Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

YARININ GENÇLİĞİ
HAFTALIK
Gençlik, yarının başbuğudur. O, kendisini günün geçici ve değersiz politika vak’alarmdan korumasını bilmeli, adımlarını asla geriye değil fakat daima ileriye atmasını öğrenmelidir.
23 ŞUBAT 1946 CUMARTESİ $ Sayı: 6
15 Kuruş
Bu Sayıda:
H. TANRIKUT Sosyal Bünyemiz
G. F,
Amerikanın idari Bünyesi NASRİ NİHAT Modern Realizm İLHAN TARUS
Ali Ağa Köyü : Hikâye ESAT ADİL
Suçlar Ozerinda İncelemeler Şiir : SABRI SORAN Şiir : FEHMİ YAZICI
VE
Kültür Haberleri
Büyük Demokratlar Kültür Dünyası
Rakkamlar Gerçekler Küçük Ansiklopedi Lûgatçai Adil
BİLEN bilir, bilmiyen de er* geç öğrenir ki; millî ve İçtimaî hayat, devamlı bir gelişme ve değişmeden ibarettir. Bu en doğru kanun, yalnız İçtimaî hayatın değil, kâinatı kucaklı-yan bütün bir tabiatın kanunudur.
Bu gelişme ve değişme hiç şüphe yok ki, daimi ileriye, iyiliğe, güzelliğe ve mıtlaka gerçeğe doğrudur. Bu cihanşümul akışa karşı koymaya yeltenmiş olanlerın hazin maceralarını öğrenmek isteyenler beşer tarihinin sahihlerini karıştırsınlar. İçtimaî gelişmelere karşı koymak isteyen fani insan hayatının bu dev yapılı tabiat kanunu karşısında nasıl cüceleştiğini, nasıl maskara olduğunu daha iyi anlamış, kavramış olurlar.
Seksen milyonluk Alman milletinin mukadderatını geriye çevirmek ve on milyonlarca Alman gencini tarihin ve içti, maî gelişmenn akışına karşı baraj olarak kullanmak isteyenlerin akibetlerini göllerdeki kurbağalar bile artık öğrenmiş bulunuyor.
Türk milleti yer yüzüne, yerinde saymak için gelmemiş, Türk anaları çocuklarını, büyümesin, gelişmesin diye doğur-mamıştır. Mektepler, Enstitüler, Üniversiteler gençliğin hem fizik, hem moral bakımından ya nna, yarının zaruretlerine birer hazırlık kampıdır. Onları yetiştirecek olanlar, dünü, bu günü değil yalnız yarını düşünmeye, yarının şartlarına göre gençliği hazırlamaya mecburdurlar.
Her türlü geriliği, yobazlığı, cehaleti, şahsî menfaat ve adiliği inkâr etmemiş, çiğneyip geçmesini öğrenmemiş olan, hürriyete, demokrasiye ve insanlığın yükseliş ve kurtuluşuna inanmıyan; bu uğurda kendini harcamaya kıyamıyan bir gençl ğin nemensup olduğu n«:lle
—- — Yazan : ■■■■■■
ESAT ADİL
te, nede beşeriyete muzir olmak tan başka hiç bir değeri yok tur.
Türk milletini, Türk yurdunu gerçekten sevmenin bizce bir tek şartı vardır, o da; her Türk çocuğunu hakiki bir demokrat olarak yetiştirmek, onu yarının ileri kültünle, şeref ve namus duygularile silâhlandırmaktır. Unutmıyalım ki, Yarının mücadelesini başaracak olan ancak bu kabil silâhlardır.
Analara, babalara ve her çeşit öğretmenlere hitap ediyorum: Çocuklarınızı vatanperver-mi yetiştirmek istiyorsunuz, şu halde onlara yalnız doğruyu, gerçeği ve ileriliği öğretiniz I
Çünki gençlik, yarının başbuğudur. O, kendisini günün geçici ve değersiz politika vak’alarından korumasını bilmeli, adımlarını asla geriye değil, fakat daima ileriye atmasını öğrenmelidir.
Gazetelerden : Amerikadan 10,000 balye kullanılmış elbise gelil.
— Nasıl olur yahu hem kullanılmış hem de 5’000 lira...
— Niçin olm-sm H.-der, meşhu- sinema rrli'.ti Rob?rt Tajlor’un pal'oau ip(»,i.-
Zaruri bir cevap
"Gün,, ün yeniden doğuşü Tasfiri Efkâr gazetesinin gözle rini kamaştırmış olacak ki, yü züne projektör sıkılmış bir ge ce kuşu gibi kanadlarinı çırpa rak havaıamyor ve m ıtadı olan hakaret, şahsa tecavüz ve provo kasyonlara girişiyor.
Beş on idealistin nafakala rından tasarruf ederek çıkardık lan “GÜıN„ dergisi, aşırı kazanç ve refahın şımartm'ş olduğu bu efendilere şahıs haysiyetine Ve fikir hürriyetine saygı gösterme nin yolunu öğretmek lüzumum» his etmektedir» Her provokas yon ve tecavüz metodu karşı smda hür ve namuslu insanla rın baş vuracakları yegâne mer ci Cumhuriyet Kanunları ve Türk mahkemeleridir.
Pek tabii olarak biz de bu mercie baş vurmuş bulunuyoruz. E. A.
te
KÖHNE MFTOT
Yeniden çıkışımızı malûm bir gazete itiyat eseri olarak tebrikle değil küfürle karşıladı. Bizi kasden lekelemek, halkın gözünden düşürmek gibi kışkırtıcı oyununu tekrar oynamak istedi. Biz onlara aynı metodla mukabele edemeyeceğiz. Çünki buna alışık değiliz.
Bu siyasî gazete bilmeli ve öğrenmelidir ki, “GÜN,, inkişafım yapmakta olan Türk Demokrasisinin kültür cebhe-sine hizmet etmekten başka hiçbir gaye gütmez. Esasen okuyucularımızın da bizi bazı gazetecilerden daha iyi anlamış olduklarına seviniyoruz.
H» T.
Yeni bir tiyatro=
Ankara Sergievi içinde yapılacak değişiklikle 700 kişilik yeni bir tiyatro kurulacaktır. Bu yeni sahne Devlet Konservatuvarının yetiştirdiği sanatkârların inkişafını temin edecektir.
Konservatuvar baremi
“Sanatkârlarımızın maruz Kaldıkları maddî mahrumiyet çok acıklıdır. Bu vaziyet devam edemezdi. Gençlerimizden fazla bir şey istemeğe ve beklemeğe hakkımız yoktu. Öğrendiğimize göre Devlet Konservatuvarı gençlerinin tabi olacakları bir devam tasarısı B. Mk M. ne sunulacaktır# Akşam’dani
Konservatuvar geliyor
Devlet Konservatuvarı bir kaç temsil vermek üzere yakında şehrimize gelecektir. Bu arada Shakespear’in “Yanlışlıklar komedyası,, temsil edilecektir.
YAYIN İSTİHLÂK KOOPERATİFİ istanbulda münevverler tarafından bu adla bir kooperatif kurulmuştur. Gayesi kâr gözetmeksizin her türlü kitap ve dergi yayınlarını ortaklarına temin etmek; yeni eserler ve dergiler yayınlamak ve bu işleri başaracak teşkilâtı vücuda getirmektir. Profesör, Doçent, muharrir ve mütefekkirler tarafından karulan kooperatife başarılar dileriz.
Müessisi: Esat Adil Müstecaplıoğlu İmtiyaz sahibi ve mesul müdürü:
Haşan Tanrıkut
Abone.- Yıllığı ; 600, Altı aylığı; 300 Üç aylığı; 150 kuruş.
Adres ve Basıldığı yer : “GÜN„ Cağaloğlu Arkadaş Matbaası İstanbul
sunyatsen
1866 Senesinde doğmuş 1925 de ölmüştür. Çin, millî kurtuluş gününün esasını kurmuştur. 1895 de mutlaki-yet hükümetiyle mücadele etmek üzere gizli cemiyet kurmuştur. Sıkışık vaziyete düşerek harice kaçmıştır.
1911 de Çinde başlıyan burjuva ihtilâli üzerine, memleketine dönmüştür ve Çin cumhuriyetine, Reisi cumhur seçilmiştir. Fakat, pek kısa bir müddet sonra, Emparyalist devletlerin tazyiki altında, tutunamıyan Sunyatsen hasıl olan reaksiyon hareketinin zorluğu karşısında, gizli faaliyete geçmek mecburiyetini duymuştur. Ve 1912 de Koumintok partisini kurmuştur. Sunyatsen proğramı, üç esas üzerinde toplanıyordu : Milliyetçilik, h»lk hakimiyeti, ve halkın hayat şartlarının kalkındırılması, ve bu suretle, cenuptaki Pekin hükümeti ile mücadeleye başlamıştır.
\921 de cenup hükümetini tanımamağı teklif eden parlementonun kararı üzerine, istiklâllerini ilân etmişlerdir. Ve Sunyatsen Reisi cumhur seçilmiştir. Bu harekete 1917 de Rusyada tahakkuk eden inkilâbın, tesiri olmuştur. Ve Çinde, birdenbire parlayan amele hareketinin tesirile, Sunyatsen komünist partisine yaklaşmıştır. Ve şöyle demiştir: “Çinin biricik dosta, Sovyetlerdir.,, Ölürken vasiyeti şu olmuştur: “Sovyetlerle dostluğun sonsuz devamı, ancak Çinin kalkınmasını temin eder,, diyen Sunyatsen mıdhetmiş ve samimî bir d-makrtıt di}' a Iha Iv'mi'tır.
BEDEN EĞİTİMİ ŞÛRASI
Beden Eğitim ve spor Şûrası 18,2,1946 da Dil — Tarih — 'Coğrafya fakültesinde toplandı Millî Eğitim Bakanı verdiği söylevde beden eğitimi ve spor işlerini b.r kere daha gözden geçirip programlamak için toplanıldığını söyledi. Bakan Türkiyede sporun tarihçesini yapıp merhum Faik Beyi ve S. Sırrı Tar-cant övmüştür. Söylevde köylü ve işçinin beden eğitimine dair bir karara rastlamadık. Bu bize en büyük noksanlık olarak görünüyor.
DİN İŞİ
Din meselesini kullanmak isteyenlere Akşam’da Halkç, cevip veriyor:
“Milletin dertleri, İstanbul halkının ihtiyaçları (bir) avukatın “Evamiri aşe-resi» değil çok daha müspet olan ekonomik davalardır. Onları anlayalım.,,
BİR SİGORTA KONGRESİ TOPLACAK
İşçi sigortaları meselesi ile meşgul olmak üzere mart içinde Çalışma Bakanlığının daveti üzerine bir sigorta kongresi toplanacaktır.
Kongreye alâkalı profesörlerle birlikte 15 işçi ve 15 işveren iştirak edecektir. lstanbuldan 7 işçi ve 7 işveren mi-ç’messil seçilmiştir. Sekizer işçi ve işveren de diğer kesif işçi bulunan sanayi bölgelerinden seçilecektir.
Kongrede sigorta genel direktörü yapılacak icraat hakkında raporunu okuyacak ve daha sonra komisyonlar sigorta meselesinin tekâmülü için alınacak tedbirleri tesbit edeceklerdi. Ayrıca ge rek işçi ve gerekse işverenler bu husus ta dileklerini kongreye bildireceklerdir.
Sigorta kongresi bir hafta sürecektir.
ÜNİVERSİTE TALEBE CEMlYETLRl ,
Halen Rektörlüğün vesayeti altında bulunan Üniversite talebe cemiyetlerinin bundan böyle cemiyetler kanununa göre serbest teşekküller mahiyetini alması düşünülmekte imiş.
ESKİ ABONELERİMİZE
Abone defterimiz zıyaa oğradığ’ndan eski abonelerimizin adreslerini tekrar bildirmelerini rica ederiz.
“GÜN# ünün yaşamasınını istiyorsanız abone olunuz ve tanıdıklarınıza tavsiye ediniz.
w
Ameııka Birleşik Devletlerinin İdarî Büny
esi
II
İCRA KUVVETİNİN SALÂHİYETİ
Muhatap (Tanıdık bir doktor):
Basit ifadelerle lütfen Birleşik-Devlet-ler reisinin ne olduğunu söyler misiniz?
Beard: Reisin vazifeleri ilk ve son defa olarak tesbit edilmiştir. Muayyen bir ölçüde, bunlar bizzat reisin görüşlerine tâbidir. Reis, Theodore Roosevelt 1901-1908 ile anayasanın ve kanunların kendisine men etmediği her şeyi yapmakta hürdür. Veyahut, Grover Cleveland (1885-1889 ve 1893-1897) ile, bilhassa bizzat hareket etmekte hiçbir arzu duymadığı sahalarda o kendi öz salâhiyetlerini daha mahdut bir şek ilde tefsir edebilir. Zaten, icra kuvvetinin salâhiyeti yalnız reisin şahsiyetine göre değil, fakat aynı zamanda vaziyetlere göre de değişir. Meselâ, buhran zamanında (1914-18 harbi, 1933 paniği, ikinci dünya harbi sırasında) icra kuvvetinin salâhiyeti, reisin kendisine çizebildiği veya çizmek istediği hudutlardan başka hiç bir hudut tanımaz, — Kongre, Yüksek Adalet Divanı ve efkârı umumiye tarafından telkin edilen tehditlerin kaydı ihtiya tı altında
Reis kendi siyasî partisinin şefidir, ve vazifelerin, tâyinlerin ve memuriyetlerin 1 ölüştürücüsü sıfatile geniş salâhiyetler kullanır. O kendi mertebesine ve Washington’un,Jefferron’un ve Lincoln’un hatırasına bağlanan büyük nüfuz, ve tesirden faydalanır. Halk ve hatta muhalefet tarafından hürmet gören riyaset ananesine bağlı bütün siyasî hususiyetlerden istifade eder. İşte pratikte bu siyasî hususiyetlerdir ki reisin salâhiyetlerini katiyetle zikretmekle bize mâni olurlar. Diğer bir manada, reis birliğin ve millî otoritenin timsalidir Yahut daha doğru olarak sulhde olsun, harpde olsun, ecnebi önünde millî bir sözcü gibi konuştuğu zamân bütün hususiyetiyle o işte böyle kıymet-lendiıilir veya bizzat kendini işte böyle takdir eder.
Muhatap: Anayasanın dış işlerin idaresini reise tevdi ettiği doğru değil midir?
Beard: Cevap vermeden önce “dı$ işler.den neyi kasdettiğinizi bana söylemenizi rica edeceğim.
Muhatap: Bununla şunları kastediyorum: Birleşik Devletler Milleti i'e yabancı milletler arasındaki her nevi münasebetler, bu milletlerin hükümetleri ile muhtelif anlaşmalar, muahedelerin neticesi, ticaretin tanzimi, diğer milletlere karşı Birleşik-Devletlerin siyasî beyanatları, dahile ve harice olan muhaceretin kontrolü, milli silâhlanma hacminin ve cinsinin tesbiti, sefirlerin ve konsolosların değiştirilmesi,
yabancı hükümetlerle notalar teatisi ve diplomatik müzakereler, harp ilânları ve sulhun neticesi. Hepsi bunlar değil, fakat bana esaslı görünenler bunlardır.
Beard: Saydıklarınız kâfidir. Şimdi bazı noktalan tasrih etmek isterim. Reis kendiliğinden d'ğer memleketlerle münasebetler tanzim edebilir mi (Gümrük tarifeleri, mali mübadeleler, seyyahların idare v. s.)? Hayır.
Bu salâhiyeti haiz olan kongredir. Kendiliğinden dahile ve harice muhacereti tanzim edebilir mi? Hayır.
Bu imtiyaz da kongrenin elindedir. Başka bir tabiiyete girme şartlarını ve Birleşik-Devletlerdeki yabancılara ait kanunu tayin ve tasrih ededilir mi? Hayır. Ordunun, deniz kuvvetlerinin ve diğer silâhlı kuvvetlerin mevcutlarını tesbit edebilir mi? Hayır kendi kendine sefaretler konsolosluklar ihdas edebilir ve kendi kendine sefirler ve konsoloslar tâyin edebilir mi? Hayır. Lüzumlu kredileri kabul etmek mecburiyetinde olan kon gre, arzu ederse, ecnebi münasebetlerin bu vaziyetini mürakabe edebilir. Fazla olarak, Ayan Meclisi reisi bakanlığa veya yabancı ülkede sefirliğe tayin ettiği her şahsı tasvip etmelidir. Reis yabancı devletlerle muahedeleri neticelendirebilir mi? Hayır. Hiçbir muahede, Ayan Meclisinin üçte iki nisbetindeki ekseriyetinin tasvibi olmaksızın muteber olamaz. Fakat reis ehemmiyeti ikinci derecede olan münasebetleri Ayan Meclisinin tasvibini istemeksizin neticelendirebilir.
Kültür Dünyası :
Liberal Sisteminin İçyüzü
Liberal sisteminin esası meşhur bir formüle sızdırılmıştır. "Laissez faire, laissez passer,,, yani “ Bırak yapsın, bırak geçsin,, bu, Devletin ekonomiye karışmaması prensibidir.
Ancak bu vecizenin aslı ve nasıl olduğu liberalizmin iç yüzünü göstermek cihetinden son derecede aydınlatıcıdır-
IV’üncü Lois devrinin meşhur Fransız tüccarlarından V. Ai'genson yeni kararnameler çıkarmak isteyen meşhnr nazır Colbert'e “mais, laissez naus faire,, demiş, yâni, bırakın istediğimizi yapalım, işimize karışmayın.
Görüldüğü gibi ta doğuşundan beri liberal sistemi bir serbest gelişme ekonomik sistemi değil, bilâkis büyük tüccarların tahdit ve kontrol kabul etmeksizin istediklerini yapmak temayülüdür.
Çok defa böyle hikâyeler sahifelerce ilmi ispattan daha manidardır.
SOSYAL REALİZM
Son seneler İsviçredo Erni’den çok bahsedil, mektedir. Conrad Farner’in genç ressam için yaz.
Reis harp ilân edebilir mi? Hayır. Bu salâhiyet kongreye verilmiştir. Sulhu neticelendirebilir mi?
Eğer sulhun neticesi bir muahedenin imzalanmasını icap ettiriyorsa, Ayan Meclisinin tavsibi lâzımdır.
Reis kendiliğinden Birleşik-Devletlerin harici siyasetini tayin edebilir ve onu memlekete kabul ettirebilir mi?
Burada birbirinden ayrı iki mesele vardır. Şüphesiz, reis Birleşik-Devletler* in harici siyasetini tâyin edebilir. Fakat bu tayin onu memlekete kabul ettirmeğe hiçbir surette kâfi değildir. İcra kuvvetinin salâhiyeti hususunda bir bu münaka şayi neticelendirmek için şunu söylîyebili-riz: reis salâhiyete şekil verir. O, tanımak istemek ve karar vermek salâhiyetini haizdir. Onun, icra kuvvetinin vekilleri ve maddî cihazları vasıtasile tatbik edilen kararları, bütün şekilleri ile, hayatı, hürriyeti, mülkiyeti, hatta cumhuriyetin teme lini derin bir surette müteessir eden faaliyetlere sebep olabilirler. Fakat bu salâhiyet Kongre ve Adalet Divanları tarafından; bizzat reisin iktidarları veiktidaa-sızlıkla*'! tarafından; bulabildiği ve muhafaza edebildiği halk desteğinin derecesile arzusuna göre kendisini kabul ettirmek hususunda reise müsaade veren tahdit lerle nihayet, sulhun ve harbin vaziyetleri, imkânları ve zaruretlerile sınırlanmıştır.
G. F.
dığı bir etüdde aynı zamanda modern resmin tahlili yapılmaktadır. Burada tahlilin ana hatlarını belirtmeğe uğraşacağız.
Git gide soysuzlaşan ve taklide kaçan Burjuva sanatının yanındı inkılâpçı sanat gelişmektedir. Modern ressamlar dünya düzeninin bozulduğunu görüp kendi sahalarında buna çare aramak zorunu duyuyorlar. Bu arama iki yönden yapılabilir: 8-Ferdin kendisini tahlil etmek, kusur ve tedaviyi şuur-altında aramak, yâni resimde bir nevi Freuidism yapmak, b„na sürrealizm deniyor.
b- Düzensizliği cemiyette aramak, ve yeni bir cemiyet, yeni bir nizam kurmak, mücerret resim diyeceğiz ki hendesi şekiller yapmaya kadar gider.
Ern'ı'yi tetkik ederken münekkidin verdiği bu merhaleden, bir çıkmaza varılıyor; hayattan ayrı ve hayali bir dünyaya bir âleme dalınıyor.
Hayali bir inşa değil, bu dünyayı islâh gerek, ressam mücerret res’mden cemiyete dönmeli, şimdiki sosyal tezatları gösterip propaganda yapmalı, eserlerile yeni cemiyetin öncüsü olmalı, işte Hana Erni bu ikinci dünya savaşında son merhe-leyi de katetmiş, sosyal bir realizme varmıştır. Son yaptığı resim ümit doludur. Halk için çalışan büyük bahçıvan Mitşurin'in resmi.
3
KOÇOK HİKAYE s
Ali
BU memleketin kötü taraflarına dair yazılan hikâyelerin en başını, hadisenin aaltanat devrinde geçtiği yazılır. Bu suretle hikâyeci garip bir sigoı tanın kanadı altına saklanıyor demektir. Affedersiniz, ben böyle bir şeye lüzum görmüyorum. Şimdi hikâyeye başlıyahm;
*
* *
Maraş Vilâyetinin Pazarcık kazasına bağlı bir köy vardır. Bir zaman’ar bu köye yolum düşmüştü de bir takım akıl ermez işlere rastlamıştım. Onu anlatacağım. Lâkin inan Imıyacak şeyler olduğu için kcrkarım uydurdu diyeceksiniz. Vız gelir...
Bu köyde Delicrmanlı Zekeriya derler, dev gibi bir adam vardı. Bir tarlanın ölçme işinde ehlihibre] tayin edilmiştim de, onun evine misafir olmuştuk. Zekeriya, yan köylerden birinde otu a ı Kocaların Murat adlı biriyle mahkemeye düşmüştü. Davalarının mevzuu da, eri iki karış, boyuda aşağı yukarı yüz adım ti tan bir sınır meselesi idi. Bu kadarcık toprak, bu allahm dağında ağza bile alınmağa değmezii ama Zekeriya, masraflar etmiş, vekiller tutmuş, keşifçiler kaldırmıştı. Gerçi iki taraftan birinin damına konmak bize yakışmazdı: öte taraf muhakkak Ankaraya telgrafı uçuracaktı. Lâkin köy odası filan bulmanın imkânı olmadığı için, ister istemez bize güieryüz gösteren Zekeriya'nın evine kapılandık. Hoş, iş de görülüp bitmişti ya... ölçü, biçi, adım, metre, dönüm... Hiç bir şey, bu huduc'un geç‘iği yeri belli etmeğe kâfi gelmedi. Tapu senetlerine göre Muradın (6) dönüm, Zekeri-ya’nm da (315) dönüm toprağı olmak lâzımdı. Biri fazla çıktı, biri noksan.. Yerli halktan seçtiğimiz ehlivukuflar sanki hadastro memuru imişler gibi, Ze-keriya’nın lehine öyle bir hudut gösterdiler ki, hâkim de şaştı, ben de... Neyse, evrak üzerinde tetkikat yapılmak üzere keşiften döndük. Hava kararmış, kaza merkezi de dört saat uzakta kalmıştı. Dediğim gibi Zekeriya’nın evine konduk.
Doğrusu adam bize iyi baktı. Hindi dolmaları, tavuk kızartmaları, arkasından kuzu çevirmesi, hilâfsız, arkasından av eti iki, türlü pilâv, derken kapuska, dc m ıtesli bakla ezmesi, derken baklava... derken zeytin vyağlı dolma, arkasından cevizli kabak tatlısı... Ya... İşte böyle bir yemek yedik.
Zekeriya, boylu, poslu, yağız çehre-li, babasından görme pala bıyıklı, ağzı
4
Ağa k
Arnavuda çalar, babayiğit b’r adamdı. Buraya muhacir olarak düşmüşler... Babası da ajnı topraklarda çalışmış. Çoluk, çocuk kalabalık. Konuşkan da bir adam:
“Mcre, diyordu, herifçioğlu az daha bizim dama da girip saldıracak. Çok
Yazan :
İLHAN TARUS
(§>
nasihat ettik, bre yapma, etme... Dinlemez. Dağ baş’nda mıyız? işte böyle olur haçan...,,
“Peki, Zekeriya efendi, dedim, aranızdaki toprakta pek öyle bir şeye benzemez- Bana kalırsa yaptığın masrafı bile kapamaz-»
İlkönce hızla yekindi, bağırıp çağıracak sandım. (Ne kapamaz yahu...) falan dedi. Dedi ama çabuk söndü.
Biz afallamıştık. Bir şey mi gizliyor diye... Bu babayiğit adamda da gizli kapaklı biı- taraf olabileceğine inanmıyorduk. Nitekim, kart bir teke gibi, başını önüne eğerek itiraf etti:
“Kapamaz, kapamaz amma, gel de bizim ağaya anlat» dedi.
“Acaip, dedi zabıt kâtibi, ağa da bu işe ne karışıyor?,,
“Ne karışıyor olur mu yahu ? Mal onun.»
“Mal onun mu?»
“Onıın bre... Ya kinrn olacaktı ?„
Zabılkâtibi, belki bir cahillik olur korkusuyle, yan yan hâkime baktı. Hâkim de, d( ğrusu pek fikrini belli eden adamlardan değildi. Akşamdan beri sadece bir iki tek lâf etmiş, hatırı kalması n diye Zekeriya efendiye hasta olduğunu söyliyerek, birinci yemekten bir iki lokma alıp kenara çekilmişti. Kâtibin lâfına da pek kulak asar görünmedi. Tabakasını çıkarıp cıgara sarmağa başladı.
Ben pek mahkeme, muhkeme işlerinden anlamazsam da, tapu senedinde Ze-keriya’nın adı yazılsın, mal başkasının oslun, işte buna da aklım ermez. İşi kur-calıyacağim, niyetim bu.
“Zekeriya efendi, tapu senedi senin üstüne değil mi ?„
“More ne ç»kar bundan ? Mal benim değil diyorum sana... Mal ağanm.
“Kör müsün, köyün adı bile (Ali Ağa köyü) ...»
“Demek bu Ali ağa sağ ?„
■ Ü W ■
oyu
“Hem de tnrup gibi.» “Nerede oturur ?» “Buraya biraz uzakçadır. Gündüz çamlık bir yerden geçtikti ya., orman gibi bir orman. İşte onun öte yanında-Pek biz yüzünü görmeyiz. Ayda, yılda bir gelip tarlaları, ekinleri dolaşır. Ye' tişkin oğlanları vardır, onları yollayıp hal, hatır sordurur.
Ekin zamanı da mahsulü götürür, arabalarla koca ambarlara yığarız.»
“Ya siz ne yersiniz ?„
“Ot yiyecek değiliz ya... Bize yime-liğimizi verir.»
“Ne kadar ?„
“Poh... Yetip gidiyor işte...»
'Çoluk, çocuk var mı ?„
“Köpek sürüsü kadar... Cenabı alla-ha çok şiikür.,,
Kahve cezveleri ocağa sürülür sürülmez (SelâmûnaleykCm) diyen geldi, kenardaki sedirlere çöküverdi. En genci ellilik köylüler. Zekeriya’nın biri yirmi, biri de on beş yaşlarında iki çocuğu, kocaman çam kütüklerinin dibine sürülen yedi, sekiz kadar cezve ile uğraşıp duruyorlardı. Misafirlerden kapı dibinde oturan en genci, elinde bakır bir değirmen, boyuna kahve çekiyor, küçük hâzinede bir kaç kaşık kahve toplanınca, kalkıp büyük oğlanın avucuna boşaltıyor, o da sırası gelen cezveye aktarma ediyordu.
Kahveler içildikten sonra Zekeriya efendi, pos bıyıklarının altından bembeyaz dişlerini göstere, göstere oradakilerden uzun sakallı, mavi gözlü birine anlattı:
“More, l iz’m beyler daha malın, mülkün sahabısını bilmezler. Kalkıp dava göreceğiz diye buralara kadar sürüklenmişler...,,
İhtiyar, mavi gözlü adam, kaş göz işaretiyle onu susturmağa çalışıyor, ama Zekeriya oralı değil :
«Bu kadar malımız olsa bunun burasında dururmuyuz be ? Gider, Istambol-da yan geliriz. Uşaklar çalışsın, kazansın, yollasın. Yan gel buğaz aralığında, denizin borasma karşı... More more more more.. ne cahilliktir bu.»
Neyse, oda kapısının arkasında bir patırdı oldu da, lâf kesildi. Evvelâ dava vekili, s nra Zekeriya, onun arkasından, bütün oda halkı, telâşla yek n-diler ve kapıya doğru saldırdılar. Ne o-luyor demeğe kalmadan dışardan kapı açıldı, çok uzun boylu, siyah sakallı, baştan aşağı siyahlar giyinmiş, güzel bir adam içeri girdi.
Baktım, herkes iki kat olmuş, tıpkı alafranga reveı ans eder gibi, yalnız sağ etlerini göğüslerine basarak, geleni selâmladılar. Ali ağa doğru hâkimin önüne giderek etekledi, sonra zabıtkâtibini beni, iki parmağını çenesine, alnına götürerek, selâmladı. Derken mavi gözlü ihtiyar başta olmak üzere, bütün o sakallı, bıyıklı köylüler, odanın ortasında dimdik duran abamın eğilip elini öptüler,,.
Dava vekili misafiri büyük bir saygı ile kendi yerine götürdü, altındaki pos-tekiyi elile sıvazlayıp düzeltti. Sanki çok ihtiyar veya hastalıklıymış gibi, kolundan kanadından kibarca tutarak, oturttu,
Merhaba, merhaba, merhaba, merhaba...
Tabiî tanıdınız: Gelen malsahibi, bütün bu köyün maliki, bütün köylülerin efendisi, adiyle, sanıyla Ali ağa’dır.
Etraf ayakta. Biz acaba kalksak mı diye tereddüdde, hâkim sıkınt da... Neyse Ali ağa’nın bir kaç defa (otur, otur) diye emir vermesi üzerine, köylüler birer ikişer yerlerine iliştiler.
Hepimiz kahve içtiğimiz ha’de, baktım dört cezve birden ateşe sürüldü. Etrafta başka hareket ve söz olmadığı için, dikkat edip bekledim. Zekeriya efendinin iki oğlu, adeta tetikte, cezvelere bakıyorlardı. Şeker atıldı, derken ikinci cezvedeki suya kahve salındı. Sonra ikisi birleştirilip yeniden sürüldü, kızgın ve boş cezve geri çekilip soğuk külde dolduruldu, bir kaç saniye bekletildi. Simsiyah, koyu bir mayi, kenarda başa-şağı kapalı duran mavi savatlı, kocaman bir fincana boşaltıldı.
Ali Ağa, ilk yudumu ince, pespembe dudaklarından içeri atar atmaz:
«Oh...» Etti.
Zekeriya efendi, o dakikaya kadar hiç takınmadığı inceleşmeğe benzer bir tavırla:
«More efendi, nasılsın, keyfin yerinde mi ?• Dedi.
Ali Ağa; ona baktı. Boş elile sakalını, bıyığını avuçlayıp sıvadı. Tek teli dökülmemiş, ensesine kadar uzun perçemlerini avucuyla düzeltti. Belki beş dakika sonra, hepimizin endişe ile beklediğimiz cevabını sundu:
«iyiyim Zekeriya...»
Ama sonra, sonra dili çözüldü. Daima hâkime bakarak, çok düzgün bir dille ve bol hörmet kelimeleriyle konuşmağa başladı. Hâkim ara sıra kısa cüm leciklerle cevap veriyor; çekinme dene-miyecek. saygı sayılabilecek şekilde konuşuyordu. Kendi hesabıma Ali ağa’yı çok zeki çok kibar buldığvmu burada söylemeliyim. Bu adamın bu kadar insan üzerinde, bu derece hâk'm bir rol
MODERN
Yazan
Nasri Nihat
Du günün edebî realizmi, felsefi dü-'•“'şüncenin en son kazançlarına dayanmak suretiyle realizmin bu günkü tarzı olan ihtilâlci realizmdir.
Her edebiyat ceryanı ifıde ettiği dünya görüşiyle kendini tarif eder. O halde ihtilâlci realizm nedir ?
İhtilâlci realizm, varlığın ve yaşayışın insicamsız, karışık ve aldatıcı şekil leri arkasında hadiselerin hakiki ve gizli akışmı sınıflar münasebeti zaviyesinden izah eden materyalist ve diyalektik bir telâkkidir.
Materyalisti!; çünkü, sosyal hayat varlığını İktisadî temel üzerinde görür. Nasıl ki "maddi hayatın istihsal tarzı sosyal ve zihni hayat seyrini şartlandırır,, sa san’atta, İktisadî istihsalden doğan sosyal bünyenin şartlarına tâbidir.
Bu itibarla her estetik faaliyet sayısız bağlarla ve ilk bakışta vücudumuzdaki damarlar gibi fark edilmesi güç çeşitli alâka yollarile, maddi maişet şartlarına dayanan bir şuur yapısı halinde, sosyal istihsalin bütünlüğüne bağlıdır. Cemiyetin bazı merhalelerinde estetik faaliyetin kalitesile maddî şartların inkişaf derecesi arasında farklılık görülmüştür. Ancak cemiyetin “tezatlar içerinde bir oluş„ u temsil ettiğini bilmek lâzımdır. Bu itibarla, artistik istihsal ile maddî istihsalin inkişafı arasında gayri müsavi nisbet tezahürleri mevcut olsa bile, sen tahlilde, geıek
oynıyabilmesi, sebepsiz değildi. Meselâ söz kaçakçılık meselesine intikal edince: “Efendim, dedi, bu iş sandığımızdan çok daha etraflı sebeplere dayanır. Geçende ocakta da mevzuu bahis olduydu. Tesadüf ve tabiat, sınır denilen çizginin iki yanını, tam birbirinin aksi feyizlerle tezyin etmiş. Bu tarafla insanlar çalış kansa, o taraftakiler tembel. O tarafta koyun yoksa bu tarafta bol. Bu tarafta altın bulunmuyorsa o tarafta sel gibi akıyor. /
E... Hükûmat buna ne yapsın?»
Her açılan sözde buna berzer öyle fikirler ortaya attı ki, parmağım ağzımda kaldı. Bereket lâfı adam öldürmeğe çeken olmadı. Yoksa bizi ona da alış-tıracaktı.
Gece yarısına kadar tatlı, tatlı konuştuk. Sonra Ali Ağa filân çekilip gittiler.
Ertesi gün şafakla beraber biz de kasabaya döndük,
REALİZM
doğrudan doğruya ve gerekse endirekt» man muayyen bir sanat şekli her yerde ve her zaman muayyen bir istihsal tarzıpa tekabül eder,
Diyalektikdir; çünki daimî tezatlar çarpışması içerisinde değişen realitenin yıkıcı unsurlarile yapıcı unsurlarını meydana çıkarmak cehdini taşır, Diyalektik, varlığın "müsbet kavranışiyle beraber zarurî yıkılışının, negasyonunun da kavranılışını istilzam eden» bir me-toddur. Bu bakımdan diyalektik anlayışla realite mütemadi bir akış seyri içerisinde ır.ütemadî bir oluş halinde değişmektedir. Bu değişmenin husule getirdiği yeni tezadlar (tez ve antitez) çarpışmasından üstün bir sentez halinde yeni bir realite doğmaktadır.
Şu halde, realiteyi kavramak demek “vak’aları esas inkişafı içerisinde takip etmek, (yani tez ve antitezlerin inkişafını) tesir ve karşı tesirlerinin komplikasyonunu (yani çarpışmasını) kavramak» demektir.
Böyle bir dünya görüşiyle hareket eden yazıcı aydınlık bir şuur sahibi o-larak girift hayat münasebetlerinin sebeplerini anlamakla kalmıyarak aynı zamanda hadiselerin akış istikametini de tayin edebilir.
* "
* *
Dünkü realizm, realiteyi olduğu gibi tesbit etmek endişesi içerisinde ancak hadiselerin otomatik bağlılıklarını gösterebiliyordu. Vak’aların derinliğine gitmiş realist büyük romancılar bile satıh altı ve müphem ruh hallerine temasla bazan olağanüstü keşiflere varmalarına rağmen tek taraflı ve mekanist olmaktan ileri gidememişlerdir. Mekanist o-luşları, yani hadiselerin kendi kendine, yalnızca, bizatihi oluşlarını takip etmekle iktifa etmeleri onları şahsî müdahalelerin dışında bırakıyordu. Hadiselerin otomatik akışını “temaşa etmekle kalan ve hadiseler üzerinde şuurunu sözde “müstakil» bir objektif halinde gezdiren klâsik realist müdahale ve tercih zaruretlerinden kaçınmakla hayatı değiştirecek “hal tarzları,, vermekten uzak kalıyordu. Bu suretle, okuyucu, hayatı “olduğu gibi» kabul etme yoluna sürüklenerek mukadderata boyun eğiyor, mekanist anlayışın yarattığı atmosferin zehirile bedbin bir isyankârlığa yahut pasif bir hayat kayıdsızhğına gömülü yordu.
Sağlam bir dünya görüşünün meto-dik anlayışına sahip bu günkü ihtilâlci realiste gelince; o, artık yalnızca hadi-( De w W 6 inci sçhifede )
S
Sosyal Bünyemiz üzetine
Gayri Siyasî Düşünceler
II '
gMANLI İmparatorluğunun ilk yıkılış belirtileri 17 inci yüz yılda göründü, 18 inci yüz yılda arttı ve 19 uncu yüz yılda son haddine vardı. Saydığımız yüz yılların Avrupa için ne demek olduğu malûmdur. Bütün büyük değişiklikler, sosyal hareketler, ke şifler... bu üç asrın malıdır.
Beliren ve kuvvetlenen ilerleme, İmparatorluğa bağlı mıntakalara, başka bir bütüne bağlanmak suretile var olmakta devam edebilecekleri fikrini verdi. Ge çen yazıda belirttiğimiz gibi İmparator luğun devamını temin eden şey kendi sine dahil olan mıntakaların kendi ken dilerine kâfi gelmemeleri idi. Bu zaruret onları İmparatorluk bütününe bağlıyor, merkezi derebeyinin her türlü boy-ruğuna boyun eğdiriyordu. Avrupada meydana gelen değişikl-kler mıntakalara yeni medeniyet dairesine girdikleri tak dirde mükemmelen varlıklarını devam
Modern Realizm
selerin zaptını tutan bir tespit aleti değil, şuuruna varılmamış sosyal muhte vanm şuuruna varılmış bir sosyal muhteva haline gelmesine irade müdahale-sile çalışarak hakikati bulan san’at kârdır.
*
* *
Bu günkü realizmin nazarında "dünyayı muhtelif tarzlarda tefsir etmek,, de kâfi değildiı; "Bahis mevzuu olan şey dünyayı değiştirmekdir.,,
San’atkârın şuurile tâbi olması lâzım gelen so«yal fonksiyonu budur. Çün-ki modern realizm “her şekli hareket halinde ve binaenaleyh yıkılacak tarafına göre anlar hiç bir şey tarafından kendini baskı altında bırakmaz, bu bakımdan mahiyeti itibarile tenkitçi ve ihtilâlcidir.,,
Burada zaruri olarak «taraf tutma » fikri ortaya çıkar. Objektif olduklarını iddia edenlerin itirazları yükselir. Fakat dünya görüşlerinin akışından kaçan bu sözde objektif sosyal psikopatlar hakikatte bir başka ceryanın içinde şuursuzca sürüklendiklerinin farkında olmayanlardır. Kendisini muayyen bir dünya görüşünün «kafes» i içinde hürriyet-siz sayan saf san’atkâr, şarkılarını «kafes» dışında haykıımak istemekle bir başka «kafes» e girmi oşlduğunun farkında değildir. Bu gibiler, müşahhas hayat ortasında mutlak hürriyeti sayıklıyan mecnunlardır.
Yaran :
HAŞAN TANRIKUT ettirebileceklerini öğretti. İlk istiklâl, hürriyet mücadele ve ihtilâllerinin İm paratorluğun batı eyaletlerinde (Balkan lar) patlak vermesi bu eyaletlerin Av rupada doğan yeni medeniyet dairesinin tam yanı başında bulunmalarındandır. Mısır da Akdeniz yolu dolayısiyle beri kilerile hemen- hemen aynı durumda bulunuyordu. Suriye, Irak, Arabistan gibi eyaletlerin ta birinci dünya harbine kadar İmparatorluğa bağlı kalmaları dikkate değer.
Mıntaka ■ merkez tezadı, eyaletlerin bağlanabileceği yeni bir iktisad ve kül tür muhiti mevcut olmadığı müddetçe daima merkezin lehine neticelerle bas tınlıyordu. Çünki eyaletlerin hiçbir dayanağı yoktu. Eyaletler bu dayanağı bulmaya başlayınca İmparatorluk da yıkılmaya başladı ve bu yıkılış hareketi birinci dünya savaşiyle tamamlandı. İmparatorluk, tıpkı Bizans gibi İstanbul ve civarına inhisar etti.
Bugünkü Türkiye Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasından meydana gelen devletlerden biri, belki en mühi midir. O, İmparatorluğun bel kemiğini teşkil ediyordu. Bunun için de Os-manlı anane, örf ve adatının hakikî varisi oldu. İmparatorluk sosyal bir Geştalt olarak ortadan kalkmış olduktan başka Atatürk inkılâbile iç bünyesinin bütün teşkilâtı da silindi. Onun yerine Türkiyede tamamile garpten kopya edilen kanun ve proğramlara uygun yeni bir teşkilât kuruldu. Ancak bu teşkilâtın içinde Osmanlı nesillerinin vazife almasından başka çare yoktu. İnkilâp nesli çok sonra yetişecektir. Bundan dolayı Türkiye muayyen bir zurnan hemen ortadan kaldırılması miim kün olmayan Osmanlı zihniyeti ile, he men kabul edilen garplı teşkilâtın yaratlığı bir tezatlar halitası halinde kaldı bu halden elan kurtulamamış olduğumuz söylenebilir.
İmparatorluğun nüvesini teşkil eden paytaht gayri mütecanis halkları, birbirleri» tamamen alâkasız ve ayrı birer şehir durumunda olan başlca mahalleleriyle geniş İmparatorluğun ufak bir örneği durumunda idi. Mmtakalar birbirlerine nasıl muhtaç idi iseler, paytahc ta mıntakalara öylece muhtaç idi. Bu karşılıklı yetersizlik bütün tezatlara rağmen İmparatorlukları yüz yıllarca yaşatmıştır. Ancak İmparatorluğun yıkılmasını temin edecek sebepler ortaya çıktığı zaman en kötü vaziyat İmparatorluğun bel kemiğini teşkil etmiş olan
milletin payına düşer, çünkü o millet son dakikaya kadar mıntakalannı kurtarmak sevdasına insiyaki olarak sürüklenmek suretiyle medenileşmek, millet olmak işinde sonuncu kalır. 1839 da bir Türk milletinden değil Osmanlı.milletinden bahsedilmekte olması İmparatorluğu kurtarmak isteğinin bir ifadesidir. Böylece Türk milleti, lmparator-torluklan daha evvel ayrılmak ve bu ayrılmadan çok evvel de şuurlanmak sahalarında iş görmüş olan Yunan, Bulgar, Sırp, Mısır milletlerine nazaran nisbeten - daha geç millet şuuruna erişebilmiştir. O, kendisinden ayrılma (İstiklâl) hareketleri ortaya çıktıkça, müdafainefs saikasile - muhafazakâr bir duruma sürüklenmek zoruna düştü böylece İmparatorluğun çöküşü gibi dünya çapında büyük bir olayın bütün sarsıntı ve buhranlarını ta iliklerine kadar hissetti. Vaktile kendisine karşı istiklâl bayrağı açmış olan milletler gibi istiklâl savasına koyuldu ve bütün mıntakalannı kaybetmiş olmanın yarattığı büyük noksanlığı yine omilktler gibi ancak garp medeniyeti dairesine girmekle telâfi edebileceğini anladı. Fakat iş bu kadarla bitmiyordu.
Ölümü Düşünmeyiz
Damaklarımız yabancıdır
ballı incirlerin tadına',
Omuzlarımız yük altında,
Rahat bir uykudan mahrumuz
ama şarkılarımız
Savrulup dağılmaz rüzgârda.
Ne bir aşkın şarabını içmişiz,
Ne de kendimizden geçmişiz mehtap karşısında ama biz
Öyle aşklar biliriz ki uğrunda ölürken bile gülünür.
Korkuyu arama bizde,
Zannetme ki çökecek omuzlarımız, Damaklarımız kavrulur ıztıraptan ama biz
yine yaşarız.
Yaşamak,
en mühim mesele, her şeyden evvel gelir..
YaşadığıPıız müddetçe kalem tutabilir elimiz ve dilimiz şarkı söyliyebilir, ölümü hiç düşünmeyiz.
Sabri Soran
6
Suçlar Üzeri ne —= incelemeler =—
SUÇ NEVİLERİ :
* Türkiyede her dereceden ceza mahkemelerinin bakın uya salâhiyetti oldukları kabahat ve cürüm nev’inden, bahusus kanunlardakiler de dahil olmak üzere 380 kadar çeşitli suç vardır.
CEZA DAVALARI
* 1941 ve 1942 yıllarında ceza mahkemelerine sevk edilm’ş olan ceza davaları sayısı şöyledir:
Ajfirceza As. ceza Sulhceza M.korun,
davaları davaları davaları davaları
-041 11000 970J0 185000 —
““",00 J 23000 16100 22000
.uretle anlaşılıyorki 1941 yılında-a yekûnu 294 bin, 1942 de ise 286
1935 DEKİ CEZA DAVALARI
* Adalet bakanlığının bir istatistiğine göre 1935 yılında ceza mahkemelerine sevk edilmiş olan davalar yekûnu 271370 dir.
SUÇ YEKÛNLARI
* Ceza ve tevkif evleri umum müdürlüğü ve emniyet umum müdürlüğü kayıtlarına göre.
1936 — 1942 yılları içinde işlenen suçların sayısı şöyledir :
Yıllar
1936
1937
1938
1939
1940
1941
1942
Suçlar *78105 79304 71734
72292
69510 73526 74410
Esat Adil Miistecaplıoğlu tara-ftadan hazırlanan ve resmî rakamlara, kaynaklara dayanan aşağıdaki tahliller ve cedveller Tiirkiye.de işlenen suçlar hakkında okuyucularımızın oldukça esaslı bilgiler edinmesine yardım edecektir.
MAHKÛMİYET YEKÛNLARI
* Aşağıdaki rakkamlar yalnız mahkûmiyet yekûnlarını yani muhtelif tarihlerde işlenmiş olup ta mahkemelerce kat’i olarak hükme bağlanmış olan suçları göstermektedir. Bu rakkamlar aynı zamanda bir yıl içinde mahkemelerimizin vermiş oldukları mahkûm'yet kararlarını dolayısile faaliyetlerini de izah etmektedir.
Yıllar Mahkumlar sayısı
1935 53583
1936 79383
1937 85016
1938 81142
1939 24057
1940 96566
1941 92276
1942 94877
MAHKÛMİYETLERİN AYRILIŞI
* Köylerde işlenen suçlar şehirlerde işlenen suçlara nazaran ve köylülerle şehirliler arasındaki nüfus farklarına göre nisbet bakımından düşüktür. Şehir suçlarile köy suçları arasında sebep ve mahiyet bakımında farklar vardır. Bunları sırasile ilerde izaha çalışacağız.
Ceza mahkemelerince verilmiş olan mahkûmiyet kararlarının şehirlilerle, köylülere isabet neticeleri şöyledir :
köylerde işlenen suçlardan
Yıllar mahkûm olanlar
Kadın Erkek
1935 1968 25228
1936 2970 33354
1937 3280 34767
1938 4091 38430
1939 4770 46096
1940 4600 49365
1941 4523 45934
1942 4710 42554
Şehirlerde işlenen suçlardan
Yıllar 1 mahkûm olanlar
kadın erkek
1935 2 1253 24152
1936 t 3822 39237
1937 5049 41920
1938 3586 35035
1939 4358 38833
194 J 4401 38200
1941 4672 37147
1942 5038 42575
* Köy kadınları şehir kadmlarından-çok daha az suç işlemektedir. Halbuki köy kadınları şehir kadınlarından takriben üç buçuk defa daha fazladır.
Bunun başlıca sebebi şehir ve kasaba kadınının içinde bulunduğu çeşitli hayat tezatlarıdır. Köylü kadını devamlı surette iktisadi şartların baskısı altında ve durmadan çalışmak mecburiyetin-
(Devamı 3a. 8 de)
LÛGATÇEİ ADİL
ANKARA CADDESl : Bazı devirlerin fikir ve hürriyet mezarlığı.
ATOM : Son günlerde sır oluveren bir sır !
BÜYÜK DOĞU : Hafta tatili yapmıyan bir berber dükkânı.
EDMOND ROSTAND : Sabri Esad’ın Cyranode Berjerac adlı eserinin mütercimi
CİNAYET : Gazete müvezzilerinin geçim vasıtası.
HM
HÜRRİYET : Ümmetsiz peygamber.
İŞÇİ : Kaza ve kader kürbanı.
KADIN : Dar sokak poligonlarının canlı hedefi. Eğer evli Ve güzel ise kendisine bir mıktül namzedi ğözüle de bakılabilir.
KÜLTÜR : Münevverin cakası, işçinin çekici, köylünün kara sapam ve memurun baremdeki derecesi.
KÖMÜR : Kış mevsiminin yüz karası.
MARMARA ; Lodos hazretlerinin daimi karargâhı.
PARA : Her türlü haşaratın üşüşdüğü bal kavanozu.
ÜNİVERSİTE: Henüz sinni rüşde basmam ş ak saçlılar diyarı.
VOLT ER : Bir arslam dokuz fareye tercih eden bir doğuş horozu. Nesli münkariz olmu.tur.
Kooperatifler
Yazan
Prof. Şubhi Nuri İleri
Merhum üstadın son eseri Kitapçılardan Arayınız
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi
HERKESİN MECMUASI
CUMARTESİ
Sanat - Edebiyat • Tiyatro Sinema Spor - Moda - Mizah ve Aktüalite
BUGÜN ÇIKTI
Suçlar üzerinde incelemeler
dedir. Müstahsil köylü kadını yarı lüks ve tufeyli şehir ve kasaba kadınına nazaran suç işlemeye daha az müsait durumdadır.
* Erkek köylülerin, erkek şehirlilere göre kriminalite bakımından durumları yine köylünün lehinedir. Nüfus nisbetle-rine göre köylü erkek şehirliye nazaran 3,5 defa fazla olduğu halde suç miktarı bu nisbete nazaran çok düşüktür. Bu da, yukarda işaret ettiğimiz sebeplerden ileri gelmektedir.
* Yukanki rakkamîarın vasatisine göre suçlarda yüzde 50.1 dü köylerde yüzde 49.6 sı ise şehirlerde işlenmektedir.
Halbuki umum nufusumuzun yüzde 79 u köylü, yüzde 31 i ise şehirlidir. Bu tahlillerden çıkardığımız neticeye göre köylü ve şehirli nüfusu nisbetlerine göre köylerde işlenen suçlara nazaran şehirlerde işlenen suçlar 3 defa fazladır.
Bu da, suçların İktisadî ve İçtimaî hayat şartlarına ve tezatlarına bağlı olduğunu bir defa daha isbat etmiş olur.
— Devam edeceğiz —
RAKKAMLAR GERÇEKLER
“Türkiyenin 1942-43 yılı gümrük geliri 88 milyon 525 bin liradır. Bu yekûn son oniki senenin en yüksek gelirini teşkil etmektedir.
* Bütün dünyada 1940 yılında en çok krom 'cevheri istihsal etmiş olan memleketler şunlardır.
Ton Ton
■Sovyotler 96.000 Yoğoslavva 45.000
‘birliği
fcenubi 72.600 Yeni Holanda 28.000
■Amerika
Şimali 68.000 Hindistan 25.000
berezilya
Türkiye 63.000 Küba 32.000
* Sovyetlcr birliğini teşkil eden Cumhuriyetlerde 1939 istatistiğine göre Okur yasar nisbet-leri şöyledir:
Kadınlarda Erkeklerde
Yüzde Yüzde
Rusyada : 73 92.3
Ukraynada : 76.8 94.9
Beyaz rusyada : 68.1 90.7
Azerbaycanda : 64.5 81.5
Gürcistanda : 74.6 88.1
Ermenistanda *. 62.4 85
Türkmenistanda t 60.6 73.3
özbekistanda ; 61.6 73.6
Tacekistanda : 65,2 77.7
Kazakistanda : 66.3 85.2
Kızglzivtandv S 63 76.7
— Kuruçeşme cinayetiuin rom ini da yazılmış..,
— Eh, bir filminini çevirip, bir de âbidesini yaptırsınlar da tamım olsun bari.,.
Anlamadan Geçip Gidiyoruz
Gençliğimi seyrediyorum
Parça Parça
Meyhanelerinde kaldırımlarında
Beyoğlu’nun
Hep bu kahvede butuşurduk
Arkadaşlarla
Her gün birimizin misafiri
“Bir sokak kızı,, arkadaşımızdı
Sürünmezdi pudra, allık
Gözleri deniz rengi
Kudret'den çekilmiş kaşları
Saçları
Milini
7el
Altın Kederi, tasayı bir yana atmış Memn»n görünürdü hayatındau Kepazece derdi'. Bu dünya Üzülmeyin çocuklar Bugün de gitmiyebiliriz
Lokantaya Ve sonra bir şiir okudu:'~ “Ben yanmasam Sen yanmasan Biz yanmasak
Nasıl çıkar,
Karanlıklar
Aydınlığa,,
Ve derdi oı kasından,
Anlamadan geçip gidiyoruz
Bu dünya'dan
Fehm YAZICI
EMPERYALİZM: Emperj al hükû-metçiliğin kurulmasına ve korunmasına elverişli siyasî fikir.
Ingiltereyi müstemlekelerine bağlı-yan ve İngiliz hakimiyetini yayan vasıtaların sıkı surette gözetilmesini hedef kılan siyasî doktirin.
İngiliz emperyalizmi, müstemlekeye ait ve İktisadî meselelerde “serbest yapmaya bırakmak» düsturunu kabul eden eski Liberal mezhebine karşı olan bir aksülâmelden doğmuştur. Emperyalizmin taraftarları İngiltere ile siyasî iştiraki olan memleketler arasında. İktisadî, bahrî, ve askerî bakımlardan sıkı bir bağlılık lüzumunu ilân ediyorlardı. Kraliçe Virtoryanıa ayni zamanda Hindistan Imparatoriçesi ilân edilmesi bu fikrin ilk nümayişlerindendi.
Dilimizde bugün sömürgecilik adını taşıyan bu siyaset, bir çok milletlerin bir tek millete karşı İktisadî köleliğini ve siyasî bağlılığını temine yaramaktadır.
SEZARİZM : Devleti demokratik usullere uygun olarak yeni baştan tanzim etmek iddiasında olan doktirin.
ETATİZM: Siyasi bir nazariyedir. Taraftarları sosyalizim ıslâhatını başarmak için hükümetin teşebbüs ve müdahalelerinin elzem olduğuna inanırlar. Buna devlet sosyalizmi de denir.
OPORTÜNİZM : Müşkül ânlarda her türlü elverişli durumlardan istifade ede-
rek hedefe daha emin olârak vârmak için, prensiplerdeki şiddet ve sertliği azaltıp yumuşatmayı lüzûnîlu sayan si* 5-yasi sistem. İdarei maslahatçılık mânasına da gelir.
DOKTRİN : Edebi veya felsefi bir mektebin, dini veya içtimai bir mezhebin kanaatlerinin heyeti umumiyesi.
EKSTREMİZM : En ileri fikirleri kabul etme temayülü. Siyasî ve ilmi bir meshebin en son set bakımından kom-münistler ekstremist sayılır.
DÜZELTME
5 inci sayımızda “Ey Hakikat» adlı şiirin 12 inci mısraındaki “yaşamamaktan» kelimesi “yaşamaktan» diye çıkmıştır. Düzeltiriz.

Comments (0)