Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

kJ V CJrvy
GÖRÜŞLER
SİYASI HAFTALIK MECMUA
SAĞLAM BİR KADRO İLE BÜYÜK BİR
KÜLTÜR HAREKETİNİ TEMSİL EDECEK
İLK SAYISI 24 KASIMDA ÇIKIYOR
CUMARTESİ
17
KASIM
1945
GÜN
HAFTALIK KÜLTÜR- AKTÜÂLİTE GAZETESİ
YIL : 1
SAYI: 3
10
Kuruş
YENİDÜNYA
İLERİ DEMOKRAT SABAH GAZETESİ
HÜR ve İLERİ BİR TÜRKİYE NAMINA EMEKÇİ. Y U R TS E V E R HALK KİTLELERİNİN FİKİR ve MÜCADELE ORGANIDIR.
25 Kasım sabahı YENİ DÛNYA’yı Mutlaka okuyunuz.
Köylü, İşçi, KüçükEsnaf
ve Münevverler
Türk cemiyetinin İçtimaî ehramını tetkik ve tahlil edecek olursak aşağıdan yukarıya doğru daralan ana kademelerin sıraslyle köylü, işçi ve küçük esnaf gibi üç büyük halk küt* leal tarafından işgal edildiğini görürüz. Bu üç grubun yaşayış sisteminde, içinde bulundukları iktisadi ve İçtimaî şartlarda karşılaştıkları zorluklarda ve her türlü baht ve mukadder ıt şekillerinde tam bir benzerlik vardır.
Ayrı ad taşıyan fakat hayat mücadelesinde aynı saf üzerinde yürüyen, aralarında hiç bir menfaat ve gaye ayrılığı bulunmayan bu üç halk kütlesinin İçtimaî ve İktisadî Kompo ılgyonunun ne olduğunu araş tıralım :
1) Köylü adını verdiğimiz toprak eko no misine l r ğli iu faik kütle •i, büyük arazi sahiplerinin, tefecilerin. Köy ve kasaba bezirg&nlarının geniş çapta istismar ettikleri, hususi küçük m ülklycte bağlı, istihsal tekniği geri müstahsiller grubudur.
Ge rek köylerde, gerek nahiye ve kasabalarda yaşayan, ya tamamen ırgatlık eden, ya 1-20 dönüm arası toprağı işleyen, ya bir kaç keçi ve beş on davarla geçinen ve bu arada her biri bir ayağı toprağa bağlı kalmak suretiyle çeşidli küçük işler gören kütlenin nüfusu benim tahminlerime göre ortalama 15 milyon kadardır.
Yüzlerce yıldanberi toprağı eşe leyerek, dere ve orman kıyılarında yaş kütük ve çırpı toplayarak, davar ve sığır güderek yaşayagelen bu mu-i*
Iplldat l.tlh.al tcknliind. ve kafa-a.nda hiç değl.me. hiç bir İlerleme olmamıştır.
Tıp İlminin en müterakkî asrında yaşıyoruz, fakat köylümüz hâlâ sulfatadan beşka ilâç adı öğrenememiştir. Doktor, dişçi ve eczacının köylerimizin sağlık kadrosunda yeri yoktur. Bu halk kütlesi hâlâ hurafe ve efsanelere dayanan tedavi usulleriyle hayatını korumak zorundadır.
Kövlümüz kültür bakımından tn-mamiyle sıfırdır. On milyonlarca ırgat, yanaşma, sığırtmaç, çoban renç-berln hayat ve yurt bilgisi ancak köyün sınırları İçinde öğrenebildiklerinden ibarettir. 34 bine yakın Icöydc ilkokul yoktur ve hâlâ 2 milyona yakın köylü çocuğu ilk tahsil görmemektedir.
Bu halk kütlesinin satın alma ve istihlâk etme kudreti o derece ekslk-dlr kİ yaşayışının bütün safhalarında hayat ve yeni dünya nimetlerinin hem*n hiç birine rastlanamaz.
2 ) Hayatını, yer altı ve yer üstü] iş sahalarında kiraladığı emeğiyle temine uğraşan işçi halk kütlesinin İçinde bulunduğu İktisadî ve İçtimaî şartların köylü tekniğinden farklı olduğu İleri sürülemez. Hiç bir hayat garantisini, elde edememiş olan, gün-|Uk çalışıp günlük geçinen, çalışamadığı zamnnlar açlığa mahkûm bulunan ve liman hammallığından maden ameleliğine kadar çeşidli İş sahalarında az çok toplu yaşayan bu işçi kütlesinin sayısı yine şahsî tahminlerimi destekllyen resmî ve yarı remi rakkmlara göre 1 milyondan fa»-ladlr.
Büyük şehirlerde ve kanunların daha İyi tatbik gördüğü devlete bağlı işletmelerde çalışan İşçilerin »ağlık ve kültür bakımından •** variyetleri köylüye ve diğer işçilere nazaran biraz daha iyicedir. Fakat her ne olursn olsun bu büyük halk kütlesinin Türk cumhuriyetinin kuruluş ve yükselişindeki payı ile rldr ettiği refah ve kültür payı orasında | derin bir nlsbetsizllk vardır.
Her neresinden bakılırsa bakılsın işçi ile köylü kütlesinin bahtı ve mukadderatı dalına müşterektir.
3) İstihsal ve İstihlâk orgenlzas-yonunun İçinde küçücük sermaysine ve geniş çapta emeğine dayanan ve gayet çeşitli İŞ şubelerine dağılmış
E,al AM MÜSTECAPI.IOÖLU
olarak yaşayan küçük esnafın da mukadderat işçi ve köylü kütlesine |bağlıdır. Bu sınıfında aile efradı bütün Türklyede bir milyona yakındır. Nalbatlıktan, kahvecilinten, hırdavatçılığa kadar yapılan bu küçük esnaf, büyük isiihsal guruplarının emrinde çalışan onlar namına vc menfaatine müstehliklerle temasa geçen bir takım ecirlerden ibarettir.
Köylünün ve işçinin içinde bulunduğu hayat şartlarının tesirinden kurtulmalarına onlar İçin imkân yoktur. Bir nalbandın, bir araba tamircisinin, bir demircinin, küçük bir kunduracının köylü ve işçinin yoksulluğuyla veya refahile sıkı bir ilgisi vardır. Çünkü küçük esnaf, büyük imalâtçı ve müstahsilin ccirl olduğu kadar işçi ve köylünün de baht ve mukadderat ortağıdır.
Şehir ve kasabalar da her yıl 300 bine yakın İlk okul dışında kalan çocukların bir kısmı işçi, bir kısmı da küçük esnaf çocuğudur.. Bu halk kütlesinin de hi^ bir hayat garantisi voktur. Elindeki küçücük sermayesini kaybeder veya çalışamaz bir hale gelirse hiç şüphe yok kİ açlık onun da kapısını çalmakta asla gecikmiyccek-llr.
Görülüyorkl küçük toprak İşletmesine veya küçük sermaye faaliyetine bağlı ve dalma emeğini bu İşletme ve sermayeye yardımcı olarak kullanmağa mecbur olan köylü ve küçük esnaf kütlesiyle İşçi kütlesi arasında saadette ve felâkette daimi b:r berberlik gBj- »rpmuKU/lır la-te bu sebcpİcdirLi her üç halk kütlesinin İçtimaî ve İktisadî kot pozisyonu. hayat sistemi yekdiğerinin aynıdır.
Bu üç kütlenin arasından yatl-şen münevver zümreye gelince; kafa emekçisi adını da verebileceğimiz bu halk kütlesinin de baht ve mukadderatını diğerlerlnkinden ayırmağa İmkân yoktur. İster memur, ister sanatkâr, ister serbest meslek sahibi olsun ancak kafa faallyetile yaşamağa mecbur kaldıkça işçi, köylü ve küçük esnafın İçtimaî organizasyonuna münevverin de katılması zaruridir. Emekçi münevver, bu safların birleştirilmesi işini yürütmek ve bu halk kütlelerinin İçtimaî saadetini temin etmek için onlara önderlik edebilir.
Fakat, içinden yetiştiği halkları İnkâr ederek, onlardan tamamile ayrılarak kendisini ayrı bir zümre halinde yüksekte tutnııya çalışan münevverin böyle bir davada müsbet hiç bir rolü olamaz, olsa olsa o, ya bir manken, yahut ilmini, tekniğini ve sanatını borsa ve sipekülasyon oyunlarda harcayan bir aylaktır.
Hasret
Barışmış silahlarımız, Barışmış cümle bayraklar:
■ Rahatsı»?
Yer bereketinde cömert, gök rahmetinde gani;
BolluB yağıyor arzumuza nlamütenühi
Mahzun değil şarkılarımız.
Akşam garip değili
FakaKalkım daha ağır, ak d.ıha yeşO.
Azâdeyiz merhametinden hatırala-ların özlemiyoruz;
Ve sade yaşıyoruz:
Mehtabı beraber, aşkı beraber.
Bir selâm için uçuruyoruz kuşları: Kanat dolusu şarkı salıyoruz
Sıra dağlar, dağlar aşırı, Günüdür artık.
Yaşamak üstüne ve aşka dair Alabildiğine konuşabilir,
Mes’ultur şair.
N. AK1NCIOĞLU
DÜNYA
EDEBİYAT TARİHİNDE DEJENERELER
DEMOKRAT GENÇLİK FEDERASYONU
1 kasımda Londrada toplanan renk, dil, din ve ideoloji farkları gözetmeksizin yalnız demokrasi lehine ve faşizm aleyhine mücadeleye karar veren dünya gençlik kongresi 10 kasımda dağılmıştır.
63 milletin 30 milyonluk teşkilâtlı gençliğini temsil eden bu kongre sonunda “Dünya demokrat gençlik federasyonu,, kurulmuştur.
Başta üniversite ve yüksek okullar talebesi olmak üzere bütün Türk gençliğinin “Türkiye demokrat gençlik kurumu,, adı altında teşkilatlanmasını barış ve demokrasi savaşına iştirak etmek üzere dünya federasyonuna iltihak etmesini ve hükümetimizin de bu işi kolaylaştırmasını istiyoruz.
Hür, demokrat ve idealist Türk gençliği I Dünya gençlik federasyonunda size lâyık olan şerefli safınızı boş bırakmayınız !
KARA GÜNLERİN DESTANI :
I
Birden bire çıldırmağa başladı Komşunun bahçesinde ağaç, Vapur, meydan, lokomotif, Eski aşkım, ekmek param, İstasyon, iskele.
Fecirle ürperdi şehir Açlı çocuk gözlerini
Ma: ------A-mı
: fjâsmavi gök yüzüne
Anasını görmeden
Müşterinin koynıında Çıktı mektep yoluna Umumhane kapısından.
Ve denize bağlanan sapa yollardan
Koşar adım gidiyor
Fabrikaya, rejiye
Uykuya döşeklerde doy/ımıyan Kara bahtlı çocuklar.
Cahit Saffet IRGAT
Haşan
Bir gözü halhalli avrctde kaldı Biri ateş için efendide
Daha doğru dürüst tütün sorma-sini bilmez Ne anlar pipodan Haşan
Belediyeye güze doğru yazıldı Aklı bir türlü hikmetine ermez Yol boyuna dizilen ağaçların Yel vurdukça dökülür gazeller. Süpürmeyle biter mi.
MEHMET KEMAL
ÖLÜM: — Bana buyurun, ben »ize istediğiniz kadar yatuk bulurum.
CEMİL MERİÇ
Geçen asrın, psychiatrie Litte-ratörüne ferman dinleten, tereddi nazariyesi, feyizli araştırmalara yol açtıktan sonra tarihe göçtü. Bugün, ondan boşalan tahta psy-chanalyse kuruluyor. Mübhem mutalara dayanarak insanlığı iki geniş sınıfa bölen dejeneresans telâkkisi, karanlıklarda emekliyen marazi ruhiyata Morel’in kaleminden fışkıran ilk ışık hüzmesiydi. Magnan, Blin, Regis, G. Perrin çapında büyük otoriteler tarafından desteklenen bu görüş; ceza hukuku, politika ve sosyoloji incelemeleri yaparken Lombrozo nunda azami mikyasta işine yaradı. Dejeneresans nazariyesini, muasır sanat ve edebiyat tarihine tatdik etmek şerefi ise Max Nordau ya aittir, parodoksal hükümler vaktiyle-memleketimizde de bir hayli akisler uyandıran AvusturyalI münekkid’e göre: “dejenereler daima mücrim, anarşist veya zırdeli olmazlar, muharrir ve sanatkâr kisvesine büründükleri de çok vakidir.»
Nardau’nın iki büyük cilt tutan muazzam eseri (La degenerescence) canlı müşahedeler, orijinal görüşlerle doludur. Müellifin geniş kültürü, metin uslûbu, batıl inançları kökünden sarsan pervasız tenkitleri, sakat iddialarına ve tek cepheli hükümlerine rağmen en müşkülpesent okuyucularda hayranlık uyandırmağa kâfidir. Bı mcı cihar; harbinden sonra türeyen kübizm, dadaisme, surrealisme gibi marazi sanat ceryanlannın otopsi si yapı lirken Mordau dan büyük ölçüde faydalanılabilir. XIX inci yüz yıl sonu Fransasını insafsız bir reali zimle aydınlatan ilk fasıl ( sayfa 3 — 14) korkunç dejenerans salgınını haber veren çan sesleridir. İn sana, ulvî Lucrece in Atinadakı vebayı canlandıran mısralarını hatırlatıyor. Muharrire göre, inhilâk uğrayan sınıf, “yüksek sosyete,, yi teşkil eden imtiyazlılar kastıdır, âşıkların sayısını şaşıran zarif hanım efendiler Tolstoi Kreutzer un snatlanna meftundurlar. Şehvetten kuduran dudaklar Lesbos un sodome nin hasretkişi. Borsa dalaverelerinden ve bakara masasından gayri iman tanımayan milyoner veletleri Veriaıne nin Meryem Anaya yaz dığı şiirlerden istiğraftan gözlen
Hakkımdır
Yaşıyan ölülerden bahsederler Ama bvn hiçbir zaman işitmedim ölülerin konuştuğunu Vetfomcdim f . .
' Dolaştığım aramızda^
Yejmek yediğini, . 1 V
Su .içtijljj '.*••. /■'
i Ve güldüğünü.
Kara, kapft^p cahil ^Toprağın altıda bir, Üsfiide bir,, diyen şair;
Toprağın üstünde yaşanabilir ancak Toprağın üstündedir
Hava
Su
Ve ekmek
Sırası gelmişken şunu da söyliyeyim: Yaşamak
Borcum değil,
Hakkımdır benim!..
Sabri SORAN
yaşararak okuyorlar. Büyü, fakirizm. müneccimlik.hortlak hikâyeleri, bahnameler işidilmemiş bir itibar ve merakla kapışılıyor. Bu çöken sınıfın yaldızlı iğrençliklerini, ve ipeklilerle gizlenen ruhi şankırları-nı, ihtiyar bir hekim soğuk kanlılığıyla deşen muharrir, III. cü fasılda teşhisini koyuyor: Dejeneresans. Zira "bozuk düzen insiyaklarını kalem ve fırça ile tatmin eden,, Graphomane lar; kafa taslarında oynıyan faciadan habersiz oldukları için, marazî uyuşukluklarını tevekkel ve feragat felsefesiyle meşrulaştırmağa çalışan, parlak sistemler fabrikatörleri, Hart-mann la Sopenhauer i putlaştıran, kafile kafile Meryem Ana mucizelerini seyre koşan mistiklerde, anar-şit, orospu, ve katil dejenerelerin öz kardeşidirler. Onlar da aynı ruhu - hattâ bedenî • ağrazla damgalıdırlar. Tereddinin, bütün inkişaf derecelerinde iki pisikolojik kökü vardır: Canavarca hodbinlik, azgın bir impülsivite (her hangi bir ilca; boyun eğmek) dejenerelerin manevî damgalarından biri de dizginsiz heyecanlardır. En basit hâdise karşısında dakikalarca güler, sa-atlarca gıçkırırlar. " Bu hastalar boyuna yanıp yakılarak, aynı su. alleri, aynı cevapları çileden çıkaran bir monotonlukla tekrarlamak İhfjya/Mnrlad.rlır l₺»rU -----------
Dejenereler, (orta ve aşağı) stiğmat denilen bir takım bedenî alâmetlerle belli olurlar: Uzvî bi. çimsizlikler, asymetrie (tenazur sez mek) kulaklarda garabet, şaşılık, taşan, dudak, damak dişlerde dû. zensizlik, ve saire cismanı inkişaf, larında göze batan bu aksaklıklar zihni gelişmelerinde de kendini gösterir. Bâzı melekeleri mübalâğalı bir gürbüzlüğe mazharken, ötekiler tamamen dumura uğramış vaziyettedir. Hemen hepsi de ahlâk ve hak mefhumundan habersizdirler. İçle, rinde büyük bir vicdan huzurile cinayet işliyenler (Pritchard Mau. dsley’in, tâbir Moralinsanity) ah. lâkî çılgınlık derecesine varanlar vardır. Bedenî stigmat lardan mü. nezzeholan yüksek dejenerele r, n orml le patalojik arasında geçit teşkil ederler. (BalI la, Maudsley bunlara sınır . bölge sakinleri diyorlar.) Bâ. zı sahalarda parlak bir istidat göstermeleri kabildir. Fakat, kimi telleri kırık bir kemana benzerler.
Nordau, “deha bir nevrose dir„ diyen Laseguc i tasdik ediyor. Fakat o gürbüz dehaların da mevcudiyetine kanidir. Hakikî bir genie, — Goethe gibi — dehasını teşkil eden melekeden mahrum olsa bile zeki ve ehliyetli insan vasfını muha-faza eder. Dejeneresans, asır sonu Fransasmda neuvrasthente hysterie ile ele vermiştir. Sinir hastalan bir. birini aradığından, boyuna sürü sü-edebî ne kollar kuruluyor.
IV. cü fasıl bu çılgınlık salgınının sebeplerine hasred İm iştir. Ekonomik ve sosyal faktörlere inemeyen Nordau çok defa satıhda buca-İıyor. istatististiklere ve akliyeeilerc dayanarak bulduğu âmiller şunlardır: l — tvsemmüm (intoxicatim ) 2 büyük şehirlerdeki yaşayış şartları. 3 Dimağı ve bedenî yorgunluk, 4 — Tekniğin ve medeni, yelin dev adımlariyle ilerlemesinden — Arkası S. 2 de —
— Sayfa 2 2^
GÖN
1? Kasım 1945
Demokrasi Ve Sanat
Edebiyat Tarihinde Dejenereler
USTA ÇIRAK AN’ANESİ VE HIRİSTİYANLIK:
Yağlı boya manasında resim 17 inci asırda başlayıp 18 inci asrın sonlarına kadar, ustadan çıra-ı ğa geçerek ve bütün yeni bilgilerin teknik imkânlarından istifade ederek inkişaf etti.
17 inci asırdan sonra (kökünü economique tesirlerde bulabileceğimiz sebepler yüzünden) -USTA -ÇIRAK - an’anesinin kalktığına ve yerini tamamile ferdi araştırmalara bıraktığına şahit oluyoruz. İşte bu devre, mazisile irtibatını kesen ve esas karekterini gittikçe kaybeden resim san’atının inhitatıdır.
Beş asırlık zuhur ve inkişaf devresi, çırağın ustasından tevarüz ettiği bilgileri daha yüksek bir platforme’a ulaştırması tarihidir. İnhitatın başlıca sebebini bu an’a-nevi tekamül tarzının ortadan kalkmasında ve asırlık bilgilerin - bir tek insan tarafından - bir tek ömür içinde elde edilememesi imkânsız-lığıda aramalıyız.
Mağara devrinin en iptidai çizgilerinden, yağlı boyanın keşfine kadar; resim san’atı bütün diğer ifade imkanları “müzik, edebiyat, heykel v.s. ile beraber insan kitlelerinin uhrevî ve dünyevî fay* dalarına kullanılmış cemiyet tekâ-j mülünün başlıca amillerinden biri olmuştur.
Yağlı boyanın zuhurundan evvelki resimde, usta-çırak karekterini taşıyarak, bütün evvelki dinlerin daha sonra hıristiyanlığm davasını güder. Yağlı boyanın keşfi resini san’atının bu ezeli mahiyetini değiştirmedi, bilâkis onu takviye etti. Resim gene İsa hikâye-;
Kalem ve fırça kullanma tarzından boya imaline, kompozisyon inşasına kadar, bütün teknik bilgileri çırağına devreden usta, dünya görüşünü, dini anlayışlarını, esatir malumatımda ona vermek suretile. şakirdinin fikri inkişafını temin ediyordu.
İNHİTAT:
18 inci yüz yılda bu imkânlar ortadan kalktı. Zaten artık cemiyete faydalı bir müessese halinden büsbütün uzaklaşan Isa dini de, ilham menbaı olmak mahiyetini kaybetmişti. Bu sebepten de inzibatını tamamile kaybeden sanat küçük bir hâkim zümrenin günlük aşk ve eğlencelerini tasvir eden “Pompei,, tabir etliğimiz bir zevk safahat, süs sanatı haline girdi,
Filvaki daha sonralan “Demokrasi» fikri ve ihtilâli, bir mevzu kaynağı olmak istidadını gösterdi-Fakat esas prensiplerine ulaşmadan yokolan bu hareket, reaksiyonunu ancak bir kaç sanatkârda yapabildi. Hatta aynı sanatkârın iki devresinde, demokrasi bayrak-darlığına ve - Napolyon imparatorluğu ile beraber - demokrasiye karşı lâkaydî numuneleri eserlerine rasliyoruz. “Delacroix„ da olduğu ğibi.
Edebiyatta - devri içinde - ileri bir hareket olan romantizm, resim sanatinde kötü bir tesir icra etti. Eskiden tıpkı bir esnaf, bir sanatkâr gibi muayyen zamanlarda a-tölyesini açıp kapayan ve mazbut bir tarzda çalışan ressam yerine, şimdi uykusuz geçen gecenin sabahında yorgun gözlerle kırlarda ilham arayan, derme çatma bir sa-
Haşmct AKAL etzafını kaplayan reel iz.tirabın ihsaslarına yer veriyordu. Devrin içtimai problemlerinin de onun sanatinde yeri yoktu...
Sanatkârın bu çukura yuvarlanması ve sanatin böyle bir devre atlatması zaruri idi. Çünkü tarihin heu sosyal intikal devrelerinde, sanatın bu inhitatı vukua gelir. Meselâ: eski Yunanda Mitoloji, Yunanlıya bir iman vasıtası olmak şeklinden çıkınca, gayesiz kalan sanatta decadance başlamıştır
Elhasıl: her devirde faydasını tüketen Allahla, Allahım kaybeden sanat beraber çöktü.
19 UNCU ASIR :
Bu çöküş vukua gelirken, diğer taraftan yeni içtimai din - demokrasi - gelişiyor. 19 uncu asır ortalarında en ileri şeklini alıyor, bütünleniyordn. 19 uncu asrın bidayetinde inhitattan henüz tamamile kurtulamıyan sanatında, buna büsbütün bigane kalmadığını ve iki koldan, hakikî sanatin ihyası için mücadeleye girişildiğini görüyoruz :
1 — Teknikte “tektük kuvvetlilere raslanmakia beraber., umumiyetle zayif fa*at muhtevada ileri bir mahiyet arzeden, ve yeni dinin yeni fikirlerini vaiz eden sanatkârlar. Bunlar büyük Fransız ihtilâlinden başlayıp, bütün 19 uncu asırda zaman zaman gözükür; (er, en kuvvetlileri:
Colin-Libour. Delacrroix, Hum-bert-Vignot, Benoit Levi, Azema, David v.s. ve daha bir çok peyklerde bunları yüksek bir yekûna çıkarmak mümkündür.
2 — Fikir ve cemiyet mesele-
-rar**
Hürmet ve
derler. Hakikatta işleri bomboştur, tabii ama zenciler, bu tamtakır ka. baklan dini bir korku ile seyreder, onlara ve sahiplerine karşi tazins ve taabbütte kusur etmezler. Tıpkı bunun kibi bomboş malerme, zihni bakımından senegal zincilerinden kat kat aşağı olan senebolistlerin fetişidir.
“(□karşısında diz çökülen su kapağı payesine şifahi sohbetleri sayesinde erişmiştir,, “Kulaklarıda habir dejenere olduğunu isbata kâfidir,. Prerafealiilerin “orta çağcılık ve Neocatholicismi Fransız mistik, lerine onun telâkkileriyle sirayet etti. (Nourdau daha sonra yazdığı Vus de dehores dada aynı gö rüşlere sadık kalmıştır.) Moreas’ı Charles Vignier’yi, Reneghil’i de otopsi masasına yatıran insafsız münekkit irili ufaklı bütün sembo. üstleri dejeneresanla damgaladıktan sonra Tolstoi’ya geçiyor. Boileau ile Faguet’den gayri münekkit ta-nımıyan şarlatan doktorlarımızın yirminci yüzyılın başlangıcında çıkan bu eserden bir hayli ibret der si alacaklarını umuyoruz.
Nordau’nun kullandığı terminoloji eskimiştir. Bir çok hükümlerin zaten — ölü dohmuştur. Tezatlar içinde bocaladığı muhakkaktır. Eko nomik ve sosyal amilleri ihmal ettiğinden çok defa satıhta kalmıştır. Ferdî ksikolojinin cılız ve titrek {şığı, büyük cemiyet meselelerim baştan başa aydınlatamaz.
Fakat eseri, bütün kusurlarına ciddi emeklere dayanıyor. Edebiyat tarihinde yeni ufuklar, (hiç değilse) patikalar açıyor. Hakiki bir sanat, kâr ustalığıyle çizdiği dejenere port relerinde kendi şairlerimizden bazı-lannı tanıyor gibi oluyoruz. Nordau yu Tolstoi yun Vagner’in ve sem- | bolistlerin hem hayranları, hem de I x düşmanları okumak zorundadırlar.
>ıeTes«;nni‘ almakla mejgur. oğlan-- |f. r«l>ettiriy..r - bir b?ll
Birden doğan yeni durumlar karşısında in. tibıık güçlükleri.
Rakamlar vecitation larla dolup taşan bu mübahs, meselenin ancak tek cephesini aydınlatabiliyor. Bununla beraber merak ve alâka ile akunmağa lâyıktır.
İkinci kitap "mistisizm,, in pisi . kolojisini incelemektedir. Zira: Deje-nercsansın belli başlı sıymptome lerinden biri de mistizismdir. „ Mistikler hâdiseler arasında görünmez ve esrarengiz bağlar, karanlık ve meçhul kudretler tevhim eder, sen. bullere dayanarak gizli hakikat, lan keşfe çalışırlar. Adetâ mietik, endişe verici maskelerle kuşalılıd Bunların ardından rnuammk alot gözler belirir. Ona göre: eşya göründüğü şekilde değildir. „ Hat vakalarda bu marazi hal bir sam ( hal-lucination) mahiyetini alır. O zaman mistik lâhutî sesler duyar ve garip hayaletler duyar.
Muharrir mistizismin mâna ve mahiyetini bu surette belirttikten sonra, pisiko - fizyolojinin (o devir, deki) mutalarına dayanarak, sağ. lam ve şuurlu düşünce ile, sakat ve hasta tefekkür arasındaki ayrılıkları sıralıyor.)
Bu ikinci kitabın ikinci faslı Preraphacliteler serlevhasını taşır. Donte - Gabriel, Rossentti, Helnıan Hunt, Millais isimli üç ressamın 1848 de kurduğu P. R. B (prerap-haclite kardeşlik) cereyanını, bu mektebe katışan (Svviburne, Wılli-am Morris) gibi şairlerin tereddi arazını esirlerine ve hayatlarına dayanarak izah eder. Muharrire göreP. R. B, Fransız Ansiklopedist-lerine has zihniyetin bir tepkisi mahiyetinde olan Alman Romantizminin torunudur.
i..,ı .'^‘^ıTiirı llilıilh^’mı^rM
Devanı — da - zaruri olan . dini renklere bü- 1 ründü. Ingiliz milletinin bilgiye karşı duyduğu aşk hinduetion felsefesini ' yaratmış hem ispirtizmayı doğur- ! muştur, insanlık Bacon’nun, Harvey'i ; Newtona, Locke’u... Onlara borç, ludur amma Bünyan’lar, Berkley’ler sürüsü vc guaker’ler puroitin’ler, medyumlarda onun sinesinde ge. lişti. Salgın halindeki tereddi ve hystei’nin ilk alâmeti 1840 daki Oxford hareketinde göründü. De. jenere, hysterigııe Ingilizlerin dini heyecanı sanat sahasında en beliğ ifadesini pererafa elizmde buldu.
Hacmimizin müsaadesizligi 56 büyük sahife tutan bu ehemmiyetli | mephasi şimşek hızile geçmemizi icap ettiriyor. Modern şiirin patolojik köklerini araştıran her mü. nekkit bu özlü sahifeleri — mübalâğalı, paradoksal ve tek cepheli hükümlerine rağmen — dikkatle okumak zorundadır. Avrupa ede. biyatını bütün cephelerile tanıyan muharrir müteakip fasıida symbo. liste’lere geçiyor. Bu mektebin inkişaf grafiğini büyük bir isabetle çizen Mordau, mistisizim ve irtica kokan bu cereyanı (pek haklı olarak) dejeneresance’ae bağlıyor. 75 sahifeyi kucaklıyan bu özlü ve ber. rak elüd münevver gençliğin ezberlemesi gereken vecizelerle doludur. İlme saldıran dejenerelerin yüzünden maskelerini sıyıran Nordau, metafiziğin kısır ve zehirli çiçekleri yanında, tecrübe ve rasyonal araş* firmaların vücut besleyici ve mübarek meyvelerini, hakiki bir mümin vecdile sıralıyor. "İlmin iflası» tabiri cizvetlerin korduğu bir iftiradır. Sembolizmi kuranların çoğu bozuk zekâlarını cizvit mekteplerinde zehirlediler. “İmana dönüyorum çün.

lardari biri koşar, anasının kızarık burnundan evvel getirdiği yüke bakar, sırtiayıg içeri alır; derken öteki yetişir, lâhzada ğerlerinin yardımile içeri çekilir. Karın yarım saat filân bir o günkü havadislerin derecesine göre, uzun veya kısa, dayak fasılları başlar. Çığlıklar, nağralar... Kalfa hanım, kocaman avuçlarile bir indirdi mi, allah yarattı demez; pestilini çıkaıar. Çocuklarının terbiyesini ihmal etmez. Üstleri başları başları her gün biraz daha düzelir, yemenilerinin altı delinmeden bir yenisi alınır. Büyük oğlana, artık vakti gelmiştir, beyaz tarablus kuşak, seten don, ipek çizgili mintan yaptırılır. Kimisi haylaz çıkar okumaz; Kimisi ilk mektebi birincilikle bitirip, anasının iltimasile, Vilayet sanat okuluna yazdırılır, Onun arkasından gelen allâme, yine anasının kendisini İstanbulda okutacağını sağda solda anlatır. Herkes parmak ısırır. (Zinganlı Kalfa hanım) bu, yapar mı yapar. E.. Herkes hatırını da sayar hani. Onun çalışkanlığı, çocuklarına fedakârlığı ta vilâyetlere kadar sürer, gider. Vali görmek ister, deftardar merak eder... Kalfa bir gitti mi, on gün görünmez. Fakat evin nafakası evvelden hazırlanıp büyük oğlanın eline emanet edilmiştir. O, sabunu yan fiatına okulsa da bulguru ziyan etse de, kalanı çocukları bol bol doyurur.
Kalfa hanımın Vilâyetteki işi uzadıkça içi bozuklar bir lakım lâf lar çıkarmaktan da utanmazlar. Türlü dedikodular ederler. Lâkin kasabasının ileri gelenleri, müftüsü, belediye Reisi, şusu busu, bilirler ki, bu kahraman kadın, evlâtlarının nafakasını tedarik etme yolundadır. Ya civar kazalara geçip pazar yerlerinde dokuma bez sa-
haber alan di-kahraman ana doyurmak için moladan sonra
fta
nin mihrabında bağda* kurmuş Buda’ nin huzurunda yılan kemiksiz. çırilÇip" I lak diller, buhurdan tütsüleri içinde Atina’lı delikanlılar latarnasını çalarken, bir Yunanlı dilber kulaklarımıza «İlk bir işveyi «özlerimize cilveyi he-diye ediyor"
Fakat durunda nrtık düğmeyi çe-vnrmeyln. Çünkü burası Ankara rad-yosui'.Yani plak radyosudur’ İsterseniz çevirin. Türk sesi ve Türk müziğinden başka her şey bulabilirsiniz Bu düğmeyi çeviren bir yabancı, bi’ zim onlara verdiğimiz hükmü bizim için veremez. İşte bu ses. Türk sesi diyemeyiz. Mesele alaturka da alafranga dâvasş değildir. Çünkü alaturka alafranga veya her çeşit müziğin şaheserleri bir şahikada telakki ederler.
Bu istasyon yn plak çalar yahut gldiyo, geiiyo yahutto yapacanrn gibi diksiyon hntalnrlle dolu uyku ilâcı konferanslar verir. Arada sırada propaganda için yaptığını belli eden, propagandanın en iptidaî örneklerile bizi harap, arlık bir son vermek zamanı çoktan gelmiştir. Tek İstasyonumuzu nasıl olsa dinlemeğe mecbur olduğumuzdan ve halkın reyine lüzum olmadığını sanıyorlarsa aldanıyorlar.

tıyordur, ya da piriç’te iyi bir gündelikle çapacı yazılmıştır. Nerdcyse dönüp gelecektir. Hakikaten de öyle olur. Günlerden bir giin, Kalfa hanım, bir araba dolusu yükle, evi nin önünde biter. Oğlanlar derhal çalışmaya başlar, yiğit ana el üstünde içeri taşınır. Çuvallar çıkınlar kapının arkasına istif edilir. Büyük oğlan kalfanın kat kai mintanlarının, çepkenlerinin, dokuma gömleklerinin katlarını kaldıra kal-dıra kaldıra, elini anasının derisine doğru uzatır. Orada, her biri bir testi büyüklüğünde, terden sırsıklam olmuş memelerin lam ortalık çukurunda, sucuk gibi bir meşin cüzdan vardır. Onu çıkarır, yağlı fitilini açar, paradan patlı-yacak gibi şişmiş gözlerin birinden bir ıslak beşlik çıkarıp arabacıya verir. Kapı kapanır.
Ne demeli ? Bu kadın cennetlik
rahmetli Feyzi ağanın körpe kızı alı ndıktan sonra işler büsbütün ilerler. Kalfa ana yan gelip köşe kdısı yapacak yaşta olmasına bakmıyarak habire seyahatlere çıkar, vilâyet yollarını aşındırır. Sürter, koşar, ikinci oğlan için kız aramağa başlar, üçüncüsü iki yıldır Istanbul mekteplerinde okumaktadır. Evde halıdan geçilmez, kışa küp küp pekmezlerle, turşularla girilir. Arka bahçede bir iki kuzu beslenir ve erişte torbaları ahırı baştan başa çeviren rafları doldurup taşırır. Hey gidi koca kalfa hanım... Acap senin gibisi bir daha yetişir mi ?
Yetişmez, yetişmez ama elin, ağzıda durmaz; hatta harekete bile geçilir.
Kasabada sanki başka iş yokmuş gibi, kalbur üstüne gelir ne kadar fesat, külhanbeyi, fiskoseu adam varsa hepsi bir araya geldiler ve kalfa hanımın Vilâyet merkezinde ne işler gördüğünü gözlemeğe karar verdiler. Arası çok sürmedi, kalfa gene bir yolculuk hazırlığına başladı, tertibat aldılar, arkasına takılıp gidecek olanlar, vilâyette bunlara katılacak olanlar falan filan alesta, hazır oldular.
öylesine ki kahraman koca şehrin dış çizgisini daha aşmadan etrafın toz dumanı içinde, eşek, at sürüleri arasında bir takım beli bükük adamlar, kıpırdamağa başladı. Kalfa ana iri gözlerini iki yana devire devire yürüyordu. Geçtiği sokakların çoğunu, vilâyetin halis muhlis yerlisi olan takipçilerden bile ilk defa görenler vardı. Gitti, gitti. Saçakları sokağa doğru sark-mış.sundurmaları kalın direklerle tutturulmuş, kapıları demir tokmaktı evlerin aralarından geçti. Buraları öyle temhalıktı ki, takipçiler, onun bir köşe başında kaybolacağı saniyeye kadar, bir evvelki kÖ-
zim kulağımız deliktir yeğen... Hadi dalın içeri.»
Tek tek kapıdan süzüldüler, önlerine çıkan, karanlık, dik. basamakları su gibi, sallanan merdiveni tırmandılar, önü kafesli bir divanhane, bir tarafta sıradan üç, dört oda kapısı.. Tıss... Ses yok. Derken odalardan biri açıldı. Kaşlarına birer kalem rastık çekmiş, kalçalı malçalı, gençten bir gelin çıktı. Kalabalığı şörünce’-
"Abovvv... dedi, taburla mı geldiniz?,,
ötekiler parmaklarila (susss) işareti verdiler. İçlerinden biri, ah o kör olası fesat kanbur Veli, kadının dibine sokuldu:
“Bize diyiver, şirin bacı, dedi, kalfa hanımım odası nire?„ Kadın şaşalar gibi oldu, başını iki tarafa salladı, sonra söylendi:
“Bakındı hamam anasına, artık sürü ih getirmeğe başladı. Allah için dayanıklıdır da... Neme gerek. Nah şura, şu orta oda..,.
Hepsi, pısır pısır, sösterilen odanın kapışma yaklaştılar. İçerden kısık sesler geliyordu; daha evvelden karar vermedikleri için ne yapacaklarını pek bilemiyorlardı. Ama bir iki saniye geçmeden, kalfa ananın, o herkesin kulağında izi olan yiğit sesi duyuldu:
"Ulan, nideceksen et, şimdi belini kıracağım. Çabuk ol, işim var...»

DERGİSİ
Yepyei bir şekilde Yakında çıkıyor
- 10 KURUŞ -
17 Kasım 1945
G O N
HIK Â Vfe
Kahraman Bir Ana
Bütün kasaba halkı, eğer soran olsa, bu kadının bir çok erkeklerden daha babayiğit olduğunu söylemekte tereddüt etmezdi. Etrafı çepeçevre fındık altınlariyle ve mavi boncuklarla süslü kızıl fesinin altında kocaman kulaklı, geniş alınlı ve iri iri siyah gözlü bir kafası vardtrki, bu tarafların dağlarını bir zamanlar haraca kesmiş olan (Deli Murad) m kafasından daha gösterişliydi. Deli Murad’ın kafası deyip geçmeyin; o kafayı jandarma gediklisi Ali Osman çavuş dikili doruk boğazında, bir gece yarısı sahibinin göğdesinden kesip almış, getirip Hükümet konağının önünde bir sırığa dikmişti de, cümle âlem, korkudan titriyerek, üç gün, üç gece seyretmişti. E bu kadının her hali de (Deli Muradın haline benzerdi hani.. Fırsat elverse dağa çıkacak; kocasının ölümünden sonra ekmeği kesilen bir sürü çocuğun nafakasını martin kuvveti-le kazanacaktır. Lâkin zaman müsaade etmedi; Jandarma çoğaldı; dağların havası koklanmaz oldu. Bu kadında evinin ekmeğini namusu dairesinde elde etmenin yolunu tuttu.

kısır ve mağrur şiir kralı büyük bir şair savılmasına ve 50 si ni aşmış bulunmasına rağmen, aşağı yukarı hiç bir eser vermemiştir.
Aenegal zencilerinin sihirbazla, n, bu zavallılara sepetler ve su kabaklan gösterip içlerinde kudretli bir fetiş saklı olduğunu söyler.
derler. Hakikatta işleri bomboştur, tabii ama zenciler, bu tamtakır ka. baklan dini bir korku ile seyreder, onlara ve sahiplerine karşi tazins ve taabbütte kusur etmezler. Tıpkı bunun kibi bomboş malerme, zihni bakımından Senegal zincilerinden kat kat aşağı olan senebolistlerin fetişidir.
“Okarşısinda diz çökülen su kapağı payesine şifahi sohbetleri sayesinde erişmiştir,, "Kulaklartda habir dejenere olduğunu isbata kâfidir,, Prerafealiilerin “orta çağcılık ve Neocatholicismi Fransız mistik, lerine onun telâkkileriyle sirayet etti. (Nourdau daha sonra yazdığı Vus de dehores dada aynı gö rüşlere sadık kalmıştır.) Moreas’ı Charles Vignier’yi, Reneghil’f de otopsi masasına yatıran insafsız münekkit irili ufaklı bütün sembo. Üstleri dejencresanla damgaladıktan sonra Tolstoi’ya geçiyor. Boileau ile Faguel’den gayri münekkit ta-nımıyan şarlatan doktorlarımızın yirminci yüzyılın başlangıcında çı. kan bu eserden bir hayli ibret dersi alacaklarını umuyoruz.
Nordau'nun kullandığı terminoloji eskimiştir. Bir çok hükümlerin zaten — ölü dohmuştur. Tezatlar içinde bocaladığı muhakkaktır. Ekonomik ve sosyal amilleri ihmal et. fiğinden çok defa satıhta kalmıştır. Ferdî ksikolojinin cılız ve titrek {şığı, büyük cemiyet meselelerini baştan başa aydınlatamaz.
Fakat eseri, bütün kusurlarına ciddi emeklere dayanıyor. Edebiyat tarihinde yeni ufuklar, (hiç değilse) patikalar açıyor. Hakiki bir sanat, kâr ustalığıyle çizdiği dejenere portrelerinde kendi şairlerimizden bazı-lannı tanıyor gibi oluyoruz. Nordau yu Tolstoi yun Vagner’in ve sembolistlerin hem hayranları, hem de düşmanları okumak zorundadırlar.

Adına (Zingali kalfla hanım) derlerdi. Biz yetiştiğimiz zamanda, daracık zamanda en büyüğü yedi, en büyüğü de on altı yaşında, beş çocuğu vardı, Hepsi dc oğlandı. Arada bir iki de kız olmuşsa da bu kadın kız evlâdı sevmezmiş, taliî yardım mı etmiş ne olmuş, hepsi birer ikişer aylıkken, hakkın rahmetine kavuşmuş. Kocası için çok iyi söylerlerdi. Halim, kuzu gi- 1 bi, ensesine vur, lokmayı ağzından al, bir adammış. Ufak tefek gövde- 1 si, y ere değru sarkık, sarı bıyıkla-1 rı, limon kadar kafası varmış. Nasıl oimuşşa da bu dağ gibi kadını almış, kimse bilmezmiş. Neyse, bu adamcağız günün birinde bir kazaya kurban gitmiş. Ellehem, galiba azgın atlı bir araba çiğnemiş. Kalmış mı (Zingalli kalfa hanım) zınk diye ortada, öteye salmış, beriye salmış, evde ne varsa pazara döküp satmış, bir ara harmanlarda çalışmış; lâkin beş boğaz çocukla en aşağı üç boğaz kedisini bir türlü doyuramamış, Yardım mardımla olur iş değil. Konu komşu çare düşünür görünerek, hakikatte meraktan çatlıyarak, beklerlermiş, kalfa hanım ne yapacak diye. Oğlanlar gün günden büyür, dertleri çoğalır mekteb, kitap isterler, don, gömlek isterler, kolay mı? Kahraman ana sağa koşar, sola koşar, akşamları geç yakit geç vakit kapısının gıcır- I tısını işiten pencereye abanır: Nasıl geliyor diye. O, sırtında koca bir zembil, bazı bir küçük çuval, harar, çıkın, ter, geniş, tombul yanaklarından mermer ’ğerdanına sı-za sıza, eşiğe çökmüş, ilk kgcaman
' ııcfv>?7.;>i
lardan biri koşar, anasının kızarık burnundan evvel getirdiği yüke bakar, sırtlayıg içeri alır; derken öteki yetişir, lâhzada haber alan di-ferlerinin yardımile kahraman ana içeri çekilir. Karın doyurmak için yarım saat filân bir moladan sonra o günkü havadislerin derecesine göre, uzun veya kısa, dayak fasılları başlar. Çığlıklar, nafralar... Kalfa hanım, kocaman avuçlarile bir indirdi mi, allah yarattı demez; pestilini çıkarar. Çccuklarının terbiyesini ihmal etmez. Üstleri başları başlan her gün biraz daha düzelir, yemenilerinin altı delinmeden bir yenisi alınır. Büyük oflana, artık vakti gelmiştir, beyaz tarablus kuşak, seten don, ipek çizgili mintan yaptırılır. Kimisi haylaz çıkar okumaz; Kimisi ilk mektebi birincilikle bitirip, anasının iltimasile, Vilayet sanat okuluna yazdmlır. Onıın arkasından gelen allâmc, yine anasının kendisini Istanbulda okutacağını sağda solda anlatır. Herkes parmak ısırır. (Zinganlı Kalfa hanım) bu, yapar mı yapar. E.. Herkes hatırını da sayar hani. Onun çatışkanhgı, çocuklarına fedakârlığı ta vilâyetlere kadar sürer, gider. Vali görmek isler, deftardar merak eder... Kalfa bir gitti mi, on gün görünmez. Fakat evin nafakası evvelden hazırlanıp büyük oflanın eline emânet edilmiştir. O, sabunu yarı fiatına okutsa da bulguru ziyan etse dc. kalanı çocukları bol bol doyurur.
Kalfa hanımın Vilâyetteki işi uzadıkça içi bozuklar bir takım lâf lar çıkarmaktan da utanmazlar. Türlü dedikodular ederler. Lâkin kasabasının ileri gelenleri, müftüsü. belediye Reisi, şusu busu. bilirler ki, bu kahraman kadın, evlâtlarının nafakasını tedarik etme yolundadır. Ya civar kazalara geçip pazar yerlerinde dokuma bez sa-
I

HAFTADA BİR:
Bizim Radyomuz
AZİZ NESİN
Radyomuzun düğmesini çeviriyoruz. kulağımıza gelen çok hareketli gayda sesinden, çalan Bulgarin yüzünü seçebiliyoruz. Düğmeyi biraz daha çevirince, reçineli teller üzerinde yayının her harekctlle Tuna dalgalarını konuşturan Çigan bembeyaz dişlerde yüzünüze gülüyor bir başka dalga üzerinde, ehrama doğru ilerleyen vc kızgın çöl kumlarını incitmekten korkar gibi yavaşça yere basan develerin kervanını görüyor ve mü-tevekki I arabın yalelli! duyuyoruz.
Başka bir dalga uzunluğundan kulağımıza çarpan sesin aynasında, da. Sen nehrini vc Eyfcl kulesini buluyoruz: Parisli apaş kasketini yıkmış, ağzını kulaklarına kadar açarak bize dü" geceki hovardalığından bir şarkı okuyor: vc İşte burası Madrlt tir diyoruz, çünkü İpekli şalı boynumuzda, geceden siyah saçlarında, dudağından kızıl bir karanfil zeytin tanesi gözlerile şehvetli sıcak kanı ve dolgun vucudÜ ile ihtirası gözlerimize sunan Ubanyol kızının mahir parmaklarındaki kastanyatln sesi knla-ğımızda vc bu ses bizi Madrit’e götürüyor. İşte Arap kanından melezlenmiş Ispanyol kızı, yelpazesiyle yanağındaki beni gizleyerek göz kırpıyor. Çevirin radyonun düymesl-ni: Vest Minister kiliseinin yüksele duvarlarında akseden org sesinden vc bu korodan buhurdan vc günlüğü kokluyoruz’ İşte şimdi duyulan lrlandalTnm millî şarkısdır. Kısa etekli ve haşin tabiatlı İrlandalIlar halka olmuşlar, bir çeşit hora tepiyorlar.
Esirleri olan bir beyaz insanı meydandaki ateşte kuzu kızartmasına çevirecek olan Afrika yerlilerinin kudümzll ve sevinç çığlıklarını asrımızın Amerikan medeniyetine he-I diye ede» cazı duydunuz mu ?
Abanoz bacaklarını ılık denize «eklim.,. siyah kır çiçekle-
rinden taç giyinmiş Haylili nin ... »I duyuyormusunuz uzaktan bir kllar ona cevap veriyor.
Düğmeyi biraz daha çevirin: işte bir Hintli fakir çatallı dilini ru, şahlanmış kobra yılanına tl“ r.ı,.
„i„ Mihrabında bağda, kurmuş Buda „,n huzurunda yılan kemik, «. Çin Ç>P l.k diller, buhurdan tütsüleri İçinde Atlna-l! delikanlılar laternasını çalar ken, bir Yun.nl. dilber kulaklar.»». .İlk bı'r lşvry> güzlerimize '“«r1 hc-
Fakat durunda artık düğmeyi Ç«-vnnneyin. Çünkü bur... Ankar.ı r.d-yoau. Yani plak radyosudur l.terae nlz çevirin. Türk sesi ve Türk müzl finden başka her şey bulabilirsiniz Bu düğmeyi çevire» bir yabancı, bl zira onlara verdiğimiz »’ükmu bizim İçin veremez. İşte bu ses. Türk ses diyemeyiz. Mesele ılaŞnrk» da a af-ranga dâva.Ş değildir. Çünkü ri.tar k» alafranga veya her çeşit müziği «beserleri bir şahikada telakki ederler. Bu İstasyon ya pl»k ç»l"r y»b“ gldlyo, geiıyo y.hutl. y-pac.am Ş.hf diksiyon hntalarlle dolu uyku İlse, konferanslar verir. Arada sırada pro paganda için yaptığın. b'n'.P" pagandasın e» IpHdsl »rneklerlle Mzl harap, arlık bir son vermek .amanı çoktan gelmiştir. Tek İstasyonumuzu nasıl olsa dlniemefe mecbur olduğumuzdan ve halkın reyine lüzum olmadığım sanıyorlarsa aldanıyorlar.
Bizim Ansiklopedimiz
MUHTEKİR — İkinci Cihan Harbinin yenilmez ordularının baş komutanı. Fakir mahallelerde dolaşan bir rivayete göre de Azrail’in cr-kânıharbiye reisi.
FAKİR - Bütün bankaların en sadık gece bekçisi.
NAMUS — Nasrattin Hoca’ya göre, fincancı katırlarını ürküten bir heyulâ. Bize göre, hammalın semeri, emekçinin nasırı, münevverin beyn.
KİTAP Bazan, eslıha-i memnuadan ma’dut eşya. Bazan da alınıp rafa konan limon gibi bir şey..
ZEYTİNYAĞI — Bir numaralı halk düşmanı,
FİAT Kendini kaydı hayat şarlile nasb eden bir diktatör.
REÇETE Ölüm yollarını gösterir bir tıp haritası.
DOKTOR — Tıbbiyenin mimarlık şubesinden mezun olanlara verilen isim. Bazıları apartıman inşaatında mütehassıstırlar.
ECZACI Gayet ketum bir insan sır saklamasını bildiği ilâç saklamasını da bilir.
POLİTİKA - Bazı memurların vekâlet emrine alınmasını laştıran gayri siyasî neşriyat!
MEMUR Otuz yılda eskiyen son. derece dayanıklı bir
EMEKLİ - f ‘ - .
darik edenlere de raslanılmaktadır.
TAHSİLDAR - Gelişi de gidişi gibi azap veren bir misafir.
DÜZELTME: 2 nci sayımızda Atom ölüm diye dizilmiştir düzeltiriz.
kadar
kolay-
aba.
Sandalyesiz nazır, içlerinde, oturacak bir sandalye te-
tıyordur, ya da piriç’te iyi bir gündelikle çapacı yazılmıştır. Nerdeyse dönüp gelecektir. Hakikaten de öyle olur. Günlerden bir gün, Kalfa hanım, bir araba dolusu yükle, evi nin önünde biter. Oğlanlar derhal çalışmaya başlar, yiğit ana el üstünde içeri taşınır. Çuvallar çıkınlar kapının arkasına istif edilir. Büyük oğlan kalfanın kat kai mintanlarının, çcpkenlerinin, dokuma gömleklerinin katlarını kaldıra kal-dıra kaldıra, elini anasının derisi-ne doğru uzatır. Orada, her biri bir testi büyüklüğünde, terden sırsıklam olmuş memelerin tam ortalık çukurunda, sucuk gibi bir meşin cüzdan vardır. Onu çıkarır, yağlı fitilini açar, paradan patlı-yacak gibi şişmiş gözlerin birinden bir ıslak beşlik çıkarıp arabacıya verir. Kapı kapanır.
Ne demeli? Bu kadın cennetlik
değilde nedir? Siz o ağzı kara komşulara bakmayın, onlar kıskançlıklarından ne edeceklerini bilmezler de, türlü rivayet çıkarırlar. Her birinin zebellâ gibi kocası, oğlu, babası olduğu halde, sofralarında bulgur aşından başka bir şey görünmez de, kalfa hanımın sofrası hoşafsız kalkmaz ortadan... Büyük oğlana kasaba ileri gelenlerinin bile parmaklarını ağızla
i rahmetli Feyzi ağanın körpe kızı alı ndıktan sonra işler büsbütün ilerler. Kalfa ana yan gelip köşe kdısı yapacak yaşta olmasına bakmıyarak habire seyahatlere çıkar, vilâyet yollarını aşındırır. Sürter, koşar, ikinci oğlan için kız aramağa başlar, üçüncüsü iki yıldır İstanbul mekteplerinde okumaktadır. Evde halıdan geçilmez, kışa küp küp pekmezlerle, turşularla girilir. Arka bahçede bir iki kuzu beslenir ve erişte torbalan ahırı baştan başa çeviren rafları doldurup taşırır. Hey gidi koca kalfa hanım... Acap senin gibisi bir daha yetişir mi ?
Yetişmez, yetişmez ama elin, ağzıda durmaz; hatta harekete bile geçilir.
Kasabada sanki başka iş yokmuş gibi, kalbur üstüne gelir ne kadar fesat, külhanbeyi, fiskoseu
I adam varsa hepsi bir araya geldi- I ler ve kalfa hanımın Vilâyet merkezinde ne işler gördüğünü gözlemeğe karar verdiler. Arası çok sürmedi, kalfa gene bir yolculuk .
| hazırlığına başladı, tertibat aldılar, arkasına takılıp gidecek olanlar,
| vilâyette bunlara katılacak olanlar j i falan filan alesta, hazır oldular. | öylesine ki kahraman koca şehrin dış çizgisini daha aşmadan 1 etrafın toz dumanı içinde, eşek, at sürüleri arasında bir takım beli bükük adamlar, kıpırdaınağa başladı. Kalfa ana iri gözlerini iki yana devire devire yürüyordu. Geçtiği sokakların çoğunu, vilâyetin halis muhlis yerlisi olan takipçilerden bile ilk defa görenler vardı. Gitti, gitti. Saçakları sokağa doğru sarkmış,sundurmaları kalın direklerle | tutturulmuş, kapıları demir tokmaktı evlerin aralarından geçti. Buraları öyle tcmhalıktı ki, takipçiler, onun bir köşe başında kaybolacağı saniyeye kadar, bir evvelki kö- |
şe başını bırakmıyorlardı. Bir de baktılar, kalfa viran bir evin önünde duraklıyor. Akşam karanlığı da basmak üzere. Kadın, o tenhalığa rağmen, iki tarafa kafasını devirdi, kolaçan etti. Sonra alışık tilki tavrile kapının ipini çekip girdi, acele kapadı. Berikiler hemen oraya biriktiler, Fiskos, fiskos...
"Canım, dedi birisi, ben burayı biliyorum. Kırk yıllık Ayşe nine-d>»-jJir CıJ» U——
zim kulağımız deliktir yeğen... Hadi dalın içeri. „
Tek tek kapıdan süzüldüler, önlerine çıkan, karanlık, dik, basamakları su gibi, sallanan merdiveni tırmandılar. Önü kafesli bir divanhane, bir tarafta sıradan üç, dört oda kapısı.. Tıss... Ses yok. Derken odalardan biri açıldı. Kaşlarına birer kalem rastık çekmiş, kalçalı malçalı, gençten bir gelin çıktı. Kalabalığı şörünce:
“Abovvv... dedi, taburla mı geldiniz?,,
ötekiler parmaklarila (susss) işareti verdiler. İçlerinden biri, ah o kör olası fesat kanbur Veli, kadının dibine sokuldu:
"Bize diyiver, şirin bacı, dedi, kalfa hanımım odası nire?„ Kadın şaşalar gibi oldu, başım iki tarafa salladı, sonra söylendi:
"Bakındı hamam anasına, artık sürü ih getirmeğe başladı. Allah için dayanıklıdır da... Neme gerek. Nah şura, şu orta oda..,. Hepsi, pısır pısır, sösterilen odanın kapısına yaklaştılar. İçerden kısık sesler geliyordu; daha evvelden karar vermedikleri için ne yapacaklarını pek bilemiyorlardı. Ama bir iki saniye geçmeden, kalfa ananın, o herkesin kulacında izi olan yiğit sesi duyuldu:
"Ulan, nideceksen et, şimdi belini kıracağım. Çabuk ol, işim var...M

DERGİSİ
Yepyei bir şekilde Yakın-da çıkıyor
- 10 KURUŞ -
Lena Yayınevi
Milli eğitim yayınları — Oniveraite yayınları. Yüksek. Lise, orta, ilk okul kitapları
Her çeşit mecmua ye kitap
Aradığınız her eseri
Lena Kitabevi’nde bulabilirsiniz.
Beyazıt Meydanı No: 162
Posta Kutusu: İstanbul — Beyazıt 23
GÜN
HAFTALIK KÜLTÜR VE AKTÜALİTE GAZETESİ
Neler Okuyorsunuz ?
1 — Hayal bilgisine göre seçme OKUL ŞİİRLERİ.
2 — En güzel okul şiirleri
3--Aritmetik bilgi ve problemleri
Çantanda bu üç kitap yoksa okul kitapların eksik demektir. Hemen birer tane al.
İŞÇİ DÜNYASI:
ÇIRAKLIK MESELESİ
PORTRELER :

FETHİ KARAKAŞ
Bir ithalâtçının, bir atölye şefinin veya bir amelenin mesleğinin tatbiki cihetlerini diğer bir şahsa öğretmek ve kararlaştırılmış müddet ve şartlar içinde birlikte çalışmak mecburiyetine “ÇIRAKLIK MUKAVELESE denir. İş öğretenee USTA, iş öğrenene de ÇIRAK adı verilir.
Eski iş rejiminde çıraklık sınaî teşkilâtın temel taşı idi. Kooperatif nizamnameleri bunu inceden inceye kaideleştirmişti. Çırak ile usta veya patronun karşılıklı vecibelerini taşıyan yazılı mukaveleler korparasyon arşivlerinde saklanırdı. Bizde de dahilik teşkilâtının buna ait hükümleri fütüvvetnamelerde yazılıdır.
Fransa’da 1791 de korporatif rejimi ortadan kaldırılıp yerine mutlak iş hürriyeti gelince çıraklık ka-rekterini tamamen kaybetti. Gerçi çıraklar yine alınıyordu. Fakat artık onların mesleki terbiyelerile uğ-
RAKAMLAR ve GERÇEKLER: B 1939 yılında İstanbul Ticaret Odasında kayıtlı 1853 şirket ve 6040 kredi ticarethane, 574 simsar ve tellâh vardı.
| Yine 1939 yılında İstanbul vilâyeti mezbahalarında 46666 davar, 9385 sığır kesilmiştir. Bunların et yekûnu 24049365 kilodur.
kilodur. Halbuki bütün
gramdır.
olduğuna göre bir yıl içinde nüfus başına düşen et miktarı orta-lnma 29
Türkiye halkına ayni yıl içinde düşen et miktarı nüfuz başına 4 kilo 300 „
İstanbullular diğer şehir ve köylü nüfusuna göre 7 defa fazla et yiyebilmektedir. Fakat okuyucularımız bu arada her gün et yiyenlerle bütün sene et yemiyenlerin hatırlıyarak bu rakamlardan ona göre neticeler çıkarabilirler.
■ 1939 yılında bütün *s,anbu| sinemalarına 6899455 seyirci girmiştir. Ayni yılın tiyatro seyirci sayısı ise 294514 tür. Bu miktarın 184760 ı şehir tiyatrosuna aittir.
B 1939 yılında İstanbul'da çeşitli 541 yangın olmuş, bu yangınlar neticesi 54 kişi yaralanmış ve 1 kişide ölmüştür.

İç Politikaların Büyük Meseleleri:
Birinci Kitap
KÖY ve KÖYLÜ
Etat Adıl MOSTECAPUOĞLU
Köye ve köylüye ait siyasi iktisadi ve kültürel bütün meseleler bu eserde tahlil ve tenkit edilerek formüllere bağlanmıştır.
İkinci Kitap
ANAYASA ve KANUNLARIMIZ iki eser basılnıktatadır.
- Editörlere -
Basdırdığınız kitapların intişarını haber verebilmemiz için bize nüshasını * POSTA KUTUSU : 792 İSTANBUL • Adresine göderiniz-
raşılmıyor ancak çalışmalarından istifade düşünülüyordu.
Bu şartlar allında çıraklık o bü- j yük sanayi an’anesinden yavaş yavaş uzaklaşıyordu.
Fransa’da çıraklık inhitatını önlemek üzere 1851 de bir takım kanunî tedbirler alındı. Bizim iş kanunumuzda ise çıraklık müessesesine ait esaslı hiç bir hüküm mevcut değildir. Karabük Fabrikalarında, Devlet Demiryolu İşletmelerinde ve bazı büyük müesseselerde çıraklık üzerinde durulduğunu, bazı meslekî terbiye teşebbüslerinden anlıyoruz.
Avrupanm bugün birçok sanayiinde çıraklık kaldırılmıştır. Çünkü bu sanayi yetişmiş işçi kullanmak zorundadır.
Çıraklığın çöküşünü bazı memleketler millî bir tehlike saymaktadırlar. Fransada 1904 yılında çıkarılan bir kanunla çıraklığın tekrar nizamlaşhrılması yolunda ilk adım atılmıştır. Bu kanuna göre:
1) Çıraklık mukavelesi yazılı olacak ve iş meclisi kâtipliğine verilecek 1 2) Çıraklar işameclisinin nezareti altında bulunackiar ; 3) Çıraklık nizamları sanayide olduğu gi-bir ticarete de tatbik edilecek, 4) Müesseselerin çırak edinme haklan kanunla tanzim olunacak.
Bu kanunun halline çalıştığı ikinci meselede meslek öğretimidir. Çırakların millî meslek okulların-da amelî san ayı ve Jjşa.rel.pkjilla-, nnda gece ve mcsTeF kurslarında | yetiştirilmelidir.
Fakat bütün bu okul ve kurslar Fransa’daki bir milyona çırağın ancak % 10 nunu bilmektedir.
Bu sebeple Almanya ve rede olduğu gibi Fransada 1919 kanunu ile kadın ve erkek işçi müstahdemlere 18 yaşma kadar meslekî tahsil mecburiyeti yükle-tilmiştir.
Çıraklık meselesinin Türkiyede ciddi surette ele alınması ve küçük yaştaki işçilerin meslek okullarında yetiştirilmesi lâzımdır. Bu suretle müesseseler tarafından yetiştirilenlerle yetiştirilmiyenler arasında — devletçe okutulan talebeler gibi — muayyen bir müddet için çıraklık mukavelesi yapılabilir.
yakın okuta-
İsviç-
---------------------
KÜLTÜR HAREKETLERİ ve OLAYLAR

BİBLİYOGRAFYA
DEMOKRASİ ve SOSYALİZM. Bu mektup Ingiliz .İŞÇİ. Partisi sekreteri ve Londra üniversitesi siya-fsî ilimler profesörü sosyalist H. J. Soski’nih! “Avrupada liberalizmin doğuşa, adlı çok lanınmış bir eserinin "plânlı demokraside hürri-l yet,, isimli faslının tercümesidir.
Yurt »ve Dünya,, /yayınlarından olan liujeser Doçent Niyazi B«f* kesr-^arafından Türkçeye çevril iniştir. Asıl demokrasiyi tanımak ve plânli demokrasinin ne olduğunu anlamak ihtiyacında olanlar bu eseri okumakla siyasî ve içtimai kültür seviyelerini yükseltmiş olacaklardır.
Böyle ciddi bir eseri dilimize
Miirasia ve Başmuharriri: Esai Adil Mii.ıternplıofclıı İdare Yeri
UUIM Abone Şartları :
llAn Şartlnrı :
D**gl’
İmtiyaz Sahibi vc Neşriyat Müdürü: Hazan Tnnnkul.
Cagnlogltı yokuşa, Narlıbnhçe sokağı Mo : 9 Kal: 3 — İstanbul
Yıllığı: -1, Altı aylığı: 2. 0ç aylığı 1 Liradır
Bırinrı sayfa başlık 8 Lira, Dördüncü sayfa başlık 6 Lira, Diğer sayfaların santimi 50 Kuruş VARAHŞ Mürettiphanesi, Baskı TAN Maltımızı
Münevver Hazretleri
Fıkrayı hatırlarsınız:
— Hele şuna bak kendi eşeğe binmiş, karısını yaya yürütüyor!
— Şu genç kadının saygısızlığını görüyor musunuz? Eşek üstüne kurulmuş ihtiyar kaçasım peşinden koşturuyor!
— Ama merhametsiz insanlar.. Hele şunlara bakın ikisi birden binmişler,zavallı hayvanın nerdeyse belini çökertecekleri...
— Dünya da ne ahmaklar varmış. Hem eşekleri var, hem de bu sıcakta yaya yürüyorlar!..
İşte birçok münevverlerimizin meseleler ve aksiyonlar-karşısında ya kahve peykesine veya ilim minderine kurulup yaptıkları kritikler yukarıkı fıkraya tıpatıp uygundur.
O, ağacın altına hasır serip sırtüstü yatacak ve güneş armudu pişirecek ve bir kargada onu laııı ağzına düşürecek...
O, aksiyonun içinde ve bir idealin peşinde yalnızlıktan kıvrana kıvrana, yağmur gibi terler döke döke balyoz sallıyanların karşısına geçip, hakimane, alimane ve sık sık zaferi fürüşana? edâlar lakına-cak
tahayyül ettiği afroditin kalç.ılarfnı balyozun havada çizdiği şekillerde bulamayacağı için hüsranına ağlayacak.
O, yani münevver hazretleri, ideoloji namına "hık,, deyip sonra kahve döğücüden payını isteyecek..
Ama o, tabiatde en güzel manzarasının omuz vere vere yükselen sıra dağlar ve ardada koşan dalgalar olduğunu bilip asla bilib öğ-renemiyecek..
Bizde münevver, münevver hazretleri kaldıkça halk kütleleri “ilim,, senin ise "aksiyon,, bizimdir deyip yürüyecekler ve O eteğini toplayıp sudan geçinceye kadar, ötekiler deryaları çoktan aşmış bulunacaklardır.
ADİLOĞLU
çevirmiş ve yaymış olan arkadaşımı tebrik ederiz.
HARBE GİDENİN ŞARKILARI: Ne-enti Cum.ılı'ııırı bu şiir kitabı, ideolojik he-yccrçitfle. mısralaıin tanıdığı ılrd kültünle • ^iirdo aradığımız fikir ve lisan muvazenesiyle bize ilerisi için çok peyler vadeden bir başlangıcıdır. Tebrik ederiz.
ŞEHİR TİYATROSU DRAM KISMINDA (SANATKÂR AŞKI)
Senenin İliç- telif eseri olarak "SatıatkAr Aşkı,, nt seyr?OTfWuz."“ Eser Vedat Nedim Tor tarafından yazılmış sahneye dc 1. Galip Ar-can koymuştur.
Sanatkâr Aşkı Bethoven’in "Apaş-sionata» adlı sonatından mülhem olarak yazılmıştır. Mağlûm olduğu üzere Appaionatas 3 hareket bilir
Fethi Karakaşı tanırmısınız?
Eğer resim sergilerine gidiyorsanız, onun resimleri karşınızda duraklamadan geçmiş olmanız imkânsızdır.
Hatırlatalım:
Fırçasının, ucuyla küfeci çocukların uçuk benizli kansız yüzünü okşıyan, sapıyla muhtekirin, dalkavuğun, karaborsacının haram deposu göbeğini muştahyan resimler: Fethinindir.
Fethiyi tanımak gayet kolaydır: Eğer sergilerde ve sanatkâr muhutlerinde (910 — 915) (saç tuvaleti) babalarımızın fotoğraflarını hatırlatan) anlının sağ tarafına yapışmış perçemiyle sukûti fakat gözleri parıl parıl bir gence rastlarsınız, tereddüt etmeyin: bu Fethidir.
Gene bu mnhitlerde yepyeni (ve her zaman siyah) elbisesi 10—12 yıl evvelki modaya uygun, 29 paça, ağır fakat sağlam yürüyen birini görürseniz: bu Fethidir.
Kanustuğu zaman kızaran ve konuşmamak için ekseriya ıslık çalan: Fethidir.
Fethiye soralım “Realistmisin.. “bi. bilmem,, diyecek
“Demokratmısın» “bi. bi. bilmem diyecek.
“Sağımsın» “bi. bi. bi. bilmem,. “Spl muştan,. Artık kızmıştır: “Gi. Gi. Gi. G,. Git be sendet ■«*■■— ı ■■ ■
Haşmet AKAL
Desen (FETHİ KARAKAŞ)
sonattır. Bu sebeple sanatkâr aşkı-da üç perdedir. Eser kusursuz oynanmış ve “Cahide,, bir kerre daha sanatkâr kabiliyetini göstermiştir,
KOMEDİ KISMINDA - (SÖYLEMELİ Mİ?)
“Eugene Labiche, Fransa’da Mö-lierc’den sonra gelen komedi muharrirleri arasında en fazla seVİle-ninir. Eserlerinde moral cephe gö-■■■'• çarpar.*
Komedi kısmında oynanan Do-it-on le dire eseri ilk olarak 1872 yılında Palais « Royal tiyatrosunda oynanmış ve oradan sonra muvaffakiyet sırrının perdesini aşan eser bir çok dillere tercüme edilmiştir. Son zamanlarda bilhassa Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bu eseri bütün tiyatro, reperlııvarlarına dahil etmişlerdir. Dilimize sanatkâr Reşit - Baran tarafından ol-
Fethi Karabaş 5 mart 917 de Üsküdarda dünyaya geldi. İlk tahsilini Beşiktaşta 22 inci ilk mektepte, orta tahsilini galatasarayda ikmal etti ve bundan sonra G.S akademise yazıldı, İlk talebelik senesini merhum Nazmi Ziyada geçiren Fethi, Pr. Leopold Levinin akademi Resim .şubesi şefliğine gelmesi ile onun atelyesine alındı ve Selim, Mümtataz Yener, Mukaddes Erol, Nuri İyem gibi kıymetli sanatkârlarla atölye arkadaşlığı etti. Resimleri ilk defa 940 da teşhir olundu. Daha evvelkilere nazaran yeni telekkilerle birleşen gençlarin YENİLER adıile vücude getirdikleri gurubun müessislerinden ve san’at anlayışında “halkın idrak seviyesi ve menfaatları,, ni ön safta gören MİLLİ cereyanın müntesiple-rindendir.

dukça güzel bir üslûpla çevrilmiştir. Artist bahusus oyunda birinci plândaki “Cargaret,, rolünü almıştır. Necdet Ayral müstesna hepsi üzerlerine düşen vazifeei yapmıştır.
Mevzuu’nu söylemek için biz de tereddüt içindeyiz acaba okuyucularımıza “söylemeli mi ? „
EMİN ÖNÜ HALK EVİNDE — ( "BORA., BALESİ )
Dünyada yalnız Rus milletine has olan Bale sanatının bizde henüz mevcudiyet tarihi yok denecek kadar acıdır. Bu sebeple E. ö. H. E. nin bu faaliyeti övülmece değer ve gelecek için ümitle doludur. Bu gençleri seyretmek ve takdir etmek cidden doğru olur. Baleye her nedense "Bora,, adı verilmiş. Buna “Demetin rüyası» demek daha doğru olur. Bizleri sevindiren bîr nokta da Balenin A. B. C. gîbi üç ekibi olması. Eser Stravinsky, Proko-fieff, Tchaikovsky, Bcrlioz gibi bestekârların dehâ dolu müzikleriyle süslenmiştir. Son söz olarak eseri veren Nedim Akçeri, rejisör |. G. Arcanı baleyi hazırlıyan bayan Krassayı ve bütün bu sahada çalışan gençleri tebrik ederiz. *

Comments (0)