Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

BU SAYIDA:
Korporasyonc dara Dikkat
ESAT ADIL
YENİ DÜNYA
MEHMET ALİ A YE AR
Sulh Enirinde Fransîz Düşüncesi
PAUL L A N G E V. I N
BABAMIZ (Hikâye) VALANTİN KATAYEF ŞERİF. HULÛS!
- Son Ekonomik Tedbirler
Haşan T A N R i K U T
Pearî Buckkn Değeri Var mıdır?
Tuna BALTACIOGLU
©
ŞİİRLER:
RIFAT İLGAZ
ME, FUAT HOP OKTAY AKBAL
©
S a y ı: 2 6
Protesto ederiz
Şoven esajara dayanan yeni eğitim ceryanı Köy enstitüleri teşebbüsüyle halkçı; klâsikleri tercüme ettirmekle hümanist; ve demokrat katalı unsurları, içine girmiş olduğu havanın müsaadesi nis-betinde korumakla «liberal» olmuş olan Haşan Âli Yücelin bir İki müs-bet icraatını birer, birer aksi istikamete çevirmeğe başlamıştır. 8u irticaî faaliyetleri demokrasi ve memleketin selâmeti namına protesto ederi*.
Alınlık okulkrı
Gazetelerde, azınlık okullarında Türkçe ve k_ Itür derslerini okn-tan öğretmenlerin, bundan sonra maaşlarını eğitim bakanlığından alacaklarını okuduk. Türk vatandaşlarından bir kısmına karşı yeniden beslenmeğe başlamış olan İtimatsızlığın ve onların okulların; diğer özel okullardan ayırmak su-retile, şahsiyetlerine saygı göstermemenin bir tezahürü olduğu İçin bunu tamamile menfi bir teşebbüs olarak karşılıyoruz. Biz «a/ınlık okullatı» tabirinin dahi kaldırılıp «özel okullar» tabirini onlara da teşmil etmeyi; demokratik bir hamle oJarak, beklerken bu anti-de-mokratik karara şaştık.
Istanbulun Kurtuluşu
6 Ekim 1923 te İngilizler başta olmak üzere garbin emperyalist sürüleri, millî kurtuluş ordumuzun önünde tarihlerinin bütün «debdebe»; ve deni «medeniyetlerinin» bütün şaşaasile dize gelerek atlarımızın üzengilerin! öpmüşler, İs-tanbuidan koyulmuşlardı.
23 yıl önce kurtarılan güzel İstanbul ayni emperyalist sürülerin yeniden, aşikâr veya sinsi bir istilâsına oğrarsa bu hücum karşısında inkılâpçı Atatürk gençliğini bir hak ve intikam âbidesi olara^ dikilmiş bulacak, emperyalizmi kökünden söküp atmağa karar veren dünya halklarile birlikte tarihin yeni bir devir açacak olan, en büyük hezimetine oğratılacaktır.
İnkılâpçı Türk gençliği ve işçi sınıfı daima millî menfaatlerin emrindedir.
h/' cilâ - İ Zaman
Bir s o fanın ölümü mîinase-betile Mithat Cemal Kuntay “Son Posta,, da feryada geldi : Güzel şark, benim camın, ruhum şark. Softa öldü am? sen yine kubbelerin, ezanlarında ayaktasın, hem değil iki, dört, ayak üzerinde kavi duruyorsun... Eğer o softa. Mithat Cemal efendi hazretlerince buyurulduğu üzere, bir zihniyetin “toprağa düşen son taşı,, ise ne saadet? Ama maalesef değil.. Verem halkımızı kırar geçerken, hastahaneler veremlilerle taşarken «Zenginlerimiz» camiler inşa ediyorlar, bunun sebebi veremden ölenlerin çokluğu karşısında İsianbulda ve Türkiyede mevcut sayısız caminin cenaze namazlarına kâfi gelmemesi olabil’r. , Sosyal hayatımızda hüküm süren beceriksizlikte o menfur şarkın elan “ğarp-lılık« cilâsı altında; tıpkı demok
KARA KUVVET
Kara kuvvet,
Bugün hükmünle inlettiğin bu memleket Anlamıyor sanma içyüzünü,
Bugün senin hasta gözlerini kamaştıran iik ışıklar,
Yarın bir güneş olup yurtda pırıldar,
Kara kuvvet
Uludun'bütüngün kitaplar, Kitapçılar önünde. Çamurlu ellerinle saldırdın
Kardeş! iğe,müsavata,hurriyete.
Kıyıdnız
Kurtuluş savaşında ölenlerin yüce hatırasına Saldırdınız
Mithat paşaların hürriyet mirasına..
Kara kuvvet,
Kara cehalet
Bir zamaniar yine kudurup yürümüştün, Hedefindi,
İnsanlığın şanlı kaîesifTEVFiK FİKRET) Kara ku vvet Yağdırdınız üstümüze lâneti,
Karanlığa boğdunuz bu memleketi,..
Bugün daha çok İnanıyor.uz : dağıtacak
Bir avuç Türk çocuğunun aydınlığı
Ya kafanızı, yahut...
ratlığa bürünen faşizm gibi, yaşamakta olduğunu gösterir. Mit’ hat Cemal bu şark bolluğu içinde «son taşta düştü» diye bağırırsa şu şarkçıların azgınlığını varın siz düşünün,
Mülkiyet ve ideoloji
Malatya lisesi felsefe öğretmeni Kemal Yalazkan, tarihî maddecilik gözüle mülkiyet ve ide oloji,, adlı edrinde “Reaksiyo-nerler halk mistisizmini besleyecek olan idealist bir felsefeye muhtaçtır,,, «Hegel... kendi felsefi tohumunu Aman kapitalizminden almıştır», «Liberalizm ve emperyalizm İktisadî ve zaruri sosyal bir merhaledir», «Kapitalizm kendi antitezi olan proletaryayı ve onun ideolojisini doğurmuştur,» v, s. gibi başlıkr lar altında ciddi meşe’eleri ba-şarile inceliyor eser Istanbulda Tuna matbaasında basılmıştır.
Korporasyonculuk bir d3vlet sistemidir ve bu sistem
İktisadî ve siyasî faşizmin anasıdır.
I
ESAT ÂDİL
Yer yüzü büyük bir felâket, zulum ve istibdat devresi atlattı. Bir kaç yüz milyonu kurta-tarabilmek için insanlık 20-25 milyon kurban vermek zorunda kaldı. Herkesin bildiğ'i bu facialarla yüklü hikâyeyi burada tekrarlamanın gerçi hiç bir ameli faydası yoktur. Görünürdekiler herkesin gözüne batmakta, geçmişdekiler ise hepimizin hafızasında dip dili, tap taze yaşamaktadır.
Fakat felâketlerin — bazı kimselerin keyfini hoş ettiği için olacak — hasretini çekenler, onu adeta arzulayanlar her nedense eksik olmuyor. Bu gibiler, isterik veya mezohist bir iştiyak içinde faciaların destanlarını hazırlıyorlar ve fırsat bulurlarsa bir «kaside han» gibi ulu orta okumaktan çekinmiyorlar. Yer yüzünün atlatmış olduğu o büyük felâket ne idi ? İnsanlığın eşine rastlamadığı o büyük facia nerelerde ve kimler tarafından oynanmıştı ? Bunu, bizim kadar onlarda bilirler.
İtalyan faşizmi ile Alman nazizminin dayandığı nazariyeyi ve bu nazariyenin dayanaklarının neler olduğunu da yine onlar bizim kadar bilirler, belki bizden daha iyi bilirler.
Fert ve kitle halindeki her türlü hak ve hürriyetlerin sistemli bir surette yok edilmesini tevil eden bu nazariye her şeyin üstünde devlet parolasını ortaya atarken, devletin kendi anlayışına göre ne olduğunu açıklamaktan da çekinmişti. Biz demokratlara göre devlet milletin yine kendi menfaatlerine göre kendi kendini idare etmek cihazı iken ve bu bichazm kurulabilmesi için de binlerce yıl insanlığın savaş zortında kaldığı ap açık bilinirken onlar, yani faşistçe ve nazistce düşünüş ve hareket ediş sistemine bağlananlar devleti büsbütün başka .ürlii anladılar ve anladıkları şekle soktular. Onların devleti, millet egemenliğininin üstünde bir egemenlik idi. Şu halde devlet kimin veya kimlerin elinde ise sualsiz, mesuliyetsiz mutlak egemen de o ve ya onlardî. Eski zamanların «Allaha vekâlet» demek olan hükümdarlık nazariyesinden faşistçe devlet nazariyesinin hiç bir farkı yoktu.
Her şeyi nefsinde toplayan hükümdar mefhumu faşizmdeki devlet mefhumunun ta kendisi idi. Çün.vü, fert ve millet haklarının, hürriyet
lerinin hepsini devlet temsil ediyor, bütün ıkti-tisadi, İçtimaî ve siyasî teşkilâtların tepeden inme kaynağı devlet oluyordu. Bu, demokrasideki aşağıdan yukarı sisteminin tamamiyle aksi idi.
İşte, korporasyonculuk dediğimiz, yani milletin İktisadî, İçtimaî ve siyasî teşkilâtlanma ve devlet cihazını murakabedeki bağımsızlığı yerine bu teşkilâtlanmanın devlet tarafından tanzim ve yine devlet tarafından kontrol edilmesi rejimidir ki, faşizmin ana cihazını ve temelini teşkil eder.
Demek oluyor ki, devlet eğemenliğini elinde tutan ve onu temsil eden zümre milletin bütün hürriyetlerine, bilhassa teşkilatlanma hürriyetine el koyarak her türlü şerbetliği ve bağımsızlığı ya’nız devlette, daha doğru bir ifade ile ya'nız hakim zümre inhisarında topluyor.
İşte, Samet Ağaoğlu, geçen hafta Vatan gazetesinde yayınladığı bir makale ile bu sistemin yani faşizmin türkiyede yeni baştan kurulmasını tavsiye ediyor. Demokrat partinin mensubu olan bu zat işçi sendikalarının doğrudan doğruya devlete bağlanmasını ve bağımsız birer meslek birliği halinden çıkarılmalarını isterken açıktan açığa korporasyonculuğu, Musolininin o ölmüş eserini Türkiyede diritmeye uğraşıyor.
Milletin ve demokratik teşekküllerin dışında ve her şeyin üstünde devlet anlayışına bağlı kalanların, kontrolsuz, mesuliyetsiz bir zümre egemenliğine taraftarlık edenlerin korporasyon-culuğun siyasî neticelerini, yani facialarını da hoş görmeye hazır oldukları apaçık meydandadır.
Hür, bağımsız işçi sendikalarının varlığına karşıkoyanlara açıkça soruyorum : Emeğin ve emekçinin hürriyetini devleıe bağişlarken sermayenin ve sermayedarın hürriyetine niçin dokunmak istemiyorsunuz ? Küçük bir zümre eslinde bulunan istihsal vasıtalarını işleten işçilere bir lokma ekmeği ve bir yudum hürriyeti çok görüyorsunuz da, bu istihsal kaynakları üzerindeki millî servetlerin yine millet adına sdevlete tahsis edilmesini niçin talep etmiyorsunuz ?
NOT: Geçen sayıdaki sendika düşmanları adlı yazımızın ikinci satırındaki inkılapçı partiler «ihtilâlci partiler» diye dizilmiştir. Düzeltiriz.
Son Ekonomik Tedbirlerin Gayriilmi Oluşuna Bir Misal
Yazan : Kasan Tanrıkut
Peker kabinesinin alelace’e aldığı «tedbirler» üzerinde uzun uzadiya durmak isterdin. Ne yazık ki kendisinde yazı yazmayı kabul edeceğ m günlük hiç bir gazete mevcut olmadığı için düşünce erimi yalnız bir iki nokta üzerinde topladım. Onları Tür-kiyenin büyük inkilâpçı dergisi olan (Gün) de neşretmeğe karar ve* d m.
Son zamanların çok seri hain lelerle alınmak istenen ekonomik malî tedbirleri bana öyle geliyor-ki harp içinde güdülmüş o'an aksak ve sakat politikanın tam tersini gütmek mantığına dayanıyor. Bu mantık geniş görüşlü insicamlı ve İlmî bir proğram içinde ortaca atılmış olsa idi şüphesiz basit olmaktan kurtulacak gayece uaştıracakdı. İlmî, memleket realitelerine sıkıdan sıkıya bağlı ve onlara uyğutı bir hareket seyri karşısında olmadığımızı eserle.le söyleyeceğiz. Bu düşüncen.n ilk şüphe kaldırmaz del. 1 i şudur :
Alınan tedbirlerin gayesi hayatı ucuzlatmak, bu yabama fa-c asının doğurduğu sayısız ferdî güç'üke.i ve meselâ lürklyede ne İe k ıda. kolay ve çok bulunur bir hastalık haline ge en veremi önlemeğe muvaffak olmak olmaliydı. Her ne kadar hayatı ucuzlatmak prensibinin esaslı gaye o duğu ilân ed.lm.şse de bunu ilân eden hükümetin alman tedbirler.n müsbet bir netice vereceğinden emin bulunmadığını memurlara ayrıca zamlar yapmak ihtiyacını duymasınoan anlayabiliriz. Bu tedbirle, halatı ucuzlatacak ise memu.la a zam yapmağa ne lüzum va dı f Eğer tebir.er za uri neticeler doğu.a-cak olan ilmi sebeplere dayanmakta olsa di memurlar için ayrıca çaıe e. düşünmeğe lüzüm yoktu. Yok eğer hayat ucuzla" ılmıyacaksa bu tedbirler n çin
alınmıştır ? Zaruri neticeler verecek müsbet tedbirlerle karşı karşıya olmadığımız ve tecrübe-yapılmakta olduğu an'aşılmıştır. ıderei maslahatçılık sosyalist olmayan her ekonomik sistemin, şikâyetler son haddi bulduğu zaman, hakim zümrelerin menfaatlerini haleldar etmeksizin bir takım tedbirler almaktan ibaret bünyesine uygundur. Kapitalist memleketlerde siyasî zümre kendilerine dayandığı kimse’eri-memur, asker vesaire memnun etmek sııretile hayatın1 idameye çalışır. Bu arada geniş kitlelerden yükselen feryadı yarım tedbirlerle gidermek ister.
Ortada bir takım neticeler vardır: Pahalılık, açlık, veıem vesaire... Biz bu neticeleri doğuran şebepleri bulup oıtadan kaldıracak İlmî ve teşkilâtçı kud-letten mıhrum olduğumuz için sebepleıe dokunamıyor, neticeleri yamamağa çalışıyoruz. Her zammı yeni bir pahalılığın takip etmiş olduğu tecrübe ile sabittir Ve memurlara yem zam yapılması teklifi efkârı umumiyenin gözünde yen’ tedbirlerin değerini şüpheli vaziyete sokmuştur. Eu, “memurlara zam yapılmaz ise efkârı umumiye lahat edecek,, demek değildir. Memurlar çok ağır hayat şartları altında bulunuyorlar-harbin zengin ettiği bir avuç adamla ezelden zegln diğer beş on adam ist sna edilirse bütün Türk vatandaşları gibi on'ar da kötü durumdadırlar. Gerek onları ve gerekse bütün vatandaşları geçim belâsından kurtaracak olan çare zam değildir. Sosyal ve ekonomik bünyede köklü bir değişme yapabilecek kudrette İlmî tedbirler almak sayesinde hayat ucuzlayacak olursa ne memur sefaleti, ne verem salgını kalır. Burjuva ibt rasla ına oyuncak olan İçtimaî nizamlar, plânlar ve İlmî
esaslar dahilinde ekonomik hayata müessir olamadıkları için, onlar İktisadî hayatı değil, İktisadî hayat onları idare eder. Bu günkü durum bizi İktisadî hayatın idare etmekte berdevam olduğunu ve İktisadî hadiselere müessir olabilecek İlmî zihniyet ve İdarî kabiliyetten mahrum kimseler olduğumuzu bir kere daha ortaya vurmuştur.
Sebepler var oldukça neticeler var olmakta devam edecektir ve neticeleri değiştirmek hususunda harcanan cehit, zaman ve para heba olup gitmektedir. Sebepler üzerinde tesir yapabilirsek neticeler de kendilikıerin-en değişecektir. Böyle deteımi-ne esaslar dahilinde hareket edecek plânlı ve şuurlu bir ekonomi yaratmağa muvaffak olursak halk az zaman içinde derin nefes alabilir. Bu ise halk kitlelerinin yüzde yüz menfaatine olan bir plân tanzim ederek onu ne bahasına olursa olsun tatoik sahasına koymağa girişmekle olabilecek bir iştir. Günü gününe ve saati saatine alman tedbirler sade kötü neticeler ile uğraşmağa girmek demektir. Asıl mühim olan bu netice erin doğmasını önceden önlemektir. Bu da geniş ve rasyonel bir plânın tanzim edilmiş olması ile olur. Böyle bir plân, şüphe kaldırmaz bir ilmi kabiliyet ve söz götürmez bir teşkilâtçı zihniyet tarafından ortaya konabilir. Bu iki vasıf ise şahsi ve zümrevi menfaatlerini ortadan kaldırarak yüzde yüz halkçı olan ve halkla beraber istirap çekip «halkın kendisinden ibaret» şahsiyetler haline gelmiş idealistlerin yaratacağı atmosfer ile beraber müs-ebt soauç'ar verecektir.
Ansiklopedi
—' ■ i|( IIJII ~Fı !■ 11. II TTTTT . f^WllTI* »Jı.rjB'»» feTJML JJ HTTlirn
Darven, bilindiği gibi, ►ilini cephesinde, yeni bir’ devir’aç-mış, “Biyoloji,, alimidir.
Hayatının, yirmi beş senesini, nebatatın, ve hayvanatın, tabiat içinde, yaşamak için, nasıl, mücadeleye mecbur olduklarını ve bu zaruret yüzünden, dolayısiyle, umumi bir tekâmül kanunun hüküm sürdüğünü, tesbit eden, yegâne, büyük adamdır. Darven bu me-yanda, insanın da hayvanat içinden bu kanunların tesiri altında, nasıl sıyrılıp çıktığını da ortaya koymuştur. Ası! mevzuu teşkil eden, sosyal darvenizm : Sosyoloji ilminin, bahsidir. Burjuva âlimleri, yukarıda saydığımız kanunların, cemiyet için de esas olduğunu, ileri sürerler. Yani istifa kanunu mucibince, cemiyetin, her safhasında, her devrinde, olduğu gibi, harp, bundan-böyle de olacaktır. Bir zarurettir. Ve ebedidir derler.
Halbuki, cemiyet, haddizatında, tabiatla mücadele etmek için kollektif iş gücünün, ifade sidir.
Fakat, cemiyetin inkişaf, seyrinde insanlar bulundukları şartlara tabi yani, mevcut istihsal aletlerinin yarattığı, istihsal münasebetlerine göre; menfaat ayrılıklarına düşmüşler ve bu'menfaatleri ayrı, ayrı olan, insan kitleleri, sınıfları teşkil etmişlerdir. İşte1 cemiyet bünyesinde, bu taban tabana zıt, barışmaz, uzlaşmaz sınıf mücadelesi, d ;vam ettikçe, sosyal darvenizm doğrudur. Fa, kat yine istihsal aletlerinin yarattığı ve yaratacağı, yeni istihsal münasebe lerine göre açılacak, yeni devirler, sınıfsız cemiyet içinde, ne bir harbe, ne kırize, ne anarşiye, ne de böyle projelere yer olmayacaktır. İşte Burjuva âlimlerinin, görüşü ile, Proletarya âlimlerinin, görüşü arasındaki, muazzam fark, ve keskin, mücadele, bu kaynaktan doğmaktadır.
Dünyanın Hali
_Bey1ik' istatistiklerden bıkkınlık getirdik, p
1 Tonlarla buğday' denizi boyluyorjher yıl, " BirYanda'aç'ölüyordnsan yığınları, Beri yanda yaşamanın güzelliğinden * bahsediliyor.
Kırbaç altında.
Ve halâ' şâir varki,
Sevgilr baldırından’dem vuruyor.
Şaşırmış ne halt edeceklerini insaııoğullari;'
Gündüz işde,'
Gece meyhanede...
Neye yarar gündelik der'leri tekrarlamak
^mahalle kahvelerinde.
Ve şikâyet etmek yaşamaktan,
Elde varken blrsiirü çare..
neye yarar küçücük memnuniyetler,
Güneşten, topraktan, sudan..
Bir bilsem hor işin başı sended'r;
İnsan...
Afif YESARj.
Küçük Memur
Guy Mercler'den
Acele et küçük memur, acele
yürüyen tranvaya atlarken sıkıntılı bakışını gördüm nefes nefese idin, saatine baktın cebinde bilet karneni arıyorsun
koşmak ve merdivenleri dörder dörder çıkmak gerek yürüyüşünü hafifletmesini ister gibi saatine bakıyorsun belki gece biraz hızlı koşmuştur, belki şirketin saati durmuştur
belki personel şefi de geç kalmıştır bunlar pek az muhtemel o halde zili çalacaklar gecikişini bir deftere yazacaklar sana imzalatacaklar
bunu hiç unutmayacaklar
maaşına zam istediğin zaman bu defteri İnceleyecekler
örnek bir memur olmadığını görecekler
işine bağlanmadığını, sabahları yatakdan çıkamadığını, sokakta avarelik ettiğini görecekler acele et, küçük memur, acele ya bu işi de kaybedersen halin ne olur?
”Bu sıralarda çok zor,,
ve “bu sıralarda,, lafı senelerdir sürmekte
harpten beri
daha evvel de harp vardı
daha evveli bir harp sonrası
ve daha evvel bir başka harp
daha evvel senin askerlik hizmetin
o sıralarda üç seneydi
ve çok daha evvel küçük memur babanın parasiyle okuduğun mektep her şey şu cümlede saklı “bu sıralarda çok zor,, ve bütün bir hayat ve şimdi artık ihtiyarsın Acele et. küçük memur acele geç kalacaksın.
O. AKBAL.
— 5 —
# * #
Sulh Emrinde Fransız düşüncesi : 3
İlim Bir Harp Sebebi Olmamalıdır
PAUL LANGEVIN
Bu gün açılan kongrede “Sulh emrinde Fransız düşüncesi* te-masını ele almakla, Fransız mu" harırleri milli birliği, düşmanlıkların sona erdiği ve Paris sulh konferansının pek güçlükle ilerlediği, umulan huzurun henüz belirmediği bir anda, hürriyete olan ümitlerimize aykırı ve gü-1 ünç bir vakıaya işaret etmek is-miştir. Bütün milletler silâh ba şı vaziyetinde, her zamankinden daha sıkıntılı haldedirler, galip ^erin hiçbiri de silahlan elden bırakmayı düşünmüyor. Hepimiz burada toplandık, birlikte bu teh' i keli vaziyet üzerinde düşünmek.bunun sebeplerini anlamak, ve üzerimize çökmüş olan teh likeyi bertarafetmekiçİn hepimizin bütün düşünce, ifade veya hareket kabiliyetlerimizi kullanmak-*a hissemize düşecek vazıfey tesbit .etmek istiyoruz. İnsanlık yarınını perçinlemek hususunda hiçbir zaman bugünkü kadar kuvvetli vasıtalara sahip olmamıştı.
İnsanlık bugün bir dörtyol ağzında bulunuyor; istersek, çok feci ve zalim olacak bir harp yerine, çok güzel olacak bir sulha doğru götüren yolu seçmesi için insanlığa pek alâ yardım edebiliriz.
Ben bugün, tabii kuvvetlere hakim olmamızı sağlamakta bir milyon yıllık bir geçmişi olan ateşin elde edilmesinden tutun da, atom içinde saklı milyonlarca defa daha kuvyetli tesir vasıtalarını elimize vermekte bize yardım eden sahih ilimleri alâ-
{1] Bn konferansın metni 2 Temmuz 1946 tarih ve 68 sayılı Les etoiles mecmuasında çıkmıştır.
— 6 -
£ © ©
«Süiti emrinde Fransız düşüncesi» namiyle en mümtaz Fransız ilim ve san’at şahsiyetleri nı, sulh uğrunda çalışmak üzere bir araya toplayan birliğin açılış toplantısında verilen söylevlerden geçen hafta Jean Cas-sou’nun nutkunu nakletmiştik. Bu hafta da gene aynı toplantıda Fizik İlmî sahasındaki a-raştırmalariyle cihanşümul bir şöhreti olan Prf. Paul Lange-vin’in verdiği söylevin bir ter-cemesini veriyoruz :
® @ © kadar eden mücadeleyi bilhassa açmak istiyorum.
Dünyayı idare eden egoizmdir.
Bu büyük başarılardan ve bilhassa sonuncusundan doğan neticeler, ilmimizin insanlık kıymeti üzerine bir takım şüpheler uyandırmıştır. Şu son yirmi yıl içinde tekn’k taibikatin inkişafından doğan buhranlar, işsizlik ve insanlık hâzinelerinin bile bile tahribi gibi saçma manzaralar jiim adı verilen şu yeni promethese-yi zincire vurmak teklifinin ortaya atılmasına sebep olmuştur. Dünyayı anlamak ve ona hükmetmek için sarf ettiğimiz büyük gayretin bu tarzda felce uğratdmasından şu veya bu sahadaki ilerlemelerini muhafazâ etmek istiyen kıskanç milletler tarafından bazı araştırmaların gizli tutulması gibi bir netice dağacaktır, böyle bir karar, pek çok sayıda sanayi adamları tarafından ötedenberi kullanılan' imalât sırlarını saklamak gibi çirkin metodun milletler arası bir plân içinde umu-mileşmesine büyük bir yardımı olacaktır. Az çok bir gayretle çozülemiyecek veye anlaşılamı-
yacak .bir sır bulunduğuna göre bundan bir emniyetsizlik atmosferi doğacak, bu da içinde bütün ilmin ve insanlığın boğulup gidecekleri bîr uçuruma doğru koşuş olacaktır. Herşey bir yana her yeni keşfin neticelerini kim önce haber verecek? O kadar iftihar, ayni zamanda endişe et' tiğimiz keşiflerin hepsi de pek mütevazı bir şekilde başlamıştır. Şu halde bütün neşriyatı yasak etmek bütün ilmi hayatı durdurmak ve dünyayı tanımanın bir takım tehlikeleri yanında mümkün kıldığı bir takım iyiliklerden de mahrum kalmak icap edecektir.
Gerçekten, bu tehlikeler, bu yeni kuvvetli tesir vasıtaları, ferdi ve kollektif egoizmin hüküm sürdüğü ve yeni kuvvetlerden faydalanarak sadece şiddetlenen ve genjşliyen bir takım anlaşmamazlıklara |yol açtığı bir dünyada inkişaf etmesinden doğmuştur.
Kolloktif sahada, bir vaka hatırlıyorum ki, bu vakada egoizm pek saf, lâkin o derecede endişe verici bir şekilde kendini belli ediyordu; bu gençliğimde olmuştu. O zamanlar zararlı olmaktan artık vazgeçtiğini umduğumuz, Petit Parisien gazetesini okurdum. Bir gün bu gazetede, kısa olduğu kadar da cok manalı şu aşağıdaki haberi okudum-“Ukranyada buğday mahsulünün kötü olduğu haber veriliyor, Kanada sevinç içindedir.» İnsanlık tarihi, kabileler; siteler, ırklar tarafından işte bu şekilde zehirlenmiştir. Tedbirsizce bir çoğalmadan veya komşunun malına göz dikmekten doğan istilâlardan sonra, tekniğin inkişafı, mahsullerin akıtılması için emperyalizmlere ve sömürge zaptı
veya iktisadi rekabet harplerine yol açmıştır.
Ferdi egoizm, menfaat araştırması ilmin ve ilim tatbikatının, önce içtimai anlaşmazlıklar dahili harp ve ihtilâl sebepleri, sonra da milletler arası anlaşmazlık kaynakları haline getirilmesine yardım etmiştir; henüz bu felâketlerle karşılaşmamış milletlerin idarecileri, rejimleri değiştiren harp misaller1 gözleri önünde durduğu için bir sirayetten korkmaktadırlar. Bugün olup biten hadiselerin büyük bir kısmı bu tarzda izah edilebilir; nasıl ki, büyük Fransız ihtilâli harpleri de bu tarzda 1zah edilmektedir.
İlim ve insan müdafaası.
Bugüne kadar bu vaziyet iyi kötü devam etmiştir; çünki ilim, ortaya çıkmasına yardım ettiği kötülüklere karşı elinde kâfi derecede müdafaa ve himaye vasıtası bulabildi. Zırhtan veya mancınıka karşı tahkimattan, tayyare tarafından Radarla görünmesini güçleştirmek için atılan madeni kâğıtlara kadar, müdafaa ile hücum arasında mücadele bakımından tarih, uzun ve heyecanlı sayfalar yazmıştır.
Atom bombasının ortaya attığı yeni vakıa şudur ki, sonsuz kudretini bir tarafa bırakalım, bu silâha karşı elimizde hiç vasıta yok gibidir; meğer ki eski vahşi hale ve mağaralar devrine dönelim.
Bu saldırganlığı ortadan kaldırmağa ve ilmin mümkün kıldığı mesut sulhu hazırlamağa ya~dım etmek için, alimin yapacağı iş şudur: düşüncesini içtimai veya milletler arası adalet hizmetine vermek, kendi içinde insanlarla kardeş olabilecek İnsanî duyguları inkişaf ettirmek, bugüne kadar umumiyetle yaptığı gibi «keşiflerim iyiye veya kötüye kullanılmış. Bana ııe„ düşüncesinden vazgeçip, aksine iyiye veya kötüye kullanılmasiyie yakından alâkadar olmak üzere zanaatının içinden ve içine sakladığı fildiş kuleden çıkmak bazı milletlerin
BU AKŞAM
Bu akşam içimde sarhoş olmak arzusu...
Salaş bir kahvede oturup
deniz kenarında
gece mehtaba karşı çekmek kafayı...
Silsilesine sövüp dünyayı bu hale sokanların kurtulmak düşüncelerden alaturka bir plakta...
Bu böyle
böyie ama,
yapacak işler var; biliyorum...
Biliyorum insanları, çalışanları biliyorum.,. Yarın gene parmakları ve makineleriyle hazırlayacaklar yarınları...
Bu gün uğrunda da olsa bir önemli iştir bu...
Bu gece İçimde sarhoş olmak arzusu... Fakat şafakla beraber ayılacağım...
M. Fuat HOP
idarecileri tarafından tehlikeli vaziyete sokulan insanları uyandırmak üzere imdat işaretini çekmek.
Atom bombasının keşfinde çalışmış olan Amerikan âlimleri şimdi anahatlarını çizdiğim vazifeyi ilk anlayan âlimler olmuştur, bu dikkata değer ve şerefli mevkii onlara vermeliyiz. [1]
Yeni Meksika’da geçen yılın 16 Temmuzunda yapılan ilk tecrübelerin doğurduğu heyecanlı vakalar üzerinden henüz bir yJ gibi bir zaman geçti. Resmi rapor da şu cümleleri görüyoruz: Umumi kanaat şudur ki, bu doğumda bulunanların hepsi, bu neticelerin daima iyi olmâsı hizmetine hayatlarını vakfetmek vazifesini üzerlerine almışlardır. Chicago daki plütonyum istihsal eden fabrikanın montajına yardım eden Dr. Simpson, Londra’da geçen şubatta yapılan bir toplantıda şü söz’eri söylemiştir: “Yeni Meksika tecrübesinden bir
(I) Fıof. Paul Langevin bu sözleri söylediği sırada, Amerika’da atom bombasının mali İşlerine re= islik etmiş olan Dr. ©ppenheimer'in İstifası haberi alınmıştı.
yıl önce, çalışma'arın yapıldığı lâ-boratuvarlarda küçük küçük gurupla ın, atom bombasını kullanmaktan doğan netice'er ve böyle bir silâhın medeniyetin geleceği üzerinde yapabileceği tesir hakkında münakaşa etmek üzere top’andık’arı olurdu Başka milletler de atom bombaları yapmağa başlamadan önce, bir şeyler yapmak lâzım geldiğini hissediyoruz.
1945 Haziranında lâbratuvar-larda yazılı münakaşalar tertip edildi. Umumiyetle keşifte çalışanlar tecrit edildi.
Muhtelif labratuvarlarda yazılan netin’eri birbiriyle karşılaştırınca, bunların hemen birbirinin ayni olduklarını görünce hayret ettik :
Atom bombasının icadiyle ortaya çıkan meselelerin, milletler arası bir ölçü içinde hal e' dilmesi icap ettiği kanaatini ifade edivor. Bugüne kadar görülmemiş ve dünyanın siyasî bünyesine, mühim bir takım vazifeler yükliyen bir teftiş ve kontrol sistemi, ve bütün memleket" (Devamı 15ci sayfada)
Mütemadiyen değişen bir dünyada yaşıyorruz. Bir'çeyrek asırdır insanlar başka türlü düşünür ’ oldular. Yeni kıymet hükümleri kullanıyorlar. Asırlık müesseselerde derin çatlaklar ve yer yer çöküntü’er görülüyor. Temel sarsılmıştır:
Halbuki çoğumuz, bu değişikliklerin farkında olmadan, bazılarımız da bunun delâlet ettiğ; manayı anlamadan, anlamak istemeden yaşıyoruz. Ne çare! içinde yuvarlandığımız had’sele-re kavrayıcı bir gözle bakabil-meklığimiz için, mutlakta bunlardan uzaklaşmamız lâzım .geliyor. Bazı göz hastaları gibi, tarihi değişiklikleri ancak uzaktan görebiliyoruz. Fakat bir çeyrek asırlık mesafe de, görmek isteyenler için az tr esafe değildir.
Birinci dünya harbînden beri hayatımızın değişmeyen ve değişmeye yüz tutmayan tarafı kalmadı. Terbiye dediğimiz şeyden tutunda, san’at telekkilerimize varıncaya kadar her şey değişti ve değişmektedir.
Terbiye değişti: İmtiyaza artık sözle bile kimse iahammül etmiyor. Karşılıklı münasebetlerimizi “sen sen, ben de ben, düsturuna göre ayarlıyoruz.
Ahlâk değişti: Başkasının e-meğinden geçinmek henüz menfur sayılmıyorsa da kadın hürriyete kavuşmak üzeredir. Taşlanmadan işinden gücünden olmadan cinsi hayatını artık erkekle müsavat üzere yürütebiliyor.
Hukuk değişti: İçtimaî ve ki-tisadî mülahazaların fertçiliğe galebe çaldığı görülüyor. Ferd1 hakların en mutlağı ve en mır kaddesi sayılan mülkiyet hakkı, her gün cemiyet lehine bir az daha tahdit olunuyor.
İktisat değişti: Liberal 'iktisadın başı boş piyasası yerine planlı iktisat sistemleri geçiyor. «Bırakın yapsın,, düsturu artık
altın devrini hatırlatan bir efsanedir. istihsal kaynaklarının millileştirilmesi günün meselesi olmuştur.
San’at değişti: Şimdiye kadar varlıklı zümreye hizmet etmişken bu gün san’at a’eminde geniş halk kitle'erine doğru bir hareket seziliyor. Halk hem ilhanı perisi, hem de san’atkârın mu" hatabı olmak yolundadır. Hatta halk kitlelerin'n kurtuluşunda san’atm İçtimaî bir rolıı olduğu bile iddia olunuyor.
Siyaset değişti: Hükümet ricali icraatını meşrulaştırmak çin, halkın menfaatlerine uygun hareket ettiklerini; İktisadî ve içtimai zaruretlerden ilham aldıkların’, hiç değilse söylemek lüzumunu duyuyorlar. Ve halkın kontrolü her gün bir az daha ciddileşiyor.
Nihayet devlet değiştüilâhi çehresini gitgide kaybedip insanlaşıyor. Eskiden pür kudret bir varlık iken, bugün devlet amme hizmetlerinin yekûnu oluverdi -Yapmakla mükellef olduğu işlerin adedi gün geçtikçe kabarmaktadır. Vazifesi sırf korkutmak ve ticaret piyasını serbest tutmaktan ibaret olan “polis devleti’ de, liberal iktisat gibi ve onunla beraber tarihe karışmıştır.
Umumî bir değişme ve yenileşme karşısinda bulunduğumuz meydandadır.Çeşit çeşit münasebetleri ve müesseselerile cemiyet hayatı da kökünden değişmektedir! Ve işin garibi şudur ki, bütün bu değişme ve yenileşmeler sanki ğörülmez bir elin idaresi akında imişler gibi, hep ayni istikamette olmakta ve ayni «dünya görüşüne» bağlanmaktadır. Hürriyet ve Müsavatın sözde kalmayıp hakikat olmasını kuvvetle
YENİ 0
K
Yazan : MEHMET
arzu ettiğimiz için, medeniyetin bütün nimetlerinden serbestçe ve bu nimetlerin yaratılmasındaki hissemiz nisbetinde faydalanmak istediğin iz için dünya değişiyor Hürriyetin kanuni bir imkân, Mü-satın da hukukî bir farksızlık olarak kalmasına artık tahammülümüz kalmadı. İstiyoruz ki bu kanuni imkândan hepimiz faydalanabilelim. îistyoruzki bu hukukî farksızlık, yaşama hakkımz. bakımından bir farksızlık olsum Ve hürriyet ve Müsavat varlıklı sınıfın inhisarından çıkarak müşterek nimetlerimiz olsun.
Zaruretler, bizde işte bu şuu ru uyandırdığı için değişiyoruz ve yeni'eşiyoruz. Eğer bu gün muaşeret adabımızın mihveri değişmiş ise. bu, emekleriyle dünya nimetlerine her gün bir şey katanların sınıf şuuruna erişerek yaşadıkları hayat gibi ri" yasız ve imtiyazsız olan kendi muaşeret adaplarını bize kabul ettirmiş olmalarındandır. Eğer bugün tenasül hayatımızı tanzim eden ahlâk kaideleri değişmiş ve kadın serbest vaşıyabiliyorsa bu da kadının, hayatını erkeğe muhtaç olmadan kazanabilme-sindendir. Serbest ve müsavat dairesinde münasebetler, kadının fabrikaya, atölyeye ve büroya gird’gi tarihten başlar... Eğer san’atta yepyeni bir cereyan başlamışsa ve san at- ve san’at-kârı varlıklı sınıfın esaretinden kurtarıp, halk kitleleriyle barıştırmak için bir hamle yapılıyorsa bu da, halk iradesinin san’atı himaye etmesinden ve yolsuzluk içinde geçen hayatı boyunca, san’atkârın dert ortaklarını yakından tanımak fırsasuıı bulmuş olmaısndandır. Hukukta, İktisat-
D
ET
u
8B
ALİ AYBAR
ta, Siyaset ve Devlette göze çarpan değişmelere gelince, bunların sosyah’st temayülleri o derece rşikârdııki ayrıca izahları lüzumsuzdur.
Dünyanın Sosyalizme gitmesi mukadderdi- Tarihin akışında ve İçtimaî müesseselerin tekâmülünde tesadüfe yer yoktur, İnsanlığı Hürriyet ve Müsavata götüren yolda Din ve Hukuk merhaleleri aşıldıktan sonra; Hürriyet ve Müsavatın gerçek şekline kavu-şulması mukadderdi.
Dinler bize hesabı öbür dünyada görülen bir hürriyet ve Müsavat verdiler: İnsan hak yolunu bulup Cenabı Hakka serbestçe kulluk etmek için hürdür; ve kul olduğu 'için de, Cenabı Hakkın nazarında bütün insanlar müsavidir. Hukuku beşer beyannameleriyle insanlar kanun ö“ nünde hür ve müsav1 oldular! Amerikanın istiklâli ve Fransız inkılâbından sonra imtiyazlar kalktı; Kanun her insana hür yaşamak ve başkalariyle müsavi muamele görmek imkânın1 tanıdı. Fakat Hukuku Beşer Beyannamelerinden sonra, milyonlarla insan yine köle hayatı sürmekte devam ettiler. Zira Kanunların vaat ettiği Hürriyet ve Müsavattan, ancak varlıklı insanlar faydalandılar-
Hürriyet ve Müsavatın “Teo-ojik„ ve «Metafizik» şekilleri böylece idrak edilmiş olunca, artık nasıl olsa bir gün bunların «Pozitif,, şekline geçilecekti. Bir çeyrek asırdır bu intikal devresini yaşıyoruz.
Bu kolayca oluverecek bir şey değildir. Sosyalist bir dünya nizamının kurulması için dalıa pek çok mücadele etmek icab ediyor Her ileri fikir gibi Sosyalizmin de
*
reaksiyoner kuvvetlerle karşılaşması tabiidir. Fakat ileri fikirlerin reaksiyoner kuvvetlere mağlup olduğu hiç görülmemiştir. Onan için istikbale emniyetle bakabiliriz. Nasıl emniyetle bakmıyalım ki Sosyalizim, Kapi-list dünyayı içinden zaten kemir-miştir. Ve kemirmektedir. Binaenaleyh üçüncü bir dünya harbi çıksa da çıkmasa da, eninde sonunda Kapitalist rejim çökecek ve emeğinin hakkını alan insan gerçek Hürriyete ve ğerçek müsavata mutlaka kavuşacaktır.
Şu halde acaba yeni Dünya Sovyet dünyası örneği üzerine kurulmuş bir dünyamı olacaktır?
Zannetmiyronm. Sovyetizm, Sasyalizmin gerçekleşen bir şeklidir ; fakat gerçekleşebilecek tek şekli değildir. Sosyalizme dayanan-başka hükümet ve ida e şekilleri de bulunabilir. Nitekim on altıncı asrın ilk senelerine kadar yaşayan «İnkalar,, devleti
Gece Nöbeti
Daha bu ay başında giydi
Beyaz gömleği;
Bekliyor ağir hastasını tek yataklıda-
Sabahı bulmaz bu nöbet;
Ha kesildi, ha kesilecek nefesi nabızlar yüksek.
Belki gece yarısında biter bu sayıklama, Belki kuşluğa dayanır.
İşte gözler kaydı bir yana,
Dudaklarsa aralık.
Soymak hastalar uyanmadan,
Teslim etmeli imama.
Peki, ama bu titreme neden?
İnsanın dirisini sever Recep
Korkar ölüsünden"
Rıfat İLGAZ.
de, iptidai bir şekilde olmakla beraber. Sosyalist bir devletti. Halbuki Amerika yerlilerinin bu devleti ile Sovyet Rusya teşkilâ-
tının hiç bir münasebeti yoktur.
Mamafih pek tabiidirki, Sosyalist bir dünyada Sovyet örneğinde devletler de bulunacaktır. Hele ilk zamanlarda ve Rııs nufuz bölgesinde bu mutlaka böyle olacaktır. Fakat bu uzun sürmeyecektir. Çünkü Kapitalizmle Sovyetîzmin karşılaşmasından yani bu tez1 e antitezden daha ileri bir sentez doğacaktır. Ve Sosyalist nizam yer yüzünden sefaleti yaksuzluğu yarın endişesini ve harbi kaldıracaktır.
Fakat bundan dolayı insanlar daha mes’ut mu olacaktır?
Sosyalizmin dünyadaki ıztırap yekûnunu azaltacağı muhakkaktır. Amma insanın iyi ve kötü tarafları, arzuları ve ihtiraslariyle yine bu egoist mahluk olarak kalacağı da muhakkaktır. Ve Sosyalist nizam kurulduktan Sonra da, daha iyi daha doğru ve daha güzel için insan yine mücadele edecektir. Ve zaten saadet de enfıısı bir halettir..,
- 9 _
Pearl Buck’un değeri var mıdır?
Yazan : Tuna BAI.TAC10ĞLU
Ankara caddesi kitapçılarının en fazla tuttukları yabancı muharrirlerden biri de Pearl S. Buck’dır. Bu da Pearl Buck’m memleketimizde fazla okunduğunu gösterir. Çünkü bizim kitapçılar satılacağından emin olmadıkları kitapları neşretmeğe pek yanaşmazlar.
Hemen hemen bütün romanları Çin hayatını anlatan bu kadın muharrir son yılların romancısıdır. 1892 de doğmuştur ve bu gün bir çoğu türkçeye terceme edilmiş bulunan romanlarından ilkini 1929 da yani 1/ yıl önce yazmıştır.
Pearl Buck ne değerde bir romancıdır ? Böyle bir suale olur olmaz bir cevab verilemeyeceği aşikârdir. Hayatının bazı cephe, leri onun daha iyi anlaşılmasına yardim eder. Babası misyonerdi. Pearl Buck’ın çocukluğu tama-mile Çin’de geçti ve inglizceden evvel Çinceyi öğrendi. A. merika’dan fazla Çin’i tanıyan bu kadın muharrir bir Çin üniversitesinde hocalık ta yaptı. Çinlilere karşı sarsılmaz bı'r bağlılığı ve derin bir sempatisi vardı.
Bu sıkı bağlılık ve Çin’i Çinli kadar tanıyış, ona büyük başarılar kazandıran kuvveti vermiş oldu. Week-End-Review dergisi Pearl Buck için «Mrs. Buck’ın her cümlesi Çin hakkında pek çok şey söylüyor» diyor.
Bu mütalâa çok doğru. Bana kalırsa onun değerini meydana getiren temel direklerden en sağlamı hiç şüphesiz Çin’i ve Çinlileri çok iyi anlamış ve tammış olmasıdır. Bunun en güzel misali de 1938 de Nobel mükâfatını kazanan «Sarı Esirler» (The Go-od Earth) dır.
İbrahim Hoyi tercümesinin ön
sözünde «bu eser sade fakat beşeri mevzuu,' muharririnin pek iyi bidiği, en iç nokta'arına kadar tetkik ve tahlil ettiği Çin hayatının gözlerimizin önüne se-rilişıle pek çabuk alâka topladı* diyor. Evet Pearl Buck Çin hayatının en iç noktalarına kadar girmiş ve Çinliyi Çinli gibi duymuştur. Sonra bu eserde yalnız Çinli değil insan da vardır, İnsanın acıları, insanın sevinçleri, kısaca insanın bütün duyguları derin bir anlayışla belirtilebilmiştir diyebiliriz. “San Esirler onun en büyük romanıdır. Orada toprakla insan birbirine karışmışı iki dert ortağı olmuş, birbirinden ayrılamaz iki varlık haline gelmiştir.
Taymis gazetesinin edebi ilâvesi «Şark rüzgârı Garp rüzgârı., için «bazı bakımlardan Sarı E-sir’lerden daha iyi» diyor. Ben bunu kabul etmiyorum. Taymis muharriri yanılıyor. Pearl Buck “Sarı Esirler» le edebi hayatının en yüksek zirvesine varmış, ne
Türkiye Sosyalist Partisi Yayınlarından :
I
Fiatı 20 kuruştur.
ondan evvel ne de ondan sonra aynı kuvvette eser verememiştir. Son romanlarından biri olan (China Sky) «Çin Ufukları,, alelade bir kitaptır. Adeta bu kitabı yazan Pearl Buck ile «Sarı Esirleri» yazan Pearl Buck iki ayrı insandır diyeceğim geliyor.
Eğer Pearl Buck’ın değerin1 ismi Türkçeye yanlış tercüme edilen (China Sky)’ la ölçmeye kalkarsak değil dünya edebiyatında Amerikan edebiyatında bile onu bahis mevzuu edemeyiz, İnsanları çok iyi anlamış olan Pearl Buck, Ghina Sky'da bir fantezi bir romantizm merakına düşmüştür.
Mrs. Buck ölmez muharrirler arasına girecekse bu «Sarı Esirler,, sayesinde olacaktır. Mamafih diğer bazı değer taşıyan romanları da olduğu inkâr edilemez. Bunların arasında «Canavar Tohumu,, , «Ana», Şark Rüzgâ rı Garp Rüzgârı,, . «Oğullar» (Sons girebilir. Bilhassa bu son eser “Sarı Esirler» ayarına erişebilecek bir kıymet ifade etmektedir diyebilirim. Diğer romanları değerlerinden ziyade Pearl Buck’m şöhreti sayesinde sürüm temin etmiş kitaplardır.
Pearl Buck en güzel eser1 “Sarı Esirler,, de insan, Çinli ve toprak denen şeyi bir araya getirebilmiş bu üç şeyi bize bütün kuvvetiyle anlatmıştır. Onun değeri bunları anlatabilmesinde-dir.
Netice olarak şunu söyleyebilirim : Sarı Esirler okunması lâzım gelen eserlerden biridir ; “China Sky„ı okumak ise zaman kaybetmektir. İşte böylece Pearl Buck’m bir cephesi çok çabuk unutulacak, diğer kuvvetli cephesi de uzun zaman yaşayacaktır.
S end ika I izm in Menşeleri
Onliçüncü asırdan Fransız İhtilâline kadar
İLK GREVLER Birleşmeler ve grevler 15 inci asırla 18 inci asır arasında artmaktadır. Grevlerin yeminli zanaatlardan ziyade, serbest zanaatlarda daha çok olduğu anlaşılıyor. 16 inci asit da muayyen bir ticaret kapitalizmi ortaya çıkıyor. Topdancı kumaş tacirleri bir çok zanaatkarları çalıştırıyorlar, bu ise çoğu zaman sefil bir vasfı olan bir proletaryanın doğmasına imkân hazırlıyor. İplikçilikte ve matba-açılıkta da vaziyet aynidır.Lâkin serbest zanaatlar esnaf ketlıüda-lıklarına(juranda)yak'aşmağa çalışıyor, ve kethüdalıklar gibi be-ediye idareleri veya senyörler tarafından kabul ettirililm'ş sıkı nizamlara tabi oluyorlar, kıratlık hâzinenin menfaatleri icabı ketküdalıkların yayılması hareketini esasen teşvik etmektedr.
Villers-Cotterets in 1539 tarihli emirnamesine, ve 1571 ve 1572 tarihli fermanlara rağmen — ki bunlar ferdin işi bırakmasını bile yasak etmektedir — grevler patlak veriyor 1539, 1541 ve 1571 de Liyon ve Paris matbaacılarının grevleri; 157b* da Paristeki fırın çıraklarının yaptıkları grev 1589 da Pariste terzi işçilerinin grevleri.
Bu grevler daha şiddetle, lâkin kısa ömürlü olarak 17 inci asırda da devam ediyor.
iyi teşkilâtlı olmadıkları için, bu grevler hemen daima muvaf-fakiyetsizlikle neticelenmektedir. 1688 de Ambetdeki bir greve 403 isçi iştirak etmiştir. Yukarı Normandiyada Darnetal kumaş tezgâhlarındaki kalfalar ayaklanıyorlar.
18 inci asırda anlaşmazlıklar daha da fazla artıyor, Paris matbaacıları (1724), Versaılles’daki
ressamlar (1748), Paris ciltçileri (1776) grev yapıyorlar.
Bu hareketlerin hemen her zamanki bariz vasfı, fakirlerin zenginlere karşı isyanıdır. Bu grevlere katılanların hepsi işçi olmadıkları için, bu hareketler sadece bir işçi haıeti manzarası göstermiyor. Bu hareketler; dilenciliğin korkunç bir şekilde artması ve hükümetin yardım müesseseler!- kurmak hususunda gayretler sarfetn esi sebebile, sefaletin gözle görünür feci bir manzara almasından doğmaktadır. Bu devi,- zarfında, Amerika" dan gelen kıymetli madenlerin akını tesiri’e hayat pahalılığı baş gösteriyor. Gündeliklerin artışı ise, hayat pahalılığının artması ile atbaşı gitmiyor. Gündelikler hükümet ve esnaf teşkilâtı nizamname'erile tas.bit edilmiştir. Gündelik’ere böyle bir narh konmasında hakim olan düşünce, fiatların yükse'mes'ne üc-üctleri arttırmanın tesir etmekte olduğudur. Fiatların da yükselmesini önlemeye çalışıyorlar.
Crevler meslekî bir karakter taşıdığı müddetçe, hiç bir zaman esnaf teşkilâtının veya bir şehrin hudutlarını aşamaz. Sınırlandırılmış ve bir yerde tesbit edilmiş olduklarından dolayı, grevler rekabetlerinden kalfaların pek korktukları yabancılara, bil hassa matbaacılıkta ihtisas sahibi olmayan işçilere, bazan da çalışma saatlarının azaltılması ve ya gündeliklerin arttılması için ustalara tevcih edilmiş oluyor.
Bunun’a beraber, unutmamak lâzımdır ki, işçiler işçi olarak, müstahsil olarak değil daha çok müstehlik olarak isyan etmektedirler. Bu devirdeki işçi anlaş-mazlıklarile, 19 uncu ve 20 inci
asırlardaki işçi anlaşmazlıkları arasındaki en büyük fark bilhassa bu noktadadır.
18 inci asırda esnaf teşkilâtı binası her tarafından çatırdamağa başlıyor, artık hiç kimseyi tatmin edemez oluyor. Her yerde bu müessesenin islâhı lüzumundan bahsediliyor. 1750 de Mac-hault müfettişlerden geniş bir tetkike girişmelerini rica ediyor. 1761 de devlet sekreteri Bertin bir çok esnaf teşkilâtlarının bir tek teşkilât halinde birleşmelerini teklif ediyor. Fizyokratlar ise bunların ortadan kaldırılmalarım istiyorlar. Fizyokratlardan Tur-got’un gerçekleştirmeğe çalıştığ1 şey de budur (1776 tarihli ferman, kral sandanyelerinden birine yazılmıştır), o, ticaretin ser-bestis’ni ortaya koyuyor, ve her kim olursa olsun, yani ister işçi, ister patron, «hangi maksada dayanırsa dayansın, bunların kendi aralarında birlik veya cemiyet kurmalarını’ yasak ediyor. Parlamentonun bu teklife karşı çıkması üzerine, Turgot istifa etmek zorunda kalıyor ve yeni bir ferman (ağustos 1776 fermanı) esnaf teşkilatlarını, esaslı şekilde slâh etmek suretile, bunlara yeni bir zihniyet aşılamağa çalışarak devam ettirmeğe rıza gösteriyor. Esnaf teşkilâtının çalışma tarzına yeni bir elestikiyet kazandıran bu İslahat 17 inci asırda yapılmış olsaydı, belki çok faydal] olurdu. Lâkin, iş işten geçmişti. Fransız ihtilâli bir hürriyet rejimi getirerek, eskiden kalma her şeyi silib süpürecektir. Chape-lier kanunu (14-17 haziran 1791) yeni bir devrin başladığını gös-eren ilk alâmetttir.
Çeviren: Şerif HULUSİ.
HİKAYE
nillHIIHUlMİİUHH
BABAMI
z
Yazan: Valentin KATAYEF
Çeviren : HULÛSİ ŞERİF
( G eçen sayıdan )
Kadın daha fazla acele elti ; Kaymakçı dükkânının sahibi kadına teşekkür etti, acele işi olduğunu söyledi. Dükkanda bir saat kadar kalmışlardı. Uyumayan ve karnı doymuş olan çocuk, güçlükle ayakları üzerinde durabiliyordu. Kadın çocuğu o-muzlarından tutup sarstı, yakasını düzeltti ; hafifçe onu kapıya doğru itti. At nalına ayağı takıldı, nala doğru elini uzattı, kadın tekrar onu sokağa doğru sürükledi.
— Uyumak istiyorum.
Zehir gibi soğuk esen rüz garda çocuk gözlerini kırpıştırıyordu. Kadın onun sözlerine kulak vermiyorınuş gibi görün ü. Vaziyetlerinin umutsuz o’duğutıu anlamıştı. Şehirde hiç kimseyi tanımıyordu. Bu harpten iki ay evvel buraya gelmiş, burada kısılın kalmıştı.
— Dizlerim dondu.
Çocuk yalancıktan ağlıyordu. Kadın oğlunu bîr köşeye çekti, dizlerini uğuşturdu. Çocuk sakinleşti.
Kadın birdenbire bir aileyi tanıdığını hatırladı. Novoro-sisk’den Odesa’ya gelirken Ge-orgi vapurunda ahbap olmuşlardı. Pavlovskiler yeni etfli idiler, erkete üniversite agrejesi idi; kadın da şehircilik enstitüsünde tahsilini yeni bitirmişti. Adı Ve-ra idi. İki kadın birbirlerinden hoşlaşmışlar, bir kaç defa birbirlerine gidip gelmişlerdi. Erkeklerde dost olmuşlardı. Hattâ bir akşam birlikte sarhoş olmuşlardı. Pavlovski Odesa’da değildi. Kolordudaydı. Şehrin tahliyesinde bir türlü gidemiyen Ve-ta burada sıkışıp kalmıştı. Pek yakınlarda Aleksandr pazarında
birbirlerine rastlamışlardı; hattâ ayak üstü konuşmuşlardı bile. Pazarda uzun müddet gecikmek tehlikeliydi, almanlar hemen her gün orada araştırmalar yapıyor, hüviyet soruyorlardı. Onun için iki genç kadın ancak beş dakikacık konuşmuşlardı. O zamandan beri birbirlerinin yüzünü görmemişlerdi. Ama Vera hâlâ şehirdeydi ; ne diye şehri terket-sin ? Pavlovskiler rustu. Belki de vaziyet iyiden iyiye be li oluncaya kadar Vera’nm evinde bek-liyebiiirdi ; hiç olmazsa çocuğunu olsun oraya bırakırdı ya ! Pavlovskiler epeyi uzakta, Piro-zonskaya caddesinde, Fransız bulvarının dirseğinde oturuyorlardı.
—- Anne, nereye gidiyoruz ? Evimize mİ ?
— Yok yavrum, ziyarete gidiyoruz,
— K'mlere ?
— Küçük Vera Pavlovski teyzeyi hatırlıyor musun ?
Onun evine gidiyoruz.
—- İyi.
Çocuk sızlanmayı kesti ; ziyarete gitmesini severdi, keyfi geldi. Limana giden bir caddenin üstündeki Storganovski köprüsünü, Karantina rampasını geçtiler. Aşağıda balçıktan yapılmış, köşeleri... kuvvetli bir takım
evler görünüyordu ; bir kısmı enkaz haline gelmiş, bir kısmı da yanmıştı. Rampanın bir ucunda başka bir köprünün gözleri yükseliyordu. Bu gözlerin içinden köşeli bloklar, liman harabeleri fark ediliyordu. Daha uzakta çökmüş ve yanmış çatıların üstünden beyaz, donmuş deniz, derin mavi, buzlardan kurtulmuş bir suyun parladığı ufka kadar uzanıyordu. Don yüzünden mu
attal kalmış, meşhur Odesa fenerinin beyaz harabeleri etrafında demir atmış kurşuni boyah bir kaç Rumen gemisi, uzakta, sol tarafta, şehre hâkim bir tepe üzerinde sisten sıyrılmış şehir tiyatrosunun mavi bir deniz hayvanı kabuğunu andıran kubbesi. Staganovski köprüsünün kap kara demir parmaklıkları, uzun bir sıra göğe uzanmış mızraklar-Aşağıda, karantina rampasını ellerinde kovalariyle tırmanan insanlar : su dökülüyor, kaldırım üstünde donuyor ve şu solgun güneşin donuk ışığında cam gibi parlıyordu.
Epeyi uzun bir müddet yürüdüler. Çocuk yorulmuştu, ama hiç sesini çıkarmıyordu. Hızlı hızlı yürüyor, küçük botlarını yere vuruyor, annesini güçlükle takip edebiliyordu. Mümkün olduğu kadar, çabuk varmak istiyordu, çünkü ziyaretleri seviyordu. Yürürken, bir taraftan annesi onun soğuktan morarmış ya Haklarını uyuşturuyordu. Pav-lovskinin evine yakm bir yerde, yaya kaldırım üstünde ateş yanıyordu : bir çok askerler ısınıyorlardı. Geniş ve büyük ev birkaç bloktan mürekkepti. Lâkin iki kanatlı araba kapısı kapalı ve bir zencirle bağlıydı. Araştırma yapılıyor içeri girip çıkanların hepsinin hüviyetleri soruluyordu.
Kadın, çok acele işi varmış gibi, kapının önünden geçti. Kimse kendisine dikkat etmedi. Çocuk gene dermansız düştü. Onu kucağına aldı, yaya kaldırımın mavi lâvdan taşları üstünde koşmağa başladı. Çocuk sükûnet buldu. Kadın avare avaıe dolaşmağa başladı.
Geçtiği bu yerlere sık sık gelirmiş gibi, kendisini bellemişler gibi bir his geldi. Bir kaç saatini sinemada geçirmeği düşündü. Seans erken başlardı, çünkü akşam saat sekizden sonra sokağa çıkmak yasaktı, ç>_ kanlar Ölüm cezasına çarpıtırlardı. Midesi bulandı, kusacak gibi oldu ; sonra kendisi gibi soğuk yüzünden buraya sığınmış olan askerlerle, orospularla dolu salonun ağır ve boğucu havası içinde başı döndü. Hiç olmazsa burası sıcaktı, bir müddet oturabilirlerdi, Koluna yaslanıp he-mencık uyuyuveren çocuğun kaşkolünü çözdü. Herde uzermde geçit resmi yapan hayallerden hiçbir şey anlamaksızın salonda iki seans devanünca kaldı. Askerî havadisler, sonra bir komedi veya manasını kavrayamadığı komediye yakın bir şeyıer görüyor gibi geldi. Her şey birbirine karışıyor, bir curcunadır gidiyordu. Öazan sarışın bukleli, yanağını yüzü görünmeyen bir erkegm aümduz gögsune dayamış dıloer bir kızın yüzü, bütün perdeyi kaplıyordu. İkisi bir a-ğızdan müzikle beraber şarkı soyluyorıardı. öonra genç kız güzel spor bir otomobilin içme kuruluyordu. Hazanda, kap kara gayzerleri andıran ve birbiri ardından bir, iki, üç, dört mlilâk oluyor, bir çinko şangırtısını aıi' duan bir sesle, sanki bir çatının saç kaplamaları bir çekişte yırtılıyordu, bir, iki, üç, dört, ardından kara toprak parçaları m?» deni bir davul sesini andıran bir gürültü ile gökten yağmur gibi yağıyordu, matem haçlı tanklar yuvarlak, uzun namlularından dalıa uzun ateşten dilleriyle beyaz dumanlar savurarak gıcırdıyorlardı.
Çizmeleri yamalı, başında kalpağı olan bir alman asker kadının omuzuna bütün ağırlı-ğiyle yaslanıyordu. Kocaman pis parmağiyie, çocuğu uyandırmak için, ikide birde, budalacasına :
— Küçük oğlan uyuma ! Küçük oğlan uyuma ! diye tek
rarlayacaktan, kaba kaba ve kahkaha ile gülüyordu.
Lâkin çocuk uyanmıyor, uykusunda kıpırdanarak inliyordu. Alman ağır bapnı kadının omuzuna dayadı, bir eliyle de çocuğun yüzünü mıncıklamağa başladı. Kadın, askeri kızdırmaktan, kendisine hüviyet sormasından * orkarak susuyor, sesini çıkarmıyordu. Almanın ağzı tuzlu ba-l’k kokuyordu. Kadın kusacak gibi oidu, lâkin kendini tutmak, rezalet çıkarmamak için müthiş bir gayret sarfetti. Kendi kendine muhakeme etmeğe çalışıyordu. Alman hiçbir kötülük etmiyordu. badece kaba bir herifti, okadar. Tamamen uslu, edebli bir alman.
Alman, kadının omuzunda uyudu. Kadın kıpırdamadı, öyle durdu. Adam çok ağırdı. A.dır-ma, uyusun daha iyi 1
Kumral bukleli kız durmadan perde üzerinde yer Ueğiştiştiri-yordu. Madenî bir şanğıtı ile kapkaı agayzerier f ı ş k ı r i y o r, tanklar tırmanıyor, alman taburları çöllerin kumları üstünde yürüyordu; Eiffel kulesinden kocaman bir iaşıs't bayrağı dalgalanıyordu. Küçük sivri burnu ile kadın çenesi gibi minicik çene-sile Hıtler perde üstünde havlıyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmış, ‘kalçalarını oynatıyor, ağzını çok hızh açıp kapıyordu; o kadar hızlı ki “hav, hav, hav„ sesi biraz geri kalıyor, yetışe-miyordu.
Karanlıkta askerler kızları sıkıştırıyor, onlar da çığlığı basıyorlardı. balonun havası son derece ağırdı, barımsak, ringa bauğı, ham alkol, aspirin, şu ru-men parfomü «chat noir» kokuyordu. boukta dolaşmaktaysa, burası daha iyi idi. Kadın kendini biraz dinlenmiş hisediyodu. Çocuk da tam bir uykuya varmıştı. Son seans bitmişti. Geni sokağa çıkmak icabediyordu.
Çocuğun elinden tuttu, yürüdüler. Şehir zifiri bir karanlığa bürünmüştü. «Işıksız evlerin arasından donmuş, kalın bir sis
yükseliyor kirpiklere yapışıyordu. Souktan nerdeyse donacaklardı sokakta mangallar yanıyordu. Tek tük silâh sesleri işitiliyordu. Caddelerden devriye’er geçiyorlardı. Saat dokuzdu. Uyku ile ağırlaşan çocuğu kadın kucağına aldı Askerlerin kendisini tevkif edebilecekleri düşüncesinden ürküp koşmağa başladı, tenha, dar sokaklardan -gidiyordu Kırağı ile Örtülü akasyalar, çınar ağaçları hayaletler gibi dikiliyordu. Şehir bomboş kapkaranlıktı. Arasıra karanlıkta bir kapı aralanıyordu, Parlak bir ışık camın kenarında donmuş arabaları birdenbire aydınlatıyor Koltoti meyhanesinde Çahnankemanın heyecanlı ve titrek sesi caddeye dökülüyordu. Durmadan koşan kadın, kazasız belâsız kültür parka vardı.
Pek büyük olan park deniz kenarında uzaniyordu. Burada sessizlik hakimdi. Her şey yüzüstü bırakılmış gibiydi. Bilhassa aşağıda, gözün alabildiği yere kadar donmuş olan denizin üst tarafındaki sarp sahilde sessizlik hakimdi. Duvar kadar kaim bir sessizlik’ tek tük bir kaç yıldız ağaçların kül renkli tepeleri üze, rinde göz kırpmaktaydı. Ağaçlar arasından bîr pröjöktörün mavi ışığı kayıyordu. Kadın geniş asfalt bir yol üstünde yürümekteydi,
*
Ağşçlann ne ağacı olduklarını anlamağa çnlışaraktan yürüyordu. Uzun ve içi meyve dolu kabuklan’ yere doğru uzun ipler ha'inde sarkmakta olan kurt yemez ağaçları, ehram şeklinde budanmış akasyalar, çınar ağaçları tuyaiar va'dı. Krağı altında şekilleri dsğişnrş, ve tıpkı bulutmuşlar gibi toprağı örtmüşlerdi.
Kadın nefes aldı, sonsuz bir boş sıra dizisi boyunca daha ağır ağır yürüdü. Sıralardan biri üstüne oturmuş bir adanı gördü. Kalbi çarparak geçti. Kas katı başını sıranın arkalığına dayamış bir vaziyette hiç Devamı 16'ıncı sayfada.
Tarihin Kaydettiği En Eski Grev
Yazan: Imre Syomai
(Geçen sayıdan)
Gidip onlarla müzakereye girişiyor. «İşinize dönün ve size yemin ediyoruz ki, Firavun ma-beddeki işleri teftiş etmeğe geldiği 2aman, sizi kendimiz cnun yanma götüreceğiz.» İki gün sonra sahiden Firavun geliyor, ve müdür Pentörit yanında bir polis memuru olduğu halde, Firavunun huzuruna çıkıyor ; Prens, onları dinledikten sonra, bir kere de işçilerin ağzından işitmek üzere yanında bulunan kâtiplerden birile bir kaç rahibi murahhas tayin etmek lûtfunda bulunuyor.
İşçiler istediklerini şöyle anlattılar : Aç, susuz geliyoruz, elbisemiz yok, yağımız yok, balığımız yok, sebzemiz yok. Bunları efendimiz Firavuna bildirin, söyleyin hükümdarımız Firavuna, bize yiyecek bir şeyler göndersin». İşçilerin sefaletine acıyan Firavun bunlara, söylendiğine göre elli çuval kadar buğday dağıttırıyor, ve bu umulmadık nimet sıkıntı çekmeden bunların ay sonunu beklemelerine imkân veriyor. İlk günler oldukça sakin geçti ; lâkin ayın on beşinde yiyecek kalmadı, ve yeniden memnuniy etsiziik başgösterdi. Ayın on altısında işsizlik başladı, ayın on yedisi, on sekizi böyle geçti. Ayın on dokuzuncu günü sabahı işçiler şantiyeyi ter-ketmeğe kalkıştılar, lâkin işlere nezaret eden kâtip Pentoritit bir-şey sızdırmadan muhafız sayısını arttırmış, ve o kadar iyi tedbir almıştı ki, işçiler kapıdan dışarı adım atamadılar : Bütün günü bir araya toplanmak ve küçük gruplar halinde komplo yapmakla geçirdiler. Nihayet, bir sabah, daha gün doğar doğmaz henüz tamamlanmamış bir duvarın dibinde toplandılar, inşaatı gözden
geçirmiş olan müdürü görünce ona doğru hücum etliler, büyük gürültü ile etrafını sardılar. Müdür beyhude yere güzel sözlerle onları avutmağa çalıştı, lâkin işçiler hiçbir söz dinlemek istemediler. Bun’arm feryatlarını duyan başka memurlarla, Mut mabedi rahiplerinin bir çoğu derhal koştular, işçiler gelenlere işi anlatmasını müdüre ihtar ettiler. "Amon’un başı için, diyorlardı gazabı insanları öldüren hükümdar başı için yemin ediyoruz, artık biz gelmek istemiyoruz ; orada toplanmış olan büyüklerine vaziyeti anlat 1» Nihayet, hiçblt şey elde edememekten yorulup, derhal Teb valisine çıkarak kendisinden adalet istemeğe karar verdiler.
*
Mut mabedile Psaru’nun e" v'nin arası çok sürmez, sokak aralarından on dakika sürer, çabucak yoldan çekilmiyen kalabalıkla atışmalar da caba. Neyse kapıyı vurdular. Kapı uzun alçak ve mazgallı bir duva 'da açılır, duvar üzerinde yapraklj başile bir akasya ağacı yükselir, ve kapıdan oldukça geniş, dört yanı binalarla çevrili bir avluya girilir. Solda valinin dar, çıplak oldukça yüksek bir zemin katı ve iki katla bir taraçadan ibaret yontma Faştan yapılmış ikametgâhı vardır ; ortada tepesi yuvarlak iki buğday anbarı; en sağda kebentli geniş bir kiler-Kapı bekçisi daha gürültüyü işitir işitmez kapıları sürme-lemiştir, lâkin dışarıdan yüklenenlerin zorıle kapı açılır. Bütün güruh avluya dalar, ne yapacağını bilemİyerek sağa sola dağılır. Bu sırada Psaru koşar, ve çocukluğundanberi efendisi önünde eğilmek için terbiye edilmiş bu adamları durdurmak için onun bir bakışı kâfi gelir. Nihayet
içerinden biri söze başlamağa karar verir ; ötekiler önce korka korka onun sözlerini tasdik ederler, sonra kendi ıztırapları-nın hikâyesile coşarlar. Vali bir takım vaitlerle kendilerini avutmağa kalkışınca tehdit edecek kadar öfkelenirler. İşçilerin nazarında söz kâfi değildir, onların bağırarak, çağırarak istedikleri şey yapmaktır : «Evvelce dağıtılanlara ilâve olarak bize buğday vermiyecekler mi ? Öyle ise, buradan bîr yere kıpırdamayız.» Tam bu sırada, kölenin biri kalabalığı yarıyor, ve alçak sesle : «Bir saat Önce Firavunun sarayından çıktığını, Aınan mabedine doğru gittiğini, evin önünden geçeceğini, ve daha şimdiden maiyetinin bitişik sokaktan geçmekte olduğunu haber veriyor Firavun tam da kargaşalığın içine düşecek 1 Firavunun bizzat kendisi işçilerin şikâyetlerini din-iyecek ha 1 Psaru süratle karar veriyor, ve münakaşayı kısa keserek vekil harcı Hamoist’i çağırtıyor : “Bak bakalım anbarlarda ne kadar buğdayın var, bu adam-ara da ver 1» Sonra, ötekilere dönüp ; «Hamoist’le beraber an-barîara koşun, size vereceklerini alın I»
Bu âııi kararın sebebini bil-miyen kalabalık, bu hali birdenbire kendini gösteren bir cömertliğe atfediyor, ve bu ihsana teşekkürler ediyor : «Sen bizim babamızsın, biz de senin oğullarınız 1 Sen ihtiyarın dayandığı bastonsun, sen çocuğun sütbaba-sısın, sefillerin müdaiiisin! Sen Teb’de üşüyenleri ısıtan bir sığmaksın 1 Sen karabahtiilerin, memleketimiz insanlarında hiçbir zaman eksik olmıy an ekmeğisin!,, Bunlar teşekkür ve minnettarlık ifadeleri idi ! Psaru bu tezahüratı kısa kesiyor, onların gitmele-(Devamı 16 cı sayfada)
İlim Bir Harp Sebebi
O i m a m a i i d ı r
7’inci sayfadan;
lerin idareleri üstünde yeri olan bir teşkilâtın atom enerjisini, hiçbir milletin atom bombası imal etmemesini temin edecek şekilde kontrol etmesini istiyorlardı.
Atom bombasının Japon-yada’da kullanılmasını takip eden haftalarda, o zamana kadar aa-ğılmış olan gruplar, bu ilim işinde çalışmış olanların yüzde doksanını bir araya toplayacak şekilde ve üç İaboratuvarda toplanmışla 'di.
Japonya’nın teslim olmasiyle umumi eıkarda doğan hayret üzerine, umumî efkârı terbiye et-me( için bir programın hazırlanması katiyen İüzumlu görüldü, bunu da laboratuvar’arda çalışarak orada nelerin hazırlandığını gayet iyi bilenlerin yapması icap ederdi.
Bu suretle, bu âlimle;, Birleşik Amerika Devletleri parle-mentosuna teklif edilen ve kendilerinin tavsiye ettık’eri milletler arası politikaya aykırı bir kanuna karşı cephe almak gibi bir vaziyete düştüler.
Bu münasebetle, tıpkı burada bizim birleştiğimiz gibi, birleşmiş bir Amerikan âlimleri federasyonu kuruldu ; bu federasyona tabiat ilimleri ve insanla uğraşan ilimlerin mümessilleri olanlar girecek, atom enerjisine bir hal çaresi aramak ve halkı terbiye etmek işinde birlikte çalışacaklardı, Kendilerinin de söyledikleri gibi bu suretle meselenin ehemmiyetini ve milletler arası bir hal çaresi bul man-n zaruretini daha iyi anlatabileceklerini umdular.
Amerikan ilminin gösterdiği kahramanlık ı
Son zamanlarda bu federasyon «Birleşmiş bir dünya veya adem» adlı dikkate değer bir kitap çıkardı. Aralarında Einste-
in, Bohr gibi âlimler de bulunan ve federasyona dahil en büyük âlimler tarafından yazılmış birçok makaleler arasında, federasyon maksadını şu sözlerle anlatıyor :
«Silâhlanma yarışma bir son verilmelidir. Bu kitap, bu gayeye hizmet etmek üzere vücuda getirilmiştir. Bu kitabın yazılmasına katılanlar şu noktalar üzerinde anlaşmışlardır :
1) Atom bombası meselesi bizi dünya tarihinin en büyük buhranlarından biriyle karşı karşıya getirmiştir.
2) Mesele kendiliğinden derhal poiitik bir ehemmiyet kazanmıştır, bu ehemmiyeti de devam edecektir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek hususunda ilim bize hiçbir kuvvetli vasıta temin edemiyor.
3) Mesele dünya ölçüsünde bir ehemmiyet taşıyor. Bunun sadece millî bir hal çaresi bahis mevzuu olamaz. «Milletler atom enerjisine, hattâ daha da üstün olanlarına sahip olabilirler. Lâkin harbin daima mümkün olduğu bir dünyada bu enerjiyi ellerine geçiremezler. Zaruri değişikliklere bizi götürecek bir tek çare vardır ki, o da yeni kuvvetin inkişafı hususunda millet lerin elbirliğiyle çalışmalardır. Hakikaten, işin başka çıkar yolu yoktur. Başka türlü yaşayamazlar. Yeni enerji kaynağı, tabir caizse, hepimizin müşterek düşmanıdır ; onun içindir ki, bu enerjinin hepimizin de müttefiki olması lâzımdır. Bu da pek alâ mümkündür. “Amerikan âlimleri federasyonu uzun süren bir çalışma sonunda buldukları atom bombasında hem bir tehlike hem de bir ümit ışığı gören insanlardan mürekkep bir topluluktur. Vakaları gözleriyle görmüş, yıllarca tedkik etmiştir. Şimdi ise onları bütün insanlarda gözleriyle görmektedirler. Bu vakalar Hiroşima harabelerine kazılarak yazılmıştır. Bu harabeler bize bir şey öğretmiyorsa meselemiz ebediyen cevapsız olarak kala
caktır : Onun için hepimizin'ha-rekete geçmemiz lâzımdır. Hiçbir millet Birleşik Amerika devletleri vatandaşlarının bugün ellerinde bulunan imkân ve mesuliyetleri yüklenme iniştir. Buna karşı göğüs germesini öğrenmeliyiz, çünkü, bir atom harbinden sonra, sağ kalanlar arasında devamlı bir sulh kurabilmek için, ne iyi niyete, ne de zekâya artık lüzum kalmıyacaktır. Çünkü, sağ kalanlar bu sulhu kendi siteleri olacak olan harabe yığınlarında bulacaklardır.
«Vaktimiz çok azdır, hepimizin hayatı tehlikededir.»
Mücadelede Fransız zekâsı ;
Amerikan meslektaşları gibi, Fransız âlimleri de sulh davasının, adalet ve insanlık tesaniidü davasiyle aynı şey olduğu ka-naatindedirler. İçlerinden bazıları bunun böyle olduğunu çok eskiden anlamışlardı, bugün hep-side anlıyorlar, ve adaletin bu müdafaasına ömürlerini rahatlanın’ veya hayatlarını feda etmiş olanların eserini devam ettirmeğe hazırdırlar.
Bu büyük hareket, ferdi adalet ölçüsü içinde bundan 53 yıl önce Dreyfus davasiyle başlamıştır. Birliğimiz bugün bu kelimeyi bir bayrak gibi yukarı kaldırıyor. Bu bayrakta bugüne kadar hâlâ cezalandırılmamış bu iğrenç cinayeti bir adalete çevirmek için mücadele eden Emil Duc!eaux ve Grimaux Painleve gibi büyük âlimlerin Jaures, Tra-rieux Gabriel Secilles, Vikto Basch gibi insanlık ilimlerde uğraşan âlimlerin adı yazılıdır. Bu gün benim reisliğini ettiğim ve merkez komitesinde Emile Bore! Jeaques Hadamarjveya Paul Rivet gibi âlimler te bulunan bu birliğin adalet endişesi ferdi meselelerden sosyal veya milletler arası nizamda kollektif meseleler, yani sulhu ilgilendiren meselelere geçmiş bulunuyor.
Ayni istikametteki bir başka teşekkül de 1934 yılında faşişt (Devamı 16 cı sayfada)

ideolojisi ve felsefesi SABÎHA SERTEL
YIĞIN
Fikir dergisi
Okuyunuz•ve okutunuz.
Tevfik Fikret
BABAMIZ
( Baştarafı 13 üncü sayfada ) kıpırdamadın duruyordu. Kadın adamın üstüne, sanki bir ağaçmış gibi, kırağı yağdığını fark etti.
Burada her şey sakindi. Kadın son derece yorgundu. Artık korku da yoktu. Ertesi sabah soğuktan ölenlerin cesetlerini kaldırmak üzere, şafak vak-i şehrin sokaklarından kamyonlar geçti. Kamyonun biri kültür parkın asfaltlı geniş şosesini bir baştan bir başa ağır ağır geçti. İki kere durdu. Önce, donarak Ölmüş bir ihtiyarın oturmuş olduğu sıranın yanında durdu. Sonrada, kadınla çocuğun oturmuş oldukları sıranın yanında. Kadın çocuğun elinden tutmaktaydı. Yan yana oturmuşlardı. İkisinin de kıyafeti hemen hemen birbir.n n aynı idi. Oldukça iyi, içi kürklü paltolar, içi yünlü çizme'er, kalın yünden eldivenler. D.ri imişler gibi oturuyorlardı lâkin kırağıdan didik didik olmuş yüzleri bembeyaz, ipek gibi idi. Kirpiklerinden buzlar dökülüyordu. Askerler kadınla çocuğu kaldırdıkları zaman, vücutları eski halini muhafaza etmekte idi. İki alman oturmuş vaziyetteki kadını sallayıp kamj'önun içine attılar; vücut ihtiyarın vücuduna çarptı, odun sesi gibi bir ses ■ çık-ard'. Sonra askerler büzülmüş olan çocuğu attılar. Vücudu tok bir ses çıkararak anasının vücuduna çarptı, ve biraz sıçradı.
Kamyon hareket etti. Sokak-ara konan oparlörlerde müzik
sesi duyuldu, yeni bir günün başladığını haber verdi. Sonra bir gencin sesi, duayı andıran bir eda ile şu sözleri üç defa tekrarladı: “Sabahlarınız hayırlı olsun! Sabahlarınız hayırlı olsun! Sabahlarınız hayırlı olsun!,, Sonra ayni buzlu ve sarıcı ses rumence duayı okudu :
«Göklerde olan babamız , adın mukaddes, saltanatın her yerde hakim, senin iraden üzerimizde olsun.,.»
Fransızcasmdan çeviren Şerif Hulusi
e
Tarihin kaydettiği en eski grev
(Devaml cı sayfadan) rini çabuklaştırıyor, son grevci de Hamoistle birlikte anbar'arın ardında kaybolunca ancak rahat bir nefes alabiliyor. Beş dakika içinde anbar boşa’mıştı, sokakta her zamanki ha’in i almıştı. Firavun gelebilir artık.
Binlerce yıl önce Nll kıyılarında muzaffer olan grevin hikâyesi, geçen asır zarfında sabırlı bir çalışma ile ihya edilen en eski bir dokümana göre işte bu d ur.
Bu grev, insan hafızasının hatırasını muhafaza ettiği ilk grevdir. Bu grevle tarihte, tazyik gö: enlerin tazyik yapanları kati şekilde, yeıımesile sona erecek bir sıra işçi mücadeleleri safhası açılmış oluyordu.
İlim bir harp sebebi olmamalıdır
Baş tarafı !5incl sahifsde aleyhtarı münevverler komitesi idi ki en mühim unsurları ya Alman işgali altında kahramanca canlarını ^vermişler, veyahut ta bugün bizimle beraberdirler. Mukavemetten doğan bugünki birliğimiz mühim bir vazife yüklen, miş bulunuyor, bu vazifenin ne olduğunu bize bu kongre gösterecektir. çünki, Fransız ilminden sanatından, edebiyatından istek lerde bulunmak büyük sevinciyle yananları aydın’atmak onlarla temas etmek, onları ikna etmek için muhtaç olduğumuz her şeyi bize yine bu kongre gösterecektir.
Yeniden doğuşumuzun hiçbir işareti, memleketimizin şerefli geçmişinin işareti kadar büyük ve değerli olamaz.
Paul LANGEVİN.
Dikkat
Bayilerimize
Gün’ün bu güne kadar satılmış olanlarının bedellerinin gönderilmesini,
Satılmamış olanların da iade edilmesini bilhassa rica ederiz.
GÜN
Miiessisi Esat Adil Müstecabi.İmtiyaz sahibi,neşriyatı fiilen idare eden: Haşan Tanrıkut Yıllığı 10, altı Ayhğı530, üç aylığı 2o0 kuruştur. AdresıP. K. 519 —Nam Basımevi.

Comments (0)