-’çın kıçın geriye giden bir -şairdi. Her eseri bir evvelkinden berbattı. Nihayet kendi arzusu ile şairlikten istifaya mecbur oldu. Bundan sonra Necip Fazıl ne olabilirdi?
Tab ati, arkadaşlarının yaptığı yolda gitmeğe mir i—'. M.arTeft—ggriBtı
Hindiçini, Macar sergileri geliyor. Hepsi de sulhu hay krıyor, sulhu istiyor: Belli ki sulha susamışlardır ve bu sulh susuzluğu insanlar da oldukça harp kundakçıları susuzluklarını şampanyayla gideremiyecekler:
On gün devam eden kong re çalışmaları son günü bir beyanname neşrederek Wroclav entellektüeller «ulh konferansının mani-Eesiile hem fikir olduğunu .j
bildirmiş ve dağılmıştır: Bu karar kongreye ilham verenleri her halde sükutu hayale uğratmış olsa gerek:
Türk Kleopatrası Yazan: Kerim SADİ
Kitabın içindekiler: Darvin ateiMir" karşı silâh olabilir mi? — Baron d’Holbach’ın bir eseri •— Ahmet Şuayp Ve Gustave I_#e Bön — J&ngSOuJÎznı •*— Marx’la t>urkheim’in «akrabalığı» meselesi —- Marx ve En-gels’den çevirmeler. 50 kuı uşluk posta pulu karşılığında kitap adresinize yollanır
ve orijinaldi. İşte bu duyguların tesirile Necip Fazıl bir İslam mütefekkiri olmağa kalktı. Öyle bir İslâm mütefekkiri ki, hiç bir zaman ameli kavliıfe uymayacaktır.
Meselâ Nacip Fazıla bir okuyucusu şöyle bir mektup yazmıştır:
«imanımızın mihrakı Bü yük Doğu’ya ve mefkûre-mizin mimarı üstadı muhtereme» dedikten sonra şu hususu sormakta idi:
Gerçek müslüma.n olan her vatandaş gibi ben de her cihet*en sizi hakikî bir İslâm lideri olarak tanıyorum. Fakat beni çok düşün düren, hattâ üzen bir noktaya da temas etmekten (kendimi alamıyorum. Siz |heri şevde İslâmiyet güden .büyük rehberimiz, «İslâm ve Kadın» başlıklı yazınız ,da da temas ettiğiniz gibi bir kadının yabancı nazarlara karşı yüzünden başka hiç bir şeyi göstermesi caiz değildir dediğiniz halde,
eri’
par-
sos*
Pa- (si ölarak bir ıkendi-kalaca* Iğa benziyor. .
FrandTda işgal zamaüUT da sol cepheyi tutan «Fran ce — Tireur» adıpda bir ga zete vardı. Bu gazete yakında kapanacaktır. Sebe- nasıl oluyor da sayın Nes-bi de son zamanlarda, siyasî hattı hareketini değiştirmiş ve programına aykırı hareket etmiş olmasıdır. Gazetenin yirmi dört mu harriri birden istifa etmişler ve sebep olarak ta bu gazetenin büyük sermayedarlara satılmış olduğunu ve onların organı haline geldiğini ileri sürmüşler ve bu iddialarını bir beyan [Kör olsam da açılır gözüm, name ile Fransız halkına bildirmişlerdir.
lihıs.n Kısaküreğin dini İslama aykırı olarak başı a" çık veya şapka ile resminin gazetede çıkmasına müsaade edebiliyorsunuz?»
Vaktile «Kadın bacakları» adile yazdığı bir şiirde: «Boynumda doladığım putu görseler İnsandır öğrenirdi neye tapacağını
Paris mektupları
Hususî muhabirimiz risten bildiriyor —
Frsnsada Blum ve taraf* tarfları günden güne zayıflamakta ve’ partileri mektedir. Elum’u.ı tisinden ileri gelen 18
yalist evvelce partiden ay rılmıştı.
Şimdi bu 18 sosyalist «Socialiste Unitaire» namı altında yeni bir parti kurdular. Bu parti (Socialiste Csmbattant» adı ile yeni bir gazete çıkaracaktır. Şimdilik Fransanın hakiki sosyalistleri bunlardır. Kurulalı daha bir ay olmadan, parti gelişmiş ve genişlemiştir. Bu gidişle Blum, partisinin başkanı ve üye-
ona sürseler (Devamı 4 de)
26 Ekim 1948
BAŞDAN
Sahile: 3
îşçi Dünyası:
Grev yasağı
Bu yazt «Gün» mecmuasının ikinci sayısından alın mıştır: ,
• r4
•° s s
Grev, hukukî bakımdan işçilerin kendi aralarında ve kendi menfaatlerine uygun bir şekilde işi terk etmek hakkında denilir. Bu hakları kullandıkların dan dolayı işçiler kanunen suçlu sayılamazlar. Bütün demokrat milletlerin iş kanunlarile ceza kanunlarında ancak yağma ve tahrip gibi hareketler yasala edilmiş ve cezalandırılmışştır.
Grev, insan emeğinin istismardan korunmasını temin eden bir müdafaa vasıtası olduğu için kanun lar bu hakkın kullanılmasını serbest bırakmışla dır.. Halbuki 1936 yılından beri yürürlükte o-lan 3008 numaralı îz Kanunumuzla grev yasak e-dilmiş, Türk işçilerine bu hakkın ullanılması yasak edilmişştir.
îş Kanununun 72, 73, 75 inci maddelerde 127-131 inci maddeleri rin grev grevcilere iarı tayin
Kanuna
tekeller grev sayıl r;
1) 50 kişiden az ışşçı bu lunılan yerlerde 10 işçi nin,
2) 50 — 5°0 işçi kullanılan yerlerde beşşte nin,
3) 500 den yukarı çalışşturıten yerlerde en az 100.işçinin hep likte ve birdenbire işi rakmaları,
4) Yukarda yazılı nisaba uymasa bile işi ehem miyetli surette atalete uğ uğratacak olursa en az üç işşçinin birlikte işi terket meleri,
nele-
sayıldığmı ve verilecek ceza etmektedir.
göre şu ' hare-
biri-
İŞÇİ ise bir* bı-
5) Ayni şartlar altında fakat başka bir yerdeki top lu iş ihtilâfını desteklemek masadile yapılan işi, terket me hareketi.
Müstahdemlerin bu şart' lara uyan hareketlerini de kanun grev saymıştır.
CEZALAR:
1) Yukarıda gösterilen 1, 2 3 üncü fıkralarda yazı-lt grevcilerden her birine 10 — 100 lira ceza kesilir.
2) Grevciler devlet mü* esseseleri işçileri ise para cezasına 1—6 aylık hafif hapis cezası da eklenir.
3) Eğer grev âmme müesseseler! idare ve kararları üzerine tesir ve tazytk maksadile yapılırsa grevcilere 2 aydan iki seneye ka dar hapis cezası verilir.
Kanun daha buna müma sil bir takım cezayı artıcı sekepleri tayin etmişştir.
Bu kanun, başta söylediğimiz gibi Türk işçisinin bazı hürriyet ve haklarını tamamile kaldırmış, bazıla rını da kayıt alttna aldır-mışştır. 1936 dan önce Tür kiyede de başka memleket Ierde olduğu, gibi işçilere grev hakkı tanınmıştı. Tür kiyede Balya maden işçile rinin 17 gün süren grevi grevler tarihi bakımından sonuncuyu teşkil etmektedir.
İş kanunumuzun da, değiştirilmesi ve demokratlaş tırılması icabeden kanunlar arasında yer alması lâzımdır.
Aranan evler
8 Ekim cuma günü İstanbul emniyet müdürlüğü 1. Şube memurları tarafından Kerim Sadi, Azız .Nesin, Üniversite rektörlerin den Cemil Meriç ve avukat stajyeri Fuat Toprakoğlu-nun evleri aranmıştır.
Aramada evlerden alınan kitap, gazete ve evrak, yapılan soruşturmadan sonra sahiplerine geriye verilmiştir. Aramanın gazetemizde çıkan (Bursanâme) başlık lı yazıların tesirile, Bursa-
dan vamlan asılsız ve uy* •
Bom® «şaş ■ . p373
ğı tahmin edilmektedir.
Evleri arananlar, ifadeleri alınarak, ikâmetgâh se nedi vermek suretile ayni gün serbest bırakılmışlardır.
(Bursanâme) nin neşrine devam olunacaktır.________
“Sürgün „ va Yakup Kadri
Bu zoraki roman da, birçok benzerleri gibi bizde bürokrat ediplerin iflâsını haykırmaktan başka bir i-şe yaramıyor.
Bayat aşk tahlillerinin cansız tekrarı, t muharririn hastalığından kalma sönük hatıraları ve Parise ait bir kaç fintibâ kırıntısı...
Burada, sanat zeşvkinı kaybetmiş bir mebus ve elçi var ki, Kaflro mektebinden geçtiğini belirtmek için Paristeki Rus ihtilâlcilerinin ağzından konuş-mağa hevesleniyor ve bunu Türk romanına en büyük yenilik diye veriyor. '
Sürgün, Loti’nin yarı şarklı ve yarı Türk roma nmı taklide özenen yarı garplı ve yarı Fransız biri roman taslağıdır..
Romanın başlıca talihsiz' liği şu olacak: Fransızça bilmeyen Türk okuyucusu nun iki dilde yazılmış bu melez eseri pek çabiık fırlatıp atışı ve romanı sonu na kadar okumağa teham-mül edemeyişi.
1
acıklı hali
(Baş tarafı 1 de)
inek için, orjinalitesi olmr yan bir kitabın bir travay karşısında hiç olduğunu söy lemedim.
Üniversiteler Kanunu mü nıakaşa edilirken, bir üniversite elemanının hakiki vasfını kazanmak için bütün gayretiyle çalışan unsurlar; Üniversitedeki anor mal halin göz önüne alınacağını düşünerek sevinme ğe başlamışlardı.» Maalesef ümit edildiği gibi olmadı. Bilâkis, Ankara Üniversitesine, akademik kariyer i* le alâkası olmaksızın gelişi güzel sokulan unsurlar ile arttırılan tezatların örtülmesi tercih edildi
Bu kanun hazırlanırken üniversitelerimizi mektep vasfından kurtaracak olan araştırmalar nazarı itibara alınmış ve ordinaryüs profesörlük; profesörlük ve do çentlik tazminatları âdilâne bir şekilde tevzi edilmiş ol saydı, bir kaç travaylı doktor doçentler karşısında tra 'vaysiz ordinaryüs profesör ,ve profesörlerin ve keza doktoralı ve birkaç travay h asistanlar karşısında! dok ^terasız doçentlerin mevcut olduğu meydana çıkacaktı. (Broşürün sonunda ki liste kre bakınız). Ne yazık ki
Sneselesi olmayıp liyskat ve ₺zim işi olduğu; hali hazır da stratejik mevkileri elle* iinde tutan bu şahısların üniversitelerimizi, şahsî menfaatlannı ve mevkilerini koruma maksadiyle yerinde saydırdıkları ve nihayet bir çok kişinin istik halini mahvettikleri düşünülmemiştir.
Görülüyor ki önümüzde cerahetlanmış ve patlamak iizere bulunan bir iiniversi te çıbanı mevcuttur. Bu çıbanın tedavisi yoluna gidil mez ve daha uzun zaman lâkayıt kalınırsa sonunda üniversitelerimiz kangren-leşecektir.
İstanbul Üniversitesi doçentler tüzüğü tasarısının ikinci maddesine bir göz a tılacak olursa, hariçte veya dahildeki bir eyl msiz doçentin kadro alabilmesi için kimlerin önünde secde etmesi lâzım geldiği anlaşı*
Markopaşa
Haftalık siyasî mizah gazetasi
29 Ekimde çıkıyor Çıkaran: Aziz Nesin Markopaşa: Türkiyenin en güzel mizah gazetesidir, güden ve halk için çıkan gazetedir.
kırklar tebliğ, cevap,
Konsey, konferans, kongre, kurultay, komisyon, komite, üçler fonplantısı, beşler içtimai, müzakeresi, nota, tâlik, havale, iade,
ve sonra yeni baştan konsey, konferans, kongre, ku rultay, komisyon, kcmite, üçler, beşler, kırklar... ilâ" ahiri....
Ve beri yanda, gayrik, gariki bahri isyan olan bü tün bir beşeriyetin feryadı:
«D a h î 1 e k yaresulal lah!...»
Zira birinci ve ikinci cihan harplerinin ateş, kan, barut cehennemlerinden, güç halle de olsa, iler tutar .tarafı kalma-nıış halde de olsa, canını kurtarabilen zavallı beşeriyet.
Harp sonraları müzahe-rat ve muhaberatının bu kırdı ve kâat da boğulacak!
Utanmadan, yayınladıkları
lere göre, filânca beynelmilel konfransta biriken zabıt ların yekûnu bir milyon sa, hife tutmuş ve falanca bey nelmilel komisyonda edilen lâfları kâatlara geçirmek işime iki yüz tane eli çabuk daktilo çalışmakta i" miş....
deryasin-
sıkılmadan istatistik-
Gazeteleri açıyorsunuz: lâf... radyoları açıyorsunuz: lâf... Ajans bültenlerine sarılıyorsunz: lâf... Sarı kitap, penbe kitap, kara ki tab, mavi kitab isimli broşürleri karıştırıyorsunuz: lâf.
İnşaat, icraat ve i kaz at .vâdile aklı başında bildiğiniz beynelmilel devlet a-diHmları tarafından yayınlanan kitapları ele alıyorsunuz: yine lâf...
--------------------------
Demokrasi. hıtısr : iyi e :
B^r çeı/rgjç v^lr ty bütün \millet uyandı, Zannetti yrknudan docyucak bir yeni gün var;
Bir çeyrek ~svr sürdü bu kâzâp fecir, efsııs:
Hâlâ d-oğacak bir günü bekler bu ufuklar...
____i* Jf
^Mahammed ve İslâmiyet
I
Kerim Sadi’nin yeni çıkan eseri
■ ın k 50 kuruşluk posta pulu karşılığında adresinize d 5
ül gönderilir. jj
S n
Hem de kuru lâf, hem de boş lâf, hem de kof, hem de valan lâf...
Bana sorarsanız, diş ağrısına evliya nefesi bile, bel sancısına koca karı duası bile, böbrek illetine üfürükçü muskası bile, beşer-riyetin derdine, o kup kuru bon boş lâflardan fazla de" va' olur: Zira beşeriyet ar tık evliya nefesinin kerame tini bile, diplomat hitabe-.inden fazla itimada şayan buluyor. Ve bunun içindir ki, bütün konferanslara, bütün komisyonlara, bütün konseylere sırtını dönerek «dahilek ya resulallah!...» çekiyor, kira dünyanın bu günkü manarasına bakıp ta şöyle düzünımemek, artık hiç kimsenin elinde değildir.
«Harpten ölmedik amma, bu gidişle galiba lâften ö* leceğiz!..
.»
Demokrasi ve Kumar (Baş tarafı 1 de)
Hülâsa bu memlekette va . tanseverlik, milliyetperver
lik mâliye, bütçe, siyaset, parti, her ne varsa hepsi kumar oldu ve büyük bir gayretle bu milleti kumarbaz yapmak isteyenler var.
Başımızdakiler de aşık atıp cuk oturdu, tok geldi diye karar verirler, millet de istikbalini şeş beşe bağlarsa, hükümet de işi altmış altıya bağladı demektir.
i
I
1
I
1
8
Sahife: 4
»■H8KHS-———SSRS—■HHBSHS
26 Ekim 1948
BAŞDAN
— T"1'. »IM—MB
Bozacının kızı
Rursanâme (3):
v v -v -v- -sr ->/• -v -v v v -v* -v v* v .
T İT ®
Bir hikâye yazmak istiyordum. Fakat içim kımıldamadığı için birtürlü yazamıyordum. Yazıp çizdiğim ve sonunda hırsla bu ruşturup attığım kâğıtların haddihesabı yoktu. Az kaldı kendime «ben hikayeci» değilim diyecektim; fakat tam bu sırada içimi o eşsiz alâimisema’nın kucakladığı gündenberi hayalimde yaşattığım Bozacının Kızı imdadıma yetiş ti. Bir deli gibi ona atıldım. Birdenbire şaşırdı, korktu.
Şaşırma, korkma Bozacının Kızı, dedim. Şu anda sen bana ne büyük bir iyilik yaptın bilsem Beni kurtardın. Az kaldı kendi kendime «ben hikâyeci de ğilim» diye iftira edecektim.
Bozacının Kızı, şaşkınlığını ve korkusu geçtikten sonra, başını önüne eğerek, titrek bir sesle,
— Babam öldü, dedi.
— Baban mı öldü .
— Evet, bugün öğle namazından sonra Beyazıt camiinde namazı kılınacak, işin- yoksa sen de gel.
Hikâyeyi, hikâyeciliğimi, herşeyi unutmuştum. Kâğıt ve kitaplarımı toplı-yarak hemen kakt m. Yol dia,
— Üzülme Bozacının kızı, ölüm Allahın emri.-Hepimizin sonu o, diye teselli edecek oldum.
— Bunlar boş lâf, diyerek beni susturdu.
Beyazıt postalın nesinin önünde çok sevdiğim bir şair arkadaşa rastladık. Şa ir arkadaşım Bozacının kızını gıyaben tanıyordu. Bir birlerine taktim ettim. İkisi de ellerini uzatarak,
— Müşerref olduk, dedi-, ı
ler.
Küllük kahvesinden içeriye girerken, şair arkadaşım, eğilmiş kulağıma fısıl diyordu:
*— Hakikaten güzel. Uğrunda ölünecek ve cak kadar güzel. Asık ohır sam karışmam, elinden -alı rım.
— Sus yahu, babası ölmüş.. Böyle şeyler uuşua^ menin sırası mı?.
Bu sırada, köşe başında ki fırında bir gürültü kop tu. Kalın ve boğazdan gel me bir ses,
— Benim hakkımdır, di ye bağırıyordu.
Yoldan geçenlerden sordum. Fırın sahibi pişiricinin tepsi parasına göz koymuş. Pişirici, kalın ve boğazdan gelme sesiyle,
— Benim hakkımdır, diye bağırıyordu.
Sonunda, pişiricinin elin deki kürek fırın sahibinin başında parçalandı. Polisler gelerek pişiriciyi alıp götürdüler. Pişirici kalın ve boğazdan gelme sesijr İp
— Benim hakkımdır, diye bağırıyordu.
yaşana*
(azan: Sabri soran
onu
Ben, kendi kendime,
— İşte bir mevzu daha, dedim, amma önce başladığım bu hikâyeyi bitirmeliyim:
«Bozacının Kızı, dirseklerini masaya dayamış, yaz dıklarımı okumaya çalışıyordu. Fakat eski türkçe ile yazdıklarımı ancak ken dim okuyabildiğim için bu işin içinden çıkamıyordu. Nihayet dayanamiyarak sor du:
— Ne yazıyorsun?.
— Hikâye
r— Mevzuu ne?.
— Sen.
— Yine mi ben?.
>— Yine sen.
— Demek beni o kadai çok seviyorsun?.
■— O kadar çok seviyorum.
— Okusana yazdıklarını Okudum. Canı sıkıldı..
— Babamı oldurmuşsun, dedi. Halbuki o daha çok yaşamalıydı.
— Nasıl olsa birgün ölecek değil miydi?
— Ölecekti amma sen öldürmeme tiydin.
— Öldürmek istemiyordum amma kalemim gayri ihtiyarî o yola sürüklendi. Mamafi, mevcut olmadığın halde .seni, nasıl yaşa tıyor ve knnuşturuyorsam, hikâyeciliğim sayesinde o-nu diriltip tekrar yaşatabilirim.
Bozacının, Kızı kollarını boynuma dolayarak,
ı— Haydi, dirilt de yaşasın, dedi.
Ve ben onu diriltip yaşat tim.
bir sevinç içinde, beni c>p-
Bozacmın Kızı, sonsuz tü, öptü. Ben de onu öptüm.
— Biliyor musun Bozacı nın Kızı, şu ianda benimle alay edenler bulunacak; «bak, bir de realistlik taslıyor. Ölen dirilir mi hiç.?» diyecekler. 'Desinler, bunun la kılım bile kıpırdamaz. İmam olmadığım halde ben yine bildiğimi okurum. On lar hikâyeciliği ne sanıyor?
Sonra ilâve etti:
— Haydi kalk, beş liram var. Avrupada biten harbin şerefine içelim.
— Bozacının Kızı ne o-lacak?.
— Sonra tamamlarsın.
Kalktım. Ayaküstü içilen meyhanelerden birine gittik. Biranın üstüne şarap, şarabın üstüne bira iç tik. Meyhaneden Bozacının Kızı ile beraber çıktık. Bir koluna ben girmiştim, bir koluna da şair arkadaşım..
Pişirici halâ bağırıyordu:
— Benim hakkımdır...
Ben bağırdım:
— Senin hakkındır!..
Şair arkadaşım bağırdı:
— Benim hakkımdır!..
Bozacının Kızı bağırdı: ı— Benim, senin, hepimi zin hakkıdır!..
-— Hepimizin..
— Hepimizin..
— Gel, Bozacının «hepimizin hakkdır» dudaklarını öpeyim.
ı— Öp!... |
Ve öptüm, öptüm».. Sonra, sair arkadaşıma- dönerek,
— Sen de öp, dedim.
Şair arkadaşım da öptü, öptü.. İçimde kıskançlığın [zerresi yoktu.
«•— Nasıl, Bozacının Kızı, ben hikâyeci miyim?..
— Hikayecisin.
------------
fT) 1 İtici hıkt j - 'Tu'iı’du ve Cumhuriyette neşredil' mriştir.
Kızı, diyen
Bursanın şefzadesi ve onun kemik yalayıcılarının bütün gayretkeşliğine rağmen, şimdilik Bursanamenin neşrine devam edebiliyoruz. Bu yazılar, yalnız Bursalı okuyucularımızı değil, başlarında Haşim Işcan ınisiHû valiler bulunan bütün halkımızı ilgilendirir.
I
Otobüsümüzün yağ gibi kaydığı bu asfalt dokuz sene evvel yapılmış.
İşte otobüsümüz Çekirgeden kalktı. Tarihte bir çok defalar Bursanm yağma edildiğini, yakılıp yıkıldığım evvelki mektup tarımda yazmıştım. Roma imparatoru Birinci Jüstinycn devrinde, 526 senesinde Bursa bir kere daha imar edilmiş, ve ozanım Pitiya namı verilen Çek.rgede, sıcak maden ve menba suyu üzerine ilk de fa olarak umum için bir hamam yapılmış. Bu ha-1 mamın yanına da impara-!tor için süslü bir saray inşa edilmiş.. Demek ki bu günkü Çekirge banyoları- oğlu. Zaten bizim Haşimi.n 'nın bin dört yüz yirmi iki
senelik bir mazisi var. j Bak pencereden, şu gördüğün sağdaki güzel ev yok Imu, tam Türk stilindeki
• bina. Aman iyi bak, o bi-na; Bursada numune evi o-■larak yapılmış. Güzel değil •mi, güzel de, ne haltetmek, henfes. Kdşk, köllUk ddlllP
• misler de büvük bir teva-
iskân eylemiş. Pek te iyi yapmış, ooolı canına sağlık. Önda bu beceriklilik, halkta bu sessizlik varken, yine insaflı adammış ki hal kın tepesine çıkmam (ş. Ca mm koca valiye bir nümü ne evini çok mu görüyor-Şarkî sun? Yooo, hâşâ. Bursayı nürnune vilâyeti yapar da, zatıma mahsustur derse, ne haltederiz? Muhalifler diyorlar ki. halktan böyle haksız para toplanır mı?. Haydi toplandı, yapacak başka iş yok mu idi Bursa da da nürnune evi yaptı?. Haydi yaptı, eski konak nesine yetmiyordu. Sen aldırma muhaliflere, dilin kemiği yok ya, söyler el-
de aldırdığı yok. Geçende Bursada Demokrat Partinin gazetesi olan Doğrunun yazdığına göre, Bursa kazalarındaki kaymakamlar da birer numune evi yapıp içine girmişler, ne diyelim, balık kuyruktan kokmaz ki. îmam böyle" ya yapar. Madem onlar da nü mune evlerine girmişler, güle güle sağlıcakla otursunlar. Şimdi sıra nahiye müdürlerinde, sonra muhtarlarda. Yalnız nürnune evi değil, bu memleket bir nürnune çiftliğidir. Allah çiftlik ağalarına keder, ze-
miller de büyük bir tevazu ile nürnune evi demişler. Allah böyle evi cümleye nasip eyleye. Eyleye amma, eylemiyor işte. Ancak Burs,a valisi Haşim İş-cana nasip eylemiş.
Belki aklindadır. Bu binanın dedikodusu uzun za l man yapıldı. Zira bu bina- jval vermesin, nın parası 1 mış. Canım nasıl olur, böy '■le şey olur mu, hangi mem Ilekette yaşıyoruz?
Ren onu bunu bilmem, mirmiş işte. Basbayağı olu-:yuı. Âiaşlm lşc(ni Salması 'diye Bursada hususî bir vergi sistemi"var?' mektubumda bu Salmadan bahsederim. İşte bu salma farın gelirile bu bina yapıl mış.- Hem de halktan alı--nıatf jpnar liraya karşılS ,bir de makbuz veriliyöi-
______________ _______ muş. Görüyorsun ya,jriş Id’ sualler sornıağa mecbur karıunsuz değl*. Bu paafeiloi ıBursayı t. güzelleştirmek i‘ , ’çin toptanmış. Yani halk paraları gönülcükieritıin ri basile vermişler. Sıkı ise * vermesinler. Demek sıkı değilmiş ki, vermişler. Nü ı [mune evi yapılmış ve Bur | u ı i -d
•sa da güzelleşmiş. Eh bu ,vaVe e bu konak Ba-
nürnune evinde ben otura*
, ’cak değilim ya, Eıay Haşim
Bugünkü Necip Fazıl
(Baştamfı 2 İsa mn eh diye bvr
de) faadın bacağını.»
. diyen ve boynuna haçvarî doladığı kadın bacaklarıma taptığım söyleyen Naeıp’ Fazıl, Doğu büyük mış ve lerini yeşil sarıklardan şeriat bay rağını açarak «mukaddes cihad» mı ilân etmişti.
Büyüklük hastalığına müp 'kolan Necip Fazıl, büs~
bu suretle Büyük zaviyesini kurarak ıslam ‘“rolü Öyttâ-eskiden kadm etek-açarken, sonradan
telâ olan Necip Fazıl, büs* Ibutün büyümek,^kncsman-
— Şair -'arkadaşın.’ pıe o' du?.' j
.— Merak mı ediyçrsunr Galiba kul ağıma fıAdadık larını işittin. Dikkat et, şa yet aranızda birşeyüer sezersem... ■ Cinayet Jjdediğiû. böyle şeylerden çıkar..
— Amaaan, bırak şu cinayet lâfını. Hikâyelerde okuya okuya bıktım artık. Bari senin hikâyende okumayayım..»
Ben. bu hikâyeyi bir neticeye bağlamak üzere düşünürken hikâyenin içinde geçen şair arkadaşım geldi. Hikâyeyi ona da okudum.
t— Fena değil, dedi, üzerinde daha durabilirsin. O j müşerref olduk sözünü de Imentü şerhinde, sigara işkaldır, çok bayağı bir söz. ’raf olduğundan ve bir çok
laşmaît için çel? efil, uzun, acayip bir dil kullanıyor ve ıjıeselâ okuyucuları şöy
kalı yorlprdı:
«Gazetedeki yazılarını^ p derece mânalı oluyor ki, biz okuyucular btf şey an* lamıyoruz. Gerçek müslü* manlar açık konuşmayı ve açık yazmayı severler.»
Şeriat ve halifelik için çalışacak bir kadronun rüyası içinde yüzen Necip Fazıla, bu kutbüzzamana, meselâ şöyle dinî meselelerin halli sorulmakta idi:
«Şarkı söylemek ve dinlemek dinimizce haram mıdır?» . «Numan Kurtuluşun Â'
halktan toplan-
sebeplerden haramdır, diyor. Halbuki size haram olmadığını niz.»
îşte
kendi
miyen hali...
Dünya tarihine İstanbu-lun fethi ile yeni bir devir açan Murat camiinin karşısındaki Fatihin içinde büyü [düğü evi ziyaret ettim. Ya-. kın zamana kadar bu ev ba u ı oır jkmasiz, berbat bir halde i-miş. Haşan Âli Yücelin him metile, şimdi bu ev relstore edilmiştir.
I *
ı Koca bir ülkenin sultanı Fatihin evine baktım, bir de şimdiki vali paşanın nü mune evine baktım da doğ rusu utandım. Fatihin evi, Haşim İşcanın evinin yanında, belki bir bahçıvan kulübesi olabilir.
Evvelki valiler, Setb^şın da, zengin bir Ermeniden kalan çok güzel bir konak-.ta oturuverirlermiş. Bir ri-Tvı * İr »-» «i V- t-4 «V « yan İşcanın romatizmalarına dokunmuş. Vali Haşim İşcan Yedi Gün mecmuası na verdiği bir röportajda,
— Benden sonra gelecek valileri de Romatizmadan kurtardım, diyor. Haşim İşcanın sadece bu iyiliği bi le, onun ne işgüzar bir a-dam olduğunu göstermeğe yeter. >
sordum söyledi’
ölen ve tazeleye-
ölmeden rekorunu bir sanatkârın acıklı
4 . , -