Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

P O L I T I K A
t — SAYI: I
z
I
M
H
M
E
T
BARIŞ YOLU

13 Nisan 1950
Geçen harbin açtığı yaralar daha kapanmadı. Kimsesiz anaların ıstırapları, öksüz kalmış çocukların gözyaşları henüz dinmedi. Sefalet heyulası yalnız yıkılmış şehirlerin harabeleri arasında dolaşmıyor, harbin kanlı ve yangınlı facialarını görmemiş ülkeleri de tırpandan geçiriyor. Fakat insanlığın ıstıraplarını kâr ınenbaı sayanların ihtirasları da dinmedi. Geçen harbin hesabını 53 milyar dolâr kârla kapayan Amerikan tekelcilerinin gözleri doymamıştır. Tersine, istikaları büsbütün kabarmışa benziyor.
Yaşamak isteyen, daha iyi bir geleceğe doğru hamle eden milletler ve bütün namuslu insanlar için harb nasıl bir âfetse, saadetlerim milletlerin sefaleti ve perişanlığı üzerine kurmak isteyenler için de barış bir felâkettir. Emperyalistler ve yardakçıları bu «felâketten» korunmak için yeni bir harb hazırlamakla meş-ğuldürler. İktisadî birtakım plânlarla ve onları takip eden askerî paktlarla bir kısmı memleketlerin siyasî ve İktisadî bağımsızlıkları yok edilmiştir. Amerikan emperyalistleri mahallî mürtecilerin yardmılariylc yerleştikleri veya işgalleri altında tuttukları memleketleri askeri bir üs, bir silâh deposu haline getirerek sulhü tehdit etmeğe başlamışlardır.
Harb hazırlığı yıkıcı tesirlerini bütün ağır-lığiyle milletlerin İktisadî hayatında hissettirmeğe başladı., «Marşal yardınıı»nın, yani harb hazırlığı plânının girdiği memleketlerde İktisadî hayat büsbütün felce uğradı. Ticaret muvazeneleri bozuldu, gümrüklerden başıboş giren Amerikan mallarının rekabeti karşısında yerli sanayiler çökmeğe yüz tuttu. İşsizlik korkunç bir hal aldı. Askerî bütçeler ve devlet borçları kabardıkça vergiler ağırlaşıyor, iş ücretleri düşüyor. Hayat pahalılığı tahammülün hudutlarım aşmış bulunuyor. Böylece harb hazırlığı geniş halk jığınlannın sırtına yüklenmiştir. Fakat bu sonuçlar Amerikan tröstlerini ilgilendirmez. Onlar için mühim olan harb hazırlığı işinin sürümesidir ve bu iş yürüyor.
İnsanlık yeni bir felâketin eşiğindedir. Si-zâlı yüklü gemi kafileleri Avrupa sahillerine Nklaşmağa başladılar. Tehlikeyi küçümsemek (Devamı 11 inci sayfada)
N A
î K
Dâvası millete mal olmuştur.
y
%
f

4
Oıı iiç yıl önce iki askerî mahkeme Nâzım Hikmeti gizli celselerde muhakeme ettiği vakit, hiç kimse bir şey bilmiyor ve bir şey söyliyemiyordu. Nihayet duyuldu ki; iki mahkemenin ayrı ayrı verdiği cezalar birleştirilmiş ve şair Nâzım Hikmet 28 yıl 4 ay ağır hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
Vatan gazetesi, Avukat M. Ali Sebük’ü Nâzım Hikmet dâvasını incelemek ve bunu efkârı umumiyeye arzetmek işiyle vazifelendirince çok şeyler öğrendik ve çok şeyler duyduk.
Öğrendik ki; Nâzım Hikmet, kanunların suç saymadığı bir çift söz yüzünden haksız olarak bir defa 15, bir defa 20 yıla mahkûm edilmiş ve bu cezaların birleşmesi usulü gereğince ceza 28 yıl 4 aya düşürülmüştür. Nâzım Hikmet işlemediği bir suçtan mahkûm edildikten sonra Askeri Ceza Kanununda değişiklik yapılması gerekmiş ve B. M. M.
(Devamı 12 nci sayfada)
Yunanistanda:
Bilindiği üzere Yunanistanda seçimler yapılmış, fakat bir türlü Koalisyon kabinesi kurulamamıştır. Oy sayısı itibariyle başta gelmesine rağmen yunan milletine kan kusturan halkçı Parti bütün gayretlerine rağmen kabineyi kuramamış, arkadan diğer partiler sıra ile şanslarını denemiye başlamışlar-* dır. Bu arada Amerikanın Yunanistan büyük elçisi Henry Grady Yunan Parti liderlerine derhal aralarında anlaşıp müstakil bir hükümet kurmıyacak olurlarsa Yunanistana yapılan Amerikan yardımının kesileceği tehdidini savurmuştur .
Liberal Parti lideri, bu tehdit ü-zerine derhal kabinesini kurarak Amerikanın dileğini yerine getirmiş ve kabine arkadaşları ile Yu-nanistandaki Marşal yardım uzmanlarıyla bir toplantı yapmış ve Amerikanın, yardıma devam için is-T tediği teşrii şartları müzakere etmiştir .
*
Belçika’da:
Belçikada Anglo-Sakson baskısı altında kralın memlekete dönmesi pek cüz’i bir farkla kabul ettirilmesine rağmen, halk ayak diremiş ve memleketinin en karanlık günlerinde ona yâr olmamış bir kimseyi memlekete ayak bastırmama-ğa karar vermiştir.
Bütün dış baskıya rağmen Belçikalı vatandaş medenî cesaretini
nuna kadar kullanmağa azmetmiştir.
Van Zeeland kral Leopold’ün dönmesini tasvip edecek bir kabine kuramamıştır.
Zeeland, eğer kral naibinin kendisine verdiği 2 gün mühlet içinde de kabinesini kuramazsa seçim yapılacaktır.
so-
y en iden
mensup
basma
Mussolini'yi ka hâtıralarını tef-
Pariste sağcı «Figaro» gazetesi çıran faşist zabitin rikaya başlıyacağını ilân etmesi ü-
zerıne halk, naziliğin medhini yapan bu çeşit yazıları protesto için büyük kafileler halinde «Figaro» gazetsi idarehanesinde toplanmış, poli^ nümayişçileri dağıtmak istediğinden çarpışmalar olmuştur.
Yine Pariste pazar sabahı Notıe Dame katedralinde papazdan önce kürsüye çıkan biri; katolik kilisesinin insanlığın bugün kaymak ü-zer bulunduğu harb uçurumuna sürüklenmesinde rol oynadığını anlatmış ve dinliyenler tarafından çok alkışlanmıştır. Bunun üzerine pa-— 2 —
pazla halk olmuş ve gürültü çıkmıştır.
Viet - Nam Kurtuluş savaşını a-ğır silâhlarla boğmak için Ameri-kadar Marşal Yardımı gereğince Fransaya gönderilen harb malzeme sinin sevk, tahmil ve tahliyesini sis temli grevlerle Fransız işçisi felce uğratmaktadır.
*
* *
Arap memleketlerinde:
arasında münakaşalar
Anglo-Amerikan petrol menfaatlerinin devamı bir çatışma sahası olan Arabistanda son zamanlarda Kudüsün akibetini tayin meselesi karşısında bir birlik meydana ge-tirtildiği belirtilmektedir. Bu birlik sözde Kuzey Afrikadaki Arapların da tam bir istiklâle kavuşmasını - sanki kendileri öyleymiş - temine çalışacakmış.
tngilterede:
Amerika, İngiltere ile bütün pazarlarda rekabet etmek isterken, o bunu başka vasıtalarla kendi lehine çevirmektedir. Almanyanın İngiliz işgal bölgesinden söktüğü fabrikaları İngilterenin Arnavutluğa satması bahis konusu edilmiştir. Ö-te yandan İsrail silâhlandırılırken, İngiltere de Arap devletlerini silahlandırılmıştır.
Atom araştırıcısı Dr. Fuchs’un hapishanede tek ziyaretçisi olan a-vukatı odasında esrarengiz bir şekilde ölmüştür.

* ★
Birleşik Amerikada:
Lake Success: 7 (A.A.) — Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Komisyonu herkesin yaşama hakkının kanun ile konnmiası prensibini ka
bul etmiştir. Yine aynı kaynaklar- tında ezilen karısını görmektedir, dan verilen malûmata göre. Birl*jş-I iniş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Milletlerarası andiaşmanın 6 ncı maddesini oy birliği ile kabul etmitir. Bu maddede: «Hiç kimseye işkence yapılamaz ve hiç kimse gayri insani ve zelilce muameleye tâbi tutulamaz.» denilmektedir.
Bu madde, itirafla)- elde edebil* pek için uyuşturucu maddeler kullanılmasını istiyen Mısır delegesi tarafından? teklif edilmiştir.
Birleşik Amerika, elinüeki yardım kozuhu açıkta^ açığa kendi menfaatlerini savunmak f için kullanmakta ve işine gelmiyen vaziyetlerde memleketlerin iç işlerine açıktan açığa müdahale ederek onları, yardımı kesmekle tehdit etmektedir. Bu arada son olarak Kuzey Koreyi baskı altında bırakan bir ültimatom vermiş ve mayıs ayı içinde seçimler yapılmadığı takdirde yardımı keseceğini bildirmiştir.
İngiltere ile Amerika arasında orta şark petrolleri meselesinde de-
vamlı bi rmücadele devam etmektedir .Son haberlere göre Birleşik Amerika muhtemel bir harbde Orta doğunun petrol stoklarını avucu içinde addetmediğinden kendi petrol kaynakları ile harbi karşılamak durumunda olduğuna göre hesap yürütmesi gerektiğini bildirmektedir. Bu hesap karşısında yakın doğu memleketlerini timidsizliğe sev-ketmemek için bu haberin Yakın-Doğunun müdafaasız bırakılacağı mânasına gelmediği kaydolunmaktadır .
*
ve a-
Amerikada «Birleşik Lutlıeran Kilisesi» Truman’a ve Kongreye gönderdiği bir mesajda «Hiç bir milletin adil bir maksatla dahi olsa hidrojen bombasını kullanmıya hak kı yoktur» demektedir .
Diğer taraftan ^tuz milyon âzası bulunan kırka yakın milli teşekkül silâhların azaltılmasını
tom kontrolü için bir dünya konfe-ıansı toplanmasını istemektedir.

Birleşik Amerikanın üçüncü büyük partisi olan Terakkiperver partinin yıllık büyük kongresi Şikago şehrinde yapılmıştır .Bu toplantıda parti başkanı Vallace’dan başka bir çok tanınmış şahsiyetler söz almışlar. bu arada güzel bir konuşma yapan zenci şarkıcı Paul Robeson kısaca şunları söylemiştir: «Bugün Fennsyl vania’da, Illinois’de, Vcst Virginia’da bir kömür amelesine sorunuz. Açlık çeken bu insan, işçiler aleyhinde Taft-Hartley kanununu çıkaran Truman idaresini is-istememektedir. Bu adamın lâflara karnı toktur, o yalnız zayıf ve gıdasız çocuğunu. buyiİk bir yük al-
Emeğinin mahsulünü alamadığını anlamaktadır... Bu madenci haklı olarak: Her şeyin yeniden düzenlenmesini istiyorum» demekte «ar-
tık benim için, ailem için, istikbalim için, mücadele edenlerle birleşeceğim diye bağırmaktadır. İşte bunun için bütün işçiler bTSimFShf-11 arı miza katılmaktadır. Bu insan bize Ooer kanunları, Bıoyles kanunları ile mücadelemizde fardım edecektir. 'Çelik işçileri, otomobil işçileri, pamuk işçileri de ‘bizimle birleşeceklerdir. - A' ’ t,
İspanyada:
münasebetler
İngiltere ve memnun
Franko İspanyası ile Batı demokrasisi hükümetleri ve Birleşik A-merika arasındaki gittikçe gelişmekte; bu işde arabulucu rolü oynıyan
bizzat Çörçil vaziyetten görülmektedir.
Son haberler Faşist İspanyanın da Atlantik paktına birkaç aya kadar resmen alınacağını bildirmek
tedir. Esasen çok daha evvel de Hilen bu halledilmiş, fakat resmen ilânı geciktirilmiştir. Batı demokrasileri bir taraftan Faşist İspanya ile sarmaşdolaş olurken öte yandan İspanya içten içe kaynaşmakta ve demokratik kuv-vetler mücadelelerine devam et
mektedirler.
Son bir haberde Faşist bayramı-nın kutlulanması sırasında yapılan askerî geçit resminde tribünler havaya kaldırılmış ve büyük şehirlerde kargaşalıklar çıkmıştır.
*
♦ *
Endonezyada: ..............
Endonezyada Holânda emperyalizmini açıktan açığa destekliyen İngiltere ve Amerika, neticede aralarında bir hal şekli bulmak zorunda kalmışlardı. Kurulan Endonezya Cumhuriyeti hiç bir zaman Endonezya halklarını temsil etmiyor ve halklar hoşnutsuzluklarını her vesile ile belirtiyorlardı. Bu hal son zamanlarda bir halk hareketi şeklini almış ve Makasarı ellerine geçiren kuvvetler doğru Endonezya-ya yayılmıştır.

♦ *
Memleketim izde:
Amerikan matbuat tröstünün belli başlı kodamanlarından Mister Mak Kormik memleketimizde bulunurken İstanbulda bir basın toplantısı yapmış ve toplantıda sözü bir biçimine getirip Türk gazetelerinin hiç olmazsa birer sayfalarının İngilizce olarak çıkmalarını ileri sürmüş.
Kendi memleketinde yapmıya muktedir olamadığı şeyleri burada yapılmış görmekten ağzı kulaklarına varan Mak Kormik cenapları memleketine döner dönmez tröstüne dahil bütün neşir organlarına Türkiveyi kendi işine gelir bulduğu için göklere çıkarmıştır. Mister Mak Kormik ve onun kliğinin iç yüzünü bilenler bu öğülmenin mem Tekelimiz hesabına hiç de yüz güldürücü bir jest olmadığını çok iyi bilirler.
■ir
* *
Çalışma Bakanı Sirer, kukla sendikaları vasıtasiyle grev istemezük dedirtirken buna itiraz eden ve müstakil kalmak istiyen işçi sendikalarını birer pundunu bularak kapamıya başlamıştır. Bu arada gayet gülünç bir sebeple, hattâ hiç bir sebep ileri sürmeksizin Hür Dokumacılar Sendikasını kapatmıştır.
Bu baskı halk arasında ve sayıları mahdut olan bağımsız işçi-** şekküllerinde infialle karşılat, tır. /
*
Atom Harbi
rA
TVŞTAV
Üçüncü dünya harbinde atomun rolü ne olacak - Anglosak-sonlar ne düşünüyorlar - Harbin çok kısa zamanda bitmesi mümkün olacak mı?
Profesör Blackett fizikte 1948 Nobel mükâfatını kazanmış bir Ingiliz âlimidir. Bu mükâfat kendisine verilmeden bir kaç hafta önce atom enerjisinin askerî ve siyasî neticeleri hakkında yayınlamış olduğu bir eseı- bu sahada en oto ri tel i ve şümullü eser olmak vasfını bugüne kadar muhafaza etmiştir. Profesör Blackett çok geniş malûmat toplamış, resmî istatistikleri, ve mütehassısların görüşlerini bir araya getirmiş ve bütün bunlara fizikteki kendi selâhiyetini de katarak hava harbleri ve atom bombası hakkında pek yaygın bulunan bazı kanaatleri kökünden yıkan neticelere varmıştır. Bunun için de bu kitabı bir hayli kıylükaü mucip olmuştur.
Aııglo-Saksoıı memleketlerin de gerek resmî şahsiyetlerin devamlı demeçlerile, gerek bu memleketler matbuatı vasıta-siyle umumî efkârda şu gibi kanaatler meydana getirilmiştir:
1. Modern harbler birer hava harbidir. Son harb hava kuvvetleri sayesinde kazanılmıştır ve üçüncü Cihan Harbi de bir hava harbi olacaktır.
2. Atom silâhları şimdiye kadar bilinen harb silâhlariyle mukayese edilmiyecek kadar müdhiş tesiri olan bir silâhtır. Bir kaç atom bombasiyle karşı tarafı çabucak dize getirmek ve bir «yıldırım harbi» yapmak mümkündür.
Profesör Blackett İlmî bilgiye ve objektif gerçeklere dayanarak bu kanaatleri birer birer yıkıyor.
Son Harbde Hava Kuvvetleri Ne Rol Oynamıştır?
Son harbde Ingiliz ve Ame-^aakan hava kuvvetleri Avrupa-_ milyon 7 yüz bin ton bom-mışlardır. Bu bomba yağ-ı yansından fazlası Al-
manya üzerine yağmıştır. Maksat bir taraftan Alman ekonomisini felce uğratmak, diğer taraftan halkın maneviyatını kırmaktı. Halbuki müttefik kaynakların resmî istatistiklerine göre Alman endüstrisine verilen zarar ehemmiyetli bir nisbette olamamış ve Alman sınaî istihsali 1945 senesine kadar süratle artmakta devam etmiştir. Hava bombardımanları neticesinde Alman sanayiinin kaybı 1943 de yüzde 9. 1944 de yüzde 17 ve 1945 in ilk üç a-yında da yüzde 6,5 olmuştur. Umumî sınaî istihsal — 1940 senesi 100 sayılırsa — 1942
de 146 ya, 1943 de 229 a ve 1944 de de 285 e yükselmiştir. Yine askerî raporlara göre Al-manyada 3 milyon 6 yüz bin ev tamamen veya büyük kısmiyle tahrip edilmiş ve 7 buçuk milyon insan evsiz kalmıştır. Bombardımanlar neticesinde 300.000 kişi ölmüş ve 780 bin kişi de yaralanmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen halkın maneviyatında bir çöküntü olmamış, rejim içinden yıkılmamıştır. İstihsal vasıtaları mevcut oldukça halk çahşmıya devam EKMiştir._______________________
Profesör Blackett hava kuvvetlerinin harpte çok mühim bir âmil olduğunu inkâr etmiyor, fakat şehirlere karşı kitle .halinde hava hücumlarının harbi
■ kazanmak için kâfi gelmediğini, hava kuvvetlerinin ancak kara ve deniz kuvvetleriyle birlikte ve onlara yardımcı olarak işe yaradığını hem resmî raporlar ve istatistiklerle, hem de mütehassısların sözleriyle gösteriyor. Alman ekonomisi ancak kara kuvvetlerinin harekâtı iyice ilerledikten, şarkta ağır darbeler yedikten ve hava kuvvetleri felce uğratıldıktan sonra gerileme gösteriyor ve istihsal düşüyor. Almanya havada değil, karada yeniliyor.
Atom Bombası Harbi Yepyeni Bir Harb Şekli mi Olacaktır?
Atom bombası şimdiye kadar harb hakkındaki bilgilerimizi ve fikirlerimizi kökünden değiştirmeyi icap ettirecek kadar müthiş ve tahrip edici midir? Profesör Blackett mevcut delilleri tedkik ettikten sonra atom bom basının bu mahiyette olmadığı neticesine varmaktadır. Her yeni harb daha önceki harbden e-dinilen tecrübe ve usullere göre yapılmaktadır ve bir üçüncü dünya harbi olursa bu da böyle olacaktır. Atom bombasının tahrip kuvveti mübalâğa edilmektedir ve bu suretle bir taraftan halkta bir harb isterisi yaratılmakta, diğer taraftan da sanki bir kaç atom bombasiyle harb kolayca kazanılabilirmiş gibi bir intiba uyandırılmaktadır. Başkan Truman Hiroşima’ya atılan üranyüm bombasının 20.000 ton infilâk maddesine muadil olduğunu söylemişti. Blackett ise bu bombanın ancak 2.250 tona muadil olduğunu göstermektedir. Bu hususta verilen askeri raporda da atom bombasının, tek bir bombardıman uçağmıh tahrip kuvvetinin 50 ilâ 250 misline ıu-adil olabildiği ifade ediliyor. Tahrip kuvveti hedefin büyüklüğüne ve mahiyetine göre değişiyor. Bu demektir ki4 bir kaç atom bombasiyle zaferin Kazanılması' imkânsızdır. Son harbde Almanyada husule getirilen hasar kadar tahribat vü-cude getirebilmek için dahi bir kaç yüz değil, bir kaç bin atom bombasına lüzum vardır. Sonra bu tahribin kuvveden fiile çıkması için de iki şart koşuluyor; elde gerektiği kadar atom bombası stokunun bulunması ve havalarda hâkimiyetin tesis edilebilmesi. Zira bombalar mev cut olsa bile onları hedefe ulaştırmak meselesi vardır. Çok u-( Devamı 9 uncu sayfada)
Başımıza gelenler
Bizim Köy
Köylerimizin içler acısı durumunu bütün çıplaklığı ile ortaya seren Mahmut Makalhn başına gelenler piş niş tavuğun bile başına gelmemiştir.
Kendi doğup büyüdüğü ve öğretmenlik ettiği köylerin iç yüzünü bütün samimiyeti ile belirtti diye bu henüz 20 sini doldurmamış kabiliyetli Türk çocuğuna reva görülen muamele eserinin yurd için yarattığı tepki kadar kısa bir zamanda dağılmış ve bütün aydınlar, öğretmen ve öğrenciler, halk kitleleri arasında haklı bir öfke doğurmuştur. Günlerdenberi gazetelerde tevkifin kitapla ilgisi olmadığı yolunda bir tekzip taktiği görülmü-yorsa da hakikî sebebin açıkça gösterilmemesi bu haklı şüpheyi büsbütün kuvvetlendirmektedir.
Doğru söyliyeni dokuz köyden koğarlar hesabı, Mahmudu yalnız köyden koğmakla kalmamışlar, üstelik sudan bir bahane ile zindana da tıkmışlardır.
Bir zamanlar adamlarına şalvar giydirip makyaj yaptırarak ziraat kongreleri tertipliyen ve tonlarla propaganda kitabı bastıran C. H. P. bilâhare Köy Enstitüleri yolu ile köye okuma yazma ve teknik bilgi sokma yoluna girmiş, fakat bu gidişin hakikaten köylüyü uyandıracağını fark eder etmez hemen bundan vaz geçip yeniden onları eski uykularına terk etmiştir .
Sırf propaganda vesilesi olsun diye temelsiz, tesirlerle güya köylüyü kalkındırmıya gönderilen talebeler hakikatle karşılaşır karşılaşmaz yüz geri etmişler ve iş görmeden öğiinmenin bu alanda imkânsızlığını hiç değilse içlerinden bazıları kavramışlardır. İşte Mah-mud Makalın kitabı bu gibi başları bulutlar arasında dolaşanların ayak larını toprağa bastıracak ve onlara köy dâvasının önemini anlatacak bir kılavuzdur.
İMhmud Makal, Anadolu köylerinde bulunmuş herkesin bildiği hakikatleri toplu bir halde, bütün cepheleri ile veriyor. Önemli olan noktalara yaşından beklenmedik bir olgunlukla parmak basmasını biliyor. Köy dâvasının yaz tatilinde hoçça vakit geçirmek için istismar edilecek bir iş olmadığını anlatıyor. O. İktidarın daima korktuğu ve bu ^dizden yıllar boyu savsakladığı köylünün uyanması işini tebarüz ettiriyor. Artık siyasetin jandarma dipçiğine rağmen köye girmiş bulunduğunu söyliyebiliriz. Mahmud Makal, köylüyü uyandırmanın ona iğri ve doğruyu göstermenin, kafası dumanlı, realitelere yüz çevirmiş aydına hakikatleri anlatmanın hesabını veriyor. Ne günlere kaldık a dostlar?..
Kendi dertlerimizi, kendi aramız da açıkça görümeşkten de mi mahrumuz???
Dünyamızın Bugünkü Şairleri
Nâzım Hikmet - Aragon - Eluard - Pablo Neruda -Garcia Lorca - Langston Hughes
Şiir gün günden daha çok dünyalaşıyor. Roman gibi, hikâye gibi, tiyatro gibi öteki yazı çeşitleri gibi, dünyanın bir ucundaki insanların malı olmaya doğru gidiyor. Bir romancı, başka dilde yazdığı halde, kendini bize yine bir romancı olarak tanıtmakta nasıl geri kalmıyorsa; bir şair için de mesele yine ayni olmağa doğru gidiyor. Dünyamızın bugünkü şairlerini eskiye göre, bugün daha kolaylıkla tanıyorsak, bunun sebepleri herhalde bugün şiirin düne nisbetle daha çok sevildiğinden değildir. Olsa olsa her şeyden önce, bugünkü şiirin dünkü şiirden bir hayli farklı olmasındandır, bugün şiir bir dünya şarkısı olmaya doğru gidiyor. Dünyanın dört bucağındaki şairlerin bu gayreti gün günden daha belli oluyor. Şiirin bir dünya şarkısı olması fikri ise, yenidir sanırım. Eskiden bunu öyle kolay kolay kimse söyleyemezdi. Eskiden de şiir bir şarkı idi, büyüktü, erişilmezdi; ama daha çok kendi memleketinde, kendi dilinde bir şarkı idi, büyüktü. Şiirin yazdığı dili bilmeyen birine, o şiirin büyük bir şair olduğunu anlatmak soıı derece güçtü. Kazara biri, bunu anlatmağa kalksa, verdiği örneklerle kabul ettiremezdi. Onun için ola-cak, herkes örnekten çok, düpedüz, fikirleriyle savunurdu. Bir gün, şu bildiğimiz koca Goethe yok mu? işte onun şiirlerini, fransızcaya çevirmişler, hem de büyük bir mütercim, tuttum onu okudum. Hemen sövliyeyim ki, Goethe’nin büyük olduğuna kendimi bir türlü inandıramadım. Goethe, o şiirleriyle üçüncü derecede bile bir şair değildir. Etrafa sorup soruşturdum. «Goethe’nin dili önemli» dediler. Hangi şairin dili önemli değil ? Ama şiir sade dil mi, demektir? W. Whitman için dilin mühim olmadığını kim söyleyebilir? Ama Whit-man'ı Çince’ye çevirin, yine büyük şairdir. Yalnız o mu? He-— 4 —
men bütün yeni şairler öyledir. İşte Nazım Hikmet, Federico Garcia Lorca, Langston Hughes, Pablo Neruda; daha niceleri her dilde büyüktürler.
Büyüktürler çünkü şiir onların elinde yeni bir mâna kazanarak, bütün insanoğulları-nın olmuştur. Nasıl? Çünkü yeni şairler şiiri sade dilden ibaret anlamıyorlar. Dil, bir şair için elbetteki en önemli bir vasıtadır, bir bakıma da gayedir ama, bütün iş' bundan ibaret de değildir. Bütün büyüklüğünü dile bağlayan şair, bugün sade kendi memleketinde, o da pek az bir azınlık tarafından anlaşılan, yahut sevilen diyelim, bir şair oluyor. Çünkü şiiri biz dili için değil, şiir olduğu için okuyoruz. Yeni şair ise dili ilk kazanılacak bir hedef biliyor. Ondan sonra da hem kendi milletinin halklarına, hem de dünya halklarına yayılmayı, bunun için de eskilerden başka olmanın lüzumuna şiddetle İnandığından, şiirin genişleme imkânlarını arıyor. Bugün bu yüzdendir ki, hangi dilden olursa olsun, bir şiirin tercüme edi-lemiyeceği fikri gittikçe değerini kaybediyor. Bugün şiirin hâlâ tercüme edlemeyeceğini savunanlar, dünya şiirini gerçekten bilmiyenlerdir. Çünkü yeni şair, dili bir kere eskiler gibi anlamıyor. Yeni şairin e-linde dil bütün yapmacıklardan uzak, tabii, konuşulan, hem de büyük bir çoğunluğun konuştuğu dildir. Yeni şairin dil o-yunları da yoktur. En kısa yoldan söylemeğe gayret eder. Kelimeler için bir ayırma yapmaz. Her kelimenin şiire girebileceğine ^panır.jf Yetgj^ ki, $ kelim ebelli bir gerçeği fade etsin, çoğunluğun olsun, kısacası seçkin icadı olmasın. Bizim şairlerimizin hani şu nasibi bir kaç bini geçmeyen, ama kitaplarla olsun, yazıarla olsun, nutuklarla olsun büyüklükleri ileri sürülen şairlerin, herhangi birinin, şiirlerinin kelimelerine bir, bakın. Hâtıradan, hülya
dan geçilmez. Onların bütün soyut, sade aydın kişilerin kafasında birer izlenimleri o-lan kelimeler olduğunu, belli bir şeyi göstermediklerini görürsünüz. Yeni şair bu tarafı ile de yenidir. Peşin bu taraf onun şiirinin nasibini genişletir.
Sonra yeni şiir hemen bütün vezin kalıplarını kırmıştır. İleri sürdüğü yeni şekil, her bakımdan daha kullanışlı,| daha tabii ve daha yapmacıktan uzaktır. Daha çok, bütün dillerde yaşaması kabil >lan bir şekil, bir kalıptır.
Üstelik yeni şair, daha anlaşılır bir hale gelmek istiyor. Böylelikle de, azcok herkesin malı olmayı, şimdiye kadar devam edegelen, sade belli bir zümreye, bir sınıfa yöneltmeyi kabullenmiyor. Kalabalığa itibar etmeyi, onu fethetmeyi istiyor. İşte bütün bunlar da, şiiri bir dünya şarkısı yapmaya götürüyor. Gerçekten yeni dediğimiz bugünkü şairlere bakınız, hep bunu görürüz. Hepsinde bu genişlemek arzusu vardır. Bugünkü şairler hudut din lemeden akan nehirlere benziyorlar. Hepsinde peşin kenZli memleketlerinin halklarını, son r^d^dünya halklarını fethetmeye çıkar gibi bir hal seziliyor. Hepsinde, geçen yıl dünya Nobei mükâfatını alan T. S. Eliot’da bile, son zamanlarda tutuculuğu, kalıpçılığı ile tanınan Eliot bile, yeni şairin meselelerim savunuyor; şairin toplumla, sosyal ilimlerle ilgilenmesini, daha büyük bir kalabalığa yönelmesini, bunun için de bugünkü şâirin dünkü şairden çok başka olmasının gerektiğini söylüyor.
Hâsılı dünyamızın bugünkü şairleri, şiiri bir dünya şarkısı olmaya götürüyorlar. Dünyanın her yerindeki insanların, bilhassa acı çeken insanların, bir şarkısı olmaya doğru gidiyor. Ingiltereye baktığımız zaman bunu böyle görüyoruz; A-(Devamı 10 uncu sayfada)
l Büyük Antifaşst Romancı Heinrich Mann öldü.
Yirminci yüzyıl Alman edebiyatının sayı lı simalarından Heinrich Mann 15 mart 950 de K ıliforniyada Santa Monica'da 78 yaşında dünyaya gözlerini kapadı. Antifaşist Alman edebiyatının en
seçkin yazarlarından biri olan Heinrich Mann, kardeşi Thomas Mann gibi 1914 den çok evvel şöhretini yapmış ve eserleri dünyanın belli başlı bütün dillerine çevrilmiş bir Şahsiyetti. En tanınmış romanları:
Bolluk Diyarı, Profesör Unrat - bu eser Mavi Melek adı ile filme alınmıştır - Mevzu’dur. Bu sonuncu eserine onun şaheseri diyebiliriz Heinrich Mann hemen bütün e-serlerinde harpten önceki Alman emperyalizminin iç yüzünü anlatır.
Hitleri destekliyen gaddar Alman burjuvalarını, nazizmin kadrosunu ve temelini teşkil eden ( ahil ve şımarık küçük burjuvaziyi eterlerinde teşrih ve karikatürrize e-deıı Heinrich Mann bu gözü dönmüş totaliter sürünün akibetini Je kuvvetli bir sezişle belirtir.
Heinrich Mann Renan ve C’ıcâer los de Lanclos'u öz diline tercüme etmiş ve büyük bir hayranlık duyduğu Emil Zola hakkında etraflı biı biyografi ’ kaleme almıştır.
Heinrich Mann’ın en son eserlerinden biri Lidice’dir. Bu roman, nazilerin Çeko.slovakyada Liüıce şehrinde halka yaptıkları emsali görülmedik canavarlıkları anlat: r
Muharrir bu eserini Çek milletine ve onun kahraman evlâtlarına beslediği sempatinin bir ifadesi olarak yayınlamıştır. Heinrich Mann’ın ölümü faşizme karşı mücadele eden yer yüzündeki bütün insanları üz-n.İL; tüı.
Gelecek
Sayımızda
Harbi kimler istiyor? Hayat pahalılığı ve Verem. Orhan Kemal’in hikâyesi ve —.
Şiirler
BÜYÜK DESTAN'OAN
Onlardan Bazıları
TÜŞTAV
/
Saat üç buçuk.
Halamur — Ayvalık hattı üzerinde manga mevzilerindedir.
İzmirli Ali Onbaşı
karanlıkta göz yordamiyle sanki bir daha onları hiç görmiyecekmiş gibi baktı manga efradına birer birer....
Sağdaki birinci nefer sarışındı,
ikinci esmer, üçüncü kekemeydi; fakat yoktu bölükte onun üstüne şarkı söyleyen.
Dördüncünün mutlak bulamaç istiyordu canı. Beşincisi, vuracaktı amcasını vuranı teskere alıp Urfa’ya girdiği akşam.
Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı adam; memlekette toprağını ve tek öküzünü bir ihtiyar muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu mahkemeye verdiler.
Ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbetçi kaldığı için ona «Deli Erzurumlu» dediler.
ölülerin adamı...
Kıbleye doğru kırılmış bir söğüt dalı dikerek
durdu boyun büküp, el kavuşturup, sabah namazına.
İçi rahattır,
cennet ebedî bir istirahattır.
Ve yenseler de yenilseler de adû’ya meydanı gazadan o kendi elleriyle verecektir Cenabı Kabbülâlemiııe şühedayı.
■’••• ...... . .
Saat dörtkırkbeş.
Sandıklı civarı.
Köy 1er...
Sarkık siyah bıyıklı süvari
çınar dibindeki beygirin yanında duruyordu.
Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu. Diz kapaklarında kan, kantarmasında köpük...
İkinci süvari fırkasından dördüncü
bölük
Yedincisi Mehmet oğlu Osmandı, Çaııakkalede, İnönünde, Sakaryada yaralandı, ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir, ve dimdik ayakta durabilir.
Sekizinci, İbrahim
korkmayacaktı bu kadar


« r
U 7. 1 J
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
atları, kıiıçlariyle ve insanlariyle havayı koklu yordu.
Geride, köylerde bir horoz öttü, ve sarkık siyah bıyıklı süvari nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden miintekim, güzel ve rahat günlere inanıyordu. Ve Kocatepe’de gözetleme yerinde
gülen bıyıklariyle duruyordu
şayak kalpaklı nöbetçi
mavzerinin yanında.
maz,

böyle birbirine vurmasalar... Ve İzmirli Ali onbaşı dh Tavşan korktuğu için kî
kaçtığı için kork
Saat dört. Ağzıkara — Söğütlüde! 12 inci piyade fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta, eller yakında, makanizma üzerinde,
herkes yerli yerinde...
Tabur imamı,
mevzilerde biricik silâhsız adam...


mıntıkası




Birdenbire beş adım sağında «O»nu gördü.
«O»nun arkasındâydılar.
vbbii
«O» saati sordu.
Paşalar «Beş» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi Özleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, ve eğilip durdu.
İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi akarak Kocatepe’deıı Afyon sırtlarına atlayacaktı.
ı
NÂZIM HİKMET

El birliği ile barışı
Dünya barış tarafta
savunalım
Hiç şüphe yok ki, hürriyet ve istiklâllerine kast olunmadıkça halklar harb istemezler ve dünya milletleri samimî ve sürekli bir barışın, bir an önce kurulmasına taraftardırlar.
Harb, daima muayyen bazı zümrelerin (silâh imalcilerının, tröst ve kartellerin, sömürge ve pazar tedariki ile meşgul ve buna: hayatiyetleri için mecbur büyük sermayedarların ve bunların para ile tutulmuş iktisad, maliye ve politika uzmanlarının) menfaatlerini sağlamak yolunda baş vurdukları fecî bilvasıtadır.
Halklarının sırtından geçin-miye alışmış bulunanların menfaati kitlelerin umumî menfaat leri ile öylesine zıt ve çatışır bir durumdadır ki, bir taraf barışı savunurken, öte taraf zarurî İçtimaî bir vakıa olarak barbi koparmıya ve dünyadaki huzur ve sükûnu bozmıya olanca gücü ile çalışır.
Barışın tabiî taraftan bulunan dünya halk kitlesine «Ak kuvvet» ötekilere «Kara kuvvet» diyecek olursak, tarihin bu ak ve kara küvetlerin devamlı bir mücadelesinden ibaret olduğu kolayca anlaşılır.
Şu noktanın bilhassa iyice aydınlanması ve bilinmesi lâzımdır. Kara Kuvvet’in, tarihin her devrinde halkların aralarını bozucu ve onları devamlı surette birbirinin aleyhine düşürücü faaliyeti rastgele bir iş değildir. Bu mekanizma kuruluşundan öylesine ayarlanmış ve tertiplenmiştir ki, istense de istenmese de daima harb-cı olarak kalmıya ve çalışmıya mecburdur.
Her zaman olduğu gibi, bugün de barışı gerçekleştirmek ve halklar arasında tam bir samimiyet ve kardeşlik havası yaratmak için ilk önce bu İçtimaî kuruluşları icabı zarurî ara
bozucu, harb kışkırtıcı kara kuvvet ile mücadele etmek gerektir.
Bu iş ise sanıldığı kadar kolay ve küçük bir iş değildir. Doğuşundan barışsever olan dünya halklarını, barışın en büyük müdafii bulunan dünya kadınlarını ve mazinin kanlı boğuşmalarından tiksinti duyan dünya gençlerini barışın kuruluşu yolunda dayanışmıya çağırmak ve onlara meselenin ö-nemini anlatmak ise kitlelerin aydın ve uyanık evlâtlarına; bilgili, tecrübeli, enerjik kol ve kafa işçilerine düşer. Onlar basit ve samimî insanlara harbin ne olduğunu, kimler tarafından kopartıldığını ve neticede okka altına kimlerin gittiğini sade ve keskin bir ifade ile anlatmalı ve bunu sistemli ve programlı bir işbirliği halinde yapmalıdırlar.
Kara kuvvet, elindeki geniş maddî imkânlardan faydalanarak bir yandan çeşitli yayın organları; radyo, sinema, tiyatro v.s. vasıtasiyle dünya halklarının hiçbir zaman aralarında anlaşamıyacaklarını haykırmakta ve geçmişteki yine kendisinin yarattığı kin ve nefret duygularını kamçılamakta: öte taraftan da durmadan silâhlanmama ve insan kitlelerini bir anda, yok edecek kor- ■ kuııç vasıtaları tedarikle meşgul bulunmaktadır. Basit insanın, başıboş bırakıldığı takdirde böyle silâhlı canavarlar e-linde ne kadar sür’atle aldatılıp onların kanlı oyunlarına âlet olduğunu ve ölmekten başka hiç bir menfaati bulunmadığı halde hemcinslerinin üzerine vahşi hayvan sürüleri halinde saldırdığı dünyanın kısmen atlattığı son faşizm tehlikesinde bir kere daha fecî bir şekilde görülmüştür.
Ak kuvvet in sayıca ötekiler-

Bizler, 72 milletin delegeleri; her milletten, her dinden ve her renkten kadın ve erkekler; dünyayı hâlâ tehdit eden müt-hiç tehlikeyi, harp tehlikesini kavramış bulunuyoruz.
Dünyanın geçirdiği facianın üzerinden dört yıl geçmeden tehlikeli bir silâhlanma yarışına girişilmiş bulunuluyor. İnsanlığa saadet ve refah getirecek olan ilim, yolunu sapıtmış ve tekmil gücünü harp gayesine hasretmiştir.
Dünya Barış Taraftarları Kongresi, milletlerin pasif durmaktan çıkıp aktif ve yapıcı bir karakter aldığını açıkça göstermektedir.
Barış Taraftarları Kongresinde temsil edilen bütün milletler, bizler ilân ediyoruz ki:
Birleşmiş Milletler Ana yasası lehinde ve bu anayasayı hükümsüz kılan ve dünyayı harbe sürükleyen bütün askerî ittifakların aleyhindeyiz. Milletlerin sefalet içinde yüzmelerine sebep olan ağır askerî mükellefiyetlerin aleyhindeyiz. Bizler
Dünyanın muhtelif yerlerinde doğrudan doğruya silâh kuvvetile ve yabancı müdahalelerle kışkırtılan ve devam ettirilen harpler hâlâ sürüp gitmektedir. Bizler, dünya barış taraftarlarının bu büyük kongresinde, açıkça belirtiyoruz ki, her şeye rağmen serbestimizi muhafaza edebildik ve bunaltıcı harp propağandalan bizi doğru olan yolumuzdan asla çeviremedi.
Büyük devletler arasında imzalanmış bulunan ve çeşitli sosyal sistemlerin bir arada bulunabilmesi imkânını açıkça belirten anlaşmaların kimler tarafından çiğnendiğini biliyoruz.
Bugün «Birleşmiş Milletler Anayasası» nın kimler tarafından ihlâl edildiğini ve gayesi mlletler arasında sürekli bir barış kurmak ve bunu muhafaza etmek olan andlaşmaları kıymetsiz birer kâğıt parçası addedenlerin kimler olduğunu da müdrikiz.
Müzakere şartlarını ve silâhsızlanma tekliflerini kimlerin red ettiğini, kimlerin saldırgan niyetlerle dişlerine kadar silâhlandığını biliyoruz.
Bir devletler blokuna, diğer bir devletler bloku ile karşı koymak isteyenlerin oyunlarına alet olmayacağız.
Korkunç tecrübelerini daha yeni görmüş olduğumuz askerî ittifaklar politikasının aleyhindeyiz. Durmadan silâhlı çarpışmalar doğuran ve yeni bir dünya harbinin patlamasına yol açacak olan sömürgeciliği nefretle red ediyoruz.
Dünya cellâtlarının yeniden faaliyete geçtikleri Japonya ve Batı Almanyanın tekrar silâhlandırılmalannı takbih ediyoruz. Muayyen bir devlet blokuna karşı organize edilen İktisadî münasebetlerin kesilmesi, bir haıp ablukası karakterini almıştır.
Soğuk harbi yaratanlar başladıkları basit şantajlardan hakikî harp hazırlığına geçmiş bulunuyorlar.
le kıyaslanamıyacak kadar çok luğu malûm olmakla beraber, bunların şuurlandırılmaları ve öz menfaatlerinin barışı savunmaktan ibaret olduğunun iyice kafalarına yerleştirilmesi ve a-ralarında anlaşıp kaynaşarak yekpare bir cephe kurmalarının
temini artık bir zarurettir. Bu hususta dünyanın bütün demokrat memleketlerinde, geniş ve yapıcı bir faaliyet başlamış ve ümit tomurcukları da belirmiştir.
Hakikî barışı, yuvarlak
zun masalar etrafında aı :

barışı Savunuyor
TÜSTAV
larının beyannamesi
BARIŞ KONGRELERİ
şa-
atom silâhlarının ve insanlığı kitle halinde mahvedecek olan diğer harp vasıtalarının men’ini ve büyük devletlerin silâhlı kuv vetlerinin tahdidini, atom enerjisinin insanlığın hayrına ve sadece barışçı gayelere kullanılması için milletlerarası bir kon-Lrola tabi olmasını istiyoruz.
Bizler bütün dünya milletlerinin barışçı işbirliği ve millî bağımsızlığı için ve halkların bizzat kendilerinin kullanacakları hak ve bağımsızlıklarının gerçekleşmesi için mücadele ediyoruz.
Demokratik hürriyet ve bağımsızlıkları kısan ve sonra da büsbütün ortadan kaldıran, harp imkânlarını sağlayan bütün tesislerin kurulmasının aleylıindeyiz.
Bizler, halkı harbe hazırlayan propagandaları tesirsiz bırakacak, hak ve hakikatin müdafaacısı olacak umumî bir cephe kuruyoruz. Irklar arasındaki nefreti ve milletleri birbirine düşürecek kin ve düşmanlığı körükleyen nutuk ve propagandaları, isterik yayğaaları takbh ediyoruz.
Yeni bir harbin propagandasını yapan teşekküllerin,
hısların, sinema ve sanat eserlerinin, basın organlarının boykot ve ihbar edilmelerini istiyoruz.
Yer yüzündeki bütün milletlerin birliğini sağlayan bizler kuvvetlerimizi, barışı savunmak için birleştiriyoruz. Dünyada barışın müdafaası için muhtelif demokratik teşekküllerden, kültür adamlarından mürekkep milletler arası bir komite kuruyoruz. Bu komite, harp koparmak isteyenler üzerinde ve onların komplolarının her merhalesinde onları baskı altında tutacaktır.
Barışa ümitle bağlanan anneler ve kadınlar, çocuklarının hayatlarının garanti edilmesini, yuvalarının emniyet ve huzurunun müdafaa edilmesini mukaddes bir vazife addettiğimizi biliyorlar.
Gençlik bize kulak veriyor ve istikbalinin ışıklı yollarım kollektif katillerin komplolarından kurtarmak için dinî inanışlarına ve siyasî kanaatlerine bakmadan saflarımızda birlemiyorlar.
Dünya Barış Taraftarları Kongresi açıkça ilân ediyor ki, barışın savunulması bundan böyle bütün milletlerin, dünya halklarının işidir. Bu okngrede temsil edilen 600 milyon kadın ve erkek adına, dünya milletlerine bir mesaj gönderiyor ve onlara:
«Gayret... biraz daha gayret!» diyoruz.
Birleşeceğimize kaniiz.
Anlaşacağımıza inanıyoruz.
Halkların hayat mücadelesi sini kazanmağa azimli ve hazırız
bir istiyo-
Paris
20 Nisan 1919 da Pariste Salle Pleyel’de toplanan Dünya Barış Taraftarları Kongresinde 82 memleketi temsil eden 2000 delege bulunuyordu. Bıı delegeler 600 milyondan fazla barış taraftarı dünya halk kitlelerini temsil ediyorlardı. Bununla beraber Fransız hükümeti kongreye iştirak edecek Avrupa ve Asya milletlerine mensup delegelerden 370 inin vizesini yapmadığı için bunlardan bir çoğu kongreye katılamamıştır.
Kongre başkanlığına Frederic Jo-liot - Curie seçilmiştir. Kongre 26 Nisana ^kadar devam etmiş, bu arada barışı .savunma esasları ele alınmıştır. Geri kalan meseleler kongrenin Prag seksiyonunda görüşülmüştür.
20 Nisandan 26 Nisan 1949 a kadar devam eden kongreye iştirak e-den delege adedi 2005 dır. Kongreye gelen misafir adedi 101 dir. Kongreye iştirak eden müşahit sayısı 86 dır. Kongreye iştirak eden delegeleri meslekleri bakımından bir tasnife t.ıb\ tutarsak 566 çeşitli mjs-( Devamı 9 uncu sayfada)
Stokholm
t
Dünya Barış Taraftarları Komitesi Stokholm'de 19 Mart 1950 Pa-1 zar günü çalışmalarını bitirmiştir. Dünya Barışının bir an evvl kurul-ması için çok önemli olan şu iki çağrı oy birliği ile kabul edilmiştir:
I BİRİNCİ ÇAĞRI :
«Halk yığınlarını kitle halinde imha edecek olan atom silâhının kafi olarak yasak edilmesini istiyoruz.
Bu yasak etme işini tam o-larak başarabilecek ciddî milletlerarası kontrol ruz.
Hangi memlekete karşı olursa olsun, atom silâhını ilk kullanacak olan hükümetin yalnız bir harb cinayeti değil, aynı zamanda insanlığa karşı da bir cinayet işliyeceğini ve bir harp suçlusu muamelesi göreceğini kabul edivoruz.
Yeryüziindeki bütün iyi niyetli insanları bu çağrıyı imzalamaya davet ediyoruz.» İKİNCİ ÇAĞRI:
«Bütün iyi niyetli insanları 1950 senesi sonunda İtalyada toplanacak olan Dünya Barış Kongresinde bulunmaya çağırıyoruz.
Bütün içtinıaî, dinî ve kültürel toplulukları; halihazır milletlerarası gerginliğin menşeî hakkındaki görüşleri ne olursa ; milletler arasında d'ostâiıe münasebetlerin kımıl -masını isteyen bütün namuslu insanları dâvet ediyoruz.
Bıı iyi niyetli insanlara, kon-
| olsun, yalnız
I W . 1
dostane mut

demek olan barış mücadele- g re gündeminin ilk maddesi o-
larak, aiom silâhının yasak e-Dünya Bânş Taraftarları Kongresi .dilmesini ve bu silâhı, her ne sıt

Paris, 25^ Nisan 1949
toplanıp asıl maksatlarını bir hayli geriyiz ve passif bir maskeleyerek birbirlerini atlat- durumda bulunuyoruz, mıya çabalayan diplomatlar değil, meseleyi kökünden kavramış ve birbirlerine kardeşçe el uzatmış bulunan dünya halk-
>J^lX.kuracaklardır.
bu barışı savunma işinde
L
Bunun sebebini de, memleketimizde hakikî demokrasinin henüz kurulamamış olmasında aramalıyız. Zira, bir ülkede hür riyet ve demokrasi tahditler al-(Devamı 10 da)
larak, atom silâhının yasak e-
retle olursa olsun, ilk defa kullanacak, olan hükümetin suçlu addedilmesini teklif ediyoruz.»
Kongreden haberler
İsveç Parlamentosuna Dünya Barışını Savunma Komitesinin sulh tekliflerini sunmak üzer Pietro Nenni, Pierre Cot, Rahip Boulier Crovther’den mürekkep bir heyet
gönderibli. İsveç Ayan ve Mebusan Meclisleri başkAnları hey’etin kendilerine sundukları Barış teklifini kabul ettiklerini bildirdiler .
Jean Laf fitte, harb kundakçılarının açıktan açığa her tarafta reaksiyonu ; teşkilâtlandırdığım, bilhassa Almanya ve JaponyadS militarizmin körüklendiğini ve buna karşı düny;ı halklarının uyanık bulunmaları Lerktiğini belirtti.
de Chambrun: Birkaç
artık atom tehlikesi melekte vya aleyhte bir va-
Gilbert ay sonra selesinde ziyet almamış tek bir erkek veya kadın ^çalmamalıdır. Basit bir tâ-birle ^.prensipler üzerinde takılmak-sızın bize katılacak olan milyonlarca sulh mücahidinin hareketimize ^iştiraklerini temin etmeliyiz dedi.
■ Sovyet delegesi: sosyal mesellerimizi ketimizde münakaşa rada ise türlü siyasî naatte olan kimseler dünya barışının bi ran önce kurulması ve harb kundakçılarının faaliyetlerinin a-kim bırakılması için el ele verip çalışacağız» demiştir.
Biz başlıca kendi memle-ediyoruz. Bu-anlayış ve ka-
Atom bombası kimlerin elinde ?
Atom bombasının tahripkâr bir silâh olduğu artık anlaşılmıştır.
insanlığı tehdit eden bu korkunç kudretin niçin yasak edilemediğini ve barışın niçin kurulamadığını anlamak için bu ife bağlı şahsî sermayelere ve menfaatlere şöylece bir göz atmak kâfi.
Atom Enerjisi Komisyonu ile ilgili şahıslan tetkik edersek Atom bombasının kimlerin e-linde olduğu oklaylıkla anlaşılır.
Atom enerjisinin kontrolü, sı ıiaî ve askerî sahalarda geliştirilmesi maksadiyle kurulan ilk komisyon sekiz kişiden mürekkepti; bu zatlardan beşi, o sıralarda Amerika savunma bakanı olan Stimson, ve yine o aralarda Amerika Dışişleri bakanı olan Byrnes de dahil olma küzere, Morgan Bankasının ileri gelen adamlarındandı.
Amerikadaki atom araştırın ala rina o zaman bu grup hâ-lümdi. Sonradan başka firmalar da pay istediler. Meşhur dünya kimya ve cephane kıralı Du Pont de Nomours senelik masrafı bir milyon dolardan f?zla olan atom bombası fabrikalarını işleten üç firmadan birisiydi. Bu fabrikaların malzemesini meşhur banker Mellon-.m sahip olduğu Westinghouse ve* yine meşhur banker Morgan ıo General Electric Kumpanyaları temin etmişti.
KURULUŞ MASRAFLARI
Atom sanayiinin kuruluş ve tecrübe devresi Amerikan hükümetine çok pahalıya mal ol-dıı. Bu yüzden Morgan ve ortakları için malî tarafı hariç olmak üzere,, hükümetin kontrolünü kabul ettiler.
Diyagramda da görüldüğü ^ibi bütün Atom Enerjisi Komisyonunda ve tâli komisyonlarında hep aynı isimler geçer.
Bu suretle atom enerjisinin imalinde ancak bir kaç firma ihtisas sahibi olmuş; gerek fabrikalardı kurulmasından ve gerek işletmesinden muazzam kârlar sağlamışlardır.
BARUH PLÂNI
Gazetelerde atom enerjisinin kontrolü dolayısiyle sık sık -8 —■
kendisinden bahsedilen Mister Baruh ikmdir? Bu zat Morgan Kumpanyasının çok eski bir memurudur.
ALMANYA VE ATOM
Amerikan kimya kralı Du-pont ile Almanyanın en büyük kimya firması olan I. G. Far-benindustrie arasındaki menfaat birliği dünyaca malûmdur.
Alman çelik tröstünün mü-esseselerinden biri de Doyçe Bank’dır. Doyçe Bank’ın ileri gelenlerinden olan Herman Abs son günlerde Amerikaya gitmiş ve Ruhr sahasında Amerikan sermayesi işletmek için A-merikan bankerleriyle müzakerelere girişmiştir. Doyçe Bank ın belli başlı şahıslarından biri de Batı Almanya başbakanı Konrod Adenauer’dir.
AİLEVİ MÜNASEBETLER
Fakat tuhaf bir tesadüf değil mi? Adenauer’in karısı Zinsser, Amerikanın Batı Almanya yüksek komiseri General Mc Clay’un karısı Ellen ile kardeş çocuklarıdır. Ellen de Zinsser ailesindendir. Yine tuhaf bir tesadüf eseri olarak, Ellen’in kızkardeşi Peggy Zinsser Amerikanın İngiltere Elçisi Lewis W. Douglas ile evlidir. Bu zat aynı zamanda, Morgan bankasına bağlı miiesseselerden Mutual Life Assurance sigorta kumpanyasının ve büyük bir kimya fabrikasının ikinci müdürüdür. Ellen ile Peggy’nin kardeşi ve Adenauer’in karısı Gussie Adenauer’in birinci teyzezadesi John Sharmaıı Zinsser bir kaç kimya firmasının ve ayni zamanda Morgan ve Ortakları firmasının müdürüdür.
ATOM KİMLERİN ELİNDE?
Başkan Truman harb seneleri içinde milletlerarası gizli ticarî anlaşmaları tetkik eden komisyona başkanlık etmişti. Kendisi eğer bugün de aynı şekilde bir inceleme yaparsa a-tom bombasının Amerikan milyarderlerinden Morgan ailesinin ve bu aile ile içli dışlı olan Batı Almanya tröstlerinin elin de bulunduğunu kolaylıkla anlayacaktır.
İMALAT
t
BARUH PLANI
OU PONT DE
NEMOUfc
DILLON REAO ForrCVt«l
*
AMER/KA ATOM fMZRJİS/ KOM/SMNU SMAyİ PAN/SMA GRUBU 3 MORGAN (*„ 3 ROKFELLERoh, / MELON,1 olu P0NL1 SHELL v'eî INTERNATIONAL NICKEL
MADEN ARAŞTIRMA KOMİTA», 6 RIOKGAN^ 1 DILLON READ i INTERNATIONAL NICKEL
TUSTAV
MORGAN
2,0».
ALMAN ÇELİK TRÖSTÜ
IV.
Douglas
JOHN SHARMMİ
ZİNSSER
MORGAN
BANKASI zinsser
4 CKMICAL
f Ad m o.c e uttcaJ Co.
3 a s
AMERİKA
ATOM BOMBASI
V.
MORGAN*.»
MUTUAL
LIFE assurance
S/rA'eO Miidiirii
AMERICAN CyANiHip Batkan HK,/ı n Kanır)
ZİNSSER^*
ile 1922 de
General
Mc GLOy
GfLETYE Kumpan. yOL^ırıny cn bujuK. Adar [arın cJ&n S- frrttt d O. -4 m gn ka.*
zollenvverke rp- bnKajtnl Şefin
Gvncraltânft 41* (uyanın
i Qrt r. dır •
ELLEN
ZİNSSER
ı|c 1930 do.
Orhan Kemal ve
Orhan Kemal, bize üçüncü eserini verdi: Âvâre Yıllar». Şöhretini küçük hikâye vadisinde yapan bu genç sanatkâr «"Baba Evi» ile romanda da başarı sağladığını müjdelemişti. «Baba Evi» nde bize bir küçük adamın hayat macerasının çocukluk yıllarına ait kısımlarını vermişti. «Âvâre Yıllar» da bu küçük adamın büyüdüğünü görüyor, hayat dramının ikinci kısmını öğreniyoruz .
Orhan Kemalin Türk hikâyesine getirdiği fabrika havası ve işçi psikolojisi «Avare Yıllar» da yer yer keskin hatlarla ve çok kuvvetli bir akışla kendini hissettiriyor. Küçük adam büyümüştür. Haşarı delikanlılık çağında başında kavak yelleri esmektedir. Seviyor ve düşünüyor. Bir tarafta Allah problemi, öbür tarafta çalışmak zarureti, olanca kuvvetleriyle hüküm sürü.yor. Aile bağları ve sosyal gelenekler küçük adamın ruhunu zincirleyen kuvvetlerdir. Ama akış halindeki hayatın i-capları, ne gelenekleri dinliyor, ne de bağlı olduğu ailenin şöhretini. Küçük adam mademki bir kere bir gözünü kaybeden dokumacı İzzet ustayla tanışmıştır, tecrübeleri son derece bol olan İzzet usta ona: «E*
7
KONRAD
ADENAUER ooyçE BANK c/û ru
BATI ALMANM
BAŞBAKANI

J
GUSSİE ZİNSSER ile l(n^ da.
“Avare Yıllar,,
goist olduğunu» söylemiştir, artık küçük adam kafasındaki kader i-nançlarına yavaş yavaş «elveda» diyecek ve bir kadınla başgöz olduktan sonra hayatına devam edecektir. Orhan Kemal Küçük Adamile bize muayye nsınıfın safları arasında gelişen ve yavaş yavaş servetini kaybeden bir aile çocuğunu vetini kaybeden bir aile çocuğunu bütün vuzuhuyla ve harikulade samimî bir dille anlatmaktadır .
«Avare Yıllar» da bir mensucat fabrikasındaki iş kazasını okuduğumuz zaman tüylerimiz diken diken oluyor ve böylece işçilerin sık sık karşılaştıkları bir hâdiseyi biz ilk defa Orhan Kemalden öğreniyoruz. Esasen bu genç sanatkârın kısa bir zamanda bu kadar çok şöhret yapmasındaki sır biraz da işlediği mevzuların el dokunulmamış olduğundandır. Muhaverelerindeki açıklık ve tabiilik «Âvâre Yıllar» ı son dere, ce zahmetsizce okuyup bitirmemize yarıyor. Uzun bir hayat mecara-sını kısa konuşmalar ve usta dokunuşlarla birbirine ekleyen Orhan Kemal, Haşan Hüseyini, Gaziyi, Ka safan Cemali yalnız kendisinin değil, bizim de canciğer dostumuz yapmıştır. Kemal SÜLKE^
ERİYE
MA R
Orta öğretim de paralı oluyor
Millî Eğitim Bakanı geçen ayın sonlarında İstanbulda gazetecilerle konuşurken şöyle bir haber verdi: önümüzdeki yıl orta öğretim mektepleri paralı olacakmış. İlk öğretim mecburi olduğu için ondan para alınamazmış, fakat, orta öğretim böyle değilmiş. Sonra Millî Eğitim bütçesinin yükü artmış: açılacak türbeler için 150 bin lira ayırmak gerekiyormuş da ondan!
İlâhiyat fakültesinin açılmasında bunca emeği olan, imam ve hatip mekteplerini Bakanlığının koltuğu altına almak için pek çok gayret harcayan, ilk okullarda okutulmak üzere din dersleri kitabı bastırtan Bay Banguoğlu’nun
türbelere para ayırabilmek için orta öğretimi paralı yapmak istemesinde şaşılacak bir şey yok.
Atatürk’ün ölümünden sonra rotayı geriye çeviren C. H. P. niıı, yıllardır dilinden düşürmediği demokrasi masalları arasında yapa durduğu anti-demokratik işlerden biri de bu, orta öğretimi paralı yapmak olacaktır. Memleketteki bütün demokrasi düşmanlarını sevindirecek olan adı geçen kararın verilmesine sebep bütçe darlığı olamaz; Anayasasında «lâik» olduğu yazılı olan bir devletin Millî Eğitim Bütçesinden türbeler için 150 bin lira ayrılırken, parasızlıktan ötürü orta öğretimi paralı yapmak gerektiğine ancak bu masalı uyduranlar inanır.
O halde niçin yapıyorlar bu işi?
Çok basit: fakir halk çocuklarının daha
üstün bir
kültür seviyesine erişmesini önlemek,
memleketin idare, kültür elemanlarını zengin tabakanın elinde bulundurmak.
Halk Partisi (gerçekte
halkla hiç bir alâ-
kası yok ya!) nin aııti demokratik işlerinden biri olan bu kararın, Bay Tahsin Banguoğlu’nun bakanlığı zamanına rastlaması acaba bir tesadüf müdür?
Bugünkü Millî Eğitim Bkanının ve mensup olduğu «kliğin» düşüncelerini bilenler için bu işin tesadüfle alâkası yoktur. Bilâkis, yıl-lardanberi tasarlanmış, geliştirilmiş bir programın adım adım gerçekleştirilmesidir. Bay Ban-guoğiu nun uzun yıllardanberi mensup olduğu zümrenin güttüğü hedeflerden biri de bu memlekete bir «fikir aristokrasisini» hâkim kılmaktır. Halk çocuklarına ilk tahsil yeter de artar bile! İdareciler, fikir kılavuzları, sanatkârlar, serbest meslek sahipleri yedi göbekten asil(?) eşraf ve zengin çocukları arasından ye-tişmelidir.
Halka ve bilhassa köylüye düşen, onların çizdikleri yolda sabır ve tevekkülle çalışmak B. Banguoğlu’nun ideoloji arkadaşı , ve selefi B. Reşat Şemsettin Sirer’in vaktiyle bir «Maarif Şûrası»nda söylediği gibi «sabanının başında mes’ut olmaktır.»yVelevki bu, karasaban olsa bile!
Zaten, bu inançladır ki, Bay Sirer’in, Millî Eğitim Bakanı olur olmaz ilk işi köy enstitülerinin yüksek kısmını lâğvetmek olmuştu. Buradan güzel sanatlarda bilim çalışmalarında üs tün başarı gösteren köy enstitüsü mezunlan, yine bu enstitülere öğretmen olarak yetişiyordu. B. Sirer bunları çil yavrusu gibi dağıttı.
B. Sirer’in eski bir kafadan olan B. Bangu-oğlu da, orta öğretimi paralı yapmakla aynı yolda bir adım daha atmış oluyor.
Evet, bir adım daha: geriye doğru!
F. Saffet
Paris kongresi
(Baş tarafı 3 üncü sayfada) lek eıbabı: 163 parlamento nznsı ve politikacı; II rahip; 152 muharrir ve gazeteci; 31 ilim adamı; 99 profesör; 34 tıp doktoru; 313 meşhur artist vardı.
Dünyanın her tarafından milyonlarca işçi, köylü ve aydın kongreye mesajlar göndermişlerdir.
Kongreye 46 muhtelif memleketin 52.634.000 dünya gencini temsil eden delegeleri iştirak etmişler. Ayrıca 25 memlekete ait 4.897.000 genci temsil eden 77 teşekkül kongrede temsil edilmek üzere delege gönderememiş fakat tesanüt mesajları ile iştiraklerini belirtmişlerdir.
Dünya demokrat ve antifaşist kadın birliklerini temsil eden 368 delege kongreye katılmıştır. Bilfiil delege göndermek suretile iştirak edemiyen kadın teşekküllerinin sayısı 90 dır. Bütün bu teşekküller yer yüzünde 85 milyon kadını temsil etmektedir . *
Kadınlar birliği adı altında 3 milletlerarası teşekkül vardır: Milletlerarası Demokratik kadınlar federasyonu. 80 milyon kadını temsil etmektedir. Barış ve Hürriyet için mil letlerarası Kadınlar Birliği ve Millet lerarası Kadın Trad - Unionistler teşekkülü. Hepsi 90 milyon kadın temsil etmiştir.
Umumi yekûn olarak 16 millet-rarası teşekkül 61 delege tarafından kongrede temsil olunmuş ve 203,950,000 insanı temsil etmiştir.
63 muhtelif memleketlere ait 561. teşekkül 1776 delege göndermiş ve bunlar vasıtasiyle 300 milyondan fazla insan temsil edilmiştir.
200 milyon Sovyet halkı, 300 milyon Çin halkı muhtelif teşekküller vasıtasiyle kongrede temsil olunmuştur.
Kongre, dünya basını, haber a-jansları, radyo ve film bakımından
(Baş tarafı 3 üncü sayfada) zun menzilli uçaklarla hattâ pilotsuz roketlerle atom bombalarının nakli ve hedefe atılması bir hülyadır. Bin mil mesafede bulunan büyük şehirlerden daha küçük hedefleri bu şekilde bombalıyabilecek vasıtaların önümüzdeki on sene zarfında yapılabileceğine profesör Bla-ckett ihtimal vermemektedir ve salâhiyetli kara ve deniz harbi mütehassıslarından bir çoğunun da fikri bu merkezdedir. Böyle olunca, atom bombasından önceki harplerde olduğu gibi atom bombası harbinde de >münasip üsler, atom bombası "okları, bombardıman uçakların sürati ve uçuş mesafesi ^meseleler belirmektedir.
ATOM HARBİ
Nitekim Amerika dünyanın bir üçüncü cihan harbi başlar-dört bucağında hava üsleri kur sa bu, ikisi arasında uzun men-mattadır. Profesör Blackett zilli uçaklarla yapılan atom kuzey Afrikadaki, Batı Alman- bombasiyle bombardıman har-
ya’daki, Türkiye’deki ve Ja-ponyadaki Amerikan üslerinin bir listesini vermektedir.
■■■ı "W’""
Profesör Blackett’in kitabından şu netice çıkmaktadır ki, atom harbi daha önceki cihan harblerinden farklı , yeni tip bir 'harb olmıyacaktır; yani bir kaç atom bombasını karşi taraf şehirlerine atıp nüfusu hâk ile yeksan etmek ve pilotsuz roketler gibi yep yeni otomatik vasıtalar kullanarak hemen hiç kimsenin burnu kanamadan bir «Yıldırım harbi» ile zafere ulaşmak kabil olmıyacaktır. A-merika ile Sovyetler arasında
bi olmıyacak, mutlaka, aynı zamanda ve daha büyük mikyas-ta, bir kara ve deniz harbi olacak, iki aradaki memleketleri de içine alacaktır. Atom bombası hava kombardımanlarm-dan da üs vazifesini gören mem leketler bilhassa zarar görecek lerdir. Atom bombası müthiş bir silâh olduğu için harbi kısaltacak değildir; bilâkis, uzun, iztıraplı ve kanlı bir cihan harbinin iztırabını, tahripkarlığını ve sefaletini daha da arttıracaktır. Böyle bir harb her iki taraf memleketlerini de kana boyayacaktır.
geniş bir faaliyet kaydetmiştir.
Kongreye iştirak eden 545 gazeteci 343 muhtelif gazete, mecmuayı temsil etmekte idi .
Muhtelif memlekete ait 31 haber ajansı kongre süresince faaliyet gös terdi. 5 haber alıcı cihaz 5 muhtelif memlekete ait radyo istasyonu durmadan çalıştı.
MİLLETLER ARASI BARIŞ MÜKÂFATLARI
Dünya Barış Kongresi son top-lântısmda her yıl barış mükâfatı tertibine karar vermiştir. Dünya Barış kongresi, entellektüellerin. barışın kuruluşu yolunda daha faal ve verimli olarak çalışabilmelerini teşvik için dünya barış mükâfatı tesisini lüzumlu görmüştür.
Dünyada barışın tesisi için en mükemmel çevrilen filme, san’at e-serlerine ve milletler ve halklar a-rasındaki dayanışmayı artıracak her türlü san’at eserine mükâfat verilecektir. Kongre, halen her biri beşer milyon franklık tutarında 3 ayrı milletlerarası barış mükâfatı tespit etmiştir.
r
— 9 —
* a
HolivutUEmperyalizmi,,
TUSTAV _
Yerli (ilimciliğimizin karşılaştığı tehlike
Mart ayının sonlarında İstanbul gazetelerinde Türk filimciliği mah vuluyor yollu yazılar çıktı. Yerli Film Yapanlar Cemiyeti’nin yaptığı fevkalâde toplantıda ileri sürüldüğüne göre halen Maliye komisyonuna sevkedılmiş bulunan bir kanun tasarısı katiyet kesbettiği takdirde, henüz inkişaf vaziyetinde o-lan yerli film senayiimiz tamamı sarsılacak ve kısa bir zamanda ortadan kalkacaktır .
Belediye gelirleri kanunu sıra-na-ardan yüzde yetmişe kadar vergi alınmasına müsaade ederken 9ı8 de bu nisbet yerli filimler için yüzde 25 e indirilmiş. Yerli filimle in vergi bakımından böyle bir rüçha-niyet kazanması sinemaları bu filimin i göstermiye teşvik etmiş ve neticede 1 - 5 filim yerine senede 25 filim yapılmıya başlanmış, filimelliğimizin inkişafı birden hızlanmış. Fakat şimdi yeni bir tasa »a i:e yerli, yabancı bütün filimler için yüzde 50 vergi nisbeti teklif ediliyormuş. Bu tasarı gerçekleşirse yelli filimler riıçhaniyetini kaybedecek ve teknik bakımdan asla yabancı fı-lımlerle rekabet edemiyeceği için filimcilik sanayiimiz henüz filiz ve-ı irken kökünden
Bu sadece yeni bulunan bir yerli o. tadan kalkması ni mesele sadece
Bilıvuruz ki bugün sinema vn raujo vn r r.-vrtli, en tesirli iki prop-.ıg ın-d;ı vasıtasıdır. Sinemanın umumi c -kar. gençler ve çocuklar üzerrdeKi tesiri meselesi bugün ilmi aralamaların mevzuu olmaktadır, filimler,
99 buçuğunu Amerikan filimle”! ı kıt ediyor) kendi cemiyetlerinin p« pagandasını yapan vasıtalara Kasden propaganda için yapı İn olsun laka bu mahiyettedir, yani her ti-lim kendi cemiyetinin sosyal delerlerini, görüşlerini ve menfaatlerini aksettirir. İkincisi, sinema artık inkâr kabul etmez bir sanat şeklidir. Bir milletin edebiyatı, şiiri, resmifve riyatrosu ne derece onun kültürünün hireı ; «Tçası ise filimciliği de öyledir ve bir sanat kolu ol ırak geliştirilmek ihtiyarındadır. İşte iktisadi bakımdan ziyade bu kültürel bakımdan t: kba 1 i meselesi m üh imdir, içir, bu filimcilik kültürel bakımdın maalesef yüksek bir kıymet taşımamaktadır, fakat gelişebilmesi irin mutlaka himaye edilmesi lâzımdır.
Yerli fi/imcilerin toplantısında Avrupa ve Asyanın belli başlı filim imalâtçısı memleketlerinin kemli fi-limcılik sanayilerini korudukları belirtilmiştir. Meselâ İtalya’da yabancı filimlerin dublajına müsaade e-
— 10 —
kuruyacaktır.
inkişaf halinde sanayi şubesinin olmıyacakt: *.
iktisadi de*îh
ya-
P.r.
Yabancı (ki bunların belki yi’ıade eş-O“ lir. niş veya olmasın her filim mit-
yerli f ilimci] iğimizin is-Bugnn

bulunduğu a-
sonra butun ve bu arada
Gitmediği gibi umumi ihtiyarın ancak yüzde 50 si nisbetinde ’thalâta müsaade olunduğu, Fransa’da ise ou ithalât nisbetinin yüzde 40 ı aşmadığı ve İngiltere’de de filimciliği himaye eden kanunlar çıklanmıştır.
Filhakika harpten dünya memleketleri
Avrupa da Holivudun baskınına uğramıştır. Harp yıllarında Avrupa ıi-limciliği hemen hemen sıfıra indiği halde Holivud senede 500 filim yap-mıya devam etmiş ve harbin sonunda birikmiş 3000 filmiyle Avrupa piyasasını istilâya hazırlanmıştır. Holivud filim ihracatçılarına y jrbesci vermek Amerikan yardımının şartlarından biti haline getirilmek is tenmiştir. 'Bunun karşısında Avrupa filim sanayicileri yerli filinıciliğin korunması için kendi hükümetle! ir i tazyika başlamışlardır.
İngiltere’de mücadeleyi filim prodüktörü Arthur Rank desteklemiştir. Rank kendisi İngiliz filiı iriliğinde inhisarı ele geçirmiş büyük bir sermayedardır, bunun içuı Amerikan filimlerini altetmekten ziyade Holivud ile anlaşmayı tercih etmiştir. Bununla beraber İngiliz hükümeti. Rank’in inhisarcılığını tehdit eden müstakil filim sanayie lebine yardım etmektedir ve İn^ihz matbuatında gerek Rank, gerek Holivud şiddetlenen tenkitlere ma. uz kalmaktadırlar .
Holivud'a karşı mukavemet sa’da âdeta bir halk hareketi ha! i a i almıştır. Byrnes dış işleri bakanı ı-ken Blum Amerika’ya gitm’ş ve Fransız filimciliğini öldürecek bü anlaşmıya razı olmuştu. Bunun üzerine Fransız filimcileri kendi hükümetleri üzerinde baskı yapmaya başlamışînrdır. Film prodttktörler»-
nin, Rejisörlerin, artistlerin, işçilerin I
I tında bulundukça; bağımsız meslek teşekküllerine, sınıf e-Isası üzerine müstenit partilere, demokratik anayasamızın kayıtsız ve şartsız tatbikine imkân olmadıkça kardeş dünya halkalariyle anlaşmak ve barış ı dâvasını kavramak imkânsızdır. Hakikî demokrasi ve barış (sıkı sıkıya- birbirlerine bağlıdır. Barışın müdafaası demokrasinin de müdafaasıdır. Zaten halk bir kere haıblerin, kimlerin işine yaradığını ve kimler tarafından çıkarıldığını kavradığı gün yer yüzündeki bütün kara kuvvetin kökü kazınacak ve sürekli, samimî barış sağlanmış olacaktır.
gegit raminde
şalgamları yere trıtsır>-
ıa vets
iştirakile Fransız sinemasını müdafaa komitesi kuruldu. Bunlar sinema sinema dolaşarak filim aralarında halka hitap: ettiler. 1949 yılının Fransız millî b^vrattıında Concorde meydanında büyük bîr dans tertîn etliler; ICurulan platformun üzerine meydanı kaplıyan harflerle Fransız sinemasının jAşamaft hakkidir diye yazdılar. Ertesi günü ;ş-çilerin tertiplediği g( -Amerikan şalgamlar CA has les naveb? Americains!) dıve bağırdılar. Nihayet Fransız hükümeti Byrnes-Blum anlaşmasını tadil mecburiyetinde kaldı; bütün filimle re bir vergi koyarak bundan elde edilen geliri prim olarak Fransız filim sanayiine vermeğe baş!ad .
Harpten sonra İtalyan filimciliği bütün dünya sinema âleminin dikkatini çeken bir canlılık göstermişti. Açık Şehir ve Ayakkabı Boyacısı gibi filimler her tarafta brö

I
I
I
!
vem İmiş, takdir toplamıştı. Fakat İtalyan filminin bu realist yolda inkişafı uzun sürmemiş, Holivud’un baskısı altında yol değiştirmek zorunda kalmıştır. Holivud’da on iki sene senaryo muharrirliği yapmış olan Amerikalı Paul Jarrico, Italyan filimcilerinden bir kısmının kendisine vaziyeti açıkça itiraf ettiklerini, artık «İtalyan fiyatına Ho livud fil imleri yapmaktan başka bir işle meşgul olmadıklarınız söylediklerini yazmaktadır. Yine bu muharrire göre Amerikan filmleri İtalyan sinemalarını, sinema sermayedarları da İtalyan stüdyolarını istilâ etmişlerdir. İtalyada Bloke edilmiş liretleri» bulunduğunu ileri sürerek Amerikan film kumpanyaları - aslında İtalyadaki maliyet fiyatının düşüklüğünden istifade etmektedirler - İtalyahiu fiUm çevirmiye başlamışlardır.
Cindir ki gazetelerde ara livud’dan m filim gittiğini
artık ikinci bir «açık şehir, çevrilemiyor .
Görülüyor ki esasen çok zayıf va-ziyette olanı Türk filimciliği cok ciddî bir tehlike Türk filimcileri yeni tasarısının fiiliyata
için canla başla çalışmalı ve memleketimiz ıımumi efkârı filimciliğimizi bu yolda desteklemelidir .
Bunun i-sjra Ho-yıldız» İtalya'} a İtalya’da
filân veya falan « evirmek üzere okuyoruz. Fakat
filimciliği karşıtındadır, vergi kanunu geçirilmemesi
El birliği ile barışı
savunalım
(Bâş tarafı orta 'sayfada)

BARIŞÇI

Dünyamız n bu günkü şairleri
(Baş tarafı 4 üncü sayfada) merikaya baktığımız zaman bunu böyle görüyoruz; Fransa-ya baktığımız zaman bunu böyle göiliyoruz. işte îngilterenin bugünkü şairleri, başta, W. H. Auden olmak üzere, C. D. Le-wis; fakir, yorgun, ümidsiz halkın üzerine eğilmişler, şiirlerinde onların nabızları atıyor. İnsanları büyük bir aşkla sevdiklerini görüyoruz. T. S. Eliot, The Waste Lond «Harap ülke» şiirinde, beceriksiz idareciler elinde bir toprağın nasıl bir işe yaramaz hale geldiğini anlatır. W. H. Auden, şiirlerinde olsun, On the Frontier, The ascent of F. 6, gibi tiyatrolarında olsun, Londranın halk mahallerini, ova halklarım tasvir eder. Louis Mac Neice’in İspanya harbine karıştığı, faşistlere karşı döğüştüğü malûmdur.
işte Amerikan şairleri, işte bütün dünya dillerinde yaşayacak olan, şiiri hakikaten bir dünya şarkısı yapan, büyük Zenci şair Langston Hughes, işte Aıchibald Mac Leish, Ro-bert Frost, Cari Sandburg.
Bugünkü dünya şiirine büyük bir etkisi olan W. Maia-kovsky, Alexandre Blok, Boris Pasternak, şiiri bir dünya şarkısı yapanların başında gelir.
Aynı şekilde şiiri gerçekten, bütün insanoğullarının bir şarkısı yapan, Fransız şairleri bunların başında da: Aragon, Eluaı d, ilk hatıra gelenlerdir.
Keza büyük İspanyol şairleri: Fredico Garcia Lorca, Aıı-tonio Machado.
Sonra Latin Amerikasının, öleli bir hayli olduğu halde, tesiri bir türlü azalmayan, İspanyol diliyle konuşan, bütün insanların gönlünü alan Ruben Davio’u, unutmak mümkün •değildir.
Yine bilhassa bugün, dünyamızın en büyük şairi olan Pab-lo Neruda, şiiri bir yeryüzü şarkısı yapanların en büyüğü olarak karşımıza çıkıyor.
Keza İtalyan şairleri: TT berto Saba, Eugenio Mout-Alfonso Gattos.
(Devamı ’’
JCommon/RezvEdit.jsp
Dilleri diğer Avrupa dilleri kadar yaygın olmıyan, ama yine de seslerini duyduğumuz Yunan şairleri içinde, 1933 de ölen gerçekten büyük bir şair olan, Constantin Cavaly, Alman istilâsı sırasında ölen Cos-tis Palmanas, yeni şiirin bir öncüsü olan Angelos Sikelia-nos’i saymadan geçmek mümkün değildir.
Macar şairleri içinde de hem ressam, hem büyük bir şair o-lan, Fransızcaya bir çok şiirleri çevrilen Joseph Attila, La-dislas Gereblyes.
Silezi Şarkısı adlı kitabiyle büyük bir ün salan Çek şairi P. Bezruc, Stanislas Neumann, seslerini bize kadar duyuranlardandır.
Nihayet artık bugün dünyanın kabul ettiği, birinci derecede dünya şairleri arasında yer alan Nâzım Hikmet de şiirleriyle bütün dünya halklarına * hitabetmiyor mu ? “
Daha nicelerini, şiiri, hep bir” yeryüzü şarkısı yapmak için, yeryüzünün bütün insanlarının anlayabileceği, duyabileceği, bütün insanlara, ekmek yerine, aşk yerine, ümit yerine geçecek; bir barış şarkısı olacak, insanları besleyecek bir şiir için didinirken görüyoruz. Bugün yeni şiirin rotası her yerde bu oluyor. Bunun içindir ki, biz bugün, şiirleri ancak bütün dünya dillerinde yaşayabilecek olanlara yeni şair, diyoruz.
Daha ileri giderek de, şiirlerinin başka dillerde yaşamak kabiliyeti olmayanlara bugünün şairi diyemiyoruz. Şiir, bugün ancak onların sayesindedir ki, herkesin olmuştur. Şairin bugün eski tahtından inip, sokaklara çıkması, aramıza karışması da yine onların eseridir.
N. İlhan BERK
I BARIŞ JK
I Sahibi ve neşriyatı fiilen idare 4 X eden: Rifat PELVAN
$ Abone şartları : Yıllığı 500 T 4 Altı aylığı 250 kuruş. 4
4 İdare yeri: Ankara Caddesi 4 Y İzzettin Han No: 49 4
♦ Posta kutusu: 54 — Aksaray Y
Basıldığı yer: Alişan Dobra ♦ Matbaası Â
Sekiz milyon imzalı bir mesaj
Fransa’dan Amerikan halkına gön derilen sekiz milyon imzalı bir mesajda şöyle denilmektedir: ❖.Amerikan halkına iyi niyetle hitab ediyoruz. Dost askerlerinizin bir kere General Pershing’le, bir kere de Eisenhover’le Atlantiği geçerek yardımımıza koşmuş olduğunu u-nutmadık. Fakat bugünkü durum devam ederse uğrunda savaştığımız müşterek gaye boşuna harcanmış olacaktır .
Hidrojen bombasının tahrib kudreti hakkında ajanslarınızın Fransa da yaymakta olduğu haberler aklınızın alanuyacağı kadar kötü tepkiler meydana getirmektedir. Amerika bize korkunç bir şekilde görünüyor. çocuklarımızın, kadınlarımı zın. fabrikalarımızın. şehirlerimizin tehdit altında olduğunu hissediyoruz. Aranızdan birçok kimsenin bizimle beraber bu hareketleri protesto ettiğini biliyoruz. Fakat bu sesler arzu edildiği kadar kuvvetli
TÜSTAV
milletlere, varlıkları pahasına mal olabilir. Fakat harb kundakçıları bu sefer milletleri gafil avlayamayacaklardır. Geçen harbin, izleri henüz silinmiyen faciaları, dinmeyen ıstıraplar buna engeldir. Büsbütün açık ve tehlikeli bir şekil alan bu harb hazırlıkları karşısında barışı sadece istemenin onu savunmaya yetıııiyeceğini, bu uğurda savaşmak gerektiğini ve barışın teşkilâtlı olarak savunulması zaruretini milletler artık anlamışlardır. Dünyanın her tarafından milyonlarca insanı temsil eden ıııillî ve milletlerarası teşkilâtlar mücadeleye girişmişler, medeniyetin en salâhiyetti mümessilleri, dünyaca tanınmış bilginler, sanatkârlar, yazarlar, fikir

adamları barış uğrunda seferber olmuşlardır. Dünyanın her yerinde barışı savunmak için toplantılar, gösteriler, mitingler tertip ediliyor. ^Milletlerin barış uğrunda birleşen ve gittikçe t. büyüyen kuvvetleri karşısında harb kıındukçı-"Iarımn gayretleri suya düşmeğe mahkûmdur.
Emperyalist sürülerine karşı kurtuluş ve «müdafaa savalarını mukaddes bilen halkımız yabancı menfaatler hesabına harbe sürüklenmenin acısını çok çekmiştir. Bununla beraber içimizde emperyalistlerin dilini konuşanlar, kendi memleketinin ve milletinin umurunda olmadığını açıkça ifade etmekten çekinmeyenler, harbi körükleyenler halâ eksik değildir. Şu biçim satırları gündelik gazetelerin herhangi birinde okumak mümkündür:
Barışa abone olunuz ve abone bulunuz
olamıyor.
Fransız halkı ile Amerikan halkı arasında samimî bir görüşmenin artık zamanı gelmiştir. Bâzı gazeteler size bu mesajı gönderenlerin Moskova’nın ajanı olduğunu söyleyecekler. Nazi hükümetleri de hür kalmak isteyen insanlara her zaman aynı ithamları yapmışlardı. Bu ithamları siper ederek milyonlarca insanı fırınlarda yaktılar, zehirli gaz dolu odalarda boğdular.
Biz Hitlerizmin acılarını en fazla çeken milletlerden biriyiz.
Bizi, size yanlış tanıtan insanlara siz vergi mükellefleri olarak milyonlar ödüyorsunuz. Bu zümre Fransız halkının ve barışın en sadık dostu olan sizleri de bize yanlış tanıtıyor. Böylece paralarınız iki memleket halklarını aldatmak için kullanılıyor.
Hepimizin toplanıp gayretlerimizi birleştirmek zamanı artık gelmiştir. Siz Amerikan halkı aranızdaki
Barış
yolu
(Baş yazıdan devam)
harp tahrikçilerini ve medeniyeti tehdit edenleri susturunuz.
Atom bombasının ve kütle halinde imha eden silâhların yasak edil( meşini taleb ediniz. Dünya tehdit ve korku altında yaşıyamaz.
Her millet saadeti için istediği yolu seçmekte serbesttir. Fransa’da sekiz milyon insanın imzalamış ol-, duğu bu barış mesajına kulaklarınızı tıkayanı azsınız.
Bizim atom bombasını kanun dışı etmek gayesile açmış olduğumu.* kampanya .sizin atom âlimlerinizin protestolarına uygundur .
Birkaç güne kadar Fransada büyük barış toplantıları yapılacak. Sizin de burada olup bu hareketleri görmenizi çok isterdik. Siz de ses-terinizle bizim protestolarımıza katılın. İş adamlarınızın ve ufak biü zümrenin iki memleket halkları a-rasjndaki dostluğu bozmasına meydan vermeyin. Çünkü bu dostluk olmadıkça barış olamıyacaktır.
«Başta Amerika olduğu halde yüksek silâhlar yapabilen Batıkların hazırlıkları tamamlanmakta, yani Batı grupu yavaş yavaş formuna girmektedir. Amerikanın Avrupaya göndermekte olduğu silâhlar merasim günleri atılmağa mahsus kuru sıkı kavallar olamaz. Atom ve hidrojen bombaları birer çocuk oyuncağı değildir» yazara göre bu milletler «ilânihaye harb hazırlığına ve sinir harbine tahammül edemezler....... «Formuna girdiklerini hissettikleri gün...... «Hodra meydan!» diyeceklerdir. Yazar bu milletlerin ve tabii bu arada Türk milletinin «formuna girmesini» âdeta dört gözle bekliyor.
FakaÇ Yalmana sorarsanız: «Bir takım gafil insanlar üçüncü cihan harbi çıkacak mı, çıkmıyacak mı? Nasıl ve ne zaman çıkacak? diye düşünüp duruyorlar. Halbuki bal gibi ü-çüncü cihan harbinin içindeyiz.»
Şu halde Yalman’a göre biz şimdilik ihtiyatta bekliyeıı bir kuvvetiz; sıramız geldiği anda ve Amerikalılar emir verdikleri gün ateş hattına sürüleceğiz. Fakat hayır. Mukadderatı Yal-man ve benzeri kimselerin elinde bulunan bir memleketin, üçüncü bir dünya harbinin daha ilk günlerinde ateş hattından uzak kalabilmesi zor olurdu. Bereket versinki üçüncü dünya harbi şimdilik ancak Amerikan emperyalistlerinin ve onların yardakçılarının hayalinde yaşıyor. Türk milleti banş istiyor. Hayata, hürriyete, saadete götüren yolun bu yol olduğunu biliyor.
8 Nisan 195o
TUSTAV

Nâzım Hikmet dâvası millete mal olmuştur
(Baş tarafı 1 inci sayfada)
ne sunulan o kamın tâdili tasarısının mucip sebepler lâyihasında denilmiş ki: «Bir sene önce bazı kimseleri ağır cezalara çarptırdık. Fakat k.ınun, cezalandırdığımız suçluların benzerlerini yeniden cezalandırmağa müsait değil. Biz onları mahkûm ederken suçun mahiyetini değiştirdik. Bıı bakımdan bu kanunu çıkarmamız lâzım.»
Ve nihayet bu kanım cıkınıs. Fakat bıı defa Nâzım
V • .•
Hikmetin kanunsuz olarak mahkûm edildiği de resmî bir vesika ile meydana çıkmış!
İşte, Avukat M. Ali Sebük bu netice üzerinde dururken Nâzını Hikmet dâvası hakkında bir çok makale yazdı ve Türk efkârı umumiyetinin bir «Adlî Hatâ» karşısında olduğunu belirtti. (Aııtr parantez şunu hatırlatmak isteriz ki, Mehmet Ali Sebiik’ten çok evvel, bu mesele demokrat dünya basınında ciddiyetle ele alınmıştır.)
Nihayet, Nâzım Hikmetin kanunî vasisi vekili Avukat İrfan Emin Köseınihaloğlıı bir lantısı yaptı. _
Nâzını, 13 yıl önce ma'ıkûm edilmesinden
dişinin ve müvekkilinin kanuni her çareye baş vurduğunu anlattı. Nihayet, Nâzımın açlık grevi yapmağa karar verdiğini, fakat Aiıkaradan resmî çevrelerin vaadiarı yüzünden bu açlık grevi kararının tehir edildiğini açıkladı. Fakat Af Kanunu Meclisten (akmayınca Nâzım kesin kara-rıııı verdi: «Camım pul diye kullanıp, Milletime açık bir dilekçe yazacak ve haksız bir mahkûmiyete uğradığımın belirtilmesini istiyeceğim!.» *
Nihayet 8 Nisan 950 günü Nâzım Hikmet yine başladı. Bütün hür vicdanlı insanla
soıı re mecbur ol
. 1
r, aşaıı yüce şairin bu ıstıraba aktlanmaya nı nııı azabını yüreklerinin en derin köşeleriıid harekete geçtiler.
Hangi siyasi fikir ve kanaati taşıyorsa lfrce aydın bir tek nokta etrafında ilk defa ra ne bir birlik vücude getirdi. Üniversite profesöründen, öğrenciye, Gazete başyazarından muhabire kadar her tiirlii fikir, sanat, edebiyat, politika ve is adanılan şunu kabul etti, şunu istedi;
Nâzını Hikmet bir haksızlığa uğramıştır!
Nâzını Hikmet serbest bırakılmalıdır!
Nâzımın hürriyete kavuşması yalnız sanat ve edebiyat dünyasının değil, bütün bir lıür insanlığın alkışlaya-, cağı bir müjde olacaktır.
F
— 12 —
BU NE BİR ALİN YAZISIDIR,
NE DÜNYAYA EKKEN GELMİŞ OLMAK.
YASTIĞININ ALTINDA BAKTIM MEKTUBU:
DİYOR, RÜZGÂR OLMAK, KUŞ OLMAK, DİYOR, HASKETŞ! BENİM.
BAKTIM UZAKTA, KARANLIK S A BİR ATEŞ YANIYOR,
ÖFKELİ, TEK BAŞINA VE IIÜR.
DAYAMIŞ ALNINI DEMİRLERİ: HÂLÂ BİZİ
DÜŞÜNÜR,
YÜREĞİ, DİLİ, HÜRRİYETİ TOPRAĞIMIN, NÂZIM HİKMETİM BENİM.

sonra ken-
ve umumî basın top-
»
25 Kuruş
«
Barış isteği





-o z r



Comments (0)