Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

25 kuruş > Haftalık kültür ve aktüalite Deröisi 20 Cumartesi 40-946
BU SAYIDA :
Demokrasiyi İnkâr Eden Bir Demokrat!
.T
Gerçek t en Bihaber Bir Profesör
Y a 2 a u
ESAT ADİL'
V E
DOĞAN RUŞENAY, ŞERİF HULUSİ, NUH NACİ ÖZMEN, ATTİLÂ İLHAN, İHVAN’KABACİOĞLU
VE METE KONUK’UN ŞİİR VE YAZILARI
e
Sayı: 2 7

" La Penste,, Meı
Fransanın fmarksist âlimleri ve ^muharrirleri -- tarafından /-üç avda birFçıkartlan - modern Tas-J ı --**—L.—
yonalizmin organıjh bu •- muhlin fikir, mecmuası « 1939Jda ç kurulmuştu. Harp yıllarında kesintilere uğrayan çıkışı, yeni seri' adile 1945 ten itibaren tekrar muntazam bir şekilde çıkmağa başlamıştır. Bugüne kadar yedi sayısı çıkan .mecmuanın Nisan-Mayıs-Hazirarı 1946 tarihli yedinci sayısında şu yazılar vardır :
Paul Langevin, Pasteur, le savant et l’homme. Bu yazıda değerli âlim. Pasteur’ün tıp ilmindeki ehemmiyetli mevkiini ve İnsanlığa yaptığı büyük hizmetleri anlatıyor.
Dr. Fernand Nitti, La met-hode pastorienne.
Bu yazı Pasteur’ün tıp ilmine getirdiği yeni teşhis metodunun tahlilini yapıyor.
Paul Dupuy, Pasteur a l’E-cole Normale. Pasteur’ün hayatına ait bir vesikadan bahsediyor.
F. Joliot-Curie, Note sur la eience sovietique. Bu yazıda, Joliot-Curie muhtelif vesilelerle Sovyetler iline yaptığı İlmî seyahatlerle, son 1945 te yaptığı seyahat esnasında orada gördüğü müspet ilimler çalışmaları hakkındaki intihalarını anlatıyor, kapitalist memleketlerde ilmin bazan kötü maksatlara alet olmasına karşılık, Sovyetlerde nasıl tamamen insanlık hizmetine verilmiş olduğunu gösteriyor, ve oradaki bu çalışma ahlakının diğer memleketlere de iyi bir numune olmasını temenni ediyor.
Auguste Chevelier, Les problemes français actuel en
ımnası
Afrı’que ııoire. Fransız zenci Afrikasmın, yani Sudan, Fransız kongosu ilh.in sosyal ve İktisadî meselelerini tetkik eden bu devamlı yazının ikinci kısmında: Mahalli ziraat veya kapitalist ziraat meselesi ele alınmış, kapitalizmin bu memleketleri nasıl iptidai aletlerle çalıştırdığı, ne kötü bir idare sistemi ile idare ettiği, insanları nasıl yarı ölü hale getirecek şekilde istismar ettiği gösteriliyor. Bu memleketi kasıp kavuran hastalık, sefalet, gerilik, ilh.. Hakkında vesikalara dayanan malumat veriliyor.
Pierre George, Problemes de la Tunisie contemporaine: note3 de geographie economi(|ue et politicjue. Tamamen rnark-sist bir coğrafya metodile yazılan bu yazıda ilk önce içtimai meselenin kötü olan gıda meselesine temas ediliyor. Tunusta emekçi halkın alabildiği günlük kalori 2.030 ile 1.000 arasındadır. Buna karşılık emekçi halkın istihsal ettiği bütün gıda maddeleri memleketin zenginleri tarafından istihlâk, pek mühim bir kısmı da kapitalist memleketlere ihraç edilmektedir- Ziraat sistemi çok kötüdür, davarını harp yüzünden kaybeden küçük köylünün kara sabanına kendini ve karısını koştuğu olmuştur. Irga-dm gündeliği 15-20 frank arasındadır. Bu sınıf için tahsil, kendini tedavi imkânları yoktur, ve bu insanları verem, frengi, kanser alıp götürmektedir, işçi sınıfına gelince, trgat ve küçük köylüden daha az sayıda olan bu sınıfın da şartları köylü sınıfının acıklı manzarasını arzet-mektedir. Millî ve siyasi meseleleri bakımından da Tunus, mu
harrire göre, feodal şartlardan hîç uzaklaşmamıştır. Bu mühim yazının bir tercümesini gelecek sayılarımızda okuyacaksınız.
Bu mühim mecmuayı okumalarını okuyucularımıza hararetle tavsiye ederiz.
“Azerbeycan dâvası,.
M. Nizamettin Tebrizli tarafından yazılan «Azerbeycan Davası» adlı kitap piyasaya çıkmıştır. Bu küçük kitapta Azerbey-canlı kardeşlerimizin hürriyet ve millî kurtuluş uğrunda yaptıkları mücadeleler feodal zümreler ve mürteci oligarşilerin tazyik ve istibdadı altında Azerbeycan köylüsü ve halkının çektiği sefalet ve ıztıraplar anlatılmaktadır. Eser Azerbeycenın geçirmiş olduğu tarihi devirlerin kısa bir hülâsasını yaptıktan sonra hürriyet kahramanı “Settar han,, mücadelelerini ve nihayet pehlevî hanedanının tazyik ve istibdadı, büyük toprak ağalarının ve de-•rebeylerinin insafsız istismarı altında kurtuluş mücadelesine devam eden Azerbeycan halk hareketinin Azerbeycan millî meclisi tarafından «Fedailer atası,, unvanı verilen Pişevari’nin liderliği altında nasıl muzaffer olduğu anlatılmakta, ve imperyaliz-min ve irticaın hizmetindeki ajanslar ve matbuat tarafından en iğrenç iftiralarla lekelenmek istenilen Azerbeycan millî kur-tuşun hareketinin hakikî mahiyeti izah edilmektedir.
Bu kitkp bilbassa, Azerbey-canlı kardeşlerimizin milli kurtuluş hareketini ezmek için emperyalizmin ve beynelmilel irticaın açtığı iftira savaşına utanç ve-(Oevamı 16 inci sayifede)
götürmez bir sarahatle, tekrar tekrar İnkâr etti.
demokrat Köprülü demokrasiyi, profesör Köprülü hakikatiarı açıkça, îevll
ESAT ADİL
Çok uzun yılların, çok kısa bir hikâyesini anlatacağım. Hikâye şudur: Bu memlekette adları ve şöhretleri büyük bir lakım ilim ve politika adamları vardı. Bunlar yıllarca gaflet beşiklerinde, faşist ninnilerile uyudular. Ara sıra gözlerini açtılarsa da, kendilerini uyutan ninniyi tekrarlayarak yine uyumayı tercih ettiler. .
Birgün geldi. Bu ninniler kesiliverdi. Beş on fikir kahramanının yükselttiği hürriyet ve demokrasi şarkılarının velvelesi bütün Türkiye-yi yerinden sarstığı bir sırada bu nazeninler gözlerini uğuştura uğuştura uyandılar ve beşik' Ierinden birer birer sıçrayıp şarkıları dikkatle dinle’diler, bunlar bam başka bir şeydi ve anla-dılarki faşist ninnilerinin modası çoktan geçmiştir. Artık bu yeni şarkıları bellemek gerektir’ Notalarını bulaular, ezberlediler, tekrarladılar, ninni dinlemekteki ustalıklarını bu hürriyet şarkılarını söylemekte de isbat ettiler.
İşte, sayın profesör, millet vekili ve demokrat parti erkânından bay Fuat Köprülü yıllarca uyuduğu beşiğinden bir hamlede sıçrayıp, başkalarının bestelediği şarkıları bir hamlede ezberleyip, hürriyet kafilelerinin arasına sokulan yine bir hamlede bando başına geçenlerden biridir.
Biz bu zatın, hürriyet ve demokrasiyi çok acele bellemekten ötürü, sık sık falso yaptığını işitiyor, gürüyor, fakat onun bu yadırgayış ve acemiliğini dersini iyi belleyememiş bir öğrencinin haline benzetiyor ve kendisini mazur tutmaya çalışıyorduk.
Gün geçtikçe, Köprülünün masumluğuna ve bilgisizliğine bağışladığımız bu falsoların ardı arası gelmez ve kesilmez oldu. Artık bunun bir gaflet değil bir şuur eseri olduğu ve demokrasi konserinin ahengini bozan falsolarının bir kasde dayandığı anlaşıldı.
Demokrat Köprülü demokrasiyi, profesör Köprülü hakikatiarı açıkça, tevil götürmez bir sarahatle, tekrar tekrar inkâr etti.
Gazete sütunlarında yayınladığı yazıları, çeşitli beyanatı ve bütün bir hayatı ve fikriyatı
ile sayın bay Fuat Köprülünün sosyai mücadele tarihinin gelişme seyrinden tamamile bi haber bulunduğu, demokrasi namına ve Türkiyeniıı milli problemleri namına hiç bir şey bilmediği, yer yüzünü kucaklayan, sevk ve idare eden politikanın iktisadi ve içtimai dayanaklarından hiç birinin farkında bile olmadığı şu son İzmir'deki beyanatı ile bir defa daha sabit oldu.
Biz, bir fikir ve politika adamı sıfatile sayın, Köprülünün şuur ve kasde dayanan sözlerini bir hukukçu tekniği ile eleyip; inceleyip demokrat partinin ideolojik karakterini ve bu partinin erkânından olan Fuat Köprülünün politik sistemini bulmaya, ortaya koymaya çalışacağız :
1) Tarafından hiç bir suretle yalanlanmamış olan îzmir beyanatının başında Fuat Köprülü: «Sınıf mücadelesi yapmak isteyenlere Türkiyede yer yoktur* diyor ve bir despot gibi konuşuyor. Bu ne biçim demokrattir ki, bir hükümdar, veya bir tophane müşiri edasile Türk vatanında canının istediğine yer verip, canının istemediğine «Size yer yoktur* diye biliyor.
Eski cemiyetler kanununun “Sınıf esası üzerine düşünmek ve teşkilâtlanmak,, hürriyetini ilga etliği zamanda millet vekili olan Köprülü, acaba tekrar o zamanki müstebit şahsiyetini mi iktisap etti?
Yoksa Fuat Köprülü kanunun son tadiline, «Sınıf esası üzerine teşkilâtlanma» hürriyeti mecliste kabul edilirken, bu hükme muhalefet mi etmişti 1
Eğer sınıf mücadelesi yapmak isteyenlere Türkiyede yer yoksa, sayın profesörün de derhal Türkiyeyi terk etmesi icap eder. Çünkü, kendisinin de, partisinin de yürüttüğü dâva sınıf mücadelesi dâvasıdır. Onlar, bıı memlekette varlıklı sınıfın, büyük toprak ve sermaye sahiplerinin menfaatlerini korumaktadırlar. Bankalar, fabrikalar, büyük şirketler, büyük toprak işletmeleri, bir kelime ile kapitalizmin iktisadi ve malî dayanağı olan büyük istihsal vasıtaları Fuat Köprülünün bekasına çalıştığı sınıfın elindedir. Hattâ Köprülü ve partisi, devlet eline geçmiş
3 —«
olanları da geriye almak ve fertlere iade etmek* için savaşmaktadır. Sınıf mücadelesi, yalnız aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya doğruda yapılır. Emekçi kitlelerin kültür ve refah hakkı istemesi nasıl bir sınıf mücadelesi ise varlıklı sınıfın, kapitalizmin kendi inhisarında tuttuğu kültür ve refah imkânlarından halkı faydalandırmak istemeyişi de yine bir smıf mücadelesidir. İşte, bilerek veya bilmiyerek Fuat Köprülünün yapmakta olduğu mücadele de bu çeşittendir.
2) Yine sayın profesör ve uıillet vekili, beyanatında: «Sınıf mücadelesi alafranga bir tabirdir* «Türkiyede sınıf diye bir şey yoktur* -Ne kapital ne de kapitalist vardır* «Kökü dı şarda olan fikirler istemiyoruz» gibi hikmetler savuruyor.
Acaba profesörün, bir kaç ay içinde “Demokrat* oluşu da bir a’afrangalık mıdır? Demokrasi. cumhuriyet, parlamento, siyasî parti gibi müesseselerin kökü dtşarda değil midir? Medenî kanunumuz, ceza kanunumuz ve diğer bütün kanunlarımız ve bunların dayandığı medenî prensipler acaba hep yerli midir ?
Medeniyet ailesine mensup olan ve birleşmiş milletler âzası bulunan Türk milletinin bir vekili-bir Üniversite profesörü âleme karşı böyle nasıl konuşabiliyor!
Fuat Köprülünün, ceketinden, taşıdığı profesörlük titrine kadar her şeyi alafranga ve her şeyin kökü dışarda olduğunu ileri sürmemiz bizim için de bir acaiplik olmaz mı?
Türkiyede eğer sınıf yoksa, kapital ve kapitalist yoksa, şu halde memleketimizde komünizm var demektir. Koskoca bir profesörün ne söyle, diğini, söylediklerinden ne mânalar çıkabileceğini düşünememesi cidden çok garip bir tefekkür hâdisesidir.
Fuat Köprülü, eğer bilmiyorsa, bilmeli ve Öğrenmelidir ki, Türkiyede sosyal ve ekonomik karakteri olan sınıflar vardır, dolavısile sınıf mücadelesi de vardır. Bu mücadele ' hiç kimsenin şahsî icadı ve dâvası değildir. O, tarihî sevrin bir icabıdır,
Türkiyede emeğini kiralayarak geçinen milyonlarca emekçi insan ve başkalarının emeğinin İstismarile şişen ve büyüyen sermaye ve sermayedarlar da vardır.
Fuat Köprülünün bunu anlayabilmesi için büyük zahmetlere lüzum yoktur. Bizzat iş birliği ettiği en yakın politika dostları arasında büyük sermaye, büyük toprak sahibi pek çok insan görebilir.
Fakat Köprülünün görmek ve tanımak istemediği hakikat bu dostlarının ırgatları, gündelikçileridir.
3) Profesör ve millet vekili Köprülünün be
yanatı içinde şöyle bir cümleye de rastladık “Köylünün sefaleti topraksızlıktan değildir.» Köprülü farkında olmadan bir espİri yapmıştır. Ha. kikaten sefalet topraksızlıktan değil, bilâkis-büyük çayır, geniş toprakların mevcudiyetinden ve bir ülke kadar büyük olan bu toprakların muayyen ellerde toplanmış olmasındandır.
Şüphesiz ki, toprak kanununa muhalif olduğunu sandığım sayın Fuat Köprülünün maksadı espiri yapmak değil korkunç bir hakikati inkar etmektir.
Türkiyenin en büyük toprak sahiplerini ihtiva eden demokrat partinin kurucularından olan Fuat Köprülü “Köylünün sefaleti topraksızlıktandır,, diye haykırsa idi işte asıl o zaman hayrete düşerdik.
Sayın Fuat Köprülü, nasıl bir profesör ve nasıl bir millet vekilidir ki, Türkiye nufıısunun İktisadî ve İçtimaî kompozisyonunun farkında bile değildir, Beş buçuk milyonu aşan tamaraİle topraksız ırgat köylünün varlığından bi haber olan bir millet vekili, hiç şüphe yok ki, şehirlerin yine milyonları aşan işçi kitlelerinin varlığından da bi haberdir. Acaba, Fuat Köprülü kendisini millet vekili seçenlerin kimler olduğu nun farkındamıdır?
Kendisini ve partisini, köylerde ve şehirlerde dekteklemiş olan bu işçiler ve ırgatlar kitlesine karşı sayın millet vekili Fuat Köprülünün bu şükrangüzarlığı, ve bu demokratça mukabelesi cidden hayretlere sezadır!
Bir defa daha anlamış oluyoruzki, emekç kitlelerin refah ve saadet dâvası varlıklı sınıfın kültür ve menfaat mümessili olan böyle pro-esörlerle değil ancak kendi içinden yetiştireceği ıkir ve aksiyon adamlarile yürütülebilecektir.
I
I f
Dikkat
Bayilerimize
Gün’ün bu güne kadar satılmış olanlarının bedellerinin gönderilmesini,
Satılmamış olanların da iade edilmesini bilhassa rica ederiz.
İngiliz—İran petrol kumpanyasının reisi kumpanyasının umumî heyet toplantısında, orta şarkta yapmış olduğu seyahat hakkında şu beyanatta bulunmuştur :
(1945 senesi sonunda orta şarkta yaptığım bir seyahat hakkında size malumat vermenin münasip olduğunu zannediyorum.
İlkönce Tahran’a gittim ve majeste şah tarafından kabul edilmek şerefine nail oldum, Sa majeste kumpanyanın faaliyeti hakkında mükemmel malûmat sahibi idi, ve altı sene süren harpten sonra halletmemiz lâzım gelen meseleleri açıkça anladığını gösteriyordu. Tahranda ve başka yerlerde kabine azalan ve diğer mühim şahsiyetlerle temas etmek fırsatını buldum, ve İran hükümeti ile kumpanyanız arasındaki münasebetleri müşahede etmekle bahtiyar oldum.
• .
Tahrandan sonra Abadan’a uğradım. Abadan petrol tasfiyehaneleri, belki de dünyadaki bütün tasfiyehanelerden daha fazla petrol tasfiye etmektedir. Burada hava kuvvetleri için akaryakıt istihsal eden yeni fabrikalar kurulması ve mevcut tesisatın genişletilmesi hususunda muazzam başarılar elde edilmiştir.
getirilmiş, yeni tesisat yapılmış ve Basra körfezine döşenen denizaltı petrol boruları ile yeni bir pompaj sistemi tesis edilmiştir. Bu tarik ile hanı petrol sev-kiyatı bu aydan itibaren başlamıştır. Böylece .harp dolayisiyle kısa bir devre için fasılaya uğradıktan sonra, bu petrol imtiyazımız yeni bir istihsal devresine girmiştir ve bu sahada gayet mühim miktarda ham petrol ihtiyatı mevcut olduğu anlaşılmıştır.
a
Irakı ziyaretim esnasında ise son Altes kıral naibi ile ve hükümet azalan ile görüşmek şerefine nail oldum, Aksiyoner-lerimizin de bildikleri gibi İrakta bir petrol sahasını, bir tasfiyehane ve bir de satış teşkilâtını işletmekteyiz. Bundan başka Akdenize doğru tesis edilmiş petrol borusunun kapasitesini arttırmakta olan (İrak, petrol kumpanyası) nda da aksiyonlarımız vardır, Bilhassa Irak petrollerini işleyen Hay fa tasfiyehanelerimizin kapasitesi 1945 de 4,010,853 tona yükselmiştir . I asfiyelıaneyi büyütmek ve makine yağı imal edecek bir fabrikanın daha kurulması için planlar hazırlanmaktadır.
Muazzam malî kudretler ifa de eden bu yabancı sermaye, nufuz ettiği memleketin en mürteci oligarşik ve feodal zümreleriyle ittifak etmekte.
Her türlü -sosyal ıslahata düşman olan bu zümrelerin men faatleriyle sıkı sıkıya bağlanmak tadır. Son zamanlarda bir çok memleketlerde girişilen toprak ıslahatı ve millileştirme teşebbüs leri daima ayni ittifakın mukave meti ile karşılaşmıştır.
Meselâ Ingiliz — İran petrol şirketi de yeni İran hükümetinin sosyal ve İktisadî kalkınma prog ramı karşısın a endişeye düşmek teydi. Bu hükümetin giriştiği toprak ıslahatı üzerine Cenubta ki büyük arazi sahipleri ve dere beylerinin ayaklanması da yaba ncı sermaye ile [yerli istismarcı oligarşilerin menfaat • birliğini açıkça göstern ektedir.
Bu aynı oligarşiler bütün As ya topraklarındaki esir halk küt lelerinin emperyalizme karşı millî kurtuluş hareketlerini ezmek için yabancı sermaye ve beynelmilel kapitalizm ’le birleşmekte y3 gayri millî mahiyetlerini açıg« vurmaktadırlar. Asıl gasile şu ki, hakim sinıfları teşkil eden bu İstismarcı zümreler daima en ko yu bir milliyetçilik kisvesi altın da hareket etmektedirler. Bu garp anlamındaki demokrasin, n bazı şark milletlerinin yarı feodal bün yelerindeki garip tezahürdür. ’ V. B.
Ortaşark seyahatim esnasında Kuveyt’e de uğradım, ve Kuveyt Petrol kumpanyasının işlerine karşı daima en canlı bir alâka göstermekte olan Son altes «Şeyh’ tarafından pek nazikâne bir hüsnü kabul gördüm. Bu kumpanyayı Amerikan “Gulf petrol şirketi» ile birlikte işletmekteyiz. Burada istihsal me-todlarımız düzeltilmiş, petrol kuyularımız daha iyi bir hale
Görülüyor ki İngiliz- İran petrol kumpanyası adını alan bu tröst Orta şarkın birçok zengin petrol uıenbalarıtn eline geçirmiş, bazan yalnız başına, bazan başka tröstlerle birlikte bu toprakların zenginliklerini sömürmektedir. Bu beynelmilel tröstler ortaşark milletlerinin istiklâlleri millî ve sosyal kalkınma ları karşısında en büyük bir engel olarak dikilmektedir.
C Türkiye Sosyalist Partisi t »' Yayınlarından: a
Sivasi Mücadele ilmi ?
a
SENDIKALİZMİN MENŞELERİ
Fransız ihtilâlinden 1884 e kadar
Fransız ihtilâlinden 1884 de k adar vaziyet. — 1789 ihtilâlinin ktisadî sahada verdiği ilk netice işle sermayenin cezri şekilde birbirlerinden ayrılmalarıdır. Mu-kaveleler yapabilmek bu siyaseti iş isteyenlerle iş verenleri karşı karşıya getirmiştir. Böylelikle, sadece gücü kuvvetile zengin ve istihsal vasıtalarını ellerinde bulunduranlardan iş İstemeğe mahkum bir proleter sınıfı doğdu. 1789 da temelleri atılan bu rejim, her şeyden önce ferdiyetçi bîr rejmdir. Fert hürdür; lâkin başkalarile birleşmekte hür değildir; çünkü birlik bu hürriyeti sınırlar. Onun için değil midir iki, hukukî rejim topluluklara düşmandır: bu toplulukları yasak eder, takip eder. Buna rağmen, işçi toplulukları kanunun bir köşesinde sığıntı olarak inkişaf etmektedir; gittikçe canlılıkları daha kuvvetle kendini gösteriyor; karşılarında gittikçe arttırılan kanunî maniaları aşacak derecede kuvvetli bir sınıf şuurunun varlığını ifade ediyorlar.
İşçinin karşısına ilk çıkan mania, Le chapelier kanunudur. Hürriyetin tam manası ve birleşmenin bu hürriyeti sınırbyaca-ğı düşüncesine dayanan bu kanun, bütün meslekî toplulukları yasak etti. Aslında ferdî hürriyetin bir belirtisi olan hür birleşmeyi yasak ediyor. «Sözüm ona müşterek menfaatler,, diye vasıflandırdığı aynı zanaatla çalışan emekçilerde müşterek menfaatleri hiç kale almak istemez. Hakikatle, bu kanun her türlü emekçiler birleşmesini devlet için tehlikeli telekki eder. Devletle fert arasında aracı bulunmamalıdır; çünkü devlet içinde devlet ol amaz.
Bu kanunî mevzuat, kısa süren bazı devreler dışında, ruhu
y a Z AN:
ANDRE CHANTAL I
itibarile 1884 de kadar hüküm sürmüştür. Hatta bazan daha da kuvvetlendirildiği olmuştur. Gerçekten ceza kanunu (291 inci maddesi), Le Chapelier kanunundan çok ileri gitmiştir: çünkü, hükümetin müsaadesi olmadıkça yalnız işçinin kollektif faaliyetini değil, gayesi ne olursa olsun yirmi kişiden fazla olan her türlü birleşmeyi yasak eder. Topluluk hatta edebî, hayırseverlik v eya ilmi maksatlarla bile olsa, bunda meslekî birlikler kurmağa yöneltilmiş bir vetire gören kanun vaziînin gözüne, şüpheli görünür.
Lâkin, şüpheli şorüneni bilhassa işçi birliğidir: Şiddetle takip edileni, ıshatsız edileni odur. İhtilâl takviminin yıl II 22 ierminalinde çıkan kanunda ve ceza kanununun 414 ve 415 inci maddelerinde (ki bu kanun-■ 1ar önce konmuş yasağı teyit eder, ve birleşmek suçunu tenkil hakkını polise vermek suıefile bu yasağı daha da kuvvetlendirirler) işçi meslek birliklerde, patron meslek birlikleri arasında bir- ayırma yapılmıştır. Birinciler istisnasız yasak edildiği halde, İkinciler ücretleri “haksız ve insafsız,, casma indüdikleri takdirde ancak takibata uğrayacaklardır.
10 Nisan 1834 kanunu da yine işçilere karşı tedbir almak maksadım güder, 'hem bu defa yirmi kişiden az olan her türlü birleşmeler yasak ediliyor. Bu vaziyet, işçiyi, halkı kötü kişi sayan burjuva sınıfıma ruhî halini
anlatmaktadır. Bu vaziyet, aynı zamanda, işçiyi çalıştırana bağlı tutmak endişesine de cevap veriyor. Patron birliklerini takip ve rahatsız etmek, işçinin bağlı kalmamak arzularını arttırmak, işçiyi yarı resmî bir şekilde müessese şeflerine karşı isyana davet etmektir.
Bu andan itibaren, işçi tazyiki karşısında, kanun vazii tere ddüte düşüyor, bazan da boyun eğiyor ve kabul ediyor, çünkü sınıf şuurunn hesaba katmak zorundadır. Umumî efkârda (Vil-lerme ve Buıet anketlerinin neşri neticesi) işçinin sefaletini ve buna bir çare bulmak luzumunu anlıyor.
Bu, muvakkat hükümetin (25 şubat 1848 kanunu) niçin birlik kurma hürriyetini ilân ve cez.a kanununun 414 ve 416 inci maddelerini 27 kasım 1849 tarihli kanunla İslah ettiğini izalı eder. Bunlar yarını olmayan tedbirlerdir, çünkü, bu İslahı takip eden gı evler ve ayaklanmalar hareket tarzında bir değişikliğe sebep oluyor, birlik kurma hürriyeti önce geçici olarak, sonra da kati şekilde rafa konuyor (25 mart 1842 kanunu) yasağa rağmen, 25 mayıs 1864 de çıkan bir kanunla sendikacı harekete resmi olarak tekrar müsamaha ediliyor; çiînkü bu kanun birleşme suçunu ortadan kaldırıyor. Lâkin yine de birlik kurma hürriyeti tanınmış. değildir. Böyle olmakla beraber, çok- mühim bir adım atılmıştır. 1868 yılı martında hükümet hukukî bakımdan olmasa bile, resmen sendika hukukunu tanıyor: bu hak nihayet 25 mart 1884 kanunileşecektir.
Vakılara bakınca görürz ki, 19 uncu asır —1884 te sona erer ilk üç çeyreği— kanun çerçevesi dışındaki işçi hareketlerinin cer-
yan ettiği asırdır, bu asır hem sendikacı hareketlerinin kuvvetile hem de tamamen meslekî karakterde temayüz eder.
Yasak edici kanunların varlığına rağmen, m esleî bir takım birlikler meydana çıkıyor, ve türlü şekiller altında inkişaf ediyorlar, Lâkin her türlü siyasî faaliyetten uzak duruyorlar. Yalnız asrın son yıllarında, siyasî faaliyetle kooparatif faaliyeti mez-ceden meslekî bir takım topluluklara doğru temayüller beliriyor.
Eski kalfa birlikleri Fransız ihtilâlinden sonra bir müddet faaliyetlerinde devam ediyorlarsa da, çökmekten kendilerini kurtaramıyorlar. Esnaf teşkilâtı rejiminin ortadan kalkmasından ve bu teşkilâtı doğuran lonca zihniyeti yerine, gittikçe kuvvetlenen sınıf zihniyetinin kaim oluşundan sonra bu kalfa birlikleri yaşayamazlardı- Muhtelif esnaf loncaları arasındaki eski kavgalar, işçi sınıfınn tesanüdü ye hakim sınıfa karşı gittikçe .artan muhalefeti kendini belli ettikçe zayıflamaktadır.
11 İşçi faaliyeti bundan böyle başka şekiller altında ifadesini bulmaktadır. Eski birliklere o zamana kadar canlılıklarını veren indî ve mistik zihniyetten sıyrılmış olan yeni birlikler, daha açık bir şekilde meslekî, lâkin bir hamlede kuvvetini gösteremiye-cek bir temayül; olduğunu belirtiyorlar. Bu temayül yavaş yavaş meydana çıkıyor, ve ancak lö84 kanununun kabulü arifesinde bütün çıplakhığile kendini belli ediyor. Karşılıklı yardım cemiyetlerinde hemen hemen hiç varlığı bilinmeyen bu temayül mukavemet cemiyetlerinde, yardımsever bir vasfı olan tamamen sosyal bir takım temayüllerle biı* lik olarak kendini göstermekte vejsendika odalarında birinci yeri, her türlü başka temayülü dışında bırakan bir yer almaktadır.
Iî KARŞILIKLI YARDİM CEMİYETLERİ. -- İşçi hareketi
1830 yıllarına kadar bilhassa kar' şılıklı yardım cemiyetleri şekli altında faaliyet göstermektedir. Gaye her şeyden önce yardımlaşma, emekçileri: ihtiyarlık, hastalık, istiyerek olmayan işsizlik gibi sosyal tehlikelere karşı korumaktır. Bu cemiyetler maruz kaldıkları yasaklara rağmen kurulabilirler ve esasen müsamaha da görmüşlerdir; çünkü ,bu sosyal hizmeti görmeği üzerine almış olan devlet (kendi adını taşıyan kanunun kabulü sırasında Le Cnapilier böyle söylemişti) bu hizmeti görememek gibi bir imkânsızlık içindedir.
Bazan devlet müsaade ediyor, bazan da göz yumuyor. Öyle ki, 1823 yılında tarihte bu türlü 160 birlik vardı. Bu toplulukların yardımlaşma vasfı, Restauration devrine kadarki sosyal raporlarda ifade edilen nısbî sükunu izah eder. Sosyal asayiş ancak kıtlık ve hayat pahalılığı zamanlarında bozulmuştur. M.*Laroque’un dediği gibi; “Muhalefet, bir takım fakirlerin zenginlere karşı muhalefetidir, bir takım işçilerin patronlara karşı muhalefeti değildir,,.
Sanayie geniş bir ölçüde makinenin girmesi neticesi Restauration devrinde işsizlik başlayınca bu cemiyetlerin vasıflarını değiştiren bir takım grevler patlak verdi. Aynı meslekten olan işçiler arasında istiyerek kurulan bu eemiyeler gittikçe daha iyi beliren meslekî bir vasıf kazanmakta gecikmiyeceklerd’r: öyle ki, bu cemiyetlerin esaslı rollerini teşkil eden istiyerek olmıyan işsiz kalanlara yardımdan, gelecekteki belli başlı rollerini teşkil edecek istiyerek işsiz kalanlara, yani grevcilere yardıma geçmek pek kolay olmuştur.
MUKAVEMET CEMİYETLERİ ___ Karşılıklı yardım cemiy-
etlerinden farklı olarak, sosyal rollerine meslekî bir rol de katan mukavemet cemiyetleri bu suretle meydana çıkmıştır. Karşılıklı yardım toplulukları da, bir takım meslekî müdafaa toplulukları haline geliyor.
İşçi faaliyeti 1864 yıllarına kadar bu şekli alıyor. 1830 a doğru çok revaçta olan bu ce’ miyetıer 1834 ve 1840 yılları arasında bir küsufa uğruyor ve sonraları daha artan bir faaliyet gösteriyorlar. Gayeleri daima karşılıklı yardımlaşma olarak görünüyor; 1828 da Lyon'da kurulan yardım sandığı ve 1839 da Pariste kurulan matbaacılar birliği hep karşılıklı yardımlaşma olarak görünüyor. Lâkin, bu cemiyetler boykotaj yapmak sure-tile azalarının meslekî menfaatlerinin korunması için seve seve teşkilâtlanıyorlar . İş şartlarında bir değişiklik yaptırmak mak-sadile grevleri tahrik ediyorlar (1830 da Paris, 1831 de Lyon grevleri). İstekleri daima meslekî sahanın sınırları içindedir. Kasım 1831 Lyon hadise'eriuin de işba t ettiği gibi, işçiler hareketlerine siyasî bir vasıf vermek istemi* yorlar; Valinin huzurile patronlarla yapılan bir mukavele sayesinde bir ücret yükselmesi koparmış iken nazır bu mukavelenin her türlü hukukî değerden mahrum olduğunu söyleyince ka“ zandıklarım kaybettiler, kargaşalıklar da sona erdi.
Sonraları işçi faaliyeti tekrar başlıyor, ve ciddi tazyiklere mevzu teşkil eden şiddetli bir takım taşkınlıkları ve isyanları davet ederekten şiddetleniyor. 1834 ten itibaren ve 1840 a kadar kaynaşma hemen büsbütün sona eriyor.
Bir an için boğulan mukavemet cemiyetleri 1840 a doğru tekrar meydana çıkıyor. 1845 ten itibaran bu cemiyetlerin en ehemmiyetlisi olan Paris matbaacılar cemiyeti, başşehrin matbaa işçilerinin yansını etrafında toplamaktadır. Daha bir çok cemiyetler kuruluyor ve bütün Fransa işçilerini içine alan bîr federasyon kurmak fikri her yere yayılıyor. Grevler de yeniden başlıyor, lâkin mahallî vasıflarını muhafaza ediyorlar. Bununla beraber, 1848 ihtilâli kısmen işçi kitlelerinin eseridir
(Devamı 14 cı sayfada)
Amerik an edebiyatı üzerine denemeler -- 2
W A L T T-I İ T M A N
YAZAN ; NUH NACİ ÖZMEN
Whitman için en iyi isini arkadaşı W. O. O’conner söylemiştir. «İyi kırsAçiı şair> Daima kıravatsız köylü elbisesi içinde işçi kasketile rastladığımız fotoğraflarından ve kendisinin birer kopyası olan şiirlerinden -onun şöyle bir portresini çizebiliriz, uzun boylu geniş omuzlu açık yeşil gözlü, ve top sakallı sağlam bünyeli mert bir halk adamı. Amerikanın değil bütün dünyanın şairi olan Whitman, geniş nefesli ve geniş muhtevalı şiirlerde demokrasinin vaizliğini yapmış ve mısralarında beş kıtanın bütün hayatını incelemiş ve geniş halk kütlelerinin beşeri ihtiyaçlarına cevap verebilen en büyük eseri ortaya atmıştır. «Le-ares af Gross». Ondozuncu asır Amerikasının kabul ettiği eserlerini bu gün bütün hürriyet ve adalete susamış milletler heyecanla okumakta ve demokrasi dünyası onu bir “dünya şairi,, adıyla anmaktadır. O iyi bir insan örneği idi ve bütün insanlığı kendisinin bir kopyesi olan eserinde tahlil ediyordu. Leares af Cross demokrasi doktrini içinde düşünülmüş geniş bir sistemin [şiirleridir. Whitnıanın demokratlığı Önce çiftlik sahibi sonra İnşaat ustası olan babasının liberal gurubu tutınasiyle başlar, ahlâktaki mazbutluğu ise 17 inci asır puritenlerine kadar çıkan bir quaker aileye mensup olmasından gelir. Upton Sinclair «Whi (manın hayatı ve eserleri san’atın san’ankârca şekillendiril
(*) 1 numaralı deneme üpton Sinclaire aittir. Dergimizde [neşredilmişti.
-8 —
miş etikten başka bir şey olmı-yacağım isbat etmektedir,, diyor. Whitman her zaman san’atın bir gaye için kullanılabileceğine ve hele insan ruhunu ıslah İçin bir vasıta olabileceğine o kadar inanıyorduk)' bu onun bütün eserlerinde esas motif oluyordu.
Bu noktada Dante, Tolstoy Milton ve William Langlandla birleşmektedir. Whitmanın aleyhinde konuşmak isteyenler onda-ki bu kendine fazla güvenmesinden meydana gelen “egotism? e belki itiraz edebilirler. Fakat bu o kadar iyi neticeler vermiş yani kendini tahlille bütün insanlığın tahlilini yapmtya o kadar muvaffak olmuştur ki bizi san’atkârin hareket tarzı usul ve taktiğini düşündürrniyecek kadar heyecanlandırmakta ve hakikat içinde mestetmektedir. Whitman muhakkakki devrinin adamı değil fakat istikbale bakan bir deha idi. Bize 19 uncu asır Amerika-sindan çok az şey nakleder lâkin bizden 1 asır önce yaşadığı halde bize ikinci dünya harbin" den sonraki dünyamızın aynasını o zamandan hazırlamıştır. Whitmanin devrinin cemiyeti ta“ rafından kabul edilmeyişine se" bep, münekkitlerin onun hakkında san’attan bir domuzun matematikten anladığı kadar anlar demelerine sebep onun dehasının o devrin zihniyetinden ve kültür seviyesinden çok çok ilerde olmasıdır, Bir taraftan Sİdney La-mier gibi manzum yazıcılar Whit-rtıanın şiirlerinden halkın ne deme^ istediğini anlıyamadığını ileri sürerken diğer taraftan Emerson gibi şairler onu takdir ediyorlardı. Haiâ Whitmanın bir yalancı gibi nefret edilmesi lâ
zım geldiği veya bir peygamber gibi hürmetle anılması lâzım olan bir kıymet olduğu münakaşaları vardır.
AValt YZilitmaıı Long Islanda Huntingtondan bir kaç mil ce-nubta West Hills adındaki köyde doğdu (31 mayıs 1819) Dokuz kardeşin hür birer insan olarak tahsillerini temin eden anneleridir-. 1623 te ailesi Brooklyne göç. ettiği zaman Whitmaıi köyden ayrılmamıştır. Cemiyeti ikl baştan kavrayan iki sınıftan da arkadaşları vardı. Kendi tabiri-le - güçlü kuvvetli fakat tahsil-sizler* gemiciler-, işçiler, otobüs şoförleri arabacılar ve ırgatlar', diğer taraftan da küçük veya büyük burjuvazideki kibar centilmenler, bu büyük emekçi kütleleri onun çok iyi dostlarıydı. Onları çok iyi tanıyor ve bu büyük kürlelerin içinde geniş insiyaki kuvvetlerin sakh olduğunu biliyordu. O bu noktaya lâkayt kalmamış ve insan topluluklarını gaspedıien haklarım geri almak için harekete getirmek istemiştir.
Çok kuvvetle muhtemeldir ki Whitman 1917 de grevleri yaşamış olsaydı bize çok daha ateşli ve Londonun Demir Öksesindeki kadar kuvvetli şeyler söylerdir.! Eğer o “Songof myself,, in 5 inci kısmında mistisizmi tecrübeye kalktıysa bu tesadüfi olarak dindar muharirlerin tesirinde kalışı ve puriten bir aileye mensup oluşundandır: Fakat dine bağlanmakla Whitman başka şairler gibi içine kapanmış ve içtimai hareketlerden sıyrılmış değildir, Onun dini bütün şekilciliklerden uzak- insanlar arasında adalet ve karşılikh sevgiye dayanan bir kardeşlik dosttuk tesi-
sinden ibaretti. İşte Whiimanın eserlerinde en mistik olarak seçilebilecek parça
Biliyorum
Allahın eliyle yaratılmışım
Allahın ruhuyla kardeşim
Bana kardeş yaratılmıştır bütün erkekler
Bana dost
Bana sevgili bütün kadınlar
GİRİŞ
Broklyn de bir taraftan işçilerle hayat sürerken aynı zamanda tefekkür içinde zaman ayın yordu. Thomas moore in Utop ia sında görülen cemiyetin bir ferdi gibi ilk önce midesini do yutuyordu sonra kafasını.
Sergileri konferaniarı tiyatro opera konserleri ve siyasî top lantıları hiç kaçırmıyor ve tahsilini bu san’at ve kültür hareketlerini takip ederek tamamlı yordu.
Önce bir çok odacılık ve ka pıcıliklarda yer değiştirip durdu. Sonra müretteplik öğrendi. 1836 Hempstede köyüne döndü ve konferanslar vererek geçimini te nün. etti. The long Islandın|de mokrat dergisinde şiirlerini neş retti. Bir taraftan da Aeschylus, •Shakespoare ve Danteyı okuyor du. Sonra Brooklyne gelip Bro oklyn Ere em an,, i haftalık olarak çıkartmıya başladı. Artık san'a tında inkişaf açikça hissedilebile cek hızla artmaktadır. Epictetus ve Hindoo Bible ın tesirinde ka larak “Song af myself,, Kendi Şarkım ve Starting fram Paum anak “Paumanaktan başlıyarak adlı şiirlerini yazdı. 1860 da Bos tona gitti, orada kendi hayatının akisleri olan büyük iki seri ha Ündeki şiirlerini verdi. Birinci seri En fan t d'ada m “ademin ço cukları,, idi ve cinsiyet arasında pisikoiojik tahliller yapıyor ve aşkı terennüm ediyordu. Öteki lerde Calamus adı altında idi ve onlarda da sadakat ve kuvvetli aşktan! bahsediyordu, Whitman demokrasinin en kuvvetli bağı olarak aşkı kabul eder,
(Sonu gelecek sayıda)
Bu akşam boğazlanmış aydınlığın şarkısı Giineş susmuş, bulutlar darma—dağın şimşeğin gözlerime vuruyor ışıltısı ve toprak ısınmış bağrı gibi anamtn, meyvarun yarığında üsare köpürüyor;
İşte usul usul örtülüyor akşamın üstümüze yeniden lâcivert kanatları, yine rüzgar, yine bulutlar yürüyor
Bu akşam şimşeklerin kıİtcıyle delinmiş dermanı yok: Kan sızıyor yarasından, târifsiz bir korku yaşıyor havalarda siyah tüylü kocaman bir yarasa gibi; damlar terlemiş, bulutlar yere yakın ötmüyor Ötmüyor bülbül dedikleri. Sürü sürü insanlar düşmüş yollara^ Gözleri gölgelenmiş yüzlerse erkek, dudakarı titriyen yüzlerce kadın; çığlıkları kuşlar gibi kanat çırpıyor, rüzgârları coşuyor cenk şarkılarının. Yâğma mı var, kıyamet mi kopacak? Az mı bahar gömdük yer yüzüne? iliklerine kadar kan ile yıkandı toprak, ağlamak istemiyor gayri gözlerimiz. Lâkin Avrupa’nın bir memleketinde tanklarla ezilmiş Hürriyetin kemikleri Hucum diye ulumuş çengel perçemli titan yayılmış lâvlar gibi îstllâordulan, Yine mi harp, yine mi kan yine mİ kan?
Bu akşam el ele tutmuşuz farzedelîm dudaklarımızda büyük-.unutulmaz şarkılar kalbizde insan ve Hüriyet sevgisi, yürüyelim Döne'm, beraber yürüyelim önümüzde İnsanlar, ardımızda insanlar. Gözlerin büyük büyük açılmasın karanlığa. Yağmur mu çiseliyor, saçların mı ıslanmış? Gölgeler mi düşmüş sıcak avuçlarına? Kalbim yanıyor : Kurşuna dizilmiş saadet. Elbet büyük toplar gibi gürlesin isterim zulme ve temerküz kamplarına karşı Hürriyet’den, hürrıyet’den bahseden mısralar Yürüyelim Döne’m, beraber yürüyelim Kalbimizde insan ve Hürriyet sevgisi önümüzde Insanlat, ardımızda insanlar yürüyelim sabaha kadar.
Attilâ 11 ha
— 9
Faşizmin işçi sınıfını ezme politikası
YAZAN: DANlEL GUERİN
I. Faşist devlet sendikaları ortadan kaldırır,
işçinin mukavemetini felce uğratır
Faşist devlet iktidarı ele alıp dikta- törlüğünü kurduktan sonra ele aldığı en mühim meselelerden biri işçi meselesi olmuştur.
Kapitalist devler maksatlarına ulaşmışlardır: temenni ettikleri «kuvvetli devlet»! nihayst avuçları içine almışlardır. Sosyal ve İktisadî-^bir^ sıra"; tedbirlerle, Fa* §ist devlet bunların kârlarını’azal-masına*] mani olmağa, teşebbüslerini daha çok gelir getirecek,, hale getirm eğe çalışacaktır.
Bu faaliyet ilk önce, ve bilhassa işçi -sınıfına karşı cephe almak şeklinde kendini gösterir, Faşist devlet, ücretlerin katliâm edilmesine imkân verecek şartları cat etmekle işe başlar işçi sendikalarının fabrikalardaki] şubelerinin ortadan kaldırılması, grev hakkının kaldırılması, kollektif mukavelelerin hükümsüz bırakıl* ması,’ kapitalist teşebbüsün 'ku' cağında patron istibdadının ye. niden kurulması.
Lâkin, bu, programın ancak pirinci kısmıdır. Bundan başka,işçi kitleleri arasında gelecekteki her türlü topluluk imkânlarım da önlemek lâzımdır? Onun için Faşist, devlet iş anlaşmaziılslarına" mümkün olduğu kadar az karışan de' mokratik devletin • tamamen zıddına, bütün otoritesini iş verenlerin, hizmetine âmâde bulundu" rur: işçileri^ polis nezareti altındaki bir takım teşkilatları içinde bir araya toplar; bu teşkilatın reisleri tepeden inme tayin edilmiştir. Teşkilâtın azalan tarafından kontrol edilemezler,- lâkin bu reisler tam bir yalan ve tezvirle kendilerine bu teşkilât aza-armm «temsilcileri» adını verir-er. Faşist devlet her grev teşeb
büsünü şiddetli pisiplin cezaları-ile cezalandırır: datrona kârşı mücadele etmek, devlete karşı gelmek demektir; her riirlü iş anlaşmazlığını önlemek için «ken dişinin hakem tayin edilmesini mecburî kılar, yani patronların arzularını hakem kararları -kılık kıyafetine sokar bu kararlara itiraz eden her kimse devletin düşmanı olarak telekki edilir, Nihayet, kapitalist devletin sömürdükleri işçilere vermeği münasip gördükleri ücretleri kabulü işinde otoritesini müeyyede olarak kullanır, bu ü ?.-etlerin kabul etmemek, deviek İtaat et» memek demek oîur.
ÎTALYADA
f îtalyada işçi-sendikalarmın yok edilmesi, Faşizmin iktidarı ele almasından çok evvel başladığı için, biraz dada eski zamanlara gitmemiz icap ediyor. Faşizm ilk önce yaralanması daha kolay ziraat sendikacılığına hücum ediyor. «Kızıl birlikler? in ve ırgat kooperatiflerinin merkezlerin} yağma ediyor, bu teşkilâtların mesul mücadelecilerini öldürüyor. Buna mnvazi olarak, büyük toprak sahiplerinin himayesi altındaki faşist “sendikalar,,] kuruluyor ; «Bu \ faşist ] sendikacılığı nasıl mı kurulmuştur? diyor Mıı-solini. Doğum tarihi: 1921, yeri de; ‘ Po vadisi. İçinde doğduğu şartlar; İhtilâlci müstahkem mevkilerin zapt ve tahribi» (3) Emekçileri faşist «sendtklarsa yazılmağa zorlamak için her türlü cebir ve tazyik çarelerine baş vurulmuştur. Mal sahipleri ancak gündelikçilere iş veriyor, ancak yarıcılarla iş görüyor, bankalar ise faşist teşkilâtlara girmiş çift
çilere ancak kredi yapıvorlar.(4) Sosyalist ve’kooperatifçî düşüncenin kökleştiği bazı merkezlerde mukavemet daha kuvvetli oluyor ve (yıllarca sürüyor. (5) İş verenlerin ısrarlarına boyun eğmedikleri takdirde yavaş yavaş açtıktan ölmeğe mahkûm hale düşen Irgatlar gerek teker teker gerekse toplu bir halde faşist“sen dikalara,, girmeğe razı oluyorlar. Gorgoli’nin anlattığına göre: «bir kart, beyanname ve bayrak paketi yapılıyor, en yakın (fascio) meıkezine toplu olarak kaydolmağa gidiliyordu.» g)
Ancak iktidarı ele aldıktan sonradır ki, faşizm büyük sanayi emekçileri sendikalarına hucum etmeğe cesaret ediyor. ‘ Roma üzerine yürüyüş „ ün ferdasında mahallî (fasciolar hemen her yer-de^ sendikaya” dahil olanların listelerini ele geçiriyor, bu sendika azalarını bir araya toplayıp, tazyik göreceklerini söylemek sure-tile gözlerinrkorkutarak, bunlara* faşisG“sendikaIar a aza olmaları için nasihat ediyorlar, Ellerinde «kızıl,, sendika kartı bulunanları gebertinceye i kadar dö-ğüyor, işkence ediyor, boykot ediyorlar, Patronlar, işe yerleştirme müesseseleri aııcak ellerinde faşist, «sendika„sı kartı bulunan işçileri işe alıyor, kabul ediyorlar; sanayicilerin kendi adamlarını bizzat faşisl “sendikalarda yazdırdıkları ve ücretler üzerinden azalık taahhütlerini ‘kestikleri sık sık görülmüştür, 1923 Ağustosundan itabaren Bü -yük faşist meclisi Büyük umumî (patron) konfederasyoniie münasebetlere girişiyor ve bu konfe-derasyoun faşist «sendikalar,, ile
daimi bir temas kurmıya davet adıyor. Aralık ayında «Chigi sarayı» anlaşması adı verilen anlaşma yapılıyor: bu anlaşmaya göre patronlar faşist «sendıRlar,,! kesmen tanımış oluyorlar. Büyük sanayi umumi konfederasyonile faşist «sendikalar:- ı konfederasyonu daimi karma bir komisyon seçiyorlar; bu komisyonun vazifesi her iki cemıyetn politikasını «ahenkli bir şekilde yürütmektir» Bu tanınma ile kuvvetlenen faşist sendikalar,, , işçi sendikalarının sosyal mirasçılığını kanunî yollarla da elde ediyorlar. 24 Ocak lş24 farildi bir kanun bu teşkilâtların idarecilerini az-etmek, ve bu teşkilâtlar dağıldıktan sonra mallarını tasfiye etmekle vazifelendirilmiş bir takım “komiserler,, tayin etmek hususunda valilere müsaade veriyor. Bu şehirde muayyen sayıda işçi sendikası firarileri toplamağa muvaffak olunca, rakip faşist sendika, eski sendikanın; gayri menkul, banka hesapları, v, s.... gibi mülkiyetinin mirasçısı olduğunu iddia ediyor ve bu hakkı da kazanıyor. (7)
Lâkin, bu taktik muvaffakiyetli neticeler vermekten uzaktır. (Sendika hürriyeti yaşadığı müd-defçe) İş umumi komitesi kanuni bir şekilde yaşamağa devam ettikçe, kullandığı bütün tazyik vasıtalarına rağmen, faşist «sendikalar» büyük sanayi emekçileri arasında pek az terakki gösteriyor : «fabrika dahili komiteleri,, seçimlerinde faşist namzet listeleri «kırmızı reyler karşısında tam bir bozguna uğramışlardır,, (8); 1925 Martında, Brescıa madencileri faşist sendikası grev emrini verdiği zaman, bu emre yalnız işçilerin % 20 si icabet etmiş, bütün ötekileri İtalyan maden işçileri federasyanunun (F- 1. O. M.) iki gün sonra verdiği emre göre hareket etmişlerdir.
Tazyike baş vurmaktan başka çare kalmıyor. 1925 le totaliter diktatörlük başladığı zaman, sendikalardan arta kalanları kati
surette ortadan kaldırılmıştır '■ «Vidoni sarayı» anlaşması denen 2 Ekim anlaşmasile, Büyük sanayi umumi kondeferasyonu faşist “sendikalarsa münhasır bir İmtiyazı tanıyor; bundan böyle iş mukaveleleri akdetmek hakkı yalnız faşist sendikaların inhisarı altındadır. Ayni zamanda grev hakkı ortadan kaldırılmış, «fabrika dahili komisyonları lâğvedîlmiştir. Kasım ayında kursları, sendikalar, henüz mevcut federasyonlar dağıtılmış, malları müsadere edilmiştir. Ancak ismen yaşamakta devam eden Iş umumi komitası da 1926 da ortadan kalkıyor.
İşçi teşkilâtları yok edilmiştir. Teşebbüs sahasında patronlar mutlak otoritelerini yeniden ele geçirmişleredir. Şimdi de gelecek için tedbirler almağa sıra geliyor. (Enquete en Italie fas-ciste adlı kitabında KeriBis “Sendikacılık olmadan işçi mukavemetini nasıl felce uğratmak? diye itirafta bulunuyor. 9)
HİCİV TARİHİ
EŞREF
Hulûsu kalp ile işte duaya eyledim a gaz Garaz Sultan için bence duadır şairiyetlen Yaşa zülm lizre züfmeyle. günahkâr ol ki şol rütbe Geçerken yık Sıratı ortasından tartı sikfetten Dilin kopsun demirden kerpetenle son zamanında Edersin belki tövbe, kadir olmuş ebkemiyetisn Doyar aç gözlerin belki toprakla, terki dünya et Boyanmış lahyenl kuvvet al da kurtar Şamlı İzzetten Nefes alma kilitlensin o sun’i dişlerin zalim Boğul boğdurduğun Mithat gidi sen de o haletten Giderken mahşere olsun elinde hur,u mazlûırıin Kına sansın görenler ehli sünnet velcemaatteıı. Teverrümet, kurudukça kuru amma yene sağol -T,' Bükülsün kametin ucube ol çık ademiyetten O rütbe kambur ol ki kendin eyle zillini takbil Diken batsın yürürken burnuna hâki mezelletten Felek tutsun koparsın saçlarından bir eleklik kıl Söz aldım ben ucuz yapmak için çingâne himmetten ... in dönsün buruşmuş bir hiyara giib resizi i kten Ikındıkça, ıkın mahrum olunca defi hacetten Seni bir sandığa koysunda Jön Türkler dolaştırsın Katılsın seyredenler haline zehkii meserretten Ne mümkün bence yazmak seyylatı asrı hakklle Gerek derdi maişetten, gerek aiemi gurbetten
(İşçi mukavemetini felce uğratmak,) «siyasî disiplin,, organizmaları haline gelmiş faşist «sendikalar,, in bundan böyle üzerlerine aldıkları en mühim vazife olacaktır. 10) Emekçiler belli sayıda bir «meslek bölmeleri «içine sokulmuşlardır 12), onların bu bölmeler içindeki faaliyetlerini nezaret altında bulundurmak, ve böylece zaptetmekten kolay ne var ?
3 Nisan 1926 tarihli kanunla faşist "sendikalar,, 1 hakikaten «sendika temsilciliği,, imtiyazla larının teyit edildiğini görüyorlar 12). Lâkin bunlar sadece ismen sendikadırlar. Faşist «sendika azası» nın hiç bir hakkı yoktur; temsilcilerini serbestçe seçmek gibi en basit ihtiyardan bile mahrumdur. Bu sözüm ona «sendikalar», hakikatte, devlet idarelerinin organlar in dan başka bir şey değildirler;, sendika şefleri, bizzat Rossoni’nin itirafına ğöre, "sendikaları sevk ve idare etmek üzre hükümet tarafından (Devamı 14cü sayfada)
GORKI’YE DAİR HATIRALAR
A. Şerebrovdan Çeviren : Oktay Akbal
© ® @
(A. Tikhonof Sovyet edebiyatında A. Serebrof adiyle tanınır. Maksim Gorki ile otuz dört yıl süren uzun dostluğu müdde-tince- Serebrof’un aşağıya aldığımız yazısı hatıralar adındaki eserinden bir parçadır. Dikkatimizi çekeiı diğer enteresan parçaları da ilerde takdim edeceğiz.)
® ® ® 9
Sanat sevmeyenler, sanat ti-yatrosununun'provalarında elbette bulunamazlardı. Fakat ben bu tiyatrosunun yabancısı değilim Petersburg’daki temsilcilerini görmüştüm. Şimdide piyesin müellifi tarafından provaları seyretmeğe davet edilmiştim.;:
‘‘Aşağı tabaka arasında,, nın dördüncü perdesini prova ediyorlardı. sSalon yarı karanlığa gömülmüştü, yalnız sahne aydın» {atılmıştı. Sahne ’vazıının masa" sında müdür Nemirovtç-Dançen-ko, dekoratör ?,Simov ve Moro-zov ve tanımadığım yalnız en • sesini görebildiğim ^sakallı bir zatın hayalleri j b e 1 i r i y o r d u . Gorki;yle ben on ikinci ; sırada oiuruyorduk. Onu; sahne \ vazıı-nın masasına davet etmişlerdi fakat o bu teklifi red etmişti.
— Bana bir barometreye bakar gibi bakacaklar: halbuki ben daima “Mütehavvil,, işaretini taşırım.
Mütehavvil tam kelimeydi; gülümsedi. “Çıkış,., ‘kelimesi yazılı lambaya bir göz attı. Aktörün monoloğundan sonra Gorki eğildi, gözlerinden bir damla yaş düştü. Piyes bitmişti. Dançenko ellerini şaklattı, derhal perde açıldı., aktör ve aktrisler salona indiler ve sahnede temsil ettikleri insanlar olmaktan çıktılar. Ta
nıdık simalar; Staııislavski, Ka-şalof, Moskuin/ Kiniper... 'Onla-larıkpılı pırtı piçinde, pis, ; kirli görmek hoş değildi. Jes leri, sesleri dışları ile"ahenk halinde değildi. -■
i Dançenko müellife yaklaştı :
—~ .Bugünkü temsil -jhoşunuza gitti mi? |
l.Görki gözlerini findirdi, bıyıklarını burdu.
— Verecek bir emriniz'varmı?
Dançenko, jGogol’un müfettişini taklit aderek isti za etmişti.
Nezaket mübadelesi başladı. Gorki :
— Rioa ederim, jburada emir vermek size aittir.-
— Fakat?
— Evvelcede söylemiştim.. Bu hoşuma giden bi, şey. Fakat bu biraz çok karanlık. Çekov mektubunda artık herkes nazarında bir bedbin olarak telâkki edileceğimi yazıyordu. Ben bedbin ha.. Bu piyeste açıkça söy lenen nedir? İşte bir gece ba rınağinda yaşayan insanlar, bun lar bütün kötülüklerine rağmen insandırlar. Paçavralara bürün irıüş olmalarının ne ziyanı var. İnsan, paçavralar altındayken üniforma ve gece elbisesi 'ile ol duğundan daha iyi görülür. Bu onlara karşı bir merhamet değil bir saygıdır; ve bu insanların sizin bu şeytan seyircilerinizle rinizde uyandıkları korkudur. Eğer bu fakir insanlar gelip şöy le deseler: “Biraz geri çekilin, bize de yer verin, sizin bizden daha üstün bir tarafınız yok. İş te bütün mesele. Fakat sizin sah nenizde bu bir sadak-dan fark sız. Servetinizde alınıp fakirlere verilen bir meteliğe ;benzer bir his veriyor insana...Kostantin Ser guyeviç (Stanislavski)\nükemme’, fakat insan mevzuu babis olduğu zaman az ^mniyet verici bîr şe kilde oynuyor., Bir rüya.. Çekof
un dediğine gÖı e ikiyüz üçyüz sene olacak.. Fakat insan işte Karşınızda ona bakmak -zahmeti ni ihiiyar edin.. Her bîrimize. Hakiki kaynak korası.. Onsuz in sanlar birer odundur* Görüyor sunuz, kendimi bir beyanname gibi halka sunmaktan sıkılmaya cağım.. Sesinizi yükseltin, bunun tabii folmayacağınımı sanıyorsu nuz? O şeytan Natüralizm! Onun la Boborikin meşgul olsun,.Zaten ikiside birbirlerine benzerler: kabak kafalı, dişsiz jve gözlüklü dürler.
Gorki faktörlerin onu dinle mek için etrafını aldıklarını "gör dü. Aktörlere döndü:
— Size bir kere daha teşek kür ederim dedi.
Ve sağı solu selâmlıyarak üzerine “çıkış,, yazısı olan lam balı kapıya doğru 'yürüdü.
Çaddede kol kola yürürken Gorki bana şöyle diyordu:
— Onlara Lükas’ın iki keli mesile dokunabilirdim. Lâkin bu insanlara hitap etmek beni sıkı yor. Sanki ders veriyormuşum gibi geliyor bana, Lükas Kara tayev’in bir parodisidir. Bu o ka dar basit ki farkına varılmaz. Za ten aynı dili kullanırlar. Lükas bana göre zararlı bir mahluktur. Moskvin’se onu bir aziz, bir don ötesinin Tikhong’u gibi yapıyor Adınızı taşıyan bu adamın karakteri Sen Fransuva Dasiz cin sinden. Voronej’de doğmuş, onun güzel bir portresi çizilebilir. Dostoyevski “Kararamazoflar,,da bir denedi, muvaffak olamadı. Fedor Mihailoyiç (Dostoyevski) ince bir oyun oynadı. Bu Tik hon, görüyorsunuz ki sadece or manda bir ırmak gibidir.
Gazetni ve Nikitskaya cad delerinin köşesinde, çıplak ayak ları lastiklerde bir dilenci, delik
Devamı 16 inci saylfade
İş VE İŞÇİ HAYATI
Samet Ağaoğlu’na Cevap
İstanbul Liman Komitesi
Vatan gazesinin 27-9-946 sayısında yukardaki başlık altında bir yazınızı neşr ederek sendikalar hakkında bazı meseleleri ortaya koyuyorsunuz deniz işçileri sendikasının bir azası olduğum İçin koymuş olduğunuz meseleler hakkında kendi fikrimi söylemeyi faydalı puldum.
Yurdumuzda evvelâ sendikaların kurulması halk partisinin olağan üstü toplantısında alınmış bir lutuf karan olduğunu'kabul etmiyoruz, çünkü sîzinde ra-bul ettiğiniz gibi 150 seneden-beri demokrat memleketlerde sınıf esası üzerine cemiyet kurmak hakkı verildiği halde Türkiyemizde bunun yasak olması işçilerimizin sendika kurmak kabiliyetlerinin olmadığından değil, bazı menfaat sever insanların iyice istismar edebilmeleri için kullandıkları bir taktikten başka bir şey değildi. İkinci dünya harbinden sonra birleşmiş- milletler ana yasasına imza koyarak demokrak milletler safında yer alan bir Türkiye-nin bu hakkı tanıması artık bir zaruret haline gelmişti, binaena. leyh hükümet cemiyetler kanununu bir lütuf olarak değiştirmemiştir. Bu gün mensucat İşçileri sendikası;kurulalı ancak bir ayı geçmemişken bu teşkilât bugün 4500 aza kayıt etmiştir işte deniz işçileri sendikaşı aza sayısı 1000 i çoktan geçmiştir bunu takip eden inşaat sendikaları gibi adedleri her gün biraz daha artmaktadır.
Üzerinde hassasiyetle durduğunuz bir mesele bu sendikaların kuruluş ve işletmelerinde hangi prensipin rehber olacağı sorusudur. Buna gelince Türk iş-çişi asırlardanberi iş verenlerden
ne çekdiğini çok iyi bilir. Bu patron kim olursa olsun hatta bazen devlet bile ameleye eıı kötü hayat şartlarını reva görmüştür. Evvelâ ona gayrı sıhhî şartlar altında uzun saatler çalıştırmış bu işine mukabil en az parayı ödemiştir bazan onu bile aylarca sallayan patronlar hala mevcuttur. Bu gün sendikasını kurarak kendisi için emek verenler uzun tecrübelerden sonra kimin dost kimin düşman olduğunu çok iyi bilen insanlardır.
Biz bize dostça hareket edenlere daima dost elimizi uzatan fedakâr ve vefakâr insanlarız, asırlardanberi çok çalışıp az kazandık buna mukabil şimdi az çalışıp çok kazanmak istemiyoruz. Bizim istediğimiz en basit hakkımız yani insan olduğumuzun tanınmasıdır her cemiyetin fertleri gibi muayyen saatiarda çalışmak keza muayyen saatlaıde dinlenmek okumak eğlenmek istiyoruz.
Bugünkü içtimai nizam bizi bırgün işten kovulmakla tehdit etmektedir. Bizim de-izzeti nefsimiz vardır çalışdığımız yerlerde bir garanti isteriz.B iz nihayet emeğinin kira bedelinden başka geçim vasıtası olmayan insanlarız fakat bu emek heı patronun keyfine göre kullanıldığı takdirde bu günkü işçi sefaleti meydana geliyor.
Biz ne devlet içinde ne de devlete karşı kurulmuş sendikalar değiliz. Biz kendimiz için kurulmuş sendikalarız kendi yaralarımızı kendimiz saracak kendimiz paylaşagız. Ancak bize karşı iş verenlerin ilerde takınacakları tavır sendikalarımızın istikametini tayin edecektir; yoksa bu gün hiç bir kötü niyetle ha-
Türkiye Deniz işçileri Sendikası kuruluşunun üçüncü ayını doldurmaktadır. Bu müddet içinde hızlı adımlarla yürümüş nizamnamesi ahkâmından olarak her türlü faaliyetini artırmış bulunmaktadır. Gayelerinin tahakkuku için elzem olan teşkilât ve kadrolarını tamamlamakla meşguldür.
İşte ilk ve canlı delili olarak İstanbul liman komitesini tesis etmiş bulunuyor. Liman komitesi kurucularının her biri kendisine has bir karakter ve ve-kar içinde kendi dâvalarında başarılar kazanacaklarına inanmış işçilerden mürekkep, davalarını idrak etmiş temiz insanlar olduklarını hareketlerde gösterecek örnek insanlardır.
Liman komitesinin şu kadrosu Deniz işçilerinin değerini ifadeye kâfi bir listedir.
Nazım Tanyolaç Selâhattin Peliter. Hamza Dinç İhvan Ka-bacıoğlu Sâmih Güt Mustafa Gümüş Alev Kemal, (Hüsamettin) Ahmet Doğuşa! Cevdet Bilir. Mustafa Gürmeydan Muzaffer İlk Çak Mehmet Emin Alp-(Devamı 16 da)
rekete geçmiş değiliz bunun en büyük delili nizamname ve programlarımızdaki sefahattir. Maksadımız hasta veya işsiz arkadaşlarımıza yardım için aramızda te-sanüdü sağlamak patronun karşısına bir varlık olarak dikilmekten başka bir şey değildir. Bu kısa yazımızla size sendikalarımız hakkında oldukça malumat verebildimse kendimi bahtiyar ad ederim.
KAYNAKÇI USTASI İHVAN KABACIOĞLU
Faşizmin İşçi Sınıfını Ezme Politikası
Baş .tarafı 11 inci sahifede seçilmiş bir takım kara gömleklilerdir (13). Zaman zaman, sendikaların, federasyonların ve ya vilâyet birliklerinin yaptıkları toplantılarda veya kongrelerde hiç bîr münakaşaya müsaade edilmez- Floransada çıkan (Uni-versale) gazetesinde şunları yazıyor: «Çalıştığım sanayi şubelerinin sendikasına nizamına uygun bir şekilde kayıtlı bulunan ben, hiç bir zaman teşkilâtla temasta bulunmak, toplantılarda münakaşa etmek, düşüncelerimi serbestçe ifade etmek (müsaadelerine nail olmam)]
Bu sendikrlara aza olmak sözüm ona (ihtiyaridir). Lâkin, hakikatte, bu sendikalara girmemiş işçiler yine «sendika- aidatlarım vermeğe ve (bu sendikaların iş verenlerle mutabık kalarak hazırladıkları iş şartlarını ve tes-bit ettikleri ücretleri) kabule mecburdurlar. Esasen işçileri bu sendikalara aza olmağa mecbur etmek için her türlü cebir ve tazyik vasıtalarına baş vurulmuştur : meselâ, işsiz kalmış bir işçi, işe yerleştirme bürosundan ancak “sendika,, kartını gösterebildiği takdirde yardım görebilir veya iş bulabilir.
Faşist hükümet emekçileri «san» teşkilatlar içine tıkmakla da yetinmez; işçilerin her türlü istiklâl gösterilerini de şiddetli disiplin cezalarile cezalandırır. Bilhassa, grev devlet aleyhine işlenmiş bir suç, «İçtimaî düzene karşı» işlenmiş bir suç olarak telâkki edilmiştir. Bu yüzden bu suçu işleyenler bir yıldan üç yıla kadar, “grev tahriki yapanlar,, ise üç yıldan yedi yıla kadar küreğe mahkûm olurlar. Grev “siyasî» bîr karakter taşımıyorsa, cezalar daha hafif olur. Lâkin,
— 14 ~
grev her zaman «siyasî» bir faaliyet telâkki edilmiştir
Devletin himayesi altında faşist sendikalar tarafından aktedi-len sözüm ona «iş mukaveleleri» inde işçilere yüklenen vazifelere işçilerin (haklarından) daha fazla yer verilmiştir: Meselâ inşaat mukavelesinde yalnız on iki madde disiplin meselelerine ayrılmıştır. Bu mukavele askerî bir talimatname hazırlanmıştır : "Bütün işçiler, mertebeler sîlsi-leşince kurulmuş sıraya göre, bir üst şeflerine tabidirler,, (15)
Faşist devlet “iş cüzdanı» nı ihya ediyor. Resmî makamlar bu cüzdana, hamilinin tavır ve hareketi “millî bakımdan tatmin edici» midir, değil midir, bunu yazarlar, iş veren ise. doğruluk kâğıdı vermek icap edince, çıkarılan işçinin kabiliyetli olup olmadığını emniyetli olup olmadığını kaydeder.
e
Her türlü iş anlaşmazlığını önlemek için, faşist devlet kendi hakemliğini zorla kabul ettirir : ister «vilâyet sendikalararası komiteler,, içinde (1927 den 1931 e kadar), ister ‘‘vilâyet korpora-tif ekonomi komiteleri,, içinde (1931 den. itibaren), ister “kor-porasyonlar!’m “uzlaştırma komite leri(( içinde (1334 ten itibaren) ve isterse bunların zirvesinde iş hakimliği (16) (1926) huzurunda olsun, bu “hakemlik,, senaryosu hep aynıdır : faşist devlet memurları patron temsilcilerde “işçi mümessilleri^ aralarını bulmağa çalışırlar: lâkin, hakikatte, patronların arzularını hakem kararları kılık kıyafetine sokmaktan başka bir şey yapmazlar. Bir samimiyet anında, Mussoiini, büyük sanayi konfederasyonu reisine şu sözleri söylüyor: “Sizi temin ederim ki, Bay Benni> ben iktidarda bulundukça iş verenle
rin iş hakimliğinden korkacak bir şeyleri yoktur.,, (17)
Patronların arzularına karşı gelmek, devlete karşı itaatsizlik etmektir; İş hakimliği tarafından verilen kararlara uygu-, hareket etmek istemiyen emekçiler bir aydan bir yıla kadar hapis cezasına ve 100 liretten 5,000 lirete kadar para cezasına çarpılırlar. Çeviren : Şerit HULÛSİ
Notlar:
[1] Bu yazı serisinde görüleceği veçhile Faşizmin İşçiye karşı aldığı bütün tedbirleri, yaptığı bütün tazyikleri bizim işçi mevzuatımızla karşılaştıran bir yszıyı bu makale serisinin sonunda neşredeceğiz.
[2] Mussoiini, 1926 yılında Senatoda verdiği nutuk,
[3] Niroletti, «Le fascisms contre le paysan.» 1929.
[4] Pietro Neni, «La failiiie du syndicalisme fasciste.» ds Cahiers bleu’ 27 Temmuz 1929.
[5] Gorgolini, «Fascisme.» 1921.
[6] Salvemini, «Le syndicaHsma fasciste, cis. Nouveİle Revue soci-aliste.
[7] pietro Neni, «Adı geçen eseri.» [8J Echo ds Paris gazetesi, 6-19 Ekim 1933,
9) Razza faşist şefinin itirafı, 3 Ekim 1933;
10) Valois, Fînances itaiiennes' 1930;
11) 1 Temmuz 1926 nizamrıame-sile tamamlanan kanun;
12) 1929 da Popolo d’İtalla'da çıkan ve 9 Şubat 1935 tarihli Le Populaire gazetesinde zikredilen mekale;
13) (üniversele) gazetesi Floransa, 25 Nisan 1934:
[14] R. Boati, «Ou mene la dome-stication d es syndlcats,» ds. Re’ -valutin «prolitarienne,» 25 Mayıs^ 1934.
[15] Şu son günlerde bizde de kurulacağından bahsedilen iş mah kemelerinin her haldebuna yakın faşist bir müessese olacağı ve işçiyi yine eskisi gibi mahkeme kapılarında süründsreceği anlaşılıyor.
[19] Juho, «La charte fasciste du Travall.» 1927 de zikredilmiştir.
Se n dikalizmin Menşeleri
7’lnci sayfadan:
Kaynaşmalar türlü şekillerde takibata maruz kalıyor. Lâkin 25 mayıs 1894 kanunu kabul edi İince, yeni bir takım işçi toplulukları sendika odaları şekli altında kurulmakta devanı ediyor.-
SENDİKA ODALARI. -Bundan böyle artık karşılıklı yaı dun toplulukları değil, me3İe kî korunma ve işçi terbiyes grupları bahis mevzuudur; bunların gayeleri iyice belli ve açıktır. karşılıklı yardım paravanas1 arkasında gizlenmiş değildir'^ Şüphesiz bunlarda hep gayri kanunî topluluklardır. Bununla beraber, hükümet ticaret nazırı Foureade de la Rocjuette’in ağzından 1858 martında bunların müsamaha göreceklerini söylüyor-65 cemiyetin bulunduğu Pariste 1869 da işçi cemiyetleri federa-odası kuruluyor ve millî ölçül dahilinde geniş bir federasyon hareketinin meydana çıktığı görülüyor. Bu harekete tesanüt grevleri ve grevcilere ödünç para veren sandıkların ihdası da katılıyor. Bu tesanüt hatta milletlerarası bir Ölçüde yayılıyor.
1870 harbi, komün hareket; ve bunu takip eden kanlı tazyik sekiz yıl müddetle işçi hareketini felce uğratıyor. Bu faaliyet yeniden başladığı zaman, sadece meslekî sahada kalıyor, ve her türlü siyasî faaliyete yabancı bir tavır takmıyor, Greve baş vurmak bile bazı topluluklar tarafından bazan mahkum edilmiştir-Amiens (1876) ve Lyon (1878) kongrelerinde bu zihniyet kendini gösteriyor.
Böyle olmakla beraber, daha bu devirde Jules Guesde’in pro-pogandaları meyvalarını vermeğe başlıyor ve Marsilya kongresi (1879) sendika faaliyetine muhalif bir cephe alarak, siyasî fa-
HAFTANiN HİCVİ
Karaborsacılar
“Zenginlik insanlığın yüzkarası, ahlâksızlığın nezaket kılığına bürünüşü ve milletin ekmeğinden çalınmış hakların ferdi ellerde birikerek gene milleti ezmek üzere kullanılışıdır. Her nerede sömürülecek bir menba görürlerse. arpaya saldıran eşekler gibi, zenginler oraya saldırır, birbirlerine girer, birbirlerinin kafasını gözünü yararak en büyük parçayı koparmağa kalkarlar.
Zenginler mal ve mülkleri uğrunda satmadık değer, çiğnemedik his, kirletmedik fikir bırakmamışlardır. Amma onlar daima millî kahramanlar olarak gözükür. açlar, sefiller, veremliler kitlesinin derdine çare bulmak meselelerinin başında « Arzı servet,, eder; yene bu meselelerin başında papellerine papel; apartmanlarına apartıman ve soy-gunc aklarına soygunculuk katarak, çat! ay ası midelerine hizmet ederler. Zenginler saltanatta dalkavuk , Meşrutiyette dalkavuk, Cumhuriyette dalkavuk, yani daima soyguncu miî-rai , daima yalnız kendilerine hizmet etmiş ve insanlığın en hayvani şevki tabiilerinden yoğurummuş menfaat kadavralarıdır. Burjuva nizamı denilen ekonomik istibdat rejimi bütün ha-
aiiyete taraftar olduğunu açıktan açığa bildiriyor. O zaman, sendika hareketine kanunî haklarım veren 25 mart 1884 t. kanun kabul edilmiştir. Bundan böyle, çi faaliyeti, kanunla tam bir anlaşma halinde ve açıkça kendini
Döğ^n Ruşenay
yatlarını sıkıntılar içinde geçiren ve icabettiği zaman da cebheler-de ölmeğe giden halk kitlelerini inlete, inlete, zenginlerin saltanatını devam ettirmek için kurulmuştur.
Patron kılığına girerek işçinin emeğini mütaahhit kılığına girerek milletin parasını, tüccar kılığına girerek halkın yiyecek ve giyeceğini, doktor kılığına girerek kitlelerin sıhhatini ve nihayet (saltanatı* ele geçirerek içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya kadar herşeyi çalan bu zenginler çirkefidir.
Asırlardır, sefalet çukurlarından bu kanlı, bu kuduz, zengın-er resmigeçidini seyreden kitleler, işte aç mideleri, paramparça olanlar, veremli gövdelerde çukurlarından çıkıyor. Fümen, tümen, sürü, sürü aç mezarlardan fırlayan iskelet gibi toprağın sathında intikam orduları kurarak saf, saf diziliyor. Suru İsrafil çalmış öiüler mezarlarından çıkmıştır! Kıyamet kopacak, ve bu kıyamete katılmayan, kıyametin rüzgârı içinde bir zerre gibi sav-rulacaktır.
Kıyamet kopuyor, «tahta sa-panlısarı Çinden» ‘‘ÇeliklerFelek-triktenmiş NewYork’un içme kadar» her karış toarakta açların kıyameti kopuyor..
gösterebilecek; artık hükümet değişmelerine oyuncak olmıyacak ve yürüdüğü yoldan kendisini döndüren bir kuvvetten korkusu ohnıyacaktır.
Fransızcasından çeviren Şerif Hulusi
— 15 —
Tevfik Fikret
İdeolojisi ve felsefesi
SABİHA SERTEL
Fiatı 200 krş.
YIĞIN
Fikir dergisi
Okuyunuz ve okutunuz.
İstanbul Liman Komitesi
GORKI’YE DAİR HATIRALAR
(Başlarafı 13 üncü sayfade ) kan, Abduihamit Akarslan Mahmut Yüksel. Bu genç elamanlarda Türkiye Deniz işçileri Sendikası Türkiye Deniz işçilerinin içinden fışkıran abidenin başına takılmış b'r çelenk misali ve heybetile selâma değer işçilerdir. Ancak sendikalarının kuvvet buldukça Menfaatlerinin sağlanacağına ve hayatlarının garanti edileceğine iman ederek giriştikleri işi şerefle başaracak bu arkadaşlar gibi Türkiyenin diğer limanlarında kurulacak teşkilât ve komiteler için hazır-lanmakta olan diğer elemanlara da başarılar dilemeyi bir borç bilir. Hepsini saygıyla anarım.
T. D. î. S. Başkanı
M. Mete Konuk
W V
Kültür ve Aksiyon
(Baş tarafı 2 ci sayfada) rici bir şakide bilet ek veya bil-miyerek iştirak etmiş olan bir kısım matbuatımızın bu yüz kızartıcı hareketine karşı bir it hamdır. Bu kitapta Azerbeycaıı hareketleri hakkında en namuslu ve cesaretli sesi duyduk. Bu eseri okuyucularımıza hararetle tavsiye ederiz.
Devamı 12 inci sayfada şapkasını geniş bir jestle kaldır dı ve yolumuzu kesti:
— Entelektüel proleter için birşey verin dedi.
Ve biraz evvel sahnede sey rettiğimiz aktör gibi (Kardeşim, hasta kardeşim) diye söylenme ye başladı. Gorki onun avucuna bir miktar para koydu. Çtplak ayaklı fakir Gorkiyi tanıyarak ;
■— Çok teşekkür ederim de di. Sonra birden minnet duygu su ile; haykırdı:
—‘ Yaşasın Maksim Gorki.. Maksim..
Gorki onu yakasından yaka ladı:
— Sus hay Allah cezanı ver sin; sus.
Fakat iş işten geçmişti, biri işitmişti, biri başka birine söyle mış, o da üçüncü bir şahsa an iatmış. üçtincüde beş kişiye bir den havadisi geçirmişti. Gorki adı, cadde üstünde bezelyelerin toprakda yuvarlanışı gibi yayık verdi. Bunlar aralarında ve kom şularıyle konuşan, bazdan acele bazıları avare adımlarla yürüyen, kendilerini mağaza vitrinlerinde seyreden insanlardı.
Ve -bu âlem birden çılgına dönüverdi, yüzlerde bîr memnuniyet belirdi. Ağızlar açık. Bir birini itmeler. Caddeden bize
doğru “Gorki Gorki Gorki,, seı Ierile koşuşuyorlardı.
Esnaf, tüccar, dükkânlardan mağazalardan çıkıyor; yarı traş olmuş bir adam berberden fırlı yordu. Ayaklar arasında bir kö pek havlayor, küçük çocuklar ıslık çalıp «Gorki* diye bağrış yorlardı. Arabacılar arabalarım kaldırım kenarında durdurup ki min alkışlandığını anlamak isti yorlardı.
“Gorki nerede ?„ “Hangisi, “Tam bir işçi,, Selâm Aleksi Maksimoviç,, “Rus kartalma selâm.,,
(Sonu geiecek sayıda)
SAMIM KOCAGÖZ
@
SIG'NAK
Hikâyeler
Mutlaka okuyunuz
Müessisi Esat Adil Müstecabi.lmtiyaz sahibi,neşriyatı fiilen idare eden: Haşan Tanrıkut Yıllığı 10, altı AylığıSOO, üç aylığı 250 kuruştur. AdresıP. K. 519 —Nam Basımevi.

Comments (0)