Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Demokrasilerin [sağı. solu
-------O-
Her sınıf cemiyet demokrasisinin ibresi daima sağı gösterir
İnsanın insan tarafından istismarına göz yumulduğu müddetçe gerçek demokrasi güneşinin doğuşu gecikecek ve bu gecikme sosyal adaletin daima aleyhine olacaktır
15 Mayıs 1946 ÇARŞAMBA
M. Böıklüce
Haşmet Aka)
Resini hareketleri
Behçet Atılgan Sosyal politika
Sait Faik Abasıyanık
Sevgiliye mektup
Rasih Nuri ileri Düşünceler
Prof. Junk
Nazi mantaJitesi
Orhan Kemal
Illkiye
Doğan Ru-enay Bıık alemim III
Haşan Tanrıkut Aforlzmalar
Ilhan Tarus
Alın teri
H. Topuz
Resini s e raisi
Fuat lzer
Itastaı tekniği
SAYI
Avukat
ESAT ADİL
biliyoruz, inanıyoruz, ve
Markacı metodun /şığı altında dile gelen insan tarihinin, artık bütün sırlan açıklanmış, soayal ve ekonomik bütün düğümleri çözülmüştür. Biz gerçek piarak
her zaman, herkese ispat edebiliyoruz ki, tarihin çarkını çeviren jsulan.ı kaynağı «sınıflar mücadelesi» niıı bağnndadu. İnsan cemiyetini sınıflaştıran, sınıflar arası eşitsizliğe, adaletsizliğe yol açan ve yine sınıflar arası boğuşmaları geliştiren, keskinleştiren, devler - cüceler, efendiler - köleler, toklar - açlar yaratan şeytanî sistemin adı «İstismarcılık ■ tır. Bu sistemin çapı ne olursa okun, onun hüküm sürdüğü cemiyetlerdeki her demokrasi, insan kulağım üfleye üf-tleye yiyen kurnaz bir fareden başka bir şey de gildir. Biz bilir, inanır ve ispat, ederiz ki, halklar ve sınıflar arası siyasî egemenlik, iktisadı egemenliğin bir neticesidir. Efendinim köle üzerindeki hukukî nüfuzunun kaynağını bilmez görü-
nemler, sınıflı ,ve istismarcı sistemli bir cemiyette de gerçek demokrasinin var olamıyacağını bilmez görünmekte elbette inad edeceklerdir. Bizim, pe dik taşlı calıil keçilere sözümüz ve yedireö3k otumuz’ yoktur.
Sınıflı cemiyetlerin, yani sınıflar ve halklar arası çeşitli boğuşmalara yfo.1 açan, göz yuması cemiyetlerin kendi bünyelerindeki varlığını
işte, sınıflı cemiyetler ve realitesi böytedir.
lik kanun ve kitaplarda yazılıdır. Hayatın içinde mukaddes olan egâııe kuvvet İktisadî selâhi-yettir.
demokrasisinin özü
Bu demokrasi kuyumcu dükkanlarında satılan yüksek fiyatlı pırlantalar gibidir!
Gerçek demokrasi ise, sınıflar arası eşitliğe, istismarcılık sisteminin ilgasına dayanır Bu demokraside hak kapulan gibi iktisadi iktidar ve selâhiyet kapulan da herkes için ardın., kadar açıktır. Orada, siyasi egemenliğin kaynağı artık İktisadî egemenlik değil, namuslu yollarla/ insan emeğinin herkesi ulaştırabileceği bir kültür ve ehliyet şahikasıdır. Gerçek demokrasi de fertler ve sınıflar birbirine omuz vere vere yükselen sıra dağlara oenzerler. İçtimaî sınıflar, artık oradp, mücadelenin ve kanlı boğuşmaları:, değil,, tesânüdün, iş bölümünün, müşterek refah ve kültür gelişmesinin mesut bir neticesidir. Sınıflar arası tezatları kaldıran ve eşitliği perçinli-yen bu gerçek demokrasiye «Sol» tezal&an keskinleştiren, azgınlaştır«n. eşitsizliği, adâletsizliğ i çoğaltan, katmeıteştinıı demokrasiye de «Sağ
,ve doğru metodun ortaya koyduğu, apaçık ettiği gerçek bu gerçektir.
Yüz milyonların, milyarların binlerce yı( dır aldatıfa aldatıla, bir dolab beygiri haline getirilişinin hikâyesi, sahte demokrasiler tarihinin özünü teşkil eder.
Dolab beygirinin çevirdiği çarkın dişleri bilene bilene artık p derece incelmiştir ki, kes-
kin, sirkenin küpüne ettiğini, bu keskin dişleri-, de çarka edecğinden emin olabiliriz.
Haklardaki Doğruluğuna inandığımız metodun dile
kapı eşiğine
iddiâ ettikleri demokrasinin esasını; fertler arası hukukî eşitlik, fakat sınıflar arası İktisadî eşitsizlik, adaletsizlik teşkil eder, bu ise yine sınıflar arası siyasî ve hukukî eşitsizliğin kaynağıdır.
Sınıflı cemiyeOjar demokrasisinde hak serbest, fakat Selâhiyet inhisardadır, bu eşitlik dünya nimetlerinin ancak
kadar yürürlüktedir. Eşikten ötesi için muteber olan kamın: iktisadi selâhiyet ve iktidar kanunudur. Lokanta kapulan şüphesiz ki herkes için açıktır. Oraya girip yemek yemek hakkı bütün fertiere tanınmıştır. Fakat üniversitede okuyabilmek gibi yemek yiyebilmek de ancak İktisadî imkanlara bağlıdır. Hür vs demokrat Amerika ülkesinde, Ingilte.-ede, memleketimizde ve dün. yanın dört bu* ağında mukaddes insan haklan birbirine eşittir. 'Yalnız bu eşithk ve mukaddes-
getirdiği insan tarihi bize, sağ ve sahte demokrasilerin her yerde can çekiştiğini, sol ve gerçek demokrasinin ise kılıç kuşanıp tahta çıkmak üzere olduğunu haber vermektedir. Tarihin sesine kulak vermeyenlerin gafletinden asla hayret te değiliz. Çünkü bu gaflet, coşgun bir nehir yatağının kenarındaki arpa tarlalarının gafletin, benzemektedir.
ilmi gerçekler, insan dileklerinin şahıs menfaatlerinin akışına uymayan merhametsiz vahalardan ibarettir.
Sosyal politikle sınıf zıddiyeti
bertaraf edilebilir mi ?
Prfesör Keşler ve profesör Fındıkoğlu ile açık konuşma
II
Geçen yazımızda Kapitalist içtimai nizamına has reziletlerden işçi sınıfı istismarını incelemiştik. Şimdi kapitalist içtimai nizamına has işsizlik, harp, anarşik istihsal ve devri krizler reziletlerini ince leyeceğiz.
İşsizlik kapitalist cemiyetine has bir rezilettir. Scoyal politik bunun önüne geçemez. Zira, kapitalist kâr gayesiie hareket ettiğinden daima muayyen bir kâr haddinden aşağıya düşmeyecek şekilde istihsa-. lini organize etmek zorundadır. Bu da Teknik'in inkişafı ile müvazi ve onun tabii neticesi olarak istihsalde insan mikdan a-zalip makine, alet çoğalmasile olmaktadır.
Bu da istihsalde çalışan insan adedini azaltmak neticesini doğurur. İşte sanayide doğan bu tarakkı ile muvazi olarak işsizlik çoğalacak ve bu suretle işçiler Lasal'ın tabirile ücretlerin Tunç kanununa uyarak azamî istismara tabi olacaklardır.
Sosyal politik işsizliği önlemek için şu üç çareye baş vurmak isteyecektir.
| — Teknik’in inkişafını durdurma ve el sanayi ine dönmek.
2 — Iş saatim azaltarak çalışan işçi adedini, arttırmak.
3 — İşsizlere yeni çalışma sahaları yaratmak.
Birinci tedbirin ne kadar boş ve hayali toldiuğu açıktır. Tarihin akışını geri çevirmeğe imkân olmıyacağındân bu bir hayaldir.
Behçet ATILGAN
«(«**•
naibini tahrik için lüzumlu olan malzemeyi yetiştirmek üzere işsizlere iş bulmuştur. Keza, Mussoloni balyası da Irorsdel adile anılan İtalya seyyaT işçilerine çalışma sahası olmak üzere Habeşistan seferini yaptırmıştır. Faşistlerin işsizliği önlemek üzere işsizlere bir harp sanayii sahası yarat mıştı; bunun, işsizliği bertaraf edecek makul bir hal çaresi olmadığı malûm bir keyfiyettir. Demek oluyjyr ki, sosyal politik hiç bir suretle kapitalist cemiyette işsizliğin önüne geçemez.
Kapitalist cemiyette üçüncü emperya Üst safhasında mali sermayenin kendina işleyecek saha bulmasıdır. Sosyal politik ile kapitalist ‘emiyette harbi önleme ancak Malî sermayenin dünya mikyasına muslihane olarak çalışma sahalarını payîaşmas'.-le mümkündür. Bu da dünya piyasasını bir tek tröst tarafından idare edilebilmesi demektir. Bunun vücuduna kapitalizmin müsavatsız inkişaf kanunu mânidir. Bunu (Dikmen sayı I) de izah etıııeştik.
Kapitalist cemiyette dördüncü rezilet Anarşik istihsaldir. ■ Sosyal politik kapita-talist cemiyette anarşik istihsalin önüne geçemez, istihsalin anarşik oluşu, kapitalist cemiyetin karakteristik'idir. Şöyle ki: Sermayedar hangi şubede kâr edebileceğini görürse o şubeye baş vurur her haııg’ bir şubedeki istihsalini kâr edebileceği
miktarı üzerinden yapar. bu miktarı pazarın talep derecesile ve diğer müstahsil kapitalistlerin arz derecesi tesbit eder. Pazarın talep derecesi her zaman için meçhuldür. Pazara arzedilen miktarı ise kısmen yani talebe nazaran bir az daha fazla olarak muayyenleşebilir. Bunu da, kapitalist Tröstler, Karteller, Puller. Burjuva sendikaları kısmen yapabilir. Ezcümle: Kahve ve Buğday fiyatlarını düşürmemek için satışa arzetmeyip yakılması gibi, hakat, bu keyfiyet hiç bir zaman için kapitalist cemiyettin organize olabileceği ve Anarşik istihsalden uzak kalacağı anlamına gelmez.
Kapitalist cemiyetin beşinci reziletı devri krizlerdir. Sosyal pjoditik hiç bir zaman Devri krizlerin, önüne geçemez. Zira. Devri krizler istihsalim Anarşik oluşunun tabii bir neticesidir. Kapitalist cemiyeti organize edilemiyeceğine göre onun tabii neticesi olan Devri krizler de bertaraf edilemez. Şimdi prof es dilerimize kapitalist cemiyetin bu reziletlerini bertaraf edici tedbirin sosyal politik olmadığını anlatmış bulunduğumuza kaniyiz. Fakat, profesörlerimizde bize şöyle bir sual sorabilirler. Kapitalist cemiyetin bu reziletlerinden u-zak bir İçtimaî nizam olabilir mi? Onlara kısaca cevabımızı verelim. Evet olabilir, bu İçtimaî nizamda kapitalist cemiyetin reziletlerinden masun ve eyiliklerini muh tevi olan bir içltimaî nizamdır ki. bu da Sosyalist sosyetedir.
Hitler Almanyasında çok taraftar bulan bu tez makine düşmanlığı bizde de maalesef taraftarlar bularak Dönüm mec-
muası etrafında toplanmışlardır.
2 — İş saatlarını azaltma ve çalışma ekiplerini çoğaltma keyfiyeti kapitalist cemiyette yer bulamaz. Zina, böyle bir ted’bir sermayedarın maliyet fiyatını yükselteceğinden bir tek ülkede tatbik edilemez ve sermayedar böyle tedbire baş vurulduğu taktirde mâlûm ve muayyen miktarda kârını temin edemiyeceğinden son tedbir olarak faaliyetini tatil edecektir. Bunu da geçen yazımızda izah etmiştik.
3 — işsizlere yeni çalışma sahaları bulmak tedbirine gelince: muvakkat bir zaman için bu iş mümkündür. Ezcümle Hitler Almanyası işsizlere ikinci dünya

Anadolu
Sigorta Şirketi
Her nevi sigortalar

1
J
L
— 2 —
•**!

ta
AF’OjRlZMALAR
'i ıllardır sosyalizmi önlemek için girişilen mücadelenin azametini düşünürseniz, burjuvazinin uğramakta olduğu hezimetin büyüklüğünü iyi anlarsınız.
*
Ahlâk, hürriyetin sinirleri dışında kurulabilen bir bina olduğuna göre ferdci burjuvaziyi temelinden ahlâksız olmakla itham etmekten başka çare yoktur.
¥
Sosyal sınıf şuurlu hale gelebilmek için bir mektep sınıfı halini almağa mecburdur.
¥
Sosyal sınıfın hocanı partidir.
¥
Partisiz bir sınıf, mektepsiz bırakılmş çocuklar gibi şuursuzdur.
¥
Partisi olmıyan. şuurlanmamıs bir sınıf, hain bir büyük tarafından zehir içmeğe kandırılmış çocuk gibi kendi aleyhine çalşır. şr. ı
¥
«Sınıfsız parti» fikri geniş halk kütlelerinin uyanışından korkan burjuvaların en kurnaz zaferlerinden biridir.
¥
Sınıfmz parti kadar, partisiz sınıf da bur juvaziye uşaklık eder.

Sınıfsız parti burjuva istibdadının demokrasi kisvesine bürünmüş şeklidir.
¥
Burjuvazinin hürriyet için yaptığı uzu., medhiye ve lâfazanlıklara aldanarak hür riyetin burjuvalarca kudsal bir gaye olduğunu sanmayınız. Onlar hürriyeti kendi ekonomik menfaatlerinin basbayağı bir vasıtası olarak kullanıyorlar.
¥
Hürriyetin asıl gaye haline gelebilmesi için ferdin ekonomik menfaatine âlet edilmesine mâni tolmak lâzımdır.
¥
Dünya görüşünde muhafazakâr olan ka pitalist, istihsal âletlerinin tekâmülünde az gin bir inkılâpçıdır.
¥
Ebedi bir kararsızlık ve şahsiyetsizlik içinde yaşayan küçük burjuvazi faşizmi yaratmakla kendini karar ve şahnıyet rahibi olmuş göstermek istedi.
¥
İnsan zâfını ortadan kaldırmağa, bunu beceremediği zaman da zâfını ortadan kalkmış gibi göstermeğe meyyaldir. Faşizm küçük burjuvazinin kendisine has ebedî şahsiyetsizlik ve kararsızlıktan kurtulup şahsiyet ve karar kazanmak için, giriştiği kanlı bir teşebbüstür. Kısaca faşizm küçük burjuvaziyi kemiren bir aşağılık duygusunun en aşağılık tezahürüdür.
Haşan TANRIKUT
Burjuvazi ile halk arasında mütemadiyen yalpa vurup duran küçük burjuvazi ne halk kadar namuskâr ne burjuvazi kadar zengin olamamanın yarattığı devamlı buhran içinde bunalır ve kendi ruhî sağlığı m temin edebilmek için faşizm gibi haltlar karıştırır.
¥
Büyük burjuva ile küçüğü yani kapitalizm ile faşizm kenefi halklarım ezmek me-todlannda aynlsalar bile emperyalizmde birleşirler.

Burjuva sosyalizmi hürriyetçidir, çünkü burjuvalar ona, kendisine hürmet etmesi şaılile hayat hakkı vermelerdir.

Halkçı sosyalizm burjuvazinin müsaad'e-sile değil, halkın kuvvetile kurulduğu için burjuvadan, milyonlar içindeki beş on kişiden başka herkese gerçek hürriyeti bahşeder. Bu, müsavat arsasında kurulan ve lâfta değil fiifde tahakkuk eden asıl hürriyettir.
¥
Cemiyet nizamının ekonutmik müsavat üzerinde kurulduğu ülkolerde ekonomik müsavatın tabiî tekâmülü en reel hürriyeti tahakkuk ettirecektir.
¥
Cemiy'et nizamının ekonomik hürriyet üzerinde kurulduğu ülkelerde ' ekonomik hürriyetin tabiî tekâmülü en kesin müsavatsızlığı tahakku kettirmiştir.
¥
•Burjuva'■inkılâp ve ihtilâllerinin hukuk sahanında yatığını halk inkılâp ve ihtilâlleri ekonomi sahasında yaparak beşer t ekâ mülünün en kat’î devresini yaratıyorlar.
¥
Tekâmül bir zikzak, ihtilâl bir müstakimdir.

t ekâmül zikzağı ile ıhtilâi müstakimi öne doğru olmakta irticadan ayrılırlar.
¥
irtica beşerî, tekâmül tabii bir cehittir.
Halkçı ihtilâl de, irtica gibi beşerî bir cehittir. Şu farkla ki birincfeitekâmül ile ayni istikamette olduğu, hald'e İkincisi tekâmülün istikamette: zıddır.
¥
irtica ihtilâl halini aldığı zaman ya ileri ihtilâlcilere (beşeri cehde) yahut tabii tekâmüle yenilmek suretile tasfiye edilir.
¥
Halkçılık ihtilâl halini aldığı zaman mu-
vakkaten tasfiye «dite bıie t*ftârrri>Ue yoluna devam eder.
¥
Burjuvann «seciye binası» ö-kadar yüksektir ki, yaptığı gölgenin altında müsavat gülü I 789 danberi bir türlü çimlenemediği halde servet Sarmaşığı binayı beş on kere dolanarak pencere ve kaptları örttü. Binanın içindekiler şimdi güneşsizlik ve havasızlıktan* boğulmak üzere bulunuyorlar.
¥
Ortaçağ zorbası, halkı kılıç kuvvetile soyardı, bugünün zorbaları para kuvvetile soyuyor. I
¥
İktidarın halkı temsil-edip - etmediğini mi anlamak istiyorsunuz, öyle ise ekonomik müsavatı ne derecede benimsediğine 'bakınız.

Ekonomik serbestlik temeline oturtulan bir hukukî müsavat binası, ekonomik hürriyetin nemirttiklerini korumaktan başka hiç bir şeye yaramaz.

«Bütün vatandaşlar hukukan müsavidir» diyen burjuva, parasının kuvvetile hukuki müsavatı sarsmadığına delil tolmak üzere kendi yüksek seciyesini ileri sürer.
NOT :
Geçen nüshada çıkan Aforconalardan anlaşılmıyacak şekilde basılanları yeniden yazıyoruz:
Burjuva demokrasisinin hürriyet âşıklığı propaganda edildiği gibi öyle romantik ve hasbî bir aşk değildir.

Burjuvanın bundan yüz sene önce işçiyi nasıl baktığım, bu bakışın, elli sene sonr» nasıl bir hal aldiğinı ve nihayet bugün n( durumda bulunduğunu inceleyiniz. Şahesc. bir iflâs tablosu müşahede etmiş olacaksı hız,

Mister Ford’un nazariyesini bilirsiniz, o. kendini ebediyen, payidar kılmak için halkı hem kullanmak, hem d'e mallarına müşter yapmak hünerine ulaşmış yaman bir in sanseverdir.
¥
'Ahlâkı menfaati üzerine kurmuş ola ı kapitalist dünya, yıllardânberi ahlâksızlık tan şikâyetçi ise bu, kendi ahlâk binasını.: dayandığı temellerde hoşuna gitmiyen sat sontılarm her gün biraz daha artmasından dır.
— 3 —-
Sevgilime mektup: IV
İnsanlığın haline doğru
Sait Faik ABASIYANIK
Bahar geldi, gördün mü? Ben gördüm. Bir çingene kızının göğsünde idi. Bir insan kokusus duydum Mürüvette. İsmi Mürüvclti. Çayırlara uzanmıştı. Dişlerinin koyu, sarıya çalar bir beyaz rengi vardı. Bir mahalle kızının, arkadaşna ağ-zindan çıkarıp, al sen çiğne, dediği saki-zınm renginde...
Ağzi ot kokuyordu. Gözleri siyah bir çiçektj; İnsanlarda açan. Ne çiçek açmış erik ağacına, ne yeşil kafasını kundaktan çikarnuş incir yapraklarına, sümbüllere, ne de şebblaylara imrendim. Hepsi, tahta havaliler, çalılar, çitler ve tel örgüler arasından bakıyorlar insana. Erikler. Bünbüler ye şeftaliler bile insan oğlunun bir tanesinin e'linde. Müruvetm hiç bir şeyi yoktu. Dudaklarından öptüm onun; yirmi beş kuruş mukabilinde....
Moral yapacağımdan korkma, sevgilim! Senin kızmıyacağını da bilirim Memnun bile {olursun, seni unuttum sanma, sana hiç benzemiyen Mürüvvette senden bir şeyler vardı. İnanır mısın mes’uttum. yirmi beş kuruşa onu öperken.
Bir daha öptürmedi. Ağzına büyük ve çatlak ellerini kapadı. Ne uzun parmakla n vardı- Avucundan öptüm. Avuçlarının ağır bir kokusu vardı.
Sonra ayağa kalktı. Servi gibi uzundu. Salındı gitti. Saçlarının parmaklarda ve avuçları da cevizin yaytığı siyahlığı kızıllığı güneşin içinde parıl parıl, bandıra bandıra, gitti. Toprağa yüzü koyun uzandım. Sonra sırtı üstü geldim. Cenuba hızlı hızlı bulutlar gidiyordu. Gök bir tarafta bir küf maviliğinde idi. Büyük fabrikaya doğru yürüdüm.
Nihayet, binbir zahmetle büyük de-i fabrikasını gezmek için müsaade çıktı. Bir saat sonra gezeceğim. Fabrikanın kapısında rastladığın bay; |
— .Bir saat sonra teşrif edin. Daha görecek yerleriniz var. Meselâ şuradaki imalâthaneyi gezin o zamana kadar.
Bilmem sen anladın mı, sevgilim. Ben hiç bir şey anlamadım. Belki biı saat işi vardı adamın.
İşi inişi yokmuş, gülüm! Bana bir mizansen hazırlıyormuş adamcağız. 1 lani yut masına yutardım, canım! Ne yapayım ki. kabahat sende! Sana söz verdim akıllı olacağıma dair...
Evvelâ duşları gezdik. Amelenin hepsi çizmeli" idi. Önlerinde tertemiz önlükler — 4 —
vardı. Sallapati bir adamın fabrikayı geze ceği işçilere söylenilmemiş olacak ki, halime bakıp .onlar da hal lisanile:
— Bu herife mi bu numaralar?... der gibi bana bakıyorlardı.
Duşları gezdik, dedim a; inanma!
Uç tane duş yeri var. Senelerdenbe.i buralara su akmadığı besbelli. Çinkolar yepyeni, biraz evvel de deriler kaldırılmış olsa gerek, kokuları kalmış.
— istıyen duş yaabilir mi?
— Tabiî efendim.
Yalan! Burada kimse duş yapmamıştır. Birisi yapmaŞa kalksa, herkes güler. Patrondan tutun da, dosta kadar!
Sonra musluklara baktık; sekiz musluk. (400) amele çalışıyor. Birer dakikadan hesaplasak sonuncu amele altı saat sonra paklaşır. Hattâ altı buçuçktan da fazla eder, işçilerin hepsinin sağ elinde tek eldiven...
— Lââstik bulamıyoruz efendim.
Lâstik eldivenlerin hepsi de gıcır gıcır yeııi. Bir saat er vel takıldıklarını onlar söy lemese işçinin gözü söylüyor. Brak ki eldivenler bile lisana gelmiş burada... Yanımdan bir dakika ayrılmıyorlar. Geziyorum, görüyorum. Sonunda beni rahat bırakmaları için ısrar ediyorum, işte o zaman sevgilim, oynanan komediyi eldivenler, yeni çizmeler, yeni önlükler, işçiler bir ağızdan anlattılar. İşçilerin ne konturatı var, ne saati. Her zaman yarım saat, bir saat fazla çalıştırmak... Hasta olunca umursamamak. Hiç bir şeylerini düşünmemek^.. Yalnız, yalnız kesesini doldurmak... 12 yaşında çocuklar çalıştırmak, bunları okutmamak.. •İşle iş veıeııın zihniyeti!
Ben çalışmanın ne demek olduğunu göl düm. Ne dernek olmadığını öğrendim. İnsanoğlunun, halini sana bir parça gösterdim mi, dersin. Ne gezer sevgilim!
Daha neler görülebilir ve gösterilebilir. Ne yapayım sevgilim, elimden bu kadar geldi. Notlarımı kaybettim. Hiç bir yerde bu yazılarım çıkmadı. Bir yerde çıka çaktı, olmadı. Şimdi yangından arta kalan notlarla insanoğlunun halinden sana bu kadarcık söz açabildim. Hem sonra, sen beni yüzüstü bırakıverdin. Canım bir şeyler istemiyor. Sen varken ne iyi idi. Gözlerim acıktı. Sabahleyin mavi gözlerim ışıl ışı! yanıyordu. Seninle beraber uyanıyor, işime beraber gidiyor, senin için etrafıma
Hiciv tarihi
EŞREF 111
Abdülhamidi »aninin tarihi hayatından bir nebze r den
Hükümet hangi bir mektep için yaptırsl talimat O mektepten çıkan mümkün mü kurtulmak cehaletten Batarsın bir ticarethane açsan olsa sermayen Fehim Paşa gibi alçaklara itayı rüşvetten.
Ağırlaştıkça .vergi i.nkiyad artar ahalide Çoğaldıkça yükü hamallar sıçrar meserretten
Otuz yıldanberi dahilde evrakı havadis yok Bu da olsa gerek bizce al-amatı kıyametten Ne farkı var (Sabah)ın, ’Tercüman)ın, şimdi (İkdam)m Keneflerde asıhnış ince evrakı taharetten.
Sıkıldı zatı şahane dedi başka sözüm yoktur
Sürülsün hâsılı az, çok kim anlarsa
kita etten
Ahali köprüden on ara vermezse geçirmezler Ne feyz ummaktayız böyle dilenci bir hükümetten Bugün adliye alçaklarla sertaser
mülevv estir Temizlenmez taharet gayri mümkündür necasetten.
bakınıyor, beraber üzüleceğimizi, bağırabi leceğimizi. hiç Ibir şeyden korkmadan, alilimiz açık, gözlerimiz fıldır fıldır insan oğlunun halini görmeğe yazmağa başlayabileceğimizi umuyordum.
Şimdi ne sen varsın, ne de bende insan halini görecek göz. Aylardanberi iş arıyorum sevgilim. Eskiden seninle beraber; kimseden bir şey çalmadan, korkusuz ve vicdan azapsız bir saadet isterdim. Şimdi ne sensizim. Çalışamasam da görmesem de etrafıma bakmasam da oIut. İnsana olur gibi geliyor ama, olmuyor, yine bakıyorum etrafıma. Yine haksızlıkları görüyorum. Y ine yalnız kendini düşünenleri etrafımı sarmış buluyorum. Sensiz de yaşanıyormuş sevgilini.
Hani öyle bir lâf vardır. Seninle de, sensiz de yapamıyorum gibi. Ben seninle de sensiz de yapıyorum. „
Çingene kızının hayali olduğunu söylemeye lüzum var mı?
bitti
te
t
Yazan: Orhan KEMAL
ŞUNDAN - BUNDAN
DİŞÇİLİKTE İNKILÂP
Alamanya’nm Haydelbeıg üniversitesi dok turluk fakültesinden diplomalı olduğunu gazetelerle İlan ettikten başka, bunu muazzam tabelâsına göz alıcı harflerle yazdırân çok zayıf; hatta elemine» bir doktorun yüksek apartmanının kapısında beyaz bay örtülü bir kadın gelene geçene avuç açıyor, bir du.
bir bul
allah rızası için», «çocuklarının başı için-sadaka vermelerini vatandaşlarına yalvarıyor-Kâdmın kueâğmda gürbüz, mavi mavi gözlü çocuk vardı, serpeliyen yağmura rağmen tom-yumrlklannı emiyor, arada bir ağlıyordu. Birden caddenin elektrikleri boydan boya yandı, bir çocuk karşı terzi dükkânının kepenklu-rini indirmeğe başladı ve ^yolcu taşıyan bir otobüs hızla geçti...
Bu sırada, saçları yandan ayrılmış, pardüsü-sune adamakıllı sarınmış oluz beşlik tür adam, doktorun kapısı önünde avuç açan kadının önünden aceleyle geçerken, gözleri, kadının iri siyah gözlerine takıldı. Dört bos adım sonra hızını alarak, durdu, döndü, .-sırf kadının görebilmek için na verdi. «Vay var...»
Otuz adım . ..
gözleri değil, beyaz bir baş örtünün çepeçevre saldığı ^ÜZÜ de bembeyaz ve güzeldi...
Köşe başındaki şarapçının önüne gelince durdu, geri döndü, kadına yaklaştı, bir beş kuruş daha koydu kadının tombul avucuna, yürüdü. Bu seter daha çok dikkat etmişti. Kadın hiç de öyle rasgele bir dilenci değildi. Birden; çok eskiden bir yerlerde tanıkmış, fakat erişilememiş bir hatırlar xlbi oldu. Geri dönecekti... -t Ya maksadımı anlarsa!» Diye aklından geçirdi, aam son de... Anlarsa anlasın be!»
Tekrar döndü. Tekrar kadının yanma geldi, bir beş kuı uş daha sadaka etti. Bu sefer kadın da oruı ısıarla baktı... Ona öyle geldi kİ, kadın sâdece bakmadı, gülümsedi de.......Ne çıkar? Diye dü-
şündü, sipariş mektubunu da yarin yazarım. ;
Bu karar üzerine yüreği ferahladı. Köşe bu-tındaki şarapçıya girdi. Birbiri peşi sıra iki bardak şarabı mezesiz filân yuvarlayıp tezgâha elli kuruş bıraktı, dışarı çıktı.
Akşam iyice inmişti. Keldeyse yağacak yağmurun korkusundan insanlar lıızlf hızlı, kaçışır gibi gidiyorlardı. O, yanakları •..’eş içinde, kadının ününde durdu. Kadının eli gene sadaka bekliyordu .. IJerikl bu sefer usullacık:
t — Sem birisine benzetiyorum- Dedi.
Kadın hiç sesini çıkânmadt, gülümsedi.
— Hem de çok. İyi tanıdığım birisine...
Kadının sadaka bakliyen eli ve gülümseyen dudakları değişmedi.
— Sen de .beni benzetiyor musun birisine? Kadın başını salladı.
— Gel peşimden... Dedi, yürüdü. Kadın gülümseyen dudaklarıyla, peşine takıinı. öndeki, gözu-cuy’ia arkasına baktı, geliyordu. . Yakasını kul -dırdı, bir tanrılığın rasltyacağımtan. tuh. dilenen götürüyor!» diyeceklerinden korkarak adımlarını açtı, istasyon yoluna düştüler. Bu yol daha ten baydı. Beş allı adını arkada, kattın, cncuğnytn o-nu tâkip elti, öndekirdn heyecnnf, yol ıssızlaştıkça artıyordu. Bir ara .fakat» diye düşündü, akimdan cemiyetin telâkkileri geçti: fakir b|r kadın hakkımla çirkin niyetler beslemek!
Sonra «adaıuvm sen de... Diye kmdi kendini teselli etti, gören olmadı ya .Ya vicdan!. ıc sanki, ona para veririm... Zaten dileniyor:
Kışın yapraklarını dökmeyen gen1$ yapraklı ağaçların araşma gömülmüş «küb k. evlerin önünden geçiyorlardı Bu evlerden birinin »udyusundan, konferans veren birinin sözleri açık açık duyuluyordu. Radyo sesini gerilerde bıraktılar.. Yol a-damakıllı tenhaiasmıştr öndeki yavaşladı, omuz omuza gejdiler. Çocuk, büyümüş gözlerle berikine baktı.
gözlerini tekrar cebinden bes kuruş çıkarıp kadı-anasını be.. Ne güzel pozieri.
kudur yürüdü Kadının yalnız
kadııu kadın .ad». Fakat ne güze)
Bir türlü hatırlıya mıyonını. tırlıyamadm?
Kadın «hayır» gibilerden başını
Fakat mutlaka tanış birisi
___ . ..........•>
— Kocan yok mu?
Kadın nihayet konuştu:
— Yok...
- - Ne oldu?
Bilmem... E\im) satayım diye memlekete glttiydl... .
— Genç miydi?
— Bten akran... z
— Sen niye dileniyorsun, kimsen yok mu?
—- Var amma, burda yok...
«
— Su parka girelim mİ?
O önde, kadın arkada parka girdiler. Kimse-yoktu.. Atatürk heykelini aydınlatan projck-Jjile bu gece yanmamıştı. . • .
Kadın çocuğunu oracıktaki bir kanepeye oturt* Onlar,daha içerlere girdiler..
Çocuk ağlamadı. Yumruğunu emdi, havaya
baktı... Soğuk rüzgârın hışırdattığı (St£ma_ağaçlarından» . başka ses işitilmiyordu...
Sonra döndüler... Kadın beyaz başörtüsünü yeniden doladı, eleğini çırptı. Erkek az geride, kavimin yan/na sokuldu, kadının avucuna kirli .bir tek liyalık sıkıştırdı ve hızlı adımlarla ordan u-
sen de mi ha-
solladı, olacaksın!
ler lör
ttı.
zaklaştı. , |
Kadın çocuğunu kucağına aldı, geldikleri yoldan, ağır ağm. 'tuddğmda tebessümüyle. Jiaydelberg üninvensltesinden Jnezun birini teşhir eden tabelânın alt tarafına gitmeğe başladı.
Istusvontfan yolcu getiren bir , geçti.’ Geniş yapraklı kübik evler... diğim biliyoruz... Seni rfeni!!.' der bakıyorlardı.
Bu fsırada birden . gök yarılır gibi oldu, mavi bir simsek çaktı, arkasından dehşetle gök gürledi ve yağmur .boşandı. __
otobüs hızla
Nenden itl-
S'ibf öfkeyle

Parti Vurmak
Parti Kurmak
Yazan
Aziz NESİN
10 Kuruş
P. K. 519 dan isteyiniz.
Sosyalizm Nedir ?
Yazan
John Sitrachey
Çeviren
N. Erken
50 Kuruş
Herkes dişçiye- gitmekten çekinir. Hele dişleri oymak için «cır» .eden ve ^cızlatan» q mahut alet: dişçi frezesi yokmu!..
Amerika'dan soiı gelen haberlere göre Dr. Black isminde .biri yeni bir diş oyma aleti icat etmiştir. Bu aletin esası gayet basittir. .'Aletin ucunda gök ince iki delik vardır. Birinden büyük tazyikli hava çı kar ötekinden ise çok ince alâmfnyon oksidi fışkırır.
Bunlar iğne kadar ince de olsa h,er tüllü delik açmaya elverişli bir alet teşkil e-diyorlar. Ote yandan bazı tedbirler sayesinde dişin sıcaklığının artmaması sağlanıyor.
Daha ticarete girecek dürümda olmayan bu alet üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Bü alet ihtizazı ve aişçinin el te-ziğini yok etmekle yakın bir gelecekte dişçiye gitmeği traş olmak kadar, kolay bir şev haline sokacağa benziyor.
* ©
BECERİKLİ LÂSTİKLER
, kauçuk nevileri* halbire artmak-
Sunî
tadır: hele bu harp yıllarında bir birinden önemli keşifler yapılmıştır.
En son bulunanı rivayetlere göre, bütün eski lâstik cinslerini ta gerilerde bırakmıştır. Hattâ tabii lâstik bile gitgide gözden düşmektedir.
Yeni keşifle tatbikatta söneıııiyecek, ha vasini hiç bir şekilde kaytedemiyecck o-to'rriobil lâstikleri yapılabilmiştir. Yeterki bıçakla kesilmesin. Filhakika yeni lâstik çatlayamama'ktadır çilnkü delikler kendilerine kapanmaktadırlar, yani bir elastikiyet haSsaları var.
Ancak «Standard Oil » in olan ni bröve bir çok iflâsa ve hattâ şirketin kendi zararıma sebep verdbîlir, yoksa şoförler i laf.
kendi tersine
bu ye-
için hayırlı günler görünmeğe baş- •
KÜKÜRT ÇİFTLİKLERİ
Ne kada’r.'garip görünse de yakında şu kadar dönüm kükürt-yetiştiriyorum» 'dernek kabi] olacak. Hindistanın Madras sahillerinde bir ârzîyatçının tesadüfen kükürt bulmasıyla baŞlayan bu tuhaf hikâyenin önemli yankıları olması beklenebilir. •
Madras koyarında yüzde otuz saf kükürt (yani kimyaca bileşiksiz) bulan ^ılim bunun biolojii ile alâkalı bir hâdise olduğunu düşünerek o Â-olda tahliller yaptırmıştır. On sekiz ay araştırtnanm neticesinde bazı küçük bünyeciker meydana konabilmişim Bunlar sülfatları kükürt beline ,getirmektedirler fakat ancak Madras killi arazi ir.de bu faaliyetlerinde bulundukla rı meydana çıkarılmıştır. Gelişme şartları tesıbit edildiğinden kükürt istihsali böy-
• Jecc yapılabilecektir.
Hattâ mütehassıslar kükürt tarlalarından bile bahsetmektedirler.
V-.

•«t-
— 5
Talebe
Sergileri
Yazan: Haşmet AKAL
Son günlerde iki talebe sergisi birden açılmış bulunuyor.
Talebe sergisi deyince belki de ilk mektep çocuklarını kastediyorum zannetmiş* sinizdir. HayiT değili Bunlar Akademi re sim şubesi talebeleri, yani sanat mücadelelerimizin idealist namzetleridirler.
Bu sergilerden biri Beyoğlu Halkcvinde açıldı. Akademi hocalarından Cemal Tol'j ve Nurullah Berk talebelerinin, müşterek sergisi.. Diğeri Bedri Rahmi Eyüıboğlu atol yesine bağlı gençlerin «Onlara namı altında vücuda getirdikleri grupçukla, .Akademi yemekhanesinde küşat ettikleri güzellik meşherciği.
Gerçek sanat davarımın ağır yüklerini genç omuzlarına yüklenen bu gönüllü elemanlar kül halinde büyük bir kudiret göstermekle beraber, başlı başına da kıymet olan imzalar veriyorlar. Sergilerin ikisini de gezdim, gördüğüm resimlerin çoğu hafızama.mıhlandı. Kendisini unutmamak kabiliyetine malik resimlerin, hangi sergiye ait olduğunu belki şimdi hatırlayanııya cağım, fakat. Nazım Benli, Fethi Ayalp. Sayenar, Mustafa, Nedim, Meryem, İhsan İncesu gibi isimleri unutmak gayri kabil...
Ayrı ayn hocalam idaresi altında ayrı ayn açılan bu sergilerde hocasına inanan talebelenin mazbut çalışma tarzı kuvvetle tebarüz ediyor.
Lenilebilir ki. sanatın an'anevi tekâmül tarzı tekrar kurulmuş ve «Usta - çırak» telâkkisi ihya olunmuştur.
Hocalarının kuvvetli tesiri altında kalmaları gayet tabiî olan gençlerin bu vaziyeti yadırgamadıkları muhakkak.. Fakat bu benimseyişte kabiliyesizliğin boyun eğişi değil, zekâ ve duygunun, üstün bilgiyi şuurla hazmedişi hissolunuyor.
Zaten sanat tarihi, bu telâkki ile yetişen sanatkârın parıl parıl halkaları biıbiri-, ne ekleyişinden ibaret bir zincir değil mi?
Bugün başka memleketlerde de bu böyle midir? bilmiyorum. Lâkin takdirle karşıla mıya değer ki, Türk akademisi, sanat dâvasının ancak böyle yürüyebileceğini kavramış ve kendi sistemi içinde «âdeta bir hususi atölye» hissini veren bu tarzın gelişmesine imkân vermiştir.
Çok ktymetli hocalarını ve «yerin darlığı yüzünden» ancak bir kaçının ismini ya zabildiğim genç arkadaşları can ve gönülden tebrik ederim. "
t
EREN
Sergiden bir portre
EYUBOĞLU münasebetile
Yazan :»Ha$met AKAL
Kadın ressamlarımızdan Eren Eyübinğ-lunun resim sergisi birkaç gündenberi açılmış bulunuyor.
Size bir kaç bakımdan kıymet taşıyan sergiden bahsetmeyi faydalı buluyorum, yalnız d'aha evvel bu yüzden fırsat bularak, bir meseleye temas etmek istiyorum.
Açılan sergiler münasebetile yazılan yazılarda ötedeııberi, şu tarz cümleler kullanmak âdet haline girmiştir: «...» numaralı resim form itibarile, fazla teferruata kıymet verir bir mahiyet arzetmede», «Ressam a...», «|...» -numaralı resimde plâsitik unsurlara fazla ehemmiyet veriyor». «...» hicvi, karikatürel bir şekilde mübalâğalı veriyor, halbuki resimle karikatürü' telif vs. vs.»
Bu tarz mugalatara sanat tenkidi süsü vererek, halka teşhir edilen resimler hakkında biraz olsun malûmat sahibi etmek
bi’mem ki, mümkün mü? Ve zaten sadece teknik malûmat ihtiva eden yazıya ressamdan gayrı kim alâka gösterir, kim okur. Bahsedilen resimleri görmiyenlere, bu- cüm İtler «Resimlerin birer fotoğrafı olsun yazıyı tamamlamadığına göre» hiç bir şey söylemez. Olsa olsa muharririnin ma-lvmatfüruşluğunu ispata yaraT, o kadarı?.
Bu sözlerimden .toplu halde sergi tenkil olunmaz, yahut sanat eseri, tenkit edilemez mânası çıkarılması. Bilâkis bu tam yapılrığı takdirde faydal, hattâ bir memlekette sanatın tekâmülü için mühim rolü o-lan bir ehemmiyet taşır. Ancak, yukarda söylediğimiz gibi «megalomani» hastasının vukuf derecesini ispata yarayan «teknik malûmat» tan ibaret kalmamak şartile. Aksi takdirde bu yazılar, resim sanatı hakkında malûmat vereıı sanatkârı teşvik eden, kısmen resim sanatının ehemmiyetini be-
şekil bakımından resim tenkidi:
Eren Eyüboğlu. Bayoğlunda, İstiklâl caddesinde. Saka Selim çıkmazındaki İstanbul filârmonik derneği merkezinde. Bur »adan ve Tophaneden yapmış ıc-lduğu resimlerle bir sergi açtı.
Eren yolu tutmuş gidiyor.
Bir çift öküzün arkasına sapanı takmış, elinde öğendire Bursaya öyle gitmiş. Zümrüt Bursayı sürmek için, ne çarşı kalmış ne pazar.
Aktar dükkânını, şekcıcisini. kahvehanesini, hanıııt hamamını ve şadırvanını. Bursanın altını üstüne gelilmiş.
Zümrüt yeşili ağaçlar, kırmızı dükkân lar ve mavi gök hepsi orada.
Van Gogh - resim gittikçe inceletmektedir, daha çok müzik ve dah( az heykel, d.> ha çok renk - der.
Erenin resimlerine de böyle bakabilir-i-nız.
Onun, Bursa şadlfa-vanı. Bursa Orhan Gazi, Bursa Uzunçarşı, Yeşil han. kahvesi, karpuz sergisi, Bursa ovaya doğru, Uluca mi minaresi. Bursa Altıparmak. Koza hanından ve Pmarbaşında isimli tablolarında renkler mes'uı bir şekilde birleşirler.
Bu resimlerde renkler eğlenir, şarkı söyler ve bir fantazi zevki vardır. Renk. Erende bir ifade vasıtasıdır, ve boşluk renge iirten faydalı bir is olmaktan çıkar ve halkı «acayip bir lisanla konuşulan bu yalancı nesneden» uzaklaştıran zararlı bir unsur olur.
■ *
♦ t
Size Eren Eyüboğlu sergisinden -bahsedecek tip, Yerimiz dar ve maksadını tenkit olmadığı için, söyliyeceklerimle size en lüzumlu malûmat vereceğim.
Sergi yeri Beyoğlundadır.1- istiklâl caddesinde Saka Selim çıkmazımda, bir ha nın ikinci katında. Saat- I den 20 ye kadar açıktır. Bir çok Bursa manzarası. birkaç portre teşhir edilmektedir. Peyzajlar tnsa na düşünmekten ziyade haz verir bir halde. Bazı peyzajlarına motif olarak insanlar da katılmış, fakat rolleri bir dal parçasından veya bir merkep kuyruğundan hiç ehemmiyetli değil. Ezcümle bu resimlerden herhangi birini, evimizin brr duvarma korsanız o duvarı gayet iyi süsler. Yani sizi ne güldürür, ne ağlatır ne de dlüşündü-riir. Fakait buna mukabil gözlere haz ve ruha ferahlık verir... Parası olanlar hiç dur mayın, bu resimlerden birer adet alın, böylelikle .dar odalı apartmanlarınıza geniş kırlar girecek, sofranızda yemeğinizi daha iştahlı yiyeceksiniz...
Ben gittim gördüm, beğendim. Tavsiye ederini, siz de gidin göriin beğeneceksiniz.
feda edilmiştir. Onda her şey renktir. Bir tabloyu çok ustaca taksim eder, her şey yerli yerindedir. Hiç bir motif misafirliğe lüzum görmez.
Mütemmim renkleri ustaca kullanır, ma vi gök, yeşil ağaçlar, bunların arasına nefis bir kıım'tzı ker ve bizi yakalar. Bu şiddet bizi kendimize getirir. Tabloda bizi neyin yakaladığını ruhî makanizmamıza neyin hitap ettiğini biliriz. - Kırmızı - bu renk bizi çarpar, cezbcdcr. soma yeşiller ve sonra maviliklerde dinleniriz. Erende eksik olan bir şey var. Renklerin cazibesinden kurtulup onu buimak çok giiç.
Oda - ış:k. — Eren güneşi kıskanır gibi ıc-nun yüzüne bir peçe örtmüş. Bütün re simleri harikulade renkli olmalarına rağmen, bu renklerdeki ışıklar çalınmışa benzer.
Bursadaki resimlerde eksik olan ikinci bir şey de reel havanın. almayışıdır. Bursa deyince herke3 reel birruh hitap eder.
Fahrünnisa Zeid Maçkada Ralli apar-tnnanmda ikinci resim şergilini açtı. Çiçek açmış nar ağacı gibi taadetli bir sergi.
Renk L|-Jluğu insanı hazdan sarhoş e-diyor, her tabloda başka bir ahenkve renk le. taşkın bir arzu içinde giden in lisanı ile - arzularım nice dünyalar aştı ve saymak bilmedi - diyor. Bir tablodan başka bir tab loya baktığımız zaman yepyeni bir ahenk bizi yakalıyor ve cezbediyor. Renk ve armoni azamî derecede çoğaltılmışta ve tezyini bir zevk verirler. Bu resimlerde halılar ve dişlerinden intibalar alınmıştır.
Sergideki bütün tablolarda şaıaın modern bir tefsirini görürüz. Resimlerin değerini ve harikuladeliğini tamamlıyan en mühim vasft kâinattaki i'âhî ışığın onların her yanından fışkırmasıdır.
Fahrünnisa Zeid resim anlayışında F ves’lann mektebine girer. Renk derinlik endişesine hakimdir; O menşurun renklerin den harikulade güzel armoniler yaratmtş-tır ve bu armoniler bizi hiç bir zaman bedbaht etmiyeceklerdir.
Tablolarındaki yapısını meydana getiren şekilleri acemi bir desenle çizer, fakat bu desen onun şahsiyetinin en mühim bir noktasıdır. Ve o bu deseni ile pe intibacı tuşlar: ile şarklılarla primitiflerin içine çi-Şer. | ■ A'
Haddi zatında şiddetli bir renkçidir, fakat bir çok tablolarında bu şiddeti bizi ürkütmemek için gizlemesini bilir.
Bu eserler armoni zenginliği ve şiddeti ile bir yol kesen gibi karşımıza çıkar bizi korkutur. Fakat bukorku harikulade caziptir.
Fahrünnisa Zeid*in har tablosunun ıenk-
F. Zeit sergisi
Maçkada Ralli apartmanının dördüncü katındaki sergiyi gezdim. Kendi hesabıma Çek beğendim, sizin de gitmenizi tavsiye ederim.
Bu sergide, geçen sergisindeki gibi kuvvetli bir şahsiyet ve büyük bir hassaslık göze çarpmaktadır. Fahrünnisa Zeid resimleri kendi kendine haz vermek için yaptığı aç'kça gözüküyor.
Biz ise mesleğini kendine maddî bir bayat memat meselesi yapan insanın teı kokusu yerine, bol zurnam olan rahat insanın refah kokusunu kokladık.
Bilhassa Boğaz yalılar. Polonezköy, Yeni Cami insanı çekiyor, salonunun ha kim yerinde «anba,r yolcuları» var. ressamın fırçasında en (kasvetli manzaralar bayram yerine dönüyor.
Lüks mevkiden bakınca ar.bar yolcula nnın bütün sefaleti kaybolmuştur, oradan-toz pislik gözükmüyor, sığır ve ter kokulan duyulmuyor, çocukların .ağlaması işi-dil'mior, tahtalar üzerindeki ekmek -geve-liyenle uyuyan farkedilmiyor.
Ressam sadece halıların rengine, halkın kardeşçe oturmasına ■ hayran olmus-tUT, ancak parnşaklıklarda maymunlaşmış gölgeler bize kendisinin Halikarnas Balıkçısının kardeşi olduğunu sezdiriv.o,r.
Yeniler aynı anbarı içerisinden 'bütün sefaleti ile yaşayıp göstereceklerdi, bir de fa ğçin onu dışardan görüyoruz, ancak fena bir rüyadaki gibi insanları adeta kafeslerde kemik ve iradesiz ola,rak farke-diyoruz veya kafes kırılsa anguası insanı sarıyor...
Prenses Zefyd evlerin monotonluğundan. kullanışsız kalabalığından bıkmıştır, duvarlara- asılı köçebe ^tablolar -ona, çok sıkıcı gemektedir.
İstikbalin evini anlatırken kendisinde kuvvetli bir yaratıcılık heyecanı farkedi-liyoT, duvarlar artık fresklerle kaplı olacak, yeni dünyada, sanat çerçeveye hapsedilir, satılır bir meta olmaktan ççıkacak odaya ve ihtiyaca göre duvarların kendileri sanat eseri olacak. Eşya olarak rahat geniş sedirler ve büyük geniş pemcereler...
Ressam Yahya Kemal gibi canlı ,ve İşık lı bir âlem görüver, ancak bunda mazi değil. istikbal hasretleri var.
Keşke biraz arrbara inip asıl hayatı da, istikbali dçğil hali de bir 'görse, şimdi ancak sa-atınla sezdiği istikbal kendisi için o vak l daha da yakın, daha da müşahhas olurdu. '
H. Topuz
li bir gamı vardır.
Bir eserin kıymetinin çokluğunu da bu verir. «
Sergideki bir çok resimler bu noktadan birer şaheserdir.
NOT :
Arkadaşımızın bu yazısı sergiyi teknik bakımdan efe almakta ve dergimizin sınat anlayışile alâkalı bulunmamaktadır.
A
. * Hikâye :
A L D N T E £ R i
Aziz kprdeşim İbrahim Usta.
Trenden seninle ,befaber indikten sonra bir •tftyll şaşalamış ve etrafı epeyce güldürmüştüm. Bu ne güzel memleket, bu ne güzel hnva, bu ne rüzöl (çarşı. diye. şı>şırıı» kalmıştım. Sonra parkın karşısındaki o deli dolu adamın temiz kahvesinde hçp beraber birer demli çay ismiş, kasabalılarla tanışmış, yarım saat kadar yarenlik etmiştik.
'«Sonra sen beni Halil efendi ile bas başa bırakıp evine gitmiştin. Gidesin yoktu ya, bir haftadrr u-(ak kaldığın evinden, barkından boş yere ayrı tut ayakta mana yok diyerek, zorla yollamıştım seni...
Arkandan bir hayli zaman daha kahvede kal-lık. Halil efendi evinden daha dün ayrılmıştı. Gözü ticarette olduğu için piyasa vaktin! bekliyordu O gün akşama kadar onunla dolaştık. Samsun’dun eli boş döndüğü için perşembe pazarmın ıçılmasım dört gözle bekliyordu. Kasabada kırk yıldır toptancılık eden tüccarların bir zamandır naz etmeğe başlamaları, onu Samsun’-a. Amasya’ya doğru yolculuklar yapmağa. mecbur etmiş, ama miat tığma ( göre, oralarda da is .yokmuş.
• Bize yine baba ocağı Havza’dan hayır var
ığul, diyordu, birazdan seninle çarşıya çıkarız. Dokumacı dükkânları tanrının günü acık olduğu halden kalû belâdan beri burada, perşembe günü »'alışveriş olur. Neden dersen, köy tezgâhlarının o kötü kötü mallan, yağ ve yumurtanın yanı sıra, o gün pazara dökülür. Mille: alışmış, biz de mnlırnı zı perşembe günü çıka Tim...
Bayır yukarı, ılıcaya doğru bir kolaçan- ettik.
Orada, demir parmaklıkların önünde biraz «turluk. Etrafı seyrettik Halil efendi, kırçıl, kısa satalı avucunda, gözün alabildiğine uzanan yeşil cıvaya bakıyor, bakıyor ama, aklrtıın başka yerlerde olduğu belli. Trende de konuşmuştunuz ya. fena gidiyor vesselâm Benim aklımın hiç ermediği bu bahis. ılıcanın parmaklıkları önünde» bu sefer ikimiz arasında, tekrar tazelendi.
— Fabrika dokuması bizim malımızla çıkışabilir m! hiç? Görüyoruz iste... Tahta gibi, kazık :ibl bir takım .bezler çıkarıyorlar. Bunun a dm a
■ ia dokuma diyorlar. Bunları kimler alır, kimler don gömlek edip .giyer, anlamam. Alimallah insanin derisini soyar Muharebeden evvel millet an-’ adıydı da fabrika malının yüzüne bakmaz olduy-lu. Elimizde dirhem kalmazdı Sonra harp çıktı, hudutlar kapandı Fabrika • malı pahada bastıkça pahalılaştı. Bizimkiler hem uca- hem güzel ama. nerde yetişecek koca millete. Tezgâh İşine hükü-mat d!a yardım etti doğrusu. Bu demir tezgâhlar, makine mi makine . Bîr kaç saatte bir topu büküp atıyor. Bizim kızlar da az zamand ı yatıverdi-'er. On bir tezgâhtan kırk tezgâha yıkardık isi... Gel gelelim...
tşte bu gel gelelimden !sonra Halil efendinin yüzü karışıyordu.
— Ne bileyim, ambar .savaş yavaş dolmağa boşladı. Tüccarlar ra” ermeğe bulaştılar. Bre no var. ne oldu? öğrendik W \mellka vapurları dava mis. Yirmi İki kurusa iskele teslim verecekmiş.
! Abövvv...
Biz dört yıldır altmış btT yetmiş derken sok on. doksan’a mal veriyoruz Knoncr-t'T kurduk.
!sl büyüttük. Dedim a, hem amelemiz, hem kendi-. miz biraz para sahalu olduktu Amelika davasın vapurunu: neymiş k'. Nzlm fabrikalardan uz fark 't dokumalar. . El işine benz*r mİ oğull d İsi bu... _ t
Yavaş yavaş asağıva dofi-ru inlv..r^uk cdd» kalabalıklaşmağa, çuvallar. donklcr&ePma&rı baş ’amıstı. îk’ kc-»" »%•>»••»«/»••, —>n soka.’'’«’*n dn d»l
budak'salûn sr’-rücr tfi-Hi nrn”nnnı l.ikü.
•nitelerdi Halil efend’m*' bunları rpidüğil .• nl.v»»-, v«n gözle bnkıvnrdum- Onur ■/(>•/♦* domiv •amekânlı. hüvtik d»ın-f»niard-. B'inl-vden h*. -inln önüne vardığımız •/••man.- belli etmeden. •-■lımlarınr yavaşlatıyor « tarafa hakmnz gibi va-’nvor. bana bir kac hn«» ı.ar - Hvor n dükkânı geo-' İk mi. parmaklan titriyor i llerin’ h- vava knldl-
■iMle
— Koca domuz yedi ,;edı 1e doydu, diye ba-
- 8 —
giriyordu, Bir zamanlar buradan geçmemi dört göz le beklerdi. Perşembe, çarşamba demez, sabah karanlığı eve haber salar, hele buyursun, birer sabah kahvesi İçelim, diyerekten ağız yoklardı. Hele on dakika sallan: Çırak yeni baştan biterdi: Emmim «eni çağıyıyo... Kahveleri sımarladı. Tez gelecekmişsin...
Bak şimdi deyyuza... Başını çeviriyor bizi görünce... öyle ya, Amellkan bezi var gayri... Ben sana gösteririm.
Halil efendinin burun kanadlaıı hiddetten kö rük gibi kapanıp açılıyordu.
Böylece ta aşağılara, parkın önlerine, konağın yanlarına vardık. Orada dunluk. Yüzüne baktım: Uykusu gelmiş gibi gözleri yarı kapalı, yanakları sarkıklı.
Aldırma canım, dedim? Öniar gene sizin el tezgâhlarına muhtaç olacaklaf... Hele ldr hükümet vaziyeti anlasın, gümrükleri kapıyiverdi mi, İş tamam.
Gözleri yanar dağ gibi parladı:
— O zaman zıkkım koklatmıyacağım su Rıdvan denilen hergeleye...
Bak bak, şu tarafa bak, nasıl da geriniyor, uyuz iller gibi...
Öyle ya. yükünü tuttu, para sahibi oldu kerata... Dua etsin Halllin kızlarına... Onların alın-terldlr kİ «enin kasalarını tıka basa doldurdu
Telâşla çırpınıyor, parkın kapısı önünde, demir pervazlara dayanmış, boyuna anlatıyordu:
— inanmazsın oğul, şuraya gelip böyle sırtımı vereyim dedim mi, dakkasında ya kendisi, ya adamlarından biri belirir. Buyurmaz mısın ağam, iltifat yok mu paşam, diye koltuklarıma girerek dükkânın kadife kulluğuna taşırlardı. Bak şimdi* burada dilem i gibi dileniyorum da, bakan bile olmuyor. Koltuğa oturdum mu. hemen elini o çift as lan markalı Ingiliz kasasına uzatır. Gösteriş olsun diye bir kaç deste yüzlük çıkarıp adamına verir: Oğlum bunu »Sanlıal dokuma atelyeslne götür, dünkü malların parası, dersin. . Sonra bana döner, ağzı kulaklarında:
—Nasılsınız ağam, çoktandır bizim tarafa uğradığınız "yok. Bu ne vefasızlık, bu nc -zulümdür.
Diyerekten İşi topların salısına döker. Alt çenemden girip üst çenemden çıkar, depoyu boşaltırdı da biz kazanmaz mıydık? Tövbe estağfurullah... Allaha bin bin şükür, ne fiyat istersem alırdım. Lâkin gel gör simdi? Herif semtimize uğramadığı gibi, selâmı sabahı da kesti.
Halil efendi kahrından İki büklüm oluyor, dizlerinin üstünde duramaz hale geliyordu. Kolundan çektim, gene o, sabahki kahveye sürükledim. Bir yandan da teselli vermeğe çalışıyordum. Fakat ne mümkün?
Yumruklarını mağazalar tarafına doğru uzatarak:
— Hele bir gümrükler kapansın, fabrikalar da fiatian eski çizgiye çıkarsınlar, o zaman göi Türüsünüz, namusu boklular...
Diye ter ter tepiniyordu.
Bir müddet seni bekledik İbrahim Usta... Baktık kj gelmlycceksln; Belki bir işi çıkmıştır dedik ve Halil efendinin daveti üzerine, tekrar ya-kuSu -tirıfianmağa basadık.
Yarabbi, o ne güzel evdi. Karşıdan parmağın
( |tşte bizim fakirhane., •’zâîıp.
Dedfğ; zurnan gözerime inananındım Havza’nın en„ büyük yapılarından biriydi. Baltan başçı çivitli kireçle badana edilmiş; duvar atkıları, ğa’-tı kenarlan ve çerçeveliyle .cumbaları kahverengi yağlı boyaya boyanmıştı. Ortalık yerde .gene kahverengi boyalı, kafesli biı .balkon varda Safı pirinçten tokmağı çalar çalmaz İçerden bir çıngırak sesi geldi ve koskocaman iki kanattan-blr! a-çıVıverdl. Bembeyftz faşlarla döşeli. "serin* bîr taslık. İlerde keleveli bir kuyu ve çiçeklerle dolu bir bahçe.. Halil efendi merdiven başından yukarıya doğru: «
Yalnız değiliz ha...
diye bir bağırdı. Aralıklı tahtalardan şıpttık 'erlik şeşleri, kaçışmalar duydum Ayakkabıların merdiven başında çıkarılması lâzım geldiğini, ke-
nardaki papuçluktan anladım. Çoraplarımla ıslak* beyaz tahtalara basa basa yukarıya çıktım. Beril kafesli balkona çekti. Ortalık yerinden bir mandal açıp kafesin bir kısmını yana devirtil: Sen gör •dün mü bilmem. Oradan görünen Havza, başka bir Havza’dır İbrahim Usta, .damlarının üstünden hafif hafif dumanlar tüten, çoğu beyaz badanalı evlen hepsi ağaçlıklı bahçeler içine kurulmuş gözün alabildiğine evler... Sonra kırkır, çayırlar, tarlalar... Neyse, sen bunları■ benden daha İyi bilirsin ya, mesele o değil, ayrıldıktan sonra memleketinde neler gördün, onu anlatmak maksad... Sen de belki bana mektup yazarsın; ahpaplığı ilerletiriz. /
Derken efendime «öyleyim, sofra kuruldu. Il ı lil efendinin meğer aslan gibi iki tane oğlu varmış. Seğirtip sahanları, tabakları dizdiler. Halil efendi düşünceli olmakla beraber, misafir getirdim diye, altı, yedi aylık üzüm hevcnklerini indirtip önüme koydu. Sizin o meşhur İncir tatlısını ilk defa o gün yedim. Gerçi bunların çoğu benim İçin yapılmamıştı ama ben de çimlendim, bir güzel karnımı doyurdum.
Kahveden sonra:
— Gel dedi, seni dökümhaneye götüreyim bak, gör, bizim te nasıl yürüyor...
Zaten bu benim de aklımdan geçiyordu Evin ■ z ötesinde, depoyu andırır bir rapıya doğru yürüdük. Yaklaştıkça içerden bir uğultu gelmeğe bas iadı. Bir de kapıdan girdik, ne göreyim: Toz, Cuman her tarafı kaplumış. Tezgâhların çıkardığı gü : ültü kulakları sağu- edecek derecede, üstüne üst iük bir de kızların, kadınların patırdısı.
Ustabaşı kapının ağzında (Susun gızlar; ağa geliyor) diye bir seslendi. Birden bire insan sesleri kesilip demir ve tahta takırtısı kaldı. Tozlu karanlığın içine doğru yürüdüm: iril!, ufaklı, en küçüğü yirmi, yir mi beş yaşlarında, pembe pembe, yanaklı, sun sarı benizli işçiler, başlarındaki yemenileri aceleye yüzlerine, saçlarına Örtmeğe çalışıyorlar. Elleri, ayaklan işde- gözleri bana doğru kaydıkça korkudan büzülüyorlar. Bir tanesinin ..anında durdum: Bu en kabadayısı on iki yaşlarında, tezgâhın tahtalarına dayalı *ayakU:i-küçücük, yüzü adetâ burutflnuş bir kızdı. Konuşmak ne mümkün? Ağzını kilitlemiş, dilsiz gibi susuyor.
Halil efendi:
Konuşmaz, utaerur; dedi.
Dört dizi halinde sıralanmış, yemeninin altında bile bembeyaz tozla kaplı oldukları belli olan. dâkUk saçlı, ihtiyar bakışlı İnsanlar... Hiç birisi bana yüz vermedi. Haili efendiye kalsa:
Karınları tok sırtları pek, yabani gelmişler, yabani gidecekler...
öyle ama, karınlarının tok olduğuna pek 1-nanamadım. Ve balı boynuna İbrahim Usta, bu kızlara ne yedirdiğinizi kimse ililmez. »Sen Ustasın, fazla alusuı herhalde.. "Ama onlar?
Neyse, neme geivk benim Ben Halil efendiye acıdım. Bu kadar, tezgâh, takır da takır çalışır. Dokumalar uzanıp gider. E bunlar satılmazsa' a-dan.jr hail nice oJuı? Bu kadar İnsan para İster.
Değirmenin suyu kesilirse?
Oradan ayrıldık. Artık tren zamanı da yaklaşıyordu. Halil efendi beni istasyona kadar geçir di. Yolda konuştuğumuz hep bu mesele idi. Ona teselli. verdim: Sizi böyle bırakmazlar Elbet bir yolunu bulurlar, dedim.
öyle ya İbrahim Usta. Fabrikalar bezi ucuzlatır. Amerika hânı p^ımuk fiatına mal satmağa .kalkar da teltczgAhları düşünülmez olur mu? Bunların sahipleri İflâs mı etsinler? EJbet haıp İçindeki gilr ipliğin' de verirler, kredisini de açarlar, kooperatifimin' de kurarlar. Bezlerini d"e pahalı sattırırlar. Kuınrlu bir düzeni (kim yıkmak ister? Sen de işvllctlne müjde ver: Bu sıkıntılar geçi eldir. Hiç korkmayın, Hali! efendiyi görünsen çok selâm ettiğimi söylersin. Senden de daima mektup • beklerim. Arrn? mutlaka beklerim. Malûm ^va, şlm df işçilerle ahpap olmak moda oldu Sözlüm san.-»değil, biz şeninle kısa tren yoldaşlığında adama Icdlı «nla.ştık Baki çok selâm ederim, aziz kaide \jim İbrahim Usta.
Uh(o UJAKC8
Haftanın Hicvi
Bukalemun
III
Doğan RUŞEN AY
Duyunu umumiye koktuğu için, biz, inkilâp neslinden olan adamlar onun semtine uğramaktan iğrenir, ona «üstad» demekten utanırız. Ve işte bunun içindir kı, nerdeyse bize mürteci, ona inkılâpçı diyecekler. Zira Zatı Şerif bugün dünkü inkılâpçılarla kolkola, yanyana ve haşhaşadır..
Her devirde memleketin başına belâ kesilerek kendi başını kurtarmış olan bu adam, elbette haberiniz var ki, bugün de □aşını kurtarmış olarak geziyor. O, şimdi inkılâbın yetiştirdiği en gözde muharrir, istiklâl savaşını alkışlamış bir idealist, istiklâl savaşına katmanlardan biri, istiklâl mahkemelerini kuran zihniyetin sembolü ve Atatürkün sevmiş öldüğü «kıymetler» dendir. İnanmazsanız ümranlarına bakm
Unvanları, otomobilleri, binlikleri olduğu müddetçe memleketin selâmetinden bahsetmekte eşsiz bir idealisttir. Unvansız, otomobilsiz ve binliksiz olduğu günlerde onun, bastonları alınmış bir topal gibi y'erlerde nasıl süründüğünü, nasıl öpe cek ayak aradığım, görmüştük. O zaman ne «memleketin selâmetimi söyledi, ne de meşhur kavgacılığını (!) gösterdi. Onu a-yakta tutup bülbül gibi söyleten bastonlar, inkılâp dehâsının elile kafasında parçalandı. Derken «memleketin selâmeti» vâzia-rına yeniden başlamak için herşey tamamdı. Ve biz işte gene yıllardır bu vâzları dinlemeğe mahkûm edildik. Ama artık yağma yok. Halk kimin «bastonlarla» konuştuğunu şimdi iyice biliyor. Hangi muharririn «memleketin selâmeti» yaygarası altmda «benlik» davasında olduğunu biz halk çocukları hep biliytoruz, açıkça, elimizle komuşuz gibi biliyoruz.
İkinci cihan harbinin flitlerde, birincisinin Vilhelmi arasında bir bıyık boyu fark olduğu halde senin ilk harpte Almancı, ikincisinre Çörçiici kesilmenin hikmeti yine «baston» meselesinden gelir.
Harpten sonra hürriyet meselesini i-man ve cesaretle ortaya atanırın lekelenmesinde ön ayak oluşun bir vakitler .takınmağa. kalktığın hürriyet kahramanlığı rolünü de açığa vurdu. Böylece sen bugün, ferdî menfaat dalavereleri içinde artık bunamış,ananevi bastonlarında kendini sü-rükleye, sürükleye müzenin kapısını çalan nevi şahsına münhasır bir «ego» iskeletisin.
Müzenin kapıları da sana haşmet ve debdebeyle açılacak mı? Bak orası hiç belli değil. Bukalemım! Memlekette hürriyet havası esiyor. Ama 1908 havası değil. Bu bir başka türkü hava: halk iriliyor, görüyor Ve hüküm ve/riyor. Bu halk se ni niçin al-
Tarih d
(Aşağıdaki tarihi vakıalar doktor Rıza Nur’un Türk tarih1 eserinin 4. cildinden alınmıştır.)
Bu padişahların her birinin bir çok çocukları ve kardeşleri vardır. Padişah olmı-van şehzade ve sultanlar da sayısız çocuk vücude getirmişlerdir. Fakat mevki hırsı ile hemen, hepsini kesmişlerdir. Kuvvetliler kuvvetsizleri öldürmüşlerdir. Yani hayvan gibi olmuşlar, büyük balık küçük balığı yer gibi birbirini yemişlerdir. Çocuklar kâh doğar doğmaz veya beşikte, gâlı da politika ve entrika vaziyeti kendilerini kurtarıp hayatta bırakmış ise delikanlı ve yetişmiş iken katledilirlerdi. Bu katil ve idâm bazan, beş on şehzadeye birden tat -bik edilip katli âm suretinde yapılırdı. Çocuklar doğunca kızlar ağası ya parmakla gırtlağını sıkardı, yahut göbeğini kesme -yip bırakırlar, çocuk kan kaybederek ölürdü. Büyükler kemend ile boğulurdu. Yayının kirişile bfeğmak Türk adeti bu sülâlede ilk devrinde vardır. Meselâ Çelebi Mehmet kardeşi Musa Çelebiyi yayının kirişile boğmuştur. Bu işe birinci Murat başlamıştır. Birinci Abdülhamidin zamanına kadar yânj dört buçuk asır devam etmiştir. Ü-çüncü padişahtan başlamış, otuz birinci padişahda bitmiştir. Dördüncü Muradldan dördüncü Mustafaya kadar bu vahşilikte büyük fasıla vardır. Nihayet dördüncü Mustafa da bir şehzade kesmiş. Artık ondan. s'onra bu kötü iş görülmemiştir. Hasılı bu katillik çoğalarak gitmiş, birinci Selim. birinci Süleyman ve üçnücü Mdhmed de azamisin: bulmuş, ondan sonra azalmağa. fasılalar vermeğe başlayıp nihayet bitmiştir.
Sade»II Abdülhaımid selefine ve halefi olacak olan veli ahdin« gadretmişse de bu, katil ve idâm gibi bir cinayet olmayıp hapisten ibarettir. Yani sülalenin bitmiş olan caniliği, vahşiliği Abdiilhamidde şekli hafide bir nüks yapmıştır.
Nihayet on sekizinci padişah olan Deli İbrahim de - İbrahimden başka kifnse. kalmamış - sülâlenin nesli kesilmek tehlikesi hasıl lolmuştur.
Birinci Murad oğlu Savcı’yı, birinci Bayizit kaidesi Yakufcu öldürmüştür. Çele-
- - — — 1 —------------. ..——
kışlayacak? Meşrutiyette oıuı felâkete sürükleyenlerin sözcüsü olduğun: istiklâl mahkemesine gönderildiğin, duyunu uftıu-m iyede emperyalizmin mümessillerde -kadeh tokuşturduğun, Atatürkün nefretini kazandığın yahut bir sürü sokak serserisini hürriyetçi gazetelere saldırtmak numarasını oynadığın için mi? Eğer müzenin kapısında limon kabuğu yerine alkışla karşıla iliyorsan, benden sana haber olsun ki, bu, halkın sesi değildir.
iyor ki:
bı Mehmet kardeşi Musa ve İsa'yı öldü: müs. kardeşi Süleymarun oğlu Kasımın gözüne mil çekmiştir. İkinci Murat amcası Mustafa (Düzme Mustafa) ile kardeşi Mustafayı idâm etmiş, diğer kardeşlen Yusuf ve Mabmudura gözlerine mil çekmiştir.
Fatih masum, sabi ve memede olan kardeşi Ahmedi öldürmüştür. Hatta Fatih Şehzade ve kardeş katlini kanun haline koymuştur. Onııın kanunu diyor ki: «Her kimesniye evlâdımdan saltanat müyesser olsa evvelâ kanndaşlaşlarını nizamı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulema dâhi tecviz etmiştir.»
Yavuz genç ve yetişmiş kardeşlerini ve kardeşlerinin oğullarını toplayıp ceüa da vermiştir. Bunlar kardeşi Korkut ve Ahmet, kardeşi oğulları Mehmet. Osman. Musa, Orhan ve Emindir. Kanunî, Hiir-rem sultanın, teşvikiyle şehzade Mustafayı boğdurdu. Mustafa kahraman, şair, mühim bir adamdı. Padişahlığa lâyıktı. Boğulması da feci olmuştur. Kanunî icrru çadırına davet etti. Mustafa bi günah ve hiç bir şeyden haberi yoktu. Babasının elini öpe çekti. Yakaladılar.
«Aman baba- beni öldürüyorlar-., dedi. Kanuni aldırmadı!.. Muetafadan ba ka Muştalanan memedeki oğlu, oğlu Bayzil ile onun beş masum oğlunu öldürdü. İkinci Selim, saltanatı takipsiz bırakmak için .Şehzâde Bayaziti evlât ve ailesile beraber yok etti. Üçüncü Murat Selim hanımı beş çocuğunu Ciiluş ettiği gece boğdurdu.
Üçüncü Mehmet tam 20 kurban birden kesmiştir. On, dokuzu kardeşi, biri oğ ludvır. Bunların hepsi de birer sa'bî idiler. En büyüğü 10 yaşında idi.
Birinci Ahmede öldürecek şehzade kalmamıştı. Bir amcası varçdı. o da deli idi.
Dördüncü Murat üç. bir rivayete göre dört kardeşini öldürdü. Kesilenler Bayzit, Süleyman1 ve Kakımdır. Yalnız şehzade İbrahim kaldı. Onu da öldürecekti. Ve Osmanlı sülâlesi bitecekti. Fakat anası Kösem Sultan kurtardı.
«Gün e abone almak için, hangi sayıdan itibaren gönderilmesi arzu edildiğinin posta havale kâğıdı arkasına işaret e-dilmesini ve âbone bedelinin posta hâvâlesi olarak, mufassal adresle birlikte aşağıdaki adrese gönderilmesi icap eder:
Esat Adil, Gün: Posta kutusu: 519 -İstanbul.
t
w
Nazi zihniyetinin
Ve Alman haekı
C. G. Jung zamanın en büyük «Psych: atrenlanndandır. Kendisiyle bir çok ııokta larda muhalefet halinde bulunduğu Fre-ud'uün çalışmalarını devam ettirmektedir. 21-7-1945 ‘tarihli «Les Lettres Fransai-ses» mecmuasında neşredilen aşağıdaki mülakat nazi psikolojisini enteresan bir no'ktai nazardan tenvir etmektedir:
— Almanyanın ruhi ve ahlâki çöküşünün meydana koyduqu pıfolblenı karşısında sikoloğ’un mütalaası ne olabilir?
— Nielzsche’nin «Le pâle Criminebı -soluk benizli mütrim - isimli balbını hatırlıyor musunuz? Almanya bugün biı «Pâlecrimindbıdir. Bu gün naziler kendilerinin nazi olduklarım bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar. Ve ekseriya bunu bilmeğe muktedir olamıyorlar. Aralarında büyük bir kısmı hiç bir zaman nazi olma-» mış bulunduklarına inanmışlardır. Ruhi ve ahlâki bozulmaları o kadar tamanıdir ki. hakikî naziler yalan söylediklerinin farkında değildirler.
— Fakat büyük miktarda müstesna •ardan bahsedilebilir mi?
kül halinde 'bazı kimselerin sadece nazile-re atfetmek istedikleri cinayetlerden mes’ ul tultulması lâzım mıdır?
-— Bu, ne psikoil'oğ'un ne de siyaset adamının küçümsememesi icabeden ciddi bir meseledir. Hitlerciler ve rejimin aleyh-darlan arasında bir fark bulabilmek şayanı arzudur. Fakat maalesef kabul' etmek mecburiyetindeyiz ki. «iyi Alman» • vc «kötü Alman» tefriki safdilânedir. Hepsi şuurla veya gayri şuuti surette, aktif yahut pasif olarak Almanyada veya .Almanların işgal ettikleri yerlerde ika edilen zülüm ve vahşetlere iştirak etmişlerdir. Bütun bu olan bitenlerden hiç haberleri olmadıklarını söylüyorlar. Bu mütemadiyen tekrar e-dilen nakarattır. Hakikatte bunlardan hepsinin haberi vardı. Dalla yakınlarda müşahade altında lluttuğum iki hastam vardı; ikisi de maruf nazi aleyhtarlan İdiler. Bununla beraber hareketlerinde, iaaiiyel-lerinde hatta rüyalarında nazi psikolojisi bütün kudret ve zalimliği ile dip diri yaşıyordu.
Biliyorsunuz, feldmareşal çf-’.on Klüch ler» Polonyada işlenen cinayetler hakkında sorguya çekildiğinde «Fakat bunları yapan ordu değil partidir!» dîye bağırmıştı. Ve bu kanaat nazi aleyhtarlan kadar bizzat naziler tarafından da ileri sürülmektedir. Siyaset adamlarını meşgul eden ve daha uzun, zaman meşgul edecek olan «kollektif mes’uliyet» meselesi psikologlar için bir «vakıa»dır; ve «Therapeutrique»-in en müstacel vazifelerinden birisi bu mesuliyetin bütün Alınanlara raci olduğunu — 10 —
dia ediyor ki bu tamamiyle 1937 de Berlinde idim. Bir
(Pt. C G [Jihg ile hiı- ınölâltul)
kabul ettirmektir.
— Fakat Alman halkının bu kadar şifasız bir ruhî teşevvüşe düşmesi nasıl mümkün olmuştur?
Bu hal başka bir memlekette meydana gelebilir miydi?
— Hayır.. Harbin arefesinde Hitler Almanyası butün vicdanları zehirliyen bir yalan, riya ve cinnet atmosferi içinde yaşıyordu. Biraz evvel iyi Almanları kötülerinden ayırmanın güçlüğünü anlatıyordum. Bunun en mükemmel delili, son zamanlaı-da kendisinden çok bahsedilen pastör «Nimoeller»dir ki, bu zat kendi şahsi inançlarına sadık kalabilmiş oldukları iddia edilen Alınanlardan tipik bir misaldir. Uzun müddet nazilerin mahpusu olan bu din adamı ilk fırsatta kendisini onların hizmetine koymaktan daha iyi bir yol bulamamıştır.
Bununla beraber bu zatın hiç de olup bitenden bihaber öldüğü kabul edilemez. Kendisi, toplama kamplarında ceryan e-den şeylerden hiç haberdar olmadığını id-imkânsızdu. toplama kan-
pının ne demek ıoMuğunu ve buralard ı yahudilere ve komünistlere neler yapıldığını herkes biliyordu. Nazi zindanlarında bulunmuş olan birisi, işkenceye maruz kalan insanların feryatlarını Pasteur «Niesj-eller» in hücresinden mükemmelen işitildi-ğini bana temir. etmişti. Bu suretle Hitler Almaııyaeında yaşayan bir Alman için insan hem bir dîn adamı, hem de bir mucrim yahut mücrimlerin yardımcısı olabilir.
«Bu millî hysterie’nin en karakterisıik bir arazıdır» «Nevrose Coliectı've» sol el sağ elin yaptığından haberi »olmadığı andan itibaren başlar. O zaman hiç bir şey düşünülmez, hiç bir şey düşünmek istenilmez. Canilere hapishane kapıları açılır. Katillere ihtiyaç vardır, çünkü size muhalefet edecekleri ortadan kaldırmak icabetmekte-dir. Hristiyanlarm burada uy^ıın düşen bir sözüne göre memleket baştan başa «iblis tarafından zapt edilmiştir.»
— Eserlerinizde kötü «instinctBİerin, güçlükle zaptetebildiğimiz bu iblislerin meydana çıkmak ipin euı küçük jbir ihmal ve gevşekliğimizi gözettiklerini izah ediyorsunuz;' Bunların Almanyada her halde pek müsait bir zemin bulduklarına inanmak icabecEyor.
• Burada pr. JıZng bir dakika durduktan sonra, milletler ârası tıp "kongrelerinde sık sık işitilen kudretli sesiyle devam etli:
— Biraz geriye gidelim ve hareket noktası olarak, bizi bir nasyonal sosyalist kavganın menşejeri hususunda tenvir edc-'■'■ek küçük bir misul? ele alalım: Bir gün bir
tahlili
hasta kabul ediyorum. Kocasından en şiddetli ifadelerle şikâyet ediyor; bu adam hakikî bir iblistir, kendisine mütemadiyen işkence etmekte, daimi bir cehennem hayatı yaşatmaktadır. Hakikatte, bir iblis olduğunu iddia ettiği kocası gayet dürüst bir adam, zevcesinin akıl hastalığını endîşe ile takip eden sakin Bir burjuvadır. Bu fikıi sabit kadına nerden gelmiştir? Bu, sadece kadının kendi içinde taşıdığı «iblis»tir. Bu. kocasının üstüne yüklediği kendi arzusu, kendi şiddetidir. Akıl hastalıkları mutahas-sısı, bu gibi «perversite» halleriyle sık sık karşılaşır.
Kentlisine içinde bulunduğu hali izah ediyorum söylediklerimi derhal kabul ediyor ve bir kuzu gibi yumuşuyor. Her şey ytoiuna girmişe benziyor. Fakat beni asıl endişeye sevk eden sebepler buradadır: Bu kadının daima içinde taşıdığı «iblis» kocasının hayalinden kurtulduğu zaman, nereye sığınadıilmiştir ?
Avrupa tarihi bize buna benzer bir çok misaller vermekledir. iptidaîler için cıünya, onları korkutan iblisler ve gizli kuvvetlerle doludur. Bunlar, insanın dem-nî kuvvetlerinin ifadesinden başka bir şey olmayan, masalları severler.
Modern ilimler tabiatı bu iblislerden temizlediler; takat şeytanî kuvvetler bunun ia ortadan kalkmadılar ve insanın ruhi varlığının karanlıklarına sığındılar. İşte bu kuvvetlerdir ki, insanları medeniyetin sabırla ve müşkikit ile tanzim et'.iği manevi mecburiyetlere karşı diretir. Meselâ, san'at sahasına bakalım: Katolik memleketlerde inkişaf eden ’ «baroqne» stili, kolay bir terminolojiyle şeytanî hislerin izharı için de ğilmidir? Berrak «akıl» klâsik nizam çok sert muamelelere maruz -kahr. Mabedlerin sütunları sarsılır ve yıkılır; iblisieşmiş bir tabiatı mimariyi en küçük tezyinata kadar istilâ eder. «Luciler» banoque stilinin perisidir. Mobilyalara «Satyne» ayaklan formunu verdiren odur. Eski Cermen «dra-maturgie» sinde pek mebzul bulunan göz-bağeılara, ikinci Faust da olduğu gibi, «büyük bir haz ile vicdan azabından mahram insanları tazip ettikleri.» hayvani şekilleri ilham ettiren odur.
Burada kabul etmek lâzımdır ki, Avrupa milletleri içinde, kendi «iblis»lerine yahut kötii insiyaklarına bu kadar büyük bir zâf göstermiş plan tek millet Alman milletidir. Almanların inanılmıyacak d'ere-cede telkine elverişli olmaları bunun bir sebebidir. Onlar, büyük bir zevkle boyun eğer, itaat ederler, ve her türlü arzu ve iradelerini terk ederler. Bu boyun eqme ve itaat ruhu Almanyaının coğrafî mevkii ile izah edilebilecek bir ruhî aşağılık ile beraber gider.- Almanya dün; ta muvazenesinde
w
fena bir mevkidcdir; Şark ve garp arasında. Slavlar ve garp dünyası arasında sıkış mıştır: ve iptidai barbarlığın iltica ettiği yer burasıdır. Fransada ve lngilterede «iblisi 1er zaptetilmiş. ehlileştirilmiştir, Al-nıanyada ise kaba iradelerini enrpose edenler bu «iblis» lerdir.
Bunların iktidarı ele geçirmeleri için lâzım olan bütün şartar burada toplu olarak mevcuttu. Nazi Almanya Avrupanın butün kötü insiyaklarını süzüp kendinde toplamıştı. Burası Avrupanın iltihap noktasıydı ve bütün Avrupa sirayet tehlikesi karşısında bulunuyordu. Bu gün ihtiyar dünyamızda bu bozuk kan ve cerahat selinin izleri «Kurmaktadır.
Alman, varlığının derinliklerinde aşağılık duygusu (Complexe d’inferiorite) tarafından tazibedilmektedir. Fakat o bunu kendini öğerek gizlemeğe çalışır: her yerde, mukadderatın Alman ferdini dünyanın selâmet ve kurtuluşunu temine memur ettiği ni iddia eder; halbuki gayet iyi bilir ki bizzat kendi selâmetini teminden acizdir. Bu, gençlik çağı psikolojisinin tipik bir halidir. Bu hal «homosexualite»nin çoğalması ile olduğu gibi «figura anima»da, yani kadın tasviri.ıae tam muvaffakiyetsizlik ile de tezahür etmektedir. (Gothe bundan müs t esnadır).
Bu nevi çocuk psikolojisi «sentimenta-lite» ve samimiyet sevgisinde de tecellî eder ki bu da ancak hissizliği ve hakiki insani duyguların noksanlığını gizlemekte dir.
Biraz evvel size, kendi içindeki iblisi kocasının şahsında gören şu hastadan bahsediyordum. İşte burada mevzubahs olan aynı vakıadır: Nazi propogandasınm Huşlara karşı ileri sürdüğu bütün ithamlar, tamamiyle Almanlarda mevcut olan haller-air. Göbelsin nutukları düşmana isnat edilen Alman psikolojisinin ifadesinden başka bir şey değildir.
— Acaba Al manyaya kendi rubunu tekrar bulabilmesine yardım etmek için nasıl bir ıtedavî usulü (therapeutique) tatbik etmelidir)
— Bu günün Almanı Dr. Galigari'nin «Cesaresi gibi ayılan bir sarhoştur. Bir şey hatırlamamakta ve hatırlamak istememek tedir. Neler yapmış olduğunu bilmemekte ve bilmek istememektedir. Yegâne hissettiği şey sonsuz bir sefalelttir. Yıkılhn. çöken şey hukuki ve ahlâki bir nizam değildir; bu görülmemiş bir ruhi yıkılmadır. Umumî kin ve ithamlar önünde Alman ümitsizce kend ini mazur göstermeğe çalışacaktır. Günahlarından kurtulmasının tek yolu suçluluğunu tam olarak kabul etmesidir. Al-
nıaılya için bu gün lâzım olan ahlâk kursları değii, fakat daha ikna edici çarelerair Almanyadâkı işgal kuvvetlerinin her ne bahasına olursa olsun sakınmaları icabeden şey. Alman halkını ümitsizliğe düşürmemektir. Ruhî epidemilerin ideal bir sahası olan Nihilizm de yakın bir tehlikedir. Bu
KÖLELİĞİN DOĞUŞU
Tarihte Sosyal hayatın ilk inkişaf demirlerinde yaşamış kavimler, arasında vu-tkua gelen savaşlar esnasında ele geçirdikleri esirleri bir kısım kabilelerin öldürdükleri bir kısımlarının ise; savaş esirlerin; pldürmeyip kendi işlerinde köle olarak, çalıştırdıklarını tarihî olaylar gösteriyor.
Ayni muhitte yaşayan iki komşu kabilenin bir birine zıt şekilde ayrı hareketlerine sebep nedir?
Ekonomi politik bakımından bu se-(bebi araştıracak olursak bu iki Scsyal guruptan birinin çoban, diğerinin de çiftçi {olmalarıdır. Birinci zümrenin çoban olmaları dlolayısile ele geçirdikleri esirlerin SS kuvvetinden istifade edebilecek vasıta ve. (imkânların ^bulunmamasından oıılan .öldürtmüşlerdir. Diğer ÇİFTÇİ zümrenin ise ellerinde İSTİHSAL, VASİTALARİLE BİR L1KTE TEKNİK İMKÂNLARI bulunduğundan esirlerinin İŞ KUVVETİNİ IST1S-jMAR EDEREK faydalanırlar ve Hayatlarını bağışlayarak kendilerine Köle yaparlardı.
ı ’ *
İşte köleliğin temeli bu suretle atılmıştır. KÖLELİĞİN DOGUŞULE SOSYAL KUVVETLERİN esirlere işlerini işleterek istifade imkânlarını, serbest bırakan bir tekâmüle kadar yükselmesile (mümkündür. Burada esareti İSTİHSAL .MÜNASEBETİ olarak alırsak köleliğin (doğuşuna kadar yaş, ve cins farklarına (göre bölünmüş bir SOSYETENİN sınıflara ayrılarak SINIFLAŞTIĞINI gösterir. Çobanlıkla geçinen zümreden fazla, çiftçilikle geçinen zümrenin SINIFLAŞMA HAREKETİNE daha müsait olduğu gö-gülmüştür.
Ele aldığımız zümreden çobanların e-sirlerini öldürmeleri onlann daha zalim, katı yürekli ve kan dökücülüklerinde değil, çoban olmalarında aramalıyız.
Halbuki; bu ilk çağların çiftçileri ise İSTİHSAL SAHALARINI genişletmek i-ıçin köleliğin doğmasına amil olmuşlardır. Köleliğin temel taşını ilk çağların çiftçilerinde aramak gerektir. Bu günkü medeniyeti teşkil eden büyük katedrallerde yükselen BÜYÜK SERMAYE TRÖSTLERİNE bu ilk kurucuların bir hediyesidir. Nesilden nesile devir eidilen bu hediye bugün zincirlerini şakırdatarak medeniyeti omuz larırtda taşıyan köleler ordusunu doğurmuştu r.
M. KOLKIR
tehlike, tamamiyle yolundan çıkmış olan bu memleketle ycp yeni biı nizam kuracak siyasal, ekonomik ve sosyal tecbirler sayesinde uzaklaştırılabilir.
— Bu suretle «iblis» lerin kçğulacağı ve bunların pençesinden kurtulmuş daha iyi bir dünyanın, eskisinin harabeleri “stün-de yükseleceği tasavvur edilebilir mi?
— Hayır. İblisler yok olmamıştır. Ve bu da başka mühim birmeseledîr. Bunlar daha şimdiden başka kurbanlar aramaktadırlar. Ve bu. onlar için kolay olabilir. Onlar için kendi ölçüsünü kaybeden her insan, kendisini keyfi bir adalete havale ede.; her millet ele geçirilmesi kolay bir şikâr olur.
lstiraf edelim; biz caniyi. «Nietaz'-’he»-nin «benzi soluk mücrimini» seviyoruz ve ona dayanılmaz bir alâka gösteriyoruz. Şeytan bizi. daima kendi gözümüzdeki merteği unutarak komşunun gözünde çöp bulmağa sevketmektedir.
Kudret ibi şi tarafmdan teshir edilmek tehlikesinde bulunan muzaffer milletler de zamanında kcllektif sapıtma tehlikesine karşı tedbirli olmadıkları taktirde altına düşebilirler. Fenalık, yangın gibi, veba gibidir. Etraftaki her şey sirayet tehlikesi karşısından:.
Bugün dünyanın kurtuluş ümidi terbiye (eduLation) yolundadır. «İblis» lerin kötü insiyakların kudreti hudutsuzdur. Ve matbuat, sinema ve radyo gibi en modern telkin vasıtaları çok ,defa onların .ıizme-tindedir.
Fakat, meselâ hristiyanlık, basit bir şekilde sadece insandan insana temas ve ikna yoluyla çok kuvvetli bir düşmanın hakkından gelebilmiştir. İşte eğer iblis 1erden kurtulmak istiyorsak takibedilecek en müessir yol budur.
Pr. Jung sözlerini şöyle bitirdi: Bunlar belki tuhaf fikirlerdir. Maalesef bu benim garip talimindir ki, bizzat «iblis» lerin kurban: olanlar tarafından bu- kuvvetlerin mefvcudiyetine inandığım için çılgın addedilmekteyim. Fakat bu onların işidir. Ben biliyorum ki bu kuvvetler mevcuttur. Ve ilâve etti:
— Buchenvald kampının mevcut olduğu nasıl d(cğru ise, bu «îblisıtlerin de mevcudiyeti doğrudur. V. B.
Müessisi :
Esat Adil Müstecaplıbğlu
İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü HAŞAN TANRI KUT
Muhabere adresi P. K. 519 İstanbul
Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş.
Basıldığı yer: Stad Matbaası
- 11 —
Cahit Saffet irqat
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI
ŞİİRLER
OKUYUNUZ
___ ■ ■
C3OIN
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi
Rıfat llqaz
YARENLİK
Şiirleri
ikinci Baskı
İnkılâp ve inkılapçı partiler
Arkadaşımız Behçet Atılgan'ın bu mevzulardaki yazıları beni de harekete geçirdi ve inkılâp ile inkılâpçı parti hakkında okuduğum kitaplardan toparladığını fişleri bir gözden geçirdim, bazılarını aşağıda kaydediyorum:
0 Kitlelere nazaran tarihi kuvvet o-larak ilk muharik iktisattır. İktisadi zorluk lar, tezatlar «dang» dîye kafalara çaTpa çarpa hakikat yolunu sezdirir.
Kuvvetli ve doğru bir inkılâpçı nazariyeye dayanmak tarih üzerine tesir için ilk şarttır.
0 Kitlelere girmeyen, onlarla haşır neşir olmayan, onları birleştirmeyen inkı lâpçdaruı sözü boş ve aldatıcı bir kotluk tan ileri gidemez.
• Devrimizde durgun ve inkılâpçı, mürteci ve ileri, faşist ‘ve sosyalist devreler bir birini takib eder, bütün bu kararsızlık ve değişmeler bize dünya kapitalizminin artık eski vahdeti ile yaşayamadığını göstermektedir. Bu, hiçbir memleketin kapitalist olarak artık gı-lışemiyeceği manasına gelmez, ancak bir memleketin kapitalist olarak çok gelişmesi öteki, kapitalist ülkelerin zararına olmaktadır, sistem git gide dünya gelirini kemirmektedir.
• İnkılâpçı partiler dünyadaki durgunluk anlarında ve belle irtica anlarında teşkilâta, halkı terbiyeye, onu hakikati sezdirmeye yarar.
İnkılâpçı partiler değişme, kriz anlarında ise faal rol oynarlar, böyle anlarda karar vermek harekete geçmek gerekir, hakikati iyice görmek, ’ hareket anım yakalamak önem kazanır, çünkü inkılâpçı fırsatlar kısa sürer ve kaçırılırsalar tam aksi netice verebilirler. Fırsat kaçırmak demek hazır olmamak, o anda bütün halkı oybirliği ile sürükliyememek ve nihayet psikolojik anı kaçırmak demektir.
Teorik doğru bir temel, pratik rnübet bir halk hareketi ve disiplinli bir parti teşkilâtı inkılâpların lâzım şardarın-dandir.
• İnkılâpçı haraketlerin muvaffak olamaması fırsatların kaçırılması tarihin çarkını geriye çeviremez ancak seneler kaybettirir, harpler, sefalete, istiraba sebebiyet verir ve bazı, fırsatı kaçıran milletin tarihteki yerini kaybetmesine sebep olabilir, fakat ekonomik mecburiyetler ne de olsa yolunu bulur, gereken inkılâbı yaptırır.
• Ekonomik ve sosyal hadiseler kendileri hakkmdaki fikirleri doğurur, ancak bu fikirler bir parti şekline girip kitleleri aydınlatabilirse, kendileri de sosyal kuvvet -olurlat ve hadiselere, ekonomiye tesir e-derler.
Devrimizi, dahili ve entemasyıona! hadiselerin kaynaştığı, devrelerin süratle ‘bir birini takip ettiğibir devir olarak göz önünealmazsak. bu değişmelerin icap ettirdiği disipllinli ve fakat her yeni vaziyete intibak edebilecek inkılâpçı partiler kuramayız.
• İnkılâpçı bir parti halk kütlelerini teşkilatla ve hele hep doğruyu söylemekle kendine çeker. Resmi ağızlardan ye başka partilerden, işittiklerinin doğru çıkmayıp, küçük de olsa inkılâpçı bir partinin bütün tahminlerinin doğru olduğunu halk görürse, Halk aldatılmaz ve hakikati hep aynı tarafta görüme, işte o zaman hep birden o partiye geçer, o paTtiyi kendi partisi olarak kabuJ eder.
Yoksa «ben halkın partisiyun» demek yetmez.
• Her mesele her memleket içhı ve her zaman aynı şekilde hal olmaz, sosyal dişlektik bir düşünme aletidir bir nâs değil.
â Büflolkrasi denen afet kitlelerin kültürsüzlüğünden, ve halktan ayrı düşü nen sınıfların mevcudiyetinden doğan bir hastalıktır.
9 Her memleketteki ilerilik ve irtica dünya ileriliği ve irticasına yakından bağlıdır, bunlar birbirine tesir ederler.
• Sömürge ve yarı sömürgelerde yerli burguazinin istiklâl ve bağımsızlıktan anladığı şey, bazı enperiaiisileri, enternasyonal rakipliklerden faydalanarak, memleketten kovup rakipleri ile veya yine kendileri ile daha kârlı anlaşmalar yap maktır.
9 Geri ülkelerin yerli burjuvazileri için memlekette istismarlarına yeni imkân lar açılması ve bu aradla da ecnebi kapıtu Üstlerin kovulması hayati bir meseledir, sermayeleri yoksa işleri fabrikaları devlet yaptırırar, sonra münasip anda bu işletmelerin kendilerine geçmesini sağlamaya bakarlar.
â Yerli burjuvazilerin bu mücadelelerini yapabilmeleri için, hele sömürgelerde, halkın harakate geçmesine ihtiyaçları vardır. Halkı aldatmaya, onun tarafını tutar
*
gibi yapmaya mecburdurlar, inkilâpçı partiler bu savaşa iştirak etmelidirler, ancak, daima halka hakikati hatırlatmak, bu koalisyonun sebebini ve hududunu açıkça belirtmelidirler.
£ Yerli burjuvaziler hem ecnebileri ve devlet kontrolünü defdtmek, hem de halkın gözünün açılmasma mani olmak isterler, inkılâpçı partiler hadiselerin bu dialektiğini halkın menfaatına yöneltmelidirler.
0 Esnaf, memuT ve her türlü küçük buırjualar fakirleştikçe hem inkılâpçılık taslarlar, hem de zengin (olmak isterler, bu iki kutup arasında bulunduklarından onlardan inkılâpçı hamle beklenemez, ancak inkılâpçı partiler hele mühim anlarda, onları kendilerine ortak yapmalıdırlar.
Çünkü kurtuluş için kim hişmet ederse etsin yine sonunda bütün millet bundan faydalı çıkacaktır.
• Burjuaziler ve küçük burjuaziler sıkışık duruma düşünce sola, zenginleştikçe, rahat ettikçe sağa kayariar, bu ancak bir görünüştür.
Her nevi biı istiklâl savaşma giren halk kitlelerinin önderliğini yapan inkılâpçı partiler, burjua inkılâpları yapılırken, söyle demelidirler:
—- İnkılâbımız bir burjua haraketidir. emekçiler gözlerini açıp burjua partilerinin aldatıcı vaadlannın sahteliğini görmeli başkalarına anlatmalıdırlar, kelimelere kanmayıp ancak kendi kuvvetlerine kendi teşkilâtına, kendi birliklerine bel bağla-malıdırlar. Halk ne kadar teşkilâtlı, ne kadar hazır olursa, kendisine edilen vaad-lar o derecede güç bozulur.
9 Bir memleketin geri kalmış olması en ileri tekniği, en ileri doktrin ve fikirleri benimsemesine engel değildir. Bilâkis geri memleketler ham bir madde gibi daha kolay işletilebilirler, ive ancak en ileriye giderek kendilerini kurtarabilirler.
£ Yavaş gitmekten, her sosyal ve ekonomik kademeyi birer birer aşmaktan bahsedenleri târih geriye ve irticanın kpy-nuna atan
• (inkılâpçı Solarak haraket etmeğen
kitlelere tesir edemeyen sözde inkılâpçılar da disiplin, teşkilât ve teori boş ve menfi bir oyundur, onlarda yaşadıkları cemiyetin bütün küsurları bııhmduğindsuı başka ayarsız bir makinadaki gibi bir birine gir-meyip kendi kendini kıran bir dişli hali vardır. Rasih Nuri İLERİ

Comments (0)