Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
YIL: 1 SAYI: 5 POLİTİKA FTK İR SANAT 15 Haziran 1950
İÇİN DEKÎLER
Amerikan emperyalizmi bir hayal midir? Yeni neslin çocukları nasıl yetişiyor? İşçi sendikaları ve grev
Dünya milletlerinin barışın kurulması yolundaki faaliyetleri
Yeni hükümet programı
► İkinci dünya harbi neye mal oldu? Miçurin doktrini
Galip Usta (şiir) Nâzım Hikmet Toprağa yerleşmek
7
SCHUMAN PLANI
Bugünlerde dış memleketlerle ilgili olarak en çok bahsedilen mesele Schuman plânıdır. Geçen ay Fransız Dışişleri Bakanı Schuman tarafından ileri sürülen bu plânın mahiyeti tam olarak basına aksetmiş değildir. Schuman bu plânını Londra’daki Bakanlar toplantısının kapalı bir oturumunda izah etmişti. O zaman-danberi Fransa ile İngiltere arasında çetin müzakereler cereyan etmiştir. Bir ay zarfında İngiltere bu konuda dokuz nota vermiş ve nihayet bu plâna girmeyi reddetmiştir. Bunun üzerine İngilteresiz plânın tatbikine geçilmesine karar verilmiştir. İlkin Fransız ve Alman çelik ve kömür sanayiinin birleştirilmesi olarak ileri sürülen plân şimdi genişletilmiştir. Beş Benelux memleketiyle İtalya müşterek bir beyanname neşrederek bu sanayiin birleştirilmesi ve işletilmesi için bir makam kurulmasını karara almışlardır.
İngiliz çevreleri bu makamın nasıl olacağını iyice bilmeden ingilterenin plâna katılamıyacağmı söylemektedirler. Hakikatte ise İngiltere böyle bir birlik kurulmasını istemiyor. Almanyada yevmiyeler düşük olduğundan maliyet fiyatı ve satış fiyatı da düşüktür. Bu birlik kurulduğu takdirde iştirak eden memleketlerde yevmiyeler ve fiyatlar aynı seviyeye getirilecektir. İngiliz çelik ve kömür sanayii ya çok çetin bir re-kaabete karşı koymak veya Al manyaya kıyasla daha zayıf bir ortak olarak birliğe katılmak zorunda kalacaktır ki, İngiltere her ikisini de istemiyor.
Bundan mada, kömür ve çelik birliği bir başlangıç olarak ileri sürülüyor. Gaye, iktisadı Avrupa birliğinin kurulması, yani hem Alman tröst ve kartellerinin hâkimiyeti altında [Avrupa sanayiinin harb için seferber edilmesi, hem de Avrupanm Amerika için tek bir pazar haline gelmesidir. Schuman plânının hemen arkasından Amerikalılar İngilterenin Avrupa tediye birliğine girmesini ileri sürüyorlar. Bu Avrupa memleketleri arasındaki ticarette Ingiliz parasiyle olan borçların diğer paralara değiştirilebilir olması demektir ve durumdan dolarla değiştirilebilir olmıya varmak için de bir adım kalır ki, Amerikalıların istediği de budur. Zira o zaman Ingiltereye mal satan memleketler mukabilinde İngiltere-den satın almıya mecbur kalmıya-caklar, Amerikaya müşteri olabileceklerdir. O takdirde ise ingilterenin kendi imparatorluk camiası ve ster-lıng bloku memleketlerde kurduğu ticaret düzeni bozulacak, ihracat düşecek, istihsal azalacak ve işsizlik artacaktır, işte bütün bu mülâhazalarladır ki Ingiltere Schuman plânına ve Avrupa İktisadî birliği adı altında Amerikalıların ileri sürdükleri diğer kombinezonlara girmek istemiyor.
Fakat Ingiltere kafa tutmakta devam edebilecek mi? Gelen haberler hep İngilterenin şimdilik plâna girmediğini belirtiyor. Amerikan kongresinde bu sebeple Ingiltereye yar-dimin kesilmesi teklif bile edilmiş. Halbuki İngilterenin 1950-51 senesi dolar ve altın açığı 785 milyon dolar tahmin ediliyor. Ingiliz işçi Partisi şimdi yürüttüğü sistem ve siyasetle bu açığı kapatmak için Amerikan dolarlarına muhtaçtır.
Schuman plânı, Atlantik devletlerinin silâhlanması için Alman ağır sanayimden faydalanmak vasıtasıdır. Amerika Almanyayı Atlantik paktına sokmak istiyor, fakat buna Fran
sa ile İngiltere mani oluyorlardı. Bu mümkün olmayınca Alman ağır ve harp sanâyiinden faydalanmak için Schuman plânı ileri sürüldü. Londra konferansında Acheson Almanyanın Avrupa topluluğuna alınması ve millî hâkimiyetlerden fedakârlık yapılması zaruretinden bahsetti. Schuman plânı ayni zamanda ortaya atıldı ve Batı Almanya Başbakanı Adenauer de plânı hemen kabul etti. Acheson ve Truman plândan derhal sitayişle bahsettiler. Times gazetesinin dediği gibi bir devlet adamının ortaya attığı tekliflerin hâdiseler tarafından bu kadar çabuk desteklenmesi nadir görülen ahvaldendir. Schuman plânının hangi kaynaktan mülhem olduğu belli oluyor.
BELÇİKA SEÇİMLERİ
Almanlarla işbirliği yapmış olan kralın memlekete dönüp dönmiyece-ği meselesi Belçikada uzun zaman bir türlü haledilememiş ve nihayet Parlâmento feshedilerek yeni seçimlere gidilmişti. Fakat yapılan seçimler de meseleyi tam halletmiş gibi değildir. Kralın dönmesine taraftar olan Hıristiyan Sosyalistler ekseriyet kazanmışlardır ama bu ekseriyet çok zayıftır; kralın gelmesine muhalif olan diğer üç partinin mecmuundan dört mebusluk fazladır.
Bununla beraber Belçikanin esas derdi siyasî olmaktan ziyade İktisadîdir. Harpten sonra Belçika sanayii istihsalini çabuk yoluna koymuş ve ihracata başlamıştı. Belçika «hususî teşebbüsün örnek memleketi» olarak gösteriliyordu. Fakat diğer Avrupa memleketleri de sanayilerini sulh istihsaline çevirip pazarlarda rekabete başlayınca Belçika’nın ihracatı ve bununla birlikte de istihsali düştü, işsizlik bu küçük memlekette üç milyona kadar yükseldi. İktisadî düzenin bozulması hükümette değişikliğe sebep oldu.
Sosyal demokratların sözde sosyalist siyasetleri ve yarım tedbirleri memleketi devamlı bir refaha ulaştırama-yınca iktidara Hıristyan Sosyalistler geldiler ve kralın memlekete dönmesi cereyanı kuvvetlendi.
Muhafazakâr katolik olan ziraî nüfus daha ziyade kralcıdır. Katolik olmıyan ve sanayi bölgelerinde toplanan Waloon’lar ise daha ziyade aleyhtedirler (Birinciler yüzde 70, İkincilerse yüzde 40 kral lehinde rey vermişlerdir). Sanayi şehirlerinde krala muhalefetin kuvvetli oluşu ise buralarda işsi sınıfının kesif oluşun-dadır.
TYRGVE LİE İLE AMERİKAN HÜKÜMETİ ARASINDAKİ İHTİLÂFIN İÇ YÜZÜ NEDİR?
Bû başlık altında bir İstanbul gazetesi Trygye Lie’nin barış gayretlerinin Amerikan hükümeti taratmadan hoş görülmediğini nihayet açığa vurdu. Lie’nin Vaşington’da soğuk karşılandığı daha önceki ajans haberlerinden de anlaşılıyordu. Lie ile Amerikan hükümeti arasındaki ihtilâfın asıg mühim sebebi, iyeni Çin I Halk Cumhuriyetinin Birlbşmiş Milletlere alınıp alınmaması | meselesi değildir. Bu da var ama, asıl ihtilâf soğuk harbe devam bahsindedir. «Lie ile etrafındakiler soğuk harbin cihanı silâhhlanma yoluyla ateşli harbe götüreceği kanaatindedirler». Halbuki Amerika harıl harıl soğuk harbe devam ediyor ve etmek taraftarıdır^ Amerika Dışişleri resmî şahsiyetleri Acheson’un «top yekûn siyâsetini» Amerikan halkına kabul ettirmek için memleketin her tarafında nutuklar vermektedirler ve Anti-Sovyet propagandayı şiddetlendirmek için Amerikanın Sesi radyosu ile ingilterenin
B. B. C. si arasında temas ve müzakereler yapılıyor.
Fakat Lie barış gayretlerinde yalnız değildir. Yukarıda adı geçen gazete de «Lie ve etrafındakiler» diyor. Barış misyonu seyahatine çıkarken Lie Birleşmiş Milletler Genel Kurulu eski başkanlar] tarafından kuvvetle desteklenmiştir. Avrupa başkentlerinde ve küçük devletlerde tarafsızlık cereyanı kuvvetlenmek* tedir. Amerikan Senatörü Taft’ın dediği gibi, Avrupa devletleri Amerika malzemesi mukabili tepelerinde atom bombasının patlamasına razı olamıyorlar. Büyük küçük bütün memleketlerde halk arasında barış cereyanı çok kuvvetlenmiştir. Her tarafta atom bombasının yasak edilmesi ve bunu kullanacak ilk devletin harp mücrimi sayılması yolunda milyonlarca imza toplanıyor. Dünya barış kuvvetleri soğuk harbi yürütenleri ve ateşli harbe hazırlananları yenebilir.
Yeni hükümet programı
MEMLEKETİN ACIKLI HALİ
Memleketin acıklı halini hep biliyorduk, ama bu durum kati r ak kamlar halinde ifade edilince ne kadar kötü olduğu daha da kuvvetle beliriyor. Başbakanın dediklerine göre zi-raatte istihsal on beş, yirmi sene evvelki seviyede duraklamıştır. Dış ticaretimiz 1934-36 senelerine kıyasla daha düşüktür. Altın stokumuz 214 tondan 137 tona düşmüş ve bunun 4 tonu da yabancı bir bankaya terhin edilmiştir (Hangi bankaya ve ne maksatla, bildirilmiyor). Devlet borçları ise 2 buçuk milyara yaklaşmıştır. Bu şimdiki ve gelecek nesillerin üzerine ağır bir yüktür. Bütçede 174 milyon açık vardır. Bunun 155 milyonunun Marşal yardımından kapatılacağı C. H. P. hükümeti tarafından iddia edilmişse de gerçekte Amerikalılarla bu hususta bir anlaşmaya varılmamış. Geri kalan 19 milyonluk bütçe açığını da iç istikrazla (2 buçuk milyar borç daha da kabaracak demek) kapatılacakmış ama 1949 yılında çıkarılan 20 milyonluk tahvillerin ancak dörtte biri satılmış; yani millet artık hükümete borç vermek istemiyor veya verecek durumda değil.
MARŞAL YARDIMI VE BÜTÇE AÇIĞI .MESELESİ
Başbakanın bütçe açığını Marşal yardımından kapatmak bahsinde söylediklerinin daha sonra dikkate de-Ğer u-J^islçri oldu. Vazifesi Amerikan yardımı işlerine bakmak olan eski Devlet Bakanı Cemil Sait Barla s, Amerikalılarla bu hususta mutabakat hâsıl olduğunu, bir tezkerenin maliye kasasında mevcut bulunduğunu söyledi. Halbuki Mr. Dorr’ın vekili bunu reddetti. Şurası dikkate değer bir nokta ki, Amerikalı sözcü Marşal yardımından değil de, «Marşal yardımı karşılığımdan bahsetti. Yani meselenin esası şu: Bütçedeki 155 milyon açığı Amerikalıları^ para sayarak kapatması bahis mevzuu değil. Marşal yardımına dair yapılan anlaşma mucibince Amerikadan gönderilen malzemenin satış değeri tutarında bir parayı hükümet bir fon olarak ayırmak mecburiyetindedir ve ayırıyor da. Fakat hükümet bir tarafa ayırıp koyduğu bu parayı istediği gibi kullanmak selâhiyetinde değildir; bu paranın hangi işler için kullanılacağı Amerikalılara danışarak kararlaştırılabilir. Müteveffa C. H. P. hükümeti Marşal yardımı karşılığı ayırdığı parayı bütçe açığının 155 milyonunu kapatmak için kullanmak istemiş. Şimdi münakaşa edilen nokta, bu hususta Aemerikalılardan izin
alınmış mı, alınmamış mı. meselesi d ir,
NE BİÇİM GREV HAKKI?
işçilere grev hakkı verilip verilmemesi bahsi iç siyasette D. P. yi
C. H. P. den ayıran bir nokta gibi gösteriliyordu. Halbuki hükümet programında grev hakkının «İktisadî ve içtimai ahengi bozmıyacak şekilde» verileceği bildirilmekle bu noktada da iki parti arasında bir fark olmadığı bir daha meydana çıktı. Böyle bir kayıt koyduktan sonra grev yapmıya imkân kalır mı? Grevde işçiler işi tatil ettiklerine göre her grev hali şu veya bu derecede «İktisadî ahengi» bozar, yani istihsali durdurur. Anlaşılıyor ki verilecek şitten bir hak olacaktır. Celâl Ba-grev hakkı kâğıt üstünde kalan çe-yar’m 1936 da yaptırdığı Iş Kanununa da grev hakkı değilse de işçi lehine sayılacak diğer bazı maddeler konulmuş fakat bunlar tamamiyle kâğıt üzerinde kalmamış mıydı?
DIŞ SİYASET: AKDENİZ PAKTI YOLUYLA AMERİKA’YA İYİCE BAĞLANMAK
D. P. nin dış siyasette de C. H. P. den ayrılmadığı öteden beri biliniyordu. D. P. iktidara geldiğinden beri herhangi bir fark belirdi ise bu da yeni hükümetin daha büyük bir tehalük le Amerikalılara yanaştığıdır. Bir taraftan daha geniş mikyasta yardım yapılması için memleketin «nazik İktisadî durumu» ileri sürülür ve Amerikalılardan imdat istenirken, diğer taraftan da «Atlantik paktına bağlı bir Akdeniz paktı» yeni hükümetin karşılaştığı başlıca mesele olarak Başbakan tarafından ortaya atıldı ve Dışişleri Bakanı da aynı yolda faaliyete geçti.
Amerika bir Akdeniz paktı yapılmasını ve bu maksatla da şimdi Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Italyanm birbirlerine yaklaşmalarını istiyor. Nisan ayında yapılıp metni halâ açıklanmıyan Türk-İtalyan and-laşniası bu yolda atılmış ilk adımdır. Son haftalar zarfında gazetelerde pek sık görülen Türk - Yunan dostluğuna, Yunanistanla Yugoslavyanın ye-niçin münasebetler kurmalarına ve Yugoslavya ile İtalya’nın Triyeste meselesinde anlaşacağına dair haberler hep bu istikamette yapılan teşebbüslerin belirtileridir.
Yunanistan ile Türkiye’de bir hükümet değişikliği olmadıkça Yugoslavya ile bu iki memleketin birbirine yaklaşmaları pek mümkün değildi; çünkü vaktiyle Tito bu her iki memleket hükümetlerini mürteci ve faşist olmakla itham etmişti. Nisan ayında Amerikan elçisinin bir mektubu Yunanistanda gerekli hükümet değişikliğini sağladı. Türkiyede seçimlerin birbirinin hemen hemen aynı olan iki parti arasında serbest sapılması da Türkiyede iktidar partisini değiştirdi. İki yeni hükümetin birbirile pek sıkı fıkı olduğu görülüyor. Refik Koraltan Meclis Başkanı olur olmaz Yunan Meclisine selâm gönderiyor. Yunan Meclis Başkanı da derhal mukabele ediyor. Pariste Fuat Köprülü ile Plâstiras görüşüp konuşuyorlar ve iki memleket elçiliklerinin neşrettikleri müşterek beyannamede yeni hamleler yapılmaktan bahsediliyor. Plastiras verdiği ayrı bir demeçte Yugoslavya ile elçi teatisinden ve Selânik limanında Yugos-lavlara tanınan imtiyazlardan bahsediyor. Fakat bir mektupla iktidara gelen Plâstiras hükümeti yerine pek sağlam oturmuş görünmüyor. Hükümetin sallantıda olduğu ve yakın- __ da yeni seçimlere gidileceği söyieni yor. (Devamı 11 inci sahife»
2
-Yeni Hükümet Programı-
Bu program, milletin yirmi küsur yıllık ölçüsüz fedakârlıkları, izdirapları pahasına aide edilmiş başarılardan kazanılmış haklardan arta kalan ne varsa hepsinden vazgeçmek gerektiğini haber veriyor m
Demokrat Parti hakkında bu sütunlarda ötedenberi açıkladığımız kanaatlanmızda aldanmış olmağı çok isterdik. Fakat yeni hükümet, progra-miyle olsun, bizi yalanlamak kudret ve kabiliyetini gösteremedi. Bu program, «acı» tenkitlerle dolu «orijinal» bir bölüm taşımasına rağmen, dış politikada olduğu gibi iç politikada da bize iyi bir şey vadetmiyor, ferahlatıcı bir ümit ışığı göstermiyor. Tersine, milletin yirmi küsûr yıllık ölçüsüz fedakârlıkları, ıstırapları pahasına elde edilmiş başarılardan, kazanılmış haklardan arta kalan ne varsa hepsinden vazgeçmek gerektiğini haber veriyor.
Demokrat Parti, Halk Partisini tenkit etmekte, halka beğenilmenin tılsımını bulmuşa benziyor. Öyleki kendi faaliyet programına bile, onu şirin göstermek için olacak, yine bu tenkitle başlıyor. Yirmi küsür yılın bu çeşit bir «muhasebesini» yapmak Halk Partisinin, hesapları henüz kapanmamış olan eski liderlerine düşmezdi. Geçmişi unutturmak gayreti burada uzun
ömürlü bir başarı vadetmiyor. Halk Partisi liderlerinin, «ellerine mamur bir vatan devretmekte oldukları iddiasını reddeden Demokrat Parti ileri gelenleri daha düne kadar, memleketin iktisadi kalkındırılması işinde mucizeler yarattıklarını öğünerek ilân etmiyorlar mıydı? Bugün «uzun yılların beyhude israf edilmiş alduğuna ve hatta memleketin tabii inkişaf seyrinin hatalı ve sakat politikalarda engellenmiş olduğuna hükmetmek icabettiğini,, ileri sürenler dün, tutulan yolu tenkit etmeye cesaret edenlere ha-pisane kapılarını gösterenlerin yanı başında, hatta başında değiller miydi? Bugün «devlet imalâtçılığı gibi dev-
let nakliyeciliğinin de bu memlekete çok pahalıya mal olduğunu» söyliyenlerin daha dün devletçiliği memleketin iktisadi inkişafının zaruri bir şartı olarak kabul eden, fakat devlet sanayiini halkın zararına işlemek suretiyle bu devletçiliğin İçerde ve dışar-daki düşmanlarına silâh veren kimseler oldukları unutulmuş değildir. Halk geçmiş hataları unutabilirdi, eğer bugünkü tenkitçiler dünkü icraatçılar olmasaydı, bugüaki icraatları vaadları dünkü hataların düzeltileceği ümidini verebilsey-di, bugün tutulan yol, dünkünün zıddı gibi görünmesine rağmen onun sadece bir devamı olmasaydı, dünkü hatalar, onları gölgede bırakacak daha büyük hatalarla önlenmeğe, örtülmeğe çalışılmasay-dı. Bugün Demokrat Partinin tenkit ettiği iktisadi, siyasi prensiplerinden bizzat Halk Partisinde ne kalmıştır ? Memleketi yabancı sermayenin iktisadi ve siyasi istilasına açmak suretiyle devletçiliğe ilk sahneyi açan, yerli sanayiin tasfiyesi için gereken şartları
> ■ (
i İkinci dünya harbi neye mal oldu? j ‘ 75 milyon insanın hayatına (bunlardan 26 milyonu top-1
‘ lama kamplarında öldü). 150 milyon insanın evinin yıkıl- ( ; masına, O
> Halbuki Cenova’da çıkan resmi beynelmilel bir dergi- ’
> de ki rakkamlara göre bu harpte harcanan para ile Ame- J
> rika, Ingiltere, Kanada, Avustralya, İrlanda, Fransa, Al- J
> manya, Rusya ve Belçikada her aileye 60 bin Türk lirası (
; kıymetinde bir ev yapılabilir. 25 bin liralık mobilya alı- ( ; nabilir ve üstelik de bu memleketlerdeki her aileye 100 ( ; bin lira nakit para dağıtılabilirdi. Geriye kalan para ile 1 i de 400 milyon lira değerinde okul ve her şehre büyük bir ; I umumi kütüphane yapılabilirdi. ;
> Şimdi aradan beş sene geçmiştir. Bugün Amerikanın (
» harp hazırlıklarına bir haftada harcadığı para, eğitime bir ( ' senede harcadığından çok daha fazladır. (
• a
J Ingiltere yalnız harp masraflarına, eğitime, yapı işle- ■ I rine ve sağlığa harcadığından daha fazla para harcamak- ( I tadır.
hazırlayan Halk Partisi hükümetleri değilmidir ? Demokrat Partinin «yabancı teşebbüs, sermaye ve tekniğinden geniş ölçüde faydalanmanın şartlarını tahakkuk ettirmek ve icaplarını yerine getirmek vaadini Halk Partisi çoktan gerçekleştirmeğe başladı. Demokrat Parti, gösterişçi ve pahalıya mal olan bir devlet müessesesinin geri bir zirai bünye üzerine kurulamayacağını, bunun için zirai inkişafı beklemek gerekdiğini, memleketi yabancı sanayiin başı boş rekabet ve tahakkümünü engelleyen amillerden kurtarmak ve korumak icabettiğini söylerken sadece Halk Partisinin açtığı yol üzerinde yürüyeceğini ifade etmiş oluyor. «Gerek din dersleri meselesinde, gerek din adamlarını yetiştirecek yüksek mû-esseselerin faaliyete geçmesi hususunda icabeden tedbirleri ittihaz etmek kararında «olan yeni iktidar partisi lâyıklığa «bağlılık» yolunda da Halk Partisinin izinde olduğunug inkâr edemez.
Demokrat Partinin Halk Partisinden görünürde ayrıldığı hemen hemen biricik nokta işçiye grev hakkı tanımasıdır. Bunun da sebebi malûm. Fakat yeni iktidarın «grev mevzuunda kaçamaklı konuşmağa başladığı» Halk Partisinin bile dikkatini çekti. Garip olan şııki grev hak-Devanıı l,r> eu sayfada
Ilşçi I
SLMDIR AL ARİ I ¥£ I
Grev hakkı olmayan işçi elinden silâhları alınmış bir duellocudur. Karşısındaki ise tepeden tırnağa silâhlı bir mütecaviz* D. P. işçiye bu silâhı vermek vadile iktidara geldi, vere* çektir. Fakat öyle gözüküyor ki vereceği bu silâh bilenmemiş bir kılıç, kurşunsuz tabanca veya Kavak ağacından bir sopa olacaktır.
C. H. P. nin senelerdir tutturduğu Devletçilik biz bize benzerizin tâ kendisi İdi.
Şimdi liberal iktisat, serbest ticaret, hususî teşebbüs rejimine giriliyor. Bu İktisadî ve içtimai inkişafımızın zaruri bir neticesi demek değildir, zorladılar, yabancı sermaye gümrük duvarlarım yıktı, şimdi de sel gibi basacak, yerli sanayiimize hissedar, milli bankalarımıza aksiyo-ner, toprak altı mahsullerimize doğrudan doğruya giriverecekler. Maliyet meselesi ucuz iş kuvveti arayacak, teknik tekâmül Topkapı ampul fabrikasında olduğu gibi bir yerine yüz işçile kâr haddinin yüzdesin! arttırmağa çalışacak, yarın petrol kuyularında, öbürgün maden ocaklarında ve sonra bütün Türk toprakları üzerinde Türk lirasile Dolar, Kâğıthane âlemleri ve av eğlencelerile sarmaş dolaş, çalışan halkın gündelikçi işçinin ve topraksız köylünün alın terinden kurulmuş sofralarda göbekle necek, millî ve gayri millî bankalarda palazlanıp bu mukaddes çifleşnıedeıı doğacak harp ceninine ninni okuyacak.
İddia edilecek ki Türkiye işçilerine tanınan grev hakkı demokratik inkişaf.mızı a son merhalesidir. Ne münasebet.
Bizce Türkiye işçi sınıfının bugünkü durumu, işçi mevzuatı, hukuki ve içtinıaî koruyucu kanunları yeni baştan ve çok daha anlayışla ele alınması zaruridir.
Grev müessesesi teşkilâtsız veya hâkim sınıf partilerine bağlı teşkilâtlar için bir rozettir. Mevcut sendikalara, hakikî işçi teşkilâtları haline, iradesi kendinin, idaresi kendinin, kararları bizzat kendinin ve yalnız kendi yararına çalışır hale gelmenin teminatını vermek lâzımdır. Bu da yalnız bir kanun işi değil bir idrak ve zihniyet meselesidir. İşçinin ne nıe lâzımı yıkması, ne olur ne olmazı parçalayıp kabuğundan fırlaması, âmir baskısı ve idare heyetleri diktasından kurtulması ve bir kanun memleketi vatandaşlığının şuurunu yaratmak meselesidir.
Hani asgarî ücret tarifesi? Hani iş mahkemeleri ? Hani kollektif sözleşmeler mukavelesi?
Henüz asgarî ücret meselesini ele almamış bir memlekette ihtiyarlık sigortası bir lüks değildir de nedir? Fakat C. İT. P. bu kanunla işçi ve ve iş verenden senede yüz milyon lira tahsilini düşünmüş, adetâ işçi ve ücretli sınıfa yeni bir vergi tarh etmiştir.
Sendikalar kanunu cemiyetler kanununa, cemiyetler kanunu Ceza kanununa, Ceza kanunu Anayasaya aykırıdırlar. Birinin hak tanıdığım öbürü suç sayar, birisi yap der, öteki yapma. Cemiyetler kanunu sınıflıdır, Ceza kanunu sınıfsız. İş kanunu işçi davasının patron görüşüyle hamiyet ve şefkat anlayışıdır, işçiye hak değil sadaka veriliyormuş gibidir.
İş ve işçi hukukunun yeniden ele alınması, hukukî ve kanunî mevzuatın sınıf esası üzerinden tanzimi, İşçi menfaatlerini k o r u-yucu hükümlerin konulmasını beklemek bizim hakkımız olduğu gibi, D. P. nin 14 Mayısda yüklendiği vazifelerden biridir. H. KOÇ
3
«Mektebe gitsem» diye düşündü
Haydarpaşa garında
1941 baharında
Saat 15
Merdivenlerin üstünde güneş
Bir adam
Merdivenlerde duruyor
Bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun, ve yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
— Galip usta —
Tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur: «Kâat Helvası yesem her gün» diye düşündü
5 yaşında
10 yaşında
Ata, katıra, yaylıya binerlerdi Şimdi şimendifere biniyorlar. Merdivenleri bir kadın iniyor Çarşaflı, şişman Adviye hanım
An asıl KafkasyalI 1311 de kızamık 1318 de gelin oldu Çamaşır yıkadı Yemek pişirdi
Çocuk doğurdu
Ve biliyor ki öldüğü zaman
Selâtin camilerinden
Bir şal koyacaklar tabutuna, damadı imamdır
Sokuldu polis efendiye Birşeyler konuşuldu Okşadı ve hep
ve her
çocuk Kemal’i beraber Karakola gittiler, ne kadar
«Bahamın bıçakçı dükkânından
«Akşam ezanından önce çıksam» diye düşündü 11 yaşında
diye düşündü
15 yaşında
«San iskarpinlerim olsa «Hızlar bana kaksalar»
«Baham neden kapattı ve fabrika benzemiyor düşündü
dükkânını
babamın dükkânına» diye
16 yaşında
«Yevmiyem artar mı?» diye düşündü
21 yaşmdayken
«Babanı ellisinde öldü,
ben de böyle tez mİ öleceğim?»
«İşsiz
diye düşündü
21 yaşındayken
«İşsiz
«ışs-’z
kalırsam? diye düşündü
kalırsam?»
kalırsam?»
Ve zaman zaman
«İşsiz kalırsam?»
diye düşündü
diye düşündü
işsiz kalarak diye düşündü
50
22
23
24
yaşında
yaşında
yaşında
yaşma kadar.
51 yaşında «İhtiyarladım» dedi
«Babamdan bir yıl fazla yaşadım.»
Şimdi elli iki yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup kaptırmıştır kafasını Düşüncelerin en tuhafına»
«Kaç yaşında öleceğim
Ölürken üzerimde yorgan olacak mı» diye düşü-
nüyor.
Burnu sivri ve uzun,
Yanaklarının üstü çopur
Denizde balık kokusuyla
ve döşemelerde tahta kurulan ile gelir
Haydarpaşa garında bahar.
Sepetler ve heybeler
Merdivenlerden inip
Merdivenlerden çıkıp Merdivenlerde duruyorlar..
Polisin yanında bir çocuk
— Tahminen beş yaşında — İniyor merdivenleri.
Nüfusta kaydı yok
Fakat ismi Kemal....
Merdivenleri bir heybe çıkıyordu
bir halı heybe
Merdivenlerden inen Kemal
Y’apyalnızdı
— Kıuıdurasız ve gömleksiz — Ortasında kâinatın
Açlığından başka bir şey hatırlamıyor, bir de hayal meyal
Karanlık yerde bir kadın.
Merdivenleri çıkan heybenin
Kırmızı, mavi, siyah nakışları var.
Eskiden
Halı —• Heybeler
Bir
Merdivenlerin üstünde güneş
Bir baş yeşil soğan ve bir insan Ahmet onbaşı
Balkan Harbi’nde gitti. Seferberlikte gitti. Yunan harbinde gitti.
«Ha dayan hem şer im sonuna vardık»
Sözü meşhurdur. ____
Merdivenleri bir kız çıkıyordu Çorapta çalışır.
— Topane caddesi Calata — on üç yaşındadır.
Usta
Atıf et’e:
Bir daha görülmiyecekse de
hayal meyal karanlık bir yerde bir kadın çocuk Kemal yapyalnız değil artık ortasında kâinatın.
Bir parça bulaşık yıkayıp biraz su taşıyacak ve Adviye Hanım’uı dizi dibinde yaşıyacak. Merdivenleri mahkûmlar çıkıyordu.
Şakalaşıp, gülüşerek..
Üç erkek
Bir kadın ve dört jandarma Erkekler kelepçeli Kadın kelepçesiz. Jandarmalar süngülü Merdivenlerin üstünde bir
Mahkûmlar durakladı
Jandarma Haşan
Tokalaştı A lunet
Jandarma Haydar
Aldı yerden boş
kaysı gülü
Bîr cigara paketi
Bir gazete kâğıdı
onbaşıyla
Atıfet
Galip
Baktı
«Evlenseydim eğer
Torunum olurdu bu kadar»
diye düşündü.
Çalışırdı «bana bakar» diye düşündü.
Sonra birden
Emin’in kızu
Geçen sene
Daha
bire akima Sadiye geldi»
âdet görmeden Şahbas'ııı arsasında bozmuşlardı. Sepetler ve heybeler
Merdivenlerden inip
Merdivenleri çıkıp Merdivenlerde duruyorlar.
Ahmet onbaşı yine askerdi
Yetişti halı—heybeye
öptü elini
Hah—heybe
ve mavi mintan, palto, siyah şalvar
ve keten lâstik iskarpinler fötr şapka, sakal ve lâhurî şâl kuşak
Onbaşının omzunu okşıyarak
«Hayıflanma, dedi,
Bir kaç kalem borç için
hane halkını sıkıştirnııyacaklar
biraz faiz biner
—1 o kadar...
Haydarpaşa garında Martılar inip kalkıyor Denizde leşlerin üstüne İmrenilir şey değil Martıların hayati.
Garın saati
Üçü beş geçiyor
Siloların orada
Romanya bandıralı bir şilebe hububat yüldüyorlar. Ayrıldı onbaşıdan halı - heybe
Gara girdi
Merdivenlerin üstünde güneş
Yorgunluk ve telâş ve bir arı ölüsü var.
Kocaman insan ayaklarına aldırmadan Bembeyaz, upuzun taşın üzerinde Arının ölüsünü taşıyor karıncalar. Adviye hanım
paketi
Soktu cebine
ve mahkûm kadın
Boynuna atılan Atıfet’l
Öptü iki yanağından
Eğilip baktı kelepçeli Halil
Kayısı gülünün yanındaki gazete kâğıdına «Tek sütunluk bir. nefer üniforması belli değil tıraşı
Beyaz
Sonra
uzun sargılar var başında
Sargılar kan
tayyareler
— Kanatlı köpek balıkları gibi — Pike bomba rdınıan» diye yazıyor.
bir liman
beyaz daireler çizili üzerinde okuyamadı
«Sonra
Küçük tsmini
Mürekkebi gaz lekesi dağıtmış.
Üç bayan
ÇıkTılâr merdivenleri koşarak
Sivri külahları ile
Mantar iskarpinleriyle
Banliyö yolcuları
Kelepçeli Süleyman
Bayanları gördü
Genç bir kadın geçirdi yüreğinden Kayısı gülünü nişanlayıp tükürdü Kelepti Fuat
Seslendi Galip Ustaya
«Usta
Yine tuhaf şeyler düşünüyorsun, yorum evlât geçmiş olsun.
Yine tı
«— Düşündür
«— Eyvallah usta düşünmek değiştirmez hayatı.» Fuat
Teşyieyci tersanede
Üç arkadaş perdeleri indirip
bir kitap okudukları için
19 yaşında hapse girdi.
Yatıyor iki yıldır.
Şimdi içerlere gönderiyorlar.
Galip Usta
(Devamı 12 nci sayfada)
4
rağa Yeri
Toprağa yerleşmenin en iyi yolu bilim yoluyla bu toprakların yerçeğinin bütün inceliklerini, gerekirlerini ele geçirmek, Türkiyede ileri bir dünyanın yolunu tam aydınlığa kavuşturmaktır.
BTZDE çok rastlanan bir aydın tipi vardır. Okumuştur, dil bilir, yabancı memleket yayınlarını adım adım takip eder. Batıya hayrandır; iyi, doğru bildiği her şeyin orada olduğuna, yaşadığına, yürüdüğüne inanır. Yer yüzünde ileri ve geri kuvvetlerin sa-
vaşıııda her türlü zafer 'ümidini oradaki kazançlara bağlamıştır. Tarih o-ralarda cömert davranmıştır. Meselâ, Rönesans, parlamento sistemi, Fransız,
ihtilâli orada olmuş, kitle hareketleri orada görülmüş, her türlü ileri fikir oradan yayılmıştır. Oııa görç, bugün de, hattâ kendi yurdumuzda, ilerinin zaferini ancak bu memleketlerden bek-liyebiliriz. Sohbetde epey ileri görülen bu aydın, gerçekte şu çıkmaza saplanır: Memleketimiz nasıl olsa bu zamanda ileri davayı yürütemiyecek kadar yaya kalmıştır. Dünyaca ileri meseleleri bu topraklarda çözebilmek için, öteki memleketlerle kıyas edersek, tarihin normal seyriyle bir kaç yüz yıl beklemek icap eder. Bu meselelerin çözülmesinin ise böyle bir bekleyişe müsaadesi ve ihtiyacı yoktur. Bu aydın daha bir adım atıp şöyle der: esasen bu memleketin geri kalışı her halde
tesadüfi değildir. Bunu tarihî, sosyal sebeplere olduğu kadar, bu topraklarda yaşıyaıı kitlelerin kabiliyetsizliğine, inkılâba elverişli olmamasına bağlamak doğru olur. Bu İlmî (!) sonuca varan aydının artık kımıldamasına, iş görmesine imkân yoktur; tam bir kapana düşmüştür. Hattâ bu topraklarda iş görenleri, ileri için savaşanın, varını yoğunu bu yolda lıarcıyanları iyi karşılamaz. Bunların boşuna zahmet ettik-lcrine inanmıştır.
Bu inanış önce bilim bakımından
sakattır. Batı memleketlerinin bizden çok ileri oldukları ortada. Bizim geri kalışımızın bir çok sebepleri var; bunları sırabyacak değiliz. Bu sebep'er ne olursa olsun bütün tarihimizden, halk kitlelerimizin inkılâpçı kabiliyetlerinin olmadığı veya eksik o’duğu şeklinde bir aşağılık duygusu payı çıkarfamaz. Böyle bir aşağılık olsa olsa sadece bu cins aydınlar için gerçektir. Geçmişi bıraksak bile son yarım yüz yıl içinde Türk halk kitlelerinin yarattıkları inkılâp nasıl görmezden gelinir ?
İleri dünya, davasının ileri batı memleketlerinden gerçekleşmeğe başlı-yacağına, geri ülkelere, bu işe seyirci olmaktan başka şey düşmeyeceğine dair olan inançlar bilim ve gerçek ta
rafından çoktan çürütülmüştür. Çin misali ortada. Tezatlardanfaydalanarak emperyalist canavara karşı elele vermiş bütün dünya için, köleliği kaldırmaya
çalışan insan oğlu için, onun zayıf yerini yakalamak şansı beş kıt’a üzerinde her yerde vardır. Yeter ki bu savaş gerçekten, ustaca yürütülsün.
Bu aydınlar, akılları sıra bir nevi açıkgözlükle, işten sıyrılma yolunu tutarken, kendilerini, tarih içinde ümitsiz bile olsa, ileri fikri savunan insan olmanın haysiyetinden mahrum bıraktıklarını, alelâde bir canlı küçüklüğüne düşürdüklerini farketmiyorlar mı?
Aynı aydın tipi bazen makyajla piyasaya da sürülür. O zaman bu aydın, koyu tekâmülcüdür. Oldukça büyük lâflar eder. îleri savaş yerini hazırlamak için yurdumuzun sosyal gelişmesini sağlamanın kaçınılmazlığını öne sürer. Bu gelişme nasıl olacaktır? Hal-
kımız bu zamana kadar böyle bir şeyi beceremediğine göre ondan bekliyemi-yeceğiıııizi söyler. Ve utanmadan, sıkılmadan, memleketimizi, halkımızı, emperyalist, gangster bir dünyanın kanlı pençesinde gelişmesini yapmıya terket-memizi teklif eder. Böylece de bu cins aydınların kara kuvvetlerle akrabalığı, gün gibi, ortaya çıkmış olur.
Bu memleketin, gerçek inkılapçı insanına düşen vazifelerinden biri olarak bu cins aydınlarla ölesiye savaşma, yeni yetişen unsurları bunların şerrinden koruma ve böyle bir güvensizliği kurutma işini hiç de küçümsememek lâzım. Bu cins aydınların tuzağına çok defa iyi niyetli unsurlar da düşer. Bu iyi niyetli unsurlar bir çok nazarî şeyler öğrenmiş, sık sık bir takım umumî prens;pleri tekrar eden, böylece her meseleyi hallettiklerini zanneden kimselerdir. Öğrenip inandıkları şeyler henüz bu memleketin gerçekleriyle şart’anmamış, halk kitlek riyle kökleşınemişt r. (Fikirden, bilgiden, gerçi kten çok vecde, hayale, iitopiye doğrudur. İyi niyetle bu topraklarda ileri için çalışmıya, vecde, hayale, üto-piye yakınlığı ile, taraftardır. Zaman zaman faydalı işler bile yapsa, gerçeğe, aydın bilgiye dayanmanın tam isabetine, sağlamlığına kavuşmamıştır; sezişle yürümektedir, boşluktadır, salıntıdadır, kayabilir.
Bugün bu mesele inkilâpçı kampımızın ana meselelerinden biri olarak ortaya çıkıyor. İleri, inkilâpçı safta çalışan, çalışmıya hazırlanan bütün iyi niyetli insanları, güvensiz aydının iğ-vasına, kara kuvvetlerin baskısına karşı sağlam bir yer üstünde toplamak zarundayız.
Böyle sağlam bir yer nasıl elde edilir? Bu topraklara yerleşmekle. Toplum içinde, ileriyi savunan insan oğlunun en iyi yardımcısı bilimdir. Fakat toplum içinde ileriyi gösteren bilim, tekrarından her zaman ve her yerde fayda umulan, her müşkülü çözen, büyülü sözler yekûnu değil, her yerin ve zamanın en doğru ve gerçek tarafını görmemizi sağlıyan bir inceleme vasıtasıdır. Toprağa yerleşmenin en iyi yolu bu inceleme vasıtasını kullanarak bu toprakların gerçeğinin bütün inceliklerini, gerekirlerini ele geçirmek, Türkiyede ileri bir dünya’nm yolunu tam aydınlığa kavuşturmaktır.
Bugün yurdumuzda, bir satılma
(Devamı 11 inci sahifede)
5
Milletleri I
Dünya milletlerinin barışın kurulması yolundaki faaliyetleri
Birleşmiş Milletlerde:
\Vashingtor, Londra, Paris ve Moskovada temaslar yapmış olan Birleşmiş Milletler genel sekreteri Dörtlere ar-zettiği yirmi senelik barış programını açıklamıştır. Birleşmiş Milletler delegelerine gönderdiği bir mektupda bu açıklamayı yapan genel sekreter şu noktaları belirtmiştir:
1 — Bölge andlaşmaları harbe mâni olabilecek birer tedbir olmaktan uzaktır.
2 — Her türlü terakkinin başlıca şartı Birleşmiş Milletlerde Çinin temsili meselesinin hallidir.
Genel sakreterin 10 maddelik barış programının ana hatları da şunlardır:
— Birleşmiş Milletler şartında da tashih edilmiş olduğu veçhile Güvenlik konseyinin altı ayda bir toplanması ve aza devletlerin bu toplantılarda kendilerini Dış İşleri Bakanları veya devlet reisleri vasıtasile temsil ettirmeleri.
— Atom enerjisinin kontrolü sahasında, Birleşmiş Milletlerde müzakerelerin yeniden başlaması
— Silâhların tahdidi ve muayyen tiplere ircaı hakkında görüşmeler hususî görüşmeler yapılması.
— Birleşmiş Milletler «Mil letlerarası polis hakkında yeni anlaşma gayretleri sarfedilmesi.
— Kâfi, derecede gelişmemiş sahalara teknik ve İktisadî yardım yapılması.
— Birleşmiş Milletlerin muhtelif şubelerinin daha büyük bir verimle kullanılması ve devletler hukukunun yayılması için gayretler sarfı.
Lie muhtırasını Güvenlik konseyine resmen tevdiini düşünmekte ve muhtıranın
■*
kuvveti»
muhafaza
Kızılhaç
Paul Ru-
ve
Birleşmiş Milletlerin gelecek genel toplantısında gündeme alınması hakkını etmektedir.
-¥• Milletler arası Komitesi Başkanı
egger, Birleşik Amerika Rusya da dahil olmak üzere 64 memleketin hükümetlerine birer mektup göndererek muhtemel bir ihtilâfta atom bombasının kullanılmasının yasak edilmesini talep eylemiştir.
Frarısada:
Fransa Temsilciler Meclisinin bir içtimaında Anglo-Amerikan emperyalistlerinin taraftarı olan hükümet partisi ve sağ taraf saylavları Stokholm da karar altına alınan Dünya Milletleri Barış taraftarları Kongresinin çağrısına itiraz etmeye yeltenmişler ve bunun yerine mahut Amerikan Barudi Plânının (Atom silâhı kontrolünü Birleşik Amerikanın inhisarına bırakan plân) desteklenmesini istemişlerdir. Bunun üzerine iki taraf arasında şiddetli tartışmalar olmuş ve neticede mahut Baruclı Plânını teklif edenler bunun bir harp ve sömürgecilik * gorbon plânı, dünyanın bütün masum insanlarını arkadan vuracak bir vasıta olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlardır.
I
★ Dünya anneler Kongresi Fransız Birliği anneler bayramı miinasebetile barış hakkında bir beyanname neşret-miştir. Bu beyannamede şöyle denilmektedir:
Harbe kaaşı açılacak hakiki savaş, barış şartlarının yerleşmesi için mücadele etmekten ibarettir.
Binaenaleyh, Milletlerarası ve hükümetler teşekküllerinden harp sebeplerini ortadan kaldırmak için sarfettikleri
z
ANNE
Barışı kurmak ve yaş?
Demokratik Dünya Kadınları Birliği Barışı Savunma davasında geniş ölçüde mücadeleye girişmiş bulunuyorlar. Onlar, Barış mücadelesi yolunda yılmadan, yorulmadan ve muvaffak olacaklarına inanmış olarak ön saflarda çalışırlarken bzzim fedakâr kadınlarımızın da bu mücadeleye hiç tereddüt etmeden katılmalarını ve bu yolda dünya kadınlarından hiç de geri kalmadan gayret göstermelerini istiyoruz. T
Birinci Dünya harbinde yuvalarının harp felaketi ile yıkıldığını gören, kocalarını ve evlâtlarını bu yolda kay-beden, yetim kalan yavrularını bin bir mahrumiyet ve meşakkate göğüs gererek tek başlarına yetiştirmeye uğraş-mış olan bizim analarımız harp faciasının insanlığa getir-diği korkunç ıztırapları yakından tanırlar ve onları unutamazlar. Türk kadınının istiklâl savaşımızda saldırgana karşı yurdunu ve yuvasını müdafaada gösterdiği insan üstü gayret ve fedakârlık dünya kadınlarına örnek olduğu gibi insanlığı saadete kavuşturacak olan Barış mücadelesinde de ön saflarda canla başla çalışacağı ve dünya kadınlarından geri kalmıyacağı hiç kimsenin şüphe etmiyeceği bir hakikattir. ~
■ A
Anneler! Barışı kuracak olan sîzlersiniz. Kocalarınızı, çocuklarınızı bu yolda mücadeleye teşvik ediniz. Ellerinizle kurduğunuz yuvaların yıkılmasına, memleketimizin bir
gayretlerin şiddetlendirilme- ★ Poznan’da 670 yeni barış sini talep ediyoruz.
JBS| /c »
üniversitesinde her çeşit ilini koluna mensup ve her çeşit zihniyette
• •
Üniversite mensupları, Enstitü üyeleri, âlimler ve hukukçular Stokholm çağrısını imza etmişlerdir.
Polonyadğ:^ a
VVroclavv yüksek okul öğrenci ve Öğretim üyeleri Kaliforniya Üniversft&tffıe aşağıdaki mektubu yollamışlardır :
«timin başlıca zaferlerinin lıarpçi gayelere âlet edilmesine müsade etmiyeceğiniz ve yeni bir harbin hazırlanmasına karşı koyan bizlerle birleşeceğinizden kat’iyyen eminiz.»
taraftarları komitesi kurulmuş ve Silezya bölgelerinde 21 bin barış taraftan imza toplamağa başlamıştır.
Lublin ve Lodz Üniversiteleri, Poli teknik, Yüksek İktisat Mektebi, Yüksek Pedagoji Mektebi talebe ve profesörleri umumî toplantılarda Stokholm çağrısını imzalamışlardır.
Birleşik Amerikada'
29 Mayısta Şikago’da barışı savunmak maksadı ile yapılan bir toplantıda Kolum-bia Üniversitesi profesörlerindim Philip Morrison şöyle demiştir: «İstikbal, atom enerjisini lıarpçı gayeler için değil, barış yolunda kullanacak olanlarındır.»
Atom bombası ve biz
mak sizin elinizdedir.
felâket beldesi, muztarip insanlarla dolu bir harabe haline gelmesine mâni olmak sizin elinizdedir. Harpten nefret ediniz ve ettiriniz. Harp istiyen her fikir ve her tesire karşı koyunuz. Dünya Barışını kurmaya muvaffak olduğunuz taktirde gelecek mesut günlerde çocuklarınızı harp fikrinden uzak olarak yetiştiriniz. Onlara, birbirlerini sevmeyi, yâni insanları sevmesini öğretiniz. Onların içinde nefret hislerinin filizlenmesine meydan vermeyiniz. Dünyanın saadeti ve istikbali yetiştireceğiniz çocuklara bağlıdır.
■
Anneler!. Bütün dünya annelerile birleşiniz. Sevginin ve ıztırabın dili tektir. Evlatlarınızı severken duyduğunuz saadet hissi bir zenci annenin çocuğuna karşı duyduğu sevgiden farklı değildir. İster Amerikalı, ister Asyalı, Afrikalı, Avrupalı olsun, her ananın çocuğunun ölümü karşısında duyacağı ıztırap birbirinin aynıdır. Varsın diliniz, renginiz, dininiz, milliyetiniz, örf ve âdetleriniz başka olsun. Harbin getireceği felâket karşısında duyacağınız acı müşterek olacaktır. Birbirleriyle en kolay anlaşabilecek olanlar sîzlersiniz.
Anneler!. Yurtlarınızı korumak için dünya annelerile birleşiniz, anlaşınız, barışın bir an evvel kurulması yolunda yürütülen muazzam mücadeleye katılınız ve insanlığı kitle halinde imha edecek olan atom silahlarının kanun dışı edilmesi için sizler de seslerinizi yükseltiniz..
Sur iyede:
1 Haziran milletler arası çocuk günü münasebetiyle Beyrut, Halep ve Şamda kalabalık nümayişler olmuş ve nümayişçiler: «Atom bombasının yasak edilmesini istiyoruz.», «Çocuklarımızın parasız okutulmasını istiyoruz», «Çocuk bahçeleri, çocuk kulüpleri, çocuk bakım evleri açılmasını istiyoruz.» «Çocuk emeğinin istismarına son verilmesini istiyoruz.» levhalarını ellerinde taşıyarak şehirlerin sokaklarında dolaşmışlardır.
Japonyada:
Hiroşima ve gençleri atom yasak edilmesi
Nagazaki bombasının için dünya
I
gençliğine heyecanlı bir çağrı yapmışlardır.
«Atom bombasının topraklarımızı baştan başa harap etmesi üzerinden beş yıl geçti. Ama bugün halâ, analarımızı, babalarımızı, kardeşlerimizi öldüren veya kömürleştiren atom bombasına karşı içimizde gittikçe büyüyen bir kin duyuyoruz.
• •
«Ölüme kıl kadar mesafede kalan bizler Hiroşima’nın bir alev denizi haline geldiğini gördük.
«Baştanbaşa bütün şehir günlerce yandı. Analar kucaklarında yavrularıyla öldüler. Atom bombası dünya yüzünde cehennemi yarattı.
(Iki atom bombası yüzbin-lerce kıymetli insan hayatını
insan giin, feryat
edil-
Amerikan gazetelerinde, dergilerinde sık sık ileriki bir harpte Amerikan şehirlerinin üstünde atom bombası patladığı zaman meydana gelecek müthiş manzarayı gösteren resimler çıkar. Atom bombasını kullanarak iki Japon şehrini alt üst eden ve yüz binlerce sivil halkı tahta kurusu gibi kavuran Amerikan hükümetinin, bu «temsilî» resimlerle yaratmak istediği hava, gerçekte, kendisinin gittikçe daha fazla atom bombası yapmak zorunda olduğuna Amerikan halkını inandırmaktır. Fakat muhakkak olan şu ki buna yalnız, yakıp yıkarak dünyaya hakim olmayı tasarlayan gözü dönmüş, çılgın emperyalistlerden başka kimse inanmıyor. Amerikan halkı da dahil olduğu halde bütün insanlığın bildiği inandığı tek şey atom bombasının eşi görülmemiş bir felâket vasıtası olduğudur. Yarın bütün medeniyetin bir daha onarılmaz bir şekilde yıkılmaması, dünya yüzünden neslinin tükenmemesi için bu dünyanın her tarafından şu yükseliyor:
«Atom bombası kanun dışı melidir!»
Atom bombasını ilk defa kullanacak hükümet insanlığa karşı cinayet işlemiş sayılmalıdır!»
Bu feryada dünyanın her yerinde yedisinden yetmişine kadar, yüz milyonlarca kadın ve erkek katılmaktadır. Bu insanlar barış davası uğrunda seslerini yükseltirken, atom bombası yapılmasının yasak edilmesinin harbi önlemenin belli başlı şartı olduğunu biliyorlar. Bu insanlar, atom bombasının felâketlerinden kendi çocuklarını ve bütün insanlığı kurtarmak için çırpmıyorlar. Dünyanın hemen bütün memleketlerinde kurulan barış komitelerinde din, siyasî kanaat, meslek farkı olmaksızın milyonlarla insan el ele, yarının en büyük en korkunç faciasını önlemek için canla başla çalışıyor, yüz milyonları aşan imzalı beyannameler yayınlıyor. «Milletlerarası kızılhaç» teşkilâtı, bir atom harbinde, yaralılara; felâkete uğrayanlara hiç bir yardımda bulunmaya imkân bulunmadığını, bunun için atom bombasının «kanun dışı» sayılması gerek-
yok etti. Mes’ut yuvaları söndürdü, verimli topraklan kuruttu.
«Bütün dünyanın genç kız ve genç erkekleri, atom bombasının dehşetlerini bizzat yaşamış olanların çağrısını duyun ve Stokholm çağrısına, barış çağrısına, hayat çağrısına yüzbinlerceniz hep birden imza koyun.»
★
Stokholm çağrısını meşhur iki yazar niçin imzaladı?
«Atom harbinin galibi de olmıyacaktır mağlûbu da: Her yer mahvolacaktır. İşte
halk oyuna karşı ilân
feryatlara kulaklarını
aktararak — Sanki bir baştan başa buna seyirci
tiğini dünya etti.
Bütün bu tıkamış yarınki korkunç tehlikeden adetâ habersiz, morfinle uyuşturulmuş gibi hareketsiz duran tek memleket Türkiyedir. jÇeşit çeşit maskaralıklarla okuyucu avına çıkan gazetelerimiz, atom bombasından eğlenceli bir oyuncaktan bahseder gibi söz açar, atom harbinin dehşetlerini anlatan yazıları da, polis ve macera roman üslûbuyla — ve daima Amerikan gazetelerinden sütunlarına geçirirler, atom harbinde dünya yanıp yıkılırken biz
kalacakmışız, sanki göklerimize atom bombalarını tutan, görünmez sihirli ağlar gerilmiş gibi...-.
Halbuki hakikat bambaşkadır: Eğer bir üçüncü cihan harbi çıkar da atom bombası kullanılırsa, bu bombalar belki de her yerden önce bizim tepemizde patlıyacaktır. Bunun neye böyle olduğunu anlamak için Amerikalıların Türkiyeye durmadan silâh yağdırmalarına ve bunu da asla yeter bulmamalarına bakarak anlayabiliriz: Yani bizdeki harp kışkırtıcılarının pek özledikleri gibi Türkiye yarınki harpte bir «ileri karakol» olmaya hazırlanmaktadır.
Üçüncü cihan harbi patlarsa, kıyamet ilkin bizim başımızın üstünde kopacaktır ve şayet bu harpte atom bombası kullanılırsa belki her yerden önce memleketimiz, bedbaht «Hiroşima» ve «Nagazaki» şehirlerinin akıbetine uğrayacaktır.
Bu korkunç, bu tüyler ürpertici ihtimal karşısında biz de barış için çırpman insanlığa katılarak sesimizi duyuracak yerde, adetâ nefis müdafaası insiyakını bile kaybetmiş kötürüm mahluklar gibi hareketsiz durmaktayız.
Barış uğrunda çalışan milletlerin ön safında bulunmamız, bizim için her şeyden önce bir ölüm ve dirim davasıdır. Henüz iş işten geçmeden bu uyuşukluğa son verelim, silkinelim artık Barış sever insanların mücadelesine katılalım: onlarla birlikte ve bütün gücümüzle «Atom bombası kanun dışı edilsin!», «Atom bombasını ilk kullanacak hükümet insanlığa karşı cinayet işlemiş sayılsın!» diye haykıralım.
ben bunun için imza ediyorum. »
Tlıamas Mann-
«Muvafakat etmeği reddetmenin mümkün olacağını bile anlamıyorum»
Pierre Benvit
Fransız akademisinden
Batı Almanyada:
Berlinden bildirildiğine göre Barış Taraftarlarının Stokholm çağrısının altına 17,000,-000 imza toplanmıştır. Batı Almanyada mütemadiyen Barış Komiteleri kuruluyor. Bu kampanyada «Birleşik Almanya ve Dünya barışı» yürütülmektedir.
------- Barış mücadelesi ve
Barışçı ilim adamları —
Yukarıda: I’ierre ve Marie Curie. Aşağıda: Frederic ve İrene Joliot-Curie
«Aşağıdaki yazı Joliot Curie’nin fransız hükümeti taraf intan, fransız atom enerjisi komisyonu başkanlığından çıkarıldıktan sonra söylediği bir nutuktan kısaltılarak alınmıştır.*
Nazi işgali zamanında yaptığımız kurtuluş mücadelesi halâ hatırımızdadır. Bu büyük harekette, Fransa’nın bağımsızlığı ve kurtuluşu için yaptığımız millî cephe mücadelesini, muhtelif dini görüşlere ve muhtelif siyasi kanaatlere sahip kadın ve erkeklerin birbirine sıkı sıkı bağlanarak yaptıkları harbi unutmadık. Bütün bu insanlar müşterek bir gaye için çalışmakta birleşmişlerdi: müstevliyi kovmak.
Bu mücadelede bizi birbirimizden ayıracak münakaşaların, üzerimize aldığımız işe karıştırılmadığmı hatırlamak faydalı olur. Mesela idare hey’etinde bazan birisi harpten sonra ne olacağını, veya yeni bir esas teşkilat kanunu hazırlanmasını, veya şu ve bu mevkii kimin işgal etmesi Iazımgeldiğini mü-naşa etmeği teklif ettiği zaman, hiç şüphesiz bizi düşman hesabına ikiye ayırdığını gördük. İçimizden biri derhal harp sonrasından bahsedebilmemiz için evvela müstevliyi kovmak için mücadele etmemiz Iazımgeldiğini anlattı.
Fakat hareket halinde aramızda doğan samimiyetin, muhtelif kanaatlere ve mezheplere sahip namuslu ve cesur insanlar tarafından karşılıklı bir hürmetle muhafaza edilmesi, bizi asil bir gaye için birleştirdi.
A ton harbinin tehlikesi
insanlık, geçen harbin felâketlerinden güçlükle kendini kurtarmağa çalıştığı bu anda, emperyalistler yeni bir mücadeleye başlamak, tecavüzi bir harp hazırlamak istiyorlar.
Biz böyle bir cinayetin hazırlanmasına karşı bütün kuvvetinizle karşı koyacağız.
Barış, bütün temiz insanların beraberce meydana getirdikleri müşterek bir gayedir. Biz, daha bu tehlikeyi şuurla kavramayanları ve bu sebeple harbi hazırlamakta olan harp-çilerin gayelerine hizmet edenleri aydınlatmalı, en müthiş tahrip silaylarıyla hazırlanan bu asri harbin fecaatini bunlara anlatmalıyız.
Atom bombasının ve bunun üstünde İdrojen bombasının gösterdiği tehlike, böyle muazzam bir tehlikedir.
Böyle bir harbin sonundaki muvazene, yüz milyonlarca insanın ölümü ve her şeyin tahrip edilmesidir. Biliyorsunuz-ki atom bombası 20 bin ton trinitıotoluene (T. N T.) ye, yani müthiş bir iştial kuvvetine muadildir.
Hidrojen bambasınm ise bin defa daha fazla - 20 milyon T. N. T. - ye muadil olduğu doğrudur. Atom bombası hazırlanması büyük gayretlere bağlı olduğu halde, hidrojen bombasının terkibinin hazırlanmasının daha kolay olduğunu söylersek tehlikenin büyüklüğü anlaşılır.
Daha önce Einstein’in ilân ettiği gibi, hidrojen bombasının insanlığın mühim bir kısmını tahribe sürüklemek gibi son derece müthiş bir tehlike taşıdığını bir daha ilan etmek doğru olur.
Hiç şüphe yok ki bu müthiş surette yıkıcı harp silahlarını kullanmak, bunu ilk kullanana zaferi temin etmiyecektir. Neticede zaferin emperyalist harp kışkırtıcılarına karşı isyan eden insanlık tarafından kazanılacağını da muhakkak olarak biliyoruz.
Fakat terakkisever insanların elde etmek istedikleri zafer, böyle ölüm ve yıkılış yolları ile elde edilecek zafer değildir. Butun bu sebepledir ki, Stokholm’de toplanan Barış Taraftarları Dünya Komitesi, atom bombasının men’i için, her tarafa yayılan' çağrıyı yapmıştır.
Bu elde edilecek ilk hedeftir. Son derece ehemmiyetlidir. Bu çağrı, hararetle barış isteyenleri birleştirecek, birlikte harekete geçirecektir. Böyle bir çağrıyı imzalamaktan çekinenler, harpçilerin hizmetkârı olarak isimlendirilmek tehlikesini göze almalıdırlar.
Bu çağrı, gözle görünen tecavüzi bir harp hazırlığına karşı, mücadelenin en mühim unsurlarından biridir.
Alimlerin vazifesi
Bu meselede hususi bir mesuliyeti olan âlimlerin, bütün dünyada mümkün olduğu kadar çok miktarda alimlerin, bu mücadeleye kendilerini vermeleri lazımdır. Bu savaş bir daha yine ön safta olan işçiler ve liman ameleleri tarafından bir çok sahalarda yürütülmektedir.
Bugün birçok memleketlerin neşriyatında, meselâ Ingiltere ve Amerika neşriyatında, atom bombasının kullanılmasını ittiham eden İlmî makaleler okuyoruz. Bu makalelerden birinde bir gazete yazarının atom bombası imali hakkında verdiği şu haberi hatırlıyorum: bir âlim, «bu iğrenç işe iş-
(Devamı 11 inci sahifede)
8
Olumunun 15 cl yıdönumû münasebetiyle
Yeni neslin çocukları nasıl yetişiyor?
MIÇURIN
DOKTRİNİ
sunuyo-
kısmen olarak,
i sayesinde her nevi çabuk
müdaahlesi
ve bitki
daha ( _
değişir; ve bu inkişaf ve de-
zorunda inkişaf
gangster hikayesi harp hikayesi tarzan hikayesi
Fransada bir nıeptep hocası yaşları 9-13 arasında bulunan 50 çocuğa, mevzuunu kendilerinin seçeceği birer hikâye yazmalarını söylemiştir. Bu 50 çocuk diğer bütün çocuklardan farklı olmayıp tamamen normaldirler; yani ne onlardan daha iyi ve ne de daha kötüdürler. Hoca topladığı vazifeleri meyzulara göre şöyle tasnif etmiştir:
29
15
4
1 Mikey hikayesi
Bu hikayelerden sadece (Mikey seyahatte) isimle olanında adam öldürme hadisesi yoktur.
Hikayelerdeki ölülerin mecmuu 196 dır. Bunlardan 48’i asker kurşunile, 141’i polis-gangster mücadelesinde, üç çinli ve dört zenci de maymun adamın elile ölmüşlerdir. Gangster hikayelerinin kahramanlarının adları Tom X., Bili, O. X. 22, Johnson, Harry, Mandelowe, Franck, Jim, Fantax’dır. Harp edenlerin adları da bunlara yakındır. Gangsterler mitralyoz, revolver, yumruk ve zehir (üç kişi zehirle ölüyor); askerler ise bundan aşağı kalmadan atom silahları, ölüm şuaı ve iki hikayede de hidrojen bombası kullanmışlardır. On beş harp hikayesinden beşi Alman-Fransız seziki Amerikan-Çin-Japon, biri arazi sahipleri ile sonuncusu da Ame-rikan-Rus harbidir. Tarzan iki kişiyi boğmak, üçünü ok atmak suretile öldürmüştür.
Şimdi hesap edelim:
50 de 49 çocuk, hikayelerinde 196 kişiyi Öldürmüşlerdir ki çocuk başına 4 ölü düşüyor. Bu netice gösteriyor ki demokrat Amerikanın çocuklar için hazırladığı gangster ve kovboy filimleri tesirlerini gösteri-
7 Haziran 1950 bitki ve hayvanların yetiştirilmesine yeni bir istikamet veren ve tabiata müdahale ederek onu değiştiren ve insan için daha verimli ürünler elde edilmesini sağlıyan büyük biyoloji âlimi Mitchourine’ln ölümünün 15 inci yıl dönümüdür. Bu münasebetle insanı tabiata hakim kılan bu büyük bilginin nazariyesinln esaslarını okuyucularımıza ruz.
Lyssenko’nun raporundan tercüme, kısmen de halasa
Europe, No. 33, s: 52, (Bilimsel biyolojinin temeli olan Mitchourine doktrini.)
Mendelizm-Morganizmin, canlı varlıkların organizmalarında vukua gelen değişikliklerin sebebini meçhule devretmesine ve dolayısile bitki ve hayvanlarda her türlü idareli değiştirme imkânını reddetmesine mukabil Mitchourine şöyle diyor: İnsanın şuurlu hayvan olarak eder ve
ğişme insanın yararına olarak cereyan eder.
Binnetice Mitchourine doktrini, insanı atalete, tabiata boyun eğmeğe, kısaca tevekküle değil, bilâkis tabiat karşısında aktif bir durum almaya, ona boyun eğmemeğe, faaliyette bulunarak onu değiştirmeğe sevketmektedir.
Esasında Monist olan Mitchourine doktrini, organizmayı iki ayrı ve birbirinden müstakil parçaya bölmez. Organizmanın içinde onunla hiç bir alâkası olmayan, böyle olduğu halde onu idare eden başka organizma daha yoktur: Yani irsiyet maddesi.. Nasıl ki, içinde bulunduğu muhitle alâkası olmayan ve bu muhit olmadan dahi var olabilecek bir organizma mevcut değildir ve tasavvur edilemez..
Bir organizmaya ait irsiyetin değişmesi demek bizzat o organizmanın değişmesi demektir.
Canlı cismin nasıl değiştiğine gelince bu, bahis konusu tipe has olan assimilation ve desassimilation normundan bir ayrılış sonucudur.
Gerçi organizmaların uğradıkları her türlü, değişiklik soya geçmez, fakat organizmalarda vukua gelen her değişiklik esasını mutlaka ana babanın ğişiklikten alır.
Ana baba organizmalarında vukua gelen bu değişmeler ise hayat şartlarının bu organizmalar tesiri sonucudur (Bilhassa ve vejetatif organlar üzerine tesirler).
Bir organizma ile onun muhtaç bulunduğu hayat şartları bölünmez bir bütün teşkil ederler. Binaenaleyh bu şartları tetkik etmekle organizmaların tabiatına ait (yani irsiyetine ----.— —---------- --------.. — -
ait) kalitatif özellikleri öğrenmemiz şik şartlar içinde ihtiyacını tatmin kabildir.
irsiyet, canlı cismin, yaşamak ve inkişaf etmek için belirli şartlar icap ettirmek ve şu veya bu şart karşısında belirli bir tarzda tepkide bulunmak hassasıdır.
Her canlı cisim, içinde bulunduğu muhit şartlarını kendisine uygun bir şekilde kullanarak (bu şartlardan faydalanarak), irsiyetine göre teşekkül eder. Bunun içindir ki birbirinden farklı organizmalar aynı bir yerde yaşayıp inkişaf edebilirler. Genel kaide olarak diyebiliriz ki: Her bitki veya hayvan nesli, esas itibarile
yor. Ekilen zehirli tohumlar körpe çocuk dimağlarında filiz vermeye başlamıştır. Çocuklara örnek olarak vurup kırmak, yakıp, yıkmak, birbirini öldürmek gibi sahneler mütemadiyen gösterilecek olursa dünyanın istikbalinden endişe etmek yerinde olur. Bu tesirler altında büyüyen çocuklar tam lişıne çağlarında dünyanın bir kısmında lâ yıkılmamış hatta yaşatmaya çalışılan faşizm canavarının tehlikeli ceryanma kendilerini kolaylıkla kaptırırlar ve bu suretle insanlık için ikinci dünya harbinden daha korkunç bir akibet hazırlanmış olur.
Eğer dünyada devamlı bir barış tesisi isteniyorsa hükümetlerin çocuk terbiyesi davasını ilk ve ön planda ele alması, çocuğun ahlâki bünyesinde böyle korkunç tahribat yapan bu zararlı flim ve neşriyatın memleketlere sokulmasını men etmesi lâzımdır. Fakat bu vazifeyi, harpçi gayelerle çalışan ve yeni yetişen gençliğe bunu bizzat aşılayan hükümetlerden beklemek pek abes olur.
Buna benzer tecrübeler bizim mekteplerimizde de yapılacak olursa tıpkı Fransa-daki gibi bizi korkutacak neticeler alınaca-cağında hiç şüphe yoktur. Bilhassa son senelerde sinemalarımızı baştan başa kaplayan, sanat bakımından tamamen değersiz, terbiyevi kıymetten mahrum, bilakis çocuk ların ahlaki bünyesinde zararlı tahribat yapan amerikan filimleri korkulan tesire çoktan yaratmıştır. Bu neticeyi anlamak için mekteplerde tahrir vazifeleri ile denemeler yapmaya lüzum yoktur. Sokaklarda, bahçelerde, boş arsalar ve hatta mektep bahçelerinde oynayan çocukların oyunlarını tetkik etmek kâfidir.
Bu
ge-
ha-
ve
organizmalarındaki bir de-
üzerindeki seksüel olan
evvelki nesillere ve bilhassa bir evvelki nesle benzer bir şekilde inkişaf eder.
Kendine benzer varlıklar yaratmak her canlı cismin karakteristik vasfıdır.
Aynı şartlar devam ettiği müddetçe bu böyle olur.
Cinsiyet selüîİeri de, organizmaların çoğalmasına hizmet eden diğer bütün sebiller gibi, organizmanın inkişafı suretiyle, metamorfoza, assi-mile edil£j^ûp.ddelerin hücreler aı elde edilir.
şında mübadelesi ile _ Organizmanın takib ettiği inkişaf yolu, müteakip nesillerin neşet ettiği selüllerde (yani cinsiyet selüllerinde) akümüle olmuş durumdadır.
Şartlar değiştiği takdirde organizmanın inkişaf tarzı da değişmek zorunda kalır. Aksi takdirde bu deği-
edemiyen canlı varlık nesil veremez, yok olup gider.
Böylece değişmiş olan inkişaf tarzı irsiyetin değişmesinde başlıca âmildir. Çünkü organizma ile onun, kendisine benzer başka organizmalar yaratmak hassası (yani irsiyet) arasında aşılmaz bir sınır yoktur.
Lâkin burada akla bir sual geliyor: acaba bir organizma, inkişaf vetiresi dışında da değişikliğe uğra-yamaz mı? Şüphesiz uğrayabilir; fakat bu değişikliklerin hayat sürecinde zorunlu bir mevkii olmadığından organizmanın bünyesine nüfuz ede-
muhitinden istihraç
organizma-
yunda bulunmaması gibi sık sık rastlanan bir olayı bize açıklar. (1)
Mamafih, bu değişikliğe kısım bundan böyle değişik yete malik olabilir.
Değişikliklerin irsi olarak edebilmesi için, canlı cismin liğe uğrayan kısmındaki
uğrayan bir irsi-
mez ve binnetice irsileşemez.
Bir çok misaller Kize gösteriyor ki, bir nebat veya hayvanın muhtelif kısımlarında uğradığı değişiklikler cin-kansta ve aynı derecede tespit olunamamaktadır. Bu, canlı cismin her organının ve her parçasının nispeten (re^alâtîvement) özel bîr takım muhit şartlarına muhtaç bulunmasından ötürüdür. En büyüğünden en küçüğüne kadar her organ inkişaf şartlarını kendi vasat eder.
Dolayısile, bir bitkisel mn şu veya bu kısmı alışık olmadığı şartlara uymak zorunda kaldığı ve analog kısımlarında evvelki nesillerden farklılaştığı zaman komşusu olan selüllere tevzi ettiği maddeler bunlar tarafından seleksiyone edilımyebilir, ve bu tevzi vetiresinin müteakip zincirlemelerine dahil olmayabilir. Şüphesiz bu takdirde dahi diğer kısımları arasındaki bağlılık yine devam edecektir. Diğer kısımlar olmadan bu değişikliğe uğrayan kısmın mevcudiyeti imkânsızdır. Lâkin mütekabil olmayabilir, uğrayan kısım komşu kendisine verdiği gıda
kabul eder, fakat kendine has olanlarını onlara devredemez. Çünkü onlar bunu seleksiyone etmeği reddederler.
Bu söylenenler, bir organizmanın değişikliğe uğrayan kısımlarının so-
bu bağlılık Değişikliğe kısımların maddelerini
intıkal değişikliğe uğrayan kısmındaki substansın, yaratıcı selüllerin (cinsiyet selülleri-nin) teşekkülüne müncer olan vetirenin tamamına dahil olması lâzımdır. Bir organizmaya has irsiyetin teşekkül yolu bilinince bu organizmanın inkişafının muayyen bir anında özel bir takım şartlar ihdas etmek suretiyle bu irsıyeti değiştirmek mümkündür.
Kromozomik irsiyet nazariyesi, ancak bir yolla hibrid elde etmek mümkün olduğu kanaatindedir: Cinsî birleşme edebilme imkânını reddeder, hayat .şartlarının bitkinin üzerindeki tesirini tanımaz.
Mitchourine ise yalnız hibridlerin varlığını kabul kalmamış «eğitim» adı verdiği usulle bunu daha da tekemmül ettirmiştir. (3)
Vejetatif hibridlerin varlığı Mitch-ourinci irsiyet telâkkisinin doğruluğu hakkında kat’i bir delildir. Fakat aynı şey Mendelist - Morganistler için üstesinden gelinmez bir engel teşkil ediyor.
(Devamı 11 inci sahifede)
O, vejetatif yolla hibrid elde Çünkü bünyesi (2) vejetatif etmekle bir
9
I Amerika emperyalizmi bir I hayal midir ? |
GÜNEY DOGÜ AMERİKA
MEMLEKETLERİNDE AMERİKAN EMPERYALİZMİ 1823 senesinde Amerika Cumhurbaşkanı Monroe bütün dünyaca «Monroe Doktrin» diye anılan bir prensip ilân etmiştir. Bu doktrin «Amerika Amerikalılarındır» şeklinde hülâsa edilir.
Bu doktrin AvrupalIlara karşı yapılmış bir ihtar şeklinde kalmadı. Amerika, Güney Amerika devletlerinin AvrupalIları atmalarına bilfiil yardım etti. Onlara silâh verdi.
Ve nihayet Amerika zamanla Güney Amerikan devletlerinin önderi haline geldi. 1889 da Amerikanın önderliğinde toplanan ilk Güney Amerika konferansında bu memleketlerin Amerika ile ticarî münasebetlere girişmesi esası kabul edildi. Sık sık tekrarlanan bu konferanslarda Pan-Amerika; yani Amerikalılar birliği fikri doğdu.
Fakat İngiliz sermayesi bu memleketlerde Amerikan sermayesinden daha eski bir maziye sahipti. Bu yüzden Amerikan sermayesi 1913 yılma kadar Güney Amerikada Ingiltere-nin yerini alamamıştır.
1913 yılında Amerikan sermayesinin Güney Amerikada artık büyük bir mevkii vardı. Bolivyadaki büyük kalay madenleri, Peru’nun ve Şili’nin bakırı, Arjantin ve Paraguvayın et sanayii Amerikan şirketlerinin eline geçmişti. Standart Oil Peru’da petrol çıkarıyordu. Buna mukabil demiryolları İngiliz sermayesinin elinde idi. Fakat Amerikalıların elinde de bir çok liman tesisleri vardı.
Almanya ile İngiltere harbe tutuşur tutuşmaz Amerika derhal fırsattan istifade etti ve İngiliz sermayesinin yerini aldı. Her tarafta yüzlerce Amerikan bankası açıldı. Morgan, Rockfeller gibi büyük Amerikan milyonerleri bir araya gelerek Amerikan International Corp. isminde bir şirket teşkil ettiler. Bu şirket Güney Amerikada yaptığı limanlar, antrepolar sayesinde milyonlar kazandı.
İngiliz sermayesi Birinci Dünya Harbinden sonra eski durumunu almağa çalıştı ise de muvaffak olamadı. Hele İkinci Dünya Harbinden sonra İngiliz sermayesi büsbütün tasfiye edildi.
Bu arada Amerikan bankaları Güney Amerika devletlerine borç para vermeğe çalışıyorlardı.
Meşhur Amerikan -azarlarından Willard Straight bu malî nüfuz politikasını bakın nasıl anlatıyor:
«Borç para veren büyük devletler bu kudretlerini millî bir nüfuz politikası olarak kullanırlar. Zayıf milletin mâliyesini yeniden teşkilâtla-mak ve kaynaklarını geliştirmek suretiyle o memleket üzerinde öyle bir malî ve siyasî nüfuz tesis ederler ki bu nüfuz bilâhare kendi ticarî menfaatlerini arttırmaya yarar. Bu işte hükümet, bankerler, tüccarlar ve sanayiciler ve hükümetin temsil ettiği hisse senedi sahipleri, kapitalistlerin menfaati için elele verirler.»
Küçük devletlerin hükümetleri büyük şirketlere hizmet etmeğe mecburdurlar.
Bu şirketler imtiyazlarına veya «hak larına» en ufak bir tecavüz vaki olursa hemen diplomatlarını harekete geçirirler. Siyasî tazyik yaparlar. Bütün bunlar muvaffhk olmasa ufak bir kuvvet gösterisi meseleyi halleder.
Amerika bu ihtimalleri Önlemek üzere bu küçük devletlere uzmanlar «davet» ettirir. Sivil ve askerî idarede «müşavir» olarak, çalışan bu Amerikalılar Amerikan sermayedarlarına karşı yapılması muhtemel herhangi bir tecavüzü vaktinde haber almağa ve önlemeğe yarar.
Anglosaksonlar Asya milletlerinin “Hürriyet,, lerini nasıl koruyorlar!..
MALAYADA OLUP BİTENLER
İngiliz ve Amerikan hükümet adamları ve hâkim çevrelerin mümessilleri durmadan «milletlerin hürriyetini ko-rumak»tan bahsederler ve bizim gazeteler de bu teraneleri olduğu gibi sütunlarına geçirirler. Gün geçmez ki bunlardan bir tanesi matbuatta belirmesin. Halbuki parlak sözleri bir tarafa bırakıp da bu devletlerin yaptıklarına bakınca kazın ayağı hiç te öyle olmadığı apaçık görülüyor. İngiliz ve Amerikan hükümetlerinin milletlerin hürriyetini korumaktan ne kadar uzak oldukları, nasıl kanlı bir emperyalizm politikası güttükleri bilhassa Asya milletlerine reva gördükleri muamelede bütün çıplaklığı ve acılığiyle meydana çıkıyor. İkinci dünya savaşında istilâcı Japon sürülerine karşı memleketlerini kahra manca müdafaa etmiş ve batılı müttefiklere hayatî yardımlarda bulunmuş olan Asya halkları bugün bu yardım etmiş oldukları devletlere karşı kendilerini müdafaa etmek zorunda kalmışlardır. Endonezya’da, Fransız Ilindiçinisinde (Viet Nam), Burma’da, Siam’da ve Malaya’da harp sona ermemiştir; mazlum halkın kanı halâ akmaktadır. Daha bir nesil önce aynı batılı emperyalistlere karşı şanlı istiklâl savaşını yapmış olan memleketimizde bugün matbuat Asyadaki millî kurtuluş hareketlerine karşı hiç bir alâka ve sevgi göstermiyor; ya bu hâdiselerden hiç bahsedilmiyor, veya tek tük kısa bir haber sütunlarda yer alsa bile bunlarda emperyalistlerin ağzı kullanılarak bu millî kurtuluş hareketlerinden ve kahramanlarından asiler, hainler, eşkıyalar diye bahsediliyor. Tabiî, çünkü Asyada olup bitenler memleket halk efkârına doğru olarak bildirilse, Anglosaksonların hürriyet ve demokrasi aşkından bahsetmek ve halkı buna inandırmıya çalışmak mümkün olmıyacak.
Meselâ Malaya’da iki seneye yakın bir zamandır İngiliz kuvvetlerde yerli halk arasında devamlı çarpışmalar olmaktadır. Fakat Malaya hâdiselerine dair bizim gazetelerde tek satıra rastlanmaz. İngiliz hükümeti Malaya’da olup bitenleri uzun zaman «eşkiyaların tenkili» hareketi olarak göstermeye çalıştı. Fakat «tenkil» hareketi Lir tüllü sona ermeyince İngiliz bakanları Malayada-ki askerî seferden ve ordunun çabuk ve kati bir başarı gösteremiyeeeğin-den bahsetnıiye başladılar. Artık İıı-tık İngiliz gazetelerinde de girişilen askerî sefere dair hiç te iyimser ol-mıyan haberler görülmektedir.
MALAYADA HARP NİÇİN PATLADI?
İkinci Dünya Savaşı’nda Malaya halkı ,köylüleri ve İşçileri Japonlarla çarpıştılar ve İngilizlere ellerinden gelen 'yardımı yaptılar. 1945 senesinin Ağustos aynıda, daha İngiliz kuvvetleri buraya çıkarma yapmazdan önce, kendi gayretlerde memleketi Japon-laıdan temizlediler; İııgdizler hazıra konmuş oldular. O zaman Lord Mountbatten İngiliz hükümeti namına Malaya kuvvetlerini tebrik etti; liderlerine madalyalar verildi ve 1946 da parlak bir zafer geçit resmi yapıldı.
Sulh sükûn avdet ettikten sonra İngilizler Malaya’yı eskisi gibi bir sömürge olarak tahakkümleri altında tutmak istediler; halbuki halk Jüponlardan İngiliz boyunduruğuna girmek için kurtulmamıştı. İstiklâl istiyordu. İngiliz müstemleke siyasetine has bir şekilde İngiliz hükümeti Malaya’ya sözde bir anayasa ver-miye razı oldu. Teklif edilen bu anayasaya göre bir teşriî meclis kurula
cak, fakat bu meclisin üyelerinden bir teki bile halk tarafından seçiimi-yecekti. On dört üyesi hükümet ricalinden müteşekkil olacak, geriye kalan on altı üyeyi de İngdiz Yüksek Komiseri tayin edecekti. Ayrıca, 16 üyesi tayin edilecek ve ancak 6 üyesi mahdut bir s’eçimle seçilecek bir Singapor konseyi kurulacaktı.
Halk böyle bir anayasa ve yalancıktan kurulmuş bir hükümet cihazı istemedi. 1947 de umumi bir grev yapıldı ve mahdut seçimleri halk boykot etti. Bunun üzerine İngiliz hükümeti şiddetli tedbirler aldı; halk üzerine başkı koydu; beş kişiden fazla insanın bir araya toplanması yasak edddi ve yerli matbuat sansüre bağlandı. 1946 da zafer geçidine iştirak etmiş olan kurtuluş hareketi lideri Lau Ye w, 1948 yazında İngiliz polisi tarafından öldürüldü. Harp yıllarında ormanlarda saklanan İngiliz subaylarına yardımlarından dolayı İngiliz hükümetinden madalya alan Pulai kasabası 1949 Ağustosunda İngiliz uçakları tarafından yerle bir edildi. Fakat bu kanlı baskıya rağmen halk İngilizlere başarıyla karşı koymakta devanı ediyo*. iııgiliz hükümeti artık Malaya’daki «tenkil» hareketinin uzuıı ve yıpratıcı bir harp olduğunu itiraf ediyor.
Bü HARBİN ZARARI VE KÂRI
Bugünkü İngiliz hükümeti ana vatanda halk için sosyal hizmetleri, eğitim ve sağlık masraflarını kısar ve işçilerin yevmiyelerini dondurarak yükselmesine mani olurken ve buna
Yeni Hükümet Programı
Baştarafı 3 cü sayfada kını demokrasinin tabii icaplarından biri olduğu için kabul ettiğini söyliyen yeni iktidar, demokrasinin ruhu olduğu söylenen fikir ve vicdan hürriyeti bahsinde Halk Partisinin, hatta garplı dostların gösterdikleri «gafleti» gösteremiyeceklerini, fikir ve vicdan hürriyetine Halk Partisi kadar tahammül edemi-yeceğini açıkça ilan etmesi ne gariptir. Fakat hepsi bu kadar değil, programda şöyle garip bir cümlede okuyoruz: «İrtica ve ırkçılık gibi ayrıca cereyanları vasıta olarak kullanan ve çok defa kendisini bu maske altında gizliyen aşırı solcu hareketlere karşı gereken biitün kanuni tedbirleri almakta asla tereddüt etmiyeceğiz»
«irtica maskesi altında solculuk»! Bu ifade Halk Partisi zihniyetinin, Halk Partisi edebiyatının ne parlak bir örneğidir. Yeni iktidar bu eski zihniyeti bu şekilde açığa vurmakta o kadar acele etmemeliydi. Öyle anlaşılıyor ki Demokrat Parti burada evvelce Halk Partisinin yaptığı gibi bir taşla iki kuş vurmak istiyor: Bir taraftan dayandığı mürteci unsurları gücendirmemek için aslında zararsız saydığı bu cereyan
sebep olarak ta tasarruf mecburiyetini ileri sürerken, yalnız Malaya’daki harp için ora askerî kuvvetlerine ayda 4 milyon İngiliz lirası ödüyor; «Malaya hükümeti» polis kuvvetleri İçin de ayrıca 5 milyon veriyor. Silâh, malzeme, üniforma ve sair njas-raflar da eklenince Malaya’daki harbin masrafı senede aşağı yukarı 100 milyon İngiliz lirası kadar tutuyor, yani günde 300 bin İngiliz lirası! Bu bir günlük harp mas ra file İngiltere-de 10 yeni okul binası veya 250 ev yapmak mümkünmüş. Bu masrafları kim ödüyor? Tabiî İngiliz vergi mükellefleri, yani İngiliz halkı. İngiliz hükümeti kendi halkının mübrenı ihtiyaçlarından parayı kısıyor ve onlardan topladığı paraları istiklâllerini istemekten başka kabahati olmı-yan Malaya haikını öldürmek için kullanıyor.
Böyiece, her iki memleketin halkı da bu haksız ve gaddar harpten zarar görürken İngiliz büyük sermayedarları ceplerini dolduruyor. Bizim gazetelerin de hep yazdıkları gibi, İngiltere bir «dolar sıkıntısı» içindedir. Malaya bu doiar açığını kapa-mıya yarıyor, çünkü Malaya’daıı ihraç edilen sadece kalay ve kauçuk bile İngiliz Kıratlığının bütün ihracatının getirdiği dolarlardan daha faz la dolar veriyor. (949 da Malaya’dan Ameri kaya İhracat 430 milyon dolar kıymetinde idi.) Diğer Asya memle-ketterinde Anglosaksonlar «milletlerin hürriyetini nasıl koruyor» onu da anlatacağız.
ları «solcuların» kendi «kötü» emelleri için vasıta olarak kullanacaklarını, onların «maskesi altında gizleneceklerini» anlatmak istiyor, ve bu suretle memlekette irticaın, ve ırkçılığın maske olarak kullanılacak kadar itibarda olduğunu kabul etmiş oluyor. Fakat öbür taraftan, irticadan nefret eden halkımıza, ileri aydınlara halâ irticada, ırkçılıkla mücadele eder görünmek mecburiyetini hissediyor. Solcuların sağcı maskesi altında gizlendikleri bir uydurma değilse bir vehimdir. Fakat ileri fikirleri, vicdan hürriyetinden arta kalan her şeyi yok ederek memlekette bir «irtica demokrasisinin» tam hakimiyetini kurmak için böyle bir vehim yaratmağa böyle bir bahaneye ihtiyaç vardır.
Demokrat Parti erkânıda Halk Partisi erkânı gibi, sözde barışçı bir gaye taşıyan fakat dünyayı adım adım harbe sürüklıyen Amerikan politikasına, Trunıan doktrinine, Marşal plânına bağlılığını ifade etmek fırsatını kaçırmıyor, Akdeniz blokunun gerçekleştirmek yoluna Halk Partisinden geri kalmıyaca-ğını tekrar tekrar teyit ediyor» hatta bu yolda Halk Partisinden daha kolaylıkla ilerleyeceğine kanidir. Belkide haklıdır.
10
Olaylar Karşısında
(Baştarafı 2 nci sayfada)
Akdeniz paktına doğru yapılan teşebbüslerde şimdiki halde Arap devletlerinin vaziyeti bir müşkül doğuruyor gibi. Arap devletleri Amerikanın İsrail taraftarı olmasından şikâyetçidirler.
Paristen gelen bazı haberler Türkiyenin Batı ile Arap devletleri arasında mutavassıt rolünü oynı-yacağını ve bu teşebbüslerinde Fransa tarafından destekleneceğini bildiriyor. Bu teşebbüsler bilhassa, Arap devletlerine geniş Amerikan kredisi temin etmek için yapılacakmış.
DEVLET İŞLETMELERİNDEN HANGİLERİ, KİMLERE SATILACAK?
Yeni hükümet hususi teşebbüs sahasını genişletmek ve yabancı sermayeyi memlekete sokmak programını pek süratle tatbike hazırlanıyor gibidir.
Şimdiden devlet işletmelerinin hususî teşebbüse satılacağına dair har berler çıkmaya başladı. Evvelce, «Devletçilik işletmecilik yapamıyor ve yapamaz, hususî teşebbüse devredin de işletmelerin vaziyeti düzelsin» deniyordu, halbuki şimdi en kârlı müesseselerin hususî teşebbüse verileceğinden bahsediliyor. Yani kârlı işletmeleri hususî sermayedarlar alıp daha da zengin olacaklar; demiryolları gibi kâr bırakmıyanları devlet işletip zararı orta halli ve fakir halkın verdikleri vergilerle kapatacak, işte liberal iktisadın meyveleri !..
Satışa çıkarılacak işletmeleri acaba kimler alacak? Yabancı sermaye alacak mı? On iki kişilik bir mütehassıslar heyeti bugünlerde memleketimizde bekleniyor. Heyetin irtibat memuru geldi ve Ankaraya gitti bile. Milletlerarası Bankanın müdürü Mr. Black bu hususta verdiği demeçte heyetin istikraz mevzuu ile uğraşmıya-cağını, fakat Türk ekonomisinin durumunu ve yabancı sermaye yatırılmasının en iyi şekillerini tetkik edeceğini tasrih etti. Haziran başlarında Istanbulda kurulan Sanayi Bankasını da Amerikan Ticaret Bakanı: «Amerikanın harice yatıracağı sermayeleri teşvik edici en iyi misal» olarak gösterdi. Sanayi Bankası da demek yerli sanayii değil, yabancı sermayeyi memlekete girmeye teşvik için kurulmuş. Bu işte yerli büyük sermayedarlar yabancı sermaye ile ortak olurlar ve memleketi beraber sömürürler, o da başka.
Memlekete iştahla davet edilen yabancı sermayenin hangi işlere gireceği şimdiki halde bildirilmiyor. Fakat krom gibi madenlerin ve petrolün işletilmesine yatırılacağı şimdiden tahmin edilebilir. Bunlar Amerikalıların bilhassa ehemmiyet verdikleri işletme sahalarıdır. Bundan mada Sümerbank işletmeleri de satın alı
nıp istihsali durdurulabilir. Fransa ve İtalya’da bazı sanayi sahalarında Amerikan sermayesinin böyle hare* ket ettiği görülmüştür. Yerli işletmeler durdurulup yerine Amerikan mamulleri satılıyor.
TEKEL MADDELERİNDE İNDİRMELERİN SEBEP OLACAĞI BÜTÇE AÇIĞI NASIL KAPANACAK?
Tekel Bakanı bazı sigaralarda beş kuruş ve şekerde de 20—30 kuruş indirmeler yapılacağını bildirdi. Bu indirmeler bütçeyi bir 50 milyon daha açacakmış. Bütçe açığı zaten 174 milyonu bulduğuna ve hükümet muamele, hayvan ve yol vergilerinde ve vasıtalı vergilerde indirmeler yapacağını vadettiğine göre bütçenin gittikçe genişliyecek açığı acaba nasıl kapanacak? Başbakan hem bu vaadleri yapıyor, hem bütçenin denk-leştirileceğini temin ediyor, fakat açığın ne şekilde kapanacağı hususunda bir şey söylemiyor. Tekel Bakanı umumî bütçede ve lüzumsuz inşaatta tasarruftan bahsediyor. Hangi tasarruf? Bir iki makam otomobilini iskarta etmek mi? Hükümetin devlet işletmelerini hususî sermayeve devretmekteki acelesine bakınca insanın aklına, acaba bunlar satılarak mı bütçe kapanacak gibi bir sual geliyor.
Mlçurin Doktrini
(Baştarafı 9 uncu sayfada)
Aşı tarikiyle elde edilen bitkisel organizmalar hem kendisine aşı yapılan organizmanın hem de aşının özelliklerini taşıyan heterojen Hibrid nevileri veriyorlar. (4)
İmdi, kendisine aşı tatbik edilen organizma ile aşının, cinsiyet selülle*-rindeki kromozomları birbirlerine geçirmeleri imkânsızdır. Halbuki buna rağmen her iki organizmaya has vasıflar yekdiğerine geçmiş bulunuyor.
Bundan şu neticeyi çıkarabiliriz: Aşı diye kullanılan organizma ile aşılanan organizma tarafından hazırlanan plâstik maddeler, tıpkı kromozomlar gibi, veya canlı cismin diğer herhangi bir kısmı gibi, ırkî vasıfları haizdir.
Herhangi bir hususiyeti cinsî tarikle olduğu kadar aşı tarikiyle de bir neviden diğerine geçirmek kabildir. Yapılan tecrübeler bu iki hibrid nevi arasında fark olmadığını göstermektedir. (Bak: T. Triomphe. Les Letters Françaises No. 228).
Mendelist »• Morganist genetik taraftarları irsiyete istenilen istikameti vermekten âciz oldukları gibi muhit şartlarının tesirine uygun olarak irsiyetîn değişebileceğini de kateğo-rikman inkâr ediyorlar. Mitchourine doktrini ise bize bunun aksini sağlamaktadır. (5)
Mîtcho'urîncfter bu suretle elde edilmiş bir çok buğday nevilerine sahiptirler.
Tecrübelerin gösterdiğine göre es-
Barış Mücadelesi ve Barışçı İlim Adamları
(Baştarafı 8 inci sayfada)
tiraki reddederim.» diyordu. Bu yeni bir hadisedir fakat bundan evvel de bu memleketlerdeki alimler atom bombası imalinin men’ini istemişler ve bu yıkıcı atom enerjisi faaliyetlerinde çalışmayı reddetmişlerdir.
Eğer bu alimler fikirlerini bu suretle beyan etmiş ve bu suretle hareket etmişlerse, bunun sebebi kendilerine işçilerin ve umumi efkarın yardımcı olduğunu bilmelerindendir.
Bu mücadelenin başında olmakla iftihar edebiliriz. Harbin hazırlanmasına ve atom bombasının men’ine karşı barış taraftarlarıyla beraber mücadele eden biz alimler, bu tahrip edici silahların en mühim kısmının bir harp hazırlığı için kullanılacağı yerde, ilmin ve tekniğin hizmetinde insanlığın hayrına kullanılması suretiyle insanlara saadet getirmenin yolunu herkesten iyi biliriz.
İnsanların, insanlar tarafından istismarına nihayet verilen bir memlekette araştırma yapan alimler ne mes’utturlar. Laboratvarlarında çalıştıkları zaman vicdanları rahattır, çün-ki elde edecekleri neticelerin insan şartlarının İslahına, ve kazanılmış hürriyetlerin müdafaasına kullanılacağını bilirler.
Fransa’ya ve bütün insanlığa hizmet ediniz.
Dünyanın en masum ve çalışkan insanlarına - dünya halklarına karşı hazırlanmakta olan tecavüzi harbe karşı mücadele etmekle, - kadın, erkek-bütün alimlerin ilme ve halka hizmet ettiklerine kaniim. Bize harikulâde bir nümune veren, dünyayı kurtaran ve dünyanın ümidi olan yeni insanlara, kardeşlerimize itimadım vardır.
Bunun içindir ki ileri alimler, 3 ncü dünya harbini patlatmak için ilimlerinin bir katresiııi bile vermiyeceklerdir. .manımıza dayanarak sağlam duracak, ve bu suretle Fransa’ya ve bütün insanlığa hizmet edeceğiz.
ki irsiyet likide edildikten sonra derhal sağlam ve müstakar bir yeni irsiyet elde edilmemektedir. Mitchourine buna «sarsılmış» bünye adını veriyor.
Bu çeşit organizmalarda bazı şartlara karşı temayül doğmaktadır.
Sarsak tabiatli organizma elde etmenin üç yolu vardır.
1 — Aşı yolu, yani farklı neviden bitkilerin nesiçlerini birleştirmek.
2 — Organizmanın inkişaf vetiresinin muayyen bir anında muhit şartları üzerine tesir etmek.
3 — Çiftleştirmek yolu.
Muhit şartlarının, bitkisel organizmaların hayat şartlarını şuurlu bir şekilde idare etmek suretiyle istediğimiz irsi vasıfları haiz neviler mey-cana getirmek veya bu vasıfları değiştirmek bizce mümkündür. (6)
—
(1) "Misal: bir yemiş ‘ ağacının dallarının veya bir filizinin uğradığı değişiklikler. (Patates yumrusunun bir ^özünde vukua gelen değişme).
(2) — îyi kaliteli bir eski neviden bir dalı yeni bir meyva ağacı nevine aşılamak ve bu iyi kaliteyi bu suretle bu sonuncuya maletmek usulü.
(3) Misal: (support) patates yapraklı domates. (X greffe) normal yapraklı (compose- domates (beyaz sarımsı).
I inci yıl: Hiç bir değişiklik yok. Supportun ekilen tohumlarının verdiği meyvalar ekseriyetle esastan ayrılmıyor. Fakat altı domates mürekkep yapraklı olup bazıları sarıdır. Yani gerek yaprakları gerekse mey-vası aşının tesiriyle değişiyor.
(4) Bu ifade hiç bir suretle kromozomların ehemmiyetini ve oynadıkları rolü inkâr demek değildir. Lyssenko’nun reddettiği şey kromozomların. varlığı ve önemi değil kro-mozömik irsiyet nazariyesidir. Men-delizm-Morganizmdir.
(5) Bu hususta zikredilebilecek misal ilkbahar buğdayının sonbahar buğdayı ve bu sonuncunun da Sibir-yanın sert kışlı mıntıkalarında yetişen buğday nevine tahvilidir. Keza kış buğdayının ilkbahar buğdayı hailine getirilmesi.
(6) İrsiyet, mukaddem nesiller boyunca organizmalar tarafından sindirilmiş, muhit şartlarına ait tesirlerin (temerküzü) toplaşması sonucudur.
TOPRAĞA YERLEŞMEK (Baştarafı 5 inci sayfada) politikasına karşı savaşıyoruz. Bir avuç toprak ağasının, yabancı sermaye ajanı ticaret burjuvazisinin, müteahhit, vurguncu, kara borsacıların, yurdumuzun geniş halk yığınları ile menfaat zıddiyeti bugün her zamankinden çok ortaya çıkmış bulunuyor. Bütün bu geri unsurlar, halkımızın hür, bağımsız, barışlı, genli geçimli yaşama isteğine, dünyadaki kara kuvvetlerin ortakçısı olarak, hınçla, kinle çullanıyorlar.
Böyle bir savaşı, yalnız, tarihçe ve dünyaca haklılığımızdan aldığımız kuvvetle yürütenleyiz. Türkiyenin gerçeğini, bu gerçeğin inceliklerini öğren-miye, bugün her günden çok muhtacız. Türkiyenin ziraat, sanayi, ticaret durumu, yolu, meskeni, köylüsü, şehirlisi, ırgatı, emekçisi ve bütün bun
ların birbiçleriyle münasebetleri, Türkiyenin bütün meseleleri bilimin ışığından siizülmeli, bilim gerçeği olarak ortaya konulmalıdır.
Henüz monografilerin, tetkiklerin, istatistiklerin, başka lüzumlu ma'zeme-niıı eksik, kifayetsiz olduğu veya hiç olmadığı bir memlekette böyle bir çalışma elbette ki kolay olmayacaktır. Fakat bu güç işi mutlaka başarmak, imkânlar nisbetinde başarmak zorundayız. Mevcut malzeme, eksik bile olsa, tezatların, gerçeğin rakamlar halinde ortaya konulmasını, kısmen olsun, Bağlıyacaktır.
Hele bir disiplin âmili etrafında el ele vererek böyle bir bilim çalışması yapacak ileri, inkilâpçı aydınların büyük şanslar taşıdığına inanıyoruz. Bu çalışma ile, tarihçe ve dünyaca hak
lılığımız, yurdumuzun gerçekleriyle de desteklenmiş olacaktır. Yurda yabancıları toplıyan geri kuvvetlerin politikasına karşı hür, bağımsız, barışlı, genli geçimli yaşamanın politikası ortaya, bu toprakların bir zarureti olarak, tastamam çıkacaktır. O zaman yolumuzu daha iyi göreceğiz, o zaman ileri için savaşan insanlarımız, basit, köklü, doğru parolalara sahip olacaklar, bu parolaları inkilâkçı yığınların malı etmiye çalışacaklar ve başarıları kütleyle daha kolay kaynaşmanın, omuz omuza yürümenin, bu topraklara, yerleşme ve kökleşmenin isabetiyle gelişecektir. Böyle bir çalışma tarzı karşısında ne güvensiz aydının iğvası, ne de kara kuvvetlerin baskısı sökmez. Bu yol mutlaka zaferin yoludur.
Haşan DENİZLİ
BARIŞ
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden Rifat PELVAN îdare yeri: Ankara Caddesi
İzzettin Han No: 19
Posta kutusu: 54 — Aksaray - îst. Basıldığı yer: İbrahim Horoz Basımevi
15 Günlük Politika - Fikir - Sanat Dergisi
v Abone şartları: Yıllığı 500
Altı aylığı 250 kuruş.
Fiatı 25 Kuruş
Amerikada Öğrencilerle Öğretmenler Birlemiyor
Eğitim üyeleri üzerinde bir basKi yapmak gayesini güden Mundt-Nixon kanun tasarısı karşısında Los Angeles şehri kolejleri öğretmenleri ile birlikte toplantdar yaparak bütün iyi niyetli insanlardan Amerikayı bir polis devleti olmaktan kurtarmaları için bütün kuvvetlerde çalışmalarını istemiştir.
Bir tilkinin giiversine göz diktiğidir
— İkimizden biri lüzumsuzdur
G A . ip
(Baştarafı 4 Üncü sayfada)
Bu sefer Dehşetli bir şeyler düşünerek Bakıyor Fuat’ın kelepçesine
Bu günedek
Farkına varmadan biriken şeyler Yıkınla, üstüste, hep beraber
Tıkacını atan bir çeşme suyu gibi Bulanık, berrak
Kafasının İçini doldurarak Akıyorlar.
«İstanbul’da ne kadar çok fabrika var Türkiye’de ne kadar çok
Dünyada ne kadar çok sayılamıyacak kadar. Dün akşam tornacı ayyaş Kadir’in ölüsünü buldular Üniversite kapısında
Bayılmış kız talebelerden
Asker olunca İşsiz adam
Artık işsiz sayılmaz mı
«— Yine derinlere daldın Ustam»
Ne kadar çok kayış J
Ne kadar çok volan i __
Dönüyor ha babam ha babam dönüyor, dönüyor. Galip Usta dokundu Fuat’ın kelepçesine Ne kadar çok adam, ne kadar "çok adam «— Allah sonumuzu
tşs/z kalırsam, işsiz kalırsam diye düşünüyor. (Ürktü kendi sesinden)
Mürettlp Şahap usta kör oldu .. Hayır eyliye evlât»
Dileniyor matbaalarda.
Dokuma tezgâhları, fireze tezgâhları, torna tez- tnce siyah bıyıkları ile Fuat gâiıiarı G ül tim sedl
«— Hayırdır mutlak sonumuz» Ustanın çipil gözleri ıslak titriyor uzun burnu ve etrafa belli etmeden
Koydu Fuat’ın cebine
Elli beş kuruşundan yirmi kuruşunu.—
Şahmerdanlar, merdaneler Pulanyalar, pulanyalar, pulanyalar — Galip usta pulanyacıydı Kim bilir dünyada ne kadar çok ne kadar çok işsiz var Ama askere almışlardır
dedi.
YIL: 1 SAYI: 5 POLİTİKA FTK İR SANAT 15 Haziran 1950
İÇİN DEKÎLER
Amerikan emperyalizmi bir hayal midir? Yeni neslin çocukları nasıl yetişiyor? İşçi sendikaları ve grev
Dünya milletlerinin barışın kurulması yolundaki faaliyetleri
Yeni hükümet programı
► İkinci dünya harbi neye mal oldu? Miçurin doktrini
Galip Usta (şiir) Nâzım Hikmet Toprağa yerleşmek
7
SCHUMAN PLANI
Bugünlerde dış memleketlerle ilgili olarak en çok bahsedilen mesele Schuman plânıdır. Geçen ay Fransız Dışişleri Bakanı Schuman tarafından ileri sürülen bu plânın mahiyeti tam olarak basına aksetmiş değildir. Schuman bu plânını Londra’daki Bakanlar toplantısının kapalı bir oturumunda izah etmişti. O zaman-danberi Fransa ile İngiltere arasında çetin müzakereler cereyan etmiştir. Bir ay zarfında İngiltere bu konuda dokuz nota vermiş ve nihayet bu plâna girmeyi reddetmiştir. Bunun üzerine İngilteresiz plânın tatbikine geçilmesine karar verilmiştir. İlkin Fransız ve Alman çelik ve kömür sanayiinin birleştirilmesi olarak ileri sürülen plân şimdi genişletilmiştir. Beş Benelux memleketiyle İtalya müşterek bir beyanname neşrederek bu sanayiin birleştirilmesi ve işletilmesi için bir makam kurulmasını karara almışlardır.
İngiliz çevreleri bu makamın nasıl olacağını iyice bilmeden ingilterenin plâna katılamıyacağmı söylemektedirler. Hakikatte ise İngiltere böyle bir birlik kurulmasını istemiyor. Almanyada yevmiyeler düşük olduğundan maliyet fiyatı ve satış fiyatı da düşüktür. Bu birlik kurulduğu takdirde iştirak eden memleketlerde yevmiyeler ve fiyatlar aynı seviyeye getirilecektir. İngiliz çelik ve kömür sanayii ya çok çetin bir re-kaabete karşı koymak veya Al manyaya kıyasla daha zayıf bir ortak olarak birliğe katılmak zorunda kalacaktır ki, İngiltere her ikisini de istemiyor.
Bundan mada, kömür ve çelik birliği bir başlangıç olarak ileri sürülüyor. Gaye, iktisadı Avrupa birliğinin kurulması, yani hem Alman tröst ve kartellerinin hâkimiyeti altında [Avrupa sanayiinin harb için seferber edilmesi, hem de Avrupanm Amerika için tek bir pazar haline gelmesidir. Schuman plânının hemen arkasından Amerikalılar İngilterenin Avrupa tediye birliğine girmesini ileri sürüyorlar. Bu Avrupa memleketleri arasındaki ticarette Ingiliz parasiyle olan borçların diğer paralara değiştirilebilir olması demektir ve durumdan dolarla değiştirilebilir olmıya varmak için de bir adım kalır ki, Amerikalıların istediği de budur. Zira o zaman Ingiltereye mal satan memleketler mukabilinde İngiltere-den satın almıya mecbur kalmıya-caklar, Amerikaya müşteri olabileceklerdir. O takdirde ise ingilterenin kendi imparatorluk camiası ve ster-lıng bloku memleketlerde kurduğu ticaret düzeni bozulacak, ihracat düşecek, istihsal azalacak ve işsizlik artacaktır, işte bütün bu mülâhazalarladır ki Ingiltere Schuman plânına ve Avrupa İktisadî birliği adı altında Amerikalıların ileri sürdükleri diğer kombinezonlara girmek istemiyor.
Fakat Ingiltere kafa tutmakta devam edebilecek mi? Gelen haberler hep İngilterenin şimdilik plâna girmediğini belirtiyor. Amerikan kongresinde bu sebeple Ingiltereye yar-dimin kesilmesi teklif bile edilmiş. Halbuki İngilterenin 1950-51 senesi dolar ve altın açığı 785 milyon dolar tahmin ediliyor. Ingiliz işçi Partisi şimdi yürüttüğü sistem ve siyasetle bu açığı kapatmak için Amerikan dolarlarına muhtaçtır.
Schuman plânı, Atlantik devletlerinin silâhlanması için Alman ağır sanayimden faydalanmak vasıtasıdır. Amerika Almanyayı Atlantik paktına sokmak istiyor, fakat buna Fran
sa ile İngiltere mani oluyorlardı. Bu mümkün olmayınca Alman ağır ve harp sanâyiinden faydalanmak için Schuman plânı ileri sürüldü. Londra konferansında Acheson Almanyanın Avrupa topluluğuna alınması ve millî hâkimiyetlerden fedakârlık yapılması zaruretinden bahsetti. Schuman plânı ayni zamanda ortaya atıldı ve Batı Almanya Başbakanı Adenauer de plânı hemen kabul etti. Acheson ve Truman plândan derhal sitayişle bahsettiler. Times gazetesinin dediği gibi bir devlet adamının ortaya attığı tekliflerin hâdiseler tarafından bu kadar çabuk desteklenmesi nadir görülen ahvaldendir. Schuman plânının hangi kaynaktan mülhem olduğu belli oluyor.
BELÇİKA SEÇİMLERİ
Almanlarla işbirliği yapmış olan kralın memlekete dönüp dönmiyece-ği meselesi Belçikada uzun zaman bir türlü haledilememiş ve nihayet Parlâmento feshedilerek yeni seçimlere gidilmişti. Fakat yapılan seçimler de meseleyi tam halletmiş gibi değildir. Kralın dönmesine taraftar olan Hıristiyan Sosyalistler ekseriyet kazanmışlardır ama bu ekseriyet çok zayıftır; kralın gelmesine muhalif olan diğer üç partinin mecmuundan dört mebusluk fazladır.
Bununla beraber Belçikanin esas derdi siyasî olmaktan ziyade İktisadîdir. Harpten sonra Belçika sanayii istihsalini çabuk yoluna koymuş ve ihracata başlamıştı. Belçika «hususî teşebbüsün örnek memleketi» olarak gösteriliyordu. Fakat diğer Avrupa memleketleri de sanayilerini sulh istihsaline çevirip pazarlarda rekabete başlayınca Belçika’nın ihracatı ve bununla birlikte de istihsali düştü, işsizlik bu küçük memlekette üç milyona kadar yükseldi. İktisadî düzenin bozulması hükümette değişikliğe sebep oldu.
Sosyal demokratların sözde sosyalist siyasetleri ve yarım tedbirleri memleketi devamlı bir refaha ulaştırama-yınca iktidara Hıristyan Sosyalistler geldiler ve kralın memlekete dönmesi cereyanı kuvvetlendi.
Muhafazakâr katolik olan ziraî nüfus daha ziyade kralcıdır. Katolik olmıyan ve sanayi bölgelerinde toplanan Waloon’lar ise daha ziyade aleyhtedirler (Birinciler yüzde 70, İkincilerse yüzde 40 kral lehinde rey vermişlerdir). Sanayi şehirlerinde krala muhalefetin kuvvetli oluşu ise buralarda işsi sınıfının kesif oluşun-dadır.
TYRGVE LİE İLE AMERİKAN HÜKÜMETİ ARASINDAKİ İHTİLÂFIN İÇ YÜZÜ NEDİR?
Bû başlık altında bir İstanbul gazetesi Trygye Lie’nin barış gayretlerinin Amerikan hükümeti taratmadan hoş görülmediğini nihayet açığa vurdu. Lie’nin Vaşington’da soğuk karşılandığı daha önceki ajans haberlerinden de anlaşılıyordu. Lie ile Amerikan hükümeti arasındaki ihtilâfın asıg mühim sebebi, iyeni Çin I Halk Cumhuriyetinin Birlbşmiş Milletlere alınıp alınmaması | meselesi değildir. Bu da var ama, asıl ihtilâf soğuk harbe devam bahsindedir. «Lie ile etrafındakiler soğuk harbin cihanı silâhhlanma yoluyla ateşli harbe götüreceği kanaatindedirler». Halbuki Amerika harıl harıl soğuk harbe devam ediyor ve etmek taraftarıdır^ Amerika Dışişleri resmî şahsiyetleri Acheson’un «top yekûn siyâsetini» Amerikan halkına kabul ettirmek için memleketin her tarafında nutuklar vermektedirler ve Anti-Sovyet propagandayı şiddetlendirmek için Amerikanın Sesi radyosu ile ingilterenin
B. B. C. si arasında temas ve müzakereler yapılıyor.
Fakat Lie barış gayretlerinde yalnız değildir. Yukarıda adı geçen gazete de «Lie ve etrafındakiler» diyor. Barış misyonu seyahatine çıkarken Lie Birleşmiş Milletler Genel Kurulu eski başkanlar] tarafından kuvvetle desteklenmiştir. Avrupa başkentlerinde ve küçük devletlerde tarafsızlık cereyanı kuvvetlenmek* tedir. Amerikan Senatörü Taft’ın dediği gibi, Avrupa devletleri Amerika malzemesi mukabili tepelerinde atom bombasının patlamasına razı olamıyorlar. Büyük küçük bütün memleketlerde halk arasında barış cereyanı çok kuvvetlenmiştir. Her tarafta atom bombasının yasak edilmesi ve bunu kullanacak ilk devletin harp mücrimi sayılması yolunda milyonlarca imza toplanıyor. Dünya barış kuvvetleri soğuk harbi yürütenleri ve ateşli harbe hazırlananları yenebilir.
Yeni hükümet programı
MEMLEKETİN ACIKLI HALİ
Memleketin acıklı halini hep biliyorduk, ama bu durum kati r ak kamlar halinde ifade edilince ne kadar kötü olduğu daha da kuvvetle beliriyor. Başbakanın dediklerine göre zi-raatte istihsal on beş, yirmi sene evvelki seviyede duraklamıştır. Dış ticaretimiz 1934-36 senelerine kıyasla daha düşüktür. Altın stokumuz 214 tondan 137 tona düşmüş ve bunun 4 tonu da yabancı bir bankaya terhin edilmiştir (Hangi bankaya ve ne maksatla, bildirilmiyor). Devlet borçları ise 2 buçuk milyara yaklaşmıştır. Bu şimdiki ve gelecek nesillerin üzerine ağır bir yüktür. Bütçede 174 milyon açık vardır. Bunun 155 milyonunun Marşal yardımından kapatılacağı C. H. P. hükümeti tarafından iddia edilmişse de gerçekte Amerikalılarla bu hususta bir anlaşmaya varılmamış. Geri kalan 19 milyonluk bütçe açığını da iç istikrazla (2 buçuk milyar borç daha da kabaracak demek) kapatılacakmış ama 1949 yılında çıkarılan 20 milyonluk tahvillerin ancak dörtte biri satılmış; yani millet artık hükümete borç vermek istemiyor veya verecek durumda değil.
MARŞAL YARDIMI VE BÜTÇE AÇIĞI .MESELESİ
Başbakanın bütçe açığını Marşal yardımından kapatmak bahsinde söylediklerinin daha sonra dikkate de-Ğer u-J^islçri oldu. Vazifesi Amerikan yardımı işlerine bakmak olan eski Devlet Bakanı Cemil Sait Barla s, Amerikalılarla bu hususta mutabakat hâsıl olduğunu, bir tezkerenin maliye kasasında mevcut bulunduğunu söyledi. Halbuki Mr. Dorr’ın vekili bunu reddetti. Şurası dikkate değer bir nokta ki, Amerikalı sözcü Marşal yardımından değil de, «Marşal yardımı karşılığımdan bahsetti. Yani meselenin esası şu: Bütçedeki 155 milyon açığı Amerikalıları^ para sayarak kapatması bahis mevzuu değil. Marşal yardımına dair yapılan anlaşma mucibince Amerikadan gönderilen malzemenin satış değeri tutarında bir parayı hükümet bir fon olarak ayırmak mecburiyetindedir ve ayırıyor da. Fakat hükümet bir tarafa ayırıp koyduğu bu parayı istediği gibi kullanmak selâhiyetinde değildir; bu paranın hangi işler için kullanılacağı Amerikalılara danışarak kararlaştırılabilir. Müteveffa C. H. P. hükümeti Marşal yardımı karşılığı ayırdığı parayı bütçe açığının 155 milyonunu kapatmak için kullanmak istemiş. Şimdi münakaşa edilen nokta, bu hususta Aemerikalılardan izin
alınmış mı, alınmamış mı. meselesi d ir,
NE BİÇİM GREV HAKKI?
işçilere grev hakkı verilip verilmemesi bahsi iç siyasette D. P. yi
C. H. P. den ayıran bir nokta gibi gösteriliyordu. Halbuki hükümet programında grev hakkının «İktisadî ve içtimai ahengi bozmıyacak şekilde» verileceği bildirilmekle bu noktada da iki parti arasında bir fark olmadığı bir daha meydana çıktı. Böyle bir kayıt koyduktan sonra grev yapmıya imkân kalır mı? Grevde işçiler işi tatil ettiklerine göre her grev hali şu veya bu derecede «İktisadî ahengi» bozar, yani istihsali durdurur. Anlaşılıyor ki verilecek şitten bir hak olacaktır. Celâl Ba-grev hakkı kâğıt üstünde kalan çe-yar’m 1936 da yaptırdığı Iş Kanununa da grev hakkı değilse de işçi lehine sayılacak diğer bazı maddeler konulmuş fakat bunlar tamamiyle kâğıt üzerinde kalmamış mıydı?
DIŞ SİYASET: AKDENİZ PAKTI YOLUYLA AMERİKA’YA İYİCE BAĞLANMAK
D. P. nin dış siyasette de C. H. P. den ayrılmadığı öteden beri biliniyordu. D. P. iktidara geldiğinden beri herhangi bir fark belirdi ise bu da yeni hükümetin daha büyük bir tehalük le Amerikalılara yanaştığıdır. Bir taraftan daha geniş mikyasta yardım yapılması için memleketin «nazik İktisadî durumu» ileri sürülür ve Amerikalılardan imdat istenirken, diğer taraftan da «Atlantik paktına bağlı bir Akdeniz paktı» yeni hükümetin karşılaştığı başlıca mesele olarak Başbakan tarafından ortaya atıldı ve Dışişleri Bakanı da aynı yolda faaliyete geçti.
Amerika bir Akdeniz paktı yapılmasını ve bu maksatla da şimdi Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Italyanm birbirlerine yaklaşmalarını istiyor. Nisan ayında yapılıp metni halâ açıklanmıyan Türk-İtalyan and-laşniası bu yolda atılmış ilk adımdır. Son haftalar zarfında gazetelerde pek sık görülen Türk - Yunan dostluğuna, Yunanistanla Yugoslavyanın ye-niçin münasebetler kurmalarına ve Yugoslavya ile İtalya’nın Triyeste meselesinde anlaşacağına dair haberler hep bu istikamette yapılan teşebbüslerin belirtileridir.
Yunanistan ile Türkiye’de bir hükümet değişikliği olmadıkça Yugoslavya ile bu iki memleketin birbirine yaklaşmaları pek mümkün değildi; çünkü vaktiyle Tito bu her iki memleket hükümetlerini mürteci ve faşist olmakla itham etmişti. Nisan ayında Amerikan elçisinin bir mektubu Yunanistanda gerekli hükümet değişikliğini sağladı. Türkiyede seçimlerin birbirinin hemen hemen aynı olan iki parti arasında serbest sapılması da Türkiyede iktidar partisini değiştirdi. İki yeni hükümetin birbirile pek sıkı fıkı olduğu görülüyor. Refik Koraltan Meclis Başkanı olur olmaz Yunan Meclisine selâm gönderiyor. Yunan Meclis Başkanı da derhal mukabele ediyor. Pariste Fuat Köprülü ile Plâstiras görüşüp konuşuyorlar ve iki memleket elçiliklerinin neşrettikleri müşterek beyannamede yeni hamleler yapılmaktan bahsediliyor. Plastiras verdiği ayrı bir demeçte Yugoslavya ile elçi teatisinden ve Selânik limanında Yugos-lavlara tanınan imtiyazlardan bahsediyor. Fakat bir mektupla iktidara gelen Plâstiras hükümeti yerine pek sağlam oturmuş görünmüyor. Hükümetin sallantıda olduğu ve yakın- __ da yeni seçimlere gidileceği söyieni yor. (Devamı 11 inci sahife»
2
-Yeni Hükümet Programı-
Bu program, milletin yirmi küsur yıllık ölçüsüz fedakârlıkları, izdirapları pahasına aide edilmiş başarılardan kazanılmış haklardan arta kalan ne varsa hepsinden vazgeçmek gerektiğini haber veriyor m
Demokrat Parti hakkında bu sütunlarda ötedenberi açıkladığımız kanaatlanmızda aldanmış olmağı çok isterdik. Fakat yeni hükümet, progra-miyle olsun, bizi yalanlamak kudret ve kabiliyetini gösteremedi. Bu program, «acı» tenkitlerle dolu «orijinal» bir bölüm taşımasına rağmen, dış politikada olduğu gibi iç politikada da bize iyi bir şey vadetmiyor, ferahlatıcı bir ümit ışığı göstermiyor. Tersine, milletin yirmi küsûr yıllık ölçüsüz fedakârlıkları, ıstırapları pahasına elde edilmiş başarılardan, kazanılmış haklardan arta kalan ne varsa hepsinden vazgeçmek gerektiğini haber veriyor.
Demokrat Parti, Halk Partisini tenkit etmekte, halka beğenilmenin tılsımını bulmuşa benziyor. Öyleki kendi faaliyet programına bile, onu şirin göstermek için olacak, yine bu tenkitle başlıyor. Yirmi küsür yılın bu çeşit bir «muhasebesini» yapmak Halk Partisinin, hesapları henüz kapanmamış olan eski liderlerine düşmezdi. Geçmişi unutturmak gayreti burada uzun
ömürlü bir başarı vadetmiyor. Halk Partisi liderlerinin, «ellerine mamur bir vatan devretmekte oldukları iddiasını reddeden Demokrat Parti ileri gelenleri daha düne kadar, memleketin iktisadi kalkındırılması işinde mucizeler yarattıklarını öğünerek ilân etmiyorlar mıydı? Bugün «uzun yılların beyhude israf edilmiş alduğuna ve hatta memleketin tabii inkişaf seyrinin hatalı ve sakat politikalarda engellenmiş olduğuna hükmetmek icabettiğini,, ileri sürenler dün, tutulan yolu tenkit etmeye cesaret edenlere ha-pisane kapılarını gösterenlerin yanı başında, hatta başında değiller miydi? Bugün «devlet imalâtçılığı gibi dev-
let nakliyeciliğinin de bu memlekete çok pahalıya mal olduğunu» söyliyenlerin daha dün devletçiliği memleketin iktisadi inkişafının zaruri bir şartı olarak kabul eden, fakat devlet sanayiini halkın zararına işlemek suretiyle bu devletçiliğin İçerde ve dışar-daki düşmanlarına silâh veren kimseler oldukları unutulmuş değildir. Halk geçmiş hataları unutabilirdi, eğer bugünkü tenkitçiler dünkü icraatçılar olmasaydı, bugüaki icraatları vaadları dünkü hataların düzeltileceği ümidini verebilsey-di, bugün tutulan yol, dünkünün zıddı gibi görünmesine rağmen onun sadece bir devamı olmasaydı, dünkü hatalar, onları gölgede bırakacak daha büyük hatalarla önlenmeğe, örtülmeğe çalışılmasay-dı. Bugün Demokrat Partinin tenkit ettiği iktisadi, siyasi prensiplerinden bizzat Halk Partisinde ne kalmıştır ? Memleketi yabancı sermayenin iktisadi ve siyasi istilasına açmak suretiyle devletçiliğe ilk sahneyi açan, yerli sanayiin tasfiyesi için gereken şartları
> ■ (
i İkinci dünya harbi neye mal oldu? j ‘ 75 milyon insanın hayatına (bunlardan 26 milyonu top-1
‘ lama kamplarında öldü). 150 milyon insanın evinin yıkıl- ( ; masına, O
> Halbuki Cenova’da çıkan resmi beynelmilel bir dergi- ’
> de ki rakkamlara göre bu harpte harcanan para ile Ame- J
> rika, Ingiltere, Kanada, Avustralya, İrlanda, Fransa, Al- J
> manya, Rusya ve Belçikada her aileye 60 bin Türk lirası (
; kıymetinde bir ev yapılabilir. 25 bin liralık mobilya alı- ( ; nabilir ve üstelik de bu memleketlerdeki her aileye 100 ( ; bin lira nakit para dağıtılabilirdi. Geriye kalan para ile 1 i de 400 milyon lira değerinde okul ve her şehre büyük bir ; I umumi kütüphane yapılabilirdi. ;
> Şimdi aradan beş sene geçmiştir. Bugün Amerikanın (
» harp hazırlıklarına bir haftada harcadığı para, eğitime bir ( ' senede harcadığından çok daha fazladır. (
• a
J Ingiltere yalnız harp masraflarına, eğitime, yapı işle- ■ I rine ve sağlığa harcadığından daha fazla para harcamak- ( I tadır.
hazırlayan Halk Partisi hükümetleri değilmidir ? Demokrat Partinin «yabancı teşebbüs, sermaye ve tekniğinden geniş ölçüde faydalanmanın şartlarını tahakkuk ettirmek ve icaplarını yerine getirmek vaadini Halk Partisi çoktan gerçekleştirmeğe başladı. Demokrat Parti, gösterişçi ve pahalıya mal olan bir devlet müessesesinin geri bir zirai bünye üzerine kurulamayacağını, bunun için zirai inkişafı beklemek gerekdiğini, memleketi yabancı sanayiin başı boş rekabet ve tahakkümünü engelleyen amillerden kurtarmak ve korumak icabettiğini söylerken sadece Halk Partisinin açtığı yol üzerinde yürüyeceğini ifade etmiş oluyor. «Gerek din dersleri meselesinde, gerek din adamlarını yetiştirecek yüksek mû-esseselerin faaliyete geçmesi hususunda icabeden tedbirleri ittihaz etmek kararında «olan yeni iktidar partisi lâyıklığa «bağlılık» yolunda da Halk Partisinin izinde olduğunug inkâr edemez.
Demokrat Partinin Halk Partisinden görünürde ayrıldığı hemen hemen biricik nokta işçiye grev hakkı tanımasıdır. Bunun da sebebi malûm. Fakat yeni iktidarın «grev mevzuunda kaçamaklı konuşmağa başladığı» Halk Partisinin bile dikkatini çekti. Garip olan şııki grev hak-Devanıı l,r> eu sayfada
Ilşçi I
SLMDIR AL ARİ I ¥£ I
Grev hakkı olmayan işçi elinden silâhları alınmış bir duellocudur. Karşısındaki ise tepeden tırnağa silâhlı bir mütecaviz* D. P. işçiye bu silâhı vermek vadile iktidara geldi, vere* çektir. Fakat öyle gözüküyor ki vereceği bu silâh bilenmemiş bir kılıç, kurşunsuz tabanca veya Kavak ağacından bir sopa olacaktır.
C. H. P. nin senelerdir tutturduğu Devletçilik biz bize benzerizin tâ kendisi İdi.
Şimdi liberal iktisat, serbest ticaret, hususî teşebbüs rejimine giriliyor. Bu İktisadî ve içtimai inkişafımızın zaruri bir neticesi demek değildir, zorladılar, yabancı sermaye gümrük duvarlarım yıktı, şimdi de sel gibi basacak, yerli sanayiimize hissedar, milli bankalarımıza aksiyo-ner, toprak altı mahsullerimize doğrudan doğruya giriverecekler. Maliyet meselesi ucuz iş kuvveti arayacak, teknik tekâmül Topkapı ampul fabrikasında olduğu gibi bir yerine yüz işçile kâr haddinin yüzdesin! arttırmağa çalışacak, yarın petrol kuyularında, öbürgün maden ocaklarında ve sonra bütün Türk toprakları üzerinde Türk lirasile Dolar, Kâğıthane âlemleri ve av eğlencelerile sarmaş dolaş, çalışan halkın gündelikçi işçinin ve topraksız köylünün alın terinden kurulmuş sofralarda göbekle necek, millî ve gayri millî bankalarda palazlanıp bu mukaddes çifleşnıedeıı doğacak harp ceninine ninni okuyacak.
İddia edilecek ki Türkiye işçilerine tanınan grev hakkı demokratik inkişaf.mızı a son merhalesidir. Ne münasebet.
Bizce Türkiye işçi sınıfının bugünkü durumu, işçi mevzuatı, hukuki ve içtinıaî koruyucu kanunları yeni baştan ve çok daha anlayışla ele alınması zaruridir.
Grev müessesesi teşkilâtsız veya hâkim sınıf partilerine bağlı teşkilâtlar için bir rozettir. Mevcut sendikalara, hakikî işçi teşkilâtları haline, iradesi kendinin, idaresi kendinin, kararları bizzat kendinin ve yalnız kendi yararına çalışır hale gelmenin teminatını vermek lâzımdır. Bu da yalnız bir kanun işi değil bir idrak ve zihniyet meselesidir. İşçinin ne nıe lâzımı yıkması, ne olur ne olmazı parçalayıp kabuğundan fırlaması, âmir baskısı ve idare heyetleri diktasından kurtulması ve bir kanun memleketi vatandaşlığının şuurunu yaratmak meselesidir.
Hani asgarî ücret tarifesi? Hani iş mahkemeleri ? Hani kollektif sözleşmeler mukavelesi?
Henüz asgarî ücret meselesini ele almamış bir memlekette ihtiyarlık sigortası bir lüks değildir de nedir? Fakat C. İT. P. bu kanunla işçi ve ve iş verenden senede yüz milyon lira tahsilini düşünmüş, adetâ işçi ve ücretli sınıfa yeni bir vergi tarh etmiştir.
Sendikalar kanunu cemiyetler kanununa, cemiyetler kanunu Ceza kanununa, Ceza kanunu Anayasaya aykırıdırlar. Birinin hak tanıdığım öbürü suç sayar, birisi yap der, öteki yapma. Cemiyetler kanunu sınıflıdır, Ceza kanunu sınıfsız. İş kanunu işçi davasının patron görüşüyle hamiyet ve şefkat anlayışıdır, işçiye hak değil sadaka veriliyormuş gibidir.
İş ve işçi hukukunun yeniden ele alınması, hukukî ve kanunî mevzuatın sınıf esası üzerinden tanzimi, İşçi menfaatlerini k o r u-yucu hükümlerin konulmasını beklemek bizim hakkımız olduğu gibi, D. P. nin 14 Mayısda yüklendiği vazifelerden biridir. H. KOÇ
3
«Mektebe gitsem» diye düşündü
Haydarpaşa garında
1941 baharında
Saat 15
Merdivenlerin üstünde güneş
Bir adam
Merdivenlerde duruyor
Bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun, ve yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
— Galip usta —
Tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur: «Kâat Helvası yesem her gün» diye düşündü
5 yaşında
10 yaşında
Ata, katıra, yaylıya binerlerdi Şimdi şimendifere biniyorlar. Merdivenleri bir kadın iniyor Çarşaflı, şişman Adviye hanım
An asıl KafkasyalI 1311 de kızamık 1318 de gelin oldu Çamaşır yıkadı Yemek pişirdi
Çocuk doğurdu
Ve biliyor ki öldüğü zaman
Selâtin camilerinden
Bir şal koyacaklar tabutuna, damadı imamdır
Sokuldu polis efendiye Birşeyler konuşuldu Okşadı ve hep
ve her
çocuk Kemal’i beraber Karakola gittiler, ne kadar
«Bahamın bıçakçı dükkânından
«Akşam ezanından önce çıksam» diye düşündü 11 yaşında
diye düşündü
15 yaşında
«San iskarpinlerim olsa «Hızlar bana kaksalar»
«Baham neden kapattı ve fabrika benzemiyor düşündü
dükkânını
babamın dükkânına» diye
16 yaşında
«Yevmiyem artar mı?» diye düşündü
21 yaşmdayken
«Babanı ellisinde öldü,
ben de böyle tez mİ öleceğim?»
«İşsiz
diye düşündü
21 yaşındayken
«İşsiz
«ışs-’z
kalırsam? diye düşündü
kalırsam?»
kalırsam?»
Ve zaman zaman
«İşsiz kalırsam?»
diye düşündü
diye düşündü
işsiz kalarak diye düşündü
50
22
23
24
yaşında
yaşında
yaşında
yaşma kadar.
51 yaşında «İhtiyarladım» dedi
«Babamdan bir yıl fazla yaşadım.»
Şimdi elli iki yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup kaptırmıştır kafasını Düşüncelerin en tuhafına»
«Kaç yaşında öleceğim
Ölürken üzerimde yorgan olacak mı» diye düşü-
nüyor.
Burnu sivri ve uzun,
Yanaklarının üstü çopur
Denizde balık kokusuyla
ve döşemelerde tahta kurulan ile gelir
Haydarpaşa garında bahar.
Sepetler ve heybeler
Merdivenlerden inip
Merdivenlerden çıkıp Merdivenlerde duruyorlar..
Polisin yanında bir çocuk
— Tahminen beş yaşında — İniyor merdivenleri.
Nüfusta kaydı yok
Fakat ismi Kemal....
Merdivenleri bir heybe çıkıyordu
bir halı heybe
Merdivenlerden inen Kemal
Y’apyalnızdı
— Kıuıdurasız ve gömleksiz — Ortasında kâinatın
Açlığından başka bir şey hatırlamıyor, bir de hayal meyal
Karanlık yerde bir kadın.
Merdivenleri çıkan heybenin
Kırmızı, mavi, siyah nakışları var.
Eskiden
Halı —• Heybeler
Bir
Merdivenlerin üstünde güneş
Bir baş yeşil soğan ve bir insan Ahmet onbaşı
Balkan Harbi’nde gitti. Seferberlikte gitti. Yunan harbinde gitti.
«Ha dayan hem şer im sonuna vardık»
Sözü meşhurdur. ____
Merdivenleri bir kız çıkıyordu Çorapta çalışır.
— Topane caddesi Calata — on üç yaşındadır.
Usta
Atıf et’e:
Bir daha görülmiyecekse de
hayal meyal karanlık bir yerde bir kadın çocuk Kemal yapyalnız değil artık ortasında kâinatın.
Bir parça bulaşık yıkayıp biraz su taşıyacak ve Adviye Hanım’uı dizi dibinde yaşıyacak. Merdivenleri mahkûmlar çıkıyordu.
Şakalaşıp, gülüşerek..
Üç erkek
Bir kadın ve dört jandarma Erkekler kelepçeli Kadın kelepçesiz. Jandarmalar süngülü Merdivenlerin üstünde bir
Mahkûmlar durakladı
Jandarma Haşan
Tokalaştı A lunet
Jandarma Haydar
Aldı yerden boş
kaysı gülü
Bîr cigara paketi
Bir gazete kâğıdı
onbaşıyla
Atıfet
Galip
Baktı
«Evlenseydim eğer
Torunum olurdu bu kadar»
diye düşündü.
Çalışırdı «bana bakar» diye düşündü.
Sonra birden
Emin’in kızu
Geçen sene
Daha
bire akima Sadiye geldi»
âdet görmeden Şahbas'ııı arsasında bozmuşlardı. Sepetler ve heybeler
Merdivenlerden inip
Merdivenleri çıkıp Merdivenlerde duruyorlar.
Ahmet onbaşı yine askerdi
Yetişti halı—heybeye
öptü elini
Hah—heybe
ve mavi mintan, palto, siyah şalvar
ve keten lâstik iskarpinler fötr şapka, sakal ve lâhurî şâl kuşak
Onbaşının omzunu okşıyarak
«Hayıflanma, dedi,
Bir kaç kalem borç için
hane halkını sıkıştirnııyacaklar
biraz faiz biner
—1 o kadar...
Haydarpaşa garında Martılar inip kalkıyor Denizde leşlerin üstüne İmrenilir şey değil Martıların hayati.
Garın saati
Üçü beş geçiyor
Siloların orada
Romanya bandıralı bir şilebe hububat yüldüyorlar. Ayrıldı onbaşıdan halı - heybe
Gara girdi
Merdivenlerin üstünde güneş
Yorgunluk ve telâş ve bir arı ölüsü var.
Kocaman insan ayaklarına aldırmadan Bembeyaz, upuzun taşın üzerinde Arının ölüsünü taşıyor karıncalar. Adviye hanım
paketi
Soktu cebine
ve mahkûm kadın
Boynuna atılan Atıfet’l
Öptü iki yanağından
Eğilip baktı kelepçeli Halil
Kayısı gülünün yanındaki gazete kâğıdına «Tek sütunluk bir. nefer üniforması belli değil tıraşı
Beyaz
Sonra
uzun sargılar var başında
Sargılar kan
tayyareler
— Kanatlı köpek balıkları gibi — Pike bomba rdınıan» diye yazıyor.
bir liman
beyaz daireler çizili üzerinde okuyamadı
«Sonra
Küçük tsmini
Mürekkebi gaz lekesi dağıtmış.
Üç bayan
ÇıkTılâr merdivenleri koşarak
Sivri külahları ile
Mantar iskarpinleriyle
Banliyö yolcuları
Kelepçeli Süleyman
Bayanları gördü
Genç bir kadın geçirdi yüreğinden Kayısı gülünü nişanlayıp tükürdü Kelepti Fuat
Seslendi Galip Ustaya
«Usta
Yine tuhaf şeyler düşünüyorsun, yorum evlât geçmiş olsun.
Yine tı
«— Düşündür
«— Eyvallah usta düşünmek değiştirmez hayatı.» Fuat
Teşyieyci tersanede
Üç arkadaş perdeleri indirip
bir kitap okudukları için
19 yaşında hapse girdi.
Yatıyor iki yıldır.
Şimdi içerlere gönderiyorlar.
Galip Usta
(Devamı 12 nci sayfada)
4
rağa Yeri
Toprağa yerleşmenin en iyi yolu bilim yoluyla bu toprakların yerçeğinin bütün inceliklerini, gerekirlerini ele geçirmek, Türkiyede ileri bir dünyanın yolunu tam aydınlığa kavuşturmaktır.
BTZDE çok rastlanan bir aydın tipi vardır. Okumuştur, dil bilir, yabancı memleket yayınlarını adım adım takip eder. Batıya hayrandır; iyi, doğru bildiği her şeyin orada olduğuna, yaşadığına, yürüdüğüne inanır. Yer yüzünde ileri ve geri kuvvetlerin sa-
vaşıııda her türlü zafer 'ümidini oradaki kazançlara bağlamıştır. Tarih o-ralarda cömert davranmıştır. Meselâ, Rönesans, parlamento sistemi, Fransız,
ihtilâli orada olmuş, kitle hareketleri orada görülmüş, her türlü ileri fikir oradan yayılmıştır. Oııa görç, bugün de, hattâ kendi yurdumuzda, ilerinin zaferini ancak bu memleketlerden bek-liyebiliriz. Sohbetde epey ileri görülen bu aydın, gerçekte şu çıkmaza saplanır: Memleketimiz nasıl olsa bu zamanda ileri davayı yürütemiyecek kadar yaya kalmıştır. Dünyaca ileri meseleleri bu topraklarda çözebilmek için, öteki memleketlerle kıyas edersek, tarihin normal seyriyle bir kaç yüz yıl beklemek icap eder. Bu meselelerin çözülmesinin ise böyle bir bekleyişe müsaadesi ve ihtiyacı yoktur. Bu aydın daha bir adım atıp şöyle der: esasen bu memleketin geri kalışı her halde
tesadüfi değildir. Bunu tarihî, sosyal sebeplere olduğu kadar, bu topraklarda yaşıyaıı kitlelerin kabiliyetsizliğine, inkılâba elverişli olmamasına bağlamak doğru olur. Bu İlmî (!) sonuca varan aydının artık kımıldamasına, iş görmesine imkân yoktur; tam bir kapana düşmüştür. Hattâ bu topraklarda iş görenleri, ileri için savaşanın, varını yoğunu bu yolda lıarcıyanları iyi karşılamaz. Bunların boşuna zahmet ettik-lcrine inanmıştır.
Bu inanış önce bilim bakımından
sakattır. Batı memleketlerinin bizden çok ileri oldukları ortada. Bizim geri kalışımızın bir çok sebepleri var; bunları sırabyacak değiliz. Bu sebep'er ne olursa olsun bütün tarihimizden, halk kitlelerimizin inkılâpçı kabiliyetlerinin olmadığı veya eksik o’duğu şeklinde bir aşağılık duygusu payı çıkarfamaz. Böyle bir aşağılık olsa olsa sadece bu cins aydınlar için gerçektir. Geçmişi bıraksak bile son yarım yüz yıl içinde Türk halk kitlelerinin yarattıkları inkılâp nasıl görmezden gelinir ?
İleri dünya, davasının ileri batı memleketlerinden gerçekleşmeğe başlı-yacağına, geri ülkelere, bu işe seyirci olmaktan başka şey düşmeyeceğine dair olan inançlar bilim ve gerçek ta
rafından çoktan çürütülmüştür. Çin misali ortada. Tezatlardanfaydalanarak emperyalist canavara karşı elele vermiş bütün dünya için, köleliği kaldırmaya
çalışan insan oğlu için, onun zayıf yerini yakalamak şansı beş kıt’a üzerinde her yerde vardır. Yeter ki bu savaş gerçekten, ustaca yürütülsün.
Bu aydınlar, akılları sıra bir nevi açıkgözlükle, işten sıyrılma yolunu tutarken, kendilerini, tarih içinde ümitsiz bile olsa, ileri fikri savunan insan olmanın haysiyetinden mahrum bıraktıklarını, alelâde bir canlı küçüklüğüne düşürdüklerini farketmiyorlar mı?
Aynı aydın tipi bazen makyajla piyasaya da sürülür. O zaman bu aydın, koyu tekâmülcüdür. Oldukça büyük lâflar eder. îleri savaş yerini hazırlamak için yurdumuzun sosyal gelişmesini sağlamanın kaçınılmazlığını öne sürer. Bu gelişme nasıl olacaktır? Hal-
kımız bu zamana kadar böyle bir şeyi beceremediğine göre ondan bekliyemi-yeceğiıııizi söyler. Ve utanmadan, sıkılmadan, memleketimizi, halkımızı, emperyalist, gangster bir dünyanın kanlı pençesinde gelişmesini yapmıya terket-memizi teklif eder. Böylece de bu cins aydınların kara kuvvetlerle akrabalığı, gün gibi, ortaya çıkmış olur.
Bu memleketin, gerçek inkılapçı insanına düşen vazifelerinden biri olarak bu cins aydınlarla ölesiye savaşma, yeni yetişen unsurları bunların şerrinden koruma ve böyle bir güvensizliği kurutma işini hiç de küçümsememek lâzım. Bu cins aydınların tuzağına çok defa iyi niyetli unsurlar da düşer. Bu iyi niyetli unsurlar bir çok nazarî şeyler öğrenmiş, sık sık bir takım umumî prens;pleri tekrar eden, böylece her meseleyi hallettiklerini zanneden kimselerdir. Öğrenip inandıkları şeyler henüz bu memleketin gerçekleriyle şart’anmamış, halk kitlek riyle kökleşınemişt r. (Fikirden, bilgiden, gerçi kten çok vecde, hayale, iitopiye doğrudur. İyi niyetle bu topraklarda ileri için çalışmıya, vecde, hayale, üto-piye yakınlığı ile, taraftardır. Zaman zaman faydalı işler bile yapsa, gerçeğe, aydın bilgiye dayanmanın tam isabetine, sağlamlığına kavuşmamıştır; sezişle yürümektedir, boşluktadır, salıntıdadır, kayabilir.
Bugün bu mesele inkilâpçı kampımızın ana meselelerinden biri olarak ortaya çıkıyor. İleri, inkilâpçı safta çalışan, çalışmıya hazırlanan bütün iyi niyetli insanları, güvensiz aydının iğ-vasına, kara kuvvetlerin baskısına karşı sağlam bir yer üstünde toplamak zarundayız.
Böyle sağlam bir yer nasıl elde edilir? Bu topraklara yerleşmekle. Toplum içinde, ileriyi savunan insan oğlunun en iyi yardımcısı bilimdir. Fakat toplum içinde ileriyi gösteren bilim, tekrarından her zaman ve her yerde fayda umulan, her müşkülü çözen, büyülü sözler yekûnu değil, her yerin ve zamanın en doğru ve gerçek tarafını görmemizi sağlıyan bir inceleme vasıtasıdır. Toprağa yerleşmenin en iyi yolu bu inceleme vasıtasını kullanarak bu toprakların gerçeğinin bütün inceliklerini, gerekirlerini ele geçirmek, Türkiyede ileri bir dünya’nm yolunu tam aydınlığa kavuşturmaktır.
Bugün yurdumuzda, bir satılma
(Devamı 11 inci sahifede)
5
Milletleri I
Dünya milletlerinin barışın kurulması yolundaki faaliyetleri
Birleşmiş Milletlerde:
\Vashingtor, Londra, Paris ve Moskovada temaslar yapmış olan Birleşmiş Milletler genel sekreteri Dörtlere ar-zettiği yirmi senelik barış programını açıklamıştır. Birleşmiş Milletler delegelerine gönderdiği bir mektupda bu açıklamayı yapan genel sekreter şu noktaları belirtmiştir:
1 — Bölge andlaşmaları harbe mâni olabilecek birer tedbir olmaktan uzaktır.
2 — Her türlü terakkinin başlıca şartı Birleşmiş Milletlerde Çinin temsili meselesinin hallidir.
Genel sakreterin 10 maddelik barış programının ana hatları da şunlardır:
— Birleşmiş Milletler şartında da tashih edilmiş olduğu veçhile Güvenlik konseyinin altı ayda bir toplanması ve aza devletlerin bu toplantılarda kendilerini Dış İşleri Bakanları veya devlet reisleri vasıtasile temsil ettirmeleri.
— Atom enerjisinin kontrolü sahasında, Birleşmiş Milletlerde müzakerelerin yeniden başlaması
— Silâhların tahdidi ve muayyen tiplere ircaı hakkında görüşmeler hususî görüşmeler yapılması.
— Birleşmiş Milletler «Mil letlerarası polis hakkında yeni anlaşma gayretleri sarfedilmesi.
— Kâfi, derecede gelişmemiş sahalara teknik ve İktisadî yardım yapılması.
— Birleşmiş Milletlerin muhtelif şubelerinin daha büyük bir verimle kullanılması ve devletler hukukunun yayılması için gayretler sarfı.
Lie muhtırasını Güvenlik konseyine resmen tevdiini düşünmekte ve muhtıranın
■*
kuvveti»
muhafaza
Kızılhaç
Paul Ru-
ve
Birleşmiş Milletlerin gelecek genel toplantısında gündeme alınması hakkını etmektedir.
-¥• Milletler arası Komitesi Başkanı
egger, Birleşik Amerika Rusya da dahil olmak üzere 64 memleketin hükümetlerine birer mektup göndererek muhtemel bir ihtilâfta atom bombasının kullanılmasının yasak edilmesini talep eylemiştir.
Frarısada:
Fransa Temsilciler Meclisinin bir içtimaında Anglo-Amerikan emperyalistlerinin taraftarı olan hükümet partisi ve sağ taraf saylavları Stokholm da karar altına alınan Dünya Milletleri Barış taraftarları Kongresinin çağrısına itiraz etmeye yeltenmişler ve bunun yerine mahut Amerikan Barudi Plânının (Atom silâhı kontrolünü Birleşik Amerikanın inhisarına bırakan plân) desteklenmesini istemişlerdir. Bunun üzerine iki taraf arasında şiddetli tartışmalar olmuş ve neticede mahut Baruclı Plânını teklif edenler bunun bir harp ve sömürgecilik * gorbon plânı, dünyanın bütün masum insanlarını arkadan vuracak bir vasıta olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlardır.
I
★ Dünya anneler Kongresi Fransız Birliği anneler bayramı miinasebetile barış hakkında bir beyanname neşret-miştir. Bu beyannamede şöyle denilmektedir:
Harbe kaaşı açılacak hakiki savaş, barış şartlarının yerleşmesi için mücadele etmekten ibarettir.
Binaenaleyh, Milletlerarası ve hükümetler teşekküllerinden harp sebeplerini ortadan kaldırmak için sarfettikleri
z
ANNE
Barışı kurmak ve yaş?
Demokratik Dünya Kadınları Birliği Barışı Savunma davasında geniş ölçüde mücadeleye girişmiş bulunuyorlar. Onlar, Barış mücadelesi yolunda yılmadan, yorulmadan ve muvaffak olacaklarına inanmış olarak ön saflarda çalışırlarken bzzim fedakâr kadınlarımızın da bu mücadeleye hiç tereddüt etmeden katılmalarını ve bu yolda dünya kadınlarından hiç de geri kalmadan gayret göstermelerini istiyoruz. T
Birinci Dünya harbinde yuvalarının harp felaketi ile yıkıldığını gören, kocalarını ve evlâtlarını bu yolda kay-beden, yetim kalan yavrularını bin bir mahrumiyet ve meşakkate göğüs gererek tek başlarına yetiştirmeye uğraş-mış olan bizim analarımız harp faciasının insanlığa getir-diği korkunç ıztırapları yakından tanırlar ve onları unutamazlar. Türk kadınının istiklâl savaşımızda saldırgana karşı yurdunu ve yuvasını müdafaada gösterdiği insan üstü gayret ve fedakârlık dünya kadınlarına örnek olduğu gibi insanlığı saadete kavuşturacak olan Barış mücadelesinde de ön saflarda canla başla çalışacağı ve dünya kadınlarından geri kalmıyacağı hiç kimsenin şüphe etmiyeceği bir hakikattir. ~
■ A
Anneler! Barışı kuracak olan sîzlersiniz. Kocalarınızı, çocuklarınızı bu yolda mücadeleye teşvik ediniz. Ellerinizle kurduğunuz yuvaların yıkılmasına, memleketimizin bir
gayretlerin şiddetlendirilme- ★ Poznan’da 670 yeni barış sini talep ediyoruz.
JBS| /c »
üniversitesinde her çeşit ilini koluna mensup ve her çeşit zihniyette
• •
Üniversite mensupları, Enstitü üyeleri, âlimler ve hukukçular Stokholm çağrısını imza etmişlerdir.
Polonyadğ:^ a
VVroclavv yüksek okul öğrenci ve Öğretim üyeleri Kaliforniya Üniversft&tffıe aşağıdaki mektubu yollamışlardır :
«timin başlıca zaferlerinin lıarpçi gayelere âlet edilmesine müsade etmiyeceğiniz ve yeni bir harbin hazırlanmasına karşı koyan bizlerle birleşeceğinizden kat’iyyen eminiz.»
taraftarları komitesi kurulmuş ve Silezya bölgelerinde 21 bin barış taraftan imza toplamağa başlamıştır.
Lublin ve Lodz Üniversiteleri, Poli teknik, Yüksek İktisat Mektebi, Yüksek Pedagoji Mektebi talebe ve profesörleri umumî toplantılarda Stokholm çağrısını imzalamışlardır.
Birleşik Amerikada'
29 Mayısta Şikago’da barışı savunmak maksadı ile yapılan bir toplantıda Kolum-bia Üniversitesi profesörlerindim Philip Morrison şöyle demiştir: «İstikbal, atom enerjisini lıarpçı gayeler için değil, barış yolunda kullanacak olanlarındır.»
Atom bombası ve biz
mak sizin elinizdedir.
felâket beldesi, muztarip insanlarla dolu bir harabe haline gelmesine mâni olmak sizin elinizdedir. Harpten nefret ediniz ve ettiriniz. Harp istiyen her fikir ve her tesire karşı koyunuz. Dünya Barışını kurmaya muvaffak olduğunuz taktirde gelecek mesut günlerde çocuklarınızı harp fikrinden uzak olarak yetiştiriniz. Onlara, birbirlerini sevmeyi, yâni insanları sevmesini öğretiniz. Onların içinde nefret hislerinin filizlenmesine meydan vermeyiniz. Dünyanın saadeti ve istikbali yetiştireceğiniz çocuklara bağlıdır.
■
Anneler!. Bütün dünya annelerile birleşiniz. Sevginin ve ıztırabın dili tektir. Evlatlarınızı severken duyduğunuz saadet hissi bir zenci annenin çocuğuna karşı duyduğu sevgiden farklı değildir. İster Amerikalı, ister Asyalı, Afrikalı, Avrupalı olsun, her ananın çocuğunun ölümü karşısında duyacağı ıztırap birbirinin aynıdır. Varsın diliniz, renginiz, dininiz, milliyetiniz, örf ve âdetleriniz başka olsun. Harbin getireceği felâket karşısında duyacağınız acı müşterek olacaktır. Birbirleriyle en kolay anlaşabilecek olanlar sîzlersiniz.
Anneler!. Yurtlarınızı korumak için dünya annelerile birleşiniz, anlaşınız, barışın bir an evvel kurulması yolunda yürütülen muazzam mücadeleye katılınız ve insanlığı kitle halinde imha edecek olan atom silahlarının kanun dışı edilmesi için sizler de seslerinizi yükseltiniz..
Sur iyede:
1 Haziran milletler arası çocuk günü münasebetiyle Beyrut, Halep ve Şamda kalabalık nümayişler olmuş ve nümayişçiler: «Atom bombasının yasak edilmesini istiyoruz.», «Çocuklarımızın parasız okutulmasını istiyoruz», «Çocuk bahçeleri, çocuk kulüpleri, çocuk bakım evleri açılmasını istiyoruz.» «Çocuk emeğinin istismarına son verilmesini istiyoruz.» levhalarını ellerinde taşıyarak şehirlerin sokaklarında dolaşmışlardır.
Japonyada:
Hiroşima ve gençleri atom yasak edilmesi
Nagazaki bombasının için dünya
I
gençliğine heyecanlı bir çağrı yapmışlardır.
«Atom bombasının topraklarımızı baştan başa harap etmesi üzerinden beş yıl geçti. Ama bugün halâ, analarımızı, babalarımızı, kardeşlerimizi öldüren veya kömürleştiren atom bombasına karşı içimizde gittikçe büyüyen bir kin duyuyoruz.
• •
«Ölüme kıl kadar mesafede kalan bizler Hiroşima’nın bir alev denizi haline geldiğini gördük.
«Baştanbaşa bütün şehir günlerce yandı. Analar kucaklarında yavrularıyla öldüler. Atom bombası dünya yüzünde cehennemi yarattı.
(Iki atom bombası yüzbin-lerce kıymetli insan hayatını
insan giin, feryat
edil-
Amerikan gazetelerinde, dergilerinde sık sık ileriki bir harpte Amerikan şehirlerinin üstünde atom bombası patladığı zaman meydana gelecek müthiş manzarayı gösteren resimler çıkar. Atom bombasını kullanarak iki Japon şehrini alt üst eden ve yüz binlerce sivil halkı tahta kurusu gibi kavuran Amerikan hükümetinin, bu «temsilî» resimlerle yaratmak istediği hava, gerçekte, kendisinin gittikçe daha fazla atom bombası yapmak zorunda olduğuna Amerikan halkını inandırmaktır. Fakat muhakkak olan şu ki buna yalnız, yakıp yıkarak dünyaya hakim olmayı tasarlayan gözü dönmüş, çılgın emperyalistlerden başka kimse inanmıyor. Amerikan halkı da dahil olduğu halde bütün insanlığın bildiği inandığı tek şey atom bombasının eşi görülmemiş bir felâket vasıtası olduğudur. Yarın bütün medeniyetin bir daha onarılmaz bir şekilde yıkılmaması, dünya yüzünden neslinin tükenmemesi için bu dünyanın her tarafından şu yükseliyor:
«Atom bombası kanun dışı melidir!»
Atom bombasını ilk defa kullanacak hükümet insanlığa karşı cinayet işlemiş sayılmalıdır!»
Bu feryada dünyanın her yerinde yedisinden yetmişine kadar, yüz milyonlarca kadın ve erkek katılmaktadır. Bu insanlar barış davası uğrunda seslerini yükseltirken, atom bombası yapılmasının yasak edilmesinin harbi önlemenin belli başlı şartı olduğunu biliyorlar. Bu insanlar, atom bombasının felâketlerinden kendi çocuklarını ve bütün insanlığı kurtarmak için çırpmıyorlar. Dünyanın hemen bütün memleketlerinde kurulan barış komitelerinde din, siyasî kanaat, meslek farkı olmaksızın milyonlarla insan el ele, yarının en büyük en korkunç faciasını önlemek için canla başla çalışıyor, yüz milyonları aşan imzalı beyannameler yayınlıyor. «Milletlerarası kızılhaç» teşkilâtı, bir atom harbinde, yaralılara; felâkete uğrayanlara hiç bir yardımda bulunmaya imkân bulunmadığını, bunun için atom bombasının «kanun dışı» sayılması gerek-
yok etti. Mes’ut yuvaları söndürdü, verimli topraklan kuruttu.
«Bütün dünyanın genç kız ve genç erkekleri, atom bombasının dehşetlerini bizzat yaşamış olanların çağrısını duyun ve Stokholm çağrısına, barış çağrısına, hayat çağrısına yüzbinlerceniz hep birden imza koyun.»
★
Stokholm çağrısını meşhur iki yazar niçin imzaladı?
«Atom harbinin galibi de olmıyacaktır mağlûbu da: Her yer mahvolacaktır. İşte
halk oyuna karşı ilân
feryatlara kulaklarını
aktararak — Sanki bir baştan başa buna seyirci
tiğini dünya etti.
Bütün bu tıkamış yarınki korkunç tehlikeden adetâ habersiz, morfinle uyuşturulmuş gibi hareketsiz duran tek memleket Türkiyedir. jÇeşit çeşit maskaralıklarla okuyucu avına çıkan gazetelerimiz, atom bombasından eğlenceli bir oyuncaktan bahseder gibi söz açar, atom harbinin dehşetlerini anlatan yazıları da, polis ve macera roman üslûbuyla — ve daima Amerikan gazetelerinden sütunlarına geçirirler, atom harbinde dünya yanıp yıkılırken biz
kalacakmışız, sanki göklerimize atom bombalarını tutan, görünmez sihirli ağlar gerilmiş gibi...-.
Halbuki hakikat bambaşkadır: Eğer bir üçüncü cihan harbi çıkar da atom bombası kullanılırsa, bu bombalar belki de her yerden önce bizim tepemizde patlıyacaktır. Bunun neye böyle olduğunu anlamak için Amerikalıların Türkiyeye durmadan silâh yağdırmalarına ve bunu da asla yeter bulmamalarına bakarak anlayabiliriz: Yani bizdeki harp kışkırtıcılarının pek özledikleri gibi Türkiye yarınki harpte bir «ileri karakol» olmaya hazırlanmaktadır.
Üçüncü cihan harbi patlarsa, kıyamet ilkin bizim başımızın üstünde kopacaktır ve şayet bu harpte atom bombası kullanılırsa belki her yerden önce memleketimiz, bedbaht «Hiroşima» ve «Nagazaki» şehirlerinin akıbetine uğrayacaktır.
Bu korkunç, bu tüyler ürpertici ihtimal karşısında biz de barış için çırpman insanlığa katılarak sesimizi duyuracak yerde, adetâ nefis müdafaası insiyakını bile kaybetmiş kötürüm mahluklar gibi hareketsiz durmaktayız.
Barış uğrunda çalışan milletlerin ön safında bulunmamız, bizim için her şeyden önce bir ölüm ve dirim davasıdır. Henüz iş işten geçmeden bu uyuşukluğa son verelim, silkinelim artık Barış sever insanların mücadelesine katılalım: onlarla birlikte ve bütün gücümüzle «Atom bombası kanun dışı edilsin!», «Atom bombasını ilk kullanacak hükümet insanlığa karşı cinayet işlemiş sayılsın!» diye haykıralım.
ben bunun için imza ediyorum. »
Tlıamas Mann-
«Muvafakat etmeği reddetmenin mümkün olacağını bile anlamıyorum»
Pierre Benvit
Fransız akademisinden
Batı Almanyada:
Berlinden bildirildiğine göre Barış Taraftarlarının Stokholm çağrısının altına 17,000,-000 imza toplanmıştır. Batı Almanyada mütemadiyen Barış Komiteleri kuruluyor. Bu kampanyada «Birleşik Almanya ve Dünya barışı» yürütülmektedir.
------- Barış mücadelesi ve
Barışçı ilim adamları —
Yukarıda: I’ierre ve Marie Curie. Aşağıda: Frederic ve İrene Joliot-Curie
«Aşağıdaki yazı Joliot Curie’nin fransız hükümeti taraf intan, fransız atom enerjisi komisyonu başkanlığından çıkarıldıktan sonra söylediği bir nutuktan kısaltılarak alınmıştır.*
Nazi işgali zamanında yaptığımız kurtuluş mücadelesi halâ hatırımızdadır. Bu büyük harekette, Fransa’nın bağımsızlığı ve kurtuluşu için yaptığımız millî cephe mücadelesini, muhtelif dini görüşlere ve muhtelif siyasi kanaatlere sahip kadın ve erkeklerin birbirine sıkı sıkı bağlanarak yaptıkları harbi unutmadık. Bütün bu insanlar müşterek bir gaye için çalışmakta birleşmişlerdi: müstevliyi kovmak.
Bu mücadelede bizi birbirimizden ayıracak münakaşaların, üzerimize aldığımız işe karıştırılmadığmı hatırlamak faydalı olur. Mesela idare hey’etinde bazan birisi harpten sonra ne olacağını, veya yeni bir esas teşkilat kanunu hazırlanmasını, veya şu ve bu mevkii kimin işgal etmesi Iazımgeldiğini mü-naşa etmeği teklif ettiği zaman, hiç şüphesiz bizi düşman hesabına ikiye ayırdığını gördük. İçimizden biri derhal harp sonrasından bahsedebilmemiz için evvela müstevliyi kovmak için mücadele etmemiz Iazımgeldiğini anlattı.
Fakat hareket halinde aramızda doğan samimiyetin, muhtelif kanaatlere ve mezheplere sahip namuslu ve cesur insanlar tarafından karşılıklı bir hürmetle muhafaza edilmesi, bizi asil bir gaye için birleştirdi.
A ton harbinin tehlikesi
insanlık, geçen harbin felâketlerinden güçlükle kendini kurtarmağa çalıştığı bu anda, emperyalistler yeni bir mücadeleye başlamak, tecavüzi bir harp hazırlamak istiyorlar.
Biz böyle bir cinayetin hazırlanmasına karşı bütün kuvvetinizle karşı koyacağız.
Barış, bütün temiz insanların beraberce meydana getirdikleri müşterek bir gayedir. Biz, daha bu tehlikeyi şuurla kavramayanları ve bu sebeple harbi hazırlamakta olan harp-çilerin gayelerine hizmet edenleri aydınlatmalı, en müthiş tahrip silaylarıyla hazırlanan bu asri harbin fecaatini bunlara anlatmalıyız.
Atom bombasının ve bunun üstünde İdrojen bombasının gösterdiği tehlike, böyle muazzam bir tehlikedir.
Böyle bir harbin sonundaki muvazene, yüz milyonlarca insanın ölümü ve her şeyin tahrip edilmesidir. Biliyorsunuz-ki atom bombası 20 bin ton trinitıotoluene (T. N T.) ye, yani müthiş bir iştial kuvvetine muadildir.
Hidrojen bambasınm ise bin defa daha fazla - 20 milyon T. N. T. - ye muadil olduğu doğrudur. Atom bombası hazırlanması büyük gayretlere bağlı olduğu halde, hidrojen bombasının terkibinin hazırlanmasının daha kolay olduğunu söylersek tehlikenin büyüklüğü anlaşılır.
Daha önce Einstein’in ilân ettiği gibi, hidrojen bombasının insanlığın mühim bir kısmını tahribe sürüklemek gibi son derece müthiş bir tehlike taşıdığını bir daha ilan etmek doğru olur.
Hiç şüphe yok ki bu müthiş surette yıkıcı harp silahlarını kullanmak, bunu ilk kullanana zaferi temin etmiyecektir. Neticede zaferin emperyalist harp kışkırtıcılarına karşı isyan eden insanlık tarafından kazanılacağını da muhakkak olarak biliyoruz.
Fakat terakkisever insanların elde etmek istedikleri zafer, böyle ölüm ve yıkılış yolları ile elde edilecek zafer değildir. Butun bu sebepledir ki, Stokholm’de toplanan Barış Taraftarları Dünya Komitesi, atom bombasının men’i için, her tarafa yayılan' çağrıyı yapmıştır.
Bu elde edilecek ilk hedeftir. Son derece ehemmiyetlidir. Bu çağrı, hararetle barış isteyenleri birleştirecek, birlikte harekete geçirecektir. Böyle bir çağrıyı imzalamaktan çekinenler, harpçilerin hizmetkârı olarak isimlendirilmek tehlikesini göze almalıdırlar.
Bu çağrı, gözle görünen tecavüzi bir harp hazırlığına karşı, mücadelenin en mühim unsurlarından biridir.
Alimlerin vazifesi
Bu meselede hususi bir mesuliyeti olan âlimlerin, bütün dünyada mümkün olduğu kadar çok miktarda alimlerin, bu mücadeleye kendilerini vermeleri lazımdır. Bu savaş bir daha yine ön safta olan işçiler ve liman ameleleri tarafından bir çok sahalarda yürütülmektedir.
Bugün birçok memleketlerin neşriyatında, meselâ Ingiltere ve Amerika neşriyatında, atom bombasının kullanılmasını ittiham eden İlmî makaleler okuyoruz. Bu makalelerden birinde bir gazete yazarının atom bombası imali hakkında verdiği şu haberi hatırlıyorum: bir âlim, «bu iğrenç işe iş-
(Devamı 11 inci sahifede)
8
Olumunun 15 cl yıdönumû münasebetiyle
Yeni neslin çocukları nasıl yetişiyor?
MIÇURIN
DOKTRİNİ
sunuyo-
kısmen olarak,
i sayesinde her nevi çabuk
müdaahlesi
ve bitki
daha ( _
değişir; ve bu inkişaf ve de-
zorunda inkişaf
gangster hikayesi harp hikayesi tarzan hikayesi
Fransada bir nıeptep hocası yaşları 9-13 arasında bulunan 50 çocuğa, mevzuunu kendilerinin seçeceği birer hikâye yazmalarını söylemiştir. Bu 50 çocuk diğer bütün çocuklardan farklı olmayıp tamamen normaldirler; yani ne onlardan daha iyi ve ne de daha kötüdürler. Hoca topladığı vazifeleri meyzulara göre şöyle tasnif etmiştir:
29
15
4
1 Mikey hikayesi
Bu hikayelerden sadece (Mikey seyahatte) isimle olanında adam öldürme hadisesi yoktur.
Hikayelerdeki ölülerin mecmuu 196 dır. Bunlardan 48’i asker kurşunile, 141’i polis-gangster mücadelesinde, üç çinli ve dört zenci de maymun adamın elile ölmüşlerdir. Gangster hikayelerinin kahramanlarının adları Tom X., Bili, O. X. 22, Johnson, Harry, Mandelowe, Franck, Jim, Fantax’dır. Harp edenlerin adları da bunlara yakındır. Gangsterler mitralyoz, revolver, yumruk ve zehir (üç kişi zehirle ölüyor); askerler ise bundan aşağı kalmadan atom silahları, ölüm şuaı ve iki hikayede de hidrojen bombası kullanmışlardır. On beş harp hikayesinden beşi Alman-Fransız seziki Amerikan-Çin-Japon, biri arazi sahipleri ile sonuncusu da Ame-rikan-Rus harbidir. Tarzan iki kişiyi boğmak, üçünü ok atmak suretile öldürmüştür.
Şimdi hesap edelim:
50 de 49 çocuk, hikayelerinde 196 kişiyi Öldürmüşlerdir ki çocuk başına 4 ölü düşüyor. Bu netice gösteriyor ki demokrat Amerikanın çocuklar için hazırladığı gangster ve kovboy filimleri tesirlerini gösteri-
7 Haziran 1950 bitki ve hayvanların yetiştirilmesine yeni bir istikamet veren ve tabiata müdahale ederek onu değiştiren ve insan için daha verimli ürünler elde edilmesini sağlıyan büyük biyoloji âlimi Mitchourine’ln ölümünün 15 inci yıl dönümüdür. Bu münasebetle insanı tabiata hakim kılan bu büyük bilginin nazariyesinln esaslarını okuyucularımıza ruz.
Lyssenko’nun raporundan tercüme, kısmen de halasa
Europe, No. 33, s: 52, (Bilimsel biyolojinin temeli olan Mitchourine doktrini.)
Mendelizm-Morganizmin, canlı varlıkların organizmalarında vukua gelen değişikliklerin sebebini meçhule devretmesine ve dolayısile bitki ve hayvanlarda her türlü idareli değiştirme imkânını reddetmesine mukabil Mitchourine şöyle diyor: İnsanın şuurlu hayvan olarak eder ve
ğişme insanın yararına olarak cereyan eder.
Binnetice Mitchourine doktrini, insanı atalete, tabiata boyun eğmeğe, kısaca tevekküle değil, bilâkis tabiat karşısında aktif bir durum almaya, ona boyun eğmemeğe, faaliyette bulunarak onu değiştirmeğe sevketmektedir.
Esasında Monist olan Mitchourine doktrini, organizmayı iki ayrı ve birbirinden müstakil parçaya bölmez. Organizmanın içinde onunla hiç bir alâkası olmayan, böyle olduğu halde onu idare eden başka organizma daha yoktur: Yani irsiyet maddesi.. Nasıl ki, içinde bulunduğu muhitle alâkası olmayan ve bu muhit olmadan dahi var olabilecek bir organizma mevcut değildir ve tasavvur edilemez..
Bir organizmaya ait irsiyetin değişmesi demek bizzat o organizmanın değişmesi demektir.
Canlı cismin nasıl değiştiğine gelince bu, bahis konusu tipe has olan assimilation ve desassimilation normundan bir ayrılış sonucudur.
Gerçi organizmaların uğradıkları her türlü, değişiklik soya geçmez, fakat organizmalarda vukua gelen her değişiklik esasını mutlaka ana babanın ğişiklikten alır.
Ana baba organizmalarında vukua gelen bu değişmeler ise hayat şartlarının bu organizmalar tesiri sonucudur (Bilhassa ve vejetatif organlar üzerine tesirler).
Bir organizma ile onun muhtaç bulunduğu hayat şartları bölünmez bir bütün teşkil ederler. Binaenaleyh bu şartları tetkik etmekle organizmaların tabiatına ait (yani irsiyetine ----.— —---------- --------.. — -
ait) kalitatif özellikleri öğrenmemiz şik şartlar içinde ihtiyacını tatmin kabildir.
irsiyet, canlı cismin, yaşamak ve inkişaf etmek için belirli şartlar icap ettirmek ve şu veya bu şart karşısında belirli bir tarzda tepkide bulunmak hassasıdır.
Her canlı cisim, içinde bulunduğu muhit şartlarını kendisine uygun bir şekilde kullanarak (bu şartlardan faydalanarak), irsiyetine göre teşekkül eder. Bunun içindir ki birbirinden farklı organizmalar aynı bir yerde yaşayıp inkişaf edebilirler. Genel kaide olarak diyebiliriz ki: Her bitki veya hayvan nesli, esas itibarile
yor. Ekilen zehirli tohumlar körpe çocuk dimağlarında filiz vermeye başlamıştır. Çocuklara örnek olarak vurup kırmak, yakıp, yıkmak, birbirini öldürmek gibi sahneler mütemadiyen gösterilecek olursa dünyanın istikbalinden endişe etmek yerinde olur. Bu tesirler altında büyüyen çocuklar tam lişıne çağlarında dünyanın bir kısmında lâ yıkılmamış hatta yaşatmaya çalışılan faşizm canavarının tehlikeli ceryanma kendilerini kolaylıkla kaptırırlar ve bu suretle insanlık için ikinci dünya harbinden daha korkunç bir akibet hazırlanmış olur.
Eğer dünyada devamlı bir barış tesisi isteniyorsa hükümetlerin çocuk terbiyesi davasını ilk ve ön planda ele alması, çocuğun ahlâki bünyesinde böyle korkunç tahribat yapan bu zararlı flim ve neşriyatın memleketlere sokulmasını men etmesi lâzımdır. Fakat bu vazifeyi, harpçi gayelerle çalışan ve yeni yetişen gençliğe bunu bizzat aşılayan hükümetlerden beklemek pek abes olur.
Buna benzer tecrübeler bizim mekteplerimizde de yapılacak olursa tıpkı Fransa-daki gibi bizi korkutacak neticeler alınaca-cağında hiç şüphe yoktur. Bilhassa son senelerde sinemalarımızı baştan başa kaplayan, sanat bakımından tamamen değersiz, terbiyevi kıymetten mahrum, bilakis çocuk ların ahlaki bünyesinde zararlı tahribat yapan amerikan filimleri korkulan tesire çoktan yaratmıştır. Bu neticeyi anlamak için mekteplerde tahrir vazifeleri ile denemeler yapmaya lüzum yoktur. Sokaklarda, bahçelerde, boş arsalar ve hatta mektep bahçelerinde oynayan çocukların oyunlarını tetkik etmek kâfidir.
Bu
ge-
ha-
ve
organizmalarındaki bir de-
üzerindeki seksüel olan
evvelki nesillere ve bilhassa bir evvelki nesle benzer bir şekilde inkişaf eder.
Kendine benzer varlıklar yaratmak her canlı cismin karakteristik vasfıdır.
Aynı şartlar devam ettiği müddetçe bu böyle olur.
Cinsiyet selüîİeri de, organizmaların çoğalmasına hizmet eden diğer bütün sebiller gibi, organizmanın inkişafı suretiyle, metamorfoza, assi-mile edil£j^ûp.ddelerin hücreler aı elde edilir.
şında mübadelesi ile _ Organizmanın takib ettiği inkişaf yolu, müteakip nesillerin neşet ettiği selüllerde (yani cinsiyet selüllerinde) akümüle olmuş durumdadır.
Şartlar değiştiği takdirde organizmanın inkişaf tarzı da değişmek zorunda kalır. Aksi takdirde bu deği-
edemiyen canlı varlık nesil veremez, yok olup gider.
Böylece değişmiş olan inkişaf tarzı irsiyetin değişmesinde başlıca âmildir. Çünkü organizma ile onun, kendisine benzer başka organizmalar yaratmak hassası (yani irsiyet) arasında aşılmaz bir sınır yoktur.
Lâkin burada akla bir sual geliyor: acaba bir organizma, inkişaf vetiresi dışında da değişikliğe uğra-yamaz mı? Şüphesiz uğrayabilir; fakat bu değişikliklerin hayat sürecinde zorunlu bir mevkii olmadığından organizmanın bünyesine nüfuz ede-
muhitinden istihraç
organizma-
yunda bulunmaması gibi sık sık rastlanan bir olayı bize açıklar. (1)
Mamafih, bu değişikliğe kısım bundan böyle değişik yete malik olabilir.
Değişikliklerin irsi olarak edebilmesi için, canlı cismin liğe uğrayan kısmındaki
uğrayan bir irsi-
mez ve binnetice irsileşemez.
Bir çok misaller Kize gösteriyor ki, bir nebat veya hayvanın muhtelif kısımlarında uğradığı değişiklikler cin-kansta ve aynı derecede tespit olunamamaktadır. Bu, canlı cismin her organının ve her parçasının nispeten (re^alâtîvement) özel bîr takım muhit şartlarına muhtaç bulunmasından ötürüdür. En büyüğünden en küçüğüne kadar her organ inkişaf şartlarını kendi vasat eder.
Dolayısile, bir bitkisel mn şu veya bu kısmı alışık olmadığı şartlara uymak zorunda kaldığı ve analog kısımlarında evvelki nesillerden farklılaştığı zaman komşusu olan selüllere tevzi ettiği maddeler bunlar tarafından seleksiyone edilımyebilir, ve bu tevzi vetiresinin müteakip zincirlemelerine dahil olmayabilir. Şüphesiz bu takdirde dahi diğer kısımları arasındaki bağlılık yine devam edecektir. Diğer kısımlar olmadan bu değişikliğe uğrayan kısmın mevcudiyeti imkânsızdır. Lâkin mütekabil olmayabilir, uğrayan kısım komşu kendisine verdiği gıda
kabul eder, fakat kendine has olanlarını onlara devredemez. Çünkü onlar bunu seleksiyone etmeği reddederler.
Bu söylenenler, bir organizmanın değişikliğe uğrayan kısımlarının so-
bu bağlılık Değişikliğe kısımların maddelerini
intıkal değişikliğe uğrayan kısmındaki substansın, yaratıcı selüllerin (cinsiyet selülleri-nin) teşekkülüne müncer olan vetirenin tamamına dahil olması lâzımdır. Bir organizmaya has irsiyetin teşekkül yolu bilinince bu organizmanın inkişafının muayyen bir anında özel bir takım şartlar ihdas etmek suretiyle bu irsıyeti değiştirmek mümkündür.
Kromozomik irsiyet nazariyesi, ancak bir yolla hibrid elde etmek mümkün olduğu kanaatindedir: Cinsî birleşme edebilme imkânını reddeder, hayat .şartlarının bitkinin üzerindeki tesirini tanımaz.
Mitchourine ise yalnız hibridlerin varlığını kabul kalmamış «eğitim» adı verdiği usulle bunu daha da tekemmül ettirmiştir. (3)
Vejetatif hibridlerin varlığı Mitch-ourinci irsiyet telâkkisinin doğruluğu hakkında kat’i bir delildir. Fakat aynı şey Mendelist - Morganistler için üstesinden gelinmez bir engel teşkil ediyor.
(Devamı 11 inci sahifede)
O, vejetatif yolla hibrid elde Çünkü bünyesi (2) vejetatif etmekle bir
9
I Amerika emperyalizmi bir I hayal midir ? |
GÜNEY DOGÜ AMERİKA
MEMLEKETLERİNDE AMERİKAN EMPERYALİZMİ 1823 senesinde Amerika Cumhurbaşkanı Monroe bütün dünyaca «Monroe Doktrin» diye anılan bir prensip ilân etmiştir. Bu doktrin «Amerika Amerikalılarındır» şeklinde hülâsa edilir.
Bu doktrin AvrupalIlara karşı yapılmış bir ihtar şeklinde kalmadı. Amerika, Güney Amerika devletlerinin AvrupalIları atmalarına bilfiil yardım etti. Onlara silâh verdi.
Ve nihayet Amerika zamanla Güney Amerikan devletlerinin önderi haline geldi. 1889 da Amerikanın önderliğinde toplanan ilk Güney Amerika konferansında bu memleketlerin Amerika ile ticarî münasebetlere girişmesi esası kabul edildi. Sık sık tekrarlanan bu konferanslarda Pan-Amerika; yani Amerikalılar birliği fikri doğdu.
Fakat İngiliz sermayesi bu memleketlerde Amerikan sermayesinden daha eski bir maziye sahipti. Bu yüzden Amerikan sermayesi 1913 yılma kadar Güney Amerikada Ingiltere-nin yerini alamamıştır.
1913 yılında Amerikan sermayesinin Güney Amerikada artık büyük bir mevkii vardı. Bolivyadaki büyük kalay madenleri, Peru’nun ve Şili’nin bakırı, Arjantin ve Paraguvayın et sanayii Amerikan şirketlerinin eline geçmişti. Standart Oil Peru’da petrol çıkarıyordu. Buna mukabil demiryolları İngiliz sermayesinin elinde idi. Fakat Amerikalıların elinde de bir çok liman tesisleri vardı.
Almanya ile İngiltere harbe tutuşur tutuşmaz Amerika derhal fırsattan istifade etti ve İngiliz sermayesinin yerini aldı. Her tarafta yüzlerce Amerikan bankası açıldı. Morgan, Rockfeller gibi büyük Amerikan milyonerleri bir araya gelerek Amerikan International Corp. isminde bir şirket teşkil ettiler. Bu şirket Güney Amerikada yaptığı limanlar, antrepolar sayesinde milyonlar kazandı.
İngiliz sermayesi Birinci Dünya Harbinden sonra eski durumunu almağa çalıştı ise de muvaffak olamadı. Hele İkinci Dünya Harbinden sonra İngiliz sermayesi büsbütün tasfiye edildi.
Bu arada Amerikan bankaları Güney Amerika devletlerine borç para vermeğe çalışıyorlardı.
Meşhur Amerikan -azarlarından Willard Straight bu malî nüfuz politikasını bakın nasıl anlatıyor:
«Borç para veren büyük devletler bu kudretlerini millî bir nüfuz politikası olarak kullanırlar. Zayıf milletin mâliyesini yeniden teşkilâtla-mak ve kaynaklarını geliştirmek suretiyle o memleket üzerinde öyle bir malî ve siyasî nüfuz tesis ederler ki bu nüfuz bilâhare kendi ticarî menfaatlerini arttırmaya yarar. Bu işte hükümet, bankerler, tüccarlar ve sanayiciler ve hükümetin temsil ettiği hisse senedi sahipleri, kapitalistlerin menfaati için elele verirler.»
Küçük devletlerin hükümetleri büyük şirketlere hizmet etmeğe mecburdurlar.
Bu şirketler imtiyazlarına veya «hak larına» en ufak bir tecavüz vaki olursa hemen diplomatlarını harekete geçirirler. Siyasî tazyik yaparlar. Bütün bunlar muvaffhk olmasa ufak bir kuvvet gösterisi meseleyi halleder.
Amerika bu ihtimalleri Önlemek üzere bu küçük devletlere uzmanlar «davet» ettirir. Sivil ve askerî idarede «müşavir» olarak, çalışan bu Amerikalılar Amerikan sermayedarlarına karşı yapılması muhtemel herhangi bir tecavüzü vaktinde haber almağa ve önlemeğe yarar.
Anglosaksonlar Asya milletlerinin “Hürriyet,, lerini nasıl koruyorlar!..
MALAYADA OLUP BİTENLER
İngiliz ve Amerikan hükümet adamları ve hâkim çevrelerin mümessilleri durmadan «milletlerin hürriyetini ko-rumak»tan bahsederler ve bizim gazeteler de bu teraneleri olduğu gibi sütunlarına geçirirler. Gün geçmez ki bunlardan bir tanesi matbuatta belirmesin. Halbuki parlak sözleri bir tarafa bırakıp da bu devletlerin yaptıklarına bakınca kazın ayağı hiç te öyle olmadığı apaçık görülüyor. İngiliz ve Amerikan hükümetlerinin milletlerin hürriyetini korumaktan ne kadar uzak oldukları, nasıl kanlı bir emperyalizm politikası güttükleri bilhassa Asya milletlerine reva gördükleri muamelede bütün çıplaklığı ve acılığiyle meydana çıkıyor. İkinci dünya savaşında istilâcı Japon sürülerine karşı memleketlerini kahra manca müdafaa etmiş ve batılı müttefiklere hayatî yardımlarda bulunmuş olan Asya halkları bugün bu yardım etmiş oldukları devletlere karşı kendilerini müdafaa etmek zorunda kalmışlardır. Endonezya’da, Fransız Ilindiçinisinde (Viet Nam), Burma’da, Siam’da ve Malaya’da harp sona ermemiştir; mazlum halkın kanı halâ akmaktadır. Daha bir nesil önce aynı batılı emperyalistlere karşı şanlı istiklâl savaşını yapmış olan memleketimizde bugün matbuat Asyadaki millî kurtuluş hareketlerine karşı hiç bir alâka ve sevgi göstermiyor; ya bu hâdiselerden hiç bahsedilmiyor, veya tek tük kısa bir haber sütunlarda yer alsa bile bunlarda emperyalistlerin ağzı kullanılarak bu millî kurtuluş hareketlerinden ve kahramanlarından asiler, hainler, eşkıyalar diye bahsediliyor. Tabiî, çünkü Asyada olup bitenler memleket halk efkârına doğru olarak bildirilse, Anglosaksonların hürriyet ve demokrasi aşkından bahsetmek ve halkı buna inandırmıya çalışmak mümkün olmıyacak.
Meselâ Malaya’da iki seneye yakın bir zamandır İngiliz kuvvetlerde yerli halk arasında devamlı çarpışmalar olmaktadır. Fakat Malaya hâdiselerine dair bizim gazetelerde tek satıra rastlanmaz. İngiliz hükümeti Malaya’da olup bitenleri uzun zaman «eşkiyaların tenkili» hareketi olarak göstermeye çalıştı. Fakat «tenkil» hareketi Lir tüllü sona ermeyince İngiliz bakanları Malayada-ki askerî seferden ve ordunun çabuk ve kati bir başarı gösteremiyeeeğin-den bahsetnıiye başladılar. Artık İıı-tık İngiliz gazetelerinde de girişilen askerî sefere dair hiç te iyimser ol-mıyan haberler görülmektedir.
MALAYADA HARP NİÇİN PATLADI?
İkinci Dünya Savaşı’nda Malaya halkı ,köylüleri ve İşçileri Japonlarla çarpıştılar ve İngilizlere ellerinden gelen 'yardımı yaptılar. 1945 senesinin Ağustos aynıda, daha İngiliz kuvvetleri buraya çıkarma yapmazdan önce, kendi gayretlerde memleketi Japon-laıdan temizlediler; İııgdizler hazıra konmuş oldular. O zaman Lord Mountbatten İngiliz hükümeti namına Malaya kuvvetlerini tebrik etti; liderlerine madalyalar verildi ve 1946 da parlak bir zafer geçit resmi yapıldı.
Sulh sükûn avdet ettikten sonra İngilizler Malaya’yı eskisi gibi bir sömürge olarak tahakkümleri altında tutmak istediler; halbuki halk Jüponlardan İngiliz boyunduruğuna girmek için kurtulmamıştı. İstiklâl istiyordu. İngiliz müstemleke siyasetine has bir şekilde İngiliz hükümeti Malaya’ya sözde bir anayasa ver-miye razı oldu. Teklif edilen bu anayasaya göre bir teşriî meclis kurula
cak, fakat bu meclisin üyelerinden bir teki bile halk tarafından seçiimi-yecekti. On dört üyesi hükümet ricalinden müteşekkil olacak, geriye kalan on altı üyeyi de İngdiz Yüksek Komiseri tayin edecekti. Ayrıca, 16 üyesi tayin edilecek ve ancak 6 üyesi mahdut bir s’eçimle seçilecek bir Singapor konseyi kurulacaktı.
Halk böyle bir anayasa ve yalancıktan kurulmuş bir hükümet cihazı istemedi. 1947 de umumi bir grev yapıldı ve mahdut seçimleri halk boykot etti. Bunun üzerine İngiliz hükümeti şiddetli tedbirler aldı; halk üzerine başkı koydu; beş kişiden fazla insanın bir araya toplanması yasak edddi ve yerli matbuat sansüre bağlandı. 1946 da zafer geçidine iştirak etmiş olan kurtuluş hareketi lideri Lau Ye w, 1948 yazında İngiliz polisi tarafından öldürüldü. Harp yıllarında ormanlarda saklanan İngiliz subaylarına yardımlarından dolayı İngiliz hükümetinden madalya alan Pulai kasabası 1949 Ağustosunda İngiliz uçakları tarafından yerle bir edildi. Fakat bu kanlı baskıya rağmen halk İngilizlere başarıyla karşı koymakta devanı ediyo*. iııgiliz hükümeti artık Malaya’daki «tenkil» hareketinin uzuıı ve yıpratıcı bir harp olduğunu itiraf ediyor.
Bü HARBİN ZARARI VE KÂRI
Bugünkü İngiliz hükümeti ana vatanda halk için sosyal hizmetleri, eğitim ve sağlık masraflarını kısar ve işçilerin yevmiyelerini dondurarak yükselmesine mani olurken ve buna
Yeni Hükümet Programı
Baştarafı 3 cü sayfada kını demokrasinin tabii icaplarından biri olduğu için kabul ettiğini söyliyen yeni iktidar, demokrasinin ruhu olduğu söylenen fikir ve vicdan hürriyeti bahsinde Halk Partisinin, hatta garplı dostların gösterdikleri «gafleti» gösteremiyeceklerini, fikir ve vicdan hürriyetine Halk Partisi kadar tahammül edemi-yeceğini açıkça ilan etmesi ne gariptir. Fakat hepsi bu kadar değil, programda şöyle garip bir cümlede okuyoruz: «İrtica ve ırkçılık gibi ayrıca cereyanları vasıta olarak kullanan ve çok defa kendisini bu maske altında gizliyen aşırı solcu hareketlere karşı gereken biitün kanuni tedbirleri almakta asla tereddüt etmiyeceğiz»
«irtica maskesi altında solculuk»! Bu ifade Halk Partisi zihniyetinin, Halk Partisi edebiyatının ne parlak bir örneğidir. Yeni iktidar bu eski zihniyeti bu şekilde açığa vurmakta o kadar acele etmemeliydi. Öyle anlaşılıyor ki Demokrat Parti burada evvelce Halk Partisinin yaptığı gibi bir taşla iki kuş vurmak istiyor: Bir taraftan dayandığı mürteci unsurları gücendirmemek için aslında zararsız saydığı bu cereyan
sebep olarak ta tasarruf mecburiyetini ileri sürerken, yalnız Malaya’daki harp için ora askerî kuvvetlerine ayda 4 milyon İngiliz lirası ödüyor; «Malaya hükümeti» polis kuvvetleri İçin de ayrıca 5 milyon veriyor. Silâh, malzeme, üniforma ve sair njas-raflar da eklenince Malaya’daki harbin masrafı senede aşağı yukarı 100 milyon İngiliz lirası kadar tutuyor, yani günde 300 bin İngiliz lirası! Bu bir günlük harp mas ra file İngiltere-de 10 yeni okul binası veya 250 ev yapmak mümkünmüş. Bu masrafları kim ödüyor? Tabiî İngiliz vergi mükellefleri, yani İngiliz halkı. İngiliz hükümeti kendi halkının mübrenı ihtiyaçlarından parayı kısıyor ve onlardan topladığı paraları istiklâllerini istemekten başka kabahati olmı-yan Malaya haikını öldürmek için kullanıyor.
Böyiece, her iki memleketin halkı da bu haksız ve gaddar harpten zarar görürken İngiliz büyük sermayedarları ceplerini dolduruyor. Bizim gazetelerin de hep yazdıkları gibi, İngiltere bir «dolar sıkıntısı» içindedir. Malaya bu doiar açığını kapa-mıya yarıyor, çünkü Malaya’daıı ihraç edilen sadece kalay ve kauçuk bile İngiliz Kıratlığının bütün ihracatının getirdiği dolarlardan daha faz la dolar veriyor. (949 da Malaya’dan Ameri kaya İhracat 430 milyon dolar kıymetinde idi.) Diğer Asya memle-ketterinde Anglosaksonlar «milletlerin hürriyetini nasıl koruyor» onu da anlatacağız.
ları «solcuların» kendi «kötü» emelleri için vasıta olarak kullanacaklarını, onların «maskesi altında gizleneceklerini» anlatmak istiyor, ve bu suretle memlekette irticaın, ve ırkçılığın maske olarak kullanılacak kadar itibarda olduğunu kabul etmiş oluyor. Fakat öbür taraftan, irticadan nefret eden halkımıza, ileri aydınlara halâ irticada, ırkçılıkla mücadele eder görünmek mecburiyetini hissediyor. Solcuların sağcı maskesi altında gizlendikleri bir uydurma değilse bir vehimdir. Fakat ileri fikirleri, vicdan hürriyetinden arta kalan her şeyi yok ederek memlekette bir «irtica demokrasisinin» tam hakimiyetini kurmak için böyle bir vehim yaratmağa böyle bir bahaneye ihtiyaç vardır.
Demokrat Parti erkânıda Halk Partisi erkânı gibi, sözde barışçı bir gaye taşıyan fakat dünyayı adım adım harbe sürüklıyen Amerikan politikasına, Trunıan doktrinine, Marşal plânına bağlılığını ifade etmek fırsatını kaçırmıyor, Akdeniz blokunun gerçekleştirmek yoluna Halk Partisinden geri kalmıyaca-ğını tekrar tekrar teyit ediyor» hatta bu yolda Halk Partisinden daha kolaylıkla ilerleyeceğine kanidir. Belkide haklıdır.
10
Olaylar Karşısında
(Baştarafı 2 nci sayfada)
Akdeniz paktına doğru yapılan teşebbüslerde şimdiki halde Arap devletlerinin vaziyeti bir müşkül doğuruyor gibi. Arap devletleri Amerikanın İsrail taraftarı olmasından şikâyetçidirler.
Paristen gelen bazı haberler Türkiyenin Batı ile Arap devletleri arasında mutavassıt rolünü oynı-yacağını ve bu teşebbüslerinde Fransa tarafından destekleneceğini bildiriyor. Bu teşebbüsler bilhassa, Arap devletlerine geniş Amerikan kredisi temin etmek için yapılacakmış.
DEVLET İŞLETMELERİNDEN HANGİLERİ, KİMLERE SATILACAK?
Yeni hükümet hususi teşebbüs sahasını genişletmek ve yabancı sermayeyi memlekete sokmak programını pek süratle tatbike hazırlanıyor gibidir.
Şimdiden devlet işletmelerinin hususî teşebbüse satılacağına dair har berler çıkmaya başladı. Evvelce, «Devletçilik işletmecilik yapamıyor ve yapamaz, hususî teşebbüse devredin de işletmelerin vaziyeti düzelsin» deniyordu, halbuki şimdi en kârlı müesseselerin hususî teşebbüse verileceğinden bahsediliyor. Yani kârlı işletmeleri hususî sermayedarlar alıp daha da zengin olacaklar; demiryolları gibi kâr bırakmıyanları devlet işletip zararı orta halli ve fakir halkın verdikleri vergilerle kapatacak, işte liberal iktisadın meyveleri !..
Satışa çıkarılacak işletmeleri acaba kimler alacak? Yabancı sermaye alacak mı? On iki kişilik bir mütehassıslar heyeti bugünlerde memleketimizde bekleniyor. Heyetin irtibat memuru geldi ve Ankaraya gitti bile. Milletlerarası Bankanın müdürü Mr. Black bu hususta verdiği demeçte heyetin istikraz mevzuu ile uğraşmıya-cağını, fakat Türk ekonomisinin durumunu ve yabancı sermaye yatırılmasının en iyi şekillerini tetkik edeceğini tasrih etti. Haziran başlarında Istanbulda kurulan Sanayi Bankasını da Amerikan Ticaret Bakanı: «Amerikanın harice yatıracağı sermayeleri teşvik edici en iyi misal» olarak gösterdi. Sanayi Bankası da demek yerli sanayii değil, yabancı sermayeyi memlekete girmeye teşvik için kurulmuş. Bu işte yerli büyük sermayedarlar yabancı sermaye ile ortak olurlar ve memleketi beraber sömürürler, o da başka.
Memlekete iştahla davet edilen yabancı sermayenin hangi işlere gireceği şimdiki halde bildirilmiyor. Fakat krom gibi madenlerin ve petrolün işletilmesine yatırılacağı şimdiden tahmin edilebilir. Bunlar Amerikalıların bilhassa ehemmiyet verdikleri işletme sahalarıdır. Bundan mada Sümerbank işletmeleri de satın alı
nıp istihsali durdurulabilir. Fransa ve İtalya’da bazı sanayi sahalarında Amerikan sermayesinin böyle hare* ket ettiği görülmüştür. Yerli işletmeler durdurulup yerine Amerikan mamulleri satılıyor.
TEKEL MADDELERİNDE İNDİRMELERİN SEBEP OLACAĞI BÜTÇE AÇIĞI NASIL KAPANACAK?
Tekel Bakanı bazı sigaralarda beş kuruş ve şekerde de 20—30 kuruş indirmeler yapılacağını bildirdi. Bu indirmeler bütçeyi bir 50 milyon daha açacakmış. Bütçe açığı zaten 174 milyonu bulduğuna ve hükümet muamele, hayvan ve yol vergilerinde ve vasıtalı vergilerde indirmeler yapacağını vadettiğine göre bütçenin gittikçe genişliyecek açığı acaba nasıl kapanacak? Başbakan hem bu vaadleri yapıyor, hem bütçenin denk-leştirileceğini temin ediyor, fakat açığın ne şekilde kapanacağı hususunda bir şey söylemiyor. Tekel Bakanı umumî bütçede ve lüzumsuz inşaatta tasarruftan bahsediyor. Hangi tasarruf? Bir iki makam otomobilini iskarta etmek mi? Hükümetin devlet işletmelerini hususî sermayeve devretmekteki acelesine bakınca insanın aklına, acaba bunlar satılarak mı bütçe kapanacak gibi bir sual geliyor.
Mlçurin Doktrini
(Baştarafı 9 uncu sayfada)
Aşı tarikiyle elde edilen bitkisel organizmalar hem kendisine aşı yapılan organizmanın hem de aşının özelliklerini taşıyan heterojen Hibrid nevileri veriyorlar. (4)
İmdi, kendisine aşı tatbik edilen organizma ile aşının, cinsiyet selülle*-rindeki kromozomları birbirlerine geçirmeleri imkânsızdır. Halbuki buna rağmen her iki organizmaya has vasıflar yekdiğerine geçmiş bulunuyor.
Bundan şu neticeyi çıkarabiliriz: Aşı diye kullanılan organizma ile aşılanan organizma tarafından hazırlanan plâstik maddeler, tıpkı kromozomlar gibi, veya canlı cismin diğer herhangi bir kısmı gibi, ırkî vasıfları haizdir.
Herhangi bir hususiyeti cinsî tarikle olduğu kadar aşı tarikiyle de bir neviden diğerine geçirmek kabildir. Yapılan tecrübeler bu iki hibrid nevi arasında fark olmadığını göstermektedir. (Bak: T. Triomphe. Les Letters Françaises No. 228).
Mendelist »• Morganist genetik taraftarları irsiyete istenilen istikameti vermekten âciz oldukları gibi muhit şartlarının tesirine uygun olarak irsiyetîn değişebileceğini de kateğo-rikman inkâr ediyorlar. Mitchourine doktrini ise bize bunun aksini sağlamaktadır. (5)
Mîtcho'urîncfter bu suretle elde edilmiş bir çok buğday nevilerine sahiptirler.
Tecrübelerin gösterdiğine göre es-
Barış Mücadelesi ve Barışçı İlim Adamları
(Baştarafı 8 inci sayfada)
tiraki reddederim.» diyordu. Bu yeni bir hadisedir fakat bundan evvel de bu memleketlerdeki alimler atom bombası imalinin men’ini istemişler ve bu yıkıcı atom enerjisi faaliyetlerinde çalışmayı reddetmişlerdir.
Eğer bu alimler fikirlerini bu suretle beyan etmiş ve bu suretle hareket etmişlerse, bunun sebebi kendilerine işçilerin ve umumi efkarın yardımcı olduğunu bilmelerindendir.
Bu mücadelenin başında olmakla iftihar edebiliriz. Harbin hazırlanmasına ve atom bombasının men’ine karşı barış taraftarlarıyla beraber mücadele eden biz alimler, bu tahrip edici silahların en mühim kısmının bir harp hazırlığı için kullanılacağı yerde, ilmin ve tekniğin hizmetinde insanlığın hayrına kullanılması suretiyle insanlara saadet getirmenin yolunu herkesten iyi biliriz.
İnsanların, insanlar tarafından istismarına nihayet verilen bir memlekette araştırma yapan alimler ne mes’utturlar. Laboratvarlarında çalıştıkları zaman vicdanları rahattır, çün-ki elde edecekleri neticelerin insan şartlarının İslahına, ve kazanılmış hürriyetlerin müdafaasına kullanılacağını bilirler.
Fransa’ya ve bütün insanlığa hizmet ediniz.
Dünyanın en masum ve çalışkan insanlarına - dünya halklarına karşı hazırlanmakta olan tecavüzi harbe karşı mücadele etmekle, - kadın, erkek-bütün alimlerin ilme ve halka hizmet ettiklerine kaniim. Bize harikulâde bir nümune veren, dünyayı kurtaran ve dünyanın ümidi olan yeni insanlara, kardeşlerimize itimadım vardır.
Bunun içindir ki ileri alimler, 3 ncü dünya harbini patlatmak için ilimlerinin bir katresiııi bile vermiyeceklerdir. .manımıza dayanarak sağlam duracak, ve bu suretle Fransa’ya ve bütün insanlığa hizmet edeceğiz.
ki irsiyet likide edildikten sonra derhal sağlam ve müstakar bir yeni irsiyet elde edilmemektedir. Mitchourine buna «sarsılmış» bünye adını veriyor.
Bu çeşit organizmalarda bazı şartlara karşı temayül doğmaktadır.
Sarsak tabiatli organizma elde etmenin üç yolu vardır.
1 — Aşı yolu, yani farklı neviden bitkilerin nesiçlerini birleştirmek.
2 — Organizmanın inkişaf vetiresinin muayyen bir anında muhit şartları üzerine tesir etmek.
3 — Çiftleştirmek yolu.
Muhit şartlarının, bitkisel organizmaların hayat şartlarını şuurlu bir şekilde idare etmek suretiyle istediğimiz irsi vasıfları haiz neviler mey-cana getirmek veya bu vasıfları değiştirmek bizce mümkündür. (6)
—
(1) "Misal: bir yemiş ‘ ağacının dallarının veya bir filizinin uğradığı değişiklikler. (Patates yumrusunun bir ^özünde vukua gelen değişme).
(2) — îyi kaliteli bir eski neviden bir dalı yeni bir meyva ağacı nevine aşılamak ve bu iyi kaliteyi bu suretle bu sonuncuya maletmek usulü.
(3) Misal: (support) patates yapraklı domates. (X greffe) normal yapraklı (compose- domates (beyaz sarımsı).
I inci yıl: Hiç bir değişiklik yok. Supportun ekilen tohumlarının verdiği meyvalar ekseriyetle esastan ayrılmıyor. Fakat altı domates mürekkep yapraklı olup bazıları sarıdır. Yani gerek yaprakları gerekse mey-vası aşının tesiriyle değişiyor.
(4) Bu ifade hiç bir suretle kromozomların ehemmiyetini ve oynadıkları rolü inkâr demek değildir. Lyssenko’nun reddettiği şey kromozomların. varlığı ve önemi değil kro-mozömik irsiyet nazariyesidir. Men-delizm-Morganizmdir.
(5) Bu hususta zikredilebilecek misal ilkbahar buğdayının sonbahar buğdayı ve bu sonuncunun da Sibir-yanın sert kışlı mıntıkalarında yetişen buğday nevine tahvilidir. Keza kış buğdayının ilkbahar buğdayı hailine getirilmesi.
(6) İrsiyet, mukaddem nesiller boyunca organizmalar tarafından sindirilmiş, muhit şartlarına ait tesirlerin (temerküzü) toplaşması sonucudur.
TOPRAĞA YERLEŞMEK (Baştarafı 5 inci sayfada) politikasına karşı savaşıyoruz. Bir avuç toprak ağasının, yabancı sermaye ajanı ticaret burjuvazisinin, müteahhit, vurguncu, kara borsacıların, yurdumuzun geniş halk yığınları ile menfaat zıddiyeti bugün her zamankinden çok ortaya çıkmış bulunuyor. Bütün bu geri unsurlar, halkımızın hür, bağımsız, barışlı, genli geçimli yaşama isteğine, dünyadaki kara kuvvetlerin ortakçısı olarak, hınçla, kinle çullanıyorlar.
Böyle bir savaşı, yalnız, tarihçe ve dünyaca haklılığımızdan aldığımız kuvvetle yürütenleyiz. Türkiyenin gerçeğini, bu gerçeğin inceliklerini öğren-miye, bugün her günden çok muhtacız. Türkiyenin ziraat, sanayi, ticaret durumu, yolu, meskeni, köylüsü, şehirlisi, ırgatı, emekçisi ve bütün bun
ların birbiçleriyle münasebetleri, Türkiyenin bütün meseleleri bilimin ışığından siizülmeli, bilim gerçeği olarak ortaya konulmalıdır.
Henüz monografilerin, tetkiklerin, istatistiklerin, başka lüzumlu ma'zeme-niıı eksik, kifayetsiz olduğu veya hiç olmadığı bir memlekette böyle bir çalışma elbette ki kolay olmayacaktır. Fakat bu güç işi mutlaka başarmak, imkânlar nisbetinde başarmak zorundayız. Mevcut malzeme, eksik bile olsa, tezatların, gerçeğin rakamlar halinde ortaya konulmasını, kısmen olsun, Bağlıyacaktır.
Hele bir disiplin âmili etrafında el ele vererek böyle bir bilim çalışması yapacak ileri, inkilâpçı aydınların büyük şanslar taşıdığına inanıyoruz. Bu çalışma ile, tarihçe ve dünyaca hak
lılığımız, yurdumuzun gerçekleriyle de desteklenmiş olacaktır. Yurda yabancıları toplıyan geri kuvvetlerin politikasına karşı hür, bağımsız, barışlı, genli geçimli yaşamanın politikası ortaya, bu toprakların bir zarureti olarak, tastamam çıkacaktır. O zaman yolumuzu daha iyi göreceğiz, o zaman ileri için savaşan insanlarımız, basit, köklü, doğru parolalara sahip olacaklar, bu parolaları inkilâkçı yığınların malı etmiye çalışacaklar ve başarıları kütleyle daha kolay kaynaşmanın, omuz omuza yürümenin, bu topraklara, yerleşme ve kökleşmenin isabetiyle gelişecektir. Böyle bir çalışma tarzı karşısında ne güvensiz aydının iğvası, ne de kara kuvvetlerin baskısı sökmez. Bu yol mutlaka zaferin yoludur.
Haşan DENİZLİ
BARIŞ
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden Rifat PELVAN îdare yeri: Ankara Caddesi
İzzettin Han No: 19
Posta kutusu: 54 — Aksaray - îst. Basıldığı yer: İbrahim Horoz Basımevi
15 Günlük Politika - Fikir - Sanat Dergisi
v Abone şartları: Yıllığı 500
Altı aylığı 250 kuruş.
Fiatı 25 Kuruş
Amerikada Öğrencilerle Öğretmenler Birlemiyor
Eğitim üyeleri üzerinde bir basKi yapmak gayesini güden Mundt-Nixon kanun tasarısı karşısında Los Angeles şehri kolejleri öğretmenleri ile birlikte toplantdar yaparak bütün iyi niyetli insanlardan Amerikayı bir polis devleti olmaktan kurtarmaları için bütün kuvvetlerde çalışmalarını istemiştir.
Bir tilkinin giiversine göz diktiğidir
— İkimizden biri lüzumsuzdur
G A . ip
(Baştarafı 4 Üncü sayfada)
Bu sefer Dehşetli bir şeyler düşünerek Bakıyor Fuat’ın kelepçesine
Bu günedek
Farkına varmadan biriken şeyler Yıkınla, üstüste, hep beraber
Tıkacını atan bir çeşme suyu gibi Bulanık, berrak
Kafasının İçini doldurarak Akıyorlar.
«İstanbul’da ne kadar çok fabrika var Türkiye’de ne kadar çok
Dünyada ne kadar çok sayılamıyacak kadar. Dün akşam tornacı ayyaş Kadir’in ölüsünü buldular Üniversite kapısında
Bayılmış kız talebelerden
Asker olunca İşsiz adam
Artık işsiz sayılmaz mı
«— Yine derinlere daldın Ustam»
Ne kadar çok kayış J
Ne kadar çok volan i __
Dönüyor ha babam ha babam dönüyor, dönüyor. Galip Usta dokundu Fuat’ın kelepçesine Ne kadar çok adam, ne kadar "çok adam «— Allah sonumuzu
tşs/z kalırsam, işsiz kalırsam diye düşünüyor. (Ürktü kendi sesinden)
Mürettlp Şahap usta kör oldu .. Hayır eyliye evlât»
Dileniyor matbaalarda.
Dokuma tezgâhları, fireze tezgâhları, torna tez- tnce siyah bıyıkları ile Fuat gâiıiarı G ül tim sedl
«— Hayırdır mutlak sonumuz» Ustanın çipil gözleri ıslak titriyor uzun burnu ve etrafa belli etmeden
Koydu Fuat’ın cebine
Elli beş kuruşundan yirmi kuruşunu.—
Şahmerdanlar, merdaneler Pulanyalar, pulanyalar, pulanyalar — Galip usta pulanyacıydı Kim bilir dünyada ne kadar çok ne kadar çok işsiz var Ama askere almışlardır
dedi.
Comments (0)