Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
YIL; 1 SAYI: 4 POLİTİKA FİKİR SANAT 1 HAZİRAN 1950
El değiştiren
iktidar
Halka ve onun gerçek menfaatlerine yüz çevirmiş bir partinin bir seçim sonunda iktidardan düşmesi hayret uyandırmamak gerekti. Fakat itiraf edelim ki, hemen herkes için bu bir sürpriz oldu. Bugün demokrat kesilen Halk Partisi idarecilerinin, iktidarı, hamurunu bizzat kendi elleriyle yoğurdukları bir partiye bile devredeceklerine —onları hakiki çehreleriyle tanıyanlar için — inanmak zordu. Halkın menfaatlerini kendi tahakküm arzularına göre ölçen bir partinin, halkın iradesine boyun eğeceği, bu iradenin tecellisine imkân vereceği kolay kolay akla gelmezdi. Meğerki memleketin bugünkü iç ve dış siyasî durumu, bu durum üzerinde müessir yabancı kuvvetlerin arzu ve iradesine bağlı bir iktidar değişikliğinin zarureti önceden kavranılmış olsun. Demokrat Partinin «tarafsız» öğütçüsü Yalman bile Halk Partisinin iktidarı kolay kolay teslim edeceğine inanmıyor, «Memleketimizde küskünlük ve buhran havası dağılmazsa, iktidarın elinden en mükemmel bir kanun koparsak bile dürüst bir seçim cereyan edebileceğine ve iktidar ilk defa olarak zorbalık rol oynamadan, memleketimizde el değiştireceğine inanmak için çok safdil olmak icabettiğinin, iptidadan tanı bir siyasî sulha varılmazsa, iktidar seçim sandığı başında hile yapmasa bile başka vasıtalarla meramım yürütmeğe çalışacağını» söylüyordu.
Halk Partisi idarecileri Yalman’m işaret ettiği «Küskünlük ve buhran havası»ndan bir fırtına yaratmak için seçimlere daha üç-dört ay kala harekete geçtiler. Fiyasko ile neticelenen bir suiakst oyunu tertip edildi. İktidar, en güvenilir silâhı olan şiddet ve baskı politikasını muhalefetin elinde göstermeğe çalışarak tehditlerini, genel bir taarruzu haber veren kesif bir top ateşi gibi aralıksız bir şekilde yağdırmağa başladı. Ulus gazetesi ve iktidarın doğrudan doğruya veya vasıta ile idare ettiği diğer gazete ve dergiler, ileri ve banşçı neşriyata akrşı «Kalkın ey ehli vatan» şarkısının ilk provalarına başladılar. Sonra ne oldu. «Küskünlük ve buhran havası» nasıl dağıldı; nasıl bir «Siyasî sulha» varıldı? Burası malûm değil. Havalar birden bire yumuşadı, tehditti nutukların yerini yalvarır edalar aldı. Bu yumuşak hava, halkı yıllarca zulüm ve tahakkümü altında inleten, memleketi yabancılara peşkeş çeken bir partinin iktidardan düşürülmesine kâfi gel di. Fakat, Halk Partisi nasıl oldu da halka bu (Devamı 11 inçi sayfada)
(Okuyan adam) DAUMıER
Neden Sosyalizm?
I Yazısı 3 üncü sayfada
Birleşmiş Mlletlerde:
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Trygve Lie Dünyada mevcut soğuk harbe son vermek, milletler arasındaki anlaşmazlıkların barış yolu ile hallini sağlamak amacı ile vvashington Londra, Paris ve Mos-kovaya giderek dört büyük devletin ileri gelen devlet adamları ile istişarelerde bulunmuş ve bu meyanda Moskovada da epice uzun bir müddet kalarak Stalin dahil olmak ü-zere Sovyet siyasi şahsiyetleri ile uzun ve etraflı konuşmalar yapmış ve bu görüşmeler sonunda Moskovada tertiplenen bir basın toplantısında aşağıdaki mealde bir demeçte bulunmuştur:
Bana basın konferansında Moskovada kjmlerle, neler görüştüğüm soruluyor ?
Ben Moskovada Stalin dahil bütün Sovyet siyaset adamları ile u-zun ve etraflı görüşmeler, yaptım. Konuşmalarımızda; Milletlerarası durum, Çin Halk Cumhuriyetinin Birleşmiş milletlerde temsili meselesi, soğuk harbe son vermek için Milletler arasında alınması gereken tedbirler bahis konusu edildi .
Maalesef görüşmelerimizin teferruatını henüz bir sonuca varmadan sizlere anlatamıyacağım. Zira bütün milletler arası meselelerde henüz konuşma ve danışma safhasında bu gizliliğe riayet edilmiyecek olursa gayretlerimiz baltalanır ve daha teşebbüs başlangıcında akamete uğrar.
Bana bu son görüşmelerden memnun olup olmadığım soruluyor?
Moskovadaki temaslarımdan mem nunum. Ancak Birleşmiş milletler genel sekreterinin milletler arasın -da devam edegelen soğuk harp niha yete ermedikçe, dünya milletleri a-rasında samimi bir dostluk ve işbirliği sağlanmadıkça olaylardan tamamen memnun olmağa imkân tasavvur olunamaz. vvasihngton, Lond ra, Paris ve Moskova arasında yaptığım bu gezilerin hemen netice, ver meşini beklemiyorum. Esasen benim bu ziyaretlerim hazırlık mahiyetindedir. fakat bunların zamanla faydalı sonuçlar vereceğinden eminim.
Ne yapıp yapıp sürüp giden bu soğuk harbe bir son vermek lâzım-A
dır. Ben bu uğurda ziyaretlerime devam edecek ve dünya siyasetinde aktif rol oynıyan siyaset adamların dan bu dâvanın halli jle ilgili noktaları sorup fikirlerini öğreneceğim. Birleşmiş Milletler kurulu Genel Asamblesinin Eylül toplantısında bu meselelerden bahsedeceğimi sanıyorum. Trygve Lie; 9 Avrupa devletinin Birleşmiş Milletler Kurulu üyeliğine adaylıklarını tavsiye ettiğini, bundan başka 5 devletin daha Birleşmiş milletlere kabulleri-için dilekçe sunduklarını ve böylece Birleşmiş Milletlere girmek isti-yen halen 14 devletin bulunduğunu bildirmiş ve gerek Londra ve gerekse Paris’i ziyaretinde görüşmelerden sonra basına vermiş olduğu demeçleri hatırlatmış ve bu ziyaretlerin hazırlık mahiyetinde olduğunu ve neticenin ancak 2-3 ay sonra istihsal olunabileceğini söylemiştir.
Lie, bundan sonra İngiltere ve Fransa dışişleri Bakanlan ile tekrar görüştükten sonra Amerikaya gideceğini ve orada Trumanla görüşeceğini. Çinin Birleşmiş Milletlerde temsili meselesinin hal edileceğini belirtmiştir.
♦
* *
Trygve Lie UNO — Birleşmiş Milletler Kurulu — Genel içtimama kadar anlaşmazlıkların hal ve Milletler arası gerginliğin kaldırılacağını ümid ettiğini söylemiştir. Dosu Alman yada:
Sovyetler Birliği, Almanyadan kılacağı harp tazminatı olan tamirat bedelini yarıya indirmiye ve ödeme müddetini 15 yıl uzatmıya karar verdiğini Doğu Almanya hükümetine bildirmiştir.
Polonya hükümeti dc bu yolda bir bağışta bulunmuştur.
İranda:-
Lübnanda çıkan El Ahbar gazştc-sinin bildirdiğine göre; Birleşik A-merıka, Irana 25 milyon dolarlık yeni harp malzemesi teslimini taahhüt etmiştir.
Vietnam’da: - .
Vietnamdaki Demokratik halk kurtuluş hareketini taştırmak amacı ile Fransanın Amerikadan temin ettiği silâhlarla yüı-üttüğü sömürgeci savaş, bütün gayretlere rağmen muavffakiyetsizliklere uBamaktal
dır. Son gelen haberlere göre Vietnam kurtuluş ordusu iki tahkimli noktadan Fransız sömürgecilerini söküp atmışlardır.
Pakistanda:
Karaşiden bildirildiğine göre mem leketteki aç ve perişan topraksız köylüye toprak dağıtılmasını isteyen 2 köylü lideri hükümet makamları tarafından tevkif edilmişti. Fakat halkın bu iki liderin serbest bırakılması için yaptıkları tazyik sonunda serbest bırakılmışlardır. Yunanistanda:
Memur grevi umumi bir hal almış ve umum müdürlerde dahil olmak üzere bütün devlet memurları Banka P. T. T., demir yolları ve bütün kanun hizmetleri memurları maaşlarının artırılmalarını ve bazı müktesep haklarının yerine getirilmelerini istemektedirler.
İç işleri bakanı Sosyal Demokrat Papaandreo’nun yüksek rütbeli memurların orta ve küçük memurları ihtilaf haline sokmak gayretkeşliğine rağmen tesanüt bozulmamış ve grev devam etmektedir. Memleketimizde:
Başlıca üç partinin (D. P.; C. H. P. ve M. P.; nin) iştirak ettiği seçimlerin sonucu şöyledir.
Demokrat Parti: 4.242.831 oyla 408 milletvekili .
C. H P. 3.165,096 oyla 60 milletvekili.
Millet Partisi. 240,209 oyla bir milletvekili çıkarmışlardır.
Çoğunluk esasına göre yapılan bu seçimlerde yüzde oy nisbetleri şöyledir:
D. P. % 53,59
C. H. P. %39,98
_______________
Bağımsızlar % 3,40
Memlekette emekçi halk yığın-larınıhakikîmanadatemsn^ edecek bir partinin bulunmaması ve seçimlerin iıisbî esâs üzerine yapılma- Nazım hakkında Türk hükümetine ması bir ;ok oyların mecliste temsil edilemeden kalmasını intaç etmiş ve muhalefet safları sözünü geçireni i -yecek kada piliz olarak kalmıştır.
Böylece Demokrat Parti seçimlerin neticesinde iktidara geldikten sonra Celâl Bayar Cumhur Başkanlığına Refik Kora İt an meclis Başkanlığın.!, Adnan Menderes Başba-
kanlığa gelmişlerdir.
★
Yüce Şairimiz Nâzim Hikmet’in kendisini haksız yere mahkûm eden lere karşı yürüttüğü açlık grevi onların iktidardan düşmesiyle hedefini değiştirmiş olduğundan kendisini seven aydınların ve halkımızın rica ve İsrarları üzerine büyük şair greve ara vermiştir.
Nâzım’ın serbest bırakılmasına dair dünya çapındaki tepkiler olanca hızıyla devam etmektedir.
Nâzım Hikmetin Kurtulması Yolunda:
Dünyanın bir çok yerlerinde,devrimizin en büyük şairlerinden biri olan Nâzım Hikmet’in kurtarılması yolundaki toplantılar, anma törenleri, hükümet erkânı ve Birleşmiş Milletler teşkilâtına protesto nameler devam etmektedir. Dünyanın Barış sever ve ileri aydınları Nâzımı kurtarmak yolundaki aktif savaşa katılmış bulunuyorlar.
Memleketimizde kışkırtılan ve Faşistlikleri ile iftihar eden bazı teşekküllerin beyinsizce ve yobazca yaptıkları hürriyet ve halk düşmanı miirettep gösterilere ve şımarıklıklara rağmen Dünyanın en ileri fikir sanat ve bilim adamları Nâzımı kurtarmak için el ele vermişlerdir.
Aragon, Paul Robson. Howard Fast. Kostantin Sımonov, Azerî met Vurgun gibi dünya çapında natçılar Nâzımı kurtarmak için yana baş, vurmuşlardır.
Nâzım Hikmetin hürriyete
vuştûrulması için Dünya Demokrat gençlik federasyonu. Dünya Demok rat kadınları, öğretmen ve hukukçular birlikleri, Fransa Amerika, Sov-yetler Birliği ve diğer memlekette* rin edip ve sanatkârları Türkiye resmi makamlarına mektup ve telgraflar yağdırmaktadırlar.
Milletlerarası Hukukçular Birliği
Sa-sa-her
ka-
son yolladığı mektupta:
«Haksız yere 28 yıl ağır hapse mahkûm edilip 13 yıldanberi zindan farda çürütülen dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Nâzım Hikmetin derhal serbest bırakılmasını ve esasen hasta olan ulu şairin iz-tirap ve mahkûmiyetine son verilmesini istiyoruz», denilmektedir.
n
k
a K
u
Ş u
2
A. Einstein
Nede
kadar acık bir şekilde ifade tarzda keşfetmeye çalışırlar, hakikatte,
İktisat
metod farkları sahasında uımımî İktisadî vak’alann pek müşkül olan
/ktisadî ve içtimai kollarda mütehassıs olmayan bir insan, sosyalizm meselesinde fikrini bildirmeli midir? Evet, bildirmesi lâzım, buna muhtelif sebeplerden dolayı inanıyorum.
Bu suali evvelâ ilmi bilgi noktai nazarından tetkik edelim. Astronomi ile iktisat arasında metod bakımından esaslı farklar yok görünür: bu iki sahada âlimler muayyen bir fenonmen (vak’a) grubunu idare e-den umumî kanunları, bu fenomenlerin birbirine bağlılığını mümkün olduğu edecek Fakat vardır,
kanunların keşfi, ayrı ayrı takdiri bir çok sebebin tesiri altında kalmasından güçleşmiş oluyor. Bundan başka, insanlık tarihinin medenî diye adlandırılan kısmının başlangıcın dan beri biriken tecrübe, hiç bir şekilde İktisadî olmayan sebeplerle de hudutlandırılmış ve bu sebeplerin tesiri altında kalmıştır. Meselâ, tarihin büyük milletlerinin çoğu mevcudiyetlerini istilâya medyundur. İstilâ eden milletler, hukuken ve ik tisaden, istilâ edilen memleketin imtiyazlı sınıfı olarak kendilerini kabul ettirmiştir. Gayri menkul zenginliği inhisarlarına aldılar, kendi aralarında seçilmiş rahipler tayin ettiler. Rahipler, eğitimi kontrol ederek, cemiyetin sınıflara taksimini değişmiyen bir müessese haline yükselttiler, ve halkın, umumiyetle gayri şuuri bir şekilde, içtimai iıa-rektinde kndini uydurduğu bir kıymet mefhumları sistemi kurdular.*
Fakat tarihî an’ane daha dün başlamıştır: hiç bir yerde, İnsanî tekâmülün Thorstein Veblen in «yırtıcı devre» diye vasıflandırdığı devreyi hakikatte geçmedik. Tetkiki mümkün olan İktisadî fenomenler bu dev reye aittir; hattâ bu vakalardan çıkartabildiğimiz kanunlar bile diğer devrelere tatbik edilemez. Sosyalizmin hakikî gayesi insani tekâmülün bu yırtıcı devreden, öteye geçmek olduğu için, bugünkü hali ile iktisad ilmi istikbaldeki sosyalist cemiyeti hakkında bize pk mez.
Diğer taraftan, sosyal ahlâk gayesi
beraber, ilmin gayeleri olamaz, bu gayelerini de insaniyete empoze edemez; olsa olsa ilim, muayyen neticeler elde etmek için çareler öğretebilir. Fakat bu gayeler yüksek ahlâkî bir ideali olan şahsiyetler tarafından idrak ediliyor, ve — şayet bu gayeler ölüme mahkûm olmayıp, kuvvetli ve hayatiyeti mümkün sonuçlar ise — bunlar cemiyetin yavaş tekamülünü temin eden fert ka-
bir fikir vere-
sosyalizmin bir vardır. Bununla ve
n Sosyalizm?
İnsanlar biolojik yapıları vüzünden birbirlerini mahvetmeye veya k( ndikendile rinin sebep oldukları açı bir sonun esiri kalmaya mahkûm değildirler.
labalıkları tarafından kabul ve tatbik ediliyor.
Bunun içindir ki, insan meselelerinde ilme ve İlmî metodlara fazla büyük bir ehemmiyet vermemiz icap ediyor, cemiyetin organizasyonuna tesir eden meselelerde mütehassısların fikir ve söz olduklarına inanmamalıyız.
Son zamanlarda, sayısız insan cemiyetinin bir buhran
diğini, muvazenesinin sarsıldığını bağırmıştır. Böyle bir durumun karakteristik tarafı ise, bazı fertlerin dahil bulundukları büyük veya küçük gruba karşı lâkayıt hattâ düşman olmalarıdır. Bu fikri -mi daha iyi anlatmak için, burada
yalnız sahibi
sesler geçir-
Makat in sırtından geçinenler
(Bizim köy) isimli kitabı ile köy realitemizin bütün veçhelerini türk halkının, türk aydınının, türk öğrencilerinin önüne seren MahnHid’un hikâyesi cümlenin malûmudur.
Bugüne dek iyi niyetli doğru ve uj arıcı tenkitleri daima kirli iftira ve tahriklerle bogmıya çalışan C. H. P.; — Bizim köy — ün acı ikazı karşısında, dünyaca bilinen sindirip ürkütme usulüne başvurmuş ve Makak hiçbir sebep göstermeden hapse tıknuştır. Bu haksızlığa karşı sesini yükselten halkımızın sürekli dayatışı ve ileri aydınların protestoları sayesinde bu tertemiz ve verimli köy delikanlısı serbest bırakıldı. Kısa fasılalarla (Bizim köy) dört kere bas^^^câpî^tlîrBuruıTKû saTı^rdan falîır köy eğitmeninin cebine ne girdiğini bilmiyoruz.
Yalınız, omııı memleket çapında yayılan haklı şöhretini kendisine reklâm etmiye çabalıyanlann gaye ve mak-sadiarını pekâlâ anlıyoruz.
Mahmud Makak: bu kendi kendisini yetiştirmiş ve yetiştirmekte olan zekî, kavrayışlı ve verimli Köy eğitmenini
>11
İstaubulun şatafatlı üç beş yerine götürmek, Bayatlı gibi
X
£
£ i i î
devrinıizin realitelerine sırt revirmiş ve hakikaten bayatlamış, eski çağ kalıntıları ile buluşturmak hep onun gözlerini başka istikametti re çevirmek ve gencimizi halktan ve realitelerden uzaklaştırmak için yakılıyor.
İstanbul, neİTaksûn vt ne de Lntitgândaki ÇınAraltın-dan jbŞarettir. Âsıl İstanbul, şehirlhalkınuı ekseriyetini teşkil eden işçilerin barfndığı yerler Makajrn kitabında yazdığÇgerilik. pislil^ cehalet ve yoksulluk içinde Kasım -paşada, tlskiidarda, TTsIicte. Kazİıçesmede- ŞHı re m ininde ve parça parça her semtte boylu boyunca uzanıyor. Alakalın lıaikkî İstanbuiu yakından görüp peşi sıra hiçbir rehber bulunmaksızın oralarda yaşadığı zaman (Bizim Köy) den mahiyet itibariyle uzun boylu farkı ohnıyan (Bizim şehri) de derhal yazmak istiyeceğine hiç şüphemiz yoktur.
Mahmudun adını istismar ederek onun görüşünü kös-teklcmiye uğraşanlar hoşuna uğraşıyorlar. Bizim köy realitesini görebilmiş ve bunu bütün çıplaklığı ile verebilmiş bir insanın İstanbuiu bir Amerikan seyyahına gezdirir gibi ona yutturmıya çalışanlara kanmasına imkân yoktur.
H. SEZEN ER
l
$
| . ... ,
şahsî bir tecrübemi hatırlatmak isterim. Geçnlerde, fikrimce insaniyetin mevcudiyetini tehlikeye dü-şüreck yeni bir harp ihtimalinden a-kıllı birisine bahsediyordum, ve kendisine bu tehlikeye karşı ancak milletler üstünde bir organizasyonun koyabileceğini söylüyordum. Karşımdaki bana soğuk kanlılıkla cevap verdi. «İnsan cinsinin kaybolmasına neden bu kadar itiraz ediyorsunuz?^ dedi.
Eminim ki, daha yüz sene; evvel kimse bu kadar kolaylıkla bu lâfı edemzdi. İşte bir iç muvazenesi temin etmek istemiş buna muvaffak olamamış ve buna varmanın ümidini keybetmiş bir insanın takındığı
$
s
s
s
i
•y
çektiği bir yanlışlığın Bunun sebebi nedir? kurtulmak için bir çare var
aynı zamanda tek başına, ve cemiyet halinde yaşıyan
tavır ve zamanımızda bir çok insanın acısını ifadesidir.
Bundan mıdır?
İnsan yaşıyan
bir mahlûktur. Tek başına yaşıyan bir mahlûk olarak, kendi hayatını ve yakınlarının hayatını korumaya, kendi şahsî isteklerini temine ve doğuştan olan kabiliyetlerini tekâmül ettirmeye çalışır.
İçtimai bir mahlûk olarak, benzerleri tarafından kendini tamttır-maya, sevgilerini kazanmaya, zevklerine iştirak etmeye, dertlerini hafifletmeye, ve hayat şartlarını iyileştirmeye çalışır. Bu muhtelif ve bazan da birbirine zıt isteklerin mevcudiyeti insanın karakterini izah ediyor, ve bu isteklerin bileşimi bir ferdin iç muvazeneye varması ve cemiyetin iyiliğine iştirak etmesi hususunda nisbeti tayin e-der. Bu iki meylinin nisbi şiddeti pek muhtemel olarak irsiyetin tespit ettiği bir şeydir. Fakat nihayet meydana çıkan şahsiyet, tekamülü esnasında bir insanın bulunduğu mu hit, içinde büyüdüğü cemiyetin yapısı, bu cemiyetin an’anesi ve bazı hareket tiplerine verdiği tastikle son şeklini alır. «Cemiyet^ adlı adlı mücerret mefhum fert için, muasırları ve kendinden evvel gelen bütün nesillerin bütün insanla-lariyle, bilvasıta veya bilâvasıta o-lan bütün münasebetlerinin mecmu-udur. Fert tek başına düşünebilir, hissedebilir, mücadele edebilir, çalışabilir, fakat maddî, aklî ve hissi hayatında cemiyete o kadar bağlıdır ki, cemiyet çerçevesi dışında o-nu anlamak veya tasavvur etmek mümkün değildir. İnsana yiyeceğini, giyeceğini, evini iş âletlerini, lisanını, düşünce şekillerini ve düşünce muhtevasının en büyük kısmı-nt tem m eden cemiyettir; hayatı, bu küçücük ( cemiyet» kelimesi arkasında gizlenen bugünün ve dünün sayısız insan milyonlarının çalışması ve muvaffakiyetleri sayesinde mümkün kılınmıştır.
Karıncalarda ve arılarda olduğu gibi, ferdin cemiyete ortadan kaldırılamaz adıFJF
Bununlar beraber,
karşı bağlılığı tabii bir vaki-
karıncalar ve arıların hayatının değişiklikleri en kii* ük teferruatına varmcıya kadar eğilmez ve irsi iç güdülerle tespit prın kendi-aralarındaki mtinasebet-
i
\ edilmişken, içtimai hayat ve insan-
I
£
s
lcri çok değiştirir, ve mütemadiyen değişebilir. Hafıza, yeni kombinezonlar yapmak kabiliyeti, lâkırdı kabiliyeti, insanlar için biolojik ihtiyaçlardan gelmeyen tekâmülleri mümkün kılmıştır. Bu nevi tekâmüller an’anede. müesseselerde ve teşkilâtlarda, edebiyatta, ilmi ve teknik icatlarda, sanat eserlerinde kendilerini belli ederler. İşte bu suretledir ki. insan bir dereceye ka-(Devamı 10 da)
I
3
ÛÛ
Yaprak dergisinin 22. sayısında Oktay Rıfat’ın, güzel üstüne bir yazısı var. Şiirimizde güzelleşme kaygısını gördükçe üzülüyorum, diyor. Sanat eseri güzelin peşini bırakmalı, üzerine aldığı işi başarmağa, insanoğluna yaraşır bir haysiyet taşımağa bakmalıdır, diyor. Böyle yapanın şiiri, cabadan bir de güzel ola çaktır, diyor,
Oktay Rifat, iki yıldan beri Yaprak dergisinde çıkan şiirleriyle, bu yoldaydı. Son yazısıyla, şiirde yapmak istediğini açıklamış oluyor. Kervan, Hürriyet şiirleri. Güzel, Mestanm rüyası v.s.. Bu şiirlerde doğruyu dosdoğru söylemenin faize yakınlığı vardı.
Oktay Rıfat’ın son yazısında gösterdiği yolun, biricik çıkar yol olduğuna bi de inanıyoruz. Fakat nasıl? Güzelin yakası nasıl bırakılır? İnsanoğluna yaraşır bir haysiyet taşıyan sanat yoluna nasıl girilir? İyiyi, doğruyu, haklıyı söylemekle, diyeceksiniz. İnsanoğlunun, ten kurtulmak için yaptığı yer almakla, diyeceksiniz, doğru. Söz açılmışken, bu
doğruluğuna inadığımız şeyleri bir tekrarl ıy alı m:
kölelik-savaşta Elbette konuda.
Kol kırılır yen içinde
Genç şairin yakardaki başlık altında hasırladığı hicviyesi, bize yeni şiirin kuvvetini ve eski şiirin geriliğini belirten bir değer taşıyor. Bu uzun eserden bir parça veriyoruz:
Bir tırpanda biz vuralım Osm anlı kökeninde bitmiş ayrıklara istemiyoruz öğrensin çocuklarımız şarap ve yâr aşkını «Biz âşık olmazmışız da ondan ötürü yargılarmışız» bu korkulukları
Bakındı hele neler de biliy&r anasının kuzusu Gerekmez bize Beyzade bozması
Başı hummalı, göğsünün üstünde yatan hanım kırın-Böyle derinti, böyle yoz. böyle kaytank sanat Böyle altı -batak, üstü yemyeşil dirlik.
Sarmaz olaydı başımıza Leylâ’ya ayın ondördü Görmez olaydık Ferhâd ile Şirin’i beraber
ası gençlik
ve Parkotelden, semt-i Cihangirden o «Fakir Üsküdarlı o kallavi beyitler, savılmış kasideler
O hadım hasreti: Vuslat
Hâşime rahmet okuttu.
Kıraçta dört ayak ter ekip, mihnet için kız-kızan ne köpek ola «Sicilya kızları uryân omuzlarında sebu» kırıtıp salınınken? Biz tüymedik mi Kral Alfonsla beraber Madritten?
Atlarız Bükreşe, Paristen
Ak saçlı Turancıyla Gagavuzca dem çekeriz
Yaran sofrasında içip durmadan
Türk şirinin babalık tahtına Pâkistanda «Mehlika Sultan» la biz geçeriz.
Encümene! BEHZAT
Sanat, toplum olayıdır. Bütün toplum olaylarını bilimin ışığında incelemek, sebep ve sonuçlarını gör mek elimizde. Artık bu olaylar karşısında eli kolu bağlı, yalnız, yardımcısız değiliz. Eskiden sanatçı w
S nın durumu bambaşkaymış. Geçmiş & çağların sanatçısı eserini yaratırken . V
onun yaşaması, dayanması için gere ken şart ve sebepleri tastamam bil- / miyordu. İyiyi, doğruyu, haklıyı, \ gerçeği söylüyenler vardı ama, çok defa eserinin, iyiyi, doğruyu, haklıyı, gerçeği söylediği için güzel olduğunu, yarma kalacağının farkında değildi. Toplumun meseleleri, insanlar, insanların iç âlemi, sınıfi psikolojisi, münasebetleri bugün bilimin ışığı altındadır. Halbuki bu olayların pozitif bilim Öncesi çağındaki insan, sanatçı bu ışıktan mahrumdu. Bu olaylara yanaşma tarzı tesadüfi, sınıfi gelişine, sezişine bağlı, ancak yarı aydınlıktı. Sanatçı eserini yaratmanın ve yarına bırakmanın tam şuuruna varmamıştı.
Biz bugün Şekspiri, Balzakı, Stan-dalı severken, çok defa, onların ken dilerinin de bilmediği töraflariyle seviyoruz. Bugün sanatçının durumu hiç de böyle değil.
Bugünün sanatçısı, tarih boyunca yaşıyan, devrimize kalan eserlerin yaşamalarının, dayanmalarının sebeplerini biliyor. Sanatçı öğrenmiştir ki, ortaya koyduğu eseri yaşatmak için onu, doğru, haklı dâvanın, yarma kalacak geniş insan topluluğunun dâvasının malı etmelidir. E-seri yarma o topluluktan, o dâvadan kalacaktır.
Genç nesilde, bir kaç hastayı geçersek. buraya kadar söylediklerimizle çatışacak kimse pek yok. Bu-
4 ARALIK
Bursada havlucu JReceb’e
Karabük fabrikasında tesviyeci Haşana düşman. Fakir, köylü Hatçe kadına.
ırgat Süleyman’a düşman.
Sana düşman; bana düşman, düşünen insana düşman.
Vatan ki bu insanların evidir onlar, sevgilim, vatana düşman.
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlanna.
— Çürüyen diş, dökülen et —
bir daha dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette ki sevgilim elbet dolaşacaktır elini kolunu sallıya sallıya dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:
işçi tulumuyla bu güzelini memlekette hürriyet.
NÂZIM HİKMET
.V
I
b? £
I
gün, en fertçi sanatla başlamışları bile, yavaş yavaş bu meselelerin üze rine üşüşür buluyoruz. Fakat buna rağbeti pek hayra yoramıyacağız.
Bugiın, insanoğlunun kölelikten kurtulmak için yaptığı savaşın, tarih boyu düşünülürse, sonlarına, doğ ruyuz. Böyle bir arife çağında, gerçeğin bütün insanlara, hele aydınlara yaptığı bir baskı var. İnkılâpçı yığınlara, onların dâvalarına üşüşmenin sebebi bu. Bu üşüşenlerin büyük kısmı, halk yığınlarının dâvalarını taze, sağlam, yürütücü temsilcileri değil, çürüyen, çözülen, yıkılan sınıfların döküntüleridir. Bu yolun yolcuları toplumu, geniş insan yığınlarını, bu yığınların meselelerini gerçekten benimsemiş de-ğMdirîer 'knesk eserleri için istismara kalkıyuilaı. Bütün bunları güzel esere, büyük esere varmanın vasıtası olarak görüyorlar. Bu yola, cemiyeı saııat için yolu demek doğru olur. Bu istismar yolu çıkar yol değildir. Bu cins eserlerin özenti, iğreti, yapmacık oluşu da buradan geliyor. Halbuki gerçek sanatçı, faeışey den önce, toplum içindeki vazifesini bilen, tarihî sorumluluğunu kavramış bir inkılâpçı, ileri, üstün, aydın bir toplucun uğruna gözden çıka ram lyacagı j hiç biı şeyi olnıı-yan bir insandır.
u insan, insano-. lunun xlâvasına en çok şiirle faydalı olabildiği için şair, en çok romanla faydalı olabildiği için romançı, en çok resimle faydalı olabildiği için ressamdır. Her an önce inkilâpçı bir insan olmanın, kitlenin, dâvanın içine gerçekten yerleşmenin heyecanı, sorumluluğu ve duygusiyle doludur. Bugün ortalıkta dolaşır gördüklerimizin çoğu ise önce şair, romancı, ressam v.s. dirler. Bu yolda büyük adam olmanın kestirme yolunu hesaplar! ir. Böyle kestirme bir yol.
ancak küçük burjuva sanatının kes-tirhıe yoludur. Özentiye, yapmacığa, gider; köksüzdür, ölümlüdür.
Bütün bu sözlerden sonra aklımıza herhalde Nâzını Hikmet gelecektir. Biz Nâzım'ın sanatının sağ lam. oturaklı, gerçek, elbette ki güzel oluşunun önce buradan geldiğine inanıyoruz. Nâzım, güzelin değil, doğrunun, haklının peşindeki sanatçıdır. Güzel bunların ardı sıra gelir.
Sözü uzatmıyalım, sanatçı gerçeklen bir o sıraya girsin, iyinin, doğrunun, haklının sırasına -hele 1950 yılında- kafası zaten güzel için harcıyacak boş vakit bulamıyacak-tır. İyiyi söyliyecektir. doğruyu söylivecektir. haklıyı söyliyecektir. Söyleşine söylenen iyinin, doğ-nun. haklının bir adı da güzeldir Geçmiş çağların hiç birinde iyi. doğ ru. güzel bugünkü kadar biribirine yakın, kardeş, üçüz olmamışlardı.
Bir adım daha atıp da şöyle deyi-versek: İleri, aydın bir dünya için savaşan insanoğlunun emrinde olmı-y«ın her şey kahrolsun; kötüdür, çir kindir, yanlıştır.
Haşan DENİZLİ
4
Bir Faşist komplosu mu?
ÇİÇEK PALASDAKİ FAŞİST BASKINI; 31 MART, KUBİLAY, 4 ARALIK, ANKARA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜNÜ LİNÇ ETMEK TEŞEBBÜSÜ GİBİ YAKIN TARİHİMİ ZİN EN KARA, EN UTANDIRICI SAHİFELERİNİ TEŞKİL EDEN HADİSELERDEN HİÇTE GERİ KALMAYAN MENFUR BİR TECAVÜZDÜR
Türk halkının en ulu şairi Nâzım Hikmet’in 13 küsur yıldanberi devam edegelen haksız mahkûmiyetine son verilmesi için Lâlelide Çiçek Palas salonunda, kanunen gerek li bütün formaliteleri yerine getire rek bir kapalı toplantı tertip eden İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği mensuplarının ve toplantıya gelenlerin, zabıtanın gözleri ö-nünde uğradığı faşist baskını matbuatımıza tamamen ters bir şekilde ve toplantının mahiyeti kasden değiştirilerek aksettirildi.
Çiçek Palas salonudaki toplantıda vakur ve namuslu gençlik büyük bir olgunluk ve ağırbaşlılıkla Nâ-
I. Y. T. G. Derneğinin Nâzım Hikmet
hakkında yayınladığı ikinci beyanname
Bugün Türkiye denince, onun 20.
asırda yetiştirdiği en büyük değer-
terden NÂZIM HİKMET, uğradığı haksızlık ve zindan akla geliyor. Memleketimibin dünya halk oyundaki bu realitesi şimdiye kadarki, sorumlu makamları, yani bu durumun müsebbiblerini endişelendirmedi. Fakat yurdumuzda biran evvel demokrasinin, hürriyetin ve kanunların hâkim olmasını candan arzulayan haksever halkımızı, namuslu aydınlarımızı ve devrimci memlekt gençliğini bütün baskı ve tehditlere rağmen gayet haklı olarak harekete geçirdi. Diğer bütün imkânları elinden alınmış olan NÂZIM HÎKMET’in hak ve hakikatin tecellisi uğrunda canını pul yerine koyarak milletine yolladığı istidaya cevap verildi.
Onun kurtuluşu yolunda dünya halk oyunun müracaatlarını, mitinglerini, protestolarını; memleketimiz de de hukukçularımızın, profesörlerimizin, sanatkârlarımızın, lıer meslek ve sınıftan aydınlarımızın, Üniversite gençliğinin ve İstanbul Yük sek Tahsil Gençlik Derneğinin so- -rumlu makamlara müracaatları takip etti. Birdenbire gelişip yayılan bu harektlerin uyandırdığı kısa bir bocalama devresinden sonra tehdit
ler, baskılar bir kat daha ağırlaştırıldı. NÂZIM HİKMET’ten bahseden günlük gazeteler birdenbire susuverdi. İSTANBUL YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DERNEĞİ’nin NAZIM HİKMET’i kurtarmak için her türlü demokratik hakların kullanılması icap ettiği yolunda yayınladığı beyannameyi dağıtan bütün dernek üyeleri tevkif edildi. Dernek merkezi polis tarafından kanunsuz
zım’ın memleket ve dünya çapındaki edebî değerini belirtmeye ve onun bütün dünyaca bilinen haksız mahkûmiyetine son verilmesi için kanunî yollardan mücadele edilmesi lâ zım geldiğini anlatmağa çalışırken, bir sürü emniyet memurunun hazır bulunduğu salona yavaş yavaş sızan ne idiğtî belirsiz Faşist özentisi türedilerden bir kaçı bağırıp çağırarak yaygaraya başlamış ve top lantının sükûnetini bozmuştur, İhtarlara rağmen bu her türlü fikir, vicdan ye anlayıştan mahrum tahrikçilere, salonu dolduran zabıta memurları ve âmirleri tarafından hiç bir ihtarda bulunulmamış, üste
ve nizamsız olarak basıldı. Resmî ev
rakları müsadere edildi. Halkımız
dan imza toplıyanlar, bu arada dernek üyeleri nezaret altına alınarak toplanan imzalar imha edildi, NÂZIM HİKMET’ten ve grevinden bahsetmekte İsrar eden, onu resmini basan bütün gazete ve mecmualar toplattırıldı. Fakat bütün bunlar hak ve hakikat yolunda mücadele edenleri yıldıramazdı. İSTANBUL YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DERNEĞİ dünyamızın gözbebeği NÂZIM HİKMET için bir toplantı tertip etmeğe karar verdi. Toplantı için Vilâyete müracaat eden dernek Genel Sekreteri bizzat Vali tarafından tehdit edildi. Toplantı hürriyetini vatandaşlara valilerin değil kanunların verdiğini gayet iyi bilen Is tanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği resmî formaliteleri tamamladıktan sonra toplantı gününü ilân etti. Resmen mafıi olunamıyan bu töplantıya^orada bulunan İstanbul halkın da şahit olduğu gibi iğrenç bir takım tertiplerle mâni olunmak istenildi. Kanunların vatandaşlara tanıdığı toplantı hürriyetine göz göre tecavüz edildi. Fakat bütün bu tecavüzler her şeyi göze alarak geniş çapta toplantıya katılan İstanbul halkını NÂZIM HİKMET
için yaptığı emsalsiz tezahüratla susturuldu. Toplantı, halkımızın ve aydın gençliğin irticaa ve faşizme karşı gösterdiği örnek demokratik bir zaferle sona erince yeni tertipler, yeni kanunsuzluklar başladı. Korku vermek ümidiyle salonun kapıları kapatılarak hak ve hakikati savunanların hüviyetleri tesbit edildi. Bu müddet zarfında toplantıyı dışardan takip etmekte olan halkın
lik onların bu küstahlıklarını arttıracak son derece garip ve kanunsuz bir yola gidilip salondaki kanu nî toplantıya gelenlerin teker teker hüviyetlerinin tesbitine başlanmıştır. Bu hareket mütecaviz faşist kül hanileri teşvik ve azgınlıklarını art firmalarına yardımdan başka bir-şey değildir.
Esasen taşla, tekme ve yumrukla Yüksek Tahsil Gençlik Derneğinin bu kanunî toplantısını bozmaya, toplantıda bulunanları parçalamaya gelen bu güruh vaktiyle haksız yere Nâzım'ı mahkûm eden ve 13 küsur yıldanberi bu adlî hatanın göz göre göre sürüp gitmesine se-
arasına, bu âdi tertip olayında faşistliklerini utanmadan iftihar vesilesi yapan bir kalabalık toplatıldı. Sözde asayişi temin etmek maksa-diyle hâdise mahalline gelen İstanbul Valisi, toplantıya iştirak edenlerin aleyhinde tahriklerde bulundu. Resmî polis arabalarının hoparlörlerinden toplantıdakileri taşlıyan lara şu mealde emirler verildi: «Dik katli olun, taşlar emniyet memurlarına gelmesin».
Ertesi gün faşizmin ve irticaın
hizmetindeki basın İSTANBUL
YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DER NEĞİ’nin teritplediği bu örnek toplantıyı kendi karanlık gayelerine uyar bir şekilde aksettirdi. Ayni gazetelerde halk ve demokrasi düş- > manı olarak tanınmış bir takım te- } şekküllerin, toplantıya iştirak edenlere hakkı hayat vermiyeceklerini ilân eden küstahlıkları yayınlandı.
Bütün bu olaylar yani yapılan kanunsuzluklar ve tertipler, adı geçen demokrasinin memleketimizdeki realitesini bir kere daha göstermiş buluriuyor. f
Yine bu olaylar, demokrasi yolunda, hak ve hakikat yolunda, vatanının, mîlletinin aydınlığa kavuşmasını arzulayan bütün vatandaşla
rın girişmeleri icabeden mücadelelerin büyüklüğünü ve ciddiyetini gösteriyor.
İSTANBUL YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DERNEĞİ bu yolda ken dişine düşen sorumluluğu bütün varlığı ile duyduğunu, hiç bir baskı ve hiç bir kanunsuzluğun onu yolundan çeviremiyeceğini Türk halk o-yıına ilân eder.
Kaştan
bep olanların teşvik ve ikazı ile bu taşkınlıkları yapıyorlar
Cehalet ve faşistlikten gözleri dönmüş olan bu güruh, ağızlarından salyaları aka aka aç kurt sürüleri gibi, aşikâr bir haksızlığı protesto eden namuslu vatandaşların üzerlerine saldırıp onları linç etmeye - bir faşist komplosuna - hazır landılar.
Adının mahfuz tutulmasını isti-yen bir okuyucumuzdan bu saldırganlığı bütün tefrruatı ile belirten dikkate değer bir mektup aldık. Bu mektubu kısaltarak okuyucularımıza sunuyoruz.
Barış Dergisi Yazı işleri Müdürlü güne;
Milletimizin gözbebeği, büyük insan, büyük şair, yabancıların da tes lim ettiği gibi «Dünyanın en büyük şairlerinden biri» olan Nâzım Hikmet'in uğradığı misli görülmemiş haksızlığı protesto etmek ve serbest bırakılmasını sağlamak için «İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği» tarafından tertip edilen Çiçekpalas toplantısında çıkan hâdisenin safhalarından bir kısmını gayet yakından takip etmiş bir vatandaş sıfatiyle size bu mektubu yazmayı vazife biliyorum. Be.ıi bu mektubu yazmaya sevkeden başlıca saik, hürriyet ve demokrasi bayraktarlığı rolünde olduğunu iddia eden gündelik gazetelerin, bilerek ve şuurlu olarak, nasıl hadiseleri tahrif ettiğine, kara kuvvetleri ve gerçek irticai nasıl desteklediklerine, bu hâdise dolayısiyle ve bir kere daha tam bir kanaat edinmiş olmamdır. Bu gazetelerin, hâdisenin ertesi günü yazdıkları, 31 Mart, Ku-bilây. 4 Aralık, Ankara Üniversitesi rektörünü linç etmek teşebbüsü gibi yakın tarihimizin en kara, e.ı utandırıcı sahifelerini teşkil eden hâdiselerden hiç de geri kalmayan bu menfur tecavüzü nasıl örtbas etmek istediklerinin en kuvvetli delilidir. Oysaki bu hâdiselerin gerçek safhalarını benim gibi yüzlerce ve binlerce vatandaş, nefret histeriyle kalpleri ve göğüsleri dolu olarak, Lâleli caddesinden, etraftaki apartmanların pencerelerinden sokaklardan takip ettiler. Bu yüzlerce. binlerce vatandaşı bu gazetelerin aldatmasına imkân var mı?
Bundan sonra bu haksever vatan daşımız tahrikçiler güruhunun, polisin müzaheretiyle yaptığı iğrenç tecavüzleri bütün teferruatile anlatmakta ve mektubuna şu satırlarla son vermektedir.
«Bir sinema şeridi sür*atiyle anlattığım intihalarımın hülâsası bu-
rada bitiyor. Eğer hâdise adi iyeye intikal etmiş olsaydı, şehadet ederek bu elim ve utandırıcı hâdisenin safhalarını bütün çıplaklığı ile anlatmayı mukaddes bir vazife bilecektim. Gene de aynı karardayım. İs-mimim mahfuz tutulmasını, gerek tiği takdirde kullanılmasını rica e-der, kıymetli derginizin tuttuğu yol da başarı ile devam etmesini dile-• ririht Bir okuyucumuz
ARIŞI SAVUNUYOR!
an 1950
Çocuk günüdür
I TARAFTARI VE BARÎŞ Bit VE TARÎHt MÜTTEFİKİ HER TARAFINDA KUCAK->E MASUM YAVRULARI İLE TLAYACAKLAR.
tadır.
Dünyada 480,000,000 çocuk zaruret; içinde kıvranıyor ve okula gidemiyor. Sömürge ve yarı sömürgelerde okuma yazına bilmeyenlerin sayılan korkunç derecededir.
Okul çağında çocuklara bir çok yerlerde hayatlarını tehlikeye düşürecek ağır ve ezici işler yaptırılmaktadır. Okumadan mahram edilen çocuklar dünya nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden işçi ve köylü evlâtlarıdır. Bu yavrular henüz ağız-lannda sütdişleri varken, ekmek parası kazanmak zorunda bırakılıyorlar. Öte yandan paralı okuma imkânına mâlik bulunan müreffeh zümrenin çocukları boyuna harpçı, insanlık ve medeniyet düşmanı, halk düşmanı olarak yetiştirilmekte ve kafaları cinayet hikâye ve romanları, gangster filmleri, hayasızca yazılmış açık saçık kitaplarla bozulmaktadır.
Kitap, mecmua, radyo, sinema, okul çocuğun yetişmesinde ve terbiyesinde başhca rol oynıyan vasıtalardır. Bütün bunların harp kundakçılarının ellerinde ve inhisarlarında bulunduğu düşünülürse bu meselenin hallinin de Barışla sıkıdan sıkıya ne kadar ilgili olduğu anlaşılır.
Kitap, radyo, sınama ve okullar vasıtası ile çocuklara ırkçılık, halk ve kültür düşmanlığı aşılanmasına elbirliği ile — bütün dünya milletleri — mâni olmalıyız.
M. Gorki; çocuklar hayatın çiçekleridir. Dedi. Biz bu çiçeklerin gününden evvel solmalarına veya aldıkları fena ve yanlış terbiye ile insanlık ve medeniyet için birer ısırgan ve dikenlik halini almalarına engel olmalıyız. İkinci Dünya Harbinde Faşizm yere serilmiş bulunmasına rağmen, sömürgeci ve harp kışkırtıcılar elinde yeniden ham sonrası devresinde hort-latılmıya çalışılmaktadır. 1 Haziran Milletlerarası çocuk gününde Dünyanın bütün iyi niyetli insanlarını; dünya çocuklarının sefalet ve ıztıraplardan, kötü harp kışkırtıcı, ırkçı ve halk düşmanı telkinlerden kurtarmak için Dünya Demokrat Kadınlar Federasyonu dayanışmıya ve birleşmiye davet ediyor.
rekli bir barışın bir an önce kurulmasına taraftardırlar. Halk kitleleri harpleri kimlerin kopartmak iste dig-ini ve milletlerin boğuşmalarında kimlerin menfaati olduğunu Öğ-
renmiye başlamışlardır.
Memleketimizde bu tarihî ödevi omuzlarına alan mecmuamız, kabiliyetleri hususunda öteki dünya halk ı lanndan hiç bir eksiği bulunmayan kadirşinas ve haksever halkımıza ı pek geride kaldığımız bu hayati davayı anlatabilirler ve Türk halkını öteki kardeş dünya milletleri ile bir likte, dünya barışının kurulması yo lundaki çalışmalara bilfiil karıştıra bilirse kendini bahtiyar sayacak ve
Fransada bakımsızlık ve sefa Jetten eskiye nazaran çocuk ö-lünıü 2 misline çıkmıştır. Hin-distanda yoksulluk ve cehaletten 4 milyon çocuk ölmekte; Mısır, İran ve Doğu memleket lerinde çocuk ölümü ve hastalıkları feci rakkamlara varmak
barışın senbolü, bizim senbolümüz o lan, insanlığa küçük sevimli gagasında saadet ve refah getirecek -Ra nş güvercini- hiç bir engele rastlamadan dünyamızı çep çevre dola-
lanacaktır.
POLONYADA:
Polonyada işçi ve köylüler A-tom silâhının yasak edilmesi ve barışın kurulması yolundaki Stokholm dünya barış taraftarları kongresinin çağırılan altına imza koyma i-şine hararetle devam ediyorlar. ÇEKOSLAVARYADA:
14 Mayısta 1,400,000den fazla Çe-koslavak atom silâhının yasak edil-(Devamı 11 de)
İşsizliğe karşı savaş, barış uğruna savaş demektir
Dünya Sendikalar Federasyonu Başkanı De Vittorio, Federasyonun bugünlerde Budapeşte’de yaptığı toplantıların 23 Mayıs tarihli oturumunda dünyadaki işsizlik hakkında Federasyonun icra komitesine mufassal bir rapor vermiştir. Raporda zikrolunan rakkamların Batı Kapitalist devletlerinin kendi istatistiklerinden alınmış olduğunu belirten başkan, bu rakkamların aslında çok daha kabarık olduğunun kabul edilmesi zaruretine işaret etmiştir.
Rapora göre bugün dünyadaki işsizlerin sayısı 45.000.000 nu aşmıştır. Hindistan ve Pakistan’da milyonlarca insan işsizdir veya senede ancak bir kaç haftalık bir iş tutabilmektedirler. Cenubî Kore’de işsizlerin sayısı 3.000,000 dur. Bu muazzam işsizliğin Batı Kapitalist âlemini tehdit eden büyük krizin yaklaşmasına bir işaret olduğu meydandadır. Bu krizi önlemek için kapitalist devletlerin ve bilhassa Birleşik Amerika’nın, Marşal Plânı, Atlantik Paktı vesaire adlar altında aldığı İktisadî tedbirlerin hiç bir netice veremediği ve veremiyeceği-ne işaret eden De Vittorio, bu krizin kapitalist nizamın tabii bir neticesi ve onun bünyesinde ve kuruluşunda mevcut hususiyetlerin kaçınılmaz tezahürü olduğunu söylemiştir. İşte beklenen bu büyük buhranı önlemek için, şimdi kapitalistler, üçüncü dünya savaşını çıkarmaya çalrşıyorlar. Son sene zarfında işsizliğin bilhassa geniş istihlâk maddeleri endüstrisinde azamî haddini bulduğunu belirten De Vittorio, dünya işçilerinin, kapitalist nizamın bünyesinden doğan bu tabii hal kar-
Katolik din adamları
43 ileri gefen Katolik şahsiyeti Dünya Barış Taraftarları. Stokholm çağırışını tasvip ettiklerini bildiren bir beyanname neşretmişler ve bahis konusu olan çağırının altına imza koymıya bütün Katolik hristi-yan âlemini dâvet etmişlerdir. Bu münasebetle neşrettikleri beyannamede İsadan, azizlerden ve nihayet Papa Pie xll)’den Barışın yeryüzün de kurulması ve insanların kardeş olmalarına dair kısımlar yayınlamışlar ve hakikî hıristiyanların harbin ve atom bombasının aleyhinde olduklarını ve bütün hıristiyanların, milletler arasında Barışı kurmak için dünya halklarının sarfettikleri gayretlere alâkasız kalamıyacaklan
şısında asla hareketsiz kalmamaları gerektiğini, bilâkis bütün kuvvetleriyle ve mensup oldukları sendikalar vasıtasiyle, kendilerine iş sağlamak, hayat seviyelerini yükseltmek için mücadele etmeleri lâzım geldiğini söylemiştir.
Üçüncü Dünya Savaşını çıkar mak için tedbir ve tahriklerine devam eden Batı kapitalistleri, bir taraftan da bazı iktisadi ve ticarî tedbirlere başvurarak işçi sınıfı aleyhine kendi menfaatlerini perçinle-meyc çalışıyorlar. Bu meyanda De Vittorio Avrupa’nın tek bir pazara irca edilmesi ve memleketten memlekete yapılan işçi muhaceretini ele almıştır. Avrupa’nın tek pazar haline sokulmasının başlıca gayesi, işçi yevmiyelerini asgarî hadde tevhit ederek maliyeti düşürmektir. Avrupa'da asgarî yevmiye haddi Batı Almanya’dakidir. İşte bütün Avrupa işçilerinin yevmiyeleri bu hadde indirilmek amacı güdülmektedir. İşçi muhaceretleriyle kapitalist ler kendilerine lâzım olan kol emeği ihtiyatını elde etmek amacını güdüyorlar. Ayrıca memleket memleket dolaşan işsizler kafilelerinin bezginliğinden istifade edilerek sömürge savaşları için asker temin etmek yolunda da gidilmektedir. İşte bu sebeplerledir ki, işçiler sendikaları vasıtasiyle, mücadelelerine büyük bir azimle devam etmeli, işsizliği, sömürge savaşlarını, savaş kundakçılığını yok etmek, barışı sağlamak, dünyada refahın ve demokrasinin tesisi için var kuvvetiyle çalışmalıdırlar. İşsizliğe karşı savaş, barış uğruna savaş demektir.
da barışı savunuyorlar
nı ve kalmamaları gerektiğini ve Barışın kurulması yolundaki aktif savaşa katılmaları icap ettiğini belirtmişlerdir. Bir beyanname yayın-lıyarak Barışın kurulması, atom silâhının yasak edilmesi yolundaki Dünya Barış Taraftarları Stokholm çağırışının altına bütün hıristiyan-lık alemini imza koymıya ve bu dâvanın tahakkuku için aktif olarak savaşmıya dâvet ediyorlar.
Ayrıca Milletlerarası Kızılhaç teşkilâtı bir çok Fransız Katolik ileri geleninin imzasını taşıyan vr Barışın kurulması ve atom teşkilâtının yasak edilmesine dair Dünya Barış Taraftarları Stokholm çağırışını destekliyen bir beyanname yayınlamıştır.
7
IIİIUI.İİI UM iti Mi İli Hl Hllll 14 > 4 .lillll. IHI İli ili Hl(
^Amerikanın harp hazırlıklarından
Holivut’un “On„ları mahkûm oldu
(jç yıldanberi Amerika ve dünya halkoyunu meşgul eden bir dâva, Hally\vood’un on tanınmış sanatkârının mahkûmiyetiyle neticelendi: Rejisör Edw^rd Dmytryck, prodüktör Adrian Scott ve senaryo yazarlarından Alvah Bessi, Albert Maltz, Dalton Trumbo, Lester Cole, Ring Lardner, John-Howard Lavvson, Samuel Ornitz ve Herbert Biber-man «Kongreye hakaret» suçundan birer yıl hapse ve biner dolar para cezasına mahkûm oldular. Bu dâvanın bugüne kadarki safhalarını gözden geçirmek. Amerikan hükümetinin Amerikan halkını üçiincü bir dünya harbine nasıl hazırladığını ve Amerikan derfıokrasisinin mahiyetini göstermek bakımından dikkate değer. Birleşik Amerika 1941 de savaşa katıldığı zaman memleket içinde faaliyette bulunan nazı ve faşist ajanlarının ve bunlarla işbirliği edenlerin faaliyetlerini meydana çıkarmak üzere «Amerikan A-leyhtarı Faaliyetleri Tahkik Komisyonu adiyle bir komisyon kurulmuş ve gayet geniş salâhiyetlerle faaliyete geçirilmişti. Komisyonun başında demokrat milletvekillerinden Rankin bulunuyordu. Aslında müfrit bir yahudi düşmanı ve faşist taraftarı olan Rankin ve sonradan. 1947 deki seçimlerde Cumhuriyetçilerin kongrede çoğunluk kazanması üzerine komisyonun başkanlığına ge tirilen J. Parnell Thomas bu komisyonun faaliyetlerini, gayeleriyle hiçbir ilgisi olmıyan şekilde ve Birleşik Amerikanın müttefikleriyle o-lan münasebetlerini bozacak bir tarz da yürüttüler ve bu hal Amerikan resmî şahsiyetlerinin şikâyetlerini mucip olacak bir hal aldı. O kadar ki, 1945 te seçim mücadelesi sırasında söylediği nutuklarından birinde Başkan Roosevelt, bu komisyonun kullandığı usullerin «aşağılık v6 A-merikan aleyhtarı» olduğunu söylemiş o zaman Cumhurbaşkanı yardımcısı olan Wallace da, «eğer bu komisyonun başkanı, Hitlerden para alan biri olsaydı Amerika’ya ancak bu kadar kötülük edebilirdi demişti. Bununla beraber, komisyon hiçbir zorluğa uğramadan faaliyetlerini yürütmekte devam etti, 1945 te Truman’ın Cumhurbaşkanlığına geçmesi ve Amerikan dış siyasetinde büyük bir değişiklik vukubulma-sı komisyona faaliyetlerini apaçık bir şekilde yürütme imkânını bahşetti. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonunda, aynı gayelerle kurulmuş olan Dies Komitesi’nin yapmış olduğu gibi, bu komite de Amerika’yı tehdit eden bir «Kızıl tehlike» parolasını ortaya attı ve halkı korku ve tedhişle göz açamıyacak bir hale getirerek bir panik yaratmıya ve böylece gelecek bir harbin hazırlık
larını tamamlamıya çalıştı. Rankin-Thomas komitesi en kısa bir zamanda en tesirli neticeleri elde etmek için en müsait bir yeri seçtiler: Hollyvvood. Burası yalnız Amerika’nın değil, bütün dünyanın nazarlarını üzerinde toplamış bir yerdi. Hollyvvood’ta en ufa kbir hâdise bile büyük gürültülerle dünyanın her tarafına yayılırken, resmî bir komitenin Hollyvvood’ta bir «Kızıl şebeke» keşfetmesi (!) tabii her yerde büyük bir heyecanla karşılanacaktı ve öyle oldu. 1947 ekiminde «Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Tahkik Komisyonu» VVashington’da top landı ve Hollyvvood’un bütün tanınmış simalarını komisyon önünde şahadete davet etti. Bu acayip bir mahkeme idi. Evvelâ şahitler iki kısma ayrılmıştı: «dost şahitler» ve «düşman şahitler». Birinciler, korniş yon tarafından evvelce tespit edilip kendi gayelerine uygun şekilde şahadette bulunacaklarından em i n olunan kimselerden mürekkepti. Düşman şahitler», Kızıl şebeke ye dahil olduklarından şüphe edilen kimselerdi.
Evvelâ «dost şahitler» çağırıldı. Bunlardan Adolf Menjon, Holly-vvood’nun kızıllarla dolu olduğunu bildirdi. Gary Cooper, kendisine o-kunmak üzere verilen birçok senaryolarda komünist propagandası izlerine tesadüf ettiğini, fakat bunları âdeti veçhiyle geceleri yatakta okuduğu için hiçbirini hatıılıyama-dığını söyledi. Ginger Rogers’m annesi ise bir senaristin, kızma şu sözleri söyleterek komünist propagandası yaptırmak istediğini iddia etti: «Paylaşınız, hakkaniyet üzere paylaşınız, işte demokrasi.»
Dâva komedi şeklini almak üzereydi. Fakat sıra «düşman şahitler» in dınienmesine gelince meselenin ne kadar ciddi olduğu ve ne kadar tehlikeli bir yol üzerinde yürü-nüldüğü derhal anlaşıldı, ve Amerika’nın birçok tanınmış şahsiyetleri komisyonun hareket tarzını protesto ettiler. Çünkü, kendileri aleyhinde 'türlü ithamlarda bulunan bu adamlara kendilerini müdafaa etmek hakkı, şahitlere sual sormak hakkı, ‘■avukatlarını celseye iştirak ettirmek hakkı tanınmıyordu. İlk defa komisyon huzuruna çıkan Rîhg Lar-dner, suallere «evet» veya «hayır» dan başka türlü cevap vermek isteyince salondan çıkarıldı, John - Ho-ward Lavvson’un, ondan sonra da diğerlerinin avukatları salona sokul madı. Komisyon başkanı, her gün heyecanlı haberler vererek gazetecileri tahrik ediyordu. Meselâ bir gün Hollywood’un 79 tanınmış şahsiyetinin yıkıcı faaliyetlerine dair deliller toplanmış olduğunu, bir gün Hollyvvood’ta bir casus şebekesinin
mevcudiyetinin kesin olarak anlaşıl dığını, bir başka gün, sinema dünyasının birçok tanınmış şahsiyetlerinin «Rus ajanlariyle işbirliği yaptıklarının anlaşılmış olduğunu bildiriyordu.
Komisyonun bu faaliyeti dokuz gün devam etti ve bütün bu iddialara rağmen, haklarında bir sürü isnatlar ileri sürülmüş olan on kişi hakkında en küçük bir delil bile elde edilemedi. Maamafih Thomas -Rankin komitesinin asıl maksadı da delile dayanan herhangi bir suçu meydana çıkarmak değil, Hollywo-od’da ve bütün memlekette korkulu bir hava yaratmaktı ve bunda oldukça başarı gösterdi: Komite tah-hikakata başladığı sıralarda bütün Hollyvvood stüdyoları bu hareketi protesto etmişler ve komisyon fa-liyetlerinin durdurulması için birçok teşebbüslerde bulunmuşlardı. Hattâ Hollyvvood’un mutlak âmiri ve Amerikan hükümetinin Holly-vvood’daki temsilcisi Eric Johnston bile, söz ve fikir hürriyetinin Amerikalıların en mukaddes haklarından biri olduğunu ileri sürerek, bu komisyonun Holyvvood’da bu hürriyetleri tahdit etmek istediğini söylemişti. Halbuki, komisyonun malûm faaliyetinden sonra, aynı a-damın ve sinema endüstrisinin 50 den fazla ileri geleninin Nevv-York-ta, Wal(iorf-Astorio otelinde 26 kasımda yapılan gizli bir toplantı sonunda, «Hollyvvood on’lan»nın sinema endüstrisinden çıkarılmaları ve k a r a listeye geçirilmeleri Hollyvvood’ta ses çıkarılmadan karşılandı. Aynı gün Temsilciler Meclisi, ( Hollyvvood on‘ları»nın «kongreye hakaret suçundan resmî mahkemelere verilmesini 17 ye karşı 346 oyla kabul etti. Oyların verilmesinden evvei söz alan Rankin, evvelce «on’lar» lehine hazırlanmış bir istidaya imza koymuş olan tanınmış Hollyvvood şahsiyetlerine hücum ederek şöyle bağırdı: «İmzacılar arasında Edvvard G. Robin-son vardır. Onun asıl adını biliyor musunuz ? Asıl adı Emmanuel Golds-berg’tir! Melvyn Douglas’m asıl a-dı da Hesselbergftirl»
Faşist ve nazi taraftan Rankin yahudi düşmanlığını hiç çekinmeden Amerikan Kongresinde ilân e-diyordu.
Ayın 26 smda R. K. O. stüdyosu Adrian Scott'la Edyvard Dmytryck-in kontratını feshetti. İki gün sonra Fox, Ring Lardner’i çıkardı. 2 aralıkta M. G. M. Lester Cole ve Dalton Trumbo’yu çıkardı. Diğer beş kişi ise daha evvelce stüdyolardan çıkarılmış bulunuyordu. İş resmî mahkemeye intikal etti. 1948 ilk-bahannda Dalton Trumbo ve J. - H. Lavvson’un «kongreye hakaret» suçlarının sabit olduğuna ve birer yıl
hapis ve birer dolar para cezasına mahkûm edilmelerine karar verildi. Ve kendilerine kararın Yüksek Mahkemede temyiz edileceği, netice ne şekilde tecelli ederse diğer sekiz arkadaşlarına da otomatikman tatbik edileceği bildirildi.
îki yıl, hiç bir geliri olmıyan, ve hiçbir yerde iş bulamıyan bu insanlar mücadelelerine devam ettiler. Nihayet bir ay kadar evvel, Yüksek Mahkeme, demokratik an’anelerine hiç uymıyan bir kararla, mahkemenin karaıını tasdik etti. Şimdi, Hollyvvood’un on sanatkârı, kendileri hakkında ilk mahkûmiyet kararını veren .1. Parnell Thomas’la beraber hapistedirler. Fakat, Amerikan A-leylıtarı Faaliyetleri Tahkik Komisyonu için aldığı paraları suistimal suçundan üç aya mahkûm olan milletvekili Thomas’la, Anayasa’nın kendilerine verdiği hakka dayanarak kendilerini müdafaa etmek istediklerinden dolayı birer yıl hapse girmiş olan bu insanların durumları arasındaki tezat, Amerika’nın bütün namuslu vatandaşlarını bu karara karşı vaziyet almıya zorlamıştır. On’ların durumu yalnız Amerika’da değil Avrupa’da da akisler uyandırmış ve yer yer protestolara sebep olmuştur. Mücadele devam ediyor.
HOLLYWOOD SANATKÂRLARI NE DİYORLAR?
Gregory PECK:
Hürriyetini kaybetmenin birden fazla şekli vardır:
Bir müstebit onu sizden alabilir; fakat hürriyetinizi, fazla meşguliyetinizden yahut fazla şaşkınlığınız dan veya fazla korkutulmuş olmanızdan dolayı elinizden gittiğinin farkında olmadan, azar azar da kay bedebilirsiniz.
Fredenc MARCH:
Gerçekte onların kime hücum ettiklerini sanıyorsunuz? Sırada olan kimdir? Kilisede, merasim esnasında neler söyliyeceği kendisine ihtar edilen papazınız mı? Sınıfta neler söylemesi gerektiği kendisine gösterilecek olan çocuklarınızın öğretmeni mi? Yahut, düşündüğünüz şeyleri söylemeden önce etrafınıza sinirli bir nazar atmıya mecbur olacak olan siz mi? Kime saldırıyorlar? Hollyvvood'tan çok daha ötelere. Beher Amerikan şehrini, her Amerikan köyünü içine alıyor.
Katharine HEPBURN:
Bizler; yazarlar, sanatkârlar, bilginler, öğretmenler; Rankin’ler, Tenney’ler ve şürekâsı tarafından ilk kurbanlar olarak seçildik. Bunun böyle oluşunun sebebi vardır. Tarihin başlangıcındanberi sanatkâr daima halkın ümit ve hülyalarını ifade edegelmiştir. Sanatkârı susturunuz, halkı en iyi sözcülerinden et-(Devamı 10 da)
a
Amerikan Emperyalizmi bir hayal midir?
İRLEŞİK Amerika Devletlerinin menfaatleri kısa bir zaman içinde Orta Amerikaya yayıldı. Amerikan meyva ve şeker Şirketleri, Demiryolu ve inşaat şirketleri bu işte önderlik ettiler. A-merikan bankerleri bu bölgede bulunan devletlere borç para vermek suretiyle onların nüfuzlarını takviye ettiler. Petrol ve maden işletme imtiyazları aldılar. Neticede bu bölgede bulunan İngiliz sermayesi eski mevkiini kaybetti. Amerika Birleşik Devletlerinin Orta Amerika ve Doğu Hint - Adalarına yatırdığı sermaye 1930 yılında 1,5 milyar doları bulmuştu.
Amerikanın bu bölgedeki iktisadi menfaatlerinin artmasına muvazi o-larak devletlerinin iç işlerine Müdahalesi de arttı Amerika bir çok devletlerin gümrük idaresini bizzat, ele aldı.
Panama 1903. Dominican Cumhuriyeti 1904, Nicaragua 1910, Hay ti 1915 yılındanberi Amerikanı bu neviden bir (himaye>si altındadır. Diğer Orta Amerika Cumhuriyetlerinin hiç birinde de tam bir istiklâl mevcut değildir.
LÎBERÎA
AFRİKANIN Batı sahillerinde küçük bir zenci cumhuriyeti vardır. Bu zenci Cumhuriyeti Amerikadan hicret etmiş zenciler tarafından 1847 de teşkil edilmiştir. Bu zenci Cumhuriyeti yavaş yavaş İngiliz emperyalizminin nüfuzu altına girmekte idi. Fakat 1911 yılında Amerikanın mııdahelesi üzerine İngiltere elini bu memleketten çekti Amerika bu küçük zenci cumhuriyetini nüfuzu altına aldı. Amerikanın Morgan Bankası 1912 yılında üibe-ria devletine borç para verdi. Amerika Cumhurbaşkanı da Liberia’da vergilerin toplanmasına nezaret etmek üzere bir memur gönderdi. Li-beria hudut kuvvetlerinin başına bir Amerikan komutanı getirildi.
1926 da Liberia hükümeti ile; Firestone lâstik ve kauçuk fabrikası arasında yapılan bir mukavele Firestone şirketini bu memlekete hâkim kıldı. Kumpanya 99 senelik bir mukavele ile bir milyon acre’ük «-razi kiraladı,
Firestone şirketi memlekti üç ta-
raftan sömürüyordu: Evvelâ kullan----
dığı arazi için pek az bir kira vermekte idi. Yerli işçilere az gündelik veriyor ve çok çalıştırıyordu. Borç olarak verdiği paralara yüksek faiz alıyordu.
1929 da Liberia da esir ticareti yapıldığı iddia edildi. (Hükümet jne murları bu yüzden epiyce para ka-
zanmakta idiler). Liberia o zamanki Milletler Cemiyetine şikâyet e-dildi.
Fakat Amerika hükümeti ve Firestone kumpanyası işi Milletler Cemiyetinde o kadar mahirâne idare ttiler ki, Cemiyet müdahaleden vaz gçti. Ve Amerikan memurları Firestone istikraz mukavelesi hükümlerine göre gümrükleri ve bütçeyi kontrolü devam ettiler.
MEKSİKA
SKSİKA Amerikan emperya-izminin nüfuzuna ilk giren Memleketlerden biridir .
Amerikadaki Morgan Bankası 1899 yılında Meksika hükümetine 110.000,000 dolar borç para verdi. Sonradan yapılan demiryolu istikrazları ve diğer istikrazlar sayesin de Amerika birinci dünya harbinden evvel Meksika hükümetinin ma li işlerine burnunu soktu.
Meksikanın ^UJü^ alün ve bakır madenleri Amerikan sermayesi ile işletiliyordu.
Meksikanın zengin petrol kaynakları da bu bölgede İngiliz Amerikan menfaatlerinin çarpışmasına sebep oldu.
Amerika İngilizlerin adamı olan
Huerta’nın 1911 de Cumhur başkan lığına getirilmesine karşı resmen müdahalede bulundu. Amerikan bay rağına hakaret dildiği iddiasile Ve-ra Cruz limanına Amerikan donanması gönderildi. İngilizlerin Huer-to’ya silâh göndermelrine mani o-lundu.
Amerika Meksika petrollerini ele geçirmek için kendi adamı olan Car ranga’yı Cumhur başkanı yapmak is tiyordu. O zamanki Amerika Curn hur başkanı Wilson. Carranga lehi ne yaptığı müdahaleleri haklı göstermek için bu adanın yeni bir ana yasa ile memlekete istikrar getirecc ğini ileri sürmekte idi.
Fakat Carrango Cumhurbaşkanı olur olmaz memlekette bir köylü isyanı patladı. Başında Villa ismin de bir köylü bulunan bu isyan gittikçe genişledi.
Fakat Villa Meksikaya girerek Carranga’yı koruyan Amerikan askerlerimi! ^.r^ışıjıjigL dayana madı.
kerlerinijı .anamadı, mağlup oldu.
1917 de Carranga’nın yaptığı ana yasa da
Çünkü v
desine göre Meksika hükümeti Mek sika kaynaklarının yabancılar tarafından hudutsuz bir şekilde istisma-
Amerikayı memnun etmedi, 'eni anayasanın 27 inci mad
Dünyâ
Yazan: Prof. J. D. Bernal
arı
İdrojen bombası yapmak teklifi, ilmi harb hizmetinde kullanmanın bizi nasıl manasız bir korkuya sürükleyebileceğini her kese gösterdi. Harb kararı vermek için idrojen bombası, atom bombasından daha az ehemmiyetli askerî bir silâh olarak düşünülebilir. İdrojen bombası buna radyoaktif tesirleri de ilâve ederseniz, insan hayatına doğrudan doğruya. daha geniş ve hesapsız tahribat yapar ki, bu her iki taraf için de, te*^^ rarla ra sebep olur. Bomba tehdit sıtası olarak da kullanılamaz. Eğer merika bunu yapar yapmaz, Sovyet Rusyanın bunu yapamıyacağını zan netnıegesebep yoktur. Bu şekil harplere nihayet vermek için sür’at-
ı| le bir şeyler yapmak lâzımdır.
İlk adım olarak her memleket hal kının hükümetler in|, düşman bu bombayı kullanmadikça, kullanım-yacaklarını ilâna sevketmeleri faydalı olur. İkinci bir yol da, Prof. Jo-liot Curie’nin telkin ettiği gibi, a-tom bombasını kullanacak ilk hükümeti cani olarak ilân etmektir. Bu şekilde bir ilân, muhakkak ki birçok âlimi bu gibi silâhlan imâl etmemek kararına kuvvetle şevke-decektir. Daha şimdiden bütün araş tırma yapanlar ve Fransız Atom Enerjisi Komiserliği mensuplan, eğer atom bombası üzerinde çalışmağı teklif ederlerse, hemen mües-
r
seseyi terkedeceklerini katiyetle ilân etmişlerdir. Bütün bu seyir içinde tek selâmet yolu, yalnız idrojen bombasını değil, bütün atomik ve bakteryolojik silâhların mutlak surette men’idir.
Bütün hükümetler samimiyetle atom silâhları imâlinden ve kullanılmasından vazgeçmeli ve mevcut stokları ^tahribetmeği de taahhüt etmelidirler; bu stoklara sahip olan enger müesseseler de aynı şeyi yapmalıdırlar.
. Böyle bir taahhütte ihtilâlci hiç-
bir mahiyet yoktur. Bu esasında. \*a -
1925 de gaz ve bakteryolojik harbi men’eden anlaşmadan ve 1932 de silâhsızlanma konferansında bunun, temin edilmesinden farklı birşey değildir. Vakıa, bildiğimize göre 1941—45 harbinde gaz ve bakteri muharipler tarafından (bununla beraber Japonlar kullanmağa hazırlanıyorlardı) kullanılmamıştır. Bu tedbiri müessir yapabilmek için, insan dehasının yaratabileceği (pro-cessul) (madenlerin işlenmesinden bombanın imaline kadar) Milletlerarası tam bir teftiş sistemi kurulmalıdır. Bu müessese, seyyar ilmi müfettişleriyle beraber milletler arası bir teftiş komitesinin nezareti altında çalışmalıdır. Icabeden zengin materyel ve geniş plânlar böyle bir sistemin çalışmasını isabetli bir hale getirir.
Cidden gerek Anglo-Amerikan ve gerek Sovyet hükümetleri kontrol ve teftişin mümkün olduğunu kabul
edebilecekti tâdil etrrıe-bir
rina karşı müdahale Amerikan bu maddeyi inekte İsrar eden Carranga'yı çok entrikalar sonunda, 1920 de devirtti ve yerine Obregon’u geçirtti. Anayasadaki bu maddenin 1917 den evvel Meksikaya yatırılmış bulunan Amerikan sermayesine tatbik olunnuyacağını kabul edinceye kadar Amerika Obregon hükümetini tanımadı.
Meksikada yapılan siyasî değişik liklerde Amerikan emperyalist men faallerinin rolü hakkındaki misalleri uzatmaya lüzum yok. Aynı dalavereleri Amerikan nüfuzunun hâkim oldugıı diğer devletlerde de görec-ğiz.
ettiler, yalnız bunun nasıl yürütüleceği hususunda küçük bazı noktalarda ihtilâfları vardır. Bu biricik kabule lâyık metottur. Herhangi müstakil bir' devletin Baruch’un (atom komitesinde Amerikan mümessili) plânını kabul edeceğini düşünmek bir hayal olur. Barudi bütün atom tesislerinin mülkiyetini ve idaresini, içinde Amerika’nın ve dostlarının daimî bir ekseriyet teşkil edecekleri bir komitenin eline vermekte; ve buna ilâve olarak A-merika’nın bomba stoklarını elinde tutmasını, hudutsuz bir zaman için bomba istihsaline devam etmesini teklif etmektedir.
Bunların hepsinin üstünde olan şey, bütün halkları atom harbinin men’i hakkında yapılan tekliflerden haberdar etmek, bunun şimdiye kadar men’edilmesine, Sovyetlerin inadının sebep olduğu gibi yanlış bir kanaate sahip olmalarına ve aldatılmalarına meydan vermemektir.
Dünya Barış Komitesinde, dünya parlementolarını atom bombasının men’i prensibini kabule sevkeden teşebbüsü, bu memlekette de (İngiltere’de) dikkat nazarına alınmalıdır. Hiç olmazsa bunun Avam Kamarasında ciddiyetle münakaşa e-dildiğini görmek isteriz. Ergeç halkın iradesi bütün bu harb dehşetleri karşısında kendisini gösterecektir. En mühim ve âcil olan şey çok geç madan bunun yapıldığını görmektir.
9
Tütün işçilerimiz ve ekicilerimiz feci durumdadır
Zaten normal zamanlarda senenin 4—5 ayını aylak geçiren tütün işçilerimiz artık büsbütün iş bulamaz hale gelmişlerdir. YUlardanbe-ri sanayiimiizn çeşitli alanlarında müzmin bir şekilde devam eden işsizlik, iki yıldır her yanı sarmakta ve sosyal varlığımızı içinden kemirmektedir. Marşal Plânından faydalanma ile yerli sanayiimizin de ocağına incir dikilmiş ve böylece ilk olarak dokuma sanayii ve tütünde tam bir iflâs baş göstermiştir.
göre çok düşük yövmiye ile çalışan ve her türlü baskı ile elinden daha çok iş alman kadın ve çocuk işçileri çalıştırır oldular. Erkek tütün işçileri bütün bir yıl işsiz, güçsüz kahve köşelerinde en kötü şartlarda sürünmiye başladılar. Korkunç bir açlık ve her türlü mahrumiyet işçi barınaklarını; tavan aralarını, bodrumları, gece konduları, mahzenleri kaplamıştır. Sefalet gittikçe artan fecî bir tempo ile ilerlemektedir.
Demokrat Parti ve grev hakkı
Muhalefet saflarında iken Demokrat Parti mensuplan her vesile ile işçinin karşısına çıktıklarında, Türk işçisinin eıı esaslı demokratik haklanndan birinin grev hakkı olduğunu defalarca tekrarladılar.
En son olarak seçimlere bir ay kala Sendikalar Birliğinin yaptığı yıllık Genel Kurul toplantısına Demokrat Parti adına çağrılan Köprülü, partisinin işçi sendikaları gibi işçinin İktisadî sahada haklarını koruyacak gayrı siyasî teşekküllerin siyasete âlet edilmelerine aleyhtar olduğunu ve grev bütün demokrat ülkelerde gibi Türkiyede de işçinin
hakkı olması gerektiğini hiç bir tevile imkân bırakmıyan bir katiyetle belirtti. Anadoluda la yaptığı geldikleri
hakkı tanıyacaklarını söyledi. Ma-mafi aynı ağızların 1946 seçimlerinde bunun tamamen aksi bir dil kullandıklarını da dı.
C .H. P. nin cıklı neticeleri
Kukla Sendikaları Birliklerinin iplerini en azılı C. H. P. liler dünyanın gözü önünde avuçları içinde bu-lıınduruyor ve .siyası mitinglerinde kalabalık olsun diye bunları kullanıyorlardı. Sözde bağımsız diye or-
şiddetle hakkının tanındığı en tabiî
En büyük tütün alıcımız olan memleketler; Almanya, şimalî ve garbı Avrupa memleketleri birer birer Virijinya tütününe alıştırılmış ve elimizden gitmiştir. Bir tütün memleketi olan Türkiyemizin yüksek tabaka mensuplarından çoğu dahi çesterfild veya kemıl içer olmuşlardır.
Aslında dünyanın en nefis tütünlerine sahip olan tütün piyasamıza hâkim sermayedarlar; ötedeııbeıi imali ucuza mal etmek hırsı ile, çoğunu işletmeden çöpü ve gübresi ile dış memleketlere göndere, göndere fena bir şöhret almışlar ve son defa dünyayı silindir gibi çiğneyip geçen Amerikan sermayesinin ağır baskısı altında çökmeye yüz tutmuşlardır.
Her yıl karakış başlangıcına kadar amele kadınlı erkekli, çolûklu çocuklu tütün depolarında çalışır ve bir kaç ay depolar mecburî tatil devresine girince: çoğu civar memleketlere, tütün ekilen yerlere dağılıp oralarda çalışarak kışı geçirirlerdi. Evcek tütünde esir gibi çalışan işçinin ellerine neticede korkunç derecede az bir para geçer ve onlar bunla ancak ölmiyecek kadar bir şey yiyip perişan halde yaşar dururlardı. Bu hal normal savılan zamanlarda bu minval üzere devam edip gidiyordu. Bu müzminleşen sefaleti kanıksıyan tütün işçisinin durumu bir kaç yıldanberi büsbütün kötüleşmiştir. İkine i Dünya Harbinden sonra herkes ine ketin dış ticaret imkânlarının genişleyeceği ve böylece yerli sanayiimizin gelişip, ihracatımızın artaca-rağmı umarken, daha fecî durumlar birbirini kovaladı. Marşal Plânı gereğince hariçten memleketimize sokulan Amerikan malları yerli sanayiimizi felce uğrattı. Böylece memleketimiz dokumasına varıncaya dek hor tin İti mamul eşyayı hariç ten alan bir pazar haline geldi. Tütün gibi sayısı bir kaçı geçmiyen değerli ihraç mahsullerimizin karşısına da Amerika imalcileri bu durum rötarını daraltmak, derecede ucuza mal Böylece ötedenberi bir erkek işçiye
Sözde ortalıkta; sigorta, çalışma, iş ve işçi bulma bürosu gibi bir takım boş ve sırf iktidar partisine öğünme ve propagandasına yarıya-cak teşekküller mevcuttur, üstelik bu içler acısı durum karşısında muhalefet ve muvafakat olaylara gözlerini kapayıp sıkılmadan rey avına çıkabiliyorlar ve işçilerimizi işlerin den eden Marşal Plânını hâlâ göklere çıkarmak yolunda çırpınıyorlar...
Hani demokrasinin alfabesine dahil ölan: müsavi hak ve ücret prensibi nerede kaldı. Tütün istihsalinde düşük yövmiveli kadın ve çocuk işçiler tamamiyle erkeklerin yerini almış gibidir.
Tütün istihsalindeki bu feci durum, tütün eken küçük toprak sahip lerinde de aynen mevcuttu). Geçen yıl etraftan gördüğü teşvikle tarlasını donatan köylü mahsulü toplayıp pazara getirince dona kalmıştır. Çünkü elinden son derece düşük bir fiyatla tütünleri alınmak istenmiştir. Bu feci durum karşısında mahsulünü yok bahasına vermektense çürütmeyi termh etmiş ve bu vıl tütün ekenlerin sayısı birdenbire düşmüştür.
^Behirde tütün istihsalinde iş bula nny.au uiueie köye akmış orada da boğaz tokluğuna iş temin edemez oln.urt ıır.
b i r m ese 1 e d i vp | Me ı nlckettel
1 ütünden
I
I I
Bizzat Celâl Bayar da muhtelif yerlerde halk-konuşmalarda, iktidara takdirde işçimize grev
işçi sınıfı unutma-
işçi politikasının a-dünyaca biliniyor.
taya atılan ikinci Sendikalar Birliğinin de arkasından Kessler’ler Fındık oğulları sırıtıverdiler. C. H. P-, totaliter devrenin karanlığı içinde iktidarda ağalık sürdüğü devirlerde faşist idareler tipinde kukla işçi korparasyonları, ismi var cismi yok teşekkülleri daima koleksiyonunda bulundurmuş ve memlekette zarurî olarak çok partili sistem ve tek dereceli seçime geçilince aynı baskıyı isim değiştirerek idame ettirmek sevdasın» kapılmıştı. Irmak, Sirer, Barkın gibi çekirdekten işçi düşmanı ve Nazizm hayranlarının işçi dâvamızı ne türlü ele aldıkları ve demokrat memleketleri kendimize nasıl güldürdükleri herkesin malûmudur.
Acaba sendikalarımızın arzettiği bu feci durum karşısında iktidara gelen D. P. Türk işçisine ilk hamlede beklediği başlıca ekonomik hak ve müdafaa vasıtası olan grev hakkını tanıyacak ve bağımsız yani işçinin kendi inisiyatifi ile kurulup kendisi tarafından idare edilen sendikaların kurulması için sosyal imkânları sağlıyacak mı?
F. Saffet
Neden Sosyalizm ?
lidir şeklinde bir sual soracak olursak, bizim değiştirmemize imkân ol-mıyan bazı şartların mevcudiyetini unutmamalıyız.
Hol vutun onları
karakteristiği o-
ibaret olan
1
5
dikildi. Tütün karşısında kad-işçiLiği âza mî etmek istediler.
Bu k ti ç üı n s e n m i v e c e k
geçimi olarF milyonlarca insan | ıdel^Bu dur- !
isti hs:Wnd _. „ ..
un devam etmesi yffîibinlere! mvanın mahvı demBktiı. Sınu'sız )ir iştihaMe pazar a eden dolayı harp k
?unu ve «pen dola
.. ve öliîR, öFı memleke daha görüyoruz, onların ücretli memurları halkın kendi meseleleriyle meşgul olmasına ve dui'umuııu korumasına boyuna engeller 1 erin i keye -yanalı rtiyle etmeğe çalışırlar.
Sınırsız ına çıkanların kırtıcısı oldu-ha Utları sefa* ettiklerini uu kalitesinde bTr"Kere Sömürgeciler ve
çıkararak onların göz-mütemadiyen dışa - dış lehlice v i rtm eğe uğr ışırlar ve debi r harp havası yaratmak su-aşikâr haksızlıkları örtbas
F. Saffet
(Baş tarafı 3 de) dar kendi hayatı üzerine hareketiyle tesir edebiliyor, ve bu prosesüste şuurlu fikir ve irade bir rol oynıya-bilivor.
İnsan doğarken irsiyetiîı tesiriyle, değ i.şm iyen ve değiştirilmeyen, ve insan cinsinin
lan tabiî meyillerden muayyen bıoiojik bir şekil almaktadır. Bundan başka, hayatı boyunca. diğer insanlarla münasebeti ve diğer biı çu klesir tipleri sayesinde, cemiyetten aldığı bir kültürel şekil iktisap eder. Zamanla değişmesi mümkün olan ve çok geniş bir şe-| kilde fert ile cemiyet I münasebeti tayın ede
ildir. Modern untı
arasında ki, n bu kültürel antropoloji! «pri-irlej in mukaye-ı ulatın içtimai yiik faiklar gfetermekfe-i h»Bket tarS yette baş rolü oymvan «rganil tipleri ve kültür tiplerine
mitif.«ilenilen kü seli t«uki ile, tarzı Sreketini arzedbileceğini dir: bu idfimaî
eenud~- ’ *
zasyon
'■Hi'üdır. İşte, insanların istikbalim düzeltmeye çalışanlar bu vakaya Limit bağlıyabilirler: insanlar biolojik yapılar yüzünden birbirlerini mahvetmeye veya kendi kendilerinin sebep oldukları acı bir sonun esiri kal maya mahkûm değildirler
Cemiyetin yapısı ve insanın kültürel durumu, hayatı mümkün olduğu kadar tatmin edici bir hale getirmek üzere, ne şekilde değişme-
miş olursunuz. Kültürü yok ediniz, halkın daha iyi bir hayat için kuvvet aldığı en büyük ilham kaynağını yoketmiş olursunuz.
Her cephede hücuma geçilmiştir. Yazarlar ve öğretmenler iftiraya uğrarken işçi, kendisine o kadar pahalıya malolmuş olan teşkilâtlanma hakkından ediliyor ve memurlar git tikçe artan enflâsyon ve işsizlik tarafından çok aşağı bir hayat seviyesinin kendilerine empoze edildiğini görüyorlar .
İşte bizi parçalamak ve harbe «giden yola siiıiiklemek isteyenlerin plânı budur.
W Uf iam W LER (Reji sör ):
Bugün Hollywood’ta «Hayatımızın en güzel günleri’ni yeniden çevirmek müsaadesini alamam. Bu doğrudan doğruya Amerikan Aleyh tan Faaliyetler Komitesinin meydana getirdiği bir neticedir. Bu komisyon namuslu insanları, fikirlerini ifade etmek cesaretini göstere-miyecek kadar korku içinde bırakıyor. Bu komisyon Hollyvvood’ta panik yaratıyor. Korku, kendiliğinden bir sansür yaratıyor ve bu sansür sinemayı felce uğratıyor.
Çinde büyük arazi sahiplerinin çiftlikleri topraksız, fakir Çin köylülerine dağıtılmaktadır.
İSRAİLDE:
(Baştarafı orta sahi/ede) meşine dair çağırının altını imzalamıştır. Köylerde ve büyük şehirlerde imza kampanyası aynı hızla yürü tülmektedir.
LÜBNANDA:
Beyrutta Lübnan barış taraftarları millî komitesi Stokholm çağırı-larının altlarına imza toplama işini Lübnanın en uzak noktalarına kadar yaymıştır. Lübnan demokratik sendikalar federasyonu 14,000 imza toplamıştır.
ÇİNDE:
Çin başkenti Pekin de dün 50,000 den fazla insan
raftarları tarihî kongresinin atom si lâhının yasak edilmesine dair olan çağırışı altına imza toplamak için
Stokholm barış ta-
bir miting yapmıştır. Mitingde söz alan You-bou-çen, dünya barışı -nın kurulması için büyük Çin halkını harp kışkırtıcı ve sömürgecilerle aktif savaşa çağırmıştır.
Genel Çin sendikaları federasyonu organı olan Bun — Çen — Şibau gazetesi Çin işçilerini Stokholm barış taraftarları kongresinin çağın sini imzalamıya davet etmiştir.
Çin demokrat işçi partisi büyük atom araştırıcısı ve dünya barışının kurulması yolunda aktif olarak savaşan Frederic Jolliot Curie’nin va uzaklaştırılmasını öfke
ve nefretle Fransa hükümeti nez-dinde protesto ettiğini bildirmiştir.
zifesinden
El değiştiren iktidar
(Baş tarafı 1 inci sa: de) imkânı verili? Fırtınaya çevirmeğe çalıştığı buhranlı havayı birden bire neden yumuşattı?
1) Halkın, Halk Partisine ve onun hükümetine karşı hoşnutsuzluğunu filî ve kitlevî hareketlerle göstermeğe başlamasının burada başlıca rolü oynadığına şüphe yoktur. Bilhassa son zamanlarda türlü sekenlerin doğurduğu kitle çıkışları Halk Partisini derin düşüncelere sev-kedecek, cesaret kıracak kadar manalı ve tehlikeliydi. Böyle bir hava içinde baskı yapmanın ateşle oynamak olacağını Halk Partisi erkânı anlamamazhk edemezdi. Bununla beraber memleketi askerce bir zihniyetle idare etmeğe alışmış bir iktidarın, bir polis hükümetinin, ortada kendisince daha ciddi sayılacak başka sebepler olmadan, kitle çıkışlarına fazla önem vereceğini, halka boyun eğeceğini düşünmek de biraz saflık olur.
2) Fakat memleketin bağımsızlığı pahasına muhafaza edilen bir iktidar bağımsız bir iktidar olamazdı. İktidarın asıl sahibi olmaktan çıkarak bir vasıtası haline gelen bir partinin boyun eğdiği bir kuvvet bulunması gerekti. Bu kuvvetin elindeki âletin işe yaramaz bir hâle geldiğini gördüğü anda onu yenisiyle değiştirmesine bir sebep yoktur. Hem sonra, narp içinde ve harp sonrası devresinde irticam, hürriyet ve demokrasi düşmanlığının yuvası, bayraktarı olmuş bir partiye demokrasinin önderliği rolünü oynatmak, başka milletleri aldatmak ta zaten zor oluyordu Memleket içinde itibarı sıfıra inen, memleket dışında silâh tüccarlarından başka dostu bulunmayan posası kalmış bir partiyi iktidarda tutması iktidarın hakiki sahipleri için zararlı neticeler de doğurabilirdi.
Seçimlerin sonuçlarına dair Amerikan dış bakanlığının yayınladığı resmî tebliğ Halk Partisini kadere boyun eğdiren şeyin ne olduğunu anlatmaya kâfidir. Bu resmî tebliğ Türkiyedeki iktidar değişikliğini demokrasinin bir zaferi, bir delili şeklinde göstermeğe çalışıyor. Amerikan Dış Bakanlığının bu gayreti nedendir? Bu olay bize Amerika halkının, Türkiyede irticai des-tekliyen ve besliyen Amerika hükümeti karşısındaki durumunu, Amerika hükümetine yaptığı baskının derecesini göstermiyor mu? îç işlerimize karışmadığını her fırsatta iddia ve
İsrail barış taraftarları büyük a-tom alimi Frederic Jolliot Curie’nin barışçı gayelerinden ötürü işinden uzaklaştırılmasını protesto etmişler ve Tel- Aviv de çıkan gazetelerde bu protesto mektubu yayınlamışlardır.
KOREDE:
Demokratik Kore halk cumhuriyetinde 2 hafta sonunda 5,800,000 kişi Dünya Barış taraftarları Stokholm çağırışının altına imza koymuştur.
ilân eden Amerika hükümeti seçimlerin lıemeıı ertesi gün yaptığı bu tebliğle iç işlerimize müdahalenin böyle kaba bir misalini göze alması bu baskının ciddiyetine bir delil değil midir? Fakat iktidarın el değiştirmesinden beklenen faydalar bu kadarla kalmıyor, dahası var.
3) Akdeniz bloku bugünlerde yine bahis konusu olmağa başladı. Yugoslavya ile Yunanistan arasındaki yakınlaşmadan sonra bu blokun başarılı bir sonuca bağlanması şansının arttığından bahsediliyor. Yugoslavya ile Yu-nanistanın yakınlaşmasını kolaylaştıran âmil Plastiras’ın iktidara gelmesini sağlıyan Amerikan ültimatomu değil midir? Yugoslavya Akdeniz blokuna açıkça iştiraki göze alırken eski sosyal prensiplerine hâlâ bağlı görünmek için, bir zamanlar faşist ve mürteci diye ilân ettiği, şimdi kendileriyle işbirliği edeceği hükümetlerde şeklen olsun bazı değişiklikler görmeğe ihtiyacı vardır. Yunanistanda bu işi A-merikan ültimatomu temin etti. Türkiyede yeni seçimler ayni işi niçin görmesin? Tifo partisinin organı olan Borba gazetesinin Türkiyedeki seçim neticelerini «Demokrasi kuvvetlerinin bir zaferi olarak selâmlamakta» acele etmesi
mânalı değil midir?
Görülüyor ki, Halk Partisinin seçimleri o-
luruna bırakmasında iç baskının tesiri olduğu kadar dış âmillerin, dış baskılarında tesiri var-
dır. Türk halkının, yıllarca zulmünü gördüğü bir partiye karşı olan nefretini istismar etmek istiyen bu dış baskının gayesi, dünya umumî efkârihı, memleketimizde demokrasinin varlığına inandırmak ve boyleee harp hazırlıklarının gerekli kıldığı yeni bir takım siyasî tertiplere daha elverişli bir hava yaratmaktır.
Türk halkı D. P. ye, C. H. P. ye karşı olan nefretini ifade etmek için oy vermiştir. D. P. den yarasına merhem ummuyor. Partiler rol değiştirmişlerdir. Halk Partisi Demokrat Partiyi doğurmuş ve yetiştirmişti. Demokrat Partinin, iktidardan düştükten sonra çökmeğe yüz tutan Halk Partisini payandaladığını gös
ÇİNDE:
Harbin, Çujang’da barış komiteleri kurulmuştur. Profösörler, Öğrenciler ve her meslekten aydınlar Stokholm çağırışının altına imza toplama hareketine katılmışlardır.
Şangiıayda 400,000 den fazla imza toplamıştır.
HİNDİ ST ANDA:
Bombayda dünya barış taraftarları Stokholm çağırışı altına 2,000 imza konulmuştur. İmza toplama i-şi burada ve diğer lıind şehirlerinde hararetle devam etmektedir.
J/JPOATY/lD/l.-
Japonya millî sendikaları ve barış komiteleri Stokholm çağırışına imza toplamak maksadile 2.000,000 bülten yayınlamıştır. Bunlardan 10,000 lercesi kapışılarak imzalanmıştır.
MISIRDA:
Mı sır ileri gelenlerinden çoğu, parlamentoya mensup saylavlar dünya barış taraftarları * Stokholm çağırışının altını imzalamışlardır.
MACARİSTANDA:
Bııdapeştede dünya sendikaları federasyonu mayıs sonlarında yaptığı toplantıda biitün dünya emekçilerini Stokholm barış taraftarları kongresinin çağırılan altına imza koymıya davet eden bir beyanname yayınlamıtır. ş
POLONYADA:
Polonya Kızıl Hiç genel idare ku-, rulu son yaptığı toplantıdan sonra dünya Kızıl Haç teşkilâtı merkezine bütün teşkilâtın dünya barış taraf-tarlırı Stokohlm çağırışı altına imza koymalarını istiyen bir beyanname göndermiştir.
Lotz şehri profesör ve öğrencileri Oxford Üniversitesi gençlerine bir davetname göndererek onları Stokholm çağrısının altına imza koymıya çağırmışlardır.
FRANSADA:
Marsilya, Lyon ve daha başka Fransız şehirlerinde amele ve memurlar Stokholm çağırışına imza koymaktadırlar.
DOĞU ALMANYADA:
Hür Alman g e n ç ie r birliği 7,000.000 dan fazla \mza toplamış-lardır. Kuzey Ren Festifalyada 17000 kişi, barış taraftarları Stokholm çağırışını imzalamışlardır.
teren emareler şimdiden belirmeğe başladı. Birbirlerini düşürüp kaldırarak müşterek yol
larına devam etmeğe çalışacağa benziyorlar. Bakalım ne zamana kadar.
BARIŞ
ÎTALYADA:
İtalya Savunma Bakanı Rakkarti İ-talyada en son sistem Amerikan tipi harp malzemesi yapımına başlandığını bildirmiş ve Torinoda seri halinde avcı uçakları çıkarılmıy a başlanmıştır. Torino işçileri bu hareketi protesto etmişler ve işlerini terk r( inişlerdir.
11
BARIŞ
Posta kutusu: 54 — Aksaray
15 Günlük Politika - Fikir
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Rifdt PELVAN
Basıldığı yer: Alişan Dobra Matbaası
Abone şartları : Yıllığı 500 Altı aylığı 250 kuruş.
İdare yeri: Ankara Caddesi
İzzettin Han No: 49
Fıatı 25 Kuruş
SAYIN OKUYUCULARIMIZA
Çıkmıya haşladığı günden itibaren BARIŞ’a sürekli olarak, mem-lektimizin her tarafından şiir! ve yazı yağmuru yağmakta devam ediyor. Memleket çapında gösterilen ilgiden ötürü teşekkürü bir bore biliri bütün bu yazılara ayrı ayrı cevap vermiye, onları neşretmiye ne verimiz ve ne de vaktimiz müsait ol matlığından sevgili okuyucularımızdan özür dileı ve şu noktaların bilhassa dikkate alınmasını rica ederiz:
1 BARIŞ mecmuası, her şeyden önce günümüzün memleket * ve dünya ölçüsünde en önemli hayatı meselesi olan BARIŞ DAVASI nı ele almış bulunmaktadır. Mecmuamızda birinci plânda bu konu ile ilgili noktalar belirtilmektedir.
2 Yer darlığı ve maddi imkân
sızlıklar yüzünden sanat’a ait yazılara ancak iki sahifemizi ayırabilmekteyiz. Bu iki yaprağın da içinde bulunduğumuz şartlarda arttırılmasına imkan yoktur. Esasen bu sayfalara da daha ziyade Barışla ilgili samı t yazıları koyulmıya çalışılmaktadır.
3 — Mecmuamızın yaşaması ve uzun ömürlü olması için abmıc olmanız ve yeni aboneler bulmanız şarttır. Zira mevcut bayi teşkilât larına bel bağlayarak böyle bir dâva dergisinin yaşamasına imkân yoktur.
Bu itibarla sayın okuyucularımızın, mecmuanın satış ve dağıtılma işi ile bilfiil meşgul olmalarını ve türlü maddî zaruretler içinde çıkartmaca savaştığımız BARIŞ dergisinin ve onunla birlikte Barışı savunma dâ-
vasını muzaffer olması için, ellerinden gelen yardımı yapmalarını dileriz. . I
4 — Dün^â Earışı ile ilgiili konular üzerinde sayın okuyucularımızın yayınlananlardan gayrı, bildikleri yeni şeyler varsa göndermelerini bilhassa rica ederiz. Yine Barışla ilgili sorularını da cevaplandırmıya çalışacağız.
5 Barış, sayfalarınızı memleket meselelerine geniş ölçüde yelvemi ek azmindedir. Yaşadığımız devirde, ekonomik, sosyal, kültürel, politik hemen bütün meseleler Barışla sıkıdan sıkıya ilgili bulunmaktadır. İlk bakışta Barışla olan ilgisi az gibi görünen mevzuların altları kazmnv a yine Banş görülmekte dır.
6 Nâ zını Dikme t’in haksız ye
re 13 yıldanberi zindanlarda sürütülmesi ve. bu tarihî adli hatanın iç ve dışta millî itibarımızı sarsacak muazzam bir hadise olması Barışı ilgilendirdiğinden ötürü okuyucularım ’znı bu dünya çapında Barışsever yüce şairimizin bir an önce hürriyete kavuşması yolunda kanun çerçevesi içinde aktif savaşa katılmalarını istiyoruz.
Bııgiin için Nâzım Hikmet’in kurtarılması dâvası, memleket ve dünya çapında insanlığı iztirap ve haksızlıklardan kurtarma demek olan Barış dâvasının bir parçasıdır. Siyasî, fikrî, kültürel inanışları ne o-lursa olsun memleketimizin bütün iyi nivetli, namuslu, hale ve adaletten ayrılmaz insanlarım Dünya Barışının kurulması ve Nâzımın kurtarılması yolunda harekete çağırıyoruz. BARIŞ
BEREKET ARSLAN VAR...
12
t
YIL; 1 SAYI: 4 POLİTİKA FİKİR SANAT 1 HAZİRAN 1950
El değiştiren
iktidar
Halka ve onun gerçek menfaatlerine yüz çevirmiş bir partinin bir seçim sonunda iktidardan düşmesi hayret uyandırmamak gerekti. Fakat itiraf edelim ki, hemen herkes için bu bir sürpriz oldu. Bugün demokrat kesilen Halk Partisi idarecilerinin, iktidarı, hamurunu bizzat kendi elleriyle yoğurdukları bir partiye bile devredeceklerine —onları hakiki çehreleriyle tanıyanlar için — inanmak zordu. Halkın menfaatlerini kendi tahakküm arzularına göre ölçen bir partinin, halkın iradesine boyun eğeceği, bu iradenin tecellisine imkân vereceği kolay kolay akla gelmezdi. Meğerki memleketin bugünkü iç ve dış siyasî durumu, bu durum üzerinde müessir yabancı kuvvetlerin arzu ve iradesine bağlı bir iktidar değişikliğinin zarureti önceden kavranılmış olsun. Demokrat Partinin «tarafsız» öğütçüsü Yalman bile Halk Partisinin iktidarı kolay kolay teslim edeceğine inanmıyor, «Memleketimizde küskünlük ve buhran havası dağılmazsa, iktidarın elinden en mükemmel bir kanun koparsak bile dürüst bir seçim cereyan edebileceğine ve iktidar ilk defa olarak zorbalık rol oynamadan, memleketimizde el değiştireceğine inanmak için çok safdil olmak icabettiğinin, iptidadan tanı bir siyasî sulha varılmazsa, iktidar seçim sandığı başında hile yapmasa bile başka vasıtalarla meramım yürütmeğe çalışacağını» söylüyordu.
Halk Partisi idarecileri Yalman’m işaret ettiği «Küskünlük ve buhran havası»ndan bir fırtına yaratmak için seçimlere daha üç-dört ay kala harekete geçtiler. Fiyasko ile neticelenen bir suiakst oyunu tertip edildi. İktidar, en güvenilir silâhı olan şiddet ve baskı politikasını muhalefetin elinde göstermeğe çalışarak tehditlerini, genel bir taarruzu haber veren kesif bir top ateşi gibi aralıksız bir şekilde yağdırmağa başladı. Ulus gazetesi ve iktidarın doğrudan doğruya veya vasıta ile idare ettiği diğer gazete ve dergiler, ileri ve banşçı neşriyata akrşı «Kalkın ey ehli vatan» şarkısının ilk provalarına başladılar. Sonra ne oldu. «Küskünlük ve buhran havası» nasıl dağıldı; nasıl bir «Siyasî sulha» varıldı? Burası malûm değil. Havalar birden bire yumuşadı, tehditti nutukların yerini yalvarır edalar aldı. Bu yumuşak hava, halkı yıllarca zulüm ve tahakkümü altında inleten, memleketi yabancılara peşkeş çeken bir partinin iktidardan düşürülmesine kâfi gel di. Fakat, Halk Partisi nasıl oldu da halka bu (Devamı 11 inçi sayfada)
(Okuyan adam) DAUMıER
Neden Sosyalizm?
I Yazısı 3 üncü sayfada
Birleşmiş Mlletlerde:
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Trygve Lie Dünyada mevcut soğuk harbe son vermek, milletler arasındaki anlaşmazlıkların barış yolu ile hallini sağlamak amacı ile vvashington Londra, Paris ve Mos-kovaya giderek dört büyük devletin ileri gelen devlet adamları ile istişarelerde bulunmuş ve bu meyanda Moskovada da epice uzun bir müddet kalarak Stalin dahil olmak ü-zere Sovyet siyasi şahsiyetleri ile uzun ve etraflı konuşmalar yapmış ve bu görüşmeler sonunda Moskovada tertiplenen bir basın toplantısında aşağıdaki mealde bir demeçte bulunmuştur:
Bana basın konferansında Moskovada kjmlerle, neler görüştüğüm soruluyor ?
Ben Moskovada Stalin dahil bütün Sovyet siyaset adamları ile u-zun ve etraflı görüşmeler, yaptım. Konuşmalarımızda; Milletlerarası durum, Çin Halk Cumhuriyetinin Birleşmiş milletlerde temsili meselesi, soğuk harbe son vermek için Milletler arasında alınması gereken tedbirler bahis konusu edildi .
Maalesef görüşmelerimizin teferruatını henüz bir sonuca varmadan sizlere anlatamıyacağım. Zira bütün milletler arası meselelerde henüz konuşma ve danışma safhasında bu gizliliğe riayet edilmiyecek olursa gayretlerimiz baltalanır ve daha teşebbüs başlangıcında akamete uğrar.
Bana bu son görüşmelerden memnun olup olmadığım soruluyor?
Moskovadaki temaslarımdan mem nunum. Ancak Birleşmiş milletler genel sekreterinin milletler arasın -da devam edegelen soğuk harp niha yete ermedikçe, dünya milletleri a-rasında samimi bir dostluk ve işbirliği sağlanmadıkça olaylardan tamamen memnun olmağa imkân tasavvur olunamaz. vvasihngton, Lond ra, Paris ve Moskova arasında yaptığım bu gezilerin hemen netice, ver meşini beklemiyorum. Esasen benim bu ziyaretlerim hazırlık mahiyetindedir. fakat bunların zamanla faydalı sonuçlar vereceğinden eminim.
Ne yapıp yapıp sürüp giden bu soğuk harbe bir son vermek lâzım-A
dır. Ben bu uğurda ziyaretlerime devam edecek ve dünya siyasetinde aktif rol oynıyan siyaset adamların dan bu dâvanın halli jle ilgili noktaları sorup fikirlerini öğreneceğim. Birleşmiş Milletler kurulu Genel Asamblesinin Eylül toplantısında bu meselelerden bahsedeceğimi sanıyorum. Trygve Lie; 9 Avrupa devletinin Birleşmiş Milletler Kurulu üyeliğine adaylıklarını tavsiye ettiğini, bundan başka 5 devletin daha Birleşmiş milletlere kabulleri-için dilekçe sunduklarını ve böylece Birleşmiş Milletlere girmek isti-yen halen 14 devletin bulunduğunu bildirmiş ve gerek Londra ve gerekse Paris’i ziyaretinde görüşmelerden sonra basına vermiş olduğu demeçleri hatırlatmış ve bu ziyaretlerin hazırlık mahiyetinde olduğunu ve neticenin ancak 2-3 ay sonra istihsal olunabileceğini söylemiştir.
Lie, bundan sonra İngiltere ve Fransa dışişleri Bakanlan ile tekrar görüştükten sonra Amerikaya gideceğini ve orada Trumanla görüşeceğini. Çinin Birleşmiş Milletlerde temsili meselesinin hal edileceğini belirtmiştir.
♦
* *
Trygve Lie UNO — Birleşmiş Milletler Kurulu — Genel içtimama kadar anlaşmazlıkların hal ve Milletler arası gerginliğin kaldırılacağını ümid ettiğini söylemiştir. Dosu Alman yada:
Sovyetler Birliği, Almanyadan kılacağı harp tazminatı olan tamirat bedelini yarıya indirmiye ve ödeme müddetini 15 yıl uzatmıya karar verdiğini Doğu Almanya hükümetine bildirmiştir.
Polonya hükümeti dc bu yolda bir bağışta bulunmuştur.
İranda:-
Lübnanda çıkan El Ahbar gazştc-sinin bildirdiğine göre; Birleşik A-merıka, Irana 25 milyon dolarlık yeni harp malzemesi teslimini taahhüt etmiştir.
Vietnam’da: - .
Vietnamdaki Demokratik halk kurtuluş hareketini taştırmak amacı ile Fransanın Amerikadan temin ettiği silâhlarla yüı-üttüğü sömürgeci savaş, bütün gayretlere rağmen muavffakiyetsizliklere uBamaktal
dır. Son gelen haberlere göre Vietnam kurtuluş ordusu iki tahkimli noktadan Fransız sömürgecilerini söküp atmışlardır.
Pakistanda:
Karaşiden bildirildiğine göre mem leketteki aç ve perişan topraksız köylüye toprak dağıtılmasını isteyen 2 köylü lideri hükümet makamları tarafından tevkif edilmişti. Fakat halkın bu iki liderin serbest bırakılması için yaptıkları tazyik sonunda serbest bırakılmışlardır. Yunanistanda:
Memur grevi umumi bir hal almış ve umum müdürlerde dahil olmak üzere bütün devlet memurları Banka P. T. T., demir yolları ve bütün kanun hizmetleri memurları maaşlarının artırılmalarını ve bazı müktesep haklarının yerine getirilmelerini istemektedirler.
İç işleri bakanı Sosyal Demokrat Papaandreo’nun yüksek rütbeli memurların orta ve küçük memurları ihtilaf haline sokmak gayretkeşliğine rağmen tesanüt bozulmamış ve grev devam etmektedir. Memleketimizde:
Başlıca üç partinin (D. P.; C. H. P. ve M. P.; nin) iştirak ettiği seçimlerin sonucu şöyledir.
Demokrat Parti: 4.242.831 oyla 408 milletvekili .
C. H P. 3.165,096 oyla 60 milletvekili.
Millet Partisi. 240,209 oyla bir milletvekili çıkarmışlardır.
Çoğunluk esasına göre yapılan bu seçimlerde yüzde oy nisbetleri şöyledir:
D. P. % 53,59
C. H. P. %39,98
_______________
Bağımsızlar % 3,40
Memlekette emekçi halk yığın-larınıhakikîmanadatemsn^ edecek bir partinin bulunmaması ve seçimlerin iıisbî esâs üzerine yapılma- Nazım hakkında Türk hükümetine ması bir ;ok oyların mecliste temsil edilemeden kalmasını intaç etmiş ve muhalefet safları sözünü geçireni i -yecek kada piliz olarak kalmıştır.
Böylece Demokrat Parti seçimlerin neticesinde iktidara geldikten sonra Celâl Bayar Cumhur Başkanlığına Refik Kora İt an meclis Başkanlığın.!, Adnan Menderes Başba-
kanlığa gelmişlerdir.
★
Yüce Şairimiz Nâzim Hikmet’in kendisini haksız yere mahkûm eden lere karşı yürüttüğü açlık grevi onların iktidardan düşmesiyle hedefini değiştirmiş olduğundan kendisini seven aydınların ve halkımızın rica ve İsrarları üzerine büyük şair greve ara vermiştir.
Nâzım’ın serbest bırakılmasına dair dünya çapındaki tepkiler olanca hızıyla devam etmektedir.
Nâzım Hikmetin Kurtulması Yolunda:
Dünyanın bir çok yerlerinde,devrimizin en büyük şairlerinden biri olan Nâzım Hikmet’in kurtarılması yolundaki toplantılar, anma törenleri, hükümet erkânı ve Birleşmiş Milletler teşkilâtına protesto nameler devam etmektedir. Dünyanın Barış sever ve ileri aydınları Nâzımı kurtarmak yolundaki aktif savaşa katılmış bulunuyorlar.
Memleketimizde kışkırtılan ve Faşistlikleri ile iftihar eden bazı teşekküllerin beyinsizce ve yobazca yaptıkları hürriyet ve halk düşmanı miirettep gösterilere ve şımarıklıklara rağmen Dünyanın en ileri fikir sanat ve bilim adamları Nâzımı kurtarmak için el ele vermişlerdir.
Aragon, Paul Robson. Howard Fast. Kostantin Sımonov, Azerî met Vurgun gibi dünya çapında natçılar Nâzımı kurtarmak için yana baş, vurmuşlardır.
Nâzım Hikmetin hürriyete
vuştûrulması için Dünya Demokrat gençlik federasyonu. Dünya Demok rat kadınları, öğretmen ve hukukçular birlikleri, Fransa Amerika, Sov-yetler Birliği ve diğer memlekette* rin edip ve sanatkârları Türkiye resmi makamlarına mektup ve telgraflar yağdırmaktadırlar.
Milletlerarası Hukukçular Birliği
Sa-sa-her
ka-
son yolladığı mektupta:
«Haksız yere 28 yıl ağır hapse mahkûm edilip 13 yıldanberi zindan farda çürütülen dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Nâzım Hikmetin derhal serbest bırakılmasını ve esasen hasta olan ulu şairin iz-tirap ve mahkûmiyetine son verilmesini istiyoruz», denilmektedir.
n
k
a K
u
Ş u
2
A. Einstein
Nede
kadar acık bir şekilde ifade tarzda keşfetmeye çalışırlar, hakikatte,
İktisat
metod farkları sahasında uımımî İktisadî vak’alann pek müşkül olan
/ktisadî ve içtimai kollarda mütehassıs olmayan bir insan, sosyalizm meselesinde fikrini bildirmeli midir? Evet, bildirmesi lâzım, buna muhtelif sebeplerden dolayı inanıyorum.
Bu suali evvelâ ilmi bilgi noktai nazarından tetkik edelim. Astronomi ile iktisat arasında metod bakımından esaslı farklar yok görünür: bu iki sahada âlimler muayyen bir fenonmen (vak’a) grubunu idare e-den umumî kanunları, bu fenomenlerin birbirine bağlılığını mümkün olduğu edecek Fakat vardır,
kanunların keşfi, ayrı ayrı takdiri bir çok sebebin tesiri altında kalmasından güçleşmiş oluyor. Bundan başka, insanlık tarihinin medenî diye adlandırılan kısmının başlangıcın dan beri biriken tecrübe, hiç bir şekilde İktisadî olmayan sebeplerle de hudutlandırılmış ve bu sebeplerin tesiri altında kalmıştır. Meselâ, tarihin büyük milletlerinin çoğu mevcudiyetlerini istilâya medyundur. İstilâ eden milletler, hukuken ve ik tisaden, istilâ edilen memleketin imtiyazlı sınıfı olarak kendilerini kabul ettirmiştir. Gayri menkul zenginliği inhisarlarına aldılar, kendi aralarında seçilmiş rahipler tayin ettiler. Rahipler, eğitimi kontrol ederek, cemiyetin sınıflara taksimini değişmiyen bir müessese haline yükselttiler, ve halkın, umumiyetle gayri şuuri bir şekilde, içtimai iıa-rektinde kndini uydurduğu bir kıymet mefhumları sistemi kurdular.*
Fakat tarihî an’ane daha dün başlamıştır: hiç bir yerde, İnsanî tekâmülün Thorstein Veblen in «yırtıcı devre» diye vasıflandırdığı devreyi hakikatte geçmedik. Tetkiki mümkün olan İktisadî fenomenler bu dev reye aittir; hattâ bu vakalardan çıkartabildiğimiz kanunlar bile diğer devrelere tatbik edilemez. Sosyalizmin hakikî gayesi insani tekâmülün bu yırtıcı devreden, öteye geçmek olduğu için, bugünkü hali ile iktisad ilmi istikbaldeki sosyalist cemiyeti hakkında bize pk mez.
Diğer taraftan, sosyal ahlâk gayesi
beraber, ilmin gayeleri olamaz, bu gayelerini de insaniyete empoze edemez; olsa olsa ilim, muayyen neticeler elde etmek için çareler öğretebilir. Fakat bu gayeler yüksek ahlâkî bir ideali olan şahsiyetler tarafından idrak ediliyor, ve — şayet bu gayeler ölüme mahkûm olmayıp, kuvvetli ve hayatiyeti mümkün sonuçlar ise — bunlar cemiyetin yavaş tekamülünü temin eden fert ka-
bir fikir vere-
sosyalizmin bir vardır. Bununla ve
n Sosyalizm?
İnsanlar biolojik yapıları vüzünden birbirlerini mahvetmeye veya k( ndikendile rinin sebep oldukları açı bir sonun esiri kalmaya mahkûm değildirler.
labalıkları tarafından kabul ve tatbik ediliyor.
Bunun içindir ki, insan meselelerinde ilme ve İlmî metodlara fazla büyük bir ehemmiyet vermemiz icap ediyor, cemiyetin organizasyonuna tesir eden meselelerde mütehassısların fikir ve söz olduklarına inanmamalıyız.
Son zamanlarda, sayısız insan cemiyetinin bir buhran
diğini, muvazenesinin sarsıldığını bağırmıştır. Böyle bir durumun karakteristik tarafı ise, bazı fertlerin dahil bulundukları büyük veya küçük gruba karşı lâkayıt hattâ düşman olmalarıdır. Bu fikri -mi daha iyi anlatmak için, burada
yalnız sahibi
sesler geçir-
Makat in sırtından geçinenler
(Bizim köy) isimli kitabı ile köy realitemizin bütün veçhelerini türk halkının, türk aydınının, türk öğrencilerinin önüne seren MahnHid’un hikâyesi cümlenin malûmudur.
Bugüne dek iyi niyetli doğru ve uj arıcı tenkitleri daima kirli iftira ve tahriklerle bogmıya çalışan C. H. P.; — Bizim köy — ün acı ikazı karşısında, dünyaca bilinen sindirip ürkütme usulüne başvurmuş ve Makak hiçbir sebep göstermeden hapse tıknuştır. Bu haksızlığa karşı sesini yükselten halkımızın sürekli dayatışı ve ileri aydınların protestoları sayesinde bu tertemiz ve verimli köy delikanlısı serbest bırakıldı. Kısa fasılalarla (Bizim köy) dört kere bas^^^câpî^tlîrBuruıTKû saTı^rdan falîır köy eğitmeninin cebine ne girdiğini bilmiyoruz.
Yalınız, omııı memleket çapında yayılan haklı şöhretini kendisine reklâm etmiye çabalıyanlann gaye ve mak-sadiarını pekâlâ anlıyoruz.
Mahmud Makak: bu kendi kendisini yetiştirmiş ve yetiştirmekte olan zekî, kavrayışlı ve verimli Köy eğitmenini
>11
İstaubulun şatafatlı üç beş yerine götürmek, Bayatlı gibi
X
£
£ i i î
devrinıizin realitelerine sırt revirmiş ve hakikaten bayatlamış, eski çağ kalıntıları ile buluşturmak hep onun gözlerini başka istikametti re çevirmek ve gencimizi halktan ve realitelerden uzaklaştırmak için yakılıyor.
İstanbul, neİTaksûn vt ne de Lntitgândaki ÇınAraltın-dan jbŞarettir. Âsıl İstanbul, şehirlhalkınuı ekseriyetini teşkil eden işçilerin barfndığı yerler Makajrn kitabında yazdığÇgerilik. pislil^ cehalet ve yoksulluk içinde Kasım -paşada, tlskiidarda, TTsIicte. Kazİıçesmede- ŞHı re m ininde ve parça parça her semtte boylu boyunca uzanıyor. Alakalın lıaikkî İstanbuiu yakından görüp peşi sıra hiçbir rehber bulunmaksızın oralarda yaşadığı zaman (Bizim Köy) den mahiyet itibariyle uzun boylu farkı ohnıyan (Bizim şehri) de derhal yazmak istiyeceğine hiç şüphemiz yoktur.
Mahmudun adını istismar ederek onun görüşünü kös-teklcmiye uğraşanlar hoşuna uğraşıyorlar. Bizim köy realitesini görebilmiş ve bunu bütün çıplaklığı ile verebilmiş bir insanın İstanbuiu bir Amerikan seyyahına gezdirir gibi ona yutturmıya çalışanlara kanmasına imkân yoktur.
H. SEZEN ER
l
$
| . ... ,
şahsî bir tecrübemi hatırlatmak isterim. Geçnlerde, fikrimce insaniyetin mevcudiyetini tehlikeye dü-şüreck yeni bir harp ihtimalinden a-kıllı birisine bahsediyordum, ve kendisine bu tehlikeye karşı ancak milletler üstünde bir organizasyonun koyabileceğini söylüyordum. Karşımdaki bana soğuk kanlılıkla cevap verdi. «İnsan cinsinin kaybolmasına neden bu kadar itiraz ediyorsunuz?^ dedi.
Eminim ki, daha yüz sene; evvel kimse bu kadar kolaylıkla bu lâfı edemzdi. İşte bir iç muvazenesi temin etmek istemiş buna muvaffak olamamış ve buna varmanın ümidini keybetmiş bir insanın takındığı
$
s
s
s
i
•y
çektiği bir yanlışlığın Bunun sebebi nedir? kurtulmak için bir çare var
aynı zamanda tek başına, ve cemiyet halinde yaşıyan
tavır ve zamanımızda bir çok insanın acısını ifadesidir.
Bundan mıdır?
İnsan yaşıyan
bir mahlûktur. Tek başına yaşıyan bir mahlûk olarak, kendi hayatını ve yakınlarının hayatını korumaya, kendi şahsî isteklerini temine ve doğuştan olan kabiliyetlerini tekâmül ettirmeye çalışır.
İçtimai bir mahlûk olarak, benzerleri tarafından kendini tamttır-maya, sevgilerini kazanmaya, zevklerine iştirak etmeye, dertlerini hafifletmeye, ve hayat şartlarını iyileştirmeye çalışır. Bu muhtelif ve bazan da birbirine zıt isteklerin mevcudiyeti insanın karakterini izah ediyor, ve bu isteklerin bileşimi bir ferdin iç muvazeneye varması ve cemiyetin iyiliğine iştirak etmesi hususunda nisbeti tayin e-der. Bu iki meylinin nisbi şiddeti pek muhtemel olarak irsiyetin tespit ettiği bir şeydir. Fakat nihayet meydana çıkan şahsiyet, tekamülü esnasında bir insanın bulunduğu mu hit, içinde büyüdüğü cemiyetin yapısı, bu cemiyetin an’anesi ve bazı hareket tiplerine verdiği tastikle son şeklini alır. «Cemiyet^ adlı adlı mücerret mefhum fert için, muasırları ve kendinden evvel gelen bütün nesillerin bütün insanla-lariyle, bilvasıta veya bilâvasıta o-lan bütün münasebetlerinin mecmu-udur. Fert tek başına düşünebilir, hissedebilir, mücadele edebilir, çalışabilir, fakat maddî, aklî ve hissi hayatında cemiyete o kadar bağlıdır ki, cemiyet çerçevesi dışında o-nu anlamak veya tasavvur etmek mümkün değildir. İnsana yiyeceğini, giyeceğini, evini iş âletlerini, lisanını, düşünce şekillerini ve düşünce muhtevasının en büyük kısmı-nt tem m eden cemiyettir; hayatı, bu küçücük ( cemiyet» kelimesi arkasında gizlenen bugünün ve dünün sayısız insan milyonlarının çalışması ve muvaffakiyetleri sayesinde mümkün kılınmıştır.
Karıncalarda ve arılarda olduğu gibi, ferdin cemiyete ortadan kaldırılamaz adıFJF
Bununlar beraber,
karşı bağlılığı tabii bir vaki-
karıncalar ve arıların hayatının değişiklikleri en kii* ük teferruatına varmcıya kadar eğilmez ve irsi iç güdülerle tespit prın kendi-aralarındaki mtinasebet-
i
\ edilmişken, içtimai hayat ve insan-
I
£
s
lcri çok değiştirir, ve mütemadiyen değişebilir. Hafıza, yeni kombinezonlar yapmak kabiliyeti, lâkırdı kabiliyeti, insanlar için biolojik ihtiyaçlardan gelmeyen tekâmülleri mümkün kılmıştır. Bu nevi tekâmüller an’anede. müesseselerde ve teşkilâtlarda, edebiyatta, ilmi ve teknik icatlarda, sanat eserlerinde kendilerini belli ederler. İşte bu suretledir ki. insan bir dereceye ka-(Devamı 10 da)
I
3
ÛÛ
Yaprak dergisinin 22. sayısında Oktay Rıfat’ın, güzel üstüne bir yazısı var. Şiirimizde güzelleşme kaygısını gördükçe üzülüyorum, diyor. Sanat eseri güzelin peşini bırakmalı, üzerine aldığı işi başarmağa, insanoğluna yaraşır bir haysiyet taşımağa bakmalıdır, diyor. Böyle yapanın şiiri, cabadan bir de güzel ola çaktır, diyor,
Oktay Rifat, iki yıldan beri Yaprak dergisinde çıkan şiirleriyle, bu yoldaydı. Son yazısıyla, şiirde yapmak istediğini açıklamış oluyor. Kervan, Hürriyet şiirleri. Güzel, Mestanm rüyası v.s.. Bu şiirlerde doğruyu dosdoğru söylemenin faize yakınlığı vardı.
Oktay Rıfat’ın son yazısında gösterdiği yolun, biricik çıkar yol olduğuna bi de inanıyoruz. Fakat nasıl? Güzelin yakası nasıl bırakılır? İnsanoğluna yaraşır bir haysiyet taşıyan sanat yoluna nasıl girilir? İyiyi, doğruyu, haklıyı söylemekle, diyeceksiniz. İnsanoğlunun, ten kurtulmak için yaptığı yer almakla, diyeceksiniz, doğru. Söz açılmışken, bu
doğruluğuna inadığımız şeyleri bir tekrarl ıy alı m:
kölelik-savaşta Elbette konuda.
Kol kırılır yen içinde
Genç şairin yakardaki başlık altında hasırladığı hicviyesi, bize yeni şiirin kuvvetini ve eski şiirin geriliğini belirten bir değer taşıyor. Bu uzun eserden bir parça veriyoruz:
Bir tırpanda biz vuralım Osm anlı kökeninde bitmiş ayrıklara istemiyoruz öğrensin çocuklarımız şarap ve yâr aşkını «Biz âşık olmazmışız da ondan ötürü yargılarmışız» bu korkulukları
Bakındı hele neler de biliy&r anasının kuzusu Gerekmez bize Beyzade bozması
Başı hummalı, göğsünün üstünde yatan hanım kırın-Böyle derinti, böyle yoz. böyle kaytank sanat Böyle altı -batak, üstü yemyeşil dirlik.
Sarmaz olaydı başımıza Leylâ’ya ayın ondördü Görmez olaydık Ferhâd ile Şirin’i beraber
ası gençlik
ve Parkotelden, semt-i Cihangirden o «Fakir Üsküdarlı o kallavi beyitler, savılmış kasideler
O hadım hasreti: Vuslat
Hâşime rahmet okuttu.
Kıraçta dört ayak ter ekip, mihnet için kız-kızan ne köpek ola «Sicilya kızları uryân omuzlarında sebu» kırıtıp salınınken? Biz tüymedik mi Kral Alfonsla beraber Madritten?
Atlarız Bükreşe, Paristen
Ak saçlı Turancıyla Gagavuzca dem çekeriz
Yaran sofrasında içip durmadan
Türk şirinin babalık tahtına Pâkistanda «Mehlika Sultan» la biz geçeriz.
Encümene! BEHZAT
Sanat, toplum olayıdır. Bütün toplum olaylarını bilimin ışığında incelemek, sebep ve sonuçlarını gör mek elimizde. Artık bu olaylar karşısında eli kolu bağlı, yalnız, yardımcısız değiliz. Eskiden sanatçı w
S nın durumu bambaşkaymış. Geçmiş & çağların sanatçısı eserini yaratırken . V
onun yaşaması, dayanması için gere ken şart ve sebepleri tastamam bil- / miyordu. İyiyi, doğruyu, haklıyı, \ gerçeği söylüyenler vardı ama, çok defa eserinin, iyiyi, doğruyu, haklıyı, gerçeği söylediği için güzel olduğunu, yarma kalacağının farkında değildi. Toplumun meseleleri, insanlar, insanların iç âlemi, sınıfi psikolojisi, münasebetleri bugün bilimin ışığı altındadır. Halbuki bu olayların pozitif bilim Öncesi çağındaki insan, sanatçı bu ışıktan mahrumdu. Bu olaylara yanaşma tarzı tesadüfi, sınıfi gelişine, sezişine bağlı, ancak yarı aydınlıktı. Sanatçı eserini yaratmanın ve yarına bırakmanın tam şuuruna varmamıştı.
Biz bugün Şekspiri, Balzakı, Stan-dalı severken, çok defa, onların ken dilerinin de bilmediği töraflariyle seviyoruz. Bugün sanatçının durumu hiç de böyle değil.
Bugünün sanatçısı, tarih boyunca yaşıyan, devrimize kalan eserlerin yaşamalarının, dayanmalarının sebeplerini biliyor. Sanatçı öğrenmiştir ki, ortaya koyduğu eseri yaşatmak için onu, doğru, haklı dâvanın, yarma kalacak geniş insan topluluğunun dâvasının malı etmelidir. E-seri yarma o topluluktan, o dâvadan kalacaktır.
Genç nesilde, bir kaç hastayı geçersek. buraya kadar söylediklerimizle çatışacak kimse pek yok. Bu-
4 ARALIK
Bursada havlucu JReceb’e
Karabük fabrikasında tesviyeci Haşana düşman. Fakir, köylü Hatçe kadına.
ırgat Süleyman’a düşman.
Sana düşman; bana düşman, düşünen insana düşman.
Vatan ki bu insanların evidir onlar, sevgilim, vatana düşman.
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlanna.
— Çürüyen diş, dökülen et —
bir daha dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette ki sevgilim elbet dolaşacaktır elini kolunu sallıya sallıya dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:
işçi tulumuyla bu güzelini memlekette hürriyet.
NÂZIM HİKMET
.V
I
b? £
I
gün, en fertçi sanatla başlamışları bile, yavaş yavaş bu meselelerin üze rine üşüşür buluyoruz. Fakat buna rağbeti pek hayra yoramıyacağız.
Bugiın, insanoğlunun kölelikten kurtulmak için yaptığı savaşın, tarih boyu düşünülürse, sonlarına, doğ ruyuz. Böyle bir arife çağında, gerçeğin bütün insanlara, hele aydınlara yaptığı bir baskı var. İnkılâpçı yığınlara, onların dâvalarına üşüşmenin sebebi bu. Bu üşüşenlerin büyük kısmı, halk yığınlarının dâvalarını taze, sağlam, yürütücü temsilcileri değil, çürüyen, çözülen, yıkılan sınıfların döküntüleridir. Bu yolun yolcuları toplumu, geniş insan yığınlarını, bu yığınların meselelerini gerçekten benimsemiş de-ğMdirîer 'knesk eserleri için istismara kalkıyuilaı. Bütün bunları güzel esere, büyük esere varmanın vasıtası olarak görüyorlar. Bu yola, cemiyeı saııat için yolu demek doğru olur. Bu istismar yolu çıkar yol değildir. Bu cins eserlerin özenti, iğreti, yapmacık oluşu da buradan geliyor. Halbuki gerçek sanatçı, faeışey den önce, toplum içindeki vazifesini bilen, tarihî sorumluluğunu kavramış bir inkılâpçı, ileri, üstün, aydın bir toplucun uğruna gözden çıka ram lyacagı j hiç biı şeyi olnıı-yan bir insandır.
u insan, insano-. lunun xlâvasına en çok şiirle faydalı olabildiği için şair, en çok romanla faydalı olabildiği için romançı, en çok resimle faydalı olabildiği için ressamdır. Her an önce inkilâpçı bir insan olmanın, kitlenin, dâvanın içine gerçekten yerleşmenin heyecanı, sorumluluğu ve duygusiyle doludur. Bugün ortalıkta dolaşır gördüklerimizin çoğu ise önce şair, romancı, ressam v.s. dirler. Bu yolda büyük adam olmanın kestirme yolunu hesaplar! ir. Böyle kestirme bir yol.
ancak küçük burjuva sanatının kes-tirhıe yoludur. Özentiye, yapmacığa, gider; köksüzdür, ölümlüdür.
Bütün bu sözlerden sonra aklımıza herhalde Nâzını Hikmet gelecektir. Biz Nâzım'ın sanatının sağ lam. oturaklı, gerçek, elbette ki güzel oluşunun önce buradan geldiğine inanıyoruz. Nâzım, güzelin değil, doğrunun, haklının peşindeki sanatçıdır. Güzel bunların ardı sıra gelir.
Sözü uzatmıyalım, sanatçı gerçeklen bir o sıraya girsin, iyinin, doğrunun, haklının sırasına -hele 1950 yılında- kafası zaten güzel için harcıyacak boş vakit bulamıyacak-tır. İyiyi söyliyecektir. doğruyu söylivecektir. haklıyı söyliyecektir. Söyleşine söylenen iyinin, doğ-nun. haklının bir adı da güzeldir Geçmiş çağların hiç birinde iyi. doğ ru. güzel bugünkü kadar biribirine yakın, kardeş, üçüz olmamışlardı.
Bir adım daha atıp da şöyle deyi-versek: İleri, aydın bir dünya için savaşan insanoğlunun emrinde olmı-y«ın her şey kahrolsun; kötüdür, çir kindir, yanlıştır.
Haşan DENİZLİ
4
Bir Faşist komplosu mu?
ÇİÇEK PALASDAKİ FAŞİST BASKINI; 31 MART, KUBİLAY, 4 ARALIK, ANKARA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜNÜ LİNÇ ETMEK TEŞEBBÜSÜ GİBİ YAKIN TARİHİMİ ZİN EN KARA, EN UTANDIRICI SAHİFELERİNİ TEŞKİL EDEN HADİSELERDEN HİÇTE GERİ KALMAYAN MENFUR BİR TECAVÜZDÜR
Türk halkının en ulu şairi Nâzım Hikmet’in 13 küsur yıldanberi devam edegelen haksız mahkûmiyetine son verilmesi için Lâlelide Çiçek Palas salonunda, kanunen gerek li bütün formaliteleri yerine getire rek bir kapalı toplantı tertip eden İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği mensuplarının ve toplantıya gelenlerin, zabıtanın gözleri ö-nünde uğradığı faşist baskını matbuatımıza tamamen ters bir şekilde ve toplantının mahiyeti kasden değiştirilerek aksettirildi.
Çiçek Palas salonudaki toplantıda vakur ve namuslu gençlik büyük bir olgunluk ve ağırbaşlılıkla Nâ-
I. Y. T. G. Derneğinin Nâzım Hikmet
hakkında yayınladığı ikinci beyanname
Bugün Türkiye denince, onun 20.
asırda yetiştirdiği en büyük değer-
terden NÂZIM HİKMET, uğradığı haksızlık ve zindan akla geliyor. Memleketimibin dünya halk oyundaki bu realitesi şimdiye kadarki, sorumlu makamları, yani bu durumun müsebbiblerini endişelendirmedi. Fakat yurdumuzda biran evvel demokrasinin, hürriyetin ve kanunların hâkim olmasını candan arzulayan haksever halkımızı, namuslu aydınlarımızı ve devrimci memlekt gençliğini bütün baskı ve tehditlere rağmen gayet haklı olarak harekete geçirdi. Diğer bütün imkânları elinden alınmış olan NÂZIM HÎKMET’in hak ve hakikatin tecellisi uğrunda canını pul yerine koyarak milletine yolladığı istidaya cevap verildi.
Onun kurtuluşu yolunda dünya halk oyunun müracaatlarını, mitinglerini, protestolarını; memleketimiz de de hukukçularımızın, profesörlerimizin, sanatkârlarımızın, lıer meslek ve sınıftan aydınlarımızın, Üniversite gençliğinin ve İstanbul Yük sek Tahsil Gençlik Derneğinin so- -rumlu makamlara müracaatları takip etti. Birdenbire gelişip yayılan bu harektlerin uyandırdığı kısa bir bocalama devresinden sonra tehdit
ler, baskılar bir kat daha ağırlaştırıldı. NÂZIM HİKMET’ten bahseden günlük gazeteler birdenbire susuverdi. İSTANBUL YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DERNEĞİ’nin NAZIM HİKMET’i kurtarmak için her türlü demokratik hakların kullanılması icap ettiği yolunda yayınladığı beyannameyi dağıtan bütün dernek üyeleri tevkif edildi. Dernek merkezi polis tarafından kanunsuz
zım’ın memleket ve dünya çapındaki edebî değerini belirtmeye ve onun bütün dünyaca bilinen haksız mahkûmiyetine son verilmesi için kanunî yollardan mücadele edilmesi lâ zım geldiğini anlatmağa çalışırken, bir sürü emniyet memurunun hazır bulunduğu salona yavaş yavaş sızan ne idiğtî belirsiz Faşist özentisi türedilerden bir kaçı bağırıp çağırarak yaygaraya başlamış ve top lantının sükûnetini bozmuştur, İhtarlara rağmen bu her türlü fikir, vicdan ye anlayıştan mahrum tahrikçilere, salonu dolduran zabıta memurları ve âmirleri tarafından hiç bir ihtarda bulunulmamış, üste
ve nizamsız olarak basıldı. Resmî ev
rakları müsadere edildi. Halkımız
dan imza toplıyanlar, bu arada dernek üyeleri nezaret altına alınarak toplanan imzalar imha edildi, NÂZIM HİKMET’ten ve grevinden bahsetmekte İsrar eden, onu resmini basan bütün gazete ve mecmualar toplattırıldı. Fakat bütün bunlar hak ve hakikat yolunda mücadele edenleri yıldıramazdı. İSTANBUL YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DERNEĞİ dünyamızın gözbebeği NÂZIM HİKMET için bir toplantı tertip etmeğe karar verdi. Toplantı için Vilâyete müracaat eden dernek Genel Sekreteri bizzat Vali tarafından tehdit edildi. Toplantı hürriyetini vatandaşlara valilerin değil kanunların verdiğini gayet iyi bilen Is tanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği resmî formaliteleri tamamladıktan sonra toplantı gününü ilân etti. Resmen mafıi olunamıyan bu töplantıya^orada bulunan İstanbul halkın da şahit olduğu gibi iğrenç bir takım tertiplerle mâni olunmak istenildi. Kanunların vatandaşlara tanıdığı toplantı hürriyetine göz göre tecavüz edildi. Fakat bütün bu tecavüzler her şeyi göze alarak geniş çapta toplantıya katılan İstanbul halkını NÂZIM HİKMET
için yaptığı emsalsiz tezahüratla susturuldu. Toplantı, halkımızın ve aydın gençliğin irticaa ve faşizme karşı gösterdiği örnek demokratik bir zaferle sona erince yeni tertipler, yeni kanunsuzluklar başladı. Korku vermek ümidiyle salonun kapıları kapatılarak hak ve hakikati savunanların hüviyetleri tesbit edildi. Bu müddet zarfında toplantıyı dışardan takip etmekte olan halkın
lik onların bu küstahlıklarını arttıracak son derece garip ve kanunsuz bir yola gidilip salondaki kanu nî toplantıya gelenlerin teker teker hüviyetlerinin tesbitine başlanmıştır. Bu hareket mütecaviz faşist kül hanileri teşvik ve azgınlıklarını art firmalarına yardımdan başka bir-şey değildir.
Esasen taşla, tekme ve yumrukla Yüksek Tahsil Gençlik Derneğinin bu kanunî toplantısını bozmaya, toplantıda bulunanları parçalamaya gelen bu güruh vaktiyle haksız yere Nâzım'ı mahkûm eden ve 13 küsur yıldanberi bu adlî hatanın göz göre göre sürüp gitmesine se-
arasına, bu âdi tertip olayında faşistliklerini utanmadan iftihar vesilesi yapan bir kalabalık toplatıldı. Sözde asayişi temin etmek maksa-diyle hâdise mahalline gelen İstanbul Valisi, toplantıya iştirak edenlerin aleyhinde tahriklerde bulundu. Resmî polis arabalarının hoparlörlerinden toplantıdakileri taşlıyan lara şu mealde emirler verildi: «Dik katli olun, taşlar emniyet memurlarına gelmesin».
Ertesi gün faşizmin ve irticaın
hizmetindeki basın İSTANBUL
YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DER NEĞİ’nin teritplediği bu örnek toplantıyı kendi karanlık gayelerine uyar bir şekilde aksettirdi. Ayni gazetelerde halk ve demokrasi düş- > manı olarak tanınmış bir takım te- } şekküllerin, toplantıya iştirak edenlere hakkı hayat vermiyeceklerini ilân eden küstahlıkları yayınlandı.
Bütün bu olaylar yani yapılan kanunsuzluklar ve tertipler, adı geçen demokrasinin memleketimizdeki realitesini bir kere daha göstermiş buluriuyor. f
Yine bu olaylar, demokrasi yolunda, hak ve hakikat yolunda, vatanının, mîlletinin aydınlığa kavuşmasını arzulayan bütün vatandaşla
rın girişmeleri icabeden mücadelelerin büyüklüğünü ve ciddiyetini gösteriyor.
İSTANBUL YÜKSEK TAHSİL GENÇLİK DERNEĞİ bu yolda ken dişine düşen sorumluluğu bütün varlığı ile duyduğunu, hiç bir baskı ve hiç bir kanunsuzluğun onu yolundan çeviremiyeceğini Türk halk o-yıına ilân eder.
Kaştan
bep olanların teşvik ve ikazı ile bu taşkınlıkları yapıyorlar
Cehalet ve faşistlikten gözleri dönmüş olan bu güruh, ağızlarından salyaları aka aka aç kurt sürüleri gibi, aşikâr bir haksızlığı protesto eden namuslu vatandaşların üzerlerine saldırıp onları linç etmeye - bir faşist komplosuna - hazır landılar.
Adının mahfuz tutulmasını isti-yen bir okuyucumuzdan bu saldırganlığı bütün tefrruatı ile belirten dikkate değer bir mektup aldık. Bu mektubu kısaltarak okuyucularımıza sunuyoruz.
Barış Dergisi Yazı işleri Müdürlü güne;
Milletimizin gözbebeği, büyük insan, büyük şair, yabancıların da tes lim ettiği gibi «Dünyanın en büyük şairlerinden biri» olan Nâzım Hikmet'in uğradığı misli görülmemiş haksızlığı protesto etmek ve serbest bırakılmasını sağlamak için «İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği» tarafından tertip edilen Çiçekpalas toplantısında çıkan hâdisenin safhalarından bir kısmını gayet yakından takip etmiş bir vatandaş sıfatiyle size bu mektubu yazmayı vazife biliyorum. Be.ıi bu mektubu yazmaya sevkeden başlıca saik, hürriyet ve demokrasi bayraktarlığı rolünde olduğunu iddia eden gündelik gazetelerin, bilerek ve şuurlu olarak, nasıl hadiseleri tahrif ettiğine, kara kuvvetleri ve gerçek irticai nasıl desteklediklerine, bu hâdise dolayısiyle ve bir kere daha tam bir kanaat edinmiş olmamdır. Bu gazetelerin, hâdisenin ertesi günü yazdıkları, 31 Mart, Ku-bilây. 4 Aralık, Ankara Üniversitesi rektörünü linç etmek teşebbüsü gibi yakın tarihimizin en kara, e.ı utandırıcı sahifelerini teşkil eden hâdiselerden hiç de geri kalmayan bu menfur tecavüzü nasıl örtbas etmek istediklerinin en kuvvetli delilidir. Oysaki bu hâdiselerin gerçek safhalarını benim gibi yüzlerce ve binlerce vatandaş, nefret histeriyle kalpleri ve göğüsleri dolu olarak, Lâleli caddesinden, etraftaki apartmanların pencerelerinden sokaklardan takip ettiler. Bu yüzlerce. binlerce vatandaşı bu gazetelerin aldatmasına imkân var mı?
Bundan sonra bu haksever vatan daşımız tahrikçiler güruhunun, polisin müzaheretiyle yaptığı iğrenç tecavüzleri bütün teferruatile anlatmakta ve mektubuna şu satırlarla son vermektedir.
«Bir sinema şeridi sür*atiyle anlattığım intihalarımın hülâsası bu-
rada bitiyor. Eğer hâdise adi iyeye intikal etmiş olsaydı, şehadet ederek bu elim ve utandırıcı hâdisenin safhalarını bütün çıplaklığı ile anlatmayı mukaddes bir vazife bilecektim. Gene de aynı karardayım. İs-mimim mahfuz tutulmasını, gerek tiği takdirde kullanılmasını rica e-der, kıymetli derginizin tuttuğu yol da başarı ile devam etmesini dile-• ririht Bir okuyucumuz
ARIŞI SAVUNUYOR!
an 1950
Çocuk günüdür
I TARAFTARI VE BARÎŞ Bit VE TARÎHt MÜTTEFİKİ HER TARAFINDA KUCAK->E MASUM YAVRULARI İLE TLAYACAKLAR.
tadır.
Dünyada 480,000,000 çocuk zaruret; içinde kıvranıyor ve okula gidemiyor. Sömürge ve yarı sömürgelerde okuma yazına bilmeyenlerin sayılan korkunç derecededir.
Okul çağında çocuklara bir çok yerlerde hayatlarını tehlikeye düşürecek ağır ve ezici işler yaptırılmaktadır. Okumadan mahram edilen çocuklar dünya nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden işçi ve köylü evlâtlarıdır. Bu yavrular henüz ağız-lannda sütdişleri varken, ekmek parası kazanmak zorunda bırakılıyorlar. Öte yandan paralı okuma imkânına mâlik bulunan müreffeh zümrenin çocukları boyuna harpçı, insanlık ve medeniyet düşmanı, halk düşmanı olarak yetiştirilmekte ve kafaları cinayet hikâye ve romanları, gangster filmleri, hayasızca yazılmış açık saçık kitaplarla bozulmaktadır.
Kitap, mecmua, radyo, sinema, okul çocuğun yetişmesinde ve terbiyesinde başhca rol oynıyan vasıtalardır. Bütün bunların harp kundakçılarının ellerinde ve inhisarlarında bulunduğu düşünülürse bu meselenin hallinin de Barışla sıkıdan sıkıya ne kadar ilgili olduğu anlaşılır.
Kitap, radyo, sınama ve okullar vasıtası ile çocuklara ırkçılık, halk ve kültür düşmanlığı aşılanmasına elbirliği ile — bütün dünya milletleri — mâni olmalıyız.
M. Gorki; çocuklar hayatın çiçekleridir. Dedi. Biz bu çiçeklerin gününden evvel solmalarına veya aldıkları fena ve yanlış terbiye ile insanlık ve medeniyet için birer ısırgan ve dikenlik halini almalarına engel olmalıyız. İkinci Dünya Harbinde Faşizm yere serilmiş bulunmasına rağmen, sömürgeci ve harp kışkırtıcılar elinde yeniden ham sonrası devresinde hort-latılmıya çalışılmaktadır. 1 Haziran Milletlerarası çocuk gününde Dünyanın bütün iyi niyetli insanlarını; dünya çocuklarının sefalet ve ıztıraplardan, kötü harp kışkırtıcı, ırkçı ve halk düşmanı telkinlerden kurtarmak için Dünya Demokrat Kadınlar Federasyonu dayanışmıya ve birleşmiye davet ediyor.
rekli bir barışın bir an önce kurulmasına taraftardırlar. Halk kitleleri harpleri kimlerin kopartmak iste dig-ini ve milletlerin boğuşmalarında kimlerin menfaati olduğunu Öğ-
renmiye başlamışlardır.
Memleketimizde bu tarihî ödevi omuzlarına alan mecmuamız, kabiliyetleri hususunda öteki dünya halk ı lanndan hiç bir eksiği bulunmayan kadirşinas ve haksever halkımıza ı pek geride kaldığımız bu hayati davayı anlatabilirler ve Türk halkını öteki kardeş dünya milletleri ile bir likte, dünya barışının kurulması yo lundaki çalışmalara bilfiil karıştıra bilirse kendini bahtiyar sayacak ve
Fransada bakımsızlık ve sefa Jetten eskiye nazaran çocuk ö-lünıü 2 misline çıkmıştır. Hin-distanda yoksulluk ve cehaletten 4 milyon çocuk ölmekte; Mısır, İran ve Doğu memleket lerinde çocuk ölümü ve hastalıkları feci rakkamlara varmak
barışın senbolü, bizim senbolümüz o lan, insanlığa küçük sevimli gagasında saadet ve refah getirecek -Ra nş güvercini- hiç bir engele rastlamadan dünyamızı çep çevre dola-
lanacaktır.
POLONYADA:
Polonyada işçi ve köylüler A-tom silâhının yasak edilmesi ve barışın kurulması yolundaki Stokholm dünya barış taraftarları kongresinin çağırılan altına imza koyma i-şine hararetle devam ediyorlar. ÇEKOSLAVARYADA:
14 Mayısta 1,400,000den fazla Çe-koslavak atom silâhının yasak edil-(Devamı 11 de)
İşsizliğe karşı savaş, barış uğruna savaş demektir
Dünya Sendikalar Federasyonu Başkanı De Vittorio, Federasyonun bugünlerde Budapeşte’de yaptığı toplantıların 23 Mayıs tarihli oturumunda dünyadaki işsizlik hakkında Federasyonun icra komitesine mufassal bir rapor vermiştir. Raporda zikrolunan rakkamların Batı Kapitalist devletlerinin kendi istatistiklerinden alınmış olduğunu belirten başkan, bu rakkamların aslında çok daha kabarık olduğunun kabul edilmesi zaruretine işaret etmiştir.
Rapora göre bugün dünyadaki işsizlerin sayısı 45.000.000 nu aşmıştır. Hindistan ve Pakistan’da milyonlarca insan işsizdir veya senede ancak bir kaç haftalık bir iş tutabilmektedirler. Cenubî Kore’de işsizlerin sayısı 3.000,000 dur. Bu muazzam işsizliğin Batı Kapitalist âlemini tehdit eden büyük krizin yaklaşmasına bir işaret olduğu meydandadır. Bu krizi önlemek için kapitalist devletlerin ve bilhassa Birleşik Amerika’nın, Marşal Plânı, Atlantik Paktı vesaire adlar altında aldığı İktisadî tedbirlerin hiç bir netice veremediği ve veremiyeceği-ne işaret eden De Vittorio, bu krizin kapitalist nizamın tabii bir neticesi ve onun bünyesinde ve kuruluşunda mevcut hususiyetlerin kaçınılmaz tezahürü olduğunu söylemiştir. İşte beklenen bu büyük buhranı önlemek için, şimdi kapitalistler, üçüncü dünya savaşını çıkarmaya çalrşıyorlar. Son sene zarfında işsizliğin bilhassa geniş istihlâk maddeleri endüstrisinde azamî haddini bulduğunu belirten De Vittorio, dünya işçilerinin, kapitalist nizamın bünyesinden doğan bu tabii hal kar-
Katolik din adamları
43 ileri gefen Katolik şahsiyeti Dünya Barış Taraftarları. Stokholm çağırışını tasvip ettiklerini bildiren bir beyanname neşretmişler ve bahis konusu olan çağırının altına imza koymıya bütün Katolik hristi-yan âlemini dâvet etmişlerdir. Bu münasebetle neşrettikleri beyannamede İsadan, azizlerden ve nihayet Papa Pie xll)’den Barışın yeryüzün de kurulması ve insanların kardeş olmalarına dair kısımlar yayınlamışlar ve hakikî hıristiyanların harbin ve atom bombasının aleyhinde olduklarını ve bütün hıristiyanların, milletler arasında Barışı kurmak için dünya halklarının sarfettikleri gayretlere alâkasız kalamıyacaklan
şısında asla hareketsiz kalmamaları gerektiğini, bilâkis bütün kuvvetleriyle ve mensup oldukları sendikalar vasıtasiyle, kendilerine iş sağlamak, hayat seviyelerini yükseltmek için mücadele etmeleri lâzım geldiğini söylemiştir.
Üçüncü Dünya Savaşını çıkar mak için tedbir ve tahriklerine devam eden Batı kapitalistleri, bir taraftan da bazı iktisadi ve ticarî tedbirlere başvurarak işçi sınıfı aleyhine kendi menfaatlerini perçinle-meyc çalışıyorlar. Bu meyanda De Vittorio Avrupa’nın tek bir pazara irca edilmesi ve memleketten memlekete yapılan işçi muhaceretini ele almıştır. Avrupa’nın tek pazar haline sokulmasının başlıca gayesi, işçi yevmiyelerini asgarî hadde tevhit ederek maliyeti düşürmektir. Avrupa'da asgarî yevmiye haddi Batı Almanya’dakidir. İşte bütün Avrupa işçilerinin yevmiyeleri bu hadde indirilmek amacı güdülmektedir. İşçi muhaceretleriyle kapitalist ler kendilerine lâzım olan kol emeği ihtiyatını elde etmek amacını güdüyorlar. Ayrıca memleket memleket dolaşan işsizler kafilelerinin bezginliğinden istifade edilerek sömürge savaşları için asker temin etmek yolunda da gidilmektedir. İşte bu sebeplerledir ki, işçiler sendikaları vasıtasiyle, mücadelelerine büyük bir azimle devam etmeli, işsizliği, sömürge savaşlarını, savaş kundakçılığını yok etmek, barışı sağlamak, dünyada refahın ve demokrasinin tesisi için var kuvvetiyle çalışmalıdırlar. İşsizliğe karşı savaş, barış uğruna savaş demektir.
da barışı savunuyorlar
nı ve kalmamaları gerektiğini ve Barışın kurulması yolundaki aktif savaşa katılmaları icap ettiğini belirtmişlerdir. Bir beyanname yayın-lıyarak Barışın kurulması, atom silâhının yasak edilmesi yolundaki Dünya Barış Taraftarları Stokholm çağırışının altına bütün hıristiyan-lık alemini imza koymıya ve bu dâvanın tahakkuku için aktif olarak savaşmıya dâvet ediyorlar.
Ayrıca Milletlerarası Kızılhaç teşkilâtı bir çok Fransız Katolik ileri geleninin imzasını taşıyan vr Barışın kurulması ve atom teşkilâtının yasak edilmesine dair Dünya Barış Taraftarları Stokholm çağırışını destekliyen bir beyanname yayınlamıştır.
7
IIİIUI.İİI UM iti Mi İli Hl Hllll 14 > 4 .lillll. IHI İli ili Hl(
^Amerikanın harp hazırlıklarından
Holivut’un “On„ları mahkûm oldu
(jç yıldanberi Amerika ve dünya halkoyunu meşgul eden bir dâva, Hally\vood’un on tanınmış sanatkârının mahkûmiyetiyle neticelendi: Rejisör Edw^rd Dmytryck, prodüktör Adrian Scott ve senaryo yazarlarından Alvah Bessi, Albert Maltz, Dalton Trumbo, Lester Cole, Ring Lardner, John-Howard Lavvson, Samuel Ornitz ve Herbert Biber-man «Kongreye hakaret» suçundan birer yıl hapse ve biner dolar para cezasına mahkûm oldular. Bu dâvanın bugüne kadarki safhalarını gözden geçirmek. Amerikan hükümetinin Amerikan halkını üçiincü bir dünya harbine nasıl hazırladığını ve Amerikan derfıokrasisinin mahiyetini göstermek bakımından dikkate değer. Birleşik Amerika 1941 de savaşa katıldığı zaman memleket içinde faaliyette bulunan nazı ve faşist ajanlarının ve bunlarla işbirliği edenlerin faaliyetlerini meydana çıkarmak üzere «Amerikan A-leyhtarı Faaliyetleri Tahkik Komisyonu adiyle bir komisyon kurulmuş ve gayet geniş salâhiyetlerle faaliyete geçirilmişti. Komisyonun başında demokrat milletvekillerinden Rankin bulunuyordu. Aslında müfrit bir yahudi düşmanı ve faşist taraftarı olan Rankin ve sonradan. 1947 deki seçimlerde Cumhuriyetçilerin kongrede çoğunluk kazanması üzerine komisyonun başkanlığına ge tirilen J. Parnell Thomas bu komisyonun faaliyetlerini, gayeleriyle hiçbir ilgisi olmıyan şekilde ve Birleşik Amerikanın müttefikleriyle o-lan münasebetlerini bozacak bir tarz da yürüttüler ve bu hal Amerikan resmî şahsiyetlerinin şikâyetlerini mucip olacak bir hal aldı. O kadar ki, 1945 te seçim mücadelesi sırasında söylediği nutuklarından birinde Başkan Roosevelt, bu komisyonun kullandığı usullerin «aşağılık v6 A-merikan aleyhtarı» olduğunu söylemiş o zaman Cumhurbaşkanı yardımcısı olan Wallace da, «eğer bu komisyonun başkanı, Hitlerden para alan biri olsaydı Amerika’ya ancak bu kadar kötülük edebilirdi demişti. Bununla beraber, komisyon hiçbir zorluğa uğramadan faaliyetlerini yürütmekte devam etti, 1945 te Truman’ın Cumhurbaşkanlığına geçmesi ve Amerikan dış siyasetinde büyük bir değişiklik vukubulma-sı komisyona faaliyetlerini apaçık bir şekilde yürütme imkânını bahşetti. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonunda, aynı gayelerle kurulmuş olan Dies Komitesi’nin yapmış olduğu gibi, bu komite de Amerika’yı tehdit eden bir «Kızıl tehlike» parolasını ortaya attı ve halkı korku ve tedhişle göz açamıyacak bir hale getirerek bir panik yaratmıya ve böylece gelecek bir harbin hazırlık
larını tamamlamıya çalıştı. Rankin-Thomas komitesi en kısa bir zamanda en tesirli neticeleri elde etmek için en müsait bir yeri seçtiler: Hollyvvood. Burası yalnız Amerika’nın değil, bütün dünyanın nazarlarını üzerinde toplamış bir yerdi. Hollyvvood’ta en ufa kbir hâdise bile büyük gürültülerle dünyanın her tarafına yayılırken, resmî bir komitenin Hollyvvood’ta bir «Kızıl şebeke» keşfetmesi (!) tabii her yerde büyük bir heyecanla karşılanacaktı ve öyle oldu. 1947 ekiminde «Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Tahkik Komisyonu» VVashington’da top landı ve Hollyvvood’un bütün tanınmış simalarını komisyon önünde şahadete davet etti. Bu acayip bir mahkeme idi. Evvelâ şahitler iki kısma ayrılmıştı: «dost şahitler» ve «düşman şahitler». Birinciler, korniş yon tarafından evvelce tespit edilip kendi gayelerine uygun şekilde şahadette bulunacaklarından em i n olunan kimselerden mürekkepti. Düşman şahitler», Kızıl şebeke ye dahil olduklarından şüphe edilen kimselerdi.
Evvelâ «dost şahitler» çağırıldı. Bunlardan Adolf Menjon, Holly-vvood’nun kızıllarla dolu olduğunu bildirdi. Gary Cooper, kendisine o-kunmak üzere verilen birçok senaryolarda komünist propagandası izlerine tesadüf ettiğini, fakat bunları âdeti veçhiyle geceleri yatakta okuduğu için hiçbirini hatıılıyama-dığını söyledi. Ginger Rogers’m annesi ise bir senaristin, kızma şu sözleri söyleterek komünist propagandası yaptırmak istediğini iddia etti: «Paylaşınız, hakkaniyet üzere paylaşınız, işte demokrasi.»
Dâva komedi şeklini almak üzereydi. Fakat sıra «düşman şahitler» in dınienmesine gelince meselenin ne kadar ciddi olduğu ve ne kadar tehlikeli bir yol üzerinde yürü-nüldüğü derhal anlaşıldı, ve Amerika’nın birçok tanınmış şahsiyetleri komisyonun hareket tarzını protesto ettiler. Çünkü, kendileri aleyhinde 'türlü ithamlarda bulunan bu adamlara kendilerini müdafaa etmek hakkı, şahitlere sual sormak hakkı, ‘■avukatlarını celseye iştirak ettirmek hakkı tanınmıyordu. İlk defa komisyon huzuruna çıkan Rîhg Lar-dner, suallere «evet» veya «hayır» dan başka türlü cevap vermek isteyince salondan çıkarıldı, John - Ho-ward Lavvson’un, ondan sonra da diğerlerinin avukatları salona sokul madı. Komisyon başkanı, her gün heyecanlı haberler vererek gazetecileri tahrik ediyordu. Meselâ bir gün Hollywood’un 79 tanınmış şahsiyetinin yıkıcı faaliyetlerine dair deliller toplanmış olduğunu, bir gün Hollyvvood’ta bir casus şebekesinin
mevcudiyetinin kesin olarak anlaşıl dığını, bir başka gün, sinema dünyasının birçok tanınmış şahsiyetlerinin «Rus ajanlariyle işbirliği yaptıklarının anlaşılmış olduğunu bildiriyordu.
Komisyonun bu faaliyeti dokuz gün devam etti ve bütün bu iddialara rağmen, haklarında bir sürü isnatlar ileri sürülmüş olan on kişi hakkında en küçük bir delil bile elde edilemedi. Maamafih Thomas -Rankin komitesinin asıl maksadı da delile dayanan herhangi bir suçu meydana çıkarmak değil, Hollywo-od’da ve bütün memlekette korkulu bir hava yaratmaktı ve bunda oldukça başarı gösterdi: Komite tah-hikakata başladığı sıralarda bütün Hollyvvood stüdyoları bu hareketi protesto etmişler ve komisyon fa-liyetlerinin durdurulması için birçok teşebbüslerde bulunmuşlardı. Hattâ Hollyvvood’un mutlak âmiri ve Amerikan hükümetinin Holly-vvood’daki temsilcisi Eric Johnston bile, söz ve fikir hürriyetinin Amerikalıların en mukaddes haklarından biri olduğunu ileri sürerek, bu komisyonun Holyvvood’da bu hürriyetleri tahdit etmek istediğini söylemişti. Halbuki, komisyonun malûm faaliyetinden sonra, aynı a-damın ve sinema endüstrisinin 50 den fazla ileri geleninin Nevv-York-ta, Wal(iorf-Astorio otelinde 26 kasımda yapılan gizli bir toplantı sonunda, «Hollyvvood on’lan»nın sinema endüstrisinden çıkarılmaları ve k a r a listeye geçirilmeleri Hollyvvood’ta ses çıkarılmadan karşılandı. Aynı gün Temsilciler Meclisi, ( Hollyvvood on‘ları»nın «kongreye hakaret suçundan resmî mahkemelere verilmesini 17 ye karşı 346 oyla kabul etti. Oyların verilmesinden evvei söz alan Rankin, evvelce «on’lar» lehine hazırlanmış bir istidaya imza koymuş olan tanınmış Hollyvvood şahsiyetlerine hücum ederek şöyle bağırdı: «İmzacılar arasında Edvvard G. Robin-son vardır. Onun asıl adını biliyor musunuz ? Asıl adı Emmanuel Golds-berg’tir! Melvyn Douglas’m asıl a-dı da Hesselbergftirl»
Faşist ve nazi taraftan Rankin yahudi düşmanlığını hiç çekinmeden Amerikan Kongresinde ilân e-diyordu.
Ayın 26 smda R. K. O. stüdyosu Adrian Scott'la Edyvard Dmytryck-in kontratını feshetti. İki gün sonra Fox, Ring Lardner’i çıkardı. 2 aralıkta M. G. M. Lester Cole ve Dalton Trumbo’yu çıkardı. Diğer beş kişi ise daha evvelce stüdyolardan çıkarılmış bulunuyordu. İş resmî mahkemeye intikal etti. 1948 ilk-bahannda Dalton Trumbo ve J. - H. Lavvson’un «kongreye hakaret» suçlarının sabit olduğuna ve birer yıl
hapis ve birer dolar para cezasına mahkûm edilmelerine karar verildi. Ve kendilerine kararın Yüksek Mahkemede temyiz edileceği, netice ne şekilde tecelli ederse diğer sekiz arkadaşlarına da otomatikman tatbik edileceği bildirildi.
îki yıl, hiç bir geliri olmıyan, ve hiçbir yerde iş bulamıyan bu insanlar mücadelelerine devam ettiler. Nihayet bir ay kadar evvel, Yüksek Mahkeme, demokratik an’anelerine hiç uymıyan bir kararla, mahkemenin karaıını tasdik etti. Şimdi, Hollyvvood’un on sanatkârı, kendileri hakkında ilk mahkûmiyet kararını veren .1. Parnell Thomas’la beraber hapistedirler. Fakat, Amerikan A-leylıtarı Faaliyetleri Tahkik Komisyonu için aldığı paraları suistimal suçundan üç aya mahkûm olan milletvekili Thomas’la, Anayasa’nın kendilerine verdiği hakka dayanarak kendilerini müdafaa etmek istediklerinden dolayı birer yıl hapse girmiş olan bu insanların durumları arasındaki tezat, Amerika’nın bütün namuslu vatandaşlarını bu karara karşı vaziyet almıya zorlamıştır. On’ların durumu yalnız Amerika’da değil Avrupa’da da akisler uyandırmış ve yer yer protestolara sebep olmuştur. Mücadele devam ediyor.
HOLLYWOOD SANATKÂRLARI NE DİYORLAR?
Gregory PECK:
Hürriyetini kaybetmenin birden fazla şekli vardır:
Bir müstebit onu sizden alabilir; fakat hürriyetinizi, fazla meşguliyetinizden yahut fazla şaşkınlığınız dan veya fazla korkutulmuş olmanızdan dolayı elinizden gittiğinin farkında olmadan, azar azar da kay bedebilirsiniz.
Fredenc MARCH:
Gerçekte onların kime hücum ettiklerini sanıyorsunuz? Sırada olan kimdir? Kilisede, merasim esnasında neler söyliyeceği kendisine ihtar edilen papazınız mı? Sınıfta neler söylemesi gerektiği kendisine gösterilecek olan çocuklarınızın öğretmeni mi? Yahut, düşündüğünüz şeyleri söylemeden önce etrafınıza sinirli bir nazar atmıya mecbur olacak olan siz mi? Kime saldırıyorlar? Hollyvvood'tan çok daha ötelere. Beher Amerikan şehrini, her Amerikan köyünü içine alıyor.
Katharine HEPBURN:
Bizler; yazarlar, sanatkârlar, bilginler, öğretmenler; Rankin’ler, Tenney’ler ve şürekâsı tarafından ilk kurbanlar olarak seçildik. Bunun böyle oluşunun sebebi vardır. Tarihin başlangıcındanberi sanatkâr daima halkın ümit ve hülyalarını ifade edegelmiştir. Sanatkârı susturunuz, halkı en iyi sözcülerinden et-(Devamı 10 da)
a
Amerikan Emperyalizmi bir hayal midir?
İRLEŞİK Amerika Devletlerinin menfaatleri kısa bir zaman içinde Orta Amerikaya yayıldı. Amerikan meyva ve şeker Şirketleri, Demiryolu ve inşaat şirketleri bu işte önderlik ettiler. A-merikan bankerleri bu bölgede bulunan devletlere borç para vermek suretiyle onların nüfuzlarını takviye ettiler. Petrol ve maden işletme imtiyazları aldılar. Neticede bu bölgede bulunan İngiliz sermayesi eski mevkiini kaybetti. Amerika Birleşik Devletlerinin Orta Amerika ve Doğu Hint - Adalarına yatırdığı sermaye 1930 yılında 1,5 milyar doları bulmuştu.
Amerikanın bu bölgedeki iktisadi menfaatlerinin artmasına muvazi o-larak devletlerinin iç işlerine Müdahalesi de arttı Amerika bir çok devletlerin gümrük idaresini bizzat, ele aldı.
Panama 1903. Dominican Cumhuriyeti 1904, Nicaragua 1910, Hay ti 1915 yılındanberi Amerikanı bu neviden bir (himaye>si altındadır. Diğer Orta Amerika Cumhuriyetlerinin hiç birinde de tam bir istiklâl mevcut değildir.
LÎBERÎA
AFRİKANIN Batı sahillerinde küçük bir zenci cumhuriyeti vardır. Bu zenci Cumhuriyeti Amerikadan hicret etmiş zenciler tarafından 1847 de teşkil edilmiştir. Bu zenci Cumhuriyeti yavaş yavaş İngiliz emperyalizminin nüfuzu altına girmekte idi. Fakat 1911 yılında Amerikanın mııdahelesi üzerine İngiltere elini bu memleketten çekti Amerika bu küçük zenci cumhuriyetini nüfuzu altına aldı. Amerikanın Morgan Bankası 1912 yılında üibe-ria devletine borç para verdi. Amerika Cumhurbaşkanı da Liberia’da vergilerin toplanmasına nezaret etmek üzere bir memur gönderdi. Li-beria hudut kuvvetlerinin başına bir Amerikan komutanı getirildi.
1926 da Liberia hükümeti ile; Firestone lâstik ve kauçuk fabrikası arasında yapılan bir mukavele Firestone şirketini bu memlekete hâkim kıldı. Kumpanya 99 senelik bir mukavele ile bir milyon acre’ük «-razi kiraladı,
Firestone şirketi memlekti üç ta-
raftan sömürüyordu: Evvelâ kullan----
dığı arazi için pek az bir kira vermekte idi. Yerli işçilere az gündelik veriyor ve çok çalıştırıyordu. Borç olarak verdiği paralara yüksek faiz alıyordu.
1929 da Liberia da esir ticareti yapıldığı iddia edildi. (Hükümet jne murları bu yüzden epiyce para ka-
zanmakta idiler). Liberia o zamanki Milletler Cemiyetine şikâyet e-dildi.
Fakat Amerika hükümeti ve Firestone kumpanyası işi Milletler Cemiyetinde o kadar mahirâne idare ttiler ki, Cemiyet müdahaleden vaz gçti. Ve Amerikan memurları Firestone istikraz mukavelesi hükümlerine göre gümrükleri ve bütçeyi kontrolü devam ettiler.
MEKSİKA
SKSİKA Amerikan emperya-izminin nüfuzuna ilk giren Memleketlerden biridir .
Amerikadaki Morgan Bankası 1899 yılında Meksika hükümetine 110.000,000 dolar borç para verdi. Sonradan yapılan demiryolu istikrazları ve diğer istikrazlar sayesin de Amerika birinci dünya harbinden evvel Meksika hükümetinin ma li işlerine burnunu soktu.
Meksikanın ^UJü^ alün ve bakır madenleri Amerikan sermayesi ile işletiliyordu.
Meksikanın zengin petrol kaynakları da bu bölgede İngiliz Amerikan menfaatlerinin çarpışmasına sebep oldu.
Amerika İngilizlerin adamı olan
Huerta’nın 1911 de Cumhur başkan lığına getirilmesine karşı resmen müdahalede bulundu. Amerikan bay rağına hakaret dildiği iddiasile Ve-ra Cruz limanına Amerikan donanması gönderildi. İngilizlerin Huer-to’ya silâh göndermelrine mani o-lundu.
Amerika Meksika petrollerini ele geçirmek için kendi adamı olan Car ranga’yı Cumhur başkanı yapmak is tiyordu. O zamanki Amerika Curn hur başkanı Wilson. Carranga lehi ne yaptığı müdahaleleri haklı göstermek için bu adanın yeni bir ana yasa ile memlekete istikrar getirecc ğini ileri sürmekte idi.
Fakat Carrango Cumhurbaşkanı olur olmaz memlekette bir köylü isyanı patladı. Başında Villa ismin de bir köylü bulunan bu isyan gittikçe genişledi.
Fakat Villa Meksikaya girerek Carranga’yı koruyan Amerikan askerlerimi! ^.r^ışıjıjigL dayana madı.
kerlerinijı .anamadı, mağlup oldu.
1917 de Carranga’nın yaptığı ana yasa da
Çünkü v
desine göre Meksika hükümeti Mek sika kaynaklarının yabancılar tarafından hudutsuz bir şekilde istisma-
Amerikayı memnun etmedi, 'eni anayasanın 27 inci mad
Dünyâ
Yazan: Prof. J. D. Bernal
arı
İdrojen bombası yapmak teklifi, ilmi harb hizmetinde kullanmanın bizi nasıl manasız bir korkuya sürükleyebileceğini her kese gösterdi. Harb kararı vermek için idrojen bombası, atom bombasından daha az ehemmiyetli askerî bir silâh olarak düşünülebilir. İdrojen bombası buna radyoaktif tesirleri de ilâve ederseniz, insan hayatına doğrudan doğruya. daha geniş ve hesapsız tahribat yapar ki, bu her iki taraf için de, te*^^ rarla ra sebep olur. Bomba tehdit sıtası olarak da kullanılamaz. Eğer merika bunu yapar yapmaz, Sovyet Rusyanın bunu yapamıyacağını zan netnıegesebep yoktur. Bu şekil harplere nihayet vermek için sür’at-
ı| le bir şeyler yapmak lâzımdır.
İlk adım olarak her memleket hal kının hükümetler in|, düşman bu bombayı kullanmadikça, kullanım-yacaklarını ilâna sevketmeleri faydalı olur. İkinci bir yol da, Prof. Jo-liot Curie’nin telkin ettiği gibi, a-tom bombasını kullanacak ilk hükümeti cani olarak ilân etmektir. Bu şekilde bir ilân, muhakkak ki birçok âlimi bu gibi silâhlan imâl etmemek kararına kuvvetle şevke-decektir. Daha şimdiden bütün araş tırma yapanlar ve Fransız Atom Enerjisi Komiserliği mensuplan, eğer atom bombası üzerinde çalışmağı teklif ederlerse, hemen mües-
r
seseyi terkedeceklerini katiyetle ilân etmişlerdir. Bütün bu seyir içinde tek selâmet yolu, yalnız idrojen bombasını değil, bütün atomik ve bakteryolojik silâhların mutlak surette men’idir.
Bütün hükümetler samimiyetle atom silâhları imâlinden ve kullanılmasından vazgeçmeli ve mevcut stokları ^tahribetmeği de taahhüt etmelidirler; bu stoklara sahip olan enger müesseseler de aynı şeyi yapmalıdırlar.
. Böyle bir taahhütte ihtilâlci hiç-
bir mahiyet yoktur. Bu esasında. \*a -
1925 de gaz ve bakteryolojik harbi men’eden anlaşmadan ve 1932 de silâhsızlanma konferansında bunun, temin edilmesinden farklı birşey değildir. Vakıa, bildiğimize göre 1941—45 harbinde gaz ve bakteri muharipler tarafından (bununla beraber Japonlar kullanmağa hazırlanıyorlardı) kullanılmamıştır. Bu tedbiri müessir yapabilmek için, insan dehasının yaratabileceği (pro-cessul) (madenlerin işlenmesinden bombanın imaline kadar) Milletlerarası tam bir teftiş sistemi kurulmalıdır. Bu müessese, seyyar ilmi müfettişleriyle beraber milletler arası bir teftiş komitesinin nezareti altında çalışmalıdır. Icabeden zengin materyel ve geniş plânlar böyle bir sistemin çalışmasını isabetli bir hale getirir.
Cidden gerek Anglo-Amerikan ve gerek Sovyet hükümetleri kontrol ve teftişin mümkün olduğunu kabul
edebilecekti tâdil etrrıe-bir
rina karşı müdahale Amerikan bu maddeyi inekte İsrar eden Carranga'yı çok entrikalar sonunda, 1920 de devirtti ve yerine Obregon’u geçirtti. Anayasadaki bu maddenin 1917 den evvel Meksikaya yatırılmış bulunan Amerikan sermayesine tatbik olunnuyacağını kabul edinceye kadar Amerika Obregon hükümetini tanımadı.
Meksikada yapılan siyasî değişik liklerde Amerikan emperyalist men faallerinin rolü hakkındaki misalleri uzatmaya lüzum yok. Aynı dalavereleri Amerikan nüfuzunun hâkim oldugıı diğer devletlerde de görec-ğiz.
ettiler, yalnız bunun nasıl yürütüleceği hususunda küçük bazı noktalarda ihtilâfları vardır. Bu biricik kabule lâyık metottur. Herhangi müstakil bir' devletin Baruch’un (atom komitesinde Amerikan mümessili) plânını kabul edeceğini düşünmek bir hayal olur. Barudi bütün atom tesislerinin mülkiyetini ve idaresini, içinde Amerika’nın ve dostlarının daimî bir ekseriyet teşkil edecekleri bir komitenin eline vermekte; ve buna ilâve olarak A-merika’nın bomba stoklarını elinde tutmasını, hudutsuz bir zaman için bomba istihsaline devam etmesini teklif etmektedir.
Bunların hepsinin üstünde olan şey, bütün halkları atom harbinin men’i hakkında yapılan tekliflerden haberdar etmek, bunun şimdiye kadar men’edilmesine, Sovyetlerin inadının sebep olduğu gibi yanlış bir kanaate sahip olmalarına ve aldatılmalarına meydan vermemektir.
Dünya Barış Komitesinde, dünya parlementolarını atom bombasının men’i prensibini kabule sevkeden teşebbüsü, bu memlekette de (İngiltere’de) dikkat nazarına alınmalıdır. Hiç olmazsa bunun Avam Kamarasında ciddiyetle münakaşa e-dildiğini görmek isteriz. Ergeç halkın iradesi bütün bu harb dehşetleri karşısında kendisini gösterecektir. En mühim ve âcil olan şey çok geç madan bunun yapıldığını görmektir.
9
Tütün işçilerimiz ve ekicilerimiz feci durumdadır
Zaten normal zamanlarda senenin 4—5 ayını aylak geçiren tütün işçilerimiz artık büsbütün iş bulamaz hale gelmişlerdir. YUlardanbe-ri sanayiimiizn çeşitli alanlarında müzmin bir şekilde devam eden işsizlik, iki yıldır her yanı sarmakta ve sosyal varlığımızı içinden kemirmektedir. Marşal Plânından faydalanma ile yerli sanayiimizin de ocağına incir dikilmiş ve böylece ilk olarak dokuma sanayii ve tütünde tam bir iflâs baş göstermiştir.
göre çok düşük yövmiye ile çalışan ve her türlü baskı ile elinden daha çok iş alman kadın ve çocuk işçileri çalıştırır oldular. Erkek tütün işçileri bütün bir yıl işsiz, güçsüz kahve köşelerinde en kötü şartlarda sürünmiye başladılar. Korkunç bir açlık ve her türlü mahrumiyet işçi barınaklarını; tavan aralarını, bodrumları, gece konduları, mahzenleri kaplamıştır. Sefalet gittikçe artan fecî bir tempo ile ilerlemektedir.
Demokrat Parti ve grev hakkı
Muhalefet saflarında iken Demokrat Parti mensuplan her vesile ile işçinin karşısına çıktıklarında, Türk işçisinin eıı esaslı demokratik haklanndan birinin grev hakkı olduğunu defalarca tekrarladılar.
En son olarak seçimlere bir ay kala Sendikalar Birliğinin yaptığı yıllık Genel Kurul toplantısına Demokrat Parti adına çağrılan Köprülü, partisinin işçi sendikaları gibi işçinin İktisadî sahada haklarını koruyacak gayrı siyasî teşekküllerin siyasete âlet edilmelerine aleyhtar olduğunu ve grev bütün demokrat ülkelerde gibi Türkiyede de işçinin
hakkı olması gerektiğini hiç bir tevile imkân bırakmıyan bir katiyetle belirtti. Anadoluda la yaptığı geldikleri
hakkı tanıyacaklarını söyledi. Ma-mafi aynı ağızların 1946 seçimlerinde bunun tamamen aksi bir dil kullandıklarını da dı.
C .H. P. nin cıklı neticeleri
Kukla Sendikaları Birliklerinin iplerini en azılı C. H. P. liler dünyanın gözü önünde avuçları içinde bu-lıınduruyor ve .siyası mitinglerinde kalabalık olsun diye bunları kullanıyorlardı. Sözde bağımsız diye or-
şiddetle hakkının tanındığı en tabiî
En büyük tütün alıcımız olan memleketler; Almanya, şimalî ve garbı Avrupa memleketleri birer birer Virijinya tütününe alıştırılmış ve elimizden gitmiştir. Bir tütün memleketi olan Türkiyemizin yüksek tabaka mensuplarından çoğu dahi çesterfild veya kemıl içer olmuşlardır.
Aslında dünyanın en nefis tütünlerine sahip olan tütün piyasamıza hâkim sermayedarlar; ötedeııbeıi imali ucuza mal etmek hırsı ile, çoğunu işletmeden çöpü ve gübresi ile dış memleketlere göndere, göndere fena bir şöhret almışlar ve son defa dünyayı silindir gibi çiğneyip geçen Amerikan sermayesinin ağır baskısı altında çökmeye yüz tutmuşlardır.
Her yıl karakış başlangıcına kadar amele kadınlı erkekli, çolûklu çocuklu tütün depolarında çalışır ve bir kaç ay depolar mecburî tatil devresine girince: çoğu civar memleketlere, tütün ekilen yerlere dağılıp oralarda çalışarak kışı geçirirlerdi. Evcek tütünde esir gibi çalışan işçinin ellerine neticede korkunç derecede az bir para geçer ve onlar bunla ancak ölmiyecek kadar bir şey yiyip perişan halde yaşar dururlardı. Bu hal normal savılan zamanlarda bu minval üzere devam edip gidiyordu. Bu müzminleşen sefaleti kanıksıyan tütün işçisinin durumu bir kaç yıldanberi büsbütün kötüleşmiştir. İkine i Dünya Harbinden sonra herkes ine ketin dış ticaret imkânlarının genişleyeceği ve böylece yerli sanayiimizin gelişip, ihracatımızın artaca-rağmı umarken, daha fecî durumlar birbirini kovaladı. Marşal Plânı gereğince hariçten memleketimize sokulan Amerikan malları yerli sanayiimizi felce uğrattı. Böylece memleketimiz dokumasına varıncaya dek hor tin İti mamul eşyayı hariç ten alan bir pazar haline geldi. Tütün gibi sayısı bir kaçı geçmiyen değerli ihraç mahsullerimizin karşısına da Amerika imalcileri bu durum rötarını daraltmak, derecede ucuza mal Böylece ötedenberi bir erkek işçiye
Sözde ortalıkta; sigorta, çalışma, iş ve işçi bulma bürosu gibi bir takım boş ve sırf iktidar partisine öğünme ve propagandasına yarıya-cak teşekküller mevcuttur, üstelik bu içler acısı durum karşısında muhalefet ve muvafakat olaylara gözlerini kapayıp sıkılmadan rey avına çıkabiliyorlar ve işçilerimizi işlerin den eden Marşal Plânını hâlâ göklere çıkarmak yolunda çırpınıyorlar...
Hani demokrasinin alfabesine dahil ölan: müsavi hak ve ücret prensibi nerede kaldı. Tütün istihsalinde düşük yövmiveli kadın ve çocuk işçiler tamamiyle erkeklerin yerini almış gibidir.
Tütün istihsalindeki bu feci durum, tütün eken küçük toprak sahip lerinde de aynen mevcuttu). Geçen yıl etraftan gördüğü teşvikle tarlasını donatan köylü mahsulü toplayıp pazara getirince dona kalmıştır. Çünkü elinden son derece düşük bir fiyatla tütünleri alınmak istenmiştir. Bu feci durum karşısında mahsulünü yok bahasına vermektense çürütmeyi termh etmiş ve bu vıl tütün ekenlerin sayısı birdenbire düşmüştür.
^Behirde tütün istihsalinde iş bula nny.au uiueie köye akmış orada da boğaz tokluğuna iş temin edemez oln.urt ıır.
b i r m ese 1 e d i vp | Me ı nlckettel
1 ütünden
I
I I
Bizzat Celâl Bayar da muhtelif yerlerde halk-konuşmalarda, iktidara takdirde işçimize grev
işçi sınıfı unutma-
işçi politikasının a-dünyaca biliniyor.
taya atılan ikinci Sendikalar Birliğinin de arkasından Kessler’ler Fındık oğulları sırıtıverdiler. C. H. P-, totaliter devrenin karanlığı içinde iktidarda ağalık sürdüğü devirlerde faşist idareler tipinde kukla işçi korparasyonları, ismi var cismi yok teşekkülleri daima koleksiyonunda bulundurmuş ve memlekette zarurî olarak çok partili sistem ve tek dereceli seçime geçilince aynı baskıyı isim değiştirerek idame ettirmek sevdasın» kapılmıştı. Irmak, Sirer, Barkın gibi çekirdekten işçi düşmanı ve Nazizm hayranlarının işçi dâvamızı ne türlü ele aldıkları ve demokrat memleketleri kendimize nasıl güldürdükleri herkesin malûmudur.
Acaba sendikalarımızın arzettiği bu feci durum karşısında iktidara gelen D. P. Türk işçisine ilk hamlede beklediği başlıca ekonomik hak ve müdafaa vasıtası olan grev hakkını tanıyacak ve bağımsız yani işçinin kendi inisiyatifi ile kurulup kendisi tarafından idare edilen sendikaların kurulması için sosyal imkânları sağlıyacak mı?
F. Saffet
Neden Sosyalizm ?
lidir şeklinde bir sual soracak olursak, bizim değiştirmemize imkân ol-mıyan bazı şartların mevcudiyetini unutmamalıyız.
Hol vutun onları
karakteristiği o-
ibaret olan
1
5
dikildi. Tütün karşısında kad-işçiLiği âza mî etmek istediler.
Bu k ti ç üı n s e n m i v e c e k
geçimi olarF milyonlarca insan | ıdel^Bu dur- !
isti hs:Wnd _. „ ..
un devam etmesi yffîibinlere! mvanın mahvı demBktiı. Sınu'sız )ir iştihaMe pazar a eden dolayı harp k
?unu ve «pen dola
.. ve öliîR, öFı memleke daha görüyoruz, onların ücretli memurları halkın kendi meseleleriyle meşgul olmasına ve dui'umuııu korumasına boyuna engeller 1 erin i keye -yanalı rtiyle etmeğe çalışırlar.
Sınırsız ına çıkanların kırtıcısı oldu-ha Utları sefa* ettiklerini uu kalitesinde bTr"Kere Sömürgeciler ve
çıkararak onların göz-mütemadiyen dışa - dış lehlice v i rtm eğe uğr ışırlar ve debi r harp havası yaratmak su-aşikâr haksızlıkları örtbas
F. Saffet
(Baş tarafı 3 de) dar kendi hayatı üzerine hareketiyle tesir edebiliyor, ve bu prosesüste şuurlu fikir ve irade bir rol oynıya-bilivor.
İnsan doğarken irsiyetiîı tesiriyle, değ i.şm iyen ve değiştirilmeyen, ve insan cinsinin
lan tabiî meyillerden muayyen bıoiojik bir şekil almaktadır. Bundan başka, hayatı boyunca. diğer insanlarla münasebeti ve diğer biı çu klesir tipleri sayesinde, cemiyetten aldığı bir kültürel şekil iktisap eder. Zamanla değişmesi mümkün olan ve çok geniş bir şe-| kilde fert ile cemiyet I münasebeti tayın ede
ildir. Modern untı
arasında ki, n bu kültürel antropoloji! «pri-irlej in mukaye-ı ulatın içtimai yiik faiklar gfetermekfe-i h»Bket tarS yette baş rolü oymvan «rganil tipleri ve kültür tiplerine
mitif.«ilenilen kü seli t«uki ile, tarzı Sreketini arzedbileceğini dir: bu idfimaî
eenud~- ’ *
zasyon
'■Hi'üdır. İşte, insanların istikbalim düzeltmeye çalışanlar bu vakaya Limit bağlıyabilirler: insanlar biolojik yapılar yüzünden birbirlerini mahvetmeye veya kendi kendilerinin sebep oldukları acı bir sonun esiri kal maya mahkûm değildirler
Cemiyetin yapısı ve insanın kültürel durumu, hayatı mümkün olduğu kadar tatmin edici bir hale getirmek üzere, ne şekilde değişme-
miş olursunuz. Kültürü yok ediniz, halkın daha iyi bir hayat için kuvvet aldığı en büyük ilham kaynağını yoketmiş olursunuz.
Her cephede hücuma geçilmiştir. Yazarlar ve öğretmenler iftiraya uğrarken işçi, kendisine o kadar pahalıya malolmuş olan teşkilâtlanma hakkından ediliyor ve memurlar git tikçe artan enflâsyon ve işsizlik tarafından çok aşağı bir hayat seviyesinin kendilerine empoze edildiğini görüyorlar .
İşte bizi parçalamak ve harbe «giden yola siiıiiklemek isteyenlerin plânı budur.
W Uf iam W LER (Reji sör ):
Bugün Hollywood’ta «Hayatımızın en güzel günleri’ni yeniden çevirmek müsaadesini alamam. Bu doğrudan doğruya Amerikan Aleyh tan Faaliyetler Komitesinin meydana getirdiği bir neticedir. Bu komisyon namuslu insanları, fikirlerini ifade etmek cesaretini göstere-miyecek kadar korku içinde bırakıyor. Bu komisyon Hollyvvood’ta panik yaratıyor. Korku, kendiliğinden bir sansür yaratıyor ve bu sansür sinemayı felce uğratıyor.
Çinde büyük arazi sahiplerinin çiftlikleri topraksız, fakir Çin köylülerine dağıtılmaktadır.
İSRAİLDE:
(Baştarafı orta sahi/ede) meşine dair çağırının altını imzalamıştır. Köylerde ve büyük şehirlerde imza kampanyası aynı hızla yürü tülmektedir.
LÜBNANDA:
Beyrutta Lübnan barış taraftarları millî komitesi Stokholm çağırı-larının altlarına imza toplama işini Lübnanın en uzak noktalarına kadar yaymıştır. Lübnan demokratik sendikalar federasyonu 14,000 imza toplamıştır.
ÇİNDE:
Çin başkenti Pekin de dün 50,000 den fazla insan
raftarları tarihî kongresinin atom si lâhının yasak edilmesine dair olan çağırışı altına imza toplamak için
Stokholm barış ta-
bir miting yapmıştır. Mitingde söz alan You-bou-çen, dünya barışı -nın kurulması için büyük Çin halkını harp kışkırtıcı ve sömürgecilerle aktif savaşa çağırmıştır.
Genel Çin sendikaları federasyonu organı olan Bun — Çen — Şibau gazetesi Çin işçilerini Stokholm barış taraftarları kongresinin çağın sini imzalamıya davet etmiştir.
Çin demokrat işçi partisi büyük atom araştırıcısı ve dünya barışının kurulması yolunda aktif olarak savaşan Frederic Jolliot Curie’nin va uzaklaştırılmasını öfke
ve nefretle Fransa hükümeti nez-dinde protesto ettiğini bildirmiştir.
zifesinden
El değiştiren iktidar
(Baş tarafı 1 inci sa: de) imkânı verili? Fırtınaya çevirmeğe çalıştığı buhranlı havayı birden bire neden yumuşattı?
1) Halkın, Halk Partisine ve onun hükümetine karşı hoşnutsuzluğunu filî ve kitlevî hareketlerle göstermeğe başlamasının burada başlıca rolü oynadığına şüphe yoktur. Bilhassa son zamanlarda türlü sekenlerin doğurduğu kitle çıkışları Halk Partisini derin düşüncelere sev-kedecek, cesaret kıracak kadar manalı ve tehlikeliydi. Böyle bir hava içinde baskı yapmanın ateşle oynamak olacağını Halk Partisi erkânı anlamamazhk edemezdi. Bununla beraber memleketi askerce bir zihniyetle idare etmeğe alışmış bir iktidarın, bir polis hükümetinin, ortada kendisince daha ciddi sayılacak başka sebepler olmadan, kitle çıkışlarına fazla önem vereceğini, halka boyun eğeceğini düşünmek de biraz saflık olur.
2) Fakat memleketin bağımsızlığı pahasına muhafaza edilen bir iktidar bağımsız bir iktidar olamazdı. İktidarın asıl sahibi olmaktan çıkarak bir vasıtası haline gelen bir partinin boyun eğdiği bir kuvvet bulunması gerekti. Bu kuvvetin elindeki âletin işe yaramaz bir hâle geldiğini gördüğü anda onu yenisiyle değiştirmesine bir sebep yoktur. Hem sonra, narp içinde ve harp sonrası devresinde irticam, hürriyet ve demokrasi düşmanlığının yuvası, bayraktarı olmuş bir partiye demokrasinin önderliği rolünü oynatmak, başka milletleri aldatmak ta zaten zor oluyordu Memleket içinde itibarı sıfıra inen, memleket dışında silâh tüccarlarından başka dostu bulunmayan posası kalmış bir partiyi iktidarda tutması iktidarın hakiki sahipleri için zararlı neticeler de doğurabilirdi.
Seçimlerin sonuçlarına dair Amerikan dış bakanlığının yayınladığı resmî tebliğ Halk Partisini kadere boyun eğdiren şeyin ne olduğunu anlatmaya kâfidir. Bu resmî tebliğ Türkiyedeki iktidar değişikliğini demokrasinin bir zaferi, bir delili şeklinde göstermeğe çalışıyor. Amerikan Dış Bakanlığının bu gayreti nedendir? Bu olay bize Amerika halkının, Türkiyede irticai des-tekliyen ve besliyen Amerika hükümeti karşısındaki durumunu, Amerika hükümetine yaptığı baskının derecesini göstermiyor mu? îç işlerimize karışmadığını her fırsatta iddia ve
İsrail barış taraftarları büyük a-tom alimi Frederic Jolliot Curie’nin barışçı gayelerinden ötürü işinden uzaklaştırılmasını protesto etmişler ve Tel- Aviv de çıkan gazetelerde bu protesto mektubu yayınlamışlardır.
KOREDE:
Demokratik Kore halk cumhuriyetinde 2 hafta sonunda 5,800,000 kişi Dünya Barış taraftarları Stokholm çağırışının altına imza koymuştur.
ilân eden Amerika hükümeti seçimlerin lıemeıı ertesi gün yaptığı bu tebliğle iç işlerimize müdahalenin böyle kaba bir misalini göze alması bu baskının ciddiyetine bir delil değil midir? Fakat iktidarın el değiştirmesinden beklenen faydalar bu kadarla kalmıyor, dahası var.
3) Akdeniz bloku bugünlerde yine bahis konusu olmağa başladı. Yugoslavya ile Yunanistan arasındaki yakınlaşmadan sonra bu blokun başarılı bir sonuca bağlanması şansının arttığından bahsediliyor. Yugoslavya ile Yu-nanistanın yakınlaşmasını kolaylaştıran âmil Plastiras’ın iktidara gelmesini sağlıyan Amerikan ültimatomu değil midir? Yugoslavya Akdeniz blokuna açıkça iştiraki göze alırken eski sosyal prensiplerine hâlâ bağlı görünmek için, bir zamanlar faşist ve mürteci diye ilân ettiği, şimdi kendileriyle işbirliği edeceği hükümetlerde şeklen olsun bazı değişiklikler görmeğe ihtiyacı vardır. Yunanistanda bu işi A-merikan ültimatomu temin etti. Türkiyede yeni seçimler ayni işi niçin görmesin? Tifo partisinin organı olan Borba gazetesinin Türkiyedeki seçim neticelerini «Demokrasi kuvvetlerinin bir zaferi olarak selâmlamakta» acele etmesi
mânalı değil midir?
Görülüyor ki, Halk Partisinin seçimleri o-
luruna bırakmasında iç baskının tesiri olduğu kadar dış âmillerin, dış baskılarında tesiri var-
dır. Türk halkının, yıllarca zulmünü gördüğü bir partiye karşı olan nefretini istismar etmek istiyen bu dış baskının gayesi, dünya umumî efkârihı, memleketimizde demokrasinin varlığına inandırmak ve boyleee harp hazırlıklarının gerekli kıldığı yeni bir takım siyasî tertiplere daha elverişli bir hava yaratmaktır.
Türk halkı D. P. ye, C. H. P. ye karşı olan nefretini ifade etmek için oy vermiştir. D. P. den yarasına merhem ummuyor. Partiler rol değiştirmişlerdir. Halk Partisi Demokrat Partiyi doğurmuş ve yetiştirmişti. Demokrat Partinin, iktidardan düştükten sonra çökmeğe yüz tutan Halk Partisini payandaladığını gös
ÇİNDE:
Harbin, Çujang’da barış komiteleri kurulmuştur. Profösörler, Öğrenciler ve her meslekten aydınlar Stokholm çağırışının altına imza toplama hareketine katılmışlardır.
Şangiıayda 400,000 den fazla imza toplamıştır.
HİNDİ ST ANDA:
Bombayda dünya barış taraftarları Stokholm çağırışı altına 2,000 imza konulmuştur. İmza toplama i-şi burada ve diğer lıind şehirlerinde hararetle devam etmektedir.
J/JPOATY/lD/l.-
Japonya millî sendikaları ve barış komiteleri Stokholm çağırışına imza toplamak maksadile 2.000,000 bülten yayınlamıştır. Bunlardan 10,000 lercesi kapışılarak imzalanmıştır.
MISIRDA:
Mı sır ileri gelenlerinden çoğu, parlamentoya mensup saylavlar dünya barış taraftarları * Stokholm çağırışının altını imzalamışlardır.
MACARİSTANDA:
Bııdapeştede dünya sendikaları federasyonu mayıs sonlarında yaptığı toplantıda biitün dünya emekçilerini Stokholm barış taraftarları kongresinin çağırılan altına imza koymıya davet eden bir beyanname yayınlamıtır. ş
POLONYADA:
Polonya Kızıl Hiç genel idare ku-, rulu son yaptığı toplantıdan sonra dünya Kızıl Haç teşkilâtı merkezine bütün teşkilâtın dünya barış taraf-tarlırı Stokohlm çağırışı altına imza koymalarını istiyen bir beyanname göndermiştir.
Lotz şehri profesör ve öğrencileri Oxford Üniversitesi gençlerine bir davetname göndererek onları Stokholm çağrısının altına imza koymıya çağırmışlardır.
FRANSADA:
Marsilya, Lyon ve daha başka Fransız şehirlerinde amele ve memurlar Stokholm çağırışına imza koymaktadırlar.
DOĞU ALMANYADA:
Hür Alman g e n ç ie r birliği 7,000.000 dan fazla \mza toplamış-lardır. Kuzey Ren Festifalyada 17000 kişi, barış taraftarları Stokholm çağırışını imzalamışlardır.
teren emareler şimdiden belirmeğe başladı. Birbirlerini düşürüp kaldırarak müşterek yol
larına devam etmeğe çalışacağa benziyorlar. Bakalım ne zamana kadar.
BARIŞ
ÎTALYADA:
İtalya Savunma Bakanı Rakkarti İ-talyada en son sistem Amerikan tipi harp malzemesi yapımına başlandığını bildirmiş ve Torinoda seri halinde avcı uçakları çıkarılmıy a başlanmıştır. Torino işçileri bu hareketi protesto etmişler ve işlerini terk r( inişlerdir.
11
BARIŞ
Posta kutusu: 54 — Aksaray
15 Günlük Politika - Fikir
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Rifdt PELVAN
Basıldığı yer: Alişan Dobra Matbaası
Abone şartları : Yıllığı 500 Altı aylığı 250 kuruş.
İdare yeri: Ankara Caddesi
İzzettin Han No: 49
Fıatı 25 Kuruş
SAYIN OKUYUCULARIMIZA
Çıkmıya haşladığı günden itibaren BARIŞ’a sürekli olarak, mem-lektimizin her tarafından şiir! ve yazı yağmuru yağmakta devam ediyor. Memleket çapında gösterilen ilgiden ötürü teşekkürü bir bore biliri bütün bu yazılara ayrı ayrı cevap vermiye, onları neşretmiye ne verimiz ve ne de vaktimiz müsait ol matlığından sevgili okuyucularımızdan özür dileı ve şu noktaların bilhassa dikkate alınmasını rica ederiz:
1 BARIŞ mecmuası, her şeyden önce günümüzün memleket * ve dünya ölçüsünde en önemli hayatı meselesi olan BARIŞ DAVASI nı ele almış bulunmaktadır. Mecmuamızda birinci plânda bu konu ile ilgili noktalar belirtilmektedir.
2 Yer darlığı ve maddi imkân
sızlıklar yüzünden sanat’a ait yazılara ancak iki sahifemizi ayırabilmekteyiz. Bu iki yaprağın da içinde bulunduğumuz şartlarda arttırılmasına imkan yoktur. Esasen bu sayfalara da daha ziyade Barışla ilgili samı t yazıları koyulmıya çalışılmaktadır.
3 — Mecmuamızın yaşaması ve uzun ömürlü olması için abmıc olmanız ve yeni aboneler bulmanız şarttır. Zira mevcut bayi teşkilât larına bel bağlayarak böyle bir dâva dergisinin yaşamasına imkân yoktur.
Bu itibarla sayın okuyucularımızın, mecmuanın satış ve dağıtılma işi ile bilfiil meşgul olmalarını ve türlü maddî zaruretler içinde çıkartmaca savaştığımız BARIŞ dergisinin ve onunla birlikte Barışı savunma dâ-
vasını muzaffer olması için, ellerinden gelen yardımı yapmalarını dileriz. . I
4 — Dün^â Earışı ile ilgiili konular üzerinde sayın okuyucularımızın yayınlananlardan gayrı, bildikleri yeni şeyler varsa göndermelerini bilhassa rica ederiz. Yine Barışla ilgili sorularını da cevaplandırmıya çalışacağız.
5 Barış, sayfalarınızı memleket meselelerine geniş ölçüde yelvemi ek azmindedir. Yaşadığımız devirde, ekonomik, sosyal, kültürel, politik hemen bütün meseleler Barışla sıkıdan sıkıya ilgili bulunmaktadır. İlk bakışta Barışla olan ilgisi az gibi görünen mevzuların altları kazmnv a yine Banş görülmekte dır.
6 Nâ zını Dikme t’in haksız ye
re 13 yıldanberi zindanlarda sürütülmesi ve. bu tarihî adli hatanın iç ve dışta millî itibarımızı sarsacak muazzam bir hadise olması Barışı ilgilendirdiğinden ötürü okuyucularım ’znı bu dünya çapında Barışsever yüce şairimizin bir an önce hürriyete kavuşması yolunda kanun çerçevesi içinde aktif savaşa katılmalarını istiyoruz.
Bııgiin için Nâzım Hikmet’in kurtarılması dâvası, memleket ve dünya çapında insanlığı iztirap ve haksızlıklardan kurtarma demek olan Barış dâvasının bir parçasıdır. Siyasî, fikrî, kültürel inanışları ne o-lursa olsun memleketimizin bütün iyi nivetli, namuslu, hale ve adaletten ayrılmaz insanlarım Dünya Barışının kurulması ve Nâzımın kurtarılması yolunda harekete çağırıyoruz. BARIŞ
BEREKET ARSLAN VAR...
12
t
Comments (0)