Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Varı lok Gösterenlere Cevap!
---------000--.... — .
Türkiyede emeğinin kira bedelinden başka geliri olmıyan-ların sayısı en az 12 milyondur
l Bu muazzam emekçi hafit kütlesinin cemiyet içindeki rolünü, sınıfı varlığını, kültür ve refahl hak’annı inkâr etmenin deoekuşuvari gizlenmekten ne farkı vardır?
Avukat
ESAT ADİL
Mehmet A. C.
Ahmet Haslmden, Refik «•9vk*'i
bir rnrtktup
Haşan Tanrıkut Tekâmül vs müsavat
Behçet Atılgan Sosyali* Müsavat
Fehmi Yazıcı
Sosyetenin İnkişafı ve turlhl
materyalizm
Aziz Nesin
BU dejııokratmiviz (io»tlur
M. Kuzugüdenli Kaynuıkam adaylarımızın trzllvri
Iim, gerçeği yayar, politika ise işine geleni rumak, hem sınıf tezatlarını afyonlamak, uyuş-söyler. Bu bakımdan, Türkiyede sınıflaş lurmak davasındadır. Bu müşterek gayeye bir: ma olmadığını, sınıf tezatları diye bir şey bulun- şiddet ve itisaf metodu ile, diğeri de hileli hür-madığıru, Türk milletinin «imtiyazsız, sınıfsız bir riyet yolu ile erişmek niyetindedir, millet» halinde yasaya geldiğini ilen sürenler, bu yalana gerçek süsü verenler ve bu sahte gerçeği de maske edenleri düşman sayanlar sadece polli tika madrabazlığı ile geçinenlerdir Onların lâfü güzafının İlmî gerçeklerle hiç bir ilgisi yoktur.
ün’ün geçen haftaki baş yazısında da açık-ladığımız gibi, «imtiyazsızlık» hukukça nazarî bir eşitliktir. Böyle bir eşitlik Fransız ihtilâlinden sonra bütün milletlerin ana yasalarında yer almıştır, işin garibi şu ki. sınıflar arası tezatlar, boğuşmalar işte asıl bu fertler arası eşitliği nin hukukça kaideleştirilip kanun haline getirilişinden sonra keskinleşmiş, emperyalist sistemli istismarcılıkta asıl bu hukukça ve milletler arası eşitliğin ilânından sonra azgınlaşmıştır.
Görülüyor ki, sınflı cemiyetlerdeki hukukça eşitlik lâfı, ekonomik iktidar imtiyazcılığmm yüzünü gizliyen bir maskeden başka bir şey değildir.
Her hangi demokrat ve sımflı bir cemiyet- de y'a51yan”Türk prolet^yL',
teki refah seviyesi
Çeviren: Deniz Stalincrnddaıı röportaj
Halil Aytekin Körler diyarı
20 Kuruş
— — teki refah seviyesinin diğerinden yüksek
veya düşük oluşu; istismar edilenlerle, istismar edenler arasındaki mücadele ve tezatları ayarlıysa bir ölçü olmaktan ziyade iktisadi istismar mekanizmasının servet kaynaklan üzerihde henüz tam isabetle monte edilemediğini gösterir Meselâ Amerikan, porleteryasının Türk prole-teryasmdan çok daha üstün bir refah seviyesine ulaşmış görünmesi, Amerikan sosyetesindeki sınıf mücadelesini gevşetici bir sebep olarak ileri sürülemez. Çünkü istismarcı sınıfın refah seviyesi de o nisbette yüksek ve aşırıdır. Mücadelenin varlığını ve azgınlığmi ardi arasi kesil-miyen milyonluk grevlerle ispat etmek pek kolaydır. Sınıf mücadelesini gevşetmekte Amerikan demokrasisinin gelişmesi ile herhangi bir faşist baskısı arasında netice bakımından hiç bir fark yoktur. Çünkü her ikisinin de gayesi istismarcı sistemi daha iyi organize etmekten iba rettir ve yine her ikisi de hem sınıflı cemiyeti ko-
Türk sosyetesine gelince; bizde derebeylik istismar çarkının dişleri pek aşınmış olduğundan, onun yerine daha modern bir istismaı çarkı yerleştirilmiş bulumaktadır. Kapitalist oligarşinin Türk sosyetesinde henüz gelişmemiş olduğunu ileri sürerek. Türk sosyetesinde sınıflar arası tezat ve istismar azgınlığı bulunmadığını zannedenleri son derece yanlış bir görüşe saplanmış olmakla töhmetlendirebiliriz. Bunlar, hem iüıkıyenin yan müstemleke halinde yabancı kapitalist oligarşisini istismarına sahne oluş devresini hatırlamamakta, hem de iç istismar mekanizmasının hususiyetlerini bilmez görünmektedirler.
Devlet kapitalizminin iç ve dış kapitalist oligarşisile nasıl bir işbirliği edegeldiğinı ve Türk proleteryasnın gerek şehirlerde, gerek köylerde hâlâ nasıl bir istismar mevzuu olduğu nu ispat etmek için, en düşük hayat şartları için-_ ı sayısının on iki milyondan aşağı olmadığını söyliyebiliriz. El vs kafa emeğinin kirasından başka hiç bir geliri oi-mıyan bu iki buçuk milyona yakın ailenin hemen yanı başında, küçücük sermayesi veya toprağı ile emeğini birleştiren ve yan proleterya halinde yaşıyanlan da bu yekûna eklersek Türkiyenis tam ve yarı proletersı on beş milyonu aşar.
Tamamiyle istismar edilen bu on beş milyon luk emekçi halk kütlesinin karşısında hâlâ sınıfsızlık, ve imtiyazlılık palavrası savuranların, başını kuma sokmakla vücudunu da gizliyebildi-ğini sanan devekuşlanndan bizce hiç bir farkı yoktur.
erçek olan.-bu on beş milyonluk kütlenin var oluşu ve tamamile istismar edilmekte oluşudur. Kapitalist ve emperyalist nizamın kara sevdalısı olan sayın baş muharrir Hüseyin Cahit Yalçın vs onun peykleri «bu dilsiz hakikat» karşısında bilmem ne buyururlar?
V
İH Hasimien Refik Şeıket Inceje biı mektup
O zamanlar henüz ilk okuiun beşinci sırufşndaydım. Şişman bir hocamız vardı. Bize bir takım şarkılar öğretirdi. Hafızam zayıf oldiuğu için, öğrettiği bir yığın şarkıyı şimdi maalesef unutmuş bulunuyorum.
Yanlız unutamadığım, umıtamıyaca-ğım bir şarkı var ki, onun bir kıt’asını size de sunayım okuyucularım:
«Sen ne güzel bulursun,
Gezsen Anadokryu, Dertlerden kurtulursun, Gezsen Ana($oluyu».
Hazırlayan: Mehmet AC.

Kamı tok, gözü kör, vicdanı rahat As lanlı maslaniı kitaplar şairi! Beni iyi dinle ve kulağını aç. Senin, Alemi Fildişi kuleden seyreden AHMET HAŞİMİN bile A-nadc'Juyu senin gibi görmemiş... Ve dünyanın en büyük yalanını savurmamış şiir diye.. Gözlerim 4 üstü namütenahi kerte aç, bak Dostu Refik Şevket İnce’ye N iğdeden 3-9-1933 yılında yazdığı mektupta neler yazmış:
«... Gördüğüm Anadolu hakkında bil mem sana ne yazayım? Evvelâ bu kıtayı arazide kimler yaşıyor? Görülen harabelerin banisi hangi cins mahlûkâttır? Bunu, koy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. Anadlolu köylüsünü tasnifi mahlûkatta karıncalar nebine ithai etmeli fikrindeyim. Gündüz amaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en. güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin namütenahi sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, (gıda) fikri sabitiyle sersemleşmiş, neş esiz ve yorgun bir insaniyetin mesai müşküle -sine tesadüf olunur. Sanki, cehennemi bir furun karşısında’n yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya maddei gıdaiyeyi biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlerine doğru çekip götürmekle meşgul görünür. Tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi...
Fakat boğazlarının karma olarak aklın bütün melekâtını red ve iptal eden bu,a damların boğazı da memnun etmekten pel. uzak bulundukları en zenginlerinin evince" geçirilen bir gecenin sabahında, nefiâ bı yemek diye Safraya getirilen su ile pişmiş menhus bir fasulyanın barsaklarda tevd’t ettiği gazat ve istirahat ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin mak
satsız hayatına, boşa giden gülâne mesai sine karşı derin bir elem duymamak kabil değildir. Refik; Ankarada, Almanya Impa ratorunun Anadolu hastalıklarını tetkik ermek üzere gönderdiği bir heyeti tıbbiyenin bazı büyük rütbeli erkânı ile görüştüm. Bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar tetkikatlarının sıhhatli eşhas üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki. Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla mahmul ve kanları bu kurtların ifraz ettiği tüfeyliyat ile meşbu bulunuyor. Cinci, yakın bir inkıraz ile tehdit eden bu halin sebebi ne imiş bilir misin? Noksanı Tagaddi...
Her ne kadar garip görünse de Anado lu Türkleri henüz ekmek imalinden bile bihaberdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğuhu yiyenlerin midesine bir sormalı.
Bilâ istisna vasrtai çerleri kağnıdır. Ellerinde esir olan öküzler ve bu neviden hayvanat -için en zalim bir muhayyilenin bile icadından aciz kalabileceği - bununla beraber bati, dar ve maksada gayri salih bu alet-hiç şüphe yok ki. devri haceri keş fiyat ve alâtındandır. Kağnı bir araba değil, fakat hayvana yapışıp cnun ana sırt hafiyyeyi hayatına hortumunu sokan ve bu suretle -kanını ve canını çeken bir canavar dır. Uzaktan görüldüğü zaman heyeti u-mumiyesiyle bir arabadan ziyade azim ve hevlengiz bir karafatma hissini veren vr tarihe aşina bir göz için üzerindeki uzun
Haşim, Anadoîuyu sevmemiş ‘ beyefendi,, tavrile ondan iğreniyor. Bu onun ezeli gafletine uygundur. Ama şu yazıda da hakikatin hissesi çoktur.
deyneği ve ayakta duran arabacısı ile Dara ve Keyhüsrev devirlerine ait' taşlar üstünde menkuş iptidaî arabalaı't hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanatın çektiği azabı gördükçe cnu seviceden asude köylünün insanlar gibi b'i ruhu olup olmadığından şüphe ettim.
Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini istimalde ve onu kabili istifade bir hale sokmak için buldukları çarelerin te-ııevvüünde görülür. Tezeğin bu .adamlar fıezdindeki kıymeti şayanı hayrettir. Sürülen meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk gözleri bir nokta ziyaya cezibediimiş gibi öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmıyarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla se
ri adımlarla keşarak. öküz götünden düşen en ufak girambaha bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan hadekaları fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. Bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın hamiresi yuğurur gibi, altın geı-danlıklı genç kadınlar beyaz koilariyle onu yuğururlar ve muntazam yuvarlaklı haline koyup kurumak üzere duvarlara yapıştırırlar. Anadolu’nun bütün duvarları bu öküz müzahrefatiyle sıbalıdır. Bütün havalarında o rayiha teneffüs olunur. Yemekleri sütleri ekmekleri hep tezek dumanının kokusu ile ele alınmaz bir hakledir. Eski Mısırlılardan ziyade Anadolu’lar Apis öküzüne hürmet etmeliydi, öküz. burada halı umumiyenin zembereğidir.
Evlerine gelince onlar da öyle; Duvar-■ ar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpı um leylek yuvasına olduğu gibi, gelişi güzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Odalar çamurların bir (okunamamıştır) haline ge t bilmiştir. Baca nedir bilir misin? Dibi kırık bir testi... Kızılırmak havalisinde büsbütün hane inşasından da feragat ederek, toprağın mahiyeti hususiyesinden bilistifade dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi imran hayat ederler. Nevşehirden yarım saat beride (Güvercinlik) namında kovuklardan müteşekkil bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmıya şayan bir köydür.
Anadolu, küliiyen temizlikten mahrum dur. Sakallı Celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. Kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda inkiiâp edeceğini sen de bilirsin.
Anadolu, hemen serapa firengilidi,'. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakilsa heyeti umumiyede o kadar topal, topalların o kadar muhtelif envai o kadar cüce kanbur, kör ve çolak görülür ki: msan şekli eşyayı bozan muhaddep bir camla etrafa bakıyorum zanneder. Mamafih, güzel oldukları zaman da, güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. Siyah derin ve titretici gözlerle insana ba kan, şalvarlı, mevzun Anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? Gençleri, insanın bazan en mükemmel nümunesini temsil ederler. Fakat bunlar nadirattandır. Refik. Anadolıılar hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu bahsi burada kesiyorum. Anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. Bundan da mahzun değilim........»
— 2 —
Tekâmül ve müsavat
Tekâmülle müsavat arasında bir tezat olup olmadığı meselesi üzerinde duTmak istiyoruz. Son günlerde bu iki mefhum arasındaki münasebet tam bir «demagoji» ye dökülmüş bulunuyor.
«Tekâmül» deyimi daima «daha mükemmele ulaşmak» manasını ifade etmeyip Çoğu kere de «değişme» manasını ifade eder. Binaenaleyh önemli olan nokta tekâmülün ne zaman «mükemmele varma» ne zaman da «deği-me» anlamında kullanıldığıdır. Bütün tekâmüller birer değişme iseler de, bütün değişmeler birer tekâmül (daha mükemmele gidiş) değildir. Almanya ve Italyada Faşizmş sosyal bünye içinde bir «değişme» idi ise de bunun «tekâmül» olmadığı meydandadır. Şu halde cemiyetlerin mütemadi oluş haline «tekâmül» değil de «değişme» mi diyeceğiz5 Hayır I Burada önem verdiğimiz mesele «değişme»yi doğrudan doğruya «mükemmele gidiş» olarak anlayan ve bu suretle faşizm g.bi irtica hadiselerine «tekâmül' diyenlerin hatasını meydana vurmaktır.
Sosyal tekâmülün Nietzche tarafından izah edilen ve esası bir çok mistik cereyan larda bulunan bir «ebedî dönüş» yani dairevî olmadığı ne kadar hakikat ise, tam bir müstakim olmadığı da öylece bir hakikattir. Tekâmülün daima «ileri doğru» ( I ) olduğu insanlığın tarihinden sarih olarak istidlal edilebilir. Ancak ileri doğru olmanın mutlaka müstakim üzere bulunmadığı da yine insanlığın tarihinden İst id -lâl edilir. Cemiyetlerin liberal ekonomiden sosyalist ekonomiye doğru tekâmül ettik leri bir sırada korkunç bir irtica olan faşiz min belirip yayılmaya çalışması tekâmülün ileriye doğru olan istikametinin düz bir hat değil zikzaklı bir hat olduğunu-bize en yakm actuel bir misal teşkil ettiği için faşizmi alıyorum - göstermektedir. Bu tıpkı, denize doğru akan bir ırmağın kavisler, zikzaklar çizmesi gibidir. Bununla beraber nehir hiç bir zaman tersine, yani membaına doğru değil ileriye denize doğru gider. Faşizm ve bütün irtica hareketleri tekâmül nehrinin kavislerinden biri yani genel istikamete aykırı olarak neticesiz bir «geriye dönüş» cehdidir. Binaenaleyh cemiyetlerin umumî oluş hali hiç şübhesiz bir «dana mükemmele gidiş» tir. Fakat bu genel «mükemmele gidiş» bütünü içinde kendilerine sadece «değişme» diyebileceğimiz bir takım «kavisler» vardır. Her irtica hareketi genel istikameti ileriye doğru olan tekâmül vetiresinde bir kavis, yani genel istikamete mukavemet ederek aksi istika mete doğru dönmek isteyen neticesiz bir cehittir. işte «insanlar hadiseleri geciktirebilir, fakat lonları değiştiremez» diyen tarihî maddecilik bu büyük hakikati ifade
‘ İnsanlar hâdiseleri geciktirebilir, fakat değiştiremez,, Bir softa bozuntusunun yaygarası: ‘■Tekâmül müsavatı yıkar !„
etmiş oluyor. İrtica hareketleri, beşerî bütün imkân ve kuvvetlerle mücehhez oldukları zaman bile genel tekâmül nehrinde ancak bir kavis yaparak işi bir müddet geciktirmekten başka hiçbir şey başaramaz lar.
1 ekâmül esası ve asli itibariie ileriye doğru bir değişmedir. Fakat bu «bütünün içinde muvakkat geriye doğru değişmeler de vardır. Bu sonuncu değişmeler, ana değişme' nin bütünlüğü içinde bulunduklarından onun daimiliğinde kaybolan muvakkatlik terdirler.
Şu halde, ileriye doğru olan daimî değişmeye tekâmül; geriye d|oğru olan muvakkat değişmeye irtica diyebiliriz. Birincisi insan iradesini kuşatan tabiî bir oluş İkincisi insan iradesinin kuşattığı ferdi beya maşeri bir zorlamadır.
(Bu zorlamanın mutlaka ferdî olması icabetmez. Alamanyada olduğu gibi zorlama bütün bir kavim tarafından desteklenebilir. irtica hareketleri faşizm gibi kanlı, işkenceli ve medeniyeti tahrip edici oldukları halde bütün bİT kavim tarafından desteklenirlerse bundan «maşerî suç» diyebileceğimiz manası faşizmden sonra anlaşılmaya başlamış olan yeni bir hukuk ve sosyoloji problemi de doğar.)
Şimdiye kadar yürütülen fikirlerden sonra; tam bir demagoji yaparak ve değişmeyi behemehal «mükemmele gidiş» ma nasında anlar görünerek faşizm gibi irtica hareketlerine «mükemmele gidiş» diyen ilim sarraflarının oyunu yeter derecede anlaşılmıştir sanirim.
Ancak mükemmele gidişin, İzafî olduğunu ve ancak bir evvelki safhaya nisbet-le bir sonrakinin mükemmelliğinden, bahsedil ebileceği de hatırdân çıkarılmamalı
dır: İnsanlığın tarihinde Rönesan, Ortaçağa nazaran «daha mükemmel» dir. Bu nok tada takvim zamanile değil de Sosyolojik zamanla düşünülünce mükemmelliğin ev-vellik - sonralık ile ilgili bulunmadığı da muhakkaktır. Filhakika, bu gün Avustral-yada yaşayan bir klanı, eski Yunan dan sonra gelmiştir diye Yunandan daha ileri saymak mümkün değildir, (n) Cemiyetle
rin tekâmülünde ölçü takvim zamanı değil sosyolojik zamandır. Takvim zamanile sosyolojik zamanın paralel olduğu, birleştiği noktalar çok olduğu gibi ayrıldığı noktalar da pek çoktur.
İnsan, cemiyetinin tekâmülle başarmağa çalıştığı realitelerden biri müsavattır. Biyolojik tekâmülü ve Spencer'in sakatlıkları çoktandır anlaşılmış olan tekâmülcü felsefesini ele alarak - bilhassa Darvvin’e istinaden - «mademki tekâmül zayıfların kuvvetliler tarafından ezilmesini» zarurî kılıyor şu halde tekâmülün, mevcudiyeti müsavatı imkânsız kılar, korkunç hatasına gelince:
Cemiyetle tabiat mütemadi ve karşılıklı bir mücadele içinde bulunurlar. Sosyal realite ile fizikî realite arasındaki bu hiç kesilmeyen kavga insanoğlu ile tabiat kuvvetleri arasındaki kavgadır. Tabiat kuvvetlerinin ağır baskısı altında bulunmuş olan ilk insan ancak sosyal teşkilâtı kuvvetlendirmek sayesinde tabiata karşı koyabileceğini anlamış ve o yolda yürümüştür. Soğuğa ve sıcağa karşı ,bir ev, vahşî hayvanlardan korunmak için bir alet, gıdasını sağlamak için tehlikeli av partileri v.s. yapmış olan insan maksatlarında muvaffak olduğu anda tabiatı, tabiatın, onu en can alacak yerinden yıkabilecek olan en korkunç kuvvetlerini kısmen yenmiş oluyordu. Fizik kuvvetlerle insanın sosyal kuvvetleri arasında cereyan eden karşılıklı çatışma, tabiatin mekanik ve insanın şuurlu bünyesi arasında devam edip gider. Tabiatın za yıfları ezip ortadan kaldırmasına karşılık cemiyet zayıfları korumak için darülacezeler, şefkat ve hayır kurumlan, ianeler, v.s. tesis etmiştir. Bu cemiyetle tabiat arasın -daki tezadın başka .bir görünüşüdür.
Tabiatın, durmadan müsavatı imkânsız kıldığı kabul edilse bile - ki bu da ayrı bir inceleme konusudur — insanın durmadan müsavatı tahakkuk ettirmeğe çalıştığı sarih bir hakikattir. Müsavat sosyal bir realite haline gelinceye kadar dinlerde, ütopyalarda, hayalî sosyalizmde, ahlâk felsefelerinde her devirde belirmiş; tarih boyunca isyanlar, ihtilâller ve çeşitli mücadelelerle durmadan devam etmiştir. Max Beer in
«Sosyalizmin ve Sosyal mücadelelerin umumî tarihi» adlı eseri insanlığı her devirde işgal etmiş olan müsavat endişesinin dem toplu bir besikasıdır. Nihayet Fransız ihti-lâlile Hukuk sahasında tahakkuk eden müsavat, Kari Marx tan beri de ekonomi sahasında tahakkuk yoluna girerek evvelâ S.S.C.B. de sosyal nizamın esası haline gelmiştir. Böylece tekâmülün olduğu yerde müsavat bulunmamak şöyle dursun tam (Devamı 11 inci sayfada)
— 3 —
»1UU1UCV
Sosyalist müsavat .
İş ve emek jnüsavatı nedir?;
Yazan : Sehçet ATILGAN . f
c-u muayyen Emekin |bir gaye üzerine yanı doğrudan dhğruya veya dçlayısıyla istihsale yatırılmasıdır.
Şimdi değer teorisini kısaca anlatalım:
Marks, Değer teorisini işe bağlamaktadır. fşin maddî ölçüsü--zamandır. Fakat unutmayalım ki. bu ’Zamanla ölçüleni basit iştir. Halbuki bir Emteanm değeri-ki buna iş gücü de dahildir - ona harcanan içtima-iyen basit işlerin—yekûnu-,ile ölçülür. İçti-maiyen basit işlerin yekûnunu tasrih edişimizin sebebi şudur: .Meselâ: Köylü tarlasından pazara malı.- yolu dolaştırarak getirse yanöüç günde- kat, edilecek bir yolu on günde’katetse o Emteanın değeri on gün üzerinden olmaz. İçtimaî olan tarafı önün üç günlük olmaşıdırtu.Keza, bir. avcı dağa çıksa ve iki saatta ve,, meselâ. nadir bulunan bey.az bir.,Tilki..VUISA hu Tilkinin derisi değeri^iki saatlik ;iş .gücü değildir. Buna şimdiye kadar gerek, kçndisinip ve gerek diğer avcuların dağa, çıkıp boş geldikleri günlerde harcanan emek, ide katmak lâ-ji....................:, ....
zrmdır. Değeri bu şekilde tarif ettikten şçnra- bunu bir maddî misal ile açıklayalım,; Bij kunduracı bir kundurayı üç günde yapsın bir hamal da üç gün bir eşyayı mavnadan karaca çıkarsın ilk nazarda bu işler arasında maddî zaman bakımından b>r müsavat vardır. Her ikisi de üç günde yapılmıştır. Halbuki hakikat böyle değildir. Kunduracının yaptığı kundura ile hamal’m taşıdıği yük arasında bir muadelet Mark sizme göre yoktur. Zîra: Kunduracı o kun durayı üç günde yapâtıiİmesilçin 1 — iki. üç sene bir çıraklık devresi geçirmiştir. 2 — Muayyen bîr’ takım âletler kullan-, mistir. Yani kunduracının işi basil biı iş değildir. Mürekkeptir.

'■'"Frahsız inkılâbının ideolojik yapıtını (Hürriyet1,- Müsavat,ı Adalet Karde-lik^ prvnsibleri-teşkil ediyordu. Bu prensıbler o-eartıan'tamamile açık bir -mâna taşfmı yotrlaah. Bu- preasibler zamanla, burjuva zirlln inkişafma - müvazi olarak muayyen şekiller' aklilar-.- Hürriyet prensibini başka bİŞ'-yiHnmızda i.'incelemek üzere, şimdilik günün mevzuu olmak, itibariiu müsavat prensibi üzerinde durmak istiyoruz.
' ’ Fransız--inkılâbında- müsavatcılar birliğini -kuran 'Babeuf ve arkadaşları, müsa Vifttan-? ayni mikdar. yevmiye, ve standart hâyat şeklini -müdafaa ediyorlardı. Bu tez. Hayali sosyalistler tarafından da bir hayli savılmış ve tutulmuştu. Ezcümle. R. Owen-iri tasavvur ettiği; lcarie komünist sosyete sinin- Ana.yasa’sınjda.jda, durpm bu şekilde idi.. Bu. Ana.ıyasa’da: bu husus . herkes ayni .yemeği yiyecek, hiç bir yemeğe karşı: istikrah hisşi beslemiyecek, . heVke3 ayni işi-.dovri,olarak yapacak, yani bir devrj iş bölpmü .hüküm sürecekti'» şeklinde ifadc-Utıdirjlpıiştir. _ , x:.- Bu tez|er kısmen .1871 Par is komüna-sında- bir. kısım komünaristler tarafından terviç, edildi. , . ;
..Bolşevik, ihtilalinde de bazı komünistler; bu.tezç meyi ederek; devri iş bölümü sistemini; ayni miktar yevmiyeyi müdafaa ettiler . I enin kpmünizmiıî çocukluk devi, hastalığı adıyla sıfatlandırdığı bü--şekil, sosyalizmin en Son ilmi tezahürü müsavatı çılığın; .Marksizimie bugünkü safhaSmda bir ilgisi, y,$ biç münasebeti olmadığını: bu leşin, tamamile bir küçük burjuva görüşü olduğunu,, işçi şınıfının bugünkü marksisl da,vasiyle bir münasebeti buhımr.zdığıuı il-mi çlarak izah etmiştir. Ü u .....,
O. halde; jşçi sınıfı müsavatçılığı ne- >ar*jrsu
dir? S ’’ -• .. . Fakat, bu mürekkep işi, basit jş« irca
Bunu, izah için Marks’ın. Engels’in. mümkündür. Şöyleki kunduracı, vasati o-Lenin'in,ç.kpnomik ,prensiblerini hatırlama larak yirmi" sene iş yapabilsin! bu takrjir-, ' ” c}e $jr?klık müddetini iki sene kabul eder-sek çıraklıkta geçen müddeti beher güne; 2 20 nisbeti üzerine isabet" eder. Yani 1 10 ış günü eder. Üç'gün çalıştığına gö-
re İx2^ 10=7.2' saat Cder. Sonra bu ipte kullandığı aleffer ve vasıtalarında meselâ 20 günde yâpıldığinî kabul edeljm. ,Bun-larih da ÇaT/şfha' mîadı meselâ: 2 sene olsun !>u takdirde ’bû aletlerin bir güne isabet eden miİcdârı '20/2x3'60 — I 36 iir gün çâlıştîğmSİ göre "3x24 36 = 2 saat etmiş^olut. • *■-£,. .
Ö halde kunduracının üç günde yaptığı
mız .lâzımdır, tylalûmdur ki Marks değer teorişi’pi.işe bağlamaktadır, gerek Türkçe -de •.'te., gerek Fransızca’da tek kelime ha,-linde İfade edilen iş için. A İmanca’da( bir bifindep farklı jki kelime vardır. Arbeıt., Werk; zRusçada, da bu şekilde iki kelinıp vardır. .Trud. J Robot, biz yazılarımızda ^imanların Arbeit. Rus’ların Robot kelimelerini karşılık olarak iş ve Almanların Werk ve Ruslar’m Trud kelimelerini Emek şuretile .ifade edeceğiz. Emek, insanlın fizik bünyesinde mevcut olan, kuvvetin muayyen bir şekilde harcanmasıdır. Ve iş ise.
2 saat
—o O O——O O' O O--------------O--0—0—o-
Müsavat, yevmiye müsavatı şeklinde olursa müsavat değil, müsavatsızlık olur İşçi sınıfının özlediği müsavat ve küçük burjuvanın sahte müsavatçılığı
----O—O----‘O--rO--O—rO-rTT(İ7T—O—°---°---° iş şöyle bir safha göstermiş olacaktır. Kunduracının harca' ĞUfT Saat dakika dığı emek miktarı Kunduracının teknik bilgisinin karşılığı emek miktarı Kunduracının teknik ' - -
vasıtaları karşılığı ‘ ’
emek miktarı n" ’■ ° 2 • 00
• 1 ..-(.■■■ i:. . ı
Yekûn •’ • njı .} ..........9 12
Demek ölüyor kv kunduracının üç gün lük emek’!,- hamal’m üç gün dokuz saat on iki dakika çalışmasına ‘muadilmiş. Buna karşı,' kuhdurâcm ıntiiç 'gün çalışma karşılığı alacağı'ye'btiliye 'hamal’m-üç .gün d'okuz saat öri’ikî dakika Çalışması halinde alacağı miktara müsavi olması lâzımdır ki. sosyalist müsâ vatta'budur. (■ >ı
Buna mukabil. -meâelâT bir doktorun, bir saatlik işblf^Vanf bu işte ’ harcadığı e-mek’i de biı Basiförrifek'e irca etmek mümkündür. it,- y.. ., — ■, ı
Şöyle ki. doktorun-erişi yapabilmesi, on yedi senelik brr tahsile. Ve insaniyetin şu kadar senelik biri'tecrübesine, ve şu kadar teknik vâsıtaya bağlıdır ki, bunları ba sit emek'e irca mümkündür. Bu vaziyetler karşısında hatıra şu suafler gelebilir:
T" — Kafa ife. kol ile veya insan vücu-dünün muhtelif âzalârile yapılan işler arasında bir müadeîet ölâbiliV. ’r''
2 — Her 'ışte vâki' psikolojik yorgunluk aynı mıdır? ÎTh... şüphe yok ki. deniz suyunda, bir köprü ayağında veya bir kanalizasyonda hâîcatfâh basit emekle, bit tayyarede veya “bi: sinema kişesinde harcanan basit emek arâsırida"~müddet bakımından bir muadeföt meıfcüf değildir. Fakat bunları muayyen Bir emsal ile muadil kılma mümkundiİr Şöyle kî:
Fizik'de kudretlerin Bir birine istihalesi bir kanun halindedir. Mâyer ve Jul bunların muadelet1 emsalini 'b’ulmüştur.
Meselâ: HaYâkı kudretin hararete inkılâbı 1/4.2 giKi. diğer’ kudretlerde de bu muadelet fizik rakkaslarla ölçülmüştür. Her işteki yorgunluğa gelince, bu yorgunlukta meselâ Witanberg f’sıko teknik mektebi tarafından ölçülmüştük Öu da insanın çıkardığı C?O2 İfe* ölçülür. "Zira yorgunluk insandaki Emoglöbînîn yanması oksid dö Emoglobine inkılab etmesi derecesine bağlıdır. İşte bu müad(nİ*fr’şekİi üzerinde Sov-
11 Vbevanu* 1V inci sayfada)
i. ı. :ıt> i
Güft Saat
S
■I J
• iK
00-
■*" 7.
dakika
00
12

Atomun parçalanmasını materyalizminMası diye alkışlıyatı insanlar! Siz ne kadar zayıfsınız ki, kolaycacık bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalarsınız, kızmetli hediyeden bihaber tarih bilginlerine ! , nin inkişâfını tetkik ederken, nasıl bû? istihsal âletlerine bağlı olarak bir takım ka-tagorilere bölündüğünü (iptidai cemiyet, kölelik, derebeylik, kapitalist ve Sosyalist sosyete tipleri), birinden dfiğenne geçişleri. sınıfların teşekkülü ye inkişafını, alt ve •• u .1 n T
ust yapı münasebetlerim, daha geniş oTa-rak izah edeceğirpiz için,'
(__. . —•’ -A*" »«rattı* u
girmiyoruz. ,
• (-.? JU > j-yeı ,m -m
Sınıflı -sosyetelerde sınıfların îSfinŞfhî âletleri kargandaki durumlarımın: tdğfffyll: hasıl olan menfâat şuurıTve' W1 Şubriııı hareket, söz}.ve pazıya inkılap, 'etmeliyle sınıf mücadelesi ve sınıf fikriyatı’doğmak -tadır. Bu mücadeleden "galip çıfteHı’“sınıf m fikriyatı hakim ye carî «yat miyetfe ideolojik karakterini (*usl *yapi) verir. Bu izahımızdan cemiyetin maddi ya-pisinin kı buna alt yapı j istihsal aletleri) denilmektedir - fikri yapışır?! Yösf“yapıyı) nasıl tayin ettiği ve cemîyetinr,fikrî~hayatı-nirt hakikaten istihsal âletlerinirirbiî“înikâ-sından ibaret olduğu açık olarak anlaşılmaktadır.
Kâinatta herşej l^ir akıj^birşekilden başka bir .şefclp gejiş h^lin^edir. ,
Efesli Heraklit «bir nefurde fİa’jlefa yıkanılamaz» eliyordu.. 'Eski fransız^ff ei.ui Cumhuru «Poincare - bugîin ^>âuteon*mey-danınoa. bir dostumuza, bir sene spnra, bulaşmak üzere çarvdevü yerseniz, bir sene sonra -randevunuza ^ge^diğinig^^aman* dostunuzla randevüyi yerdiğiniz mah,al,(j(:n bil-mem-kaç metre vzşıkta bihuşmuş yjş^aksı-
»..r.-» «.jpm “ * **- -A £9(2
İstihsal âletleri ve tarzı da hiçbir zâmaıı bir noktada saplanıp kalmaz. Yjannî bir değişme manzarası gösterir. Buna uygun , , . . -m•» «o ara ».
olarak cemıvetm Jikır yapısı ve sosyal mu-* ..&>%« ...«(1 o CİP.
:essescleri'*leğişiyiklçje₺uğr^ ve.^ istihsal »atam, -o-j ...s ,h u âletlerinin başka Şekle ijıkilâbjTe^. c^emiye-
Bu cemiyet-lipi.'raMntflaiTitı-leşekkü'l >et-’ tin fikir si-teıııj. dejreııidgp kurulur.
Bütün bu inkişâf ve intıfâplâ'n' sağlayan tezatların gerginleşmesi ve çarpışmasıdır. Bu suretle içtimai savaş bütün sistemde (istihsal âletleri, pemiyetin maddî ve fikir sistemlerinde) durmadan Ve hep birlikte devam eder. 1
— nevamı 10 uncu »ııyladn —
Veyl, Marxın verdiği
II "
wı>«.l >r
Bundan önceki yazımızda, muhtelif tarih felsefelerine kısaca f'enias ederek, buu-
'•'•»I •
ların, tarihî hadiseleri izahda bir değer, yeter bir değer taşımadıklarını anlatmaya çalıştık. Tarihî Mataryalizm hakkındaki bu yazımızla, aynı zamanda bu cihet dah4 iyi belirmiş olacaktır. »
Tarihi Mataryalizril; diyalektik matav yaiizm prensiplerinin, cemiyet hâdiseler» nin ve tarihinin tetkikine, teşmil ve tatbil olunmak suretiyle'izah -: olunmasıdır. De mek ki. tarihî mataryalizmi kavramak, an1 cak diyalektik mataryalizmi bilmekle mümkün olacaktır. - ■
inikası, ve inkişafında ulaştığı bir tekamül derecesini temsil ediyorsa; tarîfu 'matâfya-I- ... /
lizme göre de, cemiyetin maddi yapısı ve varlığı da opjeklıf bir realite olarak mev-z ..tr.. «/»»»e rrâ.vı^, - ı cut plup, cemiyetin ruhi ve fikri hayatı bu opjektif realitenin inikasından ibarettir -.e , , '• «('711,0 cm.ıhi-
ondan çıkmadır. Bu izahımızdan sonra,' tarihî mataryalizm ile daha yakından tema- j sa gelebiliriz. Şöyle ki:
-a cu. r w«>, e-»v
larihi mataryalizme göre; cemiyetin,
■ ' r* ’ .'.r.u'l -w • k*»'Jı
(
Kısaca söyliyelim: Diyalektik mataryalizm; bir bütünlük arzedenj’tabiat hadise terini, münasebet ve şartları içerisinde ele alarak, onların, bünyesinde mevcut tezad ların çarpışması yolu ile nasıl hareket ve değişme halinde olduklarım1, ’kertimî tera küm sonunda nasıl .keyfiyet^ inkilâp ettik lerini, tesbit eden metoddur.
e, rnruılıee n ... . .
Tarihî mataryaljıçfn ise: aynı yoldan, aynı şekilde, tarih, hadiselerini tetkik ve izah eden ilimdir. Yukarıda, diyalektik mataryalizm hakkmdajci tarifimizde geçen tabiat kelimeleri .yerine cmiyet beyahut tarih kelimelerini koyduğumuz zaman, tarihî mataryalizmin bir tarifini elde etmiş oluruz.
/o* i
Şu noktaya dikkat olurrrtıa'hdır ki; Diyalektik mataryş^ijtrp; nasıl, tabiatı ve tabiatta olanı biteni olduğu gibi. hariçten bir şey katmaksızın, anlamak ve anlatmak tan başka bir şey değilse; tarihî mataryalizm de, cemiyet hadiselerini. Hcldukları şekilde, hariçten bir şey katmadan, görmeğe ve anlatmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, tarih felsefeleri arasında İçtimaî kanunları tesbit etmekle yalnız tarihî mataryalizm İlmî bir değer kazanmıştır.
maddî hayat şartfarının sistemi’4 «ferisln’de. çehresini, içtimai kuruluşunu. İcâralcter ve mahiyetini, fikriyatını.’ taşk'a' bîr rejime
doğru, inkişaf ve inkilâbını tâyıı?*eden ilk etas-kuvvet «ISTl’H’SAL Âl.l.l dir.
istihsal âletleriyle münasebettar olarak, istihsal maddeleri, istihsal' tecrübesi ve usulüdür ki, bunlar hep birlikte «İSTİHSAL. KU-VyEfffiR derler.
İnsanlar: hayalarını idame için, lüzum 1 lu maddeFerrfi istihsallerinde istihsal alet-1 lerinin mahiyetine uygun olarak, istihsal 1 aletlerinin inkişafı seyrinde, ijoihsal âletleriyle ve dolayısTyle birbirleriyle karşılıklı iradelerinden miKtâliî)Rlm'M»1$'ydn'V>e'^aruri 1 bir takım istihsal mnıfÜMriıetferme-— ğirişir-ler. işte bu münMsabtttistV'smıflarî-te^ekküi eder; İptidaî cemiyette Irt^ıdk-cyd?). bir' ferdin kullanacağı isriliGrt'“âleti - (-öZcüm)e'
.... . cemiyetin ‘ 1->' ni te'şkil e-
taşdan âletler yâty'Ve f'a-ve-Bû İstih-' diyordu...
sal âletine bağlı olârSÎ?, febthşv^ıdaSını te nıin ve yırtıcı haytiâhk?r6,1'karşı '-korunma ve miicadele('aczftAfhsn,;4ft‘f> otA'liktÖ müca-’ dele zarureti (miistereft1 eHrek*). *Oistihsal vasıtaları vJe*%ıîılf^tıllKWsüZerinde''riçtimai mülkiyet uı
itoo . p
Nasıl ki; diyalektik mataryalizme göre, madde, tabiat, şuurumuzun dışında,' ondan müstakil, opjektif bir realite olarak, ihti saslarımızın ve şuurumuzun kayrağını teşkil ediyorsa ve şuurumuz maddenin bir
memesi -ve intmnıtr inamı.- tajg^urian isti* mar edilmemesiyl«f>rtemayıüzi ed»r.ı
—-1—>>(- 04rJ-- ı
Görülüyor .ki». hu-sşısj^.r zamanki istihsal âletlerirynfBiftljiy^ne (,ÇflÇ£mi|ejuy-gurr düğmektedir.
Bundan sonraki yazılarımızda sosyete-
— 5 —

GÜNÜN ŞAKASI :
Bizim Türkümüz
Biz demokratmışız dostlar
a
Son günlerde bize birşeyler oldu dos-lw, bir acayipleştik. Bir hara güredir gidiyor. Kapan kapana, vuran vurana. Kavganın sebebi, şu meşhuuuur demokrasi meselesi.
— Ban demokratım,
— Hayır ben demokratım..
Canım gavga etmeyin, hepiniz demokrat cfun. Adamakla mal tükenmez. Zorunuz ne, ne oluyorsunuz? Dağlar taşlar bile, denizde hamsiler, havada serçeler, toprakta karıncalar bile demokrat oldu. Dururlar mı hiç? Günün geçen akçesi demokratlıktır. Softalıktan bopsitilliğe intikar e-denler şimdi demokrat oluverdiler, olur a.. Eloğlu bu, sırası gelir, işte böyle demokrat bile olur. Yaşasın deomakrasi!
Demokrasi yiyor, demokrasi içiyor ve demokrasi... bütün bu demokratlaşma hadisesi memnuniyeti muciptir, göğsümüzü kabartıyor. Fakaaat... İşte işin bir fakati var. Bütün büyük bildiğimiz adamlar şöyle nutuklara başladılar:
— Artık demokratlaşmalıyız.
— Demokrasi icaplarına intibak edebilmeliyiz.
— Demokrasi şartlarını kabul etmiye mecburuz.
Bakırı hele.. doslar bu nasıl iş. A-yol biz zaten demokrat değilini idik? Yine aynı büyük adamlar bize senelerdir ve senelerdir demokrat olduğumuzu söylemi-yorlarım idi? Şimdi büyük bir mesele ile karşılaşıyoruz. Bundan böyle demokrat o-luyorsak, ya bundan evvel ne idik? Biz kendimizi demokrat biliyorduk. Hatta o zaman demokrat olmadığımızı söyGyen ler, Allaha taam eden kâfirler misali taşlanıyorlardı, dövüKiyo’ Cardı, hapsedililiyor-lardı. Bakın hele!.. Şimdi ne olacak biz meğer demokrat deyilmişik ayol, bundan böyle demokrat olacakmışız. Veminel-garaip!..
Ya bugün de, yabundan sonra da demokrat olmadığımızı söyüyenCer çıkarsa, sakın ha... Demokrat olduğumuzu da, olmadığımızı da söylemek hakkı zatı fahima-nelerme aittir. Bize, yani size, yani hepimize, yani onlardan gayriye ancak aıncak hahetmek düşer...
SÖZ
Bu demokrat kültür dergisini okuyunuz!
Bekliyorum
Elim açık, yoflum açık,
Gideceğim maviliklere..
Sofra IJcuracağım,
Ve kana kana doyuracağım,
Ayni topraktan yaratılmış hemşerilerimi.. Bağrıma basacağım adı belirsiz çocukları,
Gözlerinden öpeceğim körlerin,
Ve bir bir bölüşeceğim varımı
yoğumu cnlaıiâ!
Mavi .meşalemi yakacağım,
Mum gibi kalacağz.
Sevinçten çılgına .döneceğiz, çoluk çocuk.
Ve saadet gözlerimizden dökülecek Boncuk boncuk....
Bekliyorum:
O güzelim hürriyetin ellerinden
öpeceğiz, Günah sayıdan sevaplarımızı önüne
' dökeceğiz,
Cenge gidiyorum heeyyyy!
Dalgalanan meşalemden nurlanacak
j dünya,
Yan rüya yan hayat içinde
Kanat açarak,
Kellem koltuğumda cenneti getireceğim.
Yaalınayak!
Cenge |gidiyorum heyyy:
Dev boylu cücelere diz çöktürteceğim,
Koyun sürüsü gibi süreceğim
onları,
Sevgili toprağımdan,
Ve sonra dal budak salsın ,diye
Güle güle düşüreceğim kellemi.
KOLTUĞUMDAN! Nazım ŞENER
Günel’e Şiir
Yine böyle kar yağacak,
Ben kimbilir hangi bir dağ başında Sirtonda yakalan kalkık asker kaptrtu, Omzumda tüfek;
Nöbet bekleyeceğim.
Postalılarım kara batmışta-, Ama ayaklarım sıcak;
Yün çoraplarım semin
ELceğızinden çıktı muhakkak. Rüzgâr vurur, rüzgâr üstüne, Dudaklarımda şarkı durmaz;
Ovalar beyaz,
Yollar kapanmıştır kardan, istersen vakit akşam olsun,
Bu daha çok Romantik olacaktır.
Çünkü önündeki çorba
Her zamankinden daha sıcaktır.
Lokmalar tıkanıp kalacak, Geçmeyecek boğazından.
Hayat o vakit daha gaddar gelecek Sana şimdi anlattığımdan.
Arif BARİKAT

I

I
Avuçlarımdaki nasırlara bak.
Benim gibilerin, sürüklediği asırlara bak. Harman yabam gibi ellerimin,
Yan yanu, gelişi, iki kanatlı kap unu dur. Asırlara giden yolun .
Gel
İstersen seni,
Bu kupudon sokup. Bir nehir gibi akan. Tarihin, kaynağına kader götüreyim.
Ista hak.
Buradan öteye.
Maymun oğulları.
Şimdikinden başka çal ıstı lar' Bu günkünden, ayrı yasadılar. Tae devri ile tunç devri,
Çok uzun sürdü.
Biz, olgunlanan tarihten başlujahm.



Esaret devri. j
Şu gördüğün Ehramları,
ben de gezerken,
Miyoplu,
Burjuva seyyahları gibi, dolanma.
Keskin ve ışıklı gözlerle bak.
Beline sağlam bir İp tak.
Çünkü, Ehramların.
Birçok mağartdarı. Sayısız, delikleri vardır, ipin ucunu kaçırır, Yolunu çağırırsan, Sonra ben, karışmam.
Bıı gezişin.
Bir etüt tür.
Belimdeki ip,
Kaybolmam.ak için, bir metottur.
Demek İsterim ki,
Hayat tu» beyledir.
EUİtsüz, birşoy ezilmez,
Metotsuz, hadiseler, çözülmez.
Lâkin.
Kupunun dışında okuduğumuz tarih, Kloopahra’nııı, aşkını, ita İlandı ra ballandıra, Sayfalarını doldurup,
Bu, Firavun mezarlarını yaparken.
Her tasın altında.
Böcek gibi ezilen.
Ve beş argınlık kırbaç: Önünde
büzülen eğirleri,
Kısa ve gÜdiik,
Bir şekilde kaydetmiştir,
Yunanistandu Akropol
Burada «Venüs»
GüzelligUe,
Alemin babını döndürüp.
Sarhoşları yerlere sererken^
Demokrit
Maddenin en küçük parçası olan atomu
— buldu.
Buna kızan Eflâtun,
Hırsından budarım yoldu. Çünkü o,
Kendi kafasına göre.
Öteki dünyadan gelen gölgelerin
filozofuydu.
Amma,
Asıl İşin iç yüzü,
Taci rler namına.
Denizlere açılan,
Germilerin küreklerini, kendilerini. Denize atıp boğmasınlar diye, Küreklerinin başın»,
Zencirle çakılan esirler çekerlerdi.
Bak.
Roma harabeleri,
Romanın tarihi,
V
«
I
Uhuliya türlerin akın yapıp, Sadece kılmc çakırlıları, Sezaria Antuvan’ın,
Burada.
De A, bey i uludur. Her toprakbond’ln gelinini,
Rleopatrnnııı Memeleri arasında buluşmaları değil. Asıl tnrlh.
Ispurtoküs ihtilâli, yani.
Hürlerle esirlerin dövüşmeleridir.
Ortaçağ,
Toprak üstüne kurulmuş,
Derebcyler diyarı,
Paylarına,
Yaprak kadar bile toprak düşmeyen serilerin tarihi.
Evvelâ. Kaynana salıp. Kızlığını alıp. Sonra kocasına yollardı.
Yeni zaman,
I eretli enirler devri. Burada ihsan hürdür.
Çölde başı bos dolaşan deve gibi. Amnut.
insanoğlu diken yemez. MLraston mirasa geçen herşey, Tutulmuş, yutulmuş, Örümcek ağı gibi, Kabriknlar kurulmuştur.
Aç, susuz hür insan, •Sersemleyip ujfca düşmektedir. Kıvra bir örümcek gibi. Ağa düşenin.
Kanını «inmeği bekler patron. Onu ücretle ballar, Ve bu ağa düşen, Sonunu kadar altlar.
Kurtuluş yoktur artık Balık sudun çıkarsa yaşar nuî Sözde hürdür onlar
Aslında, Zencirleri görülmeyen. Ücretli esirler.
işte:

Bunca asırların boyu, Ve uzandığı yolu ırezdik. Gördük kİ tarih, kendine uysun, Durmadan yatak açan, Ve onu, Durdurmak isteyenlerin. Önünden kaç^n bir akistir. Acılan yatağın zikzakları çoktur.
Devirlerin,
Dönüm noktasını gösterir. Bu kıvrıntılar, Asırların uzun yolunda. Zaman, zaman, Denizler gibi köpürüp,
gördük.

Kahırdıt sıtmadan taşan Merhaleler asan milyonları Fakat: Aynı ıstırap aynı mızrap. Temposu içinde kıvranan, Nasırlılar ordusu. Her devirde, Ayn isim taşıyan, Aynı parmaklarla .bacını kaşıyan iş| ordusu.
Her devirde.
Medeniyeti geliştiren. Ve gömlek değiştirir gibi. Efendi değiştiren yoksullar ordusu. Evrile çevrile, Devirler devri i e devrile, Bu günü bulan tarih, Gene, Dönüm noktasının virajında l'utinnj yapmaktadır.
Hürriyet
Dost işitiyor musun
Ovalarımız üstünden,
Uğursuz uçuşlarını Kargaların?
Dost işitiyor musun
Sağır çığlıklarını
Zincire vuruîan Memleketlerin ?
Siz hey partizanlar işçiler, Jcöylüler Silâh başına. Bu akşam düşman Kanın ve göz yaşlarının Ne demek olduğunu Tanıyacak.
Madenlerden çıkın
Tepelerden inin
DostSar...
Samanların prasından
Mitralyözü, silâhlan
Bombalan çıkarın.
Siz jkurşurl veya bıçak Kullanacaklar, Çabuk öldürini.
Seti ]ey ayaklanın sürüyerek
Yürüyen,
Yüküne dikkat et
Dinamit.
Biriz kıran
Kardeşlerimiz için
Demir parmaklıklarını Hapishanenin.
Burada herkes
istediği ive yaptığı şeyi
Bilir.
Dost, düşecek olursam
Karanlıklan bir başkası geçiyor Yerine.
Yarin yolların üstündeki
Siyah kan
Büyük güneşte kuruyacak.
Islıklarınızı çalın |
Arkadaşlar,
Gerenin içinde hürriyet Bûi jdânliyor.
P. Eluvar’dan çeviren
N. l'3ıan BERK
Yalnızlık
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir
_mkmk. yerdesin,
Su olsan kimse içmez,
Yol olsan ikimse geçmez,
Senin basınadır cümle âlemin derdi; insanoğluna sen yanarsın,
Elin adbmı ne anlar sendbn.
Çıkarsın dağlar başata,
Bir ağgç bulur gelin eylersin, Allarsm pullarsın;
Üstünden akı giden bulutlara
mendil sallarsın, Başka ne geür elden.
Kemal S. Göğceli
Kaymakam adaylarının gezileri
İnceleme gezisine çıkan ikinci devre kaymakam adayları, öğle yemeklerini Yük sek Köy Enstitüsü öğrencileri ile yedikten sonra Enstitünün bağlı bulunduğu Hasa-noğlan köyünü idareci gözüyle teftiş ettiler. Teftiş çok öğretici oldu. Kaymakam adaylarımız, toplu ve disiplinli bir halde Hasanoğlan köyünün çamurlu, gübre ko-kâtı, dar kokaklarından, bu sokaklarda oynaman çamurlu çocuklara hayretle bakarak köy odasına vardılar. Daha köy odasına yaklaşmadan; köy muhtarı, üyeler ve köy korucularıyla beş-on köylü, elpençe gelenleri karşıladılar. Kafile başkanı sayın Maliye müfettişi, başından şapkasını çıkararak bu kirli, yüzleri kırtış kırtış insanların suratına neşeli bir (merhaba) fırlattıktan sonra köy odasına girdileT. Bu iyi konuk iarın sayısı kadar sandalye ile bir ma3a çok önceden hazırlanmıştı. Konuklar sandalyelerine yerleştikten sonra; sayın müfettiş, mendili ile terini kurulayarak:
— Köy muhtarından gayrisi dışarı çıksın ve kapıyı kapatın!. Dedi. Konuklarını elpençe karşılayan köylüler ve idarecilerin bir köyü nasıl teftiş edeceklerini merak e-den yirmi kadar Köy Enstitüsü öğrencileri kapıdan çekilip gittiler. Müfettiş, muhtardan salma defterini, Mükellefiyet defterini, sarfiyat defterini istedi. Muhtarın getirdiği yırtık pırtık kağıt tomarlarını parmaklarının ucuyla karıştırarak:
— Bu sayfa kirli, bu (2) rakamı böyle yazılmaz. (1.) harfini sbla yatırmışsın halbuki sağa yatıracaktın. Şu sütunu doldurmamışsın, bu adamın soy adı yok. Şuraya imza koymamışsın, burada bir üyenin imzası eksik. Mühürün yazısı iyi okun-
muyoır, iyi müıekkeplemelisin. Şu sayfayı numaralamamışsın! Şeklinde bir köyün, ideal bir kaymakam tarafından nasıl teftiş edileceğine dair uzun uzun açıklamalarda bulundu. Genç adaylar kahve ve ayranlarını içerek can kulağıyla dinlediler. Kahvelerin içilmesi ve defterlerin sayfalan bitince hep beraber dt-arı çıktılar, muhtara ve köylülere candan veda ederek köyden ayrıldılaı. Çamurlu sokaklardan ve is kokan, badarasız kümeslerin yanından geçerken; genç ve ateşli adaylardan bazıları, kahvenin az şekerli olduğunu, bazıları ise ayranın «bir tuhaf» koktuğunu, uzun boylu, iri-yarı biri de: ,
— Ben kahveyi şekerli içerdim, be bi
rider!, Diyordu...
— 7 —
((
a.n-ı ..1
Yazan: Boris Agapov
Ölüm muharebesi,, şehrinde geri gele ri^h ay at
|
t
(
Stalingtada geldikten son-
Sabahleyin
ra şehrin içini dolaşmağa çıktım. Bu olduk ça güç bir tecrübe idi. Bana, dünyanın çöküşünü, kültürün mahvedilişini, .insaniyetin sonuncu günlerini daha evvel görebilmek için, sanki diğer bir seyyareye veya diğer bir çağa fırlatılıp atılmışız gibi geliyordu.
Sekiz katlı bir bina, kırılmış yüz pen-ceresile boşalmış göz çukurlarını bana doğru çevirmişti. Loş dehlizden içeri girdim, yer kâse kırıklar!. mermer parçaları ve şamdanların mavi camlarının -pırıltılarilr örtülü idi. Geniş merdiven bana, çakıl taş-larile örtülmüş bir cümudiyeyi ha tırla 11 yordu. Paslanıhaz -çelik 1 trabzanlar. ağır bir toz tabakası altında soluk ışıklftrile pa-rıldayordu.
Beşinci kata, hatta taraçaya kadar çık-, tim; önde bir zamanlar mamur olan bir şehrin panaroması duruyordu. Aşağıda düz ve asfalt satıhh geni- bir,, halk meydanı, bu kadar harabeler arasında tahar bir şekil gösteriyordu. Güneş, buluttan ve tayyareden temizlenmiş -masmavi bir gök yüzünde parlıyor, harap sahnenin üzerinde sıkıca bir sükût hüküm ürüyordu.
Birdenbire, asfalt meydana çıkan yolların. birinin nihayetinde jbir hareket far-kettim. Bu, iki insanın çekmekte /olduğu bir-yük arabası idi; jbiriısihtiyar bir, kadın,
. diğeri hemen hemen pn. i|lu yaşlarında genç bir kızdı. Yük arabası paketlerle ve torbalarla dolu idi, küçük bir çocuk bu paket ve torba yığınının üzerinde tünemiş gibi oturuyordu. Büyük meydana gelince dur -dular, genç kız bir şeyler ara. gibi etrafa uzun uzun bakındı. Sonra onun tekrar ilerlediğini gördüm. Bir iki saniye sonra meydanın öbür uçunda bulunan bir ağacın gölgesindeki sıraya doğru koşmağa başladı, orada benim iyice farkedemediğim diğer krp kızıldı. Kalbi büyük bir endişe ile ya-bir genç kız 'oturuyordu. Bakıştılar ve birbirlerinin kollari arasına atıldılar... Sonra yette değildi; -müteakip günler imalathane gülüşerek, şakalaşarak ve birbirlerinin om zuna vurarak ellerini bıraktılar. Mücadeb nin ilk dehşeti, o korkunç, aylar maziye ka nşmıştır... İki genç kız oturdular. İşte Sta lingradın bir tesiri: Mücadele şehri, tekrar birleşme şehri haline geldi.
Stalingrad atelyelerinde
Stalingrad atelyelerinde yürüyordum. Bütün atelye şubeleri açık değildi, çünkii oralarda henüz silâhlar ve Alman cesetleri duruyordu. Birdenbire bir makina harabe

sinin arkasından iki ayali ftküğlVıı gördüm. Bu, apuletli genç bir adamdt Batıa1! (define arayorum. Bu hara&ild^içinde gömül -müş eski aletler arayotûm'.') Dedi.
■Mrumrijo a (....
İsmi Samokin idi. Alet yjıpan, bir fabrika işçisiydi. Beni, bomfoftjr^ımpnlpr^ karşı korunmuş olan imalathanenin, yemek salonunda kurulan atelyeye götürdü. Bir çok işçiler, tam bir intizam içinde çalışıyorla--dı. Aletler, küçük iş evinin duyarına inti-
zamla sıralanmıştı. Her şey ^yerli.jrerindey-, vev m.......:ı s
Samokin, mücadeleden sonra-imâletha-f neye avdet eden ilk işçilerden biriidi. imâ-' lathaneyi, cesetler, kar ve lâğımlar kapla-» mıştı. Fakat Samokin bunlara .aldırış etme di. Yere gömülen -aletleri ,çıldırtmağa uğraştı. Çatısız binada, kar içinde bir dağ pa-risi gibi durmadan toprağı, kazarak çalışıyordu... ■ ' ■ -.»> v' - ■>
Onun hikâyesi şöyledir:
Samokin Volga sahillerinden birinde karısıyla beraber yaşıyordu. Harb.' atelye-lerine kadar gelince, arkadaşl'ârile'beraber müdafaaya koştu. İşler, fena gidince, atelye teçhizatının bir kısmının karşı 3ahile geçiril meşine hazirlanmak için imâiathanenin idaresi kendisine verildi. Atelyeyı kamyonlara yükleterek nehir salına kadar getirdi ve karısni beraberinde götürmek için evine döndü.
Karısı da bir imâlathanede-.ıçalışıy’ordu. gün, evde-başka vazifeyi üzerine almış-Kocasiyle beraber gidenrijîBceğinden. sonrası için
O
tı.
buluşmak üzere ona iki gün
randevü verdi.
Samokin nehiri geçince şehir üzerine müthiş bir hava nÜcûmu yopıldı. Kadısının çalıştiği imalathaneden korkunç alevlerin yükseldiğini, gizlendiği siperin içinden gor dü. Gece oldu müthiş bir gece... Gök yüzü
ralanmıştı, fakat hiç bir şey yapacak vazi-
: demek «rhatte idi. -Karısı" kıymeti?
de çalışmak için tekrar nehri geçmeğe meç bur oldu. Vapur iskelesinde karısına rast geldi
li eşyaların uzak “bir şfcliire'tlakledişine re
fakat'etmjye 'friPtrtur' ediltTÜpih' Ko( âsinin da kendisile beraber gelmesini arzu ediyordu. ' Andrey Sambkih,* birlikte tğidemivece-ğini karısına’ yavaşça bildirdi. Karısı ağlı-yarak: (Andrey. beraber öleceğimiz^ ka-rarlaştırmamışmiydik? Şimdi ayrı yerlerde olursak beraber ölemiyeceğiz değil mi And ley?) dedi. Samokin, ona bagaj eşyaları
M,
Çeviren: DENİZ
için yardım etti bir çok fuzuli şeyleri' atrfiı*' ya mecbur oldular. Karısı, (onları .bahçe,-ye gömelim) diye telkine çalışıyordu. Sa mokin gülümsedi, fakat karısı o derece rar etti ki, nih&yet kocasını ikna ettûHŞa mokin bir kürek alarak büyükçe bir çuku: kazdı, ve büyük bir sandığın içinde küçük hatıralarını o çukura gömdü. ,
Karısı, çamaşırları ihtimamla katlıyor, bardakları ve tabaklari sandığın b'oş'ko^e-lerine yeTİeştirmiye uğraşıyor------»Samojç.M.ı
de onu hayret ve tecessüzle tetkik ediyordu. Derhal, akordiyonu da oraya"kbyrrff? 'ı
• •• •>. • .«!•-. , hatırladı, l.leri bitince birbiriyle acele, vedalaştılar »e karısı yaşlı gözlerle ayrildı. -•>
Stalingrad kurtuldu ''
• —— - *•*»'• ’f»
Şubatta. Stalingradm kurtullî’^ 4iab’feVi bütün Sovyetler diyarında. derhajf,(İMXuIdu. Samokin ikametgahına yani imalathaneye koştu, zira kendi küçük evte^i * ifruhâkkak surette harap olmuştu.
Çünkü, evinin harabe yığıni haline- gei-diğini kalbi ezilerek kendi gözleriyle ğijv müştü. Gündüzleri imalathanede çalışıyor, bütün gece eski hatıralarını ziyaret ediyor, kaybolan evinin harabeleri etrafında dolaşıyor. •
Bir akşam, ağır ve kederli' adımlarla harabe haline gelen evinin nin
etrafında biri-. ua .*»’(■
-t r •TFtimrtft
Yi) tUift
*•***•. .'■ «ri jr
gezindiğini gördü.
Bu. kendi karısiydi.
ilk göz yaşlarından ve ilk kucakiaşm.-.
dan sonra onlar,-yeni bir ümidin, geVFğel-uü'Nf t'.-lH Itif len yeni bir hayatın doğduğunu hjsspt,(iler.
Ertesi gün. gömdükleri sandığı dradı
• ı> ırHı
lar ve onu bıraktıkları gibi buldular.
Samokinin ilk hareketi akordiyonu almak. oldu. Ruhunun bütün çeşkunluğile çalmağa başladı.,. Hırçın ye kudretli bil müzik etrafa yayılıyor, kalbini. &(jraş ve neş’e ile dolduruyordu. ■ mu
M".. . .. «Zl/»»*. ş|(
ııessısı : ■ a
Esat Adil Müstecapkoğl#.., t

İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdiîrü HAŞAN TANR1&.UT
Muhabere adresi P.-K.-5-I9 İstanbul
Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400,
üç aylığı 200 Krş. „ «.
Basıldığı yer: Stad Matbaası
KÖRLER DİYARI
b
1 * *
( »ı> ml.
Evvel zııman içinde, kalbur sanıııİi içinde çok, çok eski zajnan İçinde; güne-j gerie böyle «çök» kubbede yer yüzüne alpıı «»ıklar »açarak doğar. Bütü kalnn.t'f ^kucaklayıp ışığa boğduktan sonra aynı yerdeî? İHvt4M*ırttş,fc O1 damanda tlttııyıı:yîlziıu-* de şTmdl olduğu gib çalışan. didinen insanin* ya-, »»T. GünHik rızLklarını topraktan çıkarırlarmış. Fakat kinme kimsenin1'kazancına köz dikmediği, kimse* kimSetUn. hakkını «yemediği için »imdik! za«-nıuııin tu ma nüyle akşbıe, bütün insanlar döğüşsüz, kavgamız huzur içinde kaygıısuz bir ömür sürüp giderlermiş::: !•'»( ,»*h
lâkin ıçel gelekbü. Bu -ıanuct .dünya üzerinde öy,ie bir nıend^ket, varmış ki, burada da topraktan feyiz, ve bereket taşar. ağaçları dünyanın en nefis ve ballı yemişlerini yetiştirir sırları tabu ha-yat>: «karmış,,« vatı: . ... ... ■ •«
Güneş, ^ay bu d^^jyjvy a( da başka diyarlar gibi, ışıklarını müsavi surette serptiği; insanlarını da başka diyarlardan luı£siz olarak yarattığı halde yalnız. bura sakinlerinin• yılkurdu^Mıejji t4çyktlği bir dert varnnş kl„ o da bıı ülke,insanlarının Közlerinin baştan aşağı kör olmasında imiş. (Emir biiyıik yerden» Kekliği için kfm(c bu'talihsizliklerinin sebep vb hikmetinin sorup aninıpMii(i|tb, Gen» de nasıl arasiıılıur; memleketleri, çetin ve başları dııiuıa karla, örtülü dağlar arasına sıkışmış olduğundan ite ıburaya'brr fek yabancı gelir, ne de bu memleketten »ek kişi, bu fcorkMnv uçvrundaria dolu dağları aşmağı Köze alıjı başka illere gitmek cesaretini kendinde bulabilirmiş,,,
Yıllar böyle »geçe dursun, günlerden bir giin, nasılsa bu kanlı üçurumlü strtlan asarak körler iilkesljio su-iLariMdut j*bi|, el^çrlnde unu. bızır kılığında üç dyrviş çıka gelmiş..
• tfitl 11..- ... .,,1« t
işe ba,k k^, o gün de o memleketin büyük bir buyrumı tıniş. Dervişler Bakhıışlar ki, sıığ»ı, solıi itişip kakışan bıı insanlarda , .-tuhaf bir hal vuı;; caddeleri, meydanlıkları dolduran halk, deve katarı halinde bir bir peşine sıralanmış Mr öndekileriıı peşine takılarak. Düşünüp mukavemet etmeden sürüklenip gidiyor,,, Önceden halkın bu Karip harekeli yabancıları şaşırtmış, sonradan biraz daha yanlarına sokulunca, mesele'îtrhfnşıİmiş!,,
Meğer birbiri peşine dizilir İm ih.anlarm -hep-sinlndu Közleri körmüş. Onhırıp bu körlüklerinin aiuule.ıı doğma mı, başlarına sonradan gelme bir dert mi olduğunu üğrcnrtvök" için yanlarımı sokn-larak,,, ,
_______ Bu ne bul bö^le (-y Tjiıırı kulları? Gözleriniz neden, yok, diye önde giden birini durdurup meraklarını gidermeğe çalışmışlar..
Hiç duynmdıldarı yabuncı karşısında ..körler kafilesinin hepsi .birden atallıyarak oldukları yerde dikilip kalmışlar.. Bir müddet susarak ürkerek sesin geldiği fara fa diijıüp bakmışlarsa da bir şey farkedememllşer. nihayet ön saftan eli değnekli körün biri şakınlığşinı •mklantıyıirajc.
— Bu »miti sual. Elbette yok: Demek ey.iu-san oğulları sizin de bize bakan gözleriniz vlr. diye ke-ndini ileriye atmak, bir taraftan da. bu yabancı senin sahibini konuşturmak arzııs'ûna kapılmış. İt..
Birinci derviş, kendini bulmak' için, sağa, »ola kıvranan körü, elinden yıika-hyattık:
Bak Tanrı kulu, gözlerim açık olduğu İçin ben seni daha Önce b.uldum.dlye cevap vermiş. Ya bancıların hu sözleri üzerine merakları büsbütün arttın ’ diğer körler-de birer ikişer «ıtılmışlar:
_______ Demek gözlü insanlar du olurmuş. Bak hVr; nun lâzım bir »ey olduğunu bilmiyorduk, başka biri:
— Kulaklarımız -duy.uypr, anızlarımız. ko'nuşu-vor, burıııılarınuz da koku alıyor ya!.- Gözlerimiz.;
t.K ••■3 11, •. u .
görürse hayatın ne tadı olur?..’Lâzım bir şey olsa Tanrı onları elimizden almazdı, bir üçüncü kâr:
Çabuk söyleyin siz inmişiniz, cin misiniz?., diye duyduğu hayreti saklaMııyanuımış.
Dervişler, körlerin verdiği ;i/u cevaplar karşısında. ıılıklaearak birbirlerinin Közlerine bakmışlar, sonunda içlerinden biri dayanamamış:
— Ey Tanrının ahmak kulları, bizi yanıtını hepimizi dünyaya göz.iü olarak getirdi.. Su mavi gök yüzünde, güneşin ayın güzelliğini, yıldızların günıtiş parıltılarını, dünyânla ’ çeşitli, ballı yemişlerini velhasıl yer yüzünün türlü türlü, güzelliklerini görmeden yaşamağa .nasıl tahammül ediyorsunuz?.. Körler hep bir ağızdan:
— İyi ama bu say'diklarıntlan körlere ne
Ttintı bunları bizler içiıı ' yu ratın anlı» ancak
bıı türlü nimetler billur köşkte oturan kralımızın hakkı. Biz kral değiliz!. D« nııız sifkip yollarına devlim edecöktori bir ısımda. Dervişler büsbütün şaşırma i arsa J^.nu’raty bu ya körleri de bırakmamışlar.. İlk söze başlıyım derviş kemlin! bir kore dulıl ileriıttını'ş:
— Demek sözlerime imin iniyorsunuz ey bahtsız adam oğulları . Gözlerimiz ointasu bu karlı dağlan nasıl geçer de çok uzak''illerden iilkcîftzP Kelebllirdik. •*
işte tam 4» sırada körle/in dinarında dervişleri bile iliklerine kadar titreten korkunç bir şey olııuuk gök yüzü birden kıı nifak',' güneşin doğduğu taraftan, simsiyah bulut kümeleri halinde bir »sürü kuş peyda olmuş. Korkunç sesler çıkararak körlerin üzerine doğru gelmeğe başlamışlar. Bu kuşların İri pençeleri, siv^i, üz.uıı gagaları, korkunç başları•; yarmış.; .-y^anüar seslerini 'kısarak kımıldayıp hareket etmeden oldukları yerde put gibi kalınca, herkesin bhşı hsthİH»Qır«rr tane kuş konarak, gözlerinden sonra bu sçtçr de körlerin dillerini koparıp yemeğe başlamışlar.. Herkesin hiç krpırnuuian |kuşlaral teslim olduğunu gören dervişlerin şaşkınlığı büsbütün artmış Kuşlar işlerini bitirip de geldikleri yola geri dönünce, dervişler de körlerin yanlarında sakladıkları birkaç kişi İle çalılar arasından fırlayıp çıkmışlar..
(_ıkinişir »ma, ne çare kİ. gözleri kör olan insanlar bu defa da dilsiz oldukla rindıuı onlarla bir türli^ anlaş'anv.vnu4lıir-T Önlr srtğa. »ola çabalayıp gözü, dili, kulağı beyni bütün âzası sağlam kalmış bir insan araya dursunlar, dervişler bu defa da kuşlardan daha büyük bir felâkette karşılaşmışlar. Birdenbire karşiıarındu peyda o hu» üç tne hayalet, onları bellerinden kaptıkları gibi göz açıp yıımunciya kadar doğruca biilflr köşkte* otu* ran hükümdarlarının huzuruna çıkarmışlar; .Jiöşky şehrin en manzaralı, en lıâkiın bir tepesi üzerinmiş İmiş.
Hükümdar her tarafı ipek örtüler ve halılarla süslü odasında, oturduğu altın taht üzerinde dervişleri acı, ve asık bir yüzle karşılamış. Gözlerini yerinden oynatarak yumruklarım sıkmış. Gayet sert lbr tavığ;-takınarak:
_______ Siz bilmiyor muydunuz ey şeytan diyarın, şeytan kılıklı insanları?. Benim ülkeye giren yabancıların hakkı ölttmdiir.
Dervişlerin üçü Aliden hlj te. İstiflerini hoy.-^ mudaiı metin bir sesle:
— Biz sey yahız Imeni’ötH' krlü^hazıetlerf: hem do dünyada bnyte bir iilkcnia,.Malığını tUsavvur bile etmemiştik Biz hem size zararsız kimseleriz, vazifemin Insanhırın iyiliği ve doğruluğu için çalınmaktan tblırattlr.
Bu söz üzerine hükümdar büsbütün' ifrit kesilerek Kükri.ven bir sesle:
_______ Bak, bak şunlara, küstahlıklarını ağızla-rlle» ikrar ediyorlar. Beni dc asıl kızdıran nokta bu-
- Çocuklarıma masallar -
rası ya! Dernek.siz, benim sadık ülkem halkını, öğretip «yarlnınğu, bjr ySÜTp , bozguncu, şeytanca sözlerinizle onları baştan çıkarmağa geldiniz. Bilmiyor musunuz al, hükümdarı 'olduğun» b'u halka unca-k ben söz süyijyel)Uixlm? Söyleyin siz bu kudreti nereden .^Ijdımz.*^..Dervişler susmak nijetimle olmadıkları İçin:
— Hnşmetpemıh hazretleri, biz insanları kardeş olan bîr' di^ ardını,, geliyoruz. ıB|zıten« ülk.'-uîze biz zarar gelmez., .(.'-obanı olduğunuz insanların kör ve dilsiz bir ömür sürmelerinden şüphesiz siz de bizim kadar a'/iıp düymaktasınız. Şimdi İsterseniz, siz de burjuln içe U âtları niza emir eder, kellelerimizi uçurtabilirsiniz? Fakat burada saltanu-tınız.-A yakışatn bir şey varsa ö du, hüküımlarhııı-iui. biilûr köşk İçerisinde «lünyldıın ^çeşitli ve ue-fi» nimetlerini bağışlayarak; . altın tahtlurııır üzerinde oturtturalı zavallı bedbaht ülkeniz halkını bu z:U:m ye yırtıcı kuşların pençesinden kurumaktır.
Dervişlerin Irn ' pervamz. sözleri karşısında büs bütün çileden çıkan hükümdar, odayı sarsan bir şiddetle yere vurmuş o zaman zümrüt ve s(xlrf kakmalı kapı tırd’nfa ka'ı^dF iû'thırak fçeriyc dev cb^li^sitinsij^h cıçf,jyauiîi ıi.^lıy .ginntfşi Yerlere kadar^ eğüenık (i-ıni| t haşmetlim» diye kralın karşısında put gibi durmuşlar. Kral yabancılım parmağile İşaret eılerek aıthn götürün, sadık tebc-«miıı içine nifak sokup, ceıım't ülkemizin nizamını bozmak istiyen »a üç yabancıyı. Cezaları kemikleri çıirüyünciye kadar zindanlarımdan kementlere asılı kalmaktır. «Baş us'uTdb haşnietpenah hazretleri» diye cellâtlar kementleri takıp dervişleri dışarı surukliyecekk ri bir sırada'işle o zaman bek-leıımiyen bir şey olmuş, dışarıda müthiş bir gürültü koparak yer, gök yerinden oynamağa, billur köşk temelinden .sarsılmağa başlamış. Kral ve cellâtlar dervişleri unutarak, ,çp.p hevliyle pencereye fırladıkları zaman gördükleri maıızaır.ı karşısında hayret ve korkuıl'ân' İİİliferine kadar titremişler. bakmışlar ki,. JMr -aw*jr- kör ve dilsiz ellerine geçirdikleri Vaşlurlj^ sopaloçp^ sel gibi akarak, saraya doğru yürüyorlar. Bir taraftan d«:
—• Eratı İsteriz, kral hazretleri dışarı çıksın diye içlerinden beş on iane gözü dtli olan «ulamlar
avazları çıktıkları kadar bağırıyorlar. Krlın evvelâ, korku ve hey «'candan paçalar: dolşınış, çünkü, alayın öne düşürdügil s.Huz on kişinin ellerindeki nuzraklarda o "korkıfm- ((uşuıı kelleleri asılı duruyormuş. sola kıvrauak hemen sara-
yın en güzel söz «öyliyen sadık bir nedimini «propaganda nazırım» imrada çağırirfîş, kalabalığın içerisinde gözii açık ulanlar, nzırt eli kıçında balkımda» görünce büsbütıü|f.Iprshırı artmış ve sesleri çıktığı kadar bağırmağa başlamışlar «biz kraldan gözlerimizi isteriz, dillerimizi isteriz. Lâf istemeyiz.» Nazır halkın susturarak giir ve yrtrcı bir »esle konuşnmğn haşlamış:
— Ey cennet davarımızın sadık ve çalışkan İnsanları; bu sözleriniz ve hareketlerinizle hem kralı gücendiriyor ve hem de Allahın kudretine
ve emirlerine karşı geliyorsunuz. Siz güzel ve şirin yurdumuzda bozgunculuk çıkarıp mukaddem birlimizi boamuğu y«*ttcnen yabancıların sözlerine ka-pıiııuıym!.. iyi bilhıfz ki, hu gibiler, öz yurdumuza «Köz dilden haydutlnr ve çetecilerdir, gayeleri asli halkımız arasımla, karışıklık çıkarıp Allahın en Sevgili, «funyanın cA İldlV1 îl>aiın3ân yurdumuzu mahrum «Mmektir Haydi dağılan hakliyim, kral haz rolleri böyle .ferman buyuruyor.
Bu kiM, nutuk üzr^ıç eijziçrl donen halk biU-hfttttn Citırrmlan '«ikini,,' oopalnr, «aslar bir bir peninden bililir 'kbsktttr rh(«..|e-yarlerine inmeğe başlamış. «
v• - — •- -
Biz lâf iste.nj|yprıy.,^ ,|)|z üzerimize zalim kuşları saldırt4tn "kralı istiyoruz, biz şu fani dünyanın güzelliklerini, ayım, güneşini doya doya gö-( 3« riaH 11 incide ___
9 —
V
Canik’ten
Yağmur inceden inceden yağar. Canik dağlan ağlamaktadır. z Neylesin günü yalnız güneşle
görmektedir, Mağaralara sinmiş taş devri insanları. Yücelerden yüce Canik dağlan, Rüzgâr ılgıt £gıt esmektedir. Suyundan, havasından, güneşinden Gayn hakkı olmayan insanlara. Avrupadaî açlık vardır derler; işitir. Kendisi çayır otlasada tokatlarda, BIş kabak mısırını buğdayını tok insanlara verir. Çailşmaktan zevk duyaın ’Canikli.
Buna rağmen Ağası zengindir gayri, Irgatı mısır tarlasında Kansıile, çocuğule çalışmaktadır. Canik ovası karınca yuvası gibidir. «Çarşanbay sel aldı» yı söyler insanları Mısıra, buğdaya orak şadlarken Uyan artık uyan sesleri duymaktadır.
1. K. TOK'SAL
Kafesteki kartala «Çıkacağım bir gün» diyorsun.
Ama ne zaman? Hâlâ Kıramadın Demir tellerini kafesin. Aldırma..
Bağlı kanadınla Kafeste olsan ila lal (I) Adın yine KARTAL.
Ne çıkar
O ufu dağlar Yine çınlıyorlar
Senden olanların
ŞARKILARIYLA.
Ece SEÇİLMİŞ (1) Lâl: Dilsiz.
Ne istiyorlar ?
İRGAT: Efendi - Köle münasebetleri nin kökünden kazınmasını,
TOPRAKSIZ KOYLU; Ağa metresliğinden kurtarılmış hür bir toprak,
TOPRAK: İsterik bir burjuva dişisi gibi değili, sıhhatli bir emekçi kadının normal arzusile Makina,
MAKINA: Kafalarının içi, ışıl ışıl yanan şuurlu Emekçi,
EMEKÇİ: Namuslu ahnterinin en yüksek insanlık kıymeti olarak tanınmasını,
Ve bütün muztarip kitleler de: Zîncirsiz HÜRRİYET, İnsanhk haysiyetine SAYGI, İSTİYORLAR!
Yazan: (ŞAHİN K.)
Sosyetenin inkişafı ve tarihi materyalizm
— Bas tarafı S inci saytadaı —
Kari Marx; «cemiyetin inkişafı tarihî, her şeyden evvel, istihsal âletlerinin, istihsal kuvvetlerinin, istihsâl tarzının, istihsal münasebetlerinin, değişmesi ve son merhalede sınıfların mücadelesi tarihidir.» Dediği zaman, müstakbel «Tarih bilginleri» ne tarihin hâdiselerinin kapısını açacak kıymetli bir anahtar hediye etmiş bulunuyordu. Veyl bu hediyenin kıymetini takdir ve idrâk edemiyenlere:
İçtimaî inkişâf tarihinin tetkikinde (İra-kuva çağı hariç) daima üst yapının alt yapı ile tezat halinde olduğu, bir türlü alt yapı ile tam uygun hale gelmediği görülür. Bu cihet sınıflı cemiyetlerde görülen buhranlarla kendini belli eder. Buna sebep istihsal âletleri üzerindeki ferdî mülkiyet ile, istihsalin İçtimaî oluşundaki tezaddır.
İstihsâl vasıtaları üzerindeki İçtimaî mülkiyetin kurulmasiledir ki. bu tezad ortadan kalkacak, İktisadî buhranlar ve bilcümle krizler bertaraf edilecektir. Bu se bepden bugün istihsâl prosesinin, istihsâl münasebetlerine uygun düştüğü ve bundan dolayı İktisadî buhranların bulunmadığı yegâne yer, Sovyet Sosyalist Cümhuriyet-
leri Birliği ve onun halk ekonomisidir.
Aceba cemiyetin hayatına ve inkişâfına tesir eden başka kuvvetler yok mulduT? Tarihî mataryalizm bu suale müsbet olarak cevap verir. Bunlardan bazılarına işaret edelim:
Derecengîvel şu noktaya işaret edelim-ki; Marksizm, cemiyetin varlığı ile «içtimai şuur» arasında daimî bir münasebet görür.
Fikrin tesiri: Bir takım İçtimaî fikirler ve nazariyeler İçtimaî inkişafa tesir ederler. Bir taraftan mürteci fikir ve nazariyeler cemiyetin ilerlemesini kösteklerlerken diğer taraftan ileri fikir ve nazariyelerde cemiyetin maddî hayatına tesir ederek inkişafına yol açarlar. Fakat fikrin cemiyetin hayatına tesiri fer’î, dolayisile bir tesir 'olup, tayin edici mahiyette değildir.
Tabiat ve coğrafyanın tesiri t. Tabiat ve coğrafya şartlarının da cemiyetin inkişafına tesirleri vardır. Fakat bu tesirler de tayin edici mahiyette değildir. Meselâ; Avrupa’da iiç bin sene içerisinde üç, As-yada Sovyetler B. inde dört rejim değişikliği olduğu halde, bu devre zarfında tabiî ve coğrafî şartlar hemen, hemen hiç değişmedi.
Nüfusun tesiri: Nüfusun artması veya
azalması da tarihi inkişafa tesir eder. Bu tesirde tayin edici mahiyette değildir. Böyle olmasaydı, nüfus kesafeti fazla olan memleketlerde İçtimaî terakkinin daha yük sek mertebelere ulaşması lâzımdı. Halbuki vaziyet böyle değildir. «Çin»de nüfus kesafeti Birleşik Devletlerdekinin dört misli olduğu halde. İçtimaî inkişaf bakımından Çin. B. Devletlerden geridir. Belçika -da keza nüfus kesâfeti, Amerika dan 19 misli fazla olduğu halde, Amerika, kapitalist inkişâfının en yüksek mertebesine ulaşmıştır. Demek ki. nüfusun artması da İçtimaî inkişâfın başlıca âmili değildir.
Bütün tarih felsefeleri, Marx’ın maddeci telâkkisile yaptığı kat’î neticeli bir cebhe taarruzu sonunda iflâs bayraklarını çektiklerine bunca zaman olduğu halde, irticaın fikir cephesi mevzilerinde kımıldanmalar. tertipler göze çarpmaktadır.
Ezcümle matbuatımızda Peyami Safa, atomun parçalanması hadisesini, matarya-lizm’in iflâsı ve idealizm in zaferi olarak
ticam fikir cebh-esi mevzilerinde kımıldan-alkışladı. 70 bu kadar yaşınadek. matar-yalist olduğunu iddia eden (?l) Filozof (?!) Rıza Tevfik, Yeni Sabah gazetesinde yazdığı yazıda, atomun parçalanmasile idealist safta mevzie girdiğini ilândan çekinmedi.
İnsanlarl siz ne kadar zavallısınız ki. kolaycacık bir otarafa. bir butarafa yalpa edebiliyorsunuz.
Fikirler; o kadar maddenin eserisiniz ki, atomun parçalanması zaferinizi değil, iflâsınızı, hem de, ideal ahmaklara anlatacak. vuzuhla iflâsınızı ilân etmiş bulunmaktadır.
Fikir, maddenin içerisinde ve onun hareketindedir be inkişafında ulaştığı bir tekâmül derecesinin ifadesidir. Atomun parçalanmasile hasıl olan «Enerji» atomun bünyesindedir. Ve onun hareketindedir. Atomun maddî yapısı haricinde böyle bir «Enerji» görülmemiştir.
Atomun parçalanması, idealizm artıklarının. faltaşı gibi gözlerini açarak, bunca zamandır zeminsiz bir sahada Köçek dansları yaparak elâlemi eğlendirmekten artık vaz geçireceği beklenirken iş böyle olmadı.
Engels, «Tabiat ilimlerindeki her yeni inkişâf, bizim diyalektiğimizde de bir inkişaf kaydedecektir» diye yazmıştı.
Fehmi Yazıcı
— 10 —
V
Körler diyarı
— Ba.> tarafı 9 un e ııdıı —
rüp, hemcinslerimizle doya duya konulmak İçir». Közlerimizi, dillerimizi istiyoruz, diye «üçleri yettiği kudur Imğırm-ığa banlamışlar.
Tııeı, tahtı tehlikeye giren kral bakmış ki, (»-iacak gibi değil, bir taraftan saray muhafızlarına: «tetikte durmaları» için emirler verirken, diğer taraftan da kendisi zırhtan bir elbise giyerek, elinde birkaç turba aitunlu derhal sarayın balkonuna çıkmış, tebesina dönerek:
Ey cennet diyarının melek yüzlü, «melek huylu insanları, şayet gözünüzün görmesi, dilinizin kuuusmaMi mukadder olsaydı. Mutlak surette bütün emirlerini yerine getirmekte kusur etmediğim âdil Tanrı böyle bir nimeti benim saf ve neciı» tebeamdan esirgenıiyecekti. Bilirseniz bu da adaleti mutlak olan Tanrının bir zulmü değil, sîzlere bahşetmiş olduğu bir lütufkârlıktır, gayet gözleriniz görse, dilleriniz de konuşsaydı, ülkemiz, düşmanları kıskandıran şimdiki birlik ve huzuru ku-vuşınıyacak, o zaman herkes dünyasından nefret edecekti, lluz.ıır ve sükun içinde çalışmak imkânlarından mahrum ulacaktı. Öyle ise, haydi hep beraber kralınızın sesini size duyurmaktan dünyanın en leziz ve kokulu yemişlerini bize bahşetmekten esirgemiyen Tanrıya hep birlikte hamdü sena «telim, Peşinden uzun bir duaya başlayınca, halkın sustuğunu gören kral:
— Bak kazancınız boşa gitmedi, aziz tebeam. Belki gözleriniz olsa bu kadar ucuz ve bolluk içerisinde yaşağuıynoak, lmzlnelerkmiz altın, anbar-iarımiz erzaklarla dolup taşmıycaktı. İşte kazancınızdan bir kısmını'gene sizlere dağıtıyoruz» diyerek torbalardaki ultuıılan sağu sola serpmeğe başlamış, son aarı altunlnn üzerine döküklüğünü fark eden birkaç kişi:
«Yaşasın kral, yaşasın körler diyarı» diye bağıracak olmuşsa da halk tarafından derhal gırtlaklaşarak işleri bitirilmiş,, ve gittikçe hınçları artan halk homurdanarak blllûr köşkün etrafını muhasaraya almışlar, o zurnan sarayın muhafızla ril e urlrınılâ kânlı l>lr boğuşma başleunış..
Muhafızların gözleri açık, silâhça üstün olmalarına rağmen, halk dnha kalabalık ve içerlerinde daha çok kin ve hınç dolu olduğu için kuvvetler denk gelerek boğuşma saatlerce sürüp gitmiş faakt bir de bu arada vukua gelen beklenmedik bir hâdise körlerine canına yetmiş,,
Gözü açık olanlardan birkaç kişi bakmışlar ki. sarayın pencerelerinden kendilerine ip merdivenler uzatılıyor ve peşinden dervişlerin kafalarını da pencerede görünce,sevinçleri iniş Derhal blllûr köşke tırmanarak,
cariyeler dolu bir odada basmışlar ve derhal sorgusuz, sunisiz kelesini uçurmuşlar.
Artık başsız ve sahipsiz kalan suruydu fazla dayanamamış, efendilerinin peşinden mütihlş bir şangırtı ile dünya yüzünden göçüp gitmiş.
O meslıur, uğurlu günden şuura körler diyarı ne başlarına bir kral seçmiş, ne de korkunç pe*ı-çdl kuşların hücumlarına uurna, kalmış. Yavaş yavaş halkın arasında, gözü gören, dili söyllyen inanlar çoğalmağa başlamış.. Bir zamn körlerin ve dilsizlerdi. meskûn oldıığıı bölge, elele vererek kardeşçe çalışıp kazandıklarını itfalarında kardeşçe pay eederek yiyip, içmeğe başlamışlar .İma, bir taraftan da, kralın ve onun korkunç kuşlarının işle dikleri cinayetleri unutmamak İçin, kitaplar yazıp masallar düzmüşler.
Gelgeldim, kendilerini karanlık bir dünyadan, aydın bir dünyaya kavuşturan' üç yabancı dervişin ııdlan da hiç bir zaman unutulmamış. Yaptıkları İşler ağızdan ağıza dolaşarak zamanımıza kudur uzayıp «elmiş..
Tekâmül ve müsavat
(Baştarafı 3 üncü sayfada) aksine insanlığın tarihi müsavatsızlıktan müsavata doğru olan bir tekâmülden ibarettir.
Sosyal tekâmül müsavatı tahakkuk ettirmeğe doğru giden çeıhresile; müsavatı yıkan fizik tekâmüle tamamen zıttır. Tabiatla cemiyet arasındaki tezat kendini bu noktada da göstermektedir. Fizik kuvvetlerin irrihaya çalıştığını sosyal nizam ihyaya çalışır ve insanın tekâmülü tabiatla :e-miyet arasındaki bitmez tükenmez tezatlardan doğup durmaksızın devam eden mücadele sayesinde ebedî bir aktiflik ve harekiyet içinde bulunur; İnsanoğlu tezatlardan doğan aktifliği kendisine hükmeden kuvvetleri yıkmak üzere bu kuvvetlere tevcih eder.
Birinci sınıf bir demagog olan adama insanoğlunun tahakkuk ettirmeğe çalıştığı müsavatın fertlçr arası bir müsavat olmayıp sınıfları red eden bir müsavat olduğunu söylemek, öğretmek lâzımdır.
Evvelâ «Tekâmülün olduğu yerde müsavat olamaz» sözünü söyleyebilmek için insanin en basit sosyolojik malûmattan mahrum olması icabedeT. İnsanlığın tarihi adâletsizliğe, müsavatsızlığa, hürriyetsizliğe, sömürmeye karşı girişilen ve menfi kuvvetlerin adım, adım yenilerek adâlete, müsavata, hürriyete doğru yol alındığını gösteren bir tablodur. Bu tablodaki geriye dönüşlere rağmen umumî istikamet daima ileriye doğrudur. Böylece her safhada bir parça daha tahakkuk eden müsavat sosyal tekâmüle aykırı, olmak şöyje dursun bilâkis onun mahsulü, çocuğudur.
Klânda, en iptidaî cemiyette beliren sınıfsızlık ve müsavat iptidaî bir şekil olup kralı çıplak bir tekâmülün mahsulü değil cemiyetin ilk
sel halinin yapılış ve mahiyeti gereğidir. Müsavatın, bir kıymet ve ideal haline gel mesi için aşiret beylerde onların etrafında toplanan ve şecerelerinin eskiliği nisbetin-de mal. mülk kazanmak hakkını iktisap e-den dar zümrenin ortaya çıkması icabet-miştir. Böylece müsavat, keskin bir realitenin reaksyonu olarak ortaya çıkmış daima ezen, istismar eden zümre ile. ezilen ve istismar edilen zümre arasındaki mücadelenin gayesi olmuştur. Bu mücadele aristokrasinin burjuvazi denilen dâha geniş bir zümre tarafından kuşatılarak onun-bünyesi içinde eritilmesi suretile hukukî safhayı başardığı gibi; Proleterya denilen en geniş sınıfın burjuvaziyi kuşatarak onu kendi bünyesi içinde eritmesi suretile de
Sosyalis müsavat
Baştarafı l üncü aayiadn)
yet iktisatçıları bir hayli çalışarak Truda-dung yani işler arasındaki muadeleti tayin ve tesbit etmişlerdir. O halde, sosyalist müsavat, ayni yevmiye değil, muadil işlerin muadil yevmiyeye tabi olması esasına dayanır. Şu halde, müsavat, yevmiye müsavatı şeklinde olursa müsavat değil mü savatsızlık olur. Ayni yevmiye şeklinde bir müsavat ancak kabiliyetsiz, ihtisastan mah ıum. tertbel elemanların arzu edeceği bir müsavatçılıktır ki. bu da işçi sınıfının özle yemiyeceği bir müsavattır. Bu müsavat ancak küçük burjuvaların istediği bir müsavattır. Netekim bunun böyle olduğu da Sovyetlerdeki âıtahanofcılann (fazla ran-duman veren işçi) (Udarnik = Darbe indirici) tipi kalifiye işçilerin gün geçtikçe miktarlarının çoğalması ile sabittir. Sovyet işçilerinin tek arzusu Sitahanofüt olabilmeleridir. Ve sosyalist kuruluşta diğer işçi ar kadaşlarını geride bırakmakdır. Buda kali-fiye iş sahasında sosyalist yarışını ifade eder. Burjuva sahte müsavatçılığı, hakiki, sosyalist müsavatçılıktan nasıl farklı ise sosyalist rekabetde yine öylece burjuva rekabetinden farklıdır. Bunu da gelecek bir yazıda inceleyeceğiz.
Behçet Atılgan DÜZELTME:
Geçen nüshada çıkan yazımızda anla şılmıyacak kısmı yeniden veriyoruz:
Kapitalist cemiyette üçüncü rezilel Harbdır. Acaba sosyal politik kapitalist cemiyette Harbin önüne geçebilir mi. Profesörlerimizin ümit ve zanları hilâfına maalesef hayır. Harb; yaşamakda olduğumuz kapitalizmin .emperyalist safhasında mali sermayenin kendine işleyecek saha bulmasıdır.
Sosyal politikle kapitalist cemiyette harbi önleme ancak mali sermayenin dünya mikyasına muslihane olarak çalışma sahalarını paylaşmasile mümkündür. Bu da dünya piyasasını bir tek Tröst tarafından idare edilebilmesi demektir. Bunun vücuduna kapitalizmin müsavatsız inkişâf kanunu mânidir.
ekertömik safhayı başarmaktadır. Şu halde cemiyette müşahe edilen sınıflar arası mücadelenin en dar sınıfın hakimiyetinden en geniş sınıfın hakimiyetine doğru
old ıığu meydanda iken (xx) müsavatın tekâmüle aykırı olduğunu söylemek korkunç tir cehalettir.
Biyolojik tekâmülde buldukları «zayıfın kuvvetli tarafından ezilmesi» meselesini bir
— JLûtfen sayfayı çeviriniz —
— 11
w >
Cahit Saffet lrqat
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI
ŞİİRLER
OKUYUNUZ
__ ■ ■ __
gljini
Haftalık Kültür ve Aktûalite Dergisi
Rıfat llqaz
YARENLİK
Şiirleri
İkinci Baskı
OKUYUCUMUZ DİYOR Kİ:
Gazetelerde gördüm: Ankara Tıp Fen fakülteleri binalarının inşaatı için milyon liralık tahsisat kanunu tasarısı meclise verilmiş. Tıp ve Fen fakülteleri de birer okıri'dur. Ankara gibi büyük bir vilayette iki okul binası inşaatı için hâzineden 15 milyon lira ayırmağa ne lüzum var?
ve
15
Kırk elli köye ilklerimizin eğitmen meskenleriyle beraber modem mekteplerini, hazîneye hiç yük olmadan kendi kendilerine inşa ediverdikleri bu kalkınma devrinde, Ankara gibi kos kocaman bir merkez halkı kendi okullarını kendileri inşa edi-verseler ya?..
O Aııkaradaki 50 milyon Türk lirabk salmayı ineğini, öküzünü mezata çıkarmadan, bir saatte ödemeğe muktedir en az 20 bin zengin, hasadı, harmanı yüzüstü komadafn imeci, angaryaya konulabilecek 50 bin aylak var.
Kadıköy Söğütlü çeşme caddesi 77 2 diş tabibi Muhlis Küni .
kelime oyunu yaparak bundan «cemiyette de tekâmül - müsavat tezadı hakimdir .' neticesine ulaşmak, manası bir türlü anlaşılmayan. bir meseledir.
Tekâmül, müsavatı yıkmakta ise hukukî müsavatın Fransada gökten düşmüş olması icabettiği gibi sosyalizmin de bugünkü dünyada esrarengiz cinler tarafından ya radılmış olması lâzım gelir.
Tekâmülün, müsavatı hergün biraz daha yaratmakta olduğu aşikâr iken bir softa bozuntusunun «tekâmül müsavatı yıkarı diye bağırması çok önemli bir komplekse dayansa gerektir.
İnsan cemiyetinin tekâmül istikameti müsavata doğrudur. Öyle ki bu noktada tekâmül ve müsavat kelimeleri birbirine karışacak kadar yaklaşıyor..
(1) Tekâmülün 'ileri doğru» bir değiş-tahakkuk ettir-
me olması sosyal müsavatı
mesi demektir. Sosyal (değişme, müsavatı sağladığı nispette ; ileri ve kaldırdığı nisbette geridir.
onu ortadan
(x) Hatta Orta - çağ da Yunan’dan ileri sayılamaz.
(xx) Ve bittabi bu tekâmül müsavatsızlıktan müsavata doğru sarih bir gidiş iken
Oğluma vasiyetim Haftanın kronolojisi
Aziz NESİN
bir
Beni .ayva oğlum, güzel çocuğum I Yaşamaıc güzel şey, fakat uzun bir ömür den ümidim yok. Sana bir kaç sözüm var. Tutarsan ^utarsın, tartmazsan, tprçmazsm. . Baba vasiyetidir, yerine getir emi oğlum?
Benim babama, yani senin dedene hayatında vâidlerde bulunmuşlar; hürriyete kavuşacağını söylemişler, dedeni son şefe rine gözleri açık selâmetledik oğlum. Hürriyete hasreti vardı onun ve bu sebepten öbür dünyaya ve bu sebepten Allaha inanırdı deden. Dünyada ne ki yapamamışsa, neler ona . ı ' Tuiba ağacının göl
gesinde, Allah diye akan ırmakların kenarında yapacağına 5e söyliyeceğine inanırdı.
O öldü, bir hürriyet hasretini miras bı raktı. Bana da yıların yılı hürriyet vâde-dildi.. o'oh! Canım hürriyet. e iki
kolum daima açık kaldı. Hak vehürriyet verilmiyor 'oğlum; sadaka değildir. Ve biz onu almasını beceremiyen miskinler... Sevgilim hürriyet! Onu beyler dağa kaldırmış oynatıyorlar. Ve biz dağdan da korkuyo- , ruz, beyden de... Elimizi beye uzatmış, di lenir gibi hürriyet istiyoıuz.
Sen korkak olma oğlum. Sana hürriyet vâdedenler oldukça dedeni ve beni hatırla Beni de bir dönüşsüz sefere gözleri açık götüreceksiniz. Ve eğer sen hürriyete kavuşursan, gel beni ziyaret et, bir avuç toprak olmuş babanı, yat kabrimin üstüne.
ağzını Çorağa:
— Baba, dedi bana.. Matbuat kanunu değişecek, polis kanunu değişecek, cemiyetler kanunu değişecek, değişecek, deği- ı şecek.
— Ya hürriyet oğlum.
— Verecekler, baba;. vârediyorlar. komisyonlar toplanıyor, inceİeyorlarmış baba. .
Yeter oğlum. Sen de oğluna, beııim to». runuma vasiyetini unutma. Neslimizden biri toprağımıza:
— Hürriyet var! Biz aldık hürriyetimizi, diye haykırırsa, biz, bütün miskin ölüler kalkacak ve topraklar ve taşlar can lanacak. İster tut, ister tutma vasiyetimi oğlum.
¥•
Bu kronoloji züıüiik jruzeteJcrde yayınlanan haftalık zabıta ve Adliye \ aklilarına aittir.
£ Şarköyünde Mehmet Ali kend.sini toku t-tayan 60 yadındaki babasını öldürdü. Otluk köyünde bir sltaru yüzünden bir kişi öldürüldü, iki kişi de yaralandı.
£ iki esrar kaçakçısı ikişer sene a$ır hapse mahkûm oldular. ç
0 Bursada Mehmet Çavuş tabanca ile metresini yaraladı ve kendisi de öldü. Adanada kumar ve münakaşa Sabahattin “ * dürdü.
Bayındırda Haşan, karısını ve
yUzilnden
Saban! yaraladı, Hüse.vlnl öl-
kendisinden ayrılan • bacanağını öldürdü.
£ Kasımpaşah Yaşar teklifini yen Emineyi yaraladı. Slvasta azılı bir hırsız çetesi
£ Şarkışlanın bir köyünde bir mer öldürüldü, İki kişi de yaralandı.
£ Söfcüt nahiyesinde bir çiftçi bir tarla yüzünden dlfer bir çiftçiyi öldürdü. Ispartada üc kişi 14 yaşında bir kızı zorlu kaçırdılar.
£ İzmirde bir xenç Poligon tabancaslle öldü!..
Zonguld*akta Mehmet gebe karısını öldürdü.
Bakırköy ünde Hilmi met restle oturduğu evinde bir kurşun y araşite öldü.


kabul etme-
yakalandı, kavgada O-
Anadolu
Sigorta Şirketi
Hsr nevi sigortalar
Yazan: AZIZ NESİN
10 Kuruşluk posta pulu ile isteyiniz. P. K. 519 — İstanbul

Comments (0)