Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
HAFTALIK
İKİ YÜZLÜ DEMOKRASİ
-------------------------ojt>--------------------------
Her vatandaş, biri istismarcılığa ve iktisadi köleliğe, diğeri emekçi halk kitlelerinin kurtuluşuna ve millî kalkınmaya elverişli iki demokrasi anlayışından birini t seçmeli ve tuttuğu yolda sonuna kadar yürümesini bilmelidir.
Hafik inkılâpçısı, kurtuluş folunun engellerini yene yene, aidine d id »ne, döğüşe döğüşe, gerçek demokrasiye varılabileceğini bilen adal.rrdır!
]
i
'■


t
i Temmuz 1946 PAZARTESİ
BU SAYIDA
Vasık Balkı? Otibeft günlük hu«IİM*ter
Behçet Atılgan
Kapitalist sosyolojinin psikolojik
tahlili
Asım Sarp Türk vitrinde demokrasi

F. Hikmet
Emekçi kitle ve inkllApçı
münevver
Doğan Ruşenay Haftanın Hicvi
©
Rasih Nuri 11 'Tİ
Demokrasi vc (.'ekı^lnvakyn
W
Sabahattin Ali
Türk milleti yutmıyer
Orhan Kemal llikAye: C'c arkada ■$
/
3*
'7


i
Aziz Nesin Haftanın fıkram
Ne olur
G. F.
Şiir:
Rıfat lig az
Orhan Raşit
SAY!
* 20 Kuruş
ı
( * >
ı
:■
I
Avukat ESAT
Milletimizin tarihi, son günlerin mühim hadiselerini sayfalarına kaydederken, harp son rasının demokrasi mücadelesini yürütmüş olanlarda. gayretlerinin boşa gitmemiş olduğunu görerek az çok bir gönül rahatlığına kavuşmuş oldular. Bir nesil ömrü kadar uzun süren tek parti hükümranlığı merhalesinden yem bir merhaleye. İktisadî ve içtimai hadiseleri anlayış tarzına göre siyasî guruplaşmalar mehalesine geçmek üzereyiz. Sınıflı cemiyetlerin bu zaruri düşünüş, teşki lâtlanma ve mücadele gelişmesini tamamiyle önlemenin, frenlemenin imkânsızlığını isbat e den hadiseler biribiri peşinden sel gibi akmakta dır.
Bu halk kitlelerinin uyanış, kendine geliş ve sosyal mücadeleye atılış hareketidir. Eğer bu sosyal mücadele hareketinde halk kitleleri ulaşmak istedikleri hedefe giden yolu iyi seçemezle! veya rehberlerini seçmekte isabet gösteremezlerse çok büyük zararlara, hüsranlara uğrıvacakla nnı iyice bilmelidirler. Halkın İktisadî ve içtimai kurtuluş davasını yürütebilmek için inkilâpçı v demokratik formülleri bellemek kâfi değildi: Asıl mesele, bu formülleri hayata ustaca tatbik •edebilmektedir. Bu da. milli nayatın ve şartların içinde boğuşmakla. halk kitlelerinin arasında kaynaşmakla^ înkilâpçi Förmullenn tatbik edile ceği İçtimaî bünyeyi iyiden iyiye tanımakla o-ıllr ’
lur.
Yoksa, kuru şöhretlere, kupkuru kelime kaskatı kaidelere bağlanıp eli lücize beklemek inkılâpçılı-amamak demektir, inun engellerini je döğüşe gerdek
ve formüllere, böğründe cnlardan mucize bel ğı ve gerçek demokrasiyi anla
ADİL
demokrasiye varılabileceğini bilen adamdır. Gerçek demokrasiye ve inkılâba sadece gönül kaptırmakla iş bitmez. Ona, dağları dele dele, devire devire kavuşmak gerektir.
İnkılâpçı gayelerimize bizi ulaştıracak yol, hiç şüphesiz ki demokrasi yoludur. Ancak bugün-ki milletler ve dünya nizamı iki türlü demokrasi anlayışı karşısında bulunmaktadır. Bunlardan biri, sık sık faşizm arazı gösteren, zümre üstünlü- -güne, iç ve dış istismara elverişli büyük halk kitlelerinin dünya nimetlerinden faydalanmasına hiç te taraftar olmayan demokrasidir k:. bunun hiç bir inkılâpçı karakteri yoktur. Bu. aksi inkılâpçı demokrasi yoluna sapanların ulaşacakları gaye, milletlere umumi saadet temin edici olmak hususunda çok istidatsız ve kabiliyetsiz bir gaye-di.
İkincisi, insanlara yalnız mücerret haklar tanımanın yetmediğini, hakları kullanma imkanlarının da verilmesini, millet ve milliyet ideolojisinin azlığın değil geniş halk kitlelerinin menfaatlerini temsil etmesini temin eden demokrasidir ki. onun inkılâpçı karakteri sınıflı cemiyetler sistemiyle asla bağdaşamaz. Bu inkilâpçı demokrasi yolu, mağdur ve mazlum halk kitlelerinin, sömürülen milletlerin kurtuluş yoludur. Harplerin, tecavüzlerin, türlü haksızlıkların ve istismarların öniine ancak bu inkılâpçı demokrasi ile geçilebilir.
Milletimizin demokrasi uğruna seferber olduğu şu günlerde her vatandaş gibi istismarcılığa ve İktisadî köleliğe, diğeri emekçi halk kitlelerinin kurtuluşuna ve millî kalkınmaya elverişli iki demokrasi anlayışından birini seçmeli ve tuttuğu yolda sonuna kadar yürümesini bilme) Rur. jf
En İleri Gündelik
Halk inkılâpçısı, kurtuluş yolu yene yene, elidine didine, döğüş>
Siyasi Saba+ı Gazeteci İE R C IE İM
w
Dünyada ve bizde 15 günlük hâdiseler
Düzce müftüsü ve Papa hazretleri

göstererek «şimdilik» kaydiyle, ilk tedbir olarak «Gün»ü müddeiumumîliğe jurnal
Hadise malûm: Düzcenin m ütü efendisi. dini siyasete, yahut siyaseti dine ka-rıştırıvermiş ve bu işi de camide vâz verirken yapıvermiş. Tabiî buiki şeyi birbirine karıştırmanın da düpe düz irtica olduğu malûmdur. Mamafi sonradan kabahatin o kadar büyük olmadığı anla-ildi. Zira müftü efendi ayın onunda istifa etmiş vâzını ise ayın ondördünde vermiş; yani müftü efendi vâz vermek için istifa etmiş.
Fakat işi bu kadar büyütmeye mahal yok... Bize kalırsa müftü efendi bu işte papa hazretlerinden ilham almış olacak.. Zira papa hazretleri de Avrupadaki ve kazara bizdeki seçimlerin arefesinde bütün hıristiyanlara hitaben bir beyanname .çıkararak, onlardan, ideolojileri Hıristiyanlığa aykırı olan partilere, rey vermemelerini istemişti. Bu beyannamenin İstanbul, kili seterinde de Hıristiyan halka okunduğunu
gazetelerden öğrendik.
Doğrusu eğer müftü efendi, din ile siyaseti karıştırma bakımından, memleketimizde cami ile kilise arasında büyük bir fark bulamamış ise kusurunu mübalağalan-dırmamıza sebep yoktur.
Pek samimî bir itiraf!
Tanin gazetesinde meşhur başmuharrir H. Cahit Yal'çın’ın açmış olduğu «okuyu cu ile hasbıhat» sütununa epeyi bir müddet ten beri rastlayamamaktayız. Doğrusu, eğer üstad okuyucularını bu sütundan mahrum etmeğe karar verdiyse yerden göğe kadar hakkı vardır. Zira okuyucuları arasında pek muhterem üstadı tahrikçilikle itham edenler gibi ne de olsa nezaket sınırlarını
aşanlar olduğu gibi üstadı kötü durumlara düşüren muzipler de eksik değildir. Meselâ bunlardan bir tanesi. Tanin başmuharriri? ni, kendisini mağrur ve ütekebbir zanne
denleri afallatacak kadar samimî ve safi -
yane bir cevap vermeğe mecbur etmiştir: Okuyucu, kendisinden şunu sormaktadır: İktisadî bir neforma şiddetle ihtiyacımız olduğu bir zamanda üstad , acaba neden memleketin İktisadî yaralarına hiç temas etmemektedir? Cevap hakikaten sürprizli dir: Meğer Tanin gazetesinin dünya çaptın daki başmuharririnin, ne yalan söylesin İktisadî bilgisi yokmuş, bilmediği, anlamadığı bir sahaya kanşmak ise âdeti değil miş!
Amerikada gazeteci yetiştiren kursların programında İktisadî bilgiye lüzumundan fazla yer verilmesi, bir başmuharririn mut-— 2 —
laka iktisat ilmine vakıf olması icabettiğinı göstermez ya!
Fakat samimi olmanın daima bir faydası vardır, meselâ: İktisadî esaslara da yanan «Marksizm» gibi ideolojilere her cephede şiddetle hücum etmekten bıkıp u-sanmayan üstadın, bir gün gelip İlmî cep heden de hücuma geçmesini bekliyen okuyucuları artık intizardan, kurtulacaklardır.
Gene 4 aralık
Mahut 4 aralık hadisesi uzun zaman danberi unutulmuş gibiydi. Bunun ebediyen unutulması hayırlı olurdu ama ne çare! Matbaa ve kütüphaneleri tahribetme, kitapları imha etmek hususundaki başarılarından dolayı takdir ve taltiflere garkedi
tenlerin kabadayılık damarları uzun müddet sükûnet içinde duramazdı ya! İşte gene zırt zırt kabarıveren mahut «millî hassasiyetleri!» galeyana başlamış.
üniversite talebesinden beş genç, 4 aralıktaki arkadaşları hilâfına adâlet cihazına karşı hiç de hörmetsiz olmadıklarını
Gündelik siyasî sabah gazetesi
Size her aün tanıdığınız ve sevdiğiniz
Demokrat muharrirlerin yazılarını
sunacaktır.

Anadolu
Mk ,x |
Sigorta
S Şirketi
Her nevi sigortalar
etmekle iktifa ediyorlarmış ne diyelim, allah. kanun tanımayacak kadar milliyetçi olan duyguların dosdoğru faşizme götür -düğünü anlamayanların taksiratını affetsin!
Diğer taraftan «Üniversiteli» dergisinde de mahut nümayişin bir sürü serseri tarafından değil, pek âlâ üniversiteliler tara fından yapıldığı kat'iyetle temin edilmektedir. Mamafi biz bu gençlerle anlaşabiliriz: Millî duygularının son derece hassas olduğunu iddia eden bu delikanlılar, örfî idare mıntıkası dahilinde millî kanunları istihlaf ederek âsâyişi ihlâl eden ağır bir suçun faillerini bu kadar kat'iyetle biliyorlarsa, bunları ihbar ederek Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına hürmet hissini takviye etmeyi ve bu hususta tahkikat açmış olan adlî makamlara yardım etmeyi de millî bir vazife addetmeleri icabetmez mi?
Harp nostaljisi
Amerikada çıkan «Reader’s digest» dergisinin son sayısında pek şayanı dikkat bir makaleye rastladık; muharrir kendi kendine soruyor: »Acaba hakikaten harpten nefret ediyor muyum?» Vicdanının derinliklerinde bu sualinin cevabını arayan muharrir işte bu sırada atom bombasından sonra en mühim keşfi yapıyor: Hayır diyor, hayır!.. Harpten hiç de nefret etmiyorum! Bu harpte döğüşen insanların harpten istikrah ettiklerini söyler dururuz ve kendimizi samimî zannederiz halbuki bu kat’iyen doğru değildir...
Daha şimdiden harbin hasreti ile yanmaya başlayan muharrire göre: Sulh zamanında birbirinin gözünü oyan insanlarda hasreti, ancak silâh arkadaşlığında yaşayabildikleri hıristivan kardeşlik duygularını unutamadıklarından doğmaktadır.
Allah saklasın, bütün hıristiyaniar da ayni hasreti duymağa başladılarsa. ve hele harpten sonraki seçimlerde bazı yerlerde Hıristiyanların pek ziyade velvele ile ilân edilen muvaffakiyetleri bu hasretten ileri geliyorsa hiç de hayra alâmet sayılmaz.
Mamafi muharrir hiç de o kadar insafsız değildir. Hıristiyan kardeşlik duygularını tekrar yaşayabilmek için şimdilik yeni bir harp tavsiye etmek niyetinde değil... Ancak, diyor, vazifemiz gayet basittir: «Sulh zamanında da harp zamanında yarattığımız tarzda bir dünya yaratmamız lâzımdır.» Muharrir müsterik olsun. Kendisi gibi iyi hıristiyanlann bu, hususta vazifelerini büyük bir muvaffakiyetle başarmakta olduklarını temin edebiliriz.
Ülkesi halkını, ülkesindeki azlıkları, işçileri ezmek ve komşu milletleri esareti altına almak gayesini güden doktrin faşisttir
Malûmdur ki, kapitalizm kelimesini ilk defa Marks kullanmıştır; ve bugünkü İçtimaî devre nizamına tahsis etmiştir fakat bu kelime o derece taammüm etmiştir ki, hemen bütün Burjuva içtimaiyat ve ikti satçıları da bunu benimsemişlerdir. Marks, kapitalist sosyetenin, kapitalist ekonominin hususiyetlerini uzun boylu incelemiştir. Fakat bu inceleme ve bir sonuca bağlama keyfiyetleri kapitalizmin emperyalist safhasına kadardır. Emperyalist safhasını Marks metodile Lenin incelemiştir. Bu itibarla kapitalist sosyetenin emperyalist safhasına takaddüm eden devresini Marks'dan ve kapitalist sosyetenin emperyalist safhasını Leninden dinlememiz lâzımdır:
Marksizme göre her İçtimaî düzen üç esaslı devreyi ihtiva eder ki bu esası kapitalist devreye tatbik edince şöyle bir durumla karşılaşırız.
1 — Teşekkül devresi: Yani Derebeylik İçtimaî nizamında Burjuva sınıfının gelişmesi ve bir Kemmi teraküm devresi; kapitalist devrede 'bu çağa Marks var kapitalistmiş - kapitalizmin birinci devresi adını verir. Bu devrenin idealoğu Doktor Quesneydir. Kurduğu İçtimaî meseiek’in adı Fizyokrasidir.
2 — Yükseliş devresi: Derebeylik'in tasfiyesi ve 'burjuva sınıfının mutlak olarak iktidarı ele alması bu devreye Marks Hoek kapitalismus adını verir. Bu devrenin ideoloğu Adam Simit’dir. Kurduğu İçtimaî meslek Klasik Ekonomi politiktir.
3 — Sukut devresi: Kapitalist cemiyetin mezar kazıcısı olan işçi sınıfının kuvvet ve kudret kazanması ,ve sosyalizmin inkişafı çağıdır. Bu çağda, kapitalizmin emperyalist devresidir. Bu devreye Marks ye-tişememiştir, bu devrenin hususiyetlerini yukarda işaret ettiğimiz gibi Lenin vermiştir.
Kapitalist devrenin hususiyetlerini Marks (Mukaddes aile yahut Alman ideolojisi) adlı eserinde madde halinde tasrih etmiştir. Bizde bu eserdeki hususiyetleri esas tutarak kapitalist sosyetenin karakteristiklerinin başlıcalarını verelim:
I----Kapitalist cemiyet Endüvidüalis-
tir: kapitalist cemiyette her koyun kendi bacağından asılır, herkes mukadderatını kendisi tayin eder. Halbuki Derebeylik cemiyeti böyle değildir. Burada farklı hodgamlık yoktur. İmarethaneler, çeşmeler, yetimhaneler, kervansaraylar bir kelime ile Hodgamlık yerine diğergamlık kaimdir. Derebeylik nizamında Ferd değil bir
zümre mahkûm edilir. Netekim. Mitolojide; Firavunun gördüğü rüyayı tefsir eden kâhinler, Musanın bilmem hangi senede dünyaya gelip krallığı batıracağını söylemeleri üzerine Kral dünyaya gelen bütün erkek çocukları imha etmişti. Keza bir hırsızlık vukuunda hırsızlığı yapan bütün köylüler imha edilirdi.
2 — Kapitalist cemiyet rasyonalisttir, halbuki ondan evvelki devirlerde batıl itikatlar hüküm sürerdi. Kapitalist cemiyette, rüyalar, fallar, tabirler, muskalar, dualar değil aklın zihnin hakimiyeti esastır.
3 — Kapitalizme bağlı aile; kapitalist cemiyette aile muayyen Kasd’lara göre kurulmaz, paralı olan istediği ailenin kızına talib olabilir; halbuki kapitalist cemiyetten evvel aile soy adına bağlıydı; âsit soydan olmayan bir genç, âsil soydan bir aileden eş tutamazdı. Bununla beraber Derebeylik çağının bu âsalet iddiası en kuvvetli bakiyyelerile Prusyada Yunkers'lerde yaşamaktadır.
4 — Kapitalist cemiyet, hürriyetçidir, serbest rekabet üzerine müessestir. Kapitalist cemiyetten evvelki sistemde bu hususiyetler yoktu; orada muayyen merhaleler hüküm sürerdi. Çıraklık, kalfalık, ustalık ve nihayet kâhyalık... gibi Korporasyonlar rejimi Derebeylik cemiyetinin bir hususi yetidir.
Kapitalist cemiyetin bu hususiyetleri kapitalizmin ilk ve orta merhaleleri devresine aittir. Emperyalist çağda kapitalist sosyete bu hususiyetlerini kaybeder. Serbest rekabet yerine Monopal, Liberalizm
HİCİV TARİHİ
Mehmet Akif İSTİBDAD
Otuz milyon »hali iiç şakinin böyle mahkumu Olup çeksin hiikûmet namına bir barı meşumu Utanmaz mıydınız bir soyanlar zailinle mahkûmu Sis ey insanlık İst İdadin m dünyada mahrumu. Somlardan da a tiksek tuttunuz bir zilli mefhumu.
O birkaç hime halkından cl haine i ra ne bir devlet Çıkarmış, bir zaman dünyacı lerzan eylemiş millet Zaman aelsin de gdroüu böyle dünyalar kadar zillet Otuz üe yıl devam etsin basından zitmesiu nikbet Bu bir ibrettir amma ulmayaydık böyle hlz İbret
Semapeyma iken rayatınuz tuttun zelil ettin Mefahir bekleyene abadı evlâdı hacll ettin Ne Ali kav m idik huyfa ki sen geldin sefil ettin Rezil olduk., sen ey kâbus hnnn sen rezil ettin,
yerine faşizm, parlemento yerine parti gurubu, Rasyonel tefekkür yerine kana dayanan tefekkürile (Biyolojik tefekkür) baş gösterir. Buna göre burjuvaları iki guruba ayırmak mümkündür.
1 — Müterekki burjuva veya akli selim burjuvazisi; bu burjuvazinin tipik mümessili Volter'dir. Bu itibarla Volterin adına izafetle Valterci burjuvada denebilir. Bu burjuvalar rasyonalisttir; Ferdiyetçidir, cemiyetin inkişafını ameleyi ve diğer ırk'dan olan insanları istismardan evvel teknik'i ilerletmeyi ve tabiatı daha fazla istismar tutarlar.
2 — Mürteci burjuva veya faşist burjuva; bu burjuvalar kralcıdır. kancıdır, Millî hâkimiyetin düşmanıdır.
Teknik'î ilerletmekten evvel. diğer ırk'dan olan insanları ezmek, işçiyi daha fazla istismar etmek gayesini güderler. Takdir edilir ki bu burjuvalar kapitalizmin nihai devresi olan Emperyalist çağda baş gösterirler. Halbuki, dünya, bu burjuvalara kalsa insanlık karanlık devreye girecektir. Buna mukabil gelişmekte olan işçi sınıfı ve müstemleke halkı bu mürteci sınıfı ortadan kaldıracak kemmi ve keyfi bir kudrette olduğunu ikinci dünya harbinde göstermiştir. Barbar faşistleri Sitaling-rad ve Elalemeyn önünde param parça etmek suretile bu burjuvaları yok etmiştir.
Bu Monopolcü burjuvazi şüphe yok ki her ülkede ayni derecede inkişaf etmiş değildir. Bu itibarla bu karakterlerini her yerde ayni derecede göstermezler. Yaıfl mahiyeten bir fakat kemiyeten muhteliftir .
Meselâ; Almanya ve Italyada bütün melaneti ile ortaya çıkan bu Monopolcü burjuvalar (yani faşistler), Romanyada (Gardist), İspanyada (Falanjist). Fransa-da (Ateş Haç), Türkiyede (İrkcı-Turancı-Türkcü) kisvesi altında ortaya çıkmışlardır.
Nihai tahlilde bir Doktirin ki, ülkesi halkının saadetini, ülkesindeki azlıkları, işçileri ezmek ve komşu milletleri esareti altına almak gayesini güderse o Doktirin ta-mamile faşisttir. Türkiyede Irkcı-Turancı-Türkücülükde bu hassa mevcud olduğu i-çindir ki ona faşist damgasını vurmakda ilmen bir mahzur yoktur. Yukarda işaret et ligimiz gibi bu faşistlik Almanya. İtalya, Japonyada olduğu gibi aynı karakterde değilse de mahiyeti itibarile budur.
Behçet ATILGAN
— 3 —
Türk Şiirinde Gelişme : 3
Türk şiirinde hakikî demokrasinin ilânı
Nazım Hikmet, Türk şiirine inkılâpçı realizmi getirmiş ve halkçı sanatın mümessili q|-muştur. Nazımdan öncesine kadar "Şiirin başladığı yerde şuur susar"dı. Nazım şiirin bir şuur işi olduğunu isbat etti.
Yetkinler, Tunç'lar, Ataç, Artam ve gayrihümler sözü myabana ilmileştirilen fosilleşmiş sanat anlayışını, iktidarın bahşişlerinden hissemend olan kısır idrâkli, cüce görüşlü menfaat düşkünlerinin son sanat konağıdır. "Fildişi kule" sinde oturanlara karşı nefret gittikçe artmaktadır.

Nazım Hikmet» bugün Fransada anlaşılan bir realiteyi en ez 20 yıl önce anlamıştı Ve bu anlayışı sayesinde Türkiye hudutları dışında dünyanın en büyük birkaç şairinden biri olarak alkışlanmıştı.
Yazan: Asım SARP
Türk şiirinde esaslı gelişrae-fikir ve şekil bakım'ndan - birinci dünya savaşından sonra başlamıştır. Sanatın sosyal vazifesini şuurla kavramak ve bu vazifeyi şuurla başarmak şerefi edebiyatımızın en kuvvetli sanatkârına nasib olmuştur. Bu sanatkâr diri ve ileri fikirlerin kahraman mücahidi Nâz'm Hikmettir.
Nâzım Hikmet edebiyatımıza ne getirmiştir ve şiirimizde neyi temsil etmiştir?
Şimdi bu soruyu cevaplandıralım:
Nazım Hikmet Türk şiirine inkilâpçı realizmi getirmiş ve halkçı sanat'n mümessili olmuştur. Diyalektik materyalizme dayanarak en ileri cemiyet anlayışına uygun bir. şekilde edebiyatın sınıf edebiyatı dış'n-da mevcud olamıyacağını hayk'rmış ve kendi sınıfının dâvasın^ düşmanlarını bile hayran bırakan bir kuJretle müdafaa etmiştir. Nâzım, ezilenlerin. ızt'rab çekenlerin, «topraktan, ateşten ve demirden hayatı yaratanların» şairi olmuştur.
• Nâzım materyalisttir. Hayatın akış halinde olduğunu, tezadların çarp'şmasiyle tekâmülün gerçekleştiğini bilir. Sükûnu reddeder. Eserleriyle bize «akar suya kilid vurulamıyacağını» öğretir.
Nâzım dan öncesine kadar «şiirin başladığı yerde şuur susar» dı. Halbuki Nâz’m, şiirin bir şuur işi olduğunu isbat etti, şairin hayâlden ve rüyadan dem vuran, «tab-ı-şâiranesi» iktizası mısralar sıralıyan bir yari deli olduğu zehabını yıktı ve şiirle mvs-bet ilimlerin kolkola yürümesi zaruretini belirtti. Nâzım Hikmet'e göre «Entelektüeller, sosyal hayatın katlarında bir apartı-manın merdiveni gibidirler. Hangi kata düşüyorlarsa orada oturanların pisliğini, temizliğini gösterirler.» (1) Şair de aydınlar dediğimiz bilgililer zümresinden olduğuna göre onlar da içinde bulundukları a*nı-fm her türlü ıztırablannı. neşelerini, sosyal ve ekonomik durumlarını tesbit edecektir. Ve şair kendi aşk1, kendi saadeti. — 4 —
kendi felâketiyle uğraşmıyacak, kütlenin nabzı, şairin mısralarında atacaktır. Çünkü ferd «milyonların milyonda biri, bir sıra neferi» dir. Bu bakımdan kül halinde «a-şağı tabaka denilen cemiyetin muharrik kuvvetini . muhtelif bakımlardan - ifade etmek lâzımdır. Esasen Nâzıma göre; bir şairin muvaffak olabilmesi, içinde bulunduğu maddî hayatı yazılarında sanatkârane bir şekilde aksettirme derecesine bağl'dır. Realiteden kaçan, marazi bir sahada boca-lıyan, mevzularını kendi çevreleri dışından alanlar, her ne marifet gösterirlerse göstersinler, saman alevi gibi çabuk sönmeğe ve iz bırakmamağa mahkûmdurlar. Çünkü gerçek sanat, hayatı aksettirebilen sanattır. Bu sanatın kadrosu içinde herşey vardır: sosyal muhitin karakteristiği, sınıf ihtilâfları, zaruri mücadeleler, zaferler, yenilgi ler, psikolojik tezahürlerinin her türlü çe şidiyle insan.. Bütün bunlar öylesine yazılmalı ve anlat'lmalıdır ki. maddi ve ruhi gerçekler hakkında okuyucu yanlış istikametlere sürüklenmesin Nâzım, hakikî sanatın ne olduğunu bütün ayrıntılarına kadar çok iyi bildiği için şiirlerinin hepsinde bu gerçekler modern bilim kollar'ndan hiç birisiyle tezade düşmemiştir. Nasıl tezada düşsün ki. Nâzım «kendi sosyal sınıfı muhitiyle tezad halinde» (2) değildir. Ve bu bakımdan da müdafaa ettiği sanat parolası. sanat gaye için, sanat cemiyet içindir. «Sanatı cemiyet içinde aktif bir müessese olarak anlamak, sanatkâr' «insan ruhlarının mühendisi» olarak görmek demektir.
«Fikir, sanat âlemiyle cemiyetin içtimai değişiklikleri, hareketleri arasında sıkı bir münasebet vardır. Daha doğrusu cemiyetin maddî temelleri onun sanat, felsefe gibi fevkani müesseselerini tayin eder. Bilmukabele bu «fevkani müesseselerin» de temel üzerinde teşkilatlandıran, kem mi tesirleri vardır.» (3) Nâz'mın bu görüşünü yine kendi fikirleriyle açıklıyalım:
«Madem ki her eser muayyen bir insanin eseridir, ve madem ki her insan muayyen bir İçtimaî, İktisadî ve harsî (kültürel) muhitin içindedir, o muhitle müsbet veya menfi münasebettedir. Bu halde her eser kendini yazanın muhitini, o muhitle olan münasebetini ister istemez ifade eder.
İşte muhtelif muharrirlerin herhangi bir ruhi, içtimai hadiseyi muhtelif surette aksettirmelerinin sebebi budur.
Muharrir herhangi bir hâdise karşısında tam mânasiyle bitaraf, afakî olamaz. Kara toprağ'n tesirinden kurtulup havada yaşamak hiç kimseye müyesser olmamıştır. Hayatın gıllü gîşından azade, kendi ruhlarının âleminde; yükseklerde yaşadık-lar'nı iddia edenler çok komik bir vaziyete düşerler; çünkü bu göklerde yaşıyan efendilere biz kara toprağın sakinleri aşağıdan bakınca pantalonlannın arkasındaki bütün kirli yamalan görürüz.
Bize diyebilirler ki; aşk, hastalık, ölüm korkusu gibi sırf enfüsi olan ruhî haletleri tetkik edip yazan muharrirlere, hatta bu hâdiselerde yalnız kçndi içlerini tahlil eden yazıcılara ne buyurursunuz? Bunlar yalnız kendi kendilerini dinlemiyorlar mı? Bunlar karatoprağın çamurundan uzak değil midirler?
Biz buna cevaben deriz ki: Aşk telakkisi, hastalık, ölüm korkusu vesaire herkeste ayni değildir. Muhtelif yazıcılar aşkı muhtelif surette telakki etmişlerdir. Muhtelif insanlarda ölüm korkusu muhteliftir. Bunun da sebebi onların muhtelif harslara (kültürlere), muhtelif muhitlere mensub olmalarıdır. Musset'nin aşk telâkkisiyle Bodlair in. Puşkin'in, Mayakovsky'nin, Tolstoy’un... aşk telakkileri arasında muazzam farklar vardır.» (4)
Bu son derece açık ve kuvvetli izaha rağmen, hatta dünyanın en ileri sanathâı-larının beynelmilel olabilmeleri bu anlayışla eser vermiş olmalarından ileri gelmiş-(Devcam 9 «nou sayfada)
Yeni gelişmeler içinde
-------O® o-----
Emekçi kitle ve inkılâpçı münevverin önemi
Cemiyetler kanununda yapılan tadilat ve sınıf esası üzerine partilerin kurulmasına müsaade edilmesi artık açıkça şunu is-bat eder ki. kendi kendimizi ('imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kütle >. olduğumuza inandıracak romantik devirler geçmiştir. İktidarda olan parti, kendi sınıf menfaat larını korumak için diğer bir sınıfı zaruri olarak nasıl istismara mecbur ise, ezilen sınıf da. kendi haklarını korumak ve istismarın boyunduruğundan kurtulmak için harekete geçmeğe mecburdur.
Uzun bir sükût devrinden sonra açılan bu siyasi, iktisadi ve sosyal mücadele devri ne yazık ki, emekçi kitleleri yine teşkilâtsız denecek kadar birlikten mahrum, yine tecrübesiz olarak yakalamış bulunuyor. İktidardakilerin bu zaaftan istifade ede çeklerini lüşünmemek pek safdillik olur. Fakat, bütün fırsatlardan istifade etmek suretiyle bir kuvvet olarak belirebilmek için daha hâlâ beklemek gafletine uğranılacaksa, itiraf etmeli ki. münevver geçinenler, bir gün gelip proletarya davasını geciktirmek suçuyla itham edileceklerdir.
Münevver sınıfın, kurtuluş davasında böyle passif bir durum almasının sebebini meydana vurmak gayet basit bir mes'elc-dir. Biz bunu herkesin dikkat nazarına ar-zetmekle devamlı bir hatayı baltalamak doğru yolu göstermek isliyeruz. Lâkin daha evvel belirtilmesi gereken nokta şudur ki. buradaki münevverden kasdımız İnkılâpçı münevver olup, burjuva münevveri ile alâkamız yoktur. İnkılâpçı münevver demek, proletaryanın marksist davasına hizmet eden münevver demektir; bunun dışında kalan kısım burjuvaziye aittir. Kültürün de ancak inkılâpçılık karakterini ha iz olmasını ister, ne burjuva kültürünü vr ne de, hatta inkılâpçı münevverin kafasın da kalabilen bu kabil kültürü kabul ederiz; hepsi burjuvazinin olsun, doya doya öğre nip oğünsünler; bunda proletaryanın gözü yok .. Bizim kültürümüz, ne mücerret ve metafizik, ne de değişmez bir kalıptır; bizim kültürümüz. İçtimaî ve politik mücadelenin. inkılâpçı hareketin edebi bir ifadesidir.
Malûmdur ki. her insan bir mes eleyi mütalaa ederken, görüş zaviyesi sırf kendisine mahsus, yani bitarafane değil, men-sub olduğu sınıfın kıymetlerine göre teşekkül eder. Demek oluyor ki. herhangi bir kimseden şu veya bu mes’ele, şu veya bu hadise hakkındaki düşünceleri sorulduğunda. alınan cevap, o şahsın mensub o!
duğu sınıfın görüşünden, o sınıfın menfaatleri iktizası, mes’elenin karakterine göre, icabında o sınıfın müdafaasından ibarettir.
Yukarıda işaret edildiği üzere. Türk işçi sınıfı henüz teşkilâttan mahrum, kendi menfaatini idrak edemiyecek bir durumdadır. Buna sebep olarak, ağır sanayiin henüz gelişememesi yüzünden kesif işçi muhitlerinin meydana gelemeyişini ve asıl, münevver zümrenin lâkaydisini gösterebik-riz. birinciden ziyade ikinci mes ele bizi alâkadar etmektedir; zira inanıyoruz ki. ağır sanayiin inkişaf etmemiş olması, proletarya inkılâpçı hareketi üzerinde nazım bir rol oynayamaz, bahusus Türkiye gibi bir memleket olursa. Yine inanıyoruz ki, bu ileri hareket memleketimize has şartlar içinde muvaffak olabilir; yeter ki. çalışan kitlelere sınıf şuurunu aşılayabilecek olan inkılâpçı münevverler faal bir rol oynayabilsinler. Bu sön noktaya lâyıkı veçhile e-hemmiyet vermek lâzımken verilmiyor, inkılâpçılık biı maske gibi kullanılarak herkes gününü gün edip, ütopik hayallerle avunup gidiyorlar. Bilinmeli ki, beklemek ve istemek birşey kazandırmaz; kazanmak için çalışmak, yorulmak ve mahrumiyetlere katlanmak gerektir. Bugüne kadar yapılan her ileri hareket böyle kahramanlıkların ibretamiz destanlarından ibarettir. Bizim münevverlerimizin işte bu noktada kusurları nelerdir? Vereceğimiz cevap, öyle sanıyoruz ki otokritikten asla çekinmemeleri gereken münevver zümreye bir hatırlatma olur ve yapılan hatalar düzeltilerek, inkılâpçılık karakteri, bütün çıplaklığı, bütün şecaati île kendilerinde belirir. Kendi kendimizi tenkidden yılmak için ancak burjuva tarafımızın kuvvetli olması gerekir; halbuki biz, kendisiyle mücadele ettiğimiz sınıfın karakterlerinden bir an evvel kurtulmak zorundayız, aksi takdirde, ne bizden bir inkılâp beklenir, ne de, asırlardır zulmün yumruğu altında inleyen halkımız için bir kurtuluş, bir ümid kapısı açılabilir.
Fa'krüzaruret ve sefâlet içinde yaşayanları olduğu gibi, daha ziyade münevverlerimiz bir burjuva hayatı yaşamakta-
GERÇEK
Demokrasi yolunun kılavuzu, Türk milletinin qözü, kulağı ve dilidir.
dırlar. Kafaları nasıl çalışırsa çalışsın, nasıl düşünürlerse düşünsünler, davalarında müf rit denecek derecede samimi olamadıkça, burjuva hayatının nimetlerinden kendilerini kurtaramıyacaklar, mecburen inkılâpçı münevver vasfını bir şeref maskesi olarak proletarya davasının zararına taşıyacaklardır. İşte bizim mücadele etmek istediğimiz tip budur. Proletaryanın kurtuluş davasına açıkça düşmanlık eden burjuva veya burjuva özentili muhaliflerimizin zararından ziyade, bu tipteki dost görünen düşman lardan zarar gelecektir.
Şu halde yapılacak şey nedir?
inkılâpçı münevverin marksist literatürü tam manâsiyle öğrenmek mecburiyetinde olduğunu kabul etmek bir zarurettir. Fakat buna o. biı kütüphane faresi olmak için değil, bir aksiyon ve bir hareket adamı olmak için mecburdur. Zira, bir münevver idrak etmelidir ki. proletarya inkılâbını yapmayan her millette olduğu gibi, kendi milleti de. hakim sınıfın istismarı ile derisini soydurmaktadır; fakat vaziyetin vahametine rağmen, zülmetin duvarları çatlamış, aydınlık serpilmeğe başlamıştır. Yapılacak şey, bu duvarı tamamen yıkmak, hudutsuz bir aydınlık aleme çıkmak olacaktır. Şu halde inkılâpçı kültüre sahip olmak demek, halk kitlesinin şuursuz kaynaşmasından istifade ederek, onda sınıf şuuru ve birliği yaratan bir teşkilât kurmanın zaruri olduğu kanaatini uyandırmak, kafa ve kol işçilerinin birleşmesini temine çalışmak demektir. Kısacası, inkılâpçı münevver, emekçi kitle ile kaynaşmak ve sa dece sözle değil fi len de onun kurtuluş davasına hizmet etmekle mükelleftir.
Halkçı münevver, ilmi lâfebeliğinden, neticesiz ve boş münakaşalardan kaçınmalı, bilip öğrendiklerini, kıymetine baha biçilmez bir cevher gibi fildişi kakmalı müzeyyen kutusunda saklayan burjuva münev ver taslaklarından uzaklaşmalı. hülasa, halka cemiyetin diyalektiğini öğretmeli ve içtimai inkılâbın kaçınılmaz bir zaruret olduğunu anlatarak nazariye ile ameliyeyi birleştimıelidir.
İşte bu noktalara dikkat etmekle münevver. devlet otoritesinin tazyikinden sakınmak için, başını kuma gömen devekuşu gibi bütün cephesiyle avcıya hedef olmaktan kurtularak, halkın dadasını müdâfaa ettiği sırada karşısına çıkacak olan engelleri yıkmayı öğrenecek, emekçi halk kitlesinin kurtuluş savaşında aktif bir rol oynayacaktır.
F. HİKMET
V
r-âiranın Hicvi :
»
ESİRLER
DEMOKRASİ ve
BUKALEMUN
IV
Doğan RUŞENAY
Ve Bukalemun kendini İttihat ve Ta-rakki dalaveresini hiç aratmayan, İttihat ve Tarakki II nin içinde bulunca gözleri sevinç le parladı, cebleri hayvanı bir iştihayle esnedi.. «Memleketin selâmeti» böyle icabet-tirdiği için de Bukalemun altına otomobil, kasalarına sterlin, iskeletine koltuk, mazisine sünger çekti.. Madem ki memleketin selâmeti ancak şahsî istikbal garantileri, ferdî menfaat temelleri, koskoca muhkem kaleler elde edildikten sonra ağza alınır nesnedir... Şu halde her muhitin rengine bürünen orman hayvanı da bu çok asıl ülküye hizmet edebilecek hale gelmeyi iştiyakla istemekle haklıdır. Ona yanaşır da «peki zatı bukalemunları ki şecaat arz ediyorlar niye inkilâp kartalı ve büyükler büyüğü Ata İttihat ve Tarakkinin size ihsan ettiği, üzerlerinde iskeletinizi sürüklediğiniz bastonları kafanızda parçaladığı za man kahramanlığınızı göstermediniz de yıl larca sustunuz,» diye bir sual sorsanız hiç şübhe etmeyiniz ki o size yine: «çünki mem leketin selâmeti böyle ic^bettiriyordu» diye cevap verecektir.
Dostlar imdad ediniz! Ey Atamın hatırası imdada koş! Bakınız, bakınız. Bukalemun yani Atatürkün istiklâl mahkemes.-ne çıkardığı mahlûk inkilâp neslinden gençlerin imzasile kendini müdafaa ediyor! İşte inkilâp neslinden bir kaçı istiklâl mahkemesinin mahkûmunu müdafaa ediyor! İnkılâba suikast yapılır ve Bukalemun memleketi menfaatlerine peşkeş çekerken biz Atanın hatırasına yemin edenler aslâ susmayacağız.. Senin gözlerinle beraber ey büyük Ata inkılâbın kapıları dar. Bukalemun gibilerinin işe karışmasıyle kapandı.. Bak şu ihtilâl ve inkılâp memleketinin yürekler acısı haline.. Hepsi de aynı kafada olan bir sürü küçük adam senin büyük inkılâbını menfaatin o çürük dişleriyle kemiriyorlar.. Ve daha şimdiden Bukalemunların uşaklık edip, memleketi fellahlar, müstemlekeciler ve saltanat, meşrutiyet ar-tıklariyle doldurdukları; tekme.
• yıktığın sarıkların kurduğun parti camilerde vaz etmeğe kalktığı bir da eyi tarihimizin en dehakâr yı teşem yumruğuna ne kadar var?
Bugünki manzara yalnız korkunçtur da: Tarih bir mahkı lemun bir sanık 2,5 inkılâp genci (!) onun avukatı, müdafaa şahididir.
Eğer senin yolunda yürüyenler olmasaydı, eğer bu büyük millet senin dehânla meşbu bulun masaydı Bukalemun gibileri memleketi bir daha satacaklardı. Bugünkü kavga senin yolunda yürümek istemeyen-— 6 —
tokatla namına zaman-ıldızı, muh ihtiyacımız
hazin değil teme. Buka-
Bir sabah dünyayı düşündüler Son defa;
Gözleri kapak, abnlan açık. Karısının dilendiğinden habersiz Şarkı tutturdu birisi Toplarımız, tüfeklerimiz’ dîye. Bir başkası eti salladı güneşe. Omuzlan çökmüş birisi Yumruklarım sıktı...
Yürüdüler...
Çamur diz boyu, Derd gök boyuydu. Bir duvarın önüne dizildiler;
Gözleri kapalı Abnlan açık
Ertem HARZEM
RAYLAR
Raylar, hatıralardan uzun,
Bir katar boyu;
Kıvılcımh ve keskin raylar!
Size dostlardan,
Sizden dostlara selâm.
Bir kere bakıp,
Bin kere kahırdan uzak
öyle ferah.
öyle içli
Bir kalb ile ümitliyiz ki;
Sanki, Jıerşey bizden yana.
Siz ey! bahtın sevinçli yolcular»;
Bu yurt,
Bu katar
Ve yerde yıklınınlaşıp Uzayan bu raylar;
Ve Şşu gördüğünüz pistonlara bağlı
»-I__l-l-l--
ı eKvrjıvK reı,
Hepsi sizin,
Hepsi buharlanmış emeğinizin. Ve bir yerde ağlatıp,
Bir yerde güldüren
Yarınki sevinçinizin.
Yarınki sevinçe doğru, Seyırtin!
Ey hatıralardan uzun.
Bir katar boyu,
Kıvılcımh ve keskin raylar! Size dostlardan, Sizden dostlara «elam.
N. BİNGÖL
lerle, o yolu devam ettirmek isteyenlerin kavgasıdır. Lanetle dolu Bukalemun senin kendilerine inkılâbı emanet ettiğin gençleri peşinden sürüklemek isterken ve «Üniversiteli» köy imamları yetiştirmeyi memleket davası olarak ortaya atarken biz senin çağında şuurlanananlar üzerimize dağlar yürüse susmayacak, okyanoslar saldır-sa durmayacağız! Kanımızda senin inkılâpçı dehânın kıvılcımları yanıyor..
Rasih Nuri İLERİ
Amerikalıların ve Sovyetlerin demokrasi kelimesine verdikleri mana aynı değildir. Bazılarının «batı demokrasi anlamı» dedikleri çok partili demokraside mutlak bir söz hürriyeti her şeyden üstün sayılır, ancak bunun maddî imkân ve tesirine fazla bir önem verilmez. Halbuki aynı insanların «doğu demokrasi anlamı» dedikleri ekonomik demokrasi, istihsal vasıtaları mülkiyetinin zenginlere verdiği imtiyazların kalkması demektir, taraftarları hürriyetin ancak böylece gerçekleşebileceğini iddia ederler.
Biri Amerikada. ötekisi Sovyetlerde tatbik edilen bu iki cin» demokrasi taraftarlarının biribirine ettikleri tenkitleri görelim;
Amerikalılar Sovyetlerde söz hürriyeti yoktur, orada ancak bir yönde neşriyat yapılır, totaliter bir rejim vardır, diyorlar.
Sovyetler ise Amerikadaki hürriyet bir dekordur, Associated Press I I 24 gazete idare etmektedir, United Press aşağı yukarı üst tarafını elinde tutuyor, yani servet bir kaç kişi tarafından idare edilmekte iken hürriyet aslında yoktur, diyorlar.
Bu iddiaların doğruluğu üzerinde münakaşa siyasete kaçacağından, ancak demokrasinin böylece batı-doğu, Avrupa-As ya diye ayrılmasının sosyolojik olarak yanlış olduğunu işaret etmekle kalacağım. Mesele ne bir ırk meselesi ve ne de uyuşamaz iki ayrı görüş tarzıdır.
Pr. H. Laski’niıı dediği gibi: (Gemiyet

IYI
Bir yağış sonrasıdır bu,
Nasıl, taze bir vücut gibi dirildi toprak, Nasıl yükseli ven: i üstümüzde mavilik! Tarlalar tava gelir, filizilenir tohum, Bereketten taşıyamaz yükünü dallar.
Sen, yıllarını el keyfine harcamış, Ahntermî dokmuş in
Ahnterini el tariasma dökmüş ırgat, , Sen anlarsın değiştiğini mevsimin!
( Nasıl siliniverdi kardeşim, nasıl,
Camlarımızda buğulanan gece, Açalım penceremizi tertemiz serinliğe, Dolsun ciğeıCerimiz!
Seçilsin memnunluğumuz aydınlıkta. Silinsin korku, dağılsın şüphe, Yeniden kı a-aklaşa hm
Sen hücrelerin değişmez karanlığında Sabahlara kaybetmiş arkadaş, Sen anlarsın attığını tanyerinin!
* Sen, çekici, deateveyi, ton* tezgâhını
EKOSLAVAKYA
zamanda da söz İşte biz bu fırsatı
Pr. Laski'nin sözü
kanlı bir ihtilalle parçalandıktan sonra, devlet kudretiyle kurulacak bir cemiyette (Fransız ihtilalinde ve Sovyetlerde olduğu gibi) hürriyet havası uzun zaman doğa-maz, halbuki değişme kansız olabilirse aynı zamanda fikir hürriyeti de devam edebilir. Meselâ harp ihtilâlci bir rol oynayabilir. İngiltere gereken bünyevi değişiklikleri savaş biter bitmez tatbik ederse bu değişme kansız olur, esas olan ekonomik demokrasi kurulur, aynı hürriyeti devam eder, kaçırmamalıyız.)
İşçi partisi başkanı
dinlenmediği için bu ilmi iddianın doğruluğu lngilterede tahkik edilememiştir. Ancak işaret edilen fırsatı Çekoslovak Cumhur başkanı Dr. Benes kaçırmamış ve bu tarihi tecrübeyi gerçekleştirmiştir.
Geçen sayımızda gördüğünüz ve Türk basınının her nedense hiç işaret etmediği, Çekoslovak endüstrilerinin millileştirilmesi kanununun, tatbiki ile demokrasi anlamında Doğıirbatı zıtlığı olmadığı ve Laskiniıı haklı olduğu isbat edilmiştir, bu inkilâpları istemiyenlerin Alman faşistlerinden taklit «ırk» mülahazalarıyla demokrasi anlamını ikiye bölme temayüllerinin sosyal hakikat-lan örtmeğe matuf olduğu artık sabit olmuştur.
Laski’nin iddiasını hatırlatalım:
1 — Kanlı bir ihtilâlden sonra hürri-yetsiz uzunca bir devir gelir.
2 — İhtilâl yerini tutabilen bir durum oIut ve ondan faydalanılma hürriyet feda edilmeksizin inkılâplar yapılabilir.
E DOĞRU

1
Bir kalem gibi kıvrak ve hünerle kullanan Sen kumaşın derinin boyundan anhyan Tahtaya, demire hükmeden işçi! Kurtulursun boyun eğmekten Tükenir çilen, yakındır!
Çok sürmez, el zoruna evler Ayak basmadığın yollara asfalt döşemek. Sen duyarsın kardeşim duysan duysan İrendin için, şehirler kurmanın keyfîni!
yapış m.
Nasıl kımıldıyor kardeşim, nasıl, Şu kavrulduğunu sandığımız yapraklar. Narin kavaklar, yaşlı çınar dallan, Nasıl tavsatılıyor ekinler!
Şişirdi yelkenleri beklediğimiz poyı*r Harman savrulur, sefere çıkılır Gelin götürülür alayla.
Sen, mahpusluğun öldürücü havasında, 'Hürriyet şarkıları nunkiarmmş arkadaş Sen anlarsın değiştiğini rüzgârın!
Rıfat İLGAZ

— EKMEK —
Bizi 'el kapısına köle eden de sensin, Elleri kapımıza köle eden de sen:
EKMEK! Senin için elpesıçe diven beklemek Arsız ve hodbin
rugan iskarpinlerin önünde.. Analarımız senân için doğurdu, Senin için bu boylara getirdi ,bizi. Bizse seni unutup öylesine — Bu yaşanası Dünya’da — gırtlakladık birbirimizi! Sen
«Şol âfeti-cân» sın kim
Güzellikle gelmiyeceksin bize.
Biz de sarılıp tüfeklerimize
seni feth edeceğiz! Orhan RAŞİT
Yoksa burada «ırk», «iklim», «coğrafya ciheti» meseleleri yoktur.
Misalimize gelelim, «Reynold News» un muhabiri D. Raymond diyor ki:
(Çekler devletleştirme kelimesini sevmiyorlar «endüstrilerin millete dönmesi» tabirini kullanıyorlar, fihakika millileştirilmiş işletmelerde devlet müdahalesi olmıya-cak ve kırtasiyeciliğe kaçılmıyacaktır. Komünistlerden katoliklere kadar her parti kanuna taraftardır, ancak bu inkılâbın tatbik sürati hakkında münakaşalar olmuştur. Çekoslovakyada her zaman çok partili demokrasi vardı, şimdi aynı zamanda da ekonomik demokrasi olacaktır. Kanundan önce ecnebi tröstlerle bağlan olan Çek tröst ve kartelleri endüstrinin yüzde seksenini ellerinde tutuyorlardı ve böylece iç işlerde katı tesirleri vardı. Hatta kanun çıkarken ekonomik menfaatleri olan bir ecnebi tröstün mümessilleri Dr. Benes’c gelip Çekoslovakyaya ham madde vermemek tehdidinde bulunmuşlar, başkan ise. «bu dahili bir iştir, ancak hisse senetlerinize verilecek tazminat meselesinde münakaşaya hazırım» cevabını vermiş.
inkılâp değil, böyle baskılar hükümetleri demokrasiden ayırabilir; Ingilteredeki i nasıl artırdığını inkılâpları baltaladığını herkes görmek-
insan oğluna, 1
1 ! tereddütlerin müdahaleleri ve inkılâpları baltaladığını
1 , tedir.)
1 T-... k.
' ı Çekoslovakyada başlayan ekonomi demok rasisidir, bu da Anglosakson veya Slavlara',
Tam, bir tek demokrasi vardır o da
yani ırkçılığa değil, ekonomik ve sosyal şartlara, yani sosyolojiye bağlıdır.
Rasih Nuri İLERİ
bu korkuluk nribi dimdik duran herif mİ Pasa? Tasavvur et iki «rain. kazık kadar bir boy, Getir de üstüne kalpaklı bir kemik kafa koy, Ocak eüpürceei »eklinde bir sakal yaparak (6enln bir iste yünün, al!» deyip o yüzaiiae tak
Paşam mı? Nerde Paşa?
I NE OLUR?
Bir dostum yana yakıla anlatıyordu:
Yahu ne olur şu memlekette artık Halk'ın , iradesi tecelli etse, başına geçecek olanı halk kendi ^başıyla seçse, şuna rey vereceksin buna rey vereceksin diye komik zorbalıklar, maskaralıklar yapılmasa, şu hürriyet bolluğu içinde vatandaşlara bir de açlıktan ölmek hürriyeti, kaldırımlarda sürünmek hürriyeti bahşedilmese.
Ne olur vatandaşların büyük kısmının zaruretleri, hakları, hürriyetleri göz önünde tutularak plânlar çizilse, kanunlar yapılsa. Milletin büyük bir çoğunluğunun ihtiyaçlarına göre işleyen bir mekanizma kurularak en tok’un değil en açın hali sorulsa.

Hastalıklar korkunç bir azametle bütün vatanı sararken, verem yurttaşlarımızın dolayısiyle bütün yurdun ciğerini sökerken, sıtma kanımızı emer, zührevî hastalıklar mes’ut yarınlara kör, topal istihsal ederken, hastanelerde iki yatakta beş ayrı hastanın yattığı görülürken, ne olur, ne olur milyonlarca liralar eylence yerlerine, daha sonraki maksatlara dökülmese.

Bir hastaya hastalığını mütemadiyen gizlemek, ona iyi ve sağlam olduğunu telkin etmek ve bu suretle tedbir imkânlarını baltalamak o hastayı diri diri mezara sokmak demektir. Tıpkı bunun gibi, bir milletin de hastalığını örtmek için gayret etmenin, o milleti öldürmek için çalışmak demek olduğu ne olur artık kafalara yer-leştirilse de büyük ve hazin yaralarımıza ilâç arama devri açılsa. Hataların tasfiyesi, salim yolun seçilmesi için, serbestçe tenkit etmek, hakikatları gizlememek esas olduğuna göre, ne olur kendi dertlerimizin açıklanmasına kendimiz tahammül göstersek. Ve nihayet elektrik düğmesini çevirince nasıl karanlık boğuluyorsa, şu İçtimaî nizamın da bir tarafını çevirsek de bir anda bütün kuduz faşistler melek oluverse, bütün menfaatperestler, katiller, caniler, soyguncular, alçaklar insan oluverseler. ne olur! ne olur!
— Gittikçe heyecanlanan dostuma, ne olacak! dedim. Elektrik düğmesini çevirene kadar Demokrasi olur! Çevirdikten sonsa ise Cennet!..
G.F.
Ya», zebani kıyafetli, sulyabani paşa İlâhi yumru basın bir evleydi sivri tasa Yılan bakışlı şebek, bir bakın sunun sözüne Kazık boyundan uta” tu beril senin yüzüne.
HİKAYE:
MİLLET yutmuyor
(*tiaSiü-F-
Büyük şehirlerimizden birinin parkında her sene kurulan bir panayırda çeşit çeşit eğlence yerlerinin arasında geziye rdunı. Kos kocaman dönme dolaplar, atlı karın çalar, esrarlı mağaralar, motosikletle dolaşılan ölüm silindirleri, bira, şarap büfeleri, nişan atma yerleri, türlü türlü piyangolar, vücutsuz başlar, elli santimlik cüceler, görülmemiş varyeteler, altı ayaklı danalar, burnuna kadar bütün vücudu kıllı yaradılış cilveleri, güldüren aynalar insanı önlerinde durmağa, içeri girmeye zorluyordu. Her salaşın önünde, kâh iskemle üstünde, kâh kerevete çıkarak bağıran sırmalı fistanlı. kafkas elbiseli, sarıklı, silindir şapkalı. kalpaklı, fesli kadınlar, erkekler, çocuklar cırlak sesleriyle sanki yolu kapıyor-‘du.
Meşin bir topa vurarak pazı kuvveti denenen bir yerde durmuş. gerile gerile yumruk savuran, sonra sırıtarak ibrenin kaça kadar çıktığına bakan delikanlıları seyrediyordum. Arkamdan doğru kalın, çatlak, hatta biraz da bıkkın bir sesin durmadan homurdandığını farkettim:
«Haydi bayanlar, i baylarI... Görülmemiş numaralar burada. Bu panayırın en büyük hünerleri içerde. Millî oyunlar, modern danslar, ağlatıcı dramlar, güldürücü komediler... Ispirtizma, manyatizma. illüzyonizma numaraları... Dünyanın en büyük kadın ve erkek artistleri içerde... Görmeden geçmeyin!»
Başımı çevirip bakınca, bir kaç akşam evvel uğradığım külüstür bir salaş tiyatrosunun önünde olduğumu farkettim. İçerden yorgun bir davulla cızırtılı bir klârnetin birbirine uymıyan gürültüsü geliyordu. Salaşın önündeki kocaman bir levhada, lüzumundan fazla acemice çizilip 'boyanmış yarı çıplak bir kadın resmi. tek ayağının, baş parmağı üstünde güya dansediyordu.
Geçen gün gittiğim için içerdeki hârika numaraların ne olduğunu biliyordum: Öksürüklü, sıska bir kız. parçalanmış mantar ayakkaplarını tozlu tahtalara vurup boyalı saçlarını uçurarak aklınca Lakonga yapıyor, , arkasından kırk yaşlarında altın dişli bir orospu eskisi sepetçi oğlu oyununu kepaze ediyor, daha sonra da şiyves: bozuk, ayağı yemenili. pantalonu dizlerin den ve kıçından yamalı geveze bir adam, siyah bir gözlük takarak, hokkabazlık numaraları diye. ucuz eğlence kitaplarına geçmiş iplik yutma, yumurta saklama hünerleri gösteriyordu. Kırılacakmış gibi sallanıp gıcırdıyan tahta iskemlelerin üzerinde bu zavallı marifetleri gördükten sonra insan, verdiği paraya bile acıyamıyarak — 8 —
s *
dışarı çıkıyor, bir daha buranın önünden geçerken yüzünü isteksiz bir gülüşle buruşturuyordu.
Gişede cturup bir türlü gelmiyen müşterileri bekliyen patron başım dışarı uzattı, bir an sesini keser gibi olan çığırtkana:
«Bağırsana be!» diye ihtar etti.
Öteki, gişedekine yandan bir göz attı.
«Millet artık yutmuyor!» dedi, fakat sonra avazı çıktığı kadar haykırarak:
«Haydi baylar, bayanlar! Böylesini başka yerde göremezsiniz! Panayırın tek incisi, görülmemiş hârikalar meşheri...»
Sonra yan kendisine, yarı gişedekine hitap eder gibi yavaş bir sesle devam etti-
«Sahiden böylesini başka yerde göremezler... Bir giren bir daha kapıya bile sokulmuyor. Çıkarken bizi sopayla dövmediklerine şükür!»
Tekrar yüksek sesle:
«Estetik danslar... İlmin sırrına ere-mediği en son keşif hokkabazlıklar... Eşine raslanmıyan şark oyunları... Türk sazının bayıltıcı nağmeleriyle süslenen, ses kt-raliçelerinin okuduğu şarkılarla bezenen. Firavunlar diyarı, ehramlar ülkesi, hârikalar dünyasından şarka koşan sonsuz aşkla-
Yak Rüzgâr, Yak...
O çocuklar ki özlemişlerdi olgıaı şeftalileri, Şimdi hepsi birer delikanlı,
Hepsi birer kahraman namzeti, Tenleri ve nefesleri ateş gibi.
Harp geldiğmdenberi
Gül kokusu yok bahçelerde.
Şeftali ağaçlan kurumuş sanki kökünden, Ama o çocuklar
Birer kahraman namzeti,
Derhal ölebilirler,
Hiç düşünmeden, Hürriyet yolunda. Yak rüzgâr, yak Tenimi, Nefeslerimi
Ve şiirlerimi yak,
Bırak şimdi o gül kokusunu, Gül kokusundan ziyade
Yanan tenlere ve nefeslere.
Yanan şiirlere ihtiyacı var bu dünyanın. Yeni hikâyeler biliriz
Ve yazılmamış, okunmamış destanlar
Ki gelmiş ve geçmiş Bütün kahramanlıkları gölgede biralar. Yak rüzgâr, yak
Tenimi, Nefeslerimi Ve şiirlerimi yak Ki yazılmamış destanlar yazılsın.
Sabri SORAN
Yazan: Sabahattin ALİ
rın yakıcı güneşinin cehenneme çevirdiği, heyecandan azamet, sevgiden iztırap. inkisardan azap tophyan büyük memleket dram komedisi... Buyurun, bir bakın, be-ğenmiyenin parası geri verilecek.»
Yoldan geçenler bu gürültüye sırıtarak bakıyorlar, ama hiç duraklamadan yürüyüp gidiyorlardı. Bütün gayretinin, gırtlağını yırtarcasına bağırmalarının, geçenlerin yakasna sarılacakmış gibi ellerini uzatmalarının bir fayda vermediğini gören çığırtkan. bitkin bir halde gişedeki patrona dönerek:
«Yutmuyorlar usta, yutmuyorlar!,..» diye homurdandı. «Piliyi pırtıyı toplayıp dükkânı kapamaktan başka çare yok!»
Öteki bir an gözlerini dikip düşündü, sonra:
«Ulan o zaman ne halt ederiz?... Topumuz sürünürüz be... Bir ümidimiz bu panayırdaydı» Ne diye başka yerlere gidi-, yorlar da bize gelmiyorlar?... Sen bağır!» dedi.
«Başka yerlerde görülecek şey var da ondan, usta... Millet avanak değil...»
«Kızlardan birini dışarı çağır da kendini göstersin bari!»
«Aman usta, bu modası geçmiş mallarla adam kandıramayız. O kaknemlen bir gören bir kurşun atımı uzağa kaçar... İçerde ne olduğunu bilmeden giren olursa ne nimet...»
Davulla klârnet, birdenbire gırtlaklarına basılmış gibi, seslerini yükselttiler, müdhiş bir gürültü kapıdaki basma perdenin arkasından, sanki etraftaki satıcıların, salaşçıların bağırışlarını boğmak ister gibi son ve ümitsiz bir gayretle, sokağa yayıldı. •
Kapıdaki çığırtkan ise. ne söylerse söylesin. ne yalan atarsa atsın, ne kadar çırpınırsa çırpınsın bir faydası olmıyacağini. bu oyunu bir kere gafletle seyredenlerin bir daha ayni tuzağa düşmiyeceğini, bütün panayır halkının bu hiyleyi öğrenmesine yetecek kadar zaman geçtiği için artık hiç bir ümit kalmadığını bildiği halde nankör işine devam ediyor: bir kere başlanmış o-lan bu çıkmaz oyunu, binde bir ümitle de olsa devam ettirmenin, yanda kesip karanlık bir boşluğa doğru yürümekten daha ehven olduğunu düşünerek. dermansız, boğuk sesine yeni bir hız vermiye çalışıyor:
«Başka yerlerin reklâmına aldanmayın... Sanatın, ilmin, hünerin göklere çıktığı yer Şurası! Baylar, bayanlar, teşrif buyurun!...» diye sağına soluna yalvarıyordu.
"Hangi tılsımlı el"?
Türk şiirinde hakikî demokrasinin ilânı
(Baştamfı 4 üncü sayfada)
ken bizim çeyrek estet, ve yarım filozoflar bu anlayışa karşı koymağa devam etmek tedirler. Şairin, cemiyet dışında, fil dişi kulede ahlar, oflar, kıvranmalar ve işitilmemiş buluşlar imal eden marazî ve gayti akli bir mütereddi olması lüzumu . kullandığımız bu tabirlerin yaldızlanmış karşılık-lariyle - izah edile durmaktadır. Yetkin'-ler, Tunç'lar ve Ataç, Artam, ve gayri-humlar tarafından sözüm yabana^ ilmileştirilen bu fosilleşmiş sanat anlayışı, iktidarın bahşişlerinden hissemend râkli, cüce görüşlü menfaat son sanat konağıdır. Bunlar zımm sanatını değil, idealist
teden kaçma'yı enpoze eden fikirlerini anlatıp durmaktadırlar. Bunda da kendilerine hâs sınıfı zekâlarını kollanmaktadırlar. Zira Nâzım’ın hayat felsefesiyle realitenin kavranışı, geniş kütlelerin içinde bulundukları müşkül şartlardan mes ul, olanları tarih karşısında müşkül bir duruma düşürür. Bunu önlemek isteğiyle onlar saf-sanar, poesie-pur, falân, filân diyerek şiirin maddî hayatla alakalanmamasını kabul ettirmeğe uğraşırlar. Halbuki; hiç de ileri bir dergi olmıyan İstanbul bile geçenlerde şu hakikati geç de olsa, sütunlarına geçirmişti:
olan kısır id-düşkünlerinin gençlere Nâ-sanatm reali-
te Bu harp öncesine kadar, hemen bütün dünyada edebiyatın büyük simaları, günlük meselelerin dışında kalmağı tercih etmişlerdir. Harp bütün milletlerin edebiyatım sosyal davaya bağladı. Şimdi, bilhassa Fransada edebiyatın ve diğer sanatların, cemiyet olaylarına «engage» olması bir zaruret olarak görülmektedir. «Fildişi kulelisinde oturanlara karşı nefret gittikçe artmaktadır.» (5)
Hatırlatmak isteriz ki, edebiyatın sosyal davaya angaje olması zarureti faşist irticainin çıkardığı bu harpten önceki birinci dünya savaşından az sonra .«azım Hikmet tarafından anlaşılmış ve bu fikrin potasında erimiş inceli kalınlı satırların halledildiği (835 satır) adlı kitab (6) edebiyat dünyamızda bir atom bombası gibi patlatılmıştı. Hiroşima'da Japon militarizmini ezen bomba gibi 835 satır da edebiyatımızda hüküm süren paçavraya çevrilmiş geri sanat telâkkilerini yerle bir etmişti. Bugün o ölü sanatın diritilmesine çalı-
vc
şanlar, tedavisi imkansız bir hastalıkla zerreleri bir araya getirilemez bir şiddetle parçalanma suretiyle yerin dibine indirilmiş o sanat maskaralıklarının içinde kıvranıyorlar, farkında değildirler. İstanbul dergisi bir memleket dışı realitesini tesbit e-derken herhalde memleket içi bir hataya düştüğünü farketmemiştir. Çünkü Nazım Hikmet, bugün Fransada anlaşılan bir realiteyi en az 20 yıl önce anlamıştı ve bu anlayışı sayesinde Türkiye hududları dışında da dünyanın en büyük bir kaç şairinden biri olarak alkışlanmıştı. Halide Edib Adı-var'ın beyaniyle bir kere daha öğrendik ki, İngiliz üniversiteleri edebiyat profösörlerı bile Nâzıma hayrandırlar. «Türk edebiyatında inkilâb, büyük teceddüd (yenilik) Nâzım şekillerinde yaratıcılık, lisanı tasfiye, halk dilinin güzelleşmesi, tekâmülü, hârika, filân, falân... Evet... Fakat bunlar da Nâzım’ın hakikî vasıflan yanında ehemmiyetsiz şeylerdir.» (7) Bir tek cümle daha kaydedelim: «Nâzım, lisanda hakikî demokrasiyi ilân eden yegâne şairdir.» (8)
(.> E ■ 1^***C.
Gelecek yazımızda «Türk nazmının şekillerinde hürriyeti ilân eden ilk adamsın konstrüktüvist sanatının hususiyetlerini belirtmeğe çalışacağız. Bu suretle de şiirimizin kazandığı imkânların ve bdebiyat anlayışımızın vardığı merhalenin ilk kaynağını pek kısa da olsa hatırlamış olacağız.
1 ■— Orhan Scîîm, Ak^am KazeteiJ. 7 Haziran
2 — Nâzım Hikmet, Herny delslsl, «ayı 2. yıl
3 — Resimli Ay, Temmuz 935
4 — R enindi Ay, Eylül 929
& — İstanbul, 15 Mart 946
0 ♦— Nâzım Hikmet’iıı ilk eNeri «35 Satır adlı $iir kitabıdır. 929 mayısında mereti i imi s tir. Diter bür Idfablnrının adlan «udur: Jnkond ile Si-Ya-U, Varan 3, I + 1=1 ve »ece »elen telgraf, »esini kaybeden ıchlr, portreler, Ta ranta, Babuya mektuplar, Simav ne kadısı ojjlu Şeyh Bedrettin deltanı, ayrıca neşredilmiş iiç piyesi, bir romanı, bir tercümesi, bir etüdü vardır. Orhan Selim’in fıkralarını A, Cevad toplamıştır. Memleketimden İnsan Manzaraları adını alması muhtemel muazzam bir destan hazırlamaktadır, imzasız neşredilmiş piyes, leri, romanları da vardır. Kan Konuşmaz adlı ve Orhan Selim imzalı bir romanı Souposta'da çıkmıştır. Kitab haline getirilmemiştir: Erzincan zelzelesi üzerine Yerler Sarsıldı isimli bir piyes yazmıştır.
1 >— Peyaml Saf». Besinli Ay. Kuunnevvel 92»
• >— Sadrl Rdhmn (Ertemi, Kerimli Ay. Ha zira» SSS.
Yekpare taşlarının ağırlığından; Bakışianmın bile ürktüğü ehramlarda; Yalnız Fir’avunlarm azamet ve şevketini; Görürdüm eskiden.
Şimdi,
Yüzbinlerce esirin buhar olan emekleri;
Şuurumda billûrlaşarak,
Küflü taşları;
Bambaşka bir mânâ hâlesiyle kucaklıyor.. Demek
Kırbacın mecra çizdiği ve posa kalıncaya
Harcattığı emek,
Tek destekmiş o azamete....
En büyük kumandanın başındaki zafer tacında;
Göz kamaştıran bin bir renkli alâimüssema; Anlıyorum,
Her rengini canını veren sayısız erin emeğinden almış.
Sökeraen onu üstünden, Bir fıçı çenberi lolur o taç..
11 *
Küflü ehram taşlarının arasından, Sızıyor burnuma ter kokusu.
Bu başkaları için dökülen terdeki koku; Vaktiyle sevgilinin saçmdlaki sümbül kokusundan;
Daha çok serhoş ediyor beni.
Toprak anamızla lıaşır neşir olmuş; Nasırlı buruşuk bir eli,
Daha şefkatle öpeceğim muhakkak;
Anamın bezik kâğıdı tutan yumuşak elinden.
Ben değiştim bayağı, Bilmiyorum nasıl oldu, Hangi tılsımlı et çözdü gözümdeki bağı?
4/4/946 Ş. KUDRET
İHTIY’A Ç
Sertsiz,
Neş’esi, güzelliği, saadeti Yok bu dünya|nm . Gülmek, ağlamak.
Hattâ yaşamak bile manasız.
Ağaçsız, dağsız, Göksüz, denizsiz, ve insansız.
E ir alemdeyim sanki!..
Her an hasretini çetâyanan.
Senin bulunduğun dünyada,
Sen») nefesini teneffüs edip, Senin ılfc hanğietiofc ,
Yaşamak İstiyorum.
Yaşamak ;
Bkı yol bitinceye..
Yaşamak ey hürriyet, insanların yaşaman için lâzım olan şey
Saantaldh*.
HavhCEMBR
w
Büyük Hikâye :
İÜ € Al İR K A
D AS
* -T? SK
— Gümüşlü köyündenik ağa..
Yaaa.. Desene ki hemşeriyik.. Ben u......» denim..
Kulaksızların Yusuf çember sakallının ellerine sarıldı.
— Lan Ali gelin, lan.. Bah hemşeri çıktıh.. İlâ hemşerim allah seni bize garşı çıhardı.. Allah...
— Eeee.. Dedi çember sakallı, demek böyle.. Niye geldiniz burya?
Haşan la Ali de sokuldular.. Kulak -sızların Yusuf keyfinden kabına sığmıyor, ille »gözü açıhlığ yüzünden delinmedik gabâ giren» biri olduğunu arkadaşlarına gösterdiğine seviniyordu. Çünkü yarın «allah gısmet ederse», keselerinde beş on kuruş, hep birlikte köye döndükleri zaman, evde avratlarına, kahvede köylüye, kendisinin nasıl işler görüverdiğini anlatacaklarını aklından geçiriyor, bir taraftan da çember sakallı’ya Çukurova’ya niçin geldiklerini çekiyordu «ı»,
— Ham evendi bilmez deelsin a. Sen de mâsem bizim oralardansın, bu yıl kulağasma. mahsil - Mahsul - pek olmadı Buğda'lara karamuk'da indi, gurt yedi tüm. bi de öşür «2» bindi mi sana, elimizde avcımızda ne varsa gara guşlara gap-dırdrh...
— Demek öyle, diye çember sakallı adam başını kaşıdı.şurdan doğru gidin, amma dosdoğru.. Karşınıza tiren vagon-narı çıkacak, kara vagonnar.. Kara vagon-narı geçin, sağa sapın, solda, sarı boyalı, bacalı yer.. Kime sorsanız söyler...
Kulaksızların Yusuf gene çember sa kailinin ellerine sarıldı, onları tekrar tekrar öptü, dua etti., ötekiler «hayvan gibi» dineliyorlardı.. Böğürlerini dürttü ki onlar da öpsünler.. Onlar da öptüler. Sonra üç arkadaş, çember sakallının tarif ettiği yoldan yürüdüler.
Sora sora fabrikayı bulup ta kapıya geldikleri zaman, fabrikanın kapısı üstündeki yuvarlak saat onlbiri gösteriyordu. Yarım saat sonra işbaşı yapacak ameleler fabrikanın önünde, uğultulu bir kalabalık halinde kaynaşıyor, şalgamcılar, kuru yemiş satıcıları, çörekçiler yaygaralı sesleriy le gürültüyü artırıyorlardı... üç arkada bir müddet bu kaynaşmayı bir kenardan seyr ettiler. Kalabalık içinde kendileri gibi, üst başları paramparça, yabani gözlerle her şeye şaşkın şaşkın bakışan yayla mem leket. uşakları vardı, hem de bunlar öyle
I — Çekmek: Anlatma, hikâye etme mânâsıdır.
— 10 —
çoktular ki... Bir ara Kulaksızların Yusuf, Köse Hasan’ı dirseğiyle dürttü:
— Bunnarm hepiciği de iş içün mü bekliyorla ki... Diye sordü.
On bir buçuk'ta dışardaki ameleler işbaşı yapmak için fabrikanın «Amele ka-pısınndan girdiler. Ortalık birdenbire tenhalar gibi olduysa da, az sonra yerlerini, işbaşı yapanlara bırakıp paydos edenlerin kalabalığı fabrika önünü gene doldurdu.
işten çıkanlar arasında kadınlar, kızlar, çocuklar küme küme gidiyorlar, arada bak kala, manava, yahut kasaba uğrayanlar da oluyordu.
Erkekler de öyle.. Çoğu bakkala, kasaba, yahut çayhaneye dalıyor, yahut berberin duvarına dayalı kamışlardan birer şeker kamışı alıp somururlarken yüksek sesle şakalaşıyorlar, pervâsız kahkahalar atıyorlardı.
Bütün bu hâyı-hûy'u alışılmamış gözlerle ve hiç konuşmadan sey'reden Gümüşlü köyünden üç arkadaş, ancak kalabalık dağılıp sessizliğin arttığı bir sıra kendilerini, bilhassa işlerini hatırladılar.
Söze ilk başlayan gene Kulaksızların Yusuf oldu:
— Lan beri bahın heleZ Dedi, geri durmağman iş göremek.. Şöle sohulak hele gapıya taraf...
Sabahberi birer koyun uysallığıyla çekilen tarafa giden Köse Hasan’la pehlivan Ali, »sohulak sohulak..» demek isteyerek kımıldadılar.
Fabrikanın kurşuni 'boyalı demir kanadını çekmekte olan uzun bıyıklı Arnavut kapıcı ya bakarak. Kulaksızların Yusuf:
— Size bişev deyim mi;- dedi, bahın şorda bakgal var. iki peket«köylü» alak, yandan sıkışdırak gapıcıya...
Pehlivan Ali bu fikri mülâyim buldu:
— Alak alak... Dedi.
Köse Haşan yere tükürdü, cevap vermedi.. Lâkin o da buna taraftardı..
Kulaksızların Yusuf yanağındaki bir yara yerini kaşıyarak:
—■ Neden, dedi, çünkü şeher adamı deel mi, alışığın olurlar harama..
Aralarında para topladılar. Kulaksız ların Yusuf cıgaraları «yandan sıkıştırırken» hemşerilerinin yanina salivermesi fıs-lıyacaktı.
Yusuf bakkala taraf giderken pehlivan Ali arkasından seslendi:
— Lan dur Yusuf dur hele.. Bi de kir-bit al balım nölacâğsa...
Yusuf dükâna girerken Köse Haşan. Ali’yi çekti:
— Ali, dedi. Yusuf cuvaraları verirken biz de yanında bulunak.. Neden dir-sen, hepimizinki de bir epmek kaygısı.. Cuvaraları ben veriyom ne dir de, gapıct-nın gözüne o girer...
Ali :
— Essahdan da ha.. Dedi, ve Kulaksızların Yusuf cıgaraları fabrika kapıcısına götürürken ötekiler de yanı sıra yürii-düler.
Y.usuf. kapıcıya sokuldu.. Arnavud’un derhal kaşları çatıldı:
— Dur geri!
Yusuf boynunu büktü.. İki yanını kolladı, sonra cıgaralarla kibriti «yandan» uzaftı:
— Hanı evendi malim a, biz garibik.. Bu cuvaraları al da, hani pâlike sâbı hem-şerimiz de...
Arnavud un aksi damarı kabardı. Yu-sufu hınçla omurundan iterek:
— Sen götür ver o rüşveti pulis Musa efendiye... Dedi.
Kulaksızların Yusuf bozuldu.. Cıgara paketlerinden biri yere düştü. Ali’yle Haşan kenara çekildiler...
Yusuf, düşen paketi aldıktan sonra:
— Gızma evendi.. Dedi, hani malim a, biz köylüyük de.. Adet usil böyle belledik...
Kapıcı Arnavut uzun bıyığını bura bu-»ra kapı önünde dolaşmağa başladı. Hırslı, fakat gururluydu.. Bir ara sinirinden güldü:
— Pa... Dedi, verir rüşved!
Üç arkadaş, kapıcıdan medet olmayacağını anhyarak bir kenara çekildiler. Pehlivan Ali kahveye oturmayı teklif ettiyse de. Hasan’la Yusuf mâni oldular. Yusuf ;
— Paramız tükenir.. Dedi. işimizi sağlamlayak da. ondan geri eh gari...
Saat iki'ye kadar fabrikanın ordaki top ağaçların altına oturup beklediler.. Neyi beklediklerini pek de bilmiyorlardı. Düşünüyorlardı ki. «hemşerinleri nasıl olsa gelecekti..
Saat ikiyi geçe, patronların fevkalâde şık otomobili karşıdan görününce, kapıcı Arnavut harekete geçti. Ordaki «başı boş»ları kovdu, fabrika kapısının kurşuni kanatlarını açtı, yakasının çengelini vurdu, esas vaziyette bekledi.. Otomobil hızla geldi, yavaşladı, fabrika kapısından ağır ağır girerken Arnavut hapıci yerlere kadar eğilerek «ağa»sını selâmladı.
(Devamı var)
HÂLA........
Hâlâ var - evinde kerem var. Yok - evinde hâlâ verem varv Zen-gin arâbasn hâlâ dağdan aşırıyor Hâlâ falar düz yolda bile
yolunu iiaşnyor! Hâlâ ayırıyorlar kılı kırka, Hâlâ bir lokma bir hırka!.
"Aç köpek*' hâ£â fırm yıkıyor Hâlâ zenginin gönlü olairJa kadar
fakirin canı çıkıyor! Hâlâ ' çekenler” çekiyor cefayı. Hâlâ "çekmeyenler” sürüyor saf ayı! "Kapıda köpek
zebun gerek' diyerek, hâlâ fındık kıranlar var!
Hâlâ "aç ayı” oynatıyorlar Tereciye hâlâ tere satıyorlar! İki el hâlâ bir bir baş için çalaşıyor Insanoğhı hâlâ
ölmemek için yaşıyor! Anilyana hâlâ sivrisinek saz geliyor! Anlamıyana hâlâ davırf zuma az!... Hâlâ zengin evinde şenlik Hâlâ fakir evinde yas! Hâlâ eski hamam, eski tas!!!
S. ATILA
İKİ YÜZLÜYE CEVAP
Seni demokrat sandılar aldandılar..
Bu aldattıklarındır Kandırdıklarındır...
dır.. dırr.. dırrrrr...
Cırladın durdun kaynana zırıltısı Yüreğini d'ağlamazken bir hastanın hırıltısı.
İşık saçtı gözlerine yeni bir parti
parıltısı. Oluverdin demokrat Seniğidi anti demokrat.
Ahmet ÜVEN
KÖYDEN SESLER
Bizimdir, bu dağlar, bu
taşlar bizim!. Hürriyet abîdemizdir azizim.
bu dağlar bizim. Ben, bu dağların çocuğuyum. Yıldızlı bir gecenin sabahında. Domuz beklerken mısır tarlasında Doğurmuş beni anam.
Ve
Doğuşunken babam
Şimdi bana bir rüya olan
Hürriyeti uğrunda.
Şehit düşmüş bu dâğlarda .
^Haftanın fıkrası :
Özür diliyorum
Her müsbet hareketi, her müsbet adamın iyi ve hoşnutlukla karşılaması zaruri olduğu için ben de yeni çıkmağa başlıyan «Üniversiteli» dergisini büyük bir hüsnüniyetle açtım. Ve emin olun dostlarım, hint yağı içeı^ gibi, kendimle mücadele ederek sonuna kadar okudum. Bu dergiyi çıkaranların üniversitelileri temsil ettiklerine kani olamadığım için, bir dergi, çıkarmanın maddi imkânına malik olanları ve bilhassa onlara bu imkânı verenleri tebrik etsem yeter sanırım.
üniversite muhtariyetinin arifesinde çıkan mecmuada bu meseleye dair tek satır yok. Yine üniversite ve üniversitelilerin ciddi meselelerini de bulamadım. Besbelli, gayri muhtar esbak üniversite komutanı Rektör. General Tevfik Sağlam paşadan bu hususta bir emrü ferman almamış olacaklar, olur a!
Gün’de yazdığım, şu harcı âlem meşhur üniversite münazaraları hak-kmdaki bir yazımdan dolayı bu derginin muharrirlerinden De-Ce aşağı yukarı şöyle diyor I
«O münazaraların mevzularını üniversite idaresi ve profesörler değil, biz kendimiz seçtik.» Sonra da bu münazara mevzularının ehemmiyetli olmadığım. hatta bir Amerikan üniversitesinde, dünyanın dönüp dönmediği mevzuunda bir münazara yapılıp, neticede dönmiyor diyen tarafının kazandığını söylüyor. Ve «özür dile!» diye de beni tehdit ediyor.
Özür dilemek işten değil, hele böyle kuru veya yaş tehditlere alışık olduğu yazısından pek belli olan Bay De-Ce'den bin defa özür dilerim ama. iş bununla bitmez ki... Hem De-Ce benim cehaletime versin, büyüklerin küçükleri af etmek sarandandır. Ben De-Ce ye bir hikâyecik anlatmak
Amerika’nın bilmem hangi şehrinde bir hâkim kendi hususî otomobilini sürerken. Amerikan polisi sopasını kaldırıp:
— Dur! demiş ve
— Arabanızı hızlı sürdünüz, diye ceza kesmiş. İş mahkemeye intikal etmiş ve işe bakın ki, ayni hâkimin mahkemesine düşmüş. Amerikalı hâkim kürsiden savcının ididıanamesini okumuş ve bir hakim sıfatiyle konuşmuş. Sonra cübbesi ni çıkarıp sanık yerine geçmiş. Bu sefer karşısında hâkim varmış gibi müdafaa etmiş. Daha sonra hâkim yerine geçmiş, bu sefer de. karşısında sanık varmış gibi karar vermiş ve cezayı haklı bulmuş. Hemen cebinden nakdi ceza miktarı kadar parayı çıkarıp vezneye vermiş. Fakat o eyâletin kanunlarına göre hâkimler kendi karar verdikleri para cezasından yüzde şu kadar alırlarmış. Hakim sağ eliyle yarayı vermiş, sol eliyle de haklarını almış. Bu uydurma değil ajans haberidİT. g,
«
Bir de ikinci hikâyecik var daha yeni:
Bi kini'de tecrübesi yapılacak Atom bombasına Amerikalılar sinema yıldızı sanatkâr kahpe Rito Hayvvorth’un siyah tuveletli bir resmini yapmışlar. Ne dersiniz bay D.C. ? Bizde bunları yapalım mı? Bırakın şu özür dilemeyi, ben sizden yine özür dilerim. Ne dersiniz yapalım mı?
Orası Amerika, burası Türkiye.
Siz münazara mevzularını biz kendimiz seçtik derken filhakika bir şecaat arzediyorsunuz amma özrü kabahatinden büyük diye buna derler, iki Amerikalı karşı karşıya geçer ve Mr. Tom erkek midir, dişi midir? diye münakaşa edebilirler ve dişi diyen kazanırsa hayret de edilmez.
Siz yine «yemek için mi yaşanır, yaşamak için mi yenir?» diye münazara mevzuları seçedurun. Ben de »ize özür dileyedurayım.
Şerafettm Akmcıoğkı
Aziz NESİN
— 11 —
EKMEK VE ŞARAP
İgnazio Silione Çevirenler: Melih Topçu Ahmet Hisarlı
GLJPM
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi
FONTA MARA
İgnazio Silione
Çeviren: S. Ali
A
HARP DÖNÜŞÜ
İslak halatların üstünde
Gölgem var. yapyalnız.
Harp şarkıları gelmiyor meyhanelerden Üzgün sarhoşların söylediği.
Çocukların yazı tura attıkları Geceleri yan gelip yattıkları yere
Çöpçü arabasını bırakmış.
Güverteler boş
Güverteler sessiz.
Bir çan sesi geliyor
Uzaktan uzağa...
Ertem HARZEM
Köy Enstitüleri Dergisi
Hasanoğlan köy Enstitüsü tarafından yılda dört sayı olarak çıkarılan «Köy Enstitüleri Dergisi» nin »on sayısını da aldık. İçindekiler: İncelemeler, enstitü çalışmaları. tercümeler, kitap tanıtma, habeı-ier gibi bölümlere ayrılmıştır. Üç sayısı daha ziyade edebi ve sosyal bir değer taşıyan bu dergini nbu sayısını daha ağırbaşlı, daha bilgi yüklü bulduk. Köylerini hakkiyle bilen bu ileri gençlerin. köyün iktisadi ve İçtimaî durumu üzerindeki in celemeleri yepyeni bir görüşle yapılmış kıymetli etüdlerdir.
Hristiyan klişesinin son vaziyeti
Büyük Fransız İnkılâbı İle büyük bir darbe yiyen papalık (Fransız arazisinin üçte biri klişenindi, İhtilâlle bu duruma son verilmişti) sonraları Anonim şirketlerinde aksiyonlar alarak ve •her memleketteki disiplinli teşkilâtı sayesinde eski kuvvetini bulmuştu.
Bir çok memleketteki laiklik .yüzünden mektepler gibi bir propaganda aleti kaybeden katollk kilisesi. Birinci genel savaşta iki muharip safta da hükümetleri haklı gösterip zafer için dualar ettirdiğinden büsbütün itibardan düşmüştü. Katolik küsesi solculuk, ve laiklik gibi mefhumlardan korktuğundan bu harpte de sağ partileri ve faşizmi müdafaa etti, işgal edilmiş memleketlerde, meselâ Fransada sağcılar Almanlarla işbirliği ettiklerinden Birleşmiş milletlerin zaferi belirince Vatikan hakikaten milliyetçi olan bazı papazlar vasıtasıyla bir sosyal - hristiyan oyunu oynamaya başladı, yani İncildeki iptidai sosyalizm temayüllerini hortlatmaya yüz tuttu. Filen en büyük kapitalistlerden olan, ve teşkilât olarak münakaşasız bir diktatör seklinde bulunan Papalık müessesesi böylece kşynaşan Avrupa.vı frenlemek ve kaybolmuş itibarını yeniden kazanmak istemektedir.
Son kardinal tayinleri (kardinaller papa tarafından seçilip klişedeki en yüksek papaz kademesidir, papa ölünce yenisini kardinaller aralarından seçerler) Amerika kıtasına doğru büyük bir kayma belirtmektedir, filhakika on bir yeni Amerikan kardinali tayin edilmiştir. Muazzam sermayeleri olan Vatikan bakımmrhan tuı gayet tabiidir, biz Türkler bu nevi kuzuluk taslayan kurt papaz hikâyelerin» iyi biliriz.
Yazan: Azız NESİN


ARMUT AĞAÇLARI
Armut ağaçları kısır.
Arzu şeytanı dallarda.
Öküzüne nal bulamıyan ana Boyunduruğu geçirir boynuna Çaresiz..
Ve allaba cariye
Bize pantalon reba gördü Armut ağaçları.
Baha İNALKUT
GERÇEK
İnkılâDçı Türk avdınlarının hürriyet
meşalesidir.
BAŞAK
ileri demokrat kültür dergisi.
PJC 114 Adana
SÖZ
Bu ileri fikir dergisini okuyucularımıza
tavsiye ederiz
ŞİİRLER
Hikâye hatıra ve şiirlerinde rastlanan mahallilik, folklor, örf adete müteallik motifler çok renkli ve dildeki ustalıkları çok göz alıcıdır. Teknik bakımından da-geliştikleri takdirde bize köyü verebilecek ileri şair ve hikayecilerin bu gençler arasından çıkabileceğine inanabiliriz. Onlar köylünün dertlerini yalnız gören ve dinli-yen bizzat yaşayanlardır. Toprağın insan emeğini insafsızca yuttuğunu bilen bu genç ler, köylünün nasibinin yağsız I vından ileri gidemediğini açıklayacak ka dar da cesurdurlar.
GERÇEK
işçinin, köylünün, küçük esnafın
RIFAT İLGAZ
80
kuruşluk posta pulu ile isteyiniz
gazetesidir.

P. K. 519 İST.
Müessisi :
ıcn uu «cru (
bulgur pila- 1 ,
Stad matbaası

Esat Adil Müstecaplroğlu
İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü

-
HAŞAN TANR1KUT
Derginin gelecek yıl için daha başarı iı çıkabilmesi için şu noktayı kaydetmeden geçe.miyeceğiz: Sosyoloji, sanat ve edebiyat yazıları dergiden çıkarılır, dah artistik bir şekilde yayınlanırsa, zevkimiz daha çok okşanmış olacaktır. Şimdiden başarılar dileriz.

Her türlü baskı ve dizgi işlerini sür'at ve nefasetle en ucuz şekilde yapar.
Muhabere adresi P. K. 519 İstanbul
Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş.
Basıldığı yer:-5tad Matbaası

Comments (0)