Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Refah Kültür ve hürriyet
--1-
Halka hizmet etmek istiyenler bu üç kelimeyi unutmasınlar!
Gençlerimize, 'Türle milletine ve insanlığa karşı en büyük hizmetin, refah, kültür ve hürriyet savaşını kazanmak ile yapılabileceğini her halde ve mutlaka öğretmeliyiz!
Yazan: ESAT ADİL
( I
c
Cumartesi
9 Mart 1948
Bu Sayıda :
Bu Sayıda :
ADtLOĞLU
Dostlarım ve kardeşlerim
■ HAŞAN TANR1KUT
Müsavatçı Demokrasi
( RASİH NURİ İLERİ
İngiliz Demokrasisi
' K. ŞlRİL
Sovyetler Birliğinde M. Eğiti Dr. KARL RENNER
Muasır kapitalizmin ekonomi ve sosyal bünyesi.
AZİZ NESİN
Uçt uçtu kuş uçtu.
DOĞAN RUŞEN AY
Haftanın hicvi
G. F.
Fikir otarşisi.
I ESAD ADIL
/ Suçlar üzerinde incelemeler.
5 .Şiir: AHMET FEDAİ
5 Şiir: SABRI SORAN ajŞiir: KÂMİL BOZ DAĞ
( Şiir: A 1. BETEROĞLU / ORHAN KEMAL
1 Hikâye: Teberçeliğin karısı f Rakkamlar i— iGerçekler ,/ Haftanın kültür hareketleri j Büyük demokratlar f (Küçük ansiklopedi 1 Lûgatçei Adil yGenç kalemler VKarikatürler vesaire...
Dostlarım ve kardeşlerim
İngiliz Demokrasisi

resulleri
i
I.


SAYI
İnsan cemiyetlinin ilk kuruluş sebebi, İster-- Jan Jak Russo’wwn«İçtimaî Mukavele» faraziyesine ister Lenin’in «Devlet ve İhtilâl» (nazariyesine uygun olsun, asıl sebep ve hakikat şudur ki, insan oğlunu içtimaileştiren refah, kültür ve hürriyet ihtiyacıdır. Yoksa, açbk, cehalet ve kcrkudahı kurtuluş vadini esirgeselerdi, hiç bir peygamberin ardına bir tek mümin takılmazdi ve bu üç ümidi taşımasalardı, insanlar taş devrinden asla kurtulamazlardı.
Kabilelerin şefleri, ümmetlerin
ve milletlerin başbuğları daha doğrusu âdetler, dinler ve 'kanunlar İçtimaî adaleti daikua bu temel üzerine tutturmak lüzumunu duymuş ve bu işi başaramıyan her önder veya kaide, davrilen adaletin altında cak» vermekken kurtulamamıştır.
İnsan cemiyeti ne bir lâle tarlası, ne de herkese aynı tastan kevser şarabı sunulan bir cennet bahçesidir. Bugünkü insan cemiyeti sadece bir kıl-ü-kıal ocağı, bir (çekişme ve boğuşma meydanıdır. Orada, cılızlar, bahtsızlar, yoksullar ve idevler, ay lâklar, bahtiyarlar bir hercümerç içinde yaşarlar. Bu açlar, toklar, ezenler, ezilenler, korkaklar ve korkutanlar diyarında asırlarfdianberi dinlediğimiz tek vaveylâ, refaih, kültür ve hürriyet vaveylasıdır.
Herhangi bir idealist, kütlelerin kalkınma ve kurtuluş bayrağımı çeken herhangi bir inkılâpçı, yaratmak istediği İçtimaî adaleti ancak bu üç unsurla terkip etmeye 'mecburdur. Refah, kültür ve hürriyeti zümrelerin inhisar ve tahakkümünden kurtararak onları geniş halk yığınlarının ferdî ve İçtimaî saadetlerinin kaynağı Haline getirebilenlerdir ki, milletlerinin minnettarlığını kazammış ve adlarını tarihe birer halk kahramanı diye yazdırmış olurlar.
Yanmn her türlü mes’uliyetini omuzlarında taşımak mecburiyetinde olan gençlerimize vazifelerinin mensup oldutklan milletin ve insanlığın muhtaç olduğu İçtimaî adalet, dola-yısile refah, kültür ve hürriyet savaşım her halde ve mutlaka kazanmak olduğunu öğretmeliyiz. Bu, omlara verebileceğimiz millî ve İnsanî öğütlerin hiç şüphe yok ki, en mukaddes olanıdır.
Her şeyden önce, onlara, halkı, töpye-kûn refaha kavuşturmanın zevkini tattırabil-mek için, aç ve yoksul insanların, kaldırım hayatı yaşayanların ıstırabım tattırmahyız.
Yine her şeyden önce onlara, kültürsüzlüğün azabını ve ileri bir kültürün medeniyet üzerindeki kurtarıcı rolünü öğretmeliyiz.
Ve yine her şeyden önce onlara, haysiyetli bir insan ve şerefli bir millet olmanın ancak ve ancak hürriyet ile mümkün olduğunu, onsuz yasamaya alışmakla pek çok şeylerin feda edilmiş olacağım iyice anlatmalıyız.
Biz millî terbiyenin mevzu ve gayesini böyle anlıyoruz. Mekteplerde, fabrikalarda, köylerde ve halk topluluklarına sahne olan her yerde gençliğin ve halkın terbiye ediliş ve yetiştiriliş sistemini kontrol altında bulunduracak olan metodun demokratik olması bu sebeple, elzemdir.
Çünkü bir mîletin İktisadî ve siyasî bütünlüğünü, dlolayısile millî saadetini temin edebilecek olan metodun, refahta, kültürde ve hürriyette mu t lâk a halkçı olması icap e-der. Aksi halde bu inimetlerin azlıkla(nn ve zümrelerin inhisarında kalmasına ve bunun neticesi olarak İçtimaî adaletin sakatlanmasına yol açılmış ohır.
Bu sebepledir ki, halkçı geçinenler ve hakikaten halka hizmet etmek istiyetnlerle her çeşit idealist ve inkılâçılar kendi mücadele saflarında şu iiç bayrağı, refah, kültür ve hiiriyet bayraklarını daima dlalgalandır-malıdırlas*.
Yarının dünyasına olduğu kadar, bugünkü demokratik âlemin milletlere vâdet-tiğı ileri merhalelere de zorluk çekmeden u-laşmamn başlıca şartlan yine ancak İçtimaî adalet prensrpine bağlılıkla bir araya getirilebilir.
Millet ve yurt aşkını kendisi için» bir enerji kaynağı haline getirebilmiş olar» bir gençlikten her şey ‘ümit edilebilir. Bilhassa böyle gençlik, kendi millî eksikliklerinden duyacağı azabı, refah, kültür ve hürriyet davasının zafer şarkılarile yok edebilir.
V
Yanık Kaval: Bir ilânı tetkik ediyorum: «Güzel Anadolunun füsünkâr ve tipik bir köyünde geçen, teravet, şiir, c-bedî aşk, sadakat ve izdivaç gibi ulvî hislerle kıskançlık, hainlik, hunharlık ve öldürme gibi sefil düşüncelerin, çarpıştığı büyük bir aşkın, içler acısı romanıdır.» Acaba /bu hangi Anadolunun köyüdür? Hececilerin, söylediği pespaye bir takım romancıların uydurduğu «ceııt-net köy» masalı şimdi de sinema tarafından takdim ediliyor. Bizim bildiğimiz reel Anadolu köyü yürekler acısıdır. Onu olduğu gibi görüp göstermemek yüzündendir ki, asırlarca ihmal ettik. Yukarıki satırlalar! okurken Miami den bahsediliyor san-dim. Ayıptır efendiler, «Türk milletinin efendisine» ihanetiniz yeter. Böyle bir köyün mevcut olmadığını kabul etmedikçe, «köy kalkınması» millî bir dava haline gelemez. Çünkü millî davalar bir taktm kırtasî kararardan değil bütün milletin efkârında yer aldığı gün «gerçek» olur. Roman, şiir ve sinemanın umumî efkâra tanıtmakta yanşa girdiği köy sahte, sun’î hayalî,, var olmıyan acib bir şeydir. U-mumî efkârın - pek tabiî olarak - tanıdığı köy de budur. Bütün propaganda vasıtaları bunu tanıttılar. Daha doğrusu para uğrunda Türk efkârını yalan, yanlış bir
■Şüyük Demokratla» JORES
Je«n \Jaures — 1859 - 1914
Fransanın Kastr kasabasında küçük bir burjuva ^ailesi arasında doğun JORES eyi bir tahsil yaptı. Latince iisanıle hazırladığı bir tezini Alman 'sosyalizminin köklerini araştırmaya tahsis etti. İlk defa {26 yasında, mebus seçilen JORES parlamentoda (sol) lara iltihak etti. Henüz demokrat, cumhuriyetçi, ru hanı sınıf aleyhtarı idi. Fakat siyasi ve natuk olan dehası İçin sosyalizm kudretli ve teshiredici jbir kaynak olmakta gecikmedi. İkinci Seçimde kazanamayınca TÜLÜZ ünü-versitesindekl kürsüsünün bağına geçti, JORES bu şehirde liken kati surette sosyalizme katıldı' ve onu hakkile benimsedi.
Sosyalist JORES bundan sonra bütün (ay-retlerini İsçi sınıfının hizmetine hasretti. 1893' de parlementoye sosyalist olarak girdi. O Fransaaua en büyük hatipierlndendi, sosyalistlisini ısrarla İftiharla ilân ettiği nutuklarLLe .derin bir şöhret kazandı. Bütün haklı davaların avukatı olan JORES masum DREYFÜS lehine EMİL ZOLA ile birlikte kahramanca mücadeleye girişti.
JORES parçalanmakta olan sosyalist partisinin İttihadını temin ederek Fransız sosyalizminin tefi oldu. JORES barış uğrunda elinden gelen her şeyi yaptı ve bu uğurda hayatım da verdi. 1914 cihan harbi kundakçılarının öldürttüğü JO-RES’ln cesedi harpten sonra PANTEON millî ma-— 2 —
. 1 >4 “ \ ’i '•
şekilde beslediler... Hakikatin ortaya atılmadığı yerde dertlere çare bulunamaz.
Buddha: Son derece iyi ıbir insan, o-lan ve seçim nutkunda realiteleri açıkça ortaya koymakla medenî cesaretini gösteren Asaf Halet Çelebi garip mis-tiklikten bir türlü kurtulamıyor. Son günlerde «Buddha» yı neşretmekle bir zamanlar {Ses) de takınır gibi olduğu inkılâpçı sanatkâr çehresini iflâs ettiren yolu tamam etti.
Sabahattin Hakkı Esatoğlu: «Yaratış» ta şöyle yazıyor: «Aşağı tabaka insanın birinci derecedeki ihtiyaçlarını göz önüne almadan, yüksek zümrelerin en küçük zevk ve arzularına hizmet eden- sanatkarın ne kıymeti olabilir? Hiç bir büyük, sanatkâr, eserinin sıcak odaların bayıltıcı havası içinde tok bir insana vakit geçirtmek gibi iğrenç bir gayeye hizmet etmesini istemez...» Aynı dergide Mürsel Kalyoncu şunları yazıyor. «Yunus Nadiden 'boş kalan- tahta Nadir Nadi, Velitten münhal başmuharrirliğe Ziyaat Ebuzziva geçti. Eğer birinin babası, diğerinin amcası yağ veya kereste tüccarı olsaydı bu gün onları da bu mesleklerde görecektik.» Yine aynı dergide Nedim Raif’in «Yeni Çağ» başlıklı son derece kuvvetli bir tenkidi vardır.
bcdlne naklolundu. Tarllıcl Emil Lttdvig (14 temmuz) adlı eserinde ancak Joresln harbi önleyebilecek yegâne adam olduğunu yazıyor.
Mebus, mücahit, feylesof olan Jores aynı zamanda büyiik bir muharrir ve gazeteci idi, 1903 de*Ht*MAXİTE 'gazetesini kurdu.
Jöresin doktrini idealizmin kudretli bir ilhamı altında başka bir hüviyet arzeder, o (realiteyi anlamak ve ideale varmak) İstiyordu.
Jores demokrasiyo derin bir surette bağlı idi, sosyalist bakıslu cihanın iktisadi demokrasiye y(>-laldığınt görüyordu.
Jores vatan sevgisinden mülhem bir enter-nasyonalistdl, en hararetli nutuklarından birinde: vatanını sevmeksizin nasıl eyi bir beynelmilelci olunabileceğine akıl erdiremediğini, söyliyor ve proletaryanın vatanı olmadığını İddia edenlere karsı: (demokrasi ve millet her türlü yüksek varlıkların ,(»08 şartlan olarak kalır) diyordu.
ı . ' '
I • •
Demolcrasi ve Sosyalizm: İngiliz İşçi partisi lideri, dünya çapında büyük bir âlim olan Prof. Laski’nin eserinden Niyazi Berkes.in yaptığı tercüme kısa bir zamanda tükenmiş, piyasaya ikinci baskısı çıkmıştır. Bu başarı memleketimizde pek az esere nasip olduğuna göre «Demokrasi ve Sosyalizm»in önemi ortadadır.
Kuzin Bette: Realizmin babası, büyüle Balzac’tan Yusuf Şerifin çevirdiği bu eseT satışa çıkarılmıştır.
Konservatuvar artistleri şerefine
Şehrimizde misafir bulunan Ankara’ Devlet Konservatuvarı sanatkârları şeıe-’ fine hafta içinde Eminönü Halkevinde Bc~ ra balesi temsil edilecektir. Bora balesinin-ıbir perdesi bugün Şehir Dram Tiyatro-" sunda Kızılay menfaatine oynanacaktır.
öğretmenler için yardim sandığı
Millî Eğitim Müdürlüğü, ecnebi ve C" kaliyet -okullarında çalışan öğretmenler arasında bir yardım sandığı kurmak üzere teşebbüse geçmiştir. Bu maksatla, bugün saat I 5 de Eminönü Halkevinde her derecedeki okuldan birer temsilcinin iştiraki-le bir toplantı yapılacaktır. Bu okullar öğretmenlerini himayeye kavuşturmak gayesini güden bu teşebbüs ilgi ile karşılanmıştır. Toplantıda, Millî Eğitim Müdürlüğünce tespit edilen esaslara göre, gereken nizamnameyi hazırlıyacak bir komisyon se--çilec"1 İr.
Şehir Tiyatrosunda Sait Köknar gecesi
Rahmetli aktör Sait Köknarın hatırasını anmak ve geride bıraktığı ailesine yardım etmek maksaclile Şehir Tiyatrosunda-bir müsamere verileceğini bildirmiştik. Bu-hususta yapılan hazırlıklar tamamlanmıştır.
I 2 mart salı akşamı verilecek müsa-' mereye Müzeyyen Senar Işıl, Ferdi Tayfur, Necmi Rıza, Konservatuvardan Ha-diye ötüğen, Artaki Candan, Ercümend Batanay iştirak edeceklerdir. Şehir Tiyatrosu Komedi kısmı sanatkârları da (Hacf Kaptan) komedisinin birinci perdesini oy" ^uyacaklardır.
Konservatuvar Türk Musikisi Konseri
Konservatuvarin muntazaman ver" mekte olduğu Türk musikisi konserlerinden Saba faslını ihtiva eden program bugün saat 1 8 de Şehir Tiyatrosu Komedi' kısmında verilecektir.
Ses ve saz eserlerini heyetin B takı" mı icra edecektir. Konser her zaman olduğu gibi alâka ile beklenilmektedir-

Demokrat Milletler:
İNGİLİZ DEMOKRASİSİ
I KRAL VE HÜKÜMET
Şekil demokrasisinin en mükemmel numunesi olarak daima İngiltere gösterilir.
Ingilz demokrasisi tarih boyunca çıkan her yeni mesele karşısında halkın krallık imtiyazlarına karşı mücadelesi ile meydana gelmiştir. Prensibi yıkmak değil idare ve ıslahtır.
İngiltere krallı bir demokrasi .olduğundan, ilk olarak kralın vazife ve salâhiyetleri nedir suali akla gelir. Kral bir sem boldür, fakat kendisini büsbütün tesirsiz ve önemsiz sanmak hatalı olur. Kral imparatorluğun bütünlüğünü temin eden son bağdır. O derecede ki Edvard VIII 1936 da evlenmek isteği hükümet ile Domin-
yonlar bunu kabul etmeyince iki çare kalmış:
a) Hükümet istifa edip yeniden saylav seçimi yapılması;
b) Kralın istifası.
Birinci ihtimali Ingiltere kabul etse dahi Dominyonlar, yani Kanada, Güney Arfika. Avustralya ve Yeni Zelanda istemeyince İmparatorluğun parçalanma tehlikesi belirmiş. Kralın istifası için başbakanın gösterdiği en mühim sebep de budur.
Kültür Dünyası |
SOVYETLER ve KİLİSE Sinemaya Dair
İkinci Genel savasın ortalarında Sovyetler Birliğinde kilseler acılınca bizde, Leninizm unutuldu seklinde bir takım propagandalar yapıldı. Sahiden de Rus klişesinden, Orta Asya tslamla-rından bir sürü havadis gelmeye başladı, bu ne demekti? Nasıl kİ bizde İnkılâp kuvvetlenip artık yllzelllllklerln zararı dokunmaz kanaati gelince bunlar af edildi, Sovyetlerde de -artık papazlar, yabancı menfaatlerinin aleti değil, kanaati kuv -vetlenlnce, onlar da demokratça fikirlerini yaymakta serbest bırakıldılar.
Sovyetlerde hlc bir vakit İnanç hürriyetine zaten dokunulmamıştı, ancak din propagandası yasak edilmişti, bu da bütün papazların bir günde eski teşkilâtlarıyla meyd-ana çıkmalarıyla açıkça göründü. Sovyetlerde İnkılâp sıralarında papazların yaptığı menfi sosyal propaganda önlenmişti, bizde tekkeler yönünde yapıldığı gibi, işte o kadar.
Marksizm İnsanlar ilim ve teknik sayesinde tabiat kuvvetlerine hâkim oldukları, ve İhtiyaçlarını huzur içinde sağladıkları nisbette kendiliklerinden dinden ayrılacaklardır diyor, demek-ki din irticaa alet olmadıkça ona hücum etmiyor.
Klişeyi müsamaha îlya Ehrenburg'a göre Sovyet vatandaşlarında tam aksi bir tesir yapmıştır. Eskiden din birçok gene İçin «yasak bir meyve lezzetini> taşıyordu, onları kendine çeki yordu, şimdi İse durum tam tersinedir, klişelere rağbet gitgide azalmaktadır.
Hadiseler herşeyde bir geriye dönme görmek İsteyenleri bir defa daha yalancı çıkarmıştır.
Yazan : RASiH NURİ İLERİ
Görüldüğü gibi şekli olarak bile krallık önemli meseleler doğuran bir müessese ve İmparatorluğun tabiî bir bağıdır.
Mecliste açılış nutuklarını veren kralın ise ancak fikrini vermek, teşyi etmek ve haber vermek haklan vardır.
Kral ekseriyet partisi reisini başbakan seçer. Viktorya ekseriyet partisi önderlerinden istediğini seçerdi. Görüyoruz ki, kralın şahsiyetinin, işlere karışıp karışmaması bakımından, çok önemi vardır. Las-ki'nin dediği gibi «kralın tesiri geniş ikna edicidir ve kendini yirmi kadar tarzda hissettirir. »
Kral her evrakı görüp vekillerle intişa rede bulunabilir ve daha mühimmi, onun
imzalamadığı kanunlar yürürlüğe girmez. Kral parlâmentoyu feshedebilir ve kanun meclisin en. az üç yılda bir toplanmasını emrettiğinden istese vekilerle birlikte üç yıl kararnameler çıkarıp memleketi idareye salâhiyeti vardır. Ekseriyet şüphe ve-ici ise 1910-11 de olduğu gibi iki defa seçim yaptırabilir. (Pr. Laski). Yahut ay nı kuvvette iki parti varsa istediğinin liderini başbakan seçer. Meselâ 1923 de Kral, Lord Gürzon yerine Mr. Baldvin’i
Herkes bilir kİ sinema fllimlerl Amerikanın önemli bir İhraç metaldir. Bu harp sonu devrinin hayati meselelerinin yanında bir de sinema meselesi çıkmıştır, şöyle ki: Amerikan sinema kapitalistleri fırsattan istifade Avrupa piyasalarını, yeril şirketlerin aleyhine olarak, inhisar altına almak istemekledirler.
Meselâ Fransayı ele alalım, harpten önce şampanya ve ipeklikumaşlara pyikşbi.l Amerlka-Fransaya yılda 180 filim yollamakta İdi. şimdi İse hem Frans-a şampanya verememektedir, hem de harp tahribatı yüzünden yılda ancak 180 filim gösterilebilmektedlr. Hazır bekleyen 38 Fransız filimi İse müşterlslzllk yüzünden oynanamamok-tadır, Fransız hükümeti ecnebi ve yerli mimlerin yüzde elli nisbetlnde gösterilmesini teklif etmişse de Amrikan firmaları bunu kabul etmeyip ajanslarını kapatmak tehdidinde bulunmuştur. Amerikan talepleri Fransız fillmeilîğinin iflâsı demektir, ve şimdiden stüdyoları kapatmaktan bahsedilmektedir, bazı prodüktörler İse Amerlkaja gitmeyi düşünüyorlar.
Şimdiden Amerikan firmaları Holanda, Norveç, Polonya ve Çekoslovakyaya filim yollumamaya karar vermişlerdir, Fransız hükümeti boyun eğmezse bunlara Fransa da katılacaktır. Bu sine -ma meydan muharebesi Amerika acık kapı ticaret sisteminin cok vahim olmayan bir tezahürüdür.
Basili Nuri İleri
seçmiş, ve 1931 de Millî Hükümet fikrini ileriye atmıştı. Fakat ananeye göre kral siyasî münakaşaların dışında kalmalıdır.
Görüyoruz ki, isteyince meclisi dağıtıp yeni seçim yapmakla, kanun imza etmekle İngiliz kralı en mühim zamanlarda büyük bir rol oynayabilir.
Kral «özel kurula» riyaset eder, bu kurul bakanlardan ve başka şahsiyetlerden toplanır. Yani Dominyonlar arasındaki bağ olan kraliyet partiler arasındaki bağı da teşkil eder.
Kraldan sonra hükümet gelir, bakanlar başbakanın sıkı disiplini altındadır, hükû met politikasından, fikirleri ne olursa olsun ayrılmazlar. Hükümet de parlâmento ile işbirliği eder, ancak Ingilteredeki durum, Fransadakinin aksinedir.
Fransada meclis hâkimdir, hükümetleri devirir, istediğini yaptırır' lngilterede ise hükümet !her küçük mağlûbiyette, istifaya mecbur değildir. Çünkü hükümet ile meclis aynı fikirde değilse hükümet çekilir ve yeni mebus seçimi yapılır.
1935 de Baldvin’i millet böylece mec lise karşı haklı çıkarmıştı.
Meclisi fesheden başbakan değil, onun sözü üzerine kraldır. Ancak bu karan a-ltp seçimde kaybetmek krallık prestijini lekeliyebileceğinden çok dikkatli olmak gerektir, öte taraftan, yeniden seçilip seçil miyeceklerini bilmiyen saylavlar da dikkatli davranırlar.
Hükümet reisi: «Prime Minister»den sonra «Lord Chancellor» gelir ki, hem Lordlar kamarasına reislik eder, hem de adliyecilerin reisi ve adliye bakanıdır. Maliye bakanı «Chancellor of tire Exchequer» «Chancellor of the Duchy of Lancester» (kralın temsilcisi) ve öteki bakanlar kabineyi teşkil ederler.
1935 de 306 özel kurul üyesi vardı, memleketin bir çok önemli şahsiyeti buraya dahil edilir.
Ekseri bakanlar yılda 5000 İngiliz, başbakan ve «Lord Cancellar» 10,000, bazı bakanlar ise 2000 lira alırlar. Muhalefet .lideri de 2000 lira alır.
Hükümet kanun teklif etmeğe yetkili dir. Parlâmento azalarının kanun tekliflerini her oturumda yazılı olarak verebilirler ise de, kura ile seçilen bu projeler ancak cumaları bir iki sat tetkik edilir ve tek faydaları saylavların münakaşa kabi-yetlerini göstermektir.
İııgilterede parlâmento hükümetin direktiflerine göre hareket eder, hâkim o-dur, bütçe hükümetin elinde ve onun mes'uliyeti altındadır.
Görülüyor ki, meclis ancak tenkitte bulunabilir, halkı tarafına çeker ve hükümeti devirebilir, hükümet ve kral ise ananeye bağlı koca binayı yıkmamağa çalışır.
Halkın aşırı fikirleri üç frenden geçtiğinden lngilterede böylece hep mübayin tekâmüler olmuştur.
Müsavatçı
Demokrasi
Yazan : HAŞAN TANRIKUT
Fransız ihtilâli; o zamanki orta taba-kanmğ yine o zamanki (yüksek) tabakaya karşı ayaklanışı ve zaferidir Geniş halk tabakaları ihtilâlide “kullanılmış” ve aldatılmıştı. Moyar kumandasında Versay ü-zerine yürüyen ve krala karşı “ekmek isteriz!,, diye bağıran, aç halk eğer millî muhafızlarile Lafayet yetişmeseydi, bütün kral ailesini parçalıyacaklardı. Bu ve bunu gibi hareketler cereyan ederken Kont dö Mirabau sarayile meclis arasında mekik dokuyor, ihtilâlin cezri bir hal almasına, yani burjuva isteklerinin sınırını aşmasına mâni olmağa çalışıyordu. Kral aleyhine ayaklanan burjuvazi aristokrasinin, kendisini ezen salâhiyetleri ezdikten sonra kral taraftan kesilmekte gecikemedi. Kendini kurtarmak için Avrupa’nın müstebit krallariyle işbirliği yaptığı, kaçmağa yeltendiği halde kral burjuvalar tarafından tutuluyordu.
, 1 793 te kral cezri bir hamleyle idam ettirdiği gün Danton: Avrupa kralları bizi tehdit ediyorlar, onlara meydan okumak için, bir kral başı attım» diye bağırmıştı. Jan Pol Mora, Maksimilien, Robespier I 792 - 1 794 Jaksben. cumhuriyeti sıra-ında tamamile halkçı hareket ettiler. Sen derece namuslu ve dürüst birer ihtilâlci olan bu iki büyük adam, bilhassa İkincisi - için dar görüşlü tarihçiler «kanlı müstebit» sözlerini kullanırlar. Ves bile bu fikre iştirak etmez: «Terör mazlumlarından pek ziyade bahsedilmesinin sebebi bunların yüksek ailelere mensup şahsiyetler olması ve istiraplardan bahis olarak pek neşriyat yapılmasıdır.» Halkçı çehrelerin kısa bir zaman - o da mahdut olarak - koruyabilmiş olan ihtilâl derhal burjuvaca esaslarına döndü. Burjuvazinin köklü şekilde hâkim olması sonucunu verir.
Kandan gelen asaletin yerine, paradan gelen asalet kaim olunca halk - kâğıt üzerinde kalan bazı kanunî ve hukukî eşitlikler müstesna kiç bir şey kazanmış olmuyordu. Bununla beraber Fransız ihtilâlinin insanlığın tarihinde en büyük ilerleme adımlarından biri olduğu muhakak-tır. Böylece halk kendi asıl menfaatlerini temin etmek için mücadele ve söz hakktnı kazanmış oluyordu.
Burjuvazi pek tabiî olarak «serbest iktisat» sistemini müdafaa edecek ve «hür riyet bir bütündür, bunun için sair sosyal olaylar sahasında olduğu gibi, ekonomi sahasında da hüküm sürmelidir» demagojisini ileriye sürecekti. Fransız ihtilâli böylece müsavat veremiyen hürriyetçi dem ok rasinin yerleşmesi hâdisesidir. O, hürriyet vermiş fakat müsavatı hürriyete ezdirmiş-tir. Hürriyetçi demokrasi bize - ekonomik temeli aksak olduğu için - nazariyede kalan bir takım hukukî müsavatlar vermiştir. Fakat mesele bununla bitmiyordu: Aristokrasiye nazaran daha geniş bir tabaka olan burjuvazi nasıl aristokrasiyi kendi sinesinde erittiyse; burjuvaziden daha ge- I niş bir tabaka olan "halk” ta burjuvaziyi I
öylece sinesinde eritecektir. Bu, sosyalizm in zaferi olacaktır. Bütünlüğü ile Avrupa bugün bu tecrübenin arifesinde bulunuyor. İngiltereden, Fransadan, bütün Balkan ve orta Avrupa memleketlerine kadar!.. Bu, hürriyetçi demokrasinin yerine müsavat-çı demokrasinin geçmesi demektir. Fakat hemen söyliyelim ki çağdaş sosyalism tecrübeleri henüz burjuvaca demokrasinin atmosferde meşbudur ve tezatlar içinde bulunuyor.
Hürriyetçi demokrasi müsavatı, imkânsız hale getirince kendi bünyesinde sosyalist cereyanları doğurdu. Onun başlıca iddiası müsavatın, hürriyetin sinesinden doğabileceği idi. Fransız ihtilâlinden beri geçen 157 senelik bir tecrübe devresi bunun imkânsızlığını göstermiş ve bu tecrübeden alman neticelerle sol cereyanlar son derece kuvvetlenmiştir. Bugün müsavatçı demokrasiye doğru gidilmekteyken Avrupa bir hürriyeti-müsavat an-tagonizması içinde bocalıyor. Hürriyet mi? Müsavat mı? Her ikisinin bir arada yürüyemiyeecği anlaşılmış olduğundan me sele Avrupalılarca mühim fakat çaresizdir: Ya burjuva demokrasisine dönmek, veyahut müsavatçı demokrasiye yönelmek!.
Müsavatçı demokrasi demek hürriyetin inkârı demek değildir. Burjuva demok rasisinin aksine olarak (müsavatı hürriyetten değil) hürriyeti müsavattan çıkar-mek ve yeni yaratşlar ortaya koymak su-savatçı demokrasi tecrübesi,, diyoruz. İnsanların ekonomik bakımdan birbirlerini ezmelerine meydan vermeksizin teessüs edip, imtihanlar atlatmak, güçlükleri yenmek ve yeni yartışlar ortaya koymak su-retile yerleşen, sağlamlaşan bir sosyal düzen içinde hürriyet, müsavatın bünyesinden kendiliğinden fışkıracaktır. Hürriyetçi demokrasinin tekâmülü ekonomik köleliğe yani hürriyetsizliğe, müsavatçı demokrasinin tekâmülü ise hürriyete doğrudur. Bütün Avrupa şimdiki hürriyet - müsavat buhranını atlattıktan sonra sosyal kanunların zarureti elbette belirecektir.
AHMEDİN MESAJI!
Ben, ■
Burçak tarlasında doğup
Pancar tarlasında ölen
Ve altı bin yıllık kölen Kulaksızların Ahmed'im! Unutur muyum hiç, (
Beni tezeliğe ısıtıp,
Arpa kep eğril e büyüttüğünü.
Ve bir vişne kurusu gibi
Rüzgârda kurutup,
Güneşte çürüttüğünü!
Kısa sürdü ise hizmetim,
Kusur, arpa kepeğlle, ölümündür. Yoksa, nasıl kurtarırdım yakamı
Bu genç yasımda.
Ağa kapısından!
AHMET FEDAÎ
Uçtu Uçtu Kuş Uçtu
Aziz KESİN
Sayın Millî Eğitim Bakanımız, Lond-raya gittiği zaman, uçtu uçtu kuş uçtu, demişlerdir. Üstad Hüseyin Cahit Yalçın bu-tün cihan küfrü gezmeğe çıktı, ağzını açan olmadı. Kedilerin bile mahalle, mahalle miyavladıkları bu ayda, üstadın baharı bbaşına vurmuş gibi, böye birdenbire seyahate çıkmasına ne denir?
Kar var, yağmur var, soğuk var, çamur var, Avrupada açlık var. Kış kıyamet.. Böyle zamanda tren tren, vapur, vapur, uçak uçak, haD hap gezmeğe çıkılır mı hiç? Bunun Nisan. Mayısı yok mu? Haydi ihtiyar delikanlının son heyecanı kabardı diyelim. Peki ama. biz neyleve-lim? Biz, üstadın sadık okuyucuları.. Her Her gün Tanin ve Haberdeki başmakalelerini, harp ilâhı Mars’ın ağzından lâvlar fışkırır gibi dehşetle seyrederken, .onun - hutbe mi dersiniz, vaiz mı dersiniz, nutuk mu dersiniz - her ne ise oateş ve barut kokan yazılarını, kalbimiz duracak gibi o-kurduk. Ve:
— Ha patladı...
— Ha patlıyacak...
— Ha patlıyor..
— Şimdi.
— Bommm!!!.^
diye başımızın üstünde bir bomba korkusu ile titredik. Yalnız titremezdik, bir yandan da meçhul düşmanlara, dişlerimizi ve tırnaklarımızı bilerdik.
Peki şimdi ne yapacağız? Nişliyece-ğiz? Ne olacak bizim halimiz dostlar O savaş türkülerini, o harp marşlarını, o seferberlik nağmelerini bize kim söyliye-cek?
Senenin çok aylarını seyahatle geçiren Ahmet Emin Yalman’a, Hüseyin Cahit «Modem vliya Çelebi» demişti. Şimdi kendisi ultra modern Evliya Çelebi oldu ama, yazılarını göndermiyor.
Galiba üstadı da kuşa çevirecekler. Haydi diyelim ki, uçtu uçtu, Hüseyin Cahit uçtu. Peki ama Hüseyin Cahit, kuşlardan neye benzer? Serçe desem olmaz, karga desem, estağfurullah.. Eğer gençliğindeki gibi aşk nağmeleri şakısaydı ve şimdi dut yemeseydi bülbül derdim. Saksağan demek haddimiz değil.. Papağan da güzel kuşbur ama, kafesten çkıp uça-maz. Deve kuşu... Ne münasebet... Ne kuşu olursa olsu, kuş işte...
Demokrat Milletlerde Millî Eğitim
Sovyetler Birliğinde millî Eğitim
Rus milleti Lomonossov, Mendeleef, Zinine, Setchenov, Mechinkov, Timiria-zev, Pavlov kibi âlimler, Pouchkin; Go-gol, Lermantov, Tolstoi, Turgeniev, Dos-toievski, Chevenko, Soltykov, Chtchedıi-me, Tchekhov, Gorki gibi edebiyat üs -tadları; avangard filozoflar, Hortzon, Dobrolioubov, Tchemyehevski, gibi İh -tilâlci adamlar; Glinin, Moussorgski, Bo-rodine, Tehaikovski, Rinski Korsakov giki dâhi müzisyenler, Sourikov, Repine, Se-rov gibi çok iyi ressamlar; Chtehopkine, Ermolova, Stanislavski gibi birçok tiyatroda yenilik yapanları dünyaya vermiş -tir. Kültür şubelerinin her kısmında göğsünden çok iyi sanatkârlar çıkaran, ilim ve sanatın her sahasında yeni yollar açan Rusya halkları çarlık tarafından okuma-mazhğa, cehalete mahkûm edilmişlerdi. Çarlık Rusyada millî eğitim yoktu; mek -tep şebekeleri halkın eğitimi için kâfi değildi. Bunun için Birinciteşrin ihtilâlinden beri mazinin karanlık mirasına, cehalete karşı bütün milletin iştirak ettiği bir mücadele başlamıştır. Her an, mütemadi bir gayretje ne kuvvet ne vasıta eksik olmak sızın Sovyet hükümeti bu gaye için bütün okumuş insanları harekete getirerek şehirlerde ve köylerde onlarca milyon büyük kimselere, kültür kapılarını açarak yazmayı ve okumayı öğretmiştir. Büyüklerin eğitimine muvazi olarak ço -cuklar için mektep şebekeleri son derece geliştirildi. Çok kısa bir zamanda fevkalâde neticeler alındı.
1897 de Çarlık idaresi altında bin nüfus sayısında dokuz yaşından yukarı olanlarda bütün memlekette yalnız yüzde 24 ü okuma yazma biliyordu. Erkekler yüzdenin 35.8 i, kadınlar 12.4 ü idi. Çar hükümetinin siyaseti neticesinde birçok mahallerde okuma, yazma bilenlerin ade di ancak % 2 - 3 idi. Bu vaziyet 1917 ye kadar hiç değişmemiştir. Fakat 1926 nüfus sayımı ciddî bir ilerleme gösteriyordu. Bütün memlekette okuma yazma bilenlerin umumî yüzdesi 51,1 idi. Erkekler yüzdenin 66,5 u, kadınlar 37,1 dir. I 7 İlkkânun 1939 da ikinci dünya harbinden hemen evvel yapılan son nüfus sayımı okumamazlığın tasfiyesi için mücadelede Sovyet halkları tarafından elde edilen parlak neticeleri gösteriyor. Memleketli umumî heyetile okuma, yazma bilenlerin yüzdesi % 81,2 ye yükselmiştir. Erkek -ler yüzdenin 90,8 ini, kadınlar 72,ü sini teşkil ediyor. Birleşik Sovyetlerin bütün halkları biribirlerine kardeşçe yardım ederek büyük ilerlemeler yapmışlardır.
Sovyet hükümeti onlarca milyon işçiye cahilliği kökünden kesip atmak için kültür ve umumî hayata karışmak yolunu açarak yardım etmiştir. Bu işle aynı zamanda, toplu halde ilk ve meslek okulları ve geniş bir yüksek İlmî ve kültürel öğretim müesseseleri şebekesi kurulma -
ğa başlandı.
1914 te Çar Rusyasmda her türlü öğretim müesseseleri mecmuu 8. 137. 200 talebe ihtiva ediyordu. Halbuki 1939 da Rusyada 34.173.000 dir. 1914 ile mukayese edilirse 1939 senesinde talebe a-dedi: 1) İlkokullarda 7.260.000 den 21.333.500 e ('hemen, hemen üç misli bir artış)
2) Orta okullarda 764,600 den
İLHAM FERİSl/mutfakda hava sazı, banyoda terkos suyu, telefonda düdük sesi.
ORAK /G harfinin esrarengiz görünüşü. ÇEKİÇ: Troçki yoldasın basma düsen se-hamıkaza
MÜSABAKA: GENÇ ŞAİRLERE HÎLAT-GİYDİRME VE CAİZE Dağıtma merasimi.
CEZBE: Songünlerde rüfaillktaslayan
bazı mecmuaları abuk sabukliği.
ŞEHİR TİYATROSU: tstanbuiu modern sanat istilasından ve İstanbulluları tiyatro iptil&sından koruyan kahramanlar kışlası.
MUHTEREM KATİL: Geçenlerde Kuru Çes mede açık hava tiyatrosunda oynanmış olan bir dıramm bats aktörüne bir avukatımızın bol keseden sunduğu unvan.
ÇİFTÇİ: Demokrat partinin kendi azası o-lan büyük toprak sahiplerine taktığı namı müstear.
DEMOKRASİ: Bir çoğumuzun sık sık gördüğü tatlı ve penbe bir rüya, gibi bir şey..
ZÜLFÜ YAR: Memnu meyva, teline el »ü renin akibeti ya vekâlet emri, yahut cezaevidir.
YOBAZ: Softanın Çömezinin çömezinin çömezi. Bu cümle tersinden tertiplenirde okunursa mübarek daha eyi tarif edilmiş olur-SAHNE: Bazı tiyatro rejisörlerinin
BELEDİYE REİSİ: İstanbul meydanlarının merdivenci basısı.
ENDAZE: Şimdiki genç şairlerin şiir ölçüsü eskiden onunla Manisa bezi ölçülürdü.
«AlAinüsema çıkmış, bak» derlerdi, Çocuk gözlerimle bakardım sana, İki ucun da kalbimdeydi
Ve inanırdım
altından geçenlerin kızken erkek, erkekken kız olacağına..
Bu İnançla
uzun yollar yürüdüm, dağlar çıktı önüme, altından geçemedim..
Seneler geçti, ağır ağır.
Seneler geçti, başdöndüren bir hızla, Büyüdüm:
Çocuk gözlerimden eser yok, Artık o Sabri değilim, Sen de o Alâlmisema değilsin; İnan amam bugün altından geçenlerin kızken erkek, erkekken kız olacağına.
12,236,800 e (altı misli bir artış), 3) yüksek öğretim müesseselerinde 1 12.000 den 602,900 e (5.4 nisbetinde bir artış). Eğitimin umumî seviyesi seneden seneye çok yükselmiştir. Orta öğretim gelişmesi bu gelişmenin hususî bir karakterini ta -şımaktadır. 1939 nüfus sayımına göre memleketin umumî heyeti için ortalama olarak orta öğretimi olan insanlar binde 88,6 idi, ve 29 yaşta olan insanlarda ise bu nispet binde 200 dür. (Yani umumî
olarak alman rakkamın iki buçuk mislidir.) Orta ve yüksek öğretimin seviyesi Sovyet Birliği, Cumhuriyetinde devamlı olarak artmaktadır. Hitler Almanyasının tecavüzde yanda kalmış muazzam plânların icrası olan üçüncü beş senelik plân daha o zaman (1930 dan 1933 e kadar) birçok ilkokul ve bütün Birlikte 7 sınıflık ve şehirlerde tam 10 sınıflık orta okullar yapmıştır. Diğer taraftan şehir ve köylerdeki büyüklerin umumî ve mesle -ki eğitimi büyük bir ölçüde başlamıştır. U. R. S. S. in Anayasasında kaydedilen bütün vatandaşlar için okuma hakkı fiiliyata geçmiştir.
Çeviren: K. Şırıl
Sulha Muhtacız
Bambaşka bir manâ taşıyorsun,
Bir ucun kalbimde,
Bir ucun kafamda, Dünyayı kucaklamışım sanki Ve kalbimle kafam arasında
renk renk bayraklar kardeşçe gülümsiyerek birbirlerine sulhu ve saadeti müjdeliyor,
insanlara..
Kızlar kız, erkekler erkek kalsın;
Biz sulha
ve saadete muhtacız.
Sabri SORAN
Cumartesi
Türkiyenin en büyük magazinidir. Her cumartesi bayilerden arayınız.
Dikkat: Abone fiyetlerimizde büyük tenzilat yapılmıştır. Okuyucularımızın bundan faydalanmalarını tavsiye ederiz.
Gün’ün yaşatmak elimizdedir. Abone olunuz ve muhitinizede de abone yapınız 1
Teknik sebepler dolayısile geciken (Gün) okuyucularından özür dilerken bundan sonra Çarşamba günleri çıkacağını bildirir.
Doslarım ve Kardeşlerim
Yazan: Adiloglu
Muıhammedin, güm doğmadan mümini erini uyandıran sabah (ezanları ve İsa’mın çalılaıü yotk iken de sen, yine kızıl şafaktan görmek içim tarla kuşlarından öce uyanır, karıncalardan öcıee işe koyulurdun. ı
Yüzünü karsurtaln duman veya güneş, aktım buruşturan rüzgâr veya alev, ellerini köseleleştiren tahta sapan veya çekiç ne ise sen de hâlâ omın. Seci, o kadar tabiattan bir parçasın ki, atomun sırrına erildiği halde senin bir kılın bile değiş-t inlemedi.
Çatal dîağmm yabani otlan, Kaz dağınım ak kayaları, Ercıyaşm karlı, Keşişin dumanlı başları ve Haymanamın poyrazı ne ise sen yüne otiım, neylesem, netsen hep osun!
Ey obalann ve tezgâhların çocuğu, ey tezek’er kenekler ve kağnılar diyarımın aksaçlısı, senSrr.çin dünya dönse de bir dönmese de Yiyen onlar, yediren sen, geyen onlar, geydirem sen.. Eğlenen, /okuyan ve dünyayı tanıyan onlar, masraflarını ödeyen sen! Ve sen, bir mağara adamı kadar yoksul, bir yetim tarlası gibi bakımsız olduğun halde [onlar, utanmayı, arlanmayı bir yatsa koyup, namına kasideler yazmakta, ve sana bir put gibi tapmakta birbirlerile rekaibete girişmişlerdir.. Kavgaları, döğiişleri, seni paylaşmak için dir, kurtarmak için değil.. Sana olan her kaside bir tuzaktır, her ibadette bir hasis maksat vardır.
Sen ey [ilk ev orta çağların kölesi, bu atom çağının da sana getirdiği müjde, köleliğin daha bir uzunca müddet u-zatılmış olduğundan ibarettir.
Ve onlar, irfan lan, iz’anianle müf-tehir... onlar, pek yakında ve kuş tüyü yalaklarında senin hali ■»iirrn.elâliıne yeni ka" sideler yazmak lütfün da buhmacaklardır.
Ve gün gelecek bu Hamiyetleri, bu gayretlerde övünüp sahıa kâşaneleri önünde ı davul, zuma çaldıracaklar dır, çünkü onların:
«Bir utartmaz yüz, yaşarmaz gcj> bütün sermayesi.»
Sen ey, baht volkanının ateş lâvlarına göğüs geren nesilerin çocuğu ve ey benim vicdanımın, şuurumun, ilham e-nerji kaynağı, unutma ki, sen, Okyanus- 1 lara atılmış bir kazazedesin. Hayat ve kurtuluş ümitlerin yalnız kemdi pazulannda ve nasırlı ayaklarında dolanmıştır. Ne birlerden, ne onlardan hiç bir şey bekleme. Okyanus kıyılarına çarpan rüzgârların nağmeleri senin kurtuluş dtestanlancım ilk mısralarıdır!..
Muasır Kapitalizmin Ekonomik ve S
Kant’ın tenkidi felsefesi bir buçuk asırdan fazla ihtiyarlamış, bir çok felsefe sistemleri onu takip etmiş ve meşhur olmuşlardır. Fakat büyük filozofun eseri ne unutulmuş, ne de kaybolmuştur, ve yeni ekoller, zaman zaman, onun bize bıraktığı hâzinelerden yeni bilgiler çekmeğe devam etmişlerdir.
Üç nesil ihtiyarlamasına rağmen Kantin eserinden bize daha yakın olan Kari Marks'm eseri yine bu ölmezlerdendir. Tarih felsefesi bakımından Marks'm eseri çabuk değişmelere tâbidir; zira neslimizin tarihi inkılâpça o kadar engindir ki, zamanımızın bir senesini, eğer ıbu ikinci dünya harbinin hesapsız felâketleri göz önüne getirilirse, on seneden hattâ eski zamanların bir asrından fazla bir yenilik or-taya çıkarıyor. Bundan şu çıkıyor ki, Mark sın ve o zamanın sosyal devri için hükmettiği pratik neticelerinin bugün kıymetli olması, bu neticelerin kazanıldığı metodun bütün kıymetini muhafaza ettiğinden ve analiz vasıtası ve devrimizce rehber c>-larak kat i bir değeri olduğudur.
Marksın materyalizm istoriği, sınıf mücadelesini tarihî oluşun esası ola rak kabul eder. Bütün sosyoloğlann büyük ekseriyetinin kapalı kemkümlü gene, hattâ samimî olmayan bir şekil altında ideolojik âmiller önünde cambazlık ederek ifade ettiklerini biz Marksitler basit olarak söyliyelim. Fakat metodumuz ilk evvel şu sualleri bize sormağı cebrediyor. Sınıflar değişti mi?
«Iş - sermaye» kavgası esası; «Burjuvazi - proleterya» kavgası bugün ne haldedir? Ve devlete gelince üzerine kurulduğu ekonomik temelin maruz kaldı-ğu bünye değişikliğine muvazi tadile uğ radı mı? Riitiin bu değişikliklerin programımıza ve tabyemize cebrettiği tadiller nelerdir?
Bütün bu mevzuları bitjrmek için bü yük ciltler gerekecek. Onun için bura-

ANARŞİZM: Küftük burjuva siyası cereyanı, Baftlıca mümessilleri, potkindir. Anarşizmin şunlardı^: Hükümet sistemint-j-ed, disiplinli"-çâ- 1
lışma sistemini inkar. Ferdi teröre taraftar o-Inn Anarşizm bu suretle bütün içtima! inkilâp-hareketlerinl baltalayan bir düşünüş ket tarzıdır.
TREDÜNYONİZM: 1824 senesinden gilterede amele teşkilâtını temsil eden yedir. Sınıf mücadelesini yalnız İktisadi cephede yürüttüğü İçin işçi hareketini insiyaki gidişe, bırakır. Bu suretle de uyuşturucu siyaseti İle o-purtunist olarak tanınır.
Prudhon, Baconln, Kro-karakteristik tiratları
ve hare-
berl în-nazarl -
Le Presse de France’dan tercüme edilen Kari Renner tarafından) yazılmış ve dünya Makaleyi «GÜN» okuyucularını Avrupanı lendirmek üzere c
da bazı parça işaretlerle iktifa edeceğiz.
KAPİTAL ve kapitalist
Kapitalist (tâbirin ifade ettiği en geniş mânada) istihsal vasıtalarının, hâkimidir. Onun işi, şahsen bu istihsal vasıtalarını harekete getirmek ve işin gidişini idare etmek ve bundan ötürü husule gelen pluvalue'yi bir kısmı şahsî iştüılâkine. bir kısmı da teşebbüsün büyümesine tahsis edilen (şahsî biriktirme) plusvalue’yi kasasına atmaktan ibarettir.
Bu nevi kapitalistlerden ve bu cins kapitallerden bugün hâlâ göz alıcı bir miktar bulunmaktadır; fakat zamanımız için tipik, şimdiki tekâmül için miyar olmaktan kalmışlardır. Bugün sınaî, ticarî ve malî müesseselerden ve İktisadî işlet-melerinıen bahsedilmekte ve bu müessese-re sahip insan veya insanlar meselesi ta-mamile ikinci derecede bulunmaktadır. Bir fabrika faaliyetine ve hiç bir suretle bir sahip değiştirmeyi hissetmemesi ancak bir miras neticesi veyahut anonim şirketi haline inkılâp etmesiledir. Teşebbüsün günlük faaliyetinde işçinin mal sahibine tesadüf etmesi nadirdir.
Biz «kapitalistin» bir çok insanların şuurunda silindiği bir kapital karşısında bulunuyoruz.
Bir nesil oluyor, sendikalist «kendi» kapitalistinin karşısında umumî nizamında bulunuyor; bugün bu neslin bir anonim şirkete işi düşmüştür. Ne geçti? Yarım a-sırlık bir ekonomik tekâmül, sermayenin fonksiyonlarını ayırdeder.
İstihsal teşebbüsünün genişlemesi, istihsalin artması, iş verenin devamı, işçi-
ANTAGONİZM: Blrlblrlerile barışmalarına imkan olnrayan tezatlar.. Cemiyet İçinde devamlı mücadele halinde bulunan menfaat zıddiyetle-
tKTİSAIlt TEMEL: istihsal vasıt-alarmın üzerinde karşılıklı meydana gelen münasebetler; bu münasebetler dolayısile husule gelen hu-uk ve siyaset üstyapıyı teşkil eder.
KOl.l.EKTİVİZM: İçtimai meselenin hallini, bütün Istlhtal vasıtalarını umumun müşterek malı haline getirmekle Marx Kollektlvizmln vlzml kabul edenler
mümkün gören sistem. Kari müessflerlndendlr. Kollektl-kapltallst devri su suretle
tahlli ediyorlar: istihsal vasıtaları küçük ellerden yavaş yavaş adedi mahdud birkaç ele geçmek suretile tek elde toplanma hadisesini yaratıyor. Bir gün ihtilal yolu ile Ilga edilmiş olan eskt arazi feodalitesi bu mali, ticari ve smal (toplan-
JSyal Bünyesi Yazan: Dr. Kari Renner

bu yazı, Avusturya Cumhurbaşkanı Dr. kültür çevrelerinde alâka uyandırmıştır, ı yem sosyal ve kültürel sistemiyle ilgilimize çevirdik.
________________________) nin azamî verîmile alâkadar bir teknik direktör tarafından idare edilir. Ücretlerin artışına hiç de düşman değildir; ve gelir-liği bîr imperatîf categorik olarak saymaz. Böyle bîr vazıyet işçiye daha çok güzel gelir.
Bu teknijk ıinektörün yanında olan ticari bir direktör her şeyden evvel bir gelirliğe bağlıdır: Aşağı ücretler ve mad' dî menfaatler, gelirliğin iniş ve çıkışına göre, istihsalin genişlemesine veya daralmasına ve hatta bazı usullerde işin tama-mile durdurulmasına, işçilerin hoşuna git-miyebîlecek bütün şeylere hüküm verir ve nihayet, sermaye bulmak, kredi ile meşgul clmak, kârların kıymetlenmesine bak makla meşgul malî direktör vardır; işin şa sî kalmağa mecbur olup olmaması veyahut birleşmelere ve tertiplere tevessül o-lunup olunmaması, kartellere iştirak edilip edilmemesi veyahut bir tröst içinde eriyip eıîmemesîne hüküm verecek odur. Mal sahibini mülkünü bizzat emrinde bulundurmak külfetinden kurtarır. Onun faaliyeti, işçiye şüpheli ve tehlikeli görünür.
Büyük teşebbüslerde umumî bir direktör bu üç esaslı memurun faliyetlerini ahenkleştirmeğe gayret eder.
Böylece sermayenin sahibi, bütün sermayedar fonksiyonlarını, bir kişiye devretmek üzere kurtulur. Kendi payını senelik safi kâr içinden almağa devam eder; bu işçiye tamamîle mânâsız ve lüzumsuz gelen bir fonksiyon böylece bir ekonomik ve kırtasiyecilik bugün fiiliyatta milletin başlıca servetlerine konuyor. Hattâ
malrnn -yekdiğerine muvazi surette vukuu ile yeniden tesis edilmiş ye esaret devrine yeniden clö-nCîmSş-sâncSktır. Diğer taraftan modern sanayii münferit istihsale sevk etmek gayritabii bir irticadır. Bu İtibarla Kart Mars’tan sonra gelen Koltektlvistlerce menfaatleri telif edici yegâne çare «mülkiyet üzerindeki bugünkü vaziyeti muhafaza ederek bundan sonra bu mülkiyete ilâve edilecek şeyler üzerinde kollektlvizml İlân etmektir.» diyorlar. Aynı zamanda tamamen sahsl olan yani ona sahip olunca hususi bir kıymeti olan mülkiyetlerde umumi İştirak haricinde tutulmalıdır. Blnnetlce Marx'a göre başkalarının emeğinin istismarından meydana gelen şey yani kapital Artık tarihe kasrımış olacaktır. Yalnız hürriyet namına bir tehlike teşkil eden şey hususi istihsal vasıtalarının (maden, fabrika, çiftlik, v.s)
bu kırtasiyeciliği zamanımızın hakikî ida-Te edici sınıfı olarak, kralı tahtından indirmeğe hazırlanan ana kraliçe gibi ka bul eden nazariyeciler bile vardır.
Bu ekonomik kırtasiyecilik nereden geliyoı. Bir çok teknik ve yüksek ve orta ticaret meteplerinin ekseriyeti memleketlerde kuruluşun tarihleri aransın, bu kurulusun bir asırdanberi elde etiği genişlik ve İktisadî hayatın içine her sene attığı diplomalılar bilinsin. Umumî heyetile bu mektepler geçen asrın ortalarına doğru ehemmiyetsizdiler. O zamandanberi bütün diğer tedris şubeleri üzerinde görünür bir ilerleme elde etmişlerdir. Tek tek şahıslar, İçtimaî bîr sınıf olmuşlardır. Geniş bir temel - genç müstahdemler - üzerine oturan ve tepesinde endüstri şövalyelerinin ve spekülâsvon sergüzeştçilerinin çırpındığı bîr silsile ile darlaşan İçtimaî sınıf!
«Şahane» bir tüccar ve «dâhi» yeni sanayi öncüleri ne oldular? Biri ve ötekisi.. Kmıpp’lar ve Ford’lar gibi, kapitalizmin kahramanlık devrinin asîl numuneleri idi. Şimdi de bıı fonksiyonu yapan kapitalistler var mıdır?
Yeni bir keşfeden, teknik, ticarî ve malî bütün unsurları zihninde tasarlayan, tertipliyen ve onlardan bir realite yapmak kudretini duyan umumivet itibarile sermayesiz bir dâhi, teşebbüs etme imkânsızlığında bir dâhi müteşebbistir.
Yeninin meydana çıkarılması, yeni maddelerin, yeni enerji menbalarınm kesfini insan umumî kaide olarak aç kâşiflere borçludur.
Vaktile kapitalist tarafından yapılan keşfetme fonksiyonu bugün «kapitalsiz» ler tarafından doldurulmaktadır. Kapitalin tarihî vazifesi ikmal edilmiştir. Dâhileri - müteşebbis ve kâşif - tutuyorlar ve onlara ücret veriyorlar; ve hakikatte şudur ki, bu ücret çok zaman oldukça yüksektir.
İstimlâkidir. Buna sahip olanlar, olmayanlar tarafından kuvvet tarlkile gasbolunacaktır. Binaenaleyh yalnız bu hususi İstihsal vasıtaları kollek-tlvlzm ile ölüme mahkûm edilecektir. Kollekti-vlzml başarma yolları ve çareleri eşyanın tabii zaruretlerine göre değişmektedir. Kapital, kozmopolit, elâstiki ve seyyal bir mahiyet arzettiğl İçin bütün dünyanın her tarafında mücadele etmek bütün memleketler işçileri arasında beynelmilel bir İttihat vücurte getirmek lâzımdır. Bundan sonra kaplyalist mülkiyetleri müşterek mülkiyet haline getirmek meselesi milletlerin siyasi vaziyetlerine bağlıdır. Binaenaleyh sınıf halinde toplanmış vasıtalarla İktidar mevkiini ele geçirmektir. Son çare ise şiddetli bir ihtilâl yapmaktır. Kollektivistler bunu tekâmülün nihai bir safhası olarak kabul etmektedirler.
• •

Denge-i-mühlik
Doğan RUŞENAY
Çok yüksek mühendis - müteahhitler olduğu gibi yüksek - filozoflar da vardır. Geçenlerde bunlardan birine Bayazıtta rastladım. Cami-i şerifin önünden geçiyordum. Kubbe, kemer ve sütunlardan ibaret bütün 'ün tabiî bir parçası olarak dikilmiş, - Hipopotam’ın kendi mu-* hitine her hususta intibak etmesi gibi -kubbeler, kemerler ve sütunlar iklimile kaynaşmıştır. Onu pek az görmüşlüğüm vardı, başka zaman görseydim, tanıyamazdım, fakat o anda, içinde bulunduğu «Geştalt» sayesinde mübareği derhal tanıdım!..
Hipopotam kendi fizik muhitile intibak halinde bulunur. Tanıyıverdiğim yüksek - filozofun osyalliğini inkâr edecek değilim. O, şüphesiz sosyal bir hipopotamdır.
Durkheimin nazariyelerile yeşeren bir tarlada büyüdüğü için cemiyetin minarelerin tepesinde kurulmuş bir muvazene olduğuna inanır. Durkheim ve onun Türkiyedeki merhum acentası «Cemi yetin temeli dindir» demiyorlar mı? Bizim yüksek - filozofun minarelerle ülfeti yalnız teorik sebeplere dayanmayıp çok sağlam pratik - müşahhas sebeplere de dayanır.
Onun minare hayranlığı boyunun kısalığından doğmuş bir aşağılık (kendi tâbirlerde yükseklik) kompleksinden kuvvet almaktadır. Böylece yüksek - filozof: boyun minare-i- şerifle - Baltacıoğ-lunu aksine - yarışamasa bile telifat-ı-ahlâkiyem elbette yarışır. Ama, hâşa, sümme hâşa geçmez.» demek ister.
Evet, cemiyet /minarelerin. tepesinde kurulmuş bir denge-i- mühliktir.. Muvazeneyi bozarım korkusiyle çok yüksek-filozof bir müddet ne sağa ne sola kaç-mayıp tam orta yerde durmak için ayaklarına kalın çiviler vurdurdu. Ne hikmettir bilinmez, yüksek - filozom maddî, mânevi bütün cehitlerine rağmen günün birinde kendini daha bir çok «yükseklerle» beraber tahtaravalli'nin sağ ucuna yerleşmiş buldu.. Kendisine arkadaşlık edenler 20-25 yıllık oldukları için Fransız, İngiliz burjuvalarından taklit ettikleri he/ şey evlerinde, üstbaşlannda sırıtıp duran sonradan görme kimselerdi. Garplı benzerleri dünyanın her tarafında ufka yaklaşırken onlar yumurtadan vaktinden çok sonra çıkmış acayip piliçler gibi sıska ve ’ tüysüz hailenle koca bir tavuğun peşinde dünyanın patırdısını koparıyorlardı. Bi- ' zim yüksek - filozom Avrupa mistisizmi denilen tovuğun altında tıpkı öteki arka- * daşlan gibi yumurtadan jok geç çıkmış sıska, tüysüz bir felesofî piliçtir.
Tabiat garibesi piliçler ağır basalım diye - yanlarına imam, müezzin, kayyum ve şeyhleri alarak - tahtaravallinin sağ ucunda toplanınca korkunç bir tehlike * (Lütfen sayfayı çevirinizi

Tevfik Fikret
Demokrat büyük sanatkârlar serisine yerli bir sima ile başlamağa karar verince evvelâ Fikreti düşünmemek mümkün müdür? Demokrat sanatkârı halkın
I
anlıyacağı lisanla ve halka göre yazan mânasına alınca Fikreti demokrat saymak belki doğru değildir. Fakat halkın o günkü fikrî seviyesinin hazım kabiliyetine Tağmen halk menfaati için harekete gelen bir adam diye düşündüğümüz zaman Fikretin tam bir tavsifini yapmış oluruz.
Evvelâ kısaca hayatını yazalım: 1282 kışında doğmuş 1331 ağustosunda ölmüştür. Tahsilini Galatasarayda yapmış, öğrendiği Fransızca ile garp âlemile temasa gelmiş, ve oradan aldığı ilhamları bir tekke sırrı gibi yalnız beş on kafadar arasında paylaşmakla kalmıyarak bunları bütün münevverlere aşılamağa çalışmıştır.
Fikret evvelâ hariciye kaleminde, sonra öğretmenlikte bulunmuş, bir aralık Galatasaray müdürlüğü etmiş, nihayet Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile geçinemedi-ğinden Galatasaraydan ayrılmış ve tekrar evvelce öğretmenliğinde bulunduğu Rober Kolleje kat’î olarak girmiştir.
Fikret memleketimizde lâyık olduğu şekilde anlaşılmamış bir adamdır. Bundan altmış sene evvel yazmağa başladığı inkılâpçı şiirleri hazmedilmemiş, geri muhitlerin husumetini celbetmiştir. İstibdat idaresine karşı en gür sesile bağıran Fik-retin şiirleri elden ele dolaşmış ve bir çok günülerde yeni bir imanın ateşini yakmıştır. Meşrutiyetin ilânına candan sevinen büyük şair, biraz sonra bu yeni inkılâpçıların da istibdada kaçtığını görünce onlara da ateş püskürmeğe başlamıştır, istibdada karşı yazdığı:
i Zulmun ıtopu var, güllesi var, kafası varsa {Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
GÖz yumma güneşten, ne kadar nuru
.____kararsa,
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır.
meydana çıktı: Denge öyle bir bozuluş bozuldu ki, yüksek makamlardan «iğ-Tenç kara toprağa» düşüp parçalanmak korkusu efendileri çıldırttı. Öte tarafta, dengenin bozulmasile - hafif oldukları için - yükseliverenlere, toprağa inmek için can atan ve bundan korkmak şöyle dursun, aksine sevinenlere seslenmekten başka çare kalmamıştı: «Haydi dostlar biraz ağır basın hele, artık biz de sîzdeniz» diye yalvardılar, ötekiler minare tepesin-
kıt’ası, her devrin ve her neslin daha ileriye iştiyak duyan genç ve münevver inkılâpçıları için bir heyecan ve ümit mer.-baıdır.
Fikret hâlâ bir münakaşa mevzuudur: Kimi ileri ve inkılâpçı fikirlerini hazmedemez, kimi insancılığını kabul edemez, kimi vatanperverliğini anlamak iktidarında değildir. Edebî mahkemeler kurup hak kında karakuşî hükümler verirler. Halbuki Fikret bugünkü fikir ve itikat hürriyetinin adedi birkaçı geçmiyen mübeş-şirlerinden en tesirlisidir. Hâlâ bugün dahi hoş görülmiyen fikirleri varsa bunlar kendisini yarının adamı saymak için en kuvvetli delillerdir. Fikret içinde yaşadığı koyu karanlıklarda hep gençliğe seslenmiş, hep .onlara ümit bağlamıştır. Onun hitap ettiği gençlik şüphesiz bugünün olgun çağdaki insanları olmuşlardır.' Fakat Fikret o kadar büyüktür ki, onun yüksek insanlık davalarını birkaç gençlik nesli ancak başarabilecektir. Bu itibarla Fikret bugünkü gençliğe de yarınki gençliğe de hitap eden bir şairimizdir.
Her nevi dar düşünceyi reddeden Fikret ilme büyük hürmet duyuyor ve her kurtuluşu -ondan bekliyordu. İnsanların gözünü açacak tarafsız bir ilim zihniyeti en büyük hedefi idi. ilmin rolünü anlatmak için: - :
«Düşmek etrafı görmemektendir»
diyor ve imanını şöyle ilân ediyordu:
«Bir gün yapacak fen rai siyah toprağı altın,
Her şey olacak kudreti irfanla inandım.»
de tahtaravalli kurmak devrinin geçtiğini, tahtaravallinin ancak toprakta kurulabileceğini bilen kimselerdir. Düşüş hâdi esme göre hazırlanmış, bir an önce toprağa basmak istiyorlardı. İş artık olacağına varsın diye piliçlere şöyle cevap verdiler: Siz bizden olacağınıza biz sizden olalım, yıllardır bunun için uğraşmıyor rruydunuz, işte biz de sözünüzü artık kabul ediyoruz,» Bu cevaptan sonra piliçler sağa doğru doğru yürüyüverdiler, Denge-i-mühlik tam oldu.
Mümkün mü?
Mümkün mü can kardeşim, mümkün mü içlenmemek
Yağmur atmağa başlayınca şöyle inceden inceden?
Bilmem nedir, ne vardır koynunda bu akşamın.
Mevsim sonbahar, ağaçlar yeşilden sarıya dönmüş Saat yedi sularında, caddeler cıvıl cıvıl İnsan.
Mümkün mü can kardeşim, mümkün mü içlenmemek, Dertlerimiz varken tarife sığmaz, Saadetten nasipsiz İnsanlar yasarken. Mümkün mü yârin, serv- endamına şiir söylemek?
Biden ne gelir, hem ağlamak kifayet etmez. Ne kadar cömert olsa gönül bir şeyimiz yok ki verelim, Sizi ancak mısralanmız teselli edecek şehrin kenar semtlerinde oturan insanlar. Mümkün mü can kardeşim, mümkün mü İçlenmemek Düşündüğümüz andan itibaren Sokaklar, sokaklar
dolusu kimsesiz cocuğu, bahsetmek isterim saadetten, türlü dilim varmıyor: Ac karnına, ac karnına türkü söylemeğe.
A. t BETEROOLU
Evet! Ben de şairim
Ama neyllyeylm bir
Köy odasında
Derlenil-, toplanır aksam olunca Köylü erkekleri köy odasında
Köşeler, bucaklar halkla dolunca Laflar çifteleşir köy odasında
Tazmin kosuşu, tavşan kaçışı. Tilkinin kümese gizli akışı Kurtların birleşip köye dalışı Ballanır, dallanır köy odasında
Ahmedm öküzü, Mehmeciln dayısı Haşanın Söylenir,
Alinin tayı, dayımı dayı, koyunun sayı
güttüğü
sayılır köy odasında.
kesimi, imam çıkışı,
Bekçinin
Muhtarın rastgele para atışı, Kolcunun bütün kış işsiz yatışı, Elenir, belenir köy odasında...
Moskofla Alaman düştü çıkmaza, Japond-a son sözü aldı ağıza, Ingiliz çöllerde bindi yağıza. Tebliğler neşrolur köy odasında-.
Bu yıl da buğdayda artık gidiyor,. Sekerle tütünde onu güdüyor, Memurun maaşı hapı yutuyor, Devalar aranır köy odasında.
Yirmi yedililer terhis edilmiş, Türklere emin ol
Ordunun kuvveti
Siyaset demlenir
güven denilmiş, yaman bilinmiş, köy odasında..
Kâmil Bozdağ
Suçlar Üzerine İncelemeler
3
Esat Âdil MUtecaplloğln tarafından hazırlanan ve resmî rakkam ve kaynaklara dayanan aşağıdaki tahliller îürk yeda işlenen suçlar hakkında okuyucularımıza oldukça esaslı bilgiler verecektir.
Köylerde işlenen suçlarla şehirlerde işlenen suçlar* arasınd a bir çok katago-rik farklar vardır. Bunum şebeklerini köylülerle şehirlilerin tabi oldukları İktisadî ve içtimai şartlarda aramak lâzımdır.
Köylerde siyasi mahiyetteki suçlara hemen hemen hiç rastlanmaz umutniyet-le emekte oldukları başlıca suçlar şunlardır: Meskene tecavüz, vazifede ihmal, vazifeyi siiiisrtimal (muhtarlar ve bekçiler) rüşvet verme, emre muhalefet, muhtar ve bekçiye hakaret, suç tasmii, başkası marnına hapse girmek, iftira, yalan yere şeha-det, yalan yere yemin, cürme yataklık, kendiliğinden hak alma, kasdem yangın çıkartmak, cebren ırza geçmek, kızlık bozmak, kız ve kadın kaçırmak, zina, nesebi gizlemek, adam öldürmek, yaralamak, söğ tnek, düğmek hırsızlık, ya^ma ve yol kesenek, emniyeti suiistimal, başkasının mülküne tecavüz, tahrİD ve izrtar, silâh ve pı-çak taşımak v. 5.
Bunlardan başka, kaçakçılık, buğday koruma, nüfus, tütün, orman kanun ve nizamnamelerine muhalefet.
Köylüler suçları umumiyetle aşağıdaki sebeb ve saiklerle işlerler:
Kavga ve münakaşa, sarhoşluk, kan gütme, kin husumet, mal ve mülkihtilaf-lan, miras ihtilafları, kadın ve aile ihtilafları, köy politikasın m doğurduğu şahıs veya zümre ihtilafian, para hırsı, zina, müdâfai nefs v. s.
Bu saiklerin doğurduğu suçlar her yıl köylerde çok sayıda insan zayiatına sebebiyet vermektedir. Köyleıdeki suçlar ek -serîyetle sopa, balta, büyük taş, çifte, tabanca, kama gibi vasıtalarla işlenir. Fakat bunların içinde en çok ruhsatiyeli av silâhlan ve balta gibi aletler kullanılmaktadır. öldürülen cesedi yakmak ve par -çalamak, suda boğmak gibi hadiselere de sık sık rastlanır.
Çocuk suçlarına gelince, şehirler -de çocukların islemekte oldukları hırsız -lık ve yankesecîlik suçlarına mukabil köy gocukları daha ziyade livata, kızlık boz -ma kan gütme sebebile adam öldürme, yaralama suçlanan işliyorlar.
1942 yıbnda mahkûm edilmiş olan -lann medenî hallerine göre .ayrılışı şöyle-dir:
İşlenen suçlar mahkûm
sayısı
Evli ' 66183
Bekâr ’ 25583
Dul. boşanmış 2484
Meçhul 627
1942 yılı mahkûmlarının yaşa göre ayrılışı şöyleldir:
12 - 15 yaş \ 3313
16 - 18 yaş 945 1
19-21 yaş 6675
22 - 29 yaş 15682
30 - 39 yaş 30664
40 - 49 yaş 17375
50-59 yaş 6800
60 - 64 yaş 2022
65 den yukarı 1511
yaşı meçhul 1384
1942 yılı mahkûmlaınnm meslek -
lere göre ayrılışı:
Ziraat 48785
Sanayi ve küçük sanatlar 15554
Ticaret 10667
Münakalat 2266
Umumi hizmetler, serbest
meslekler 4550
Ev iktisadiyatı, şahsî
hizmetler 6350
İşsiz ve mesleksiz 6705
1942 yılında hüküm giymiş olan 94877 mahkûmun 50942 si ceza kanu -nüne t 43933 ü ise sair kanunlara göre suç işlemişlerdir.
Ceza kanuna göre suç işlemiş olan -lann suç nevileri şöyledir:
Devletin arsıulusal şahsiyetine karşı 10
Devlet kuvvetleri aleyhine 92
Din hürriyeti aleyhine 2
Şahıs hürriyeti aleyhine 482
Mesken masuniyeti 692
Sırrın masuniyeti 9
İş ve çalışma hürriyeti ’ 2
Zimmet ve ihtilas 1 40
irtikâp 3 7
Rüşvet 369
Memuriyeti suiistimal 1 322
Memurun halka fena muamelesi 274 Kendine memur süsü verme 274 Hükümete karşı şiddet ve mukavemet, kanunlara karşı gelme 438
Resmî sıfat taşıyanlar aleyhinde suçlar 1800
Mühür bozma, hükümet muhafazasındaki eşyayı çalmak 83
Memurlara intisap iddiasile menfaat temin etmek 1 5
Kanunen yapılması gereken bir hizmetten kaçınmak 10
Suç uydurmak ve resmî mercileri allamak 46
İftira 52
Yalan şahitliği ve yalan yere yemin 165
Suç işliyenleri saklamak ve suç delilerini yoketmek 28
Ceza ve tevkif yerinden firar ve firara tavassut 379
Kendiliğinden hak alma 1 69
Suç işlemiye tahrik 7
Suç işlemek için cemiyet kurma 2
Para ve kıymetli damgalarda sahtekârlık 47
Resmî mühür ve damgaları
taklit 1 1
Evrakta sahtekârlık 1 63
Nüfus, hüviyet, pasaport, şe-hadetname, beyannamelerde sahtekârlık 223
Ticarete, müzayedeye hile
ve fesat karıştırmak 5 7
Yangın, su baskını vesavir tehlikelere müteallik suçlar 501
Nakil ve muhabere vasıta-
ları aleyhine suçlar 9
Yenecek, içilecek şeylere mü-
teallik suçlar 547
Cebren ırza geçme, küçük-
leri baştan çıkarma 936
Kız, kadın, eıkek kaçırmak 1440
Fuhşa tahrik 48
Zina I742
Nesep suçları 5
Adam öldürmek 1728
Yaralama, dövme vesair mü-
esir fiiller I 3592
Irkın bütünlüğü ve sağlığı aleyhindeki suçlar 8
Çocukları, kendilerini idare edemiyenleri kendi haline bırakmak 30
Fena muamele 1 3
Hakaret ve sövme 3991
Hırsızlık 9340
Yol kesmek, adamkaldırmak I 19 Dolandırıcılık ve iflâs 300
Emniyeti suiistimal 41 7
Eşyayi cürmiyeyi satın almak ve saklamak 333
Hakkı olmıyan yere teavcüz 5 I Halkı ızrar 884
Salâhiyettar mercilerin emirlerine itaatsizlik 1976
Ruhsatsız temaa vşe umuma mahsus yerler açmak 55
Dilencilik 220
Halkı rahatsız eden haller 61
Silâh ve patlayıcı maddelere ait suçlar 2 1 34
Öteberi atmak 2
Delillerin muhafazasında ihmal 4
Araba ve hayvanların idare Ve muhafazasında kusur 1 62
Halkı tehlikeye düşürecek sair kabahatler 208
Kumar 1223
Sarhoşluk 1447
Edebe muhalif hareketler 1 6
Hayvanlara kötü muamele 9
Kendinin olduğu isat oluna-mıyan eşyayı taşımak 10
• *
w .
Fiiköır Ot
Kökleri kazınmakta olan Alman faşizminin, aşın bir egoizma’dan mülhem olan nazariyelerinden biri de ilimi otarşisi |di. 'Onlara göre Alman medeniyeti hatâ dünya medeniyeti Cermen kanından doğmuştur. Beşeriyetin müşterek mahsulü olan medeniyet, hiç bir milletin kanına inhisar ettirilemez.
Bilâkis her millet sosyolojik tekâmülüne göre diğer milletin tekâmülünü des-tekemiştir.
Kitlelerin hakikî menfaatlerini, insanlık ideolojisini, ihtilâllerin altın düsturu oan Hürriyet - Adalet ve Müsavat’ı aksettirmeyen nazariyeler daima, bunları yumurtlayan kafalara bir kurşun olmaktan ileri gidemiyecektir.
Faşizmin, sarsılmazlığına, ebedîliğine iman ettiği bütün nazariyeler bu harpte milyonlarca meskenin mezar «İmasına, on milyonlarca masumun hastalık, sefalet, ahlâksızlık ve açlık bataklığına vahşice itilmesine sebep olmuştur. Fakat tekâmül, ilim ve realiteler, bu katil na-zariyeleri kurşuna dizmiştir.
* **
Yazıktır ki, ifaşizmın en cani düsturları, hakikat cevherinden en mahrum esasları, hâlâ, münevverlerimizden bir çoklarında sığınabilecek, zehirli tohumlarını istikbale serpebilecek zemin bulabilmektedir. Daha acı tarafı şudur ki, bu efendilerin arasında hakikaten namuslu, temiz heyecanlı ve çalışkan insanlar da bulunmaktadır. Bu efendiler hakikat yoluna çekilmezlerse daima menfileşen bir kuvvet alarak cemiyetin tekâmülünü baltalayacaklar, bihaber olarak mukaddes âmme haklarını çiğneyeeklerdir. Herhan
gi bir hâdise hakkında, müsbet ve adilâne bir karara vasıl olmak için, bu hâdise hususunda evvelce edindiğimiz kanaatlerden, bilhassa hissiyat ve temennilerimizden, nefret ve teveccühlerimizden tecer-rüt etmek ilk ve en büyük şarttır. İdeal olan şekil hâdiseden mutlak olarak tecer-rüt edebilmektir. Bu ilk ve en büyük şartın, bilhassa ruhumuzla sıkı sıkıya bağlı bulunan İçtimaî meselelere tatbikinin ne kadar zarur’ ve ne kadar ehemmiyetli olduğu aşikârdır. Halbuki bir çokları bunun lzumunu dahiü anlamamakta veya sıkı sıkıya yapışmış oldukları kanaat-lara, mukaddes intikam duygularına, his ve temennilerine daha da sıkıya yapışarak irticaın en hazin şekline yuvarlanmak tadırlar.
Artık, kafaları sıkan bu paslı taassup çemberini parçalamak, karanlıklar içinde gittikçe çürüyen ve zehirlenen kafalara ışık vermek lâzım. Dimağların hürriyet unsurunu sülük gibi emen şu fi • kir otarşisi illetini söküp atmak lâzım.
Artık, insanların ıstıraplarını, felâketlerini hazırlayan zümrenin, ekseriyet değil, ekalliyet olduğunu, damlayan altın terlerinin ve yorulan kafaann çaınmama-sını taep etmenin, bir vicdansızlık değil sosyal adaletin tâ kendisi olduğunu kabul etmek lâzım. Artık, teşebbüs hürriyetinin fazilet, merhamet ve sosyal adalet sahasındaki muazzam boşluğunu, şaheser gafletini körmek ve yardım, merhamet dilenenleri, yağlı teşebbüs hürriyeti göbeğinin gölge-ine itenlerin kirli içlerini dışına çevirmek, bunların ileri fikirlere neden bu derece düşman olduklarının sebebini tesadüflerde değil hırs ve menfaatlerde aramak lâzım.
G. F.
“Türk Hicvi tarihi,, nchn örnekler
E D H E M
« 19 uncu yüz yıl»
Vasfedeyim başa gelen halleri Yoktan bu dünyaya eyledim süvac
Hak hacil etmesin biraderleri
İşidip Kırşehir ayağa kalktı Arapsun familyası ziller taktı
Köse kiliseye akça mum yaktı Putlara vâdetmişler setarileri
Ankaradan azgın bir müdür çıkts Çok yalan yükletmiş getirip yıktı Sandık kaldırmaya bir dellâl çıktı Şevkettiler başına ehalileri
Dediler bu müdür hünkârın nesi? Gördü ahaliyi sıçradı fesi
Çok sopalar yedi sıdı ensesi
Acele firar etmiş ol geceleri
Acele Kırşehirden bir paşa kalktı Gelip ahaliye kancayı taktı
Gördü ahaliyi kanat bıraktı Şaşa kaldı yanda zaptiyeleri.
Darılıp bizlere bak tele itti Babayı bizleri ifade etti
Bizi vurmaklığa emir getirdi Semadan geliyor cephaneleri.
İşidip Şevki de duydu bu sözü Korkmaz bir valdenin karardı gözü O anda topladı başına bizi
Tetkin etti orada ahalileri.
io —
Şen Çocuk
En Güzel Çocuk Mecmuasıdır
Okuyun
Müessisi:
Esat Adil Müstecaplıoğlu
İmtiyaz sahibi ve mesul müdürü;
Haşan Tannkut
Abone: Yıllığı 800, 6 aylığı 400 3 aylığı 200 kuruştur Dizildiği yer: Stad MATBAASI Basıldığı yer: BERKSOY BASIMEVİ
V
Hâkaye»» Teber Çeliğin Karısı...
Yazan: ORHAN KEMAL
Beton amelesi Teber Çelik, inşaattan geldiği sıra karısı Seyran eşikte oturmuş, yüzü avuçları içinde, kocasını bekliyor -du.. Ev 'bir gözden ibaretti, damı saz örtülüydü, kerpiç duvarlar dışarı dışarı kan burlaşmışlardı...
Teber Çelik karısının yanına gelince sordu:
— Ne oturuyon giz?
Seyran başını kaldırdı:
— Heeeç...
Kalktı, kocasına yol verdi, bastıkça gıcırdayan üç basamaklı merdiveni çık -tılar. Teber Çelik odanın ortasında durdu, tembel tembel gerinirken elini min -tanının altına sokup kaşındı.
— Gannım da Ibi aç ki...
Seyran:
— Benim de, dedi, burgul ne getirmedin ki a hey...
■( Adam omuz silkti:
— Pere almadık daha...
Kadın inanmadı:
— Heye, almadınız.. Herkeş aldıda... Beriki kızdı:
— Almadık dedik.. Dini pohlu ke-tip boldurayı yapmamış..
— Hep yalan..’
Teber Çelik öfkelendi:
— Almadık dedik giz.. Aldık aldık, almadık almadık...
Seyran yumruklarını beline dayayıp sordu:
— Herkeş aldı da ketip bir seni mi godu?
— Giz dininden, imanından çekdi -lin ha.. Almadık işte...
Kadın üsteledi:
— İmnenin Alisi ne hep almışlar ta...
Adam hırsla soludu. Kirli cam geçirilmiş bir oyuktan ibaret «pencere» den vuran hafif ışık yüzünü aydınlatıyordu: Kara, kuru bir yüz.
— Belle ki aldık, n’olacak?.. Diye kadının üstüne yürüdü.
Kadın ürktü:
— Heç ağam yani aldıysan burgul r.e alak da aş idek diyecedim..
Adam öfkesini zapta çalışırmış gibi davranarak merdivene yürürken homur -dandı:
— Dinini imanını....... avTadı!
İndi gitti.
Seyran, odanın karanlığında, sırtı duvara dayalı kalakaldı. Sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi merdivenleri indi, sokağa çıktı.. Yağmurlu karanlığın içinde, elektriklerin ıslak ışığına, ışıkla -nn sarı san vurduğu karşı inşaata baktı. Kocası orda çalışıyordu.. Birden inşaat
bakkalı aklina geldi. O tarafa yürüdü..
İnşaat bakkalı, kısa, siyah paltosu o-muzlarında, dükkânını kilitliyordu.
— Ne o kız? Diye sordu.
— Heç Hamid ağa.. Düveni (1 ) mi gapadıyon?
— Heye, ne var? Kocan borcunu bitemam ödemedi ha.. Habarın olsun aksatayı kestim...
Kadın buz gibi oldu:
— Ödemedi mi?
— Ödemedi.. Allah belâsını lere öyle adamın.. Öteberi alırken, ver ver, ver.. Sıra borç ödemeğe geldi mi sırt dönerler...
Kadın ümitsizce sordu:
— Heç mi ödemedi?
— Otuz yedi lira borcu var, yirmisini verdi...
İnşaatın uzun boylu, delikanlı bek -çişi gocuğuna sıkıca sarınmış, boynunda ince bir kayışla asılı kontrol saati, orda peydahlandı:
— Ne o Hamid ağa, ne kızıyon?
Bakkal Hamit inşaat bekçisine dön -dü:
— Allah seni inandırsın Durmuş, ek-
(1) Düven: Dükân
Genç kalemler :
SOKAKLAR SÎZİNDİR 1
Yazan: A. Turgut Etingü O kadar
Kimsesiz,
Sessiz ki sokaklar;
Çimenler bitiyor kaldırımların
arasından...
Gönül isterdi,
Sokaklarda bırakıp seslerini Rüzgârdan şişen yelkenler gibi..
Rüzgârla dola dola.
Geçmeliydi milyonlar Şehrin şoklarından,
Başbaşa,
Kol kola..
Parke taşlarının her birinden
Yani;»
Neşenin yüreğinden Göbek atan çengiler gibi. Köşe başını tutmalıydı kahkahalar.. Davetsiz
Doldurun bu sokakları
Tabur
Tabur
Ordu ordu.
Dövmelidir ayaklarınızın ökçesi
Bir balyoz gibi
Kaldırım taşlarını!..
Kitleler sokakta
Dik tutmalıdır başlarını:
Sokaklar «izindir!.
mekçiye, yoğurtçuya, tahancıya yarın para yatıracam.. Onda, bunda belik pürtük bir iki yüz lira alacak var... Almadan vermek allah'a mahsus...
Seyran dimdik bekliyor, pabucun -dan taşan çıplak topuğuyla çamurlu toprağa basıyordu.
Bakkal onları bırakıp savuştu gitti:
İnşaat bekçisi çoktandır Seyranın pe şindeydi. Kadını «efkârlı» görünce sokuldu:
— Kocan pereleri humara ütüleli ha.. İsrafil’nen, Haşan çavuş üttiler peresini...
Kadın hiç bir şey sormadı, çekilip gitmedi de.. Bekçi etrafa bakındı. Gecenin içinde mahalle sessizdi. Yolda ne gelen vardı, ne giden.. İnşaatın öbür ucundaki direkte yanan ampulün ışığı kadı -nın kara don içinde kabarmış kalçalarını aydınlatıyordu.
Bekçi az daiha sokuldu:
— Bize de nasib .oldu beş liresi...
Kadın gene cevap vermedi.
— Ne düşüniiyon baci?
Kadın omuz silkti, bekçi görmedi.
— Ha? Seyran.. Ne düşünüyon?..
— Heç..
Hafif 'hafif yağmur başlamıştı. Kadın bakkalın tahta saçağı altına çekildi, açlığını bütün kuvvetiyle duymağa 'başladı.
Bekçi onu kolundan tuttu:
— Ne düşünüyon giz?
— Heç..
Kolu dalıa kuvvetle kavradı ve sıktı: r ?
— Nasıl heç?
Kadın öbür eliyle bekçinin elini itti:
— Bırah kolumu..
Bekçi kadının kolunu daha kuvvet -Ie sıktı:
— Kocanın, peresini sene verecem..
Kadın etrafa "bakındı.
— Korkma.. Gelen ne olmaz...
Kadını çimento anbanndan tarafa çekmek istedi, kadın direndi:
— Bırak.. Gören ne olur...
Bekçi tekrar çekti. Kadın çekilen tarafa bir kaç adım attı. Bekçi:
— Ekmek yiyek.. Dedi.
— Karnim tok, bırak..
— Ekmek yiyek lan...
— Bırak be, deli mi ne oğlan.. Bağınım ha...
— Pere verecem..
— Nâpiym...
— Anteri ne alacam...
— (Heye. Hep yalandırıllar da...
— Nâpiym, Teber geliverir...
— Valla essa'h.. Pereliyim bugün...
— Gelmez. O şimdi gızlara gitti.. Kadın telâşlandı:
— Orospilere mi?
>
—11 —
Harman Yangını
HİKAYELER
I HALİL AYTEKÎN
128 sahife - 125 Kuruş
Yeni çıktı tavsiye ederiz.
Kooperatifler
f Yazan Prof. SUPHİ NURİ İLERİ
Merhum üstadın son eseri Kitapçılardan arayınız
GÜM
Haftalık Kültür ve Aktualite Dergisi
TEZATLAR :
Foto: İlhan Anakon
DAUAMLAR-GCRÇM
— Heye..
— Yalan..
— Yalancı senden irezil ossun...
Bekçi, yirmi iki yaşın arzusuyla kadını tekrar çekti. O'nu hızlanan yağmurun altından çimento ambarının bitişiğindeki boş ahır tarafına çekerken, kadın öf keli öfkeli söylendi:
— Heye ossun.. Peresi var da ac itin... • ..........................
Yağmur hafiflemiş, acı poyraz çık -mıştı. Bir ara kuvvetli ay ortalığı ıslak ıslak aydınlattı... Teber Çelik’in karısı telâşla evine döndü. Dört yaşındaki oğlu Kasım, uzun etekleri yarı beline kadar ıslak, yalın ayaklan tekmil çamur için -de, kapı önünde bekliyor, tiril tiril titri-
— Bu çocuk hergün erkenden evden çıkar, akşamın geç saatlannda döner. Bütün gün şehrin her tarafında yalına -yak ve yan beline kadar ıslak dolaşır, dilenir. —
Anasını görünce:
— Anam anam, dedi, bi kirtik ep -mek veyj...
Kadın:
— Dert! Dedi. Geberecen gebere -cen.. Çık yukarı haydi...
Oğlunu kolundan yakaladı, içeri sok tu. Sonra karad'onunun uçkurluğundan, liralığı çıkardı, çarşıya, ekmek almağa demin inşaat bekçisinden aldığı, bir kâat liralığı giderken kendi kendine, sinirli sinirli söylendi:
— Ac it.. Orospilere gider bir de...
— ■'Su atomun keşfinden sunru, bir harp dalla olsa, İnsanlar ne yapar, acaba?
— Ta» devrinden başlayıp tekrar atom keşfetmece çalışırlar!.
Bu karikatür, bir bayiln feci halini, ve onu görüp sekte! kalpten Jilen namuslu bir vatandaşı göstermektedir..
Bütün Türkiyede 1946 yılı başında çıkmakta olan gazete ve dergiler durumu şöyledir:
Gündelik gazeteler 70
Gündelik olmıyanlar 75
Haftada iki defa çıkan dergiler İ 6 Haftada bir defa çıkan dbrgiler 28
On günde bir çıkan dergiler 3
Onbeş günde bir çıkan dergiler 33
Yirmi günde bir çıkan degiler 1
Aylık 102
iki ayda bir 15
Uç ayda bir j 29
Dört ayda bir 2
Altı ayda bir ’l 12
Yılda bir 6
Yılda beş 1 1
Günü belli olmayan 40
Yekûn 423
Gazetelerden 39 oı istan’bulda, 7 si îzmirde, 6 sı Ankarada, Dergilerin ise 171 i Istanbulda, 63 ü Ankarada, 13 ü de Îzmirde çıkmaktadır.
1945 yılı Haziran ayı istatistiğine göre: Türkiyedeki RADYO mevcudu: 178145 dir.
En çok radyosu olan vilâyetlerimiz
şunlardır:
İstanbul 62607
Ankara 20091
İzmir 11793
Bursa 6065
Eskişehir 5237 ’
Balıkesir 4132
Radyosu en az olan vilâyetlerimiz
şunlardır:
Hakan 22
Bingöl 29
Maraş 53 ’
Tunceli 63 ’
1939 yılında en çok demiryolu-
na sahip olan memleketler şunlardır:
Memleket Km.
Amerika Birleşik Devleti 378800
Sovyetler Birliği 1 85200
İngiliz Hindistan! | 69390
Kanada ( 68481
Almanya 54556
Fransa 47493
Avustralya 43603
İngiltere 32316

Comments (0)