Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
İnKilâpçı Disiplin
“Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım„ değil gözlerimi açarım, vazifemi yaparım!
HAFTALIK
Klâsik Cermen felsefesinin insanları makineleştirmeğe yarayan prensiplerinden yakasını kurtaramayanların akıbetleri sadece köleleşmekten ibarettir.
ESAT ADİL
i 3 Nisan 1946
Ç AR ş A M B A
I
1
Bu Sayıda:
ADtLOĞLU
Ulemayı Kiram’ımız
HAŞAN TANRIKUT
Devletin Menşei
BEHÇET ATILGAN Diaipline dair NASRİ NİHAT Bir doçentin Apolitik makalesi
RASİH NURİ İLERİ Atom ve maddecilik Dr. SCOTT - WATSON infilterede çiftçilik HEYKELCİ Yenilerin sargisi İLHAN TARUS Talebe kahvesi HELVACIOĞLU
S. S. C. B. nde yüksek öğretim
RİFAT İLGAZ Şiir AHMET FEDAİ Şiir FEHMİ YAZICI Kültür haberleri
VE
Küçük Ansiklopedi Rakamlar - gerçekler
*
SAYI
ıı
I
(neonlar, tabi! elemden İçtimaî fileme hürtiyetlaririi emniyet akında bulundurmak içini ğtJtmişlerds'. Sanılmasın ki, dağlarda tek bcşşına yaşay.'tn bir coNsn medeni bir şehirde ystşıyrm her hangi bir insandan daha hürdür. Asla hikHyeti, kendi basına bir avarelik »a -yürıTıtyn bir kaç gün çobefrı hayaiti yaştaitrdakln düşimcdlerîrim yeolışlığım onlara anlatmış o-fcjruz. ilk ^naanlsfr tnbiyet kuvvetlerinin birer kölesi idiler. Şiddetli »cğvklairln, Sıcakların, KaatahklaHn, zamatı ve mesafe engellerinin türlü tfebialt kanrtsfenrtn esirliğinden onları kurtağrmş olası büyük kahramanın adi «iNmn dit. Buram bövle olduğunu bir tek misalle de * tinktabilErâz: Tabiat kuvvetlerinden biri olan era cazibem insanilerin aytiklairsnı tonrisffn bağlıyım kalın bİr zincirdi. Balon inat elilinceve kadar kuşlar tjdeta k’MnVrdan bir balamla da-ba hür gibi «diler. Fakat bu gün o müthiş tabiat kuvVetHin köleliğinden tamamiyle kur -tülmüş buhnuyotHn.
Görülövor M insan Icemıyetkân, dolavt-■ riyM her türlü ictûnnî «avretlerin ve hamlelerin gayesi. insanlaH biraz daha hür kılmaktan inlettir. Hakikatin bir yüzü böyle olduğu halde, diğer yüziMm başka türlü olduğunu dcmiyetln, tabiat «Hacetindeki kurtardığı insanlara ydni yeni kölelikler, hazırladığım da unut-•' tnaimahyız. (
hini ve felsefimin çarkları asn-lnjvfa Kem hürriyet (htfm kölelik hesabınh işletilmiştir. Manevî. meddnî ve iîvrM hBmvetleşâmîzfrı gieUsmcBİnî değil körleştirilmesini kolaylaştı -rem Wr takım felsefe nkelâlıklariyla hâkim zvmrielerm mJıîsarci mert*W»flerlrfe! vanivert İlmi «miitaleıflarıda İçtimaî ve İktisadî kölelik beslerse besknKo bir dev kılığına sokulmuş ve bu ecd'rM «Morlarca beşeriyetin başına belâ kesilmiştir. '
Va-fife ımevNutoumı her seyfin üstünde tutmuş olan CormetV felsefo«’rdn bu erSa rmen-‘■’bfiım dnJıMrHn Beenrtîzm insanlam ve millet-hsd daha kolsfvca köleleştâtnenin onma •ermiş V" milvcndarda hneaıin: «Çözlerimi kaparim, ■vsCzifems yaparım» dedirtmemin yolunu bul -muştur. ■
R»1 kanalı gözle vazife vapmenm, van! körü köri’me itaat, körü körüne inanma düs -tısımıtfn disiplin tabiri sltıridf» hukuk kılığına (dhl sokııhmu olmanıyladn* ki. hi’rrivet İve 3e-mokCası düşmanlığı salım bir hastalık halinde lyeryüzihıü kasıp kavurmustur.
Bu felsefenin ve hukuk zelâletinin en son örneğini îtalymn faşizminde ve Alman tuyrîz -mkıdte bütün dehşetiyle görmüş bulunuyoruz.
Artık şmhrtfeârna, t—mnlıyf, cemiyet bütün felsefeciyle, bütün tümleriyle yalnız ve yalnız hüviyet İçki mevcuttur. Hürriyeti inkâr eden, bfir Bakım eğri Mğt*, «ana yollardan bizi ka-raşılıklsMa fiGrtUşmek fistiyen metodlardan ken idknizf ırtantna&yız, nrtık «Gözlerimi aharım, «Üudfert Öyle yapasım >• demesini öğrenmeli • ytz. Eğer vazifemH yaparken ^gözlerimizi açık buhmdtraraA o pahtan gördüğünüz vazifenin mahiyetini ve neye ynZadığ*n» daha iyi kavrarız. ‘ • * ?
Gatyemlz Mbtfvet bhmca, her şeyden Anice, kendi şahsi Ve mar^ervî varlığımızın hür olup ölmediğini faraştı rmahyız. Eğer kendimiz hür değilsek, hür |oLun iyonsak elimizdeki va-«stalsnn da, ün! ve felsefi kültürümüzün de hW o!maa»1% ve HoUyı«|yla. bütün bunların hürriyetin Ltfbsfibua yarar bir filet olarpk kul-lahslmsûrta imkân yoktur. Bu, tıpkı cahil bir köylünün bir trektt5r> aedılp olmasınla benzer. Köylü otatı kullertmamnı bilmedikçe bu Heri tekniğin totaftan elinde ne faydası olabilir!
'Her şeyden jünca kendi şahsi ye manevi »yarlığımızı hür lohrisntn |ne demek okluğunu sfiıiatejbslmesn Hn e^ki Yunan fevlenofUrtndan Ejictete’fn ŞU fıkrasını rüjkletmeliyim:
«Latrtmşış’tn tesehetinl hatırla! .Neron «orgu icln cnh! RZBİb kölesi göndermişti. La-termue kölenin s Hail «ine esrvap vermedi, Sadece «
— (Eğer bâr jşey söylemek İsteseydim bunu gider efeyıdfrıe sBvlerdfm. dedi.. SonfŞa artılarında «öyle bh ftatMşma oldu t
— Amel hspse sürükleneceksin:
— OrSrvp güzlerimin yaşını çeşme gibi akıtansak ma gitmem lâzım!
— (Sürgün «dflecekaia..
— Bert sMlaceğin yene n®ş« ve ümit içinde, hadimden ruemtugl olarak gitmekten Idm men 'edebilir!
— Ya zincire vuruturesin!
— Sen cincide ancak ayaklarımı bağlı-yabilirsin.
— Simdi gidip hoyrtunu kestireceğim.
— Sana demedim nü M, benim boynum kafarırtn kindeki He (besyılber ^esilmemek imtî-ytazma mâliktir!»
İşte. eSar biz Be (Lsifermu» Iraidar cesur ve hür olabilirsek rte fikir ve ne de aksyon rtf-lanmızda hürriyetfn ve demokrasinin herhangi yıkıcı bir utıeum yer tutamaz.
Artık eicıkhyabflHmt ‘ Ben bu satırları cdn •«ürüuersite müntazaHafnHunın tesir ive ilhamı altında inkılapça gençlik ve inkılapçı kütlelerle bir hasbıhale veefle ofevn diye yazmış bulunuyorum.
BASIN HÜRRİYETİ
A. Kavili Isanbul Dergisinde bu konu üzerinde yazdığı yazıda, "İngiliz Reuters, Fransız Havas, Alman Wolf haber ajanlarının 1780 yılında aralarında bir , kartel kurarak birinci dünya harbine kadar milletler arası haberlere diledikleri gibi tasarruf etmiş olduklarını ve harp-den sonra devletlerin basın hüriyetıni sağlamak için bu karteli kaldırmayi düşündükleri baldo buna güçlerinin yetmediğini ve Hava* Reuters’in aldıkları ha-1 borleri isterlerse verirler isterlerse vermezler, bu suretle dünya efkârı üzerinde diledikleri tesirleri yaparlarmış dedikten sonra bu fikri Balzac'ın bu husustaki şu mutalaasiyle teyid ediyor;
“Halk birçok gazete olduğuna inanabilir, fakat hakikaten bir tek gazete vardır. Bu gazete M. Havas tatarından idare edilir.... M. Havas’ın bir ajansı vardır; bunun iç yüzünü açığa vurmak ııe bakanların, ne muhalif gazetelerin, hasılı kimsenin işine gelmez, bebebi şu,-M. Havas dünyanın ner taralı- ile muhabere eder.... M. Havas’ın havadis, toplamak' için fazlasıyle masraf etıığmı gören Paris gazeteleri tasarruf olsun, diye ayda muayyen bir para ile M. Havas dan dış haberleri satın almağa başladılar, oöyle-ce gazeteler farkında olmadan ancak yayınlanmasına izin verdiği iıaueılerı alıyorlar. Taşra gazeteleri ue aynı şeyi yapıyorlar ve gittikçe; gazetecilik denen muazzam makine,- bir fmo köpeğinin ao-ner kebap-çevirmesi kadar basitleşiyor... “1835 de Havas’ın yabancı gazetelerden tercüme yapan bir bırosu- vardı. Ve haberlerine gazeteler gibi bankalar da abone idiler. ış gittikçe ilerledi. Havas 1835 de posta güvercinleri kullanmağa başladı. 1840 da dünyanın her. tarafında muhabirleri vardı. 1880 da Havas dahiyane bir fikirle gazetelerden, vereceği haberlere karşılık kendisine ilân koymak için birer köşe ayırmalarını istedi. Bir taraftan da ticaret ılâniarıyie uğraşan mues-seselerle anlaşın İş büyüdü, Havas''şu-' beleriyle bransaya ve dünyaya1 yayıldı, haberler için yabancı ajanslarla anlaştı. Bu suretle Fransada hükümetler Havas‘in haberlerini kontrol etmek, bunun için de Havas’a gittikçe artarak 3y milyon Franka kadar ödemek, halta; tahviller, millî mahsul propagandası gibi millî işler için Havasa baş vurmak zo. runda baldılar. Havas ayrıca ilân yoliyle
yabancı hükümetler, büyük ticarethaneler ve malî müesseseler ile de iş görüyordu.
Ve artık Fransız basınının en büyük gazeteleri haber ve ilân endişesiyle Ha-vas’ın elinde idiler. Havas bir çok gazetelerin de sermayesine ortak idi. Devleşmişti ve Dev’in yanında aynı plânda hiç bir rakip yaşamıyordu..
Fakat Dev gittikçe kötüleşti;
“Hatta ara sıra hükümetten milyonlar alan ve yabancı memleketlerde resmen Fransız prokoğandası yakmakla mükellef olan Havas ajansının kendisine ilân veren bazı müesseselerın isteğiyle hükümetin teşebbüslerini doğrudan doğruya baltalamağa kalktığı görüldü. Üstelik Havas rejime aykırılık eden gazetelere* tûriu yollardan pıra yardımında bulunuyordu. Havas’ın küçük bir haberi borsayı alt ust etmek, parlamentoyu bir hukumetıu düşmesine sebep olacak şekilde dalgalandırmak, hattâ bir kargaşalık, bir- naip çıkarmaz için kâtı gele-Diiırdr. Bu vazıyette Kim Havas’a hücum eder, kötülüklerini ortaya dökebilırdi? Fransız efkarı umumıyesmm takatini Kesen zehirlerin en Korkuuçıurından bin Havas ajansı oıuu ve çok zaman fenalık edebilmek için eıverışh mana bulabildik..
Bütün bunlardan sonra mutıarnr yazışım şöyle bir neticeye bagnyor: “Devlete karşı; basla hunyetı, y azı, söz, düşünce nurıyetı isteriz; ueyıp duruyoruz. Bu hüviyetleri devlet Kadrosu dışında tehdit eden, çoğu gizli, iktidarlar, içtı-maÇemıııyet ıçm aaUa az teulıkelı keli-midirler?-*
Hunyetm, kapitalizmin uşağı bir takım müesseselerin tehdidi altında bulunması onun Devlet tarafından takyit edil-
■■ ......
I
SÖZÜM ONA..
I Tarlama öbek, öbek
Çullanır kara kargalar..
Gagalar, gagalar Didik, didik edip
I* Altın renkli başaklarımı.. Soysuzu soysuzdur karganın, ""Nadas^ da görünmez- olur.
• Hasad» da çıkar ortaya... I.
Ahmet FEDAİ
mîş olunmasını meşrulaştırmaz. Kaldık çok kerre bu iki kuvvet birlikde çalışırlar.
Hahikaten hür memleketlerde münakaşalar o hüriyeti yıkmaz, bilakis tamamen kuvvetlendirir. Bu münakaşaların vucududurki, o hüviyete bir servet olur ve tabir caizse onun mizacının kuvvetini isbat eder. Derin bir sükûn,, bilâkis inhitatın ilk alâmetidir. Güya, anarşiye meydan vermemek tasasiyle hüriyete taaruzdan uzak olunuz.,,
Demokrat Şehir
Neşet Halil Atay İstanbul “Dergisi*, nin son sayısında Demokrat şehir adlı baş yazısında; “kolayca yapılır, meydana getirilir bir iş olduğu için değil. Cennet dünya idealini anlattığı için fikirlerini tesnir etti, dedikden sonra A-merikalıların Demokracity dedikleri bu şehri şu çizgilerle belirtiyor: “Bu şehirde uzak - yakın, yol üstünde yol dışında, kenar - orta, işçi - patron, zengin -fakir semt faikları yoktu.. “... Her evin telefonu yangın için, hırsızlık için olduğu gibi hastalık için de yardım temin edebilirdi. „
Hakikaten ideal bir şehir. Hayali bile insana rahatlık veriyor. Demokrat şehrin bu güzel dekoru ıçiııde zengin zengilığıni, fakır fakirliğini bilecek, zenginler paralarını, fakirler sefaletini bölüşecekler hırsızlar sanatlarına devam edeceklerdir. Böyle bir şenırde fakirlik bir lüks olacağı için bu defada zenginler fakirlen kiSKanacakler. Çünkü sayın yazar, “Bugün Amerikada çok zarurî ihtiyaçları içindeki kazanamayanlar müstesna, Amerikada otomobili olmak değil olmamak lükadür.. Diyor. Ama bütün bunlardan yemek içmek gibi çok zarurî ihtiyaçlarını teminini sağlayamayanlar müstesna ha!..
İdeal bir dünya cenneti I Güzel değil mi?
Müessisi :
ES A T ADİL MÜSTECAPLIOĞLU imtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü HAŞAN TANR1KUT Muhabere adresi P. K. 5/9 İstanbul
Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş. Dizildiği yer Arkadaş Matbaası Baskı : Berksoy Basımevi - İstanbul
2
Atom ve maddecilik
Atomun bir bqmlba seklinde parçalanmasının çok tuhaf tepkileri olalı. Bazı insanlar her yerde ve hele anlıyama -ılıkları meselelerde 'maddeciliğin iflasını alacıklarımdan, yine «yakaladık» deyip sevinçten çırpınmıya başladılar.
Bazıları ilim ve felsefenin inceliklerini tam olarak bilmeyip kulaktan kap -ma kelime müşabehetlerine kapılarak «idealizmin» zaferine kandılar.
İş bukadarla kalsa yine iyi, atomlan ancak mahut bomba vasıtasıyla tanıyan ve ne olduğunu pek bilmiyen halk yalan, yanlış fikirler edinmeğe başladı. Az kalsın atom kıyamet demleri gibi efsanelerle akraba çıkacaktı. (
Atom nedir, parçalanması ne demektir, gibi suallere cevap vermek niabeten kolaysa da, şimdilik ıbüyük kütleler için anlaşılması ve idraki o nislbetle güçtür.
Muazzam sayılar, acayip işaretler, garip isimler, 100.000 kilometre saniyeler, proton, nötren gibi İstılahlar, Einste-in gibi alim isimleri okuyucuyu olsa olsa şaşırtır, ona «ilim ne yüksek, ne güç bir şeymiş» dedirtir.
Bunun için işin teknik tarafına gir -mek bile istemezdim, fakat tanıdığım bazı kimseler atomu mikrop gibi bir şey sandıklarından, bazıları ise onu bir cin, bir ruh olarak tahayül ettiklerinden bu cihetten de bir iki şöz söylemek gerekiyor.
Dünyadaki her biçim madde, canlı veya cansız, katı, sulu veya hava gibi gazlı ne olursa olsun, 92 tane basit cis min karışmasından veya terkibinden mey dana gelir, bunların da en küçük zerresi-ne atlom denir: Sudaki idrojen ve oksijen atomları veya saf madenler, meselâ demir atomu, ahin atomu, gibi.
Bunları bir birlerime bağlayıp yeni cisimler elde etmek veya cisimleri boz -mak, kimyanın işidir.
İlim ilerledikçe bu atomların da daha küçük parçaların birleşmesinden meydana geldiği anlaşıldı.
Bunların miktarı ve bağlanma şekillerine göre alemimizdeki 92 basit madde doğar, her cins atom dört beşi geçmiyen bu parçalardan müteşekkildir. ,
Böylece bir atomun içindeki parçalan çoğaltmak veya azaltmakla bir taıacT-deden, başka bir maddleye geçil&ilir, hatta laboratuarlarda böyle değişmeler yapılmaktadır.
Ancak atomun çekirdeğindeki: par -çaları bağlamak için muazzam bir kuıvvet gerektiğinden atom parçalanınca o kuv -vet serbest kalır; saati işleten zenbereğin serbest bırakılınca büyük bir hızla fırla -ması bu hadiseyi anlamamıza yardim eder.
İşte yıllardır laboratuarlarda küiçük
Rasih Nuri İleri
ölçüde yapılan bu gibi değişmeler atom bombasıyla pratik, gündelik hayata gir -miş bulundu.
Bu kuvvet kimyada kullanılan, kuvvetlerden kat kat yüksektir. Şimdilik ancak «üranyom» denen ^cismin bir cinsi a-tom bombası şeklinde büyük mikyasta ve kısa zamanda parçalatılabildi
Zaten kimyada cisimleri bir birine bağlıyan kuvvetler serbest bırakılınca sıcaklık, veya enerji elde ediliyordu, şimdi ise çok daha büyük olan atomun iç enerjisi kullandmıya başlandı.
İlmin vardığı derece bu neticeyi tabii kılmıştı, ancak büyük sermaye ve nadir olan üranyom madeni lâzımdı, bu i-kinci genel savaşta Amerikalıların kâfi sermaye ile işe girişmeleri atqm araştır -malarını bir hayli hızlandırmıştır.
İşletilen üranyom madenleri büyüklük sırasıyla Sovyet Rusya, Kanada ve Çekoslovaky adadır.
Atomların boyu bakımından da bir misal vereyim, • Güneş «istemine nazaran insanlar ne ise, insanlara göre de J>ir atom o kadar küçüktür.
Bu kadarcık genel bilgi yerdikten sonra asıl meseleye gelelim.
• I
• •
Felsefede maddecilik demek, mad1 -de, enerji, elektrik gibi şeyler bizim dışımızda, haricimizde de mevcuttur, yani biz olalım olmıyalım, harici alem mev -
Denizde atom bombası
Amerikalıların Bikini atoluna biri havada, biri denizde iki atom bombası atacakları bilinmektedir.
Denizde patlatılacak bambanın tesirleri hakkında yapılan tahminleri iktibas edelim.
Bazı alimler bombanın suyu oksijenle idrojene ayıracağını ve b-indan muazzam, b'r alev hasıl olacakını ileri sürüyorlar, hattâ- denizde pek de az olsa üranyon balunduğ-undan, bazıları daha ileri giderek, zincirleme tesirlerle infilakın yayılm ısın lan korkuyorlar:
Bilinen tesirlere gelelim: 1) Nâtro.a-lar su kitlesine çarparak geri döneceklerinden infilak merkezi çok şiddetlenecektir.
2) Hararet binlerce ton suya anî olarak bahir haline getirip mıazzam bir sıcak sa ve bahar hortum ı hasıl olacak, denizde büyük bir çukur katılacaktır
cuttur demektir, her ilim bu esasa dayanır. (
İdealist felsefe ise fikirden başka bir şey yoktur, âlem, madde fikrin bir uydurmasıdır, yarattığı bir şeydir demeğe varır, dinler idealistliğin bir koludur.
Bir de «Agnostik» 1er vaıdır ki, bunlar bu iki kutuplan hiçbirini seçmek için kâfi bir sebep yioktur derler.
Yani şimdiki maataecıiik dünya vardı, sonra insanlar mey cara geloı, düşünce ve fikir insan beyninin bir mahsulü -dür, insan yaşasa da, ölse de dünya mevcuttur derler.
İdealistler ise dünya benim tasavvu -rumdur, ben olmazsam dünya yoktur demeğe varırlar.
Bu iki cereyanın arasındaki görüşler, kelime oyunlarından temizlenince ya birine veya öbürüne ithal' edilirler, veya içlerinde hem maddecilik, hem de, idealistlik, yani tenakuz olduğu meydana çıkar.
Atom bombasında bir kısım madde enerji haline girince, atom" parçalanınca bazı insanlar, kendi arzu veya menfaat -larına uyduğundan, madde yok oldu, maddecilik iflâs etti sandılar. Maddeyi ancak bir meşe cdıunu şeklinde tasavvur edebilmek ne kadar acayipsa, madde, elektrik haline girdi veya elektriki bir hadisedir deyip maddeciliğin yıkıldığını ilân etmek aynı derecede gülünçtür.
Maddi ile katiyı da aynı şekilde karıştırabiliriz, «duman oldu» gibi tabirler
(Devamı 8 inci eahifede)
ve 50 metre kadar yükseklikte bir dalga doğacaktır.
3) Su elastikî olmıdığından bütün tazyik 1500 metre saniye sür’atında yayılacaktır, böylelikle tahribat sahası ha-vadakinden 4,5 misil bulunacaktır.
4) 1203 kilometre saat süratli bir hava dalgası hasıl olacak ve 10 kilometre kadar kuturla bir mesafe kaplıyacak-tır.. Su içindeki tesir sahası 40;50 kilometredir. Bu sudaki çukurun . kutru ise 1503 metre tahm n edilmektedir.
Hasıl olan dalgana tesirini azâltmık içi.ı bir mercin atalu tacribe yer. olarak seçilm jtir, kara ile çevrili bı çakardı hem i.ıfilak nisbeten sınırlanacak-tıc ve hem de batırılan 97 kadar harp gemisi üzerinde tetkikler yapılabilecektir.
270 kilometre uzakta o'an atollar bile şimdiden tahliye ettirilmiştir.
Bu tecrübe deniz 'Stratejisini alt üst edecek bir mahiyettedir.
R.N./.
3
® Disiplin© dair ♦ ♦ ♦
HER varlık, hangi sınıf ve hangi zümreye mensup olursa olsun ken 'i bünyesine göre bir disiplin yaratmak zorundadır. Zira azalarının faaliyeti arasında bir tanzim, ve bir koor-din ısyoıı yapmamış bir teşekkül müsbet b r adım atamaz. Çünkü birisinin yaptığını öbürü bozar. Bu itibarla muayyen bir gayeye ulaşmak istiyen her teşekkül azalarını muayyen bir şekilde çalıştırır. İşte bu çalıştırın ı, o teşekküle mensup fertlerin vazifelerini idrak etme ve benimseme derecesine göre taayyün eder. Buna göre iki çeşit disiplin teessüs eder:
1 — Faşist Disiplin.
II — Halkçı Disiplin.
* ♦ ♦
I — Faşist disiplin: cebir ve şiddete dayanır, sahtedir, altnn üstü aldatması esasına dayanır, burada disiplin cezaî maddelerden kaçınmak ve nimetlerden istifade etmek esasına dayanır. Bu itibarla Faşist devlette memur terakki ve tefeyyüz için çalışır. Yoksa vata ıdaşların işlerini tedvir için değil. Faşist orduda disiplin kurşuna dizme.ve diğer cehd.t esaslarına dayanr. Faşist partide ise disiplin, yüksek memuriyet kapma ve büyük devlet taahhütlerini ele geçirme suiistimallere göz yumma gibi esaslara dayanır.
Bu itibarla, Faşist disiplin, hakim devlet iktidarında zaaf alâmetleri belirdiği an la yok olur. Alt üstünü saymaz, üstü ı altına itimadı kaimiz. Bunun en güzel misallerini İtalya'da, Romanya'da ve d.ğer Faşist ülkelerde müşahede etmiş oluyoruz.
. ♦.. .1
* * ..
11 — Halkçı disiplin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanır Buııda cebir ve şiddet yoktur, kalbidir; bu itibarla Halkçı disiplin tarih! vazifeyi başarmi hususunda işbirliği etme ve faaliyetleri koordine etme esasına dayanır. Bunun en güzel misalini yakın tarihimizde G. Antep ve Maraş şehir halkının emperyalist düşmana gösterdiği kütle müdafaasında gördük. Burada hiç bir vatandaş, bir rütbe kazanmak ve bir mükâ fat elde etmek için döğüşmemiştir; ve ne de arkasında tehdit eden bir kuvvetin zoru ile savaşma niştir, onun tarihteki i vazifesini yapmaktan başka bir gayesi i yoktu, Netekim ikinci Dünya harbinde Alman Faşist kuvvetlerinin yenilmez ol- ‘ duğu hakkında Burjuva muhitlerindeki umumî kanaat hilâfına, Sovyet vatan-
Behçet Atılgan
daşlannın Leningrat ve Stalingrad'da Halkçı bir disiplin altında, kütle müdafaasını ve kütle harbini yaparak Faşizmi ezmişlerdir. Burada disiplin Faşist ordularda olduğu gibi, cebir ve şiddet e.sasına müstenit değildi, doğrudan doğruya karşılıklı sevgi ve itimada dayan-mışdı.
Bu karşılıklı sevgi ve itimadın olabilmesi, şu iki noktanın kavranmasile mümKÜndür:
I — Fertlerin tarihî vazifelerini anlamaları ve tarihteki rollerini kavramaları (Tarihî vazife).
II — Fertlerin tarihteki inkılâpçı saflardaki yerlerini tayin edebilmeleri (Disiplin)...
Bunlardan birincisini, yani tarihî vazifeyi, idrak etmemiş bir inzaa, halkçı bir disipline tahammül ederjıız. Yani Halkçı disiplin ancak tari.aî vazifeyi idrak etmiş fertler arasında kurulabilir.
♦ ♦
I —> Tarihî vazife ııer ferdin kudrul ve sırasına göre m iddi veya manevî bir karşılık beklemeksizin fedakârlıkta bulunmasıdır. Bu tarihî vazife her ferdin sia ve ksbiliyetile taayyu.ı eder; bu.ıanj büyük ve küçüğü yoktur, her şekil vazife almık itıbarde büyüktür, mukaddestir-
Nasıl ki bir insan vücudunla her azanın kendine has bir fonksiyonu var sa ve bu uzuvlardan her hangi birinde vaki bir aksaklık bir uzviyeti çö.kertç-biliyorsa aynen sosyal bünyede de bir sıra ferdinin ihma'i bir cemiyetide çökertebilir. Meselâ: Hurilerde bir nöbetçi erin uyumasının mensup olduğu kıtanın hayatına mal olmasına sebep olduğu gibi.
II — Fertlerin tarihteki, inkılâpçı saflardaki yerlerini tayin edebilmeleri.
Fertlerin tarihî vazifesini idrakten sonra mühim olan keyfiyet inkilapçı saflardaki yerlerini doğru olarak tayin edebilmeleridir. Bu hakikaten çok mü. himdir. Zira yaşadığımız kapitalist çağda ferdî. menfaat, hodgâmhk hüküm sürmektedir, hsr ferd az veya çok bu illetle mılûl bulunmaktadır. Bu sebep-den inkilâkçı saflardı muayyen meratip silsilesi tasavvur etmekte, ve bı mera-tip silsilesinin üst basamağını işgal et-■mıkte istical edilir. Bu burjuva ve küçük burjuva hasletlerini tasfiye için:
I — Mücadele yolile iıkişaf.
II — İnkılâpçı talim ve terbiyeden
geçmek, gerekir.
Mücadele esnasında herkes kendisinin ve etrafının kudred ve kabiliyetini görmekte ve disiplinsiz, anarşik çalışmanın doğurduğu feci neticeleri müşahede etmekte, kendisinin ve etrafının ayrıca inkılâpçı saflardaki mevkiini, sırasını, kudret ve kabiliyetini anlamaktadır.
Inkilâpçı talim ve terbiye ile de; tarihteki disiplin şeklini ve kapitalist cemiyetten aldığı kötü itiyatların sınıfî birer artık olduğunu anlamış olacaktır-İşte disiplin bu şekilde kurulur ve inkişaf eder.
* » *
Inkilâpçt saflarda disiplinin bozuluşu : İnkılâpçı saflarda hakikî bir disiplinin olması zarurî ise de, inkılâpçı saflan bir tek İçtimaî zümreden gelen unsurlar teşkil etmediği için, müdür zümrenin zaafları halinde, inkılâpçı zümreyi teşkil eden bu muhtelif asıldan gelenler eski sınıfı artıklarına göre bir temayül gösterek ayrılıklar göstermeye başlarlar.
İçtimaî safları teşkil edenler aşağıdaki içtimıl zümrelerden, objektif olarak gelirler ;
I — Burjuvazi tarafından tasfiye edilmiş ve binnetice burjuvaya düşman olan aristokrasi artıklan.
II — Büyük burjuvazinin rekabeti karşısında ezilen orta ve küçük burjuvazi.
III — Ginsi hislerinin tatmini için geniş bir kurtizan hürriyeti isteyen salon mensublan.
IV — Tek ve hakikî inkılâpçı zümreyi teşkil tden köylü ve emekçiler.
Bu hakikî inkılapçı sınıf yani köylü ve emekçiler, hakikî disiplini kurabilmeleri için inkılâpta en faal, en şuurlu, en bilgili ve şahsî menf astları hususunda-da en fazla fedakârlık yapanlardan olmaları lâzımdır. Emekçi ve köylüler ancak bu suretle bir disiplin yaratabilirler, ve inkılâbı yürütcbilmeleri için, şu veya bu suretle safia'ina karışan hizipçileri, bozguncuları ila.», bir safra olarak sinelerinden atmık mecburiyetindedirler. In-kilapçı saflar, hiç bir suretle aralarında muhalefet ve hiziplerin teşekkülüne müsaade edemezler. Fakat bu hiç bir zaman inkilâpçı saflarda demokrasinin yer ^almayışını istemek değildir. Inkilâpçı parti, saflarında murakabe ve tenkidi, en geniş mınada yaşatan bir merkeziyetçi demokrasidir.
4
İNGİLTEREDE ÇİFÇÎLİK
Ingiltereyi ziyaret edenlerin ekserisi memleketin kır taraflarının güzelliğinin tesiri altında kalmışlardır. Fakat tarımsal İngiltere aynı zamanda kifayetli bİT yiyecek fabrikasıdır. Filhakika İngiltere saatte insan başına Avrupadaki diğer her 'hangi bir memleketten daha çok fazla yiyecek verimine mâliktir.
'Her ne kadar İngiltere yüksek derecede sanayileşmişse de, çiftçilik mermle -ketin başlıca sanayii olarak kalmıştır. Takriben bir milyon kimse çiftçilikle geçinir. Bunlardan hiç olmazsa 300.000 kişisi patron çiftçidir. Geri kalan 600,000 kişi ise gündelikçidir. İngiliz çiftçiliği çok çeşitli olup serlerde yetiştirilen kış çiçek lerinin istihsalinden tutunda dağlarda yarı yabanî koyun sürülerinin beslenmesine varıncaya kadar muhtelif işlemeleri ihtiva eder. Savaştan evvel İngiliz çiftçileri gelirlerinin yüzde 70 ini et. süt, yumurta ve diğer hayvan ürünlerinden ve yalnız yüzde 30 unu buğday ve patates gibi yiyecek mahsullerinden elde etmekte idiler.
İnsan geçen senelere bakacak ohiT -sa, asri bilginin ve makine senayiinin yiyecek yetiştirme işine tesir etmesine başlamadan evvel Ingiliz çiftçilerinin ne kadar tecrübe sahibi olmuş olduklarını görmekle mütemadiyen hayrette kalmaktadır. Meselâ. Ingılteıede mahsullerin az olmasının en adî sebeplerimden birisi ki reçin kifayetsizliğidir. Toprağı kireçle -mek adeti 2.000 seneden beri devam fide gelmektedir. Keza aSrî kimyager asri toprağın fosfat tutarın tahmin edebildiği gibi asri çiftçiye ne kadar süperfosfat kullanacağını ida söyliyebilir...... Fakat
İngiliz çiftçisi, kimyagerlerin fosfatın e-saslı bir nebat gıdası olduğuna ilk defa işaret ettiklerinden evvel, kemiklerin bir gübre olarak kıymetini keşfetmişti.
Şimdi de ziraî lngilterenin İçtimaî bünyesine dair bir kaç söz söyliyelim: 50 sene evvel Ingilterede hususî mahiyeti haiz olan bir ç?ok çiftliklere ayrılmış büyük topraklar vardı ki, bunlardan yalnız bir -tanesi kiralanırdı; yalnız ana-çiftlik 'bizzat sahibi tarafından işlenirdi. Bundan da maksad kiracılarına bir örnek olmaktı. Böylelikle çiftlik halkının ekseriyeti 3 sınıfa ayrıldı; 1 - büyük topralç sahipleri ki bunlar küçük ölçüde çiftçilerdi, 2 - kiracılar; 3 - gündelikçiler; bir kiracı nın toprak sahibi olması veyahut bı -gündelikçinin bir çiftçi olması enderdi.
Son nesil zarfında ahval muayyen ölçüde değişti. Ağır vergi sistemi, bilhassa veraset veıgisi, eski büyük topraklardan çoğunun dağılmasını mucip oldu. Bazı kimseler evvelce kira ile işledikleri çiftlikleri satın aldılar ki. bu da usulen işgal etmekte oldukları topraklarda ka-
Profesör SCOTT - W ATSON lamıyacaklarındam cüolayı idi. Çiftlikler -de çalışanlara müstakil birer çiftçi ola -bilmek fırsatını vermek maksadiyla vilâyet meclisleriyle amme grupları epeyce büyük sayıda küçük topraklar vücuda getirdiler. Fakat İngiliz çiftçisinin toprak sahibi olmak gibi eski gayesi elan baki -dir. Sürdükleri toprağa sahip olmak is -tiyen kiracı - çiftçilerin sayısı pek azdır. Şayet bir çiftçi çok çalışır ve para arttıracak olursa zaten kira altında sürdüğü tarlayı almakdansa daha başka toprak kiralamayı tercih eder. Bunun sebebi ker> dişinin tasarruf emniyetine sahip olması ve hakem marifetiyle mâkul bir toprak kirasının tespit edilmesi ve işgalindeki -toprakta husule getirdiği her hangi bir ıslahat dolayısiyla tazminata hak kazanmasıdır. Bu suretle, sermayesini çiftlik binalarına ve toprağa bağlamak zarureti olmaksızın tasarruftan doğan her türlü faydelere bilfiil maliktir.
Ingiliz çiftçilerinin bir Millî Çiftçiler birliği vardır; çiftliklerde çalışanların çoğu iki işçiler birliğinden bir veya diğerine mensupturlar; ve toprak sahiplerinden bir çoğu da Merkez Toprak sahip -leri Cemiyetine mensupturlar. Bu üç grup kurıtmundan edinilen faydeler çok-Giineş enerjisi
ÜNEŞ enerjisini zaptedip kullan-
*mak insanlığın en eski rüyalarm-dandır. Adeseleıle Arşimedin düşman fi loşunu ateşe verdiğini tarih nakleder, zamanımızda ise pertavsızlarla kâğıt parçaları yakan çocuklar çoktur.
Güneş enerjisini zaptetmeğe başlıca iki engel vardır. Biri kâfi derecede büyük adeseler yapmanın teknik zorluğudur. İkincisi güneşin her yerde ve her saatla her mevsimde ayra derecede parlamaması coğrafî keyfiyetidir.
Bu ikinci genel savaşta Almanlar Al-rikada önemli tecrübeler yaptılar.
Bir sürü ayna ve adeselerden müteşekkil makinelerle kızgın çöl güneşini zaptetmek yolunda yapılan bu tecrübeler çöllerin ihyası bakımından çok mühimdir, fakat ne de olsa harpten dolayı bir tecrübeden ileri gidilememişti.
Güneş enerjisini ilk defa olarak endüstride kullanmak Sovyetier birliğine nasip olmuştur. Son gelen haberlere göre Özbekistan cumhuriyetinin Samerkant şehrinde güneş hararetinin işlettiği ilk fabrika inşa edilmiştir.
Dokuz metre kutrunda biı* aynanın topladığı güneş şuaları ile sıı ısıtılmakta ve elde edilen buhar ile de fabrika işletmekte imiş.
Teknik cihetten imkân dahiline girip beklenmekte olan bu keşif atom enerjisinin kullanılması ile birlikte dünyada pek çok şey değiştirecektir,
tur. Meselâ, gündeliklerin tanzimi, çalışma saatlerinin, tâtillerin tespiti ve saire gibi gayet önemli mesele vardır. Her bir vilâyette bir Tarım Gündelikler Heyeti vardır ki, bu heyette patronlarla işçiler ve müstakil âzalardan küçük bir kısmı iki taıafın anlaşmazlığı halinde denk vermek ve kararlar ithaz etmek üzere toplanırlar.
Diğer sanayideki ücretli işçiler gibi, çiftlik işçilerinin nizamî çabşrfla saatleri olup, diğerleri gibi hastalığa, işsizliğe ve ihtiyarlığa karşı sigortalıdırlar.
Şimdi emsallerini vasıflandıracak bir İngiliz çiftliğini tarif etmeme müsaade buyurunuz. Benim tanıdığım bu çiftlik Londranın 80 kilometre kadar batısın -da Thames nehiri yakasında kâindir. Köyde bulunan çiftlik binası 16 inci yüz yılda yapılmış olup cl’ân rahat vc hoş bir yerdir. Diğer taraftan işçilerin oturdukları evler yalnız 50 seneliktir. Zira damı sazlarla kaplanmış, loş, iki odalı eski meskenlerin yorine şimdi asri helâ banyoları ve elektriği olan modern 4 odalı evler inşa olunmuştur. Köyde birkaç çiftlik binası, bir çok işçi meskeni, .bir kilise, bir okul, bir toplantı salo -rru, bir kooperatif mağazası yarı birahanesi, Jbir kaç küçük dükkânla bir de büyük mâlikhâne vardır.
Bugün çiftliklerin en büyüğü 200 hektardan bir az fazladır. Burada hububat ve köklü mahsûller yetiştiği gibi sığır ve domuz beslenir. Tarlalar, hiç ata lüzum kalmaksızın, 3 traktörle sürülür. Baş lıca mahsulü teşkil eden buğday asri bir kombinanın hasat makinesiyle biçilir, ve lüzumu halinde depo edilmeden veyahut satılmadan evvel sun’î olarak Em utulur. Diğer büyük bir makine başak ve samanları toplar ve‘balyeler halinde demetler. Çiftlikte 6 adam tekmil işi görürler. Bu makineleşme derecesi istisna teşkil eder, fakat her yerde makine kuvvetinden istifade gittikçe artmaktadır. Şimdi İngiliz çiftliklerinde 150,000 den fazla t-ak tör çalışmaktadır ki, bu kadar yiik-rk ma kine kudretinin toplanışına dünyanı:, hiç bir memleketinde rast gelinmez.
Çiftliklerde çalışan işçiler haftada 50 saatlik çalışma neticesi vasati c.'a-ak 4. Ingiliz lirası alırlar ve bir az da para arttırabilirler. Bunlar ve aileleri old-. k -ça bir cemiyet hayatına da mâli! ti. ler. Eşleri için kadınlar enstitüsü olup burada sahnede rol oynamaktan tutun-’ı ye mek; pişirmeğe kada'r her şeyi yaralar; çocuklara mahsus Genç Çiftçiler Klitbü vardır; adamlar da ekseriya Cumartesi geceleri lolmak üzere yarı birahane yarı kuılübümsü yerlerde buluşup c.rad-a mahsûl ve sığırdan tutun da beynelrr’lrl işlere varıncaya kadar hçr şeyi gör’işür-lot,
5
Yenilerin R
Ulemayi kiram’ımız!
ONLAR, gökte yıldız ararken yerdeki çukura düşenlerdir. O' rucu başkalarına tutturup sevabını kendileri kazanmak istiyenler yine onlar-dır.
İşte onlardır ki, Fatih’in topları İstanbul surlarını delik deşik ederken “mavi* beyaz,, kavgasına tutuştular. İne bahtı körfezinde OsmanlI kadırgaları çıra gibi yanarken Ayasofya ve Süleymaniye kürsülerinden lâfugüzaf savurdular, çöllerin ve çökmüş medeniyetlerin iskolastizmini paylaşamayıp kavgalar ettiler.
Yine işte onlardır ki, açların ve kölelerin kurtuluş bayrağını taşıyanlara *teori„ ierle ateş açtılar, gâvura kızıp oruç bozdular. Denizlerin* ortasında dağ gibi dalgalarla boğuşup kemikleri kıyılara ileuenler gerçi onlar değildi. Ama onlar bir bardak suda fırtına koparmasını bildiler.
Ey kavga saflarının temiz yürekli savaşçıları, siz yarını yaklaştırmakta devam edin 1 Onların tempoları, sizin koşar adımlarınıza hiç bir zaman uy-mıyacaktır. Karanlık köşeler peşinizde sıralandıkça onların ukalalığı artacaktır. Bunu önceden bilin ki, gayretleriniz gevşemesin 1
Alın terlerinizin sulayacağı 'topraklardan yeni yeni ümitler ve zaferler fışkıracak, saçlarınızı dalgalandıran rüzgârlar sizlere yarının hürriyet ve refah bahçelerinden taze sünbül kokuları getirecektir.
Ustalarımız bize lâzım olan gerçekleri öylesine açıklamışlardır ki onların gözleri bu derece üryanlığa dayanıklı değildir. İşte bu yüzdendir ki, gerçekliğin keskin ışığından kaçıp, per de gerisi işler görürler.
Her aksiyon bir ateşten gömlek ve her suç bir demirden leblebidir. Ateşten gömlek taşıyamıyanın, demirden leblebiyi nasıl çiğneyebileceğim bir düşünün- Halbuki onlar, arabın yüzünü görmeden, Şamin şekerini tanımak isterler.
Siz, onlara aldırmayın. Ulemalık kuyusunun dibi derin, suyu gerindir ama, kovaları dipsizdir. Boşuna vakit harcamayın. Kafanızın susuzluğunu göllerinizin pmarile giderin. Opmar-ların coşkun suları sizlere yeterde artar bile..
Ulemamıza ukalalık, sizlerede da-yanıklık gerek. Çünkü bizim yolumuz* dan yana yana geçilir, döne döne değil dostlarım 1 Adtloğlu
Bizde resim sanatının başlangıcından «D» gurubunun xıx asır »onu xx asır başındlaki Fransız resim anlayışını ortaya koyuşuna kadar geçen zaman da yetişen ressamların sanatla sosyal hayat arasındaki münasebeti aramadıkla -rını görürüz. Halbuki bugün, insanların Dünya görüşünde ortaya çıkan değişik -lik yeni yetişen san'atkârlarm kafalarına balyozla yerleşmiştir.
«Yeniler» gurubu ressamları son günlerde açtıkları sergiyle karşımıza bu yeni zihniyetle çıkmışlardır. Onları, iri meyvalı natürmortlar, gözleri kamaştıran manzaralar yapmakla kalmamışlar; hat -ta insansız, yıkık bir bağ evini iyi sıra -lanmış renk ve çizgiler arasında göstermeğe kalkmamışlardır. Bu gençleı, ren -gi, çizgiyi ve hacmi yaşadıkları muhitin insanlarının emrine vermişlerdir. Bu sergi sanatın idealojisi olamaz diyenlere, müspet sosyal bir fikre sahip olmayan sanatkâr ölmeğe mahkumdur diye cevap veriyor.
Anlattığımız sebeplerden ötürü «Yeniler» bocalan olan «D» gurubu ressamları gibi kuru bir san'atla ortaya çıkmadılar. Sergiye girer girmez yeni bir san’at anlayışı karşısında olduğumuzu kolayca seziyoruz. Sergiyi gezenler her resimin önünde durdukça bu anlayışın doğrulu -ğuna biraz daha fazla inanıyorlar.
Şimdiye kadar sergi hakkında fikrimizi söyledik; biraz da .şahıslar ve eser -ler üzerinde konuşalım. San’atkârlarm kendisini daima saygıyla anacaklatı İsmail Oygar'm resimli galerisinde teşhir edilen resimleri gravürler ve yağlı boyalar diye iki gurup halimde gözden geçire -lim.
Gravür sanatı yalnız, desen ve siyah beyaz ahengine dayandığı için boya sanatından daha gösterişsizdir. Fakat, Fer -ruh Başağa ve bilhassa Fethi Karabaşın gravürleri sergideki resimlerini en değerlileridir. Gravürler bu yükselişin esaslı bir kısmını muhtevalarının Icuvvetind'en olmaktadır. Meselâ Fethi elindeki kuv -vetli desen sayesinde etsaıfına söylemekte zorluk çektiği Kerşeyi resitfıl'eriyle kolayca anlatabiliyor. Fethinin resimden vetli desen sayesinde etrafına söylemek onun, siyah - beyaz ı ne kadar iyi kul -laddığına dikkatlerini çekmek yeter, pe sen bakımından da Fethi kendinden sc r.elerce evvel yetişenlerden bile geri de ğıjdir. .
Forruh Başağa, ise,! gravür! san'atın ■ deki kudretini, resimden hiç anlamıyan-lara bile kolayca kabul ettirebiliyor. Yal-nız o, birazda karakterinin icabı olarak fikri bakımından arkadaşlarından yavaş yürüyor gibi görünüyor.
Sergideki yağlıboyalara gelince:
Galeriye girer girmez yerin darlığından bir sehpa üzerinde teşhir edilen Fu-
----- Yazan :
Bugün, insanların Dünya gârüfür.de rtn kafalarına balyozla yerleşmiştir. Gen\ insanlarının mirine vermişlerdir. Bu sn sosııal bir fikre rahip almayan scratk âr
at İzcrin paysage lyla karşılaşıyoruz. Bu eserde «Tabiatta 'bir renk ihtilâli» göz -terimizi ve kafamızı hayli oyalıyor. Fua-tın diğeT tabiolaımda da geniş bir renk zevki kendini gösteriyor. Bilhassa «Pencere» ve iki natürmortu «Yenilerin» 20 senelik «D» gurubuyla renk bakımından bile başabaş yürüdüğünü gösteriyor. Fuat bu büyük imtihanı muvaffakiyetle vermiştir. Ressamın saydığımız »resimleri arasında karşımıza birdenbire çok ağır başlı ve her bakımdan daha olgun biı tuvali çıkıyor: »Ağ ören Balıkçı». Bu resim serginin .en güzel resimlerinden biridir.
Avnt Aıfe«şın manzaralarında azda
FETHl KARAKAŞ'IN
olsa gözü yoran taraflara raslıyoruz. Buna rağmen o, tabiatı bütün ağırlığiyla bi ze'verebiliyor. Manzaraları içinde «Sokak» yolunu bulmuş -olgun olgun bir sanatkârın karşısında olduklarını seyirci -lere anlatabiliyor. Avninin en güzel re -simlerinden biri de şüphesiz «Okuyan Kadın» tablosudur.
Bu resim. ışığı - gölgesi, deseni ve nihayet rengiyle bütün sergiyi gezenlerin takdirini kazandı. Avninin göze pek çarp-mıyan fakat sergideki en güzel resmi
îsim Sergisi
efâtfÜlMdC Aitti
EYKELCİ ---------------------------
eya çıkan derişiklik yeni yetiden tan’alkârla-, rengi, çizgiyi ve hacmi yaşadıkları muhitin scnatın ideolojisi olemaz diyenlere, müspet ıcğc mahkumdur diye cevap veriyor.
fayla çok. elle az çalışılmış bir resim. Avnide kusur bulmak istiyenlerc «Balıkçı» tablosunu akıllarına getirmeleıini tav siye ederim. O zaman düşüncelerinden kolayca vaz geçeceklerdir.
Turgut Atalay «Kız Portresiyle» ser gide hususi bir yer almıştır. Bu usta ressamdan daha çok şeyler beklemekteyiz.
Nuri İyem bu seııgide de arkadaşlarından biraz daha çok kendini bulmuş olduğunu ispat ©diyor. Az renkle çok renkli resim yapmak onun en büyük hüneridir. Koyduğu rer«i adeta yerine mıhlıyor. Böyle kuvvetli bir renk anla -ytşl içinde desen de aynı kuvvette görülüyor. Nihayet herşey bütün plastik, ağır-
Yeniler sergisindeki güzel bir gravürü
lığıyla karşımıza konuyor. Nurinin resim lerinde Grinin büyiik- rolü1 her zaıısan olduğu gibi gene kolayca görülüyor. O, adeta bir gri musikisi yapmakla meşgul. Nuri, kadın portresi, alt'alta sıralanmış manzaraları ve nihayet Kar Manzara sıyla en aç gözlü sanat sever seyircileri bile kolayca doyurabiliyor. Bilhassa portreye bakan ressam arkadaşları bile tha -cim meselesinin nekadar güzel halledil diğini hayretle görüyorlar. İskemleli na-turmorte ta ise renk ve desen riyazi ka-
«Kayıkçın dır. Az renk kullanarak, katiyetle thalledilmiş-tir.
Bütün bu anlattıklarımızla besaber iyemi muhteva bakımından birkaç sene evvelki resimlerinden hayli geri gördük. Buna rağmen tonun natürmorte undaki ülkemle Ve masa; halkın iskemlesi hal -km masası, yani hepimizin malıdır. Bıktık artık renkli şallı, vazolu, iri moyvalı natürmorte lardan. Artık başkalarının resimlerini seyretmekten bıkmışız; ken -drmize ait resim arıyoruz.
Ferruh 'Başağa’nrn boyaları içinde «Çocuk portresi» ve «Natürmorte» u her çeşit seyirciyi tatmin edecek mahiyettedir.
Fethi Karakaşın boyaları da arka -daşlatınınkilerden aşağı kalmıyor. «İskeledeki Gemi» tablosunda diğer renklerin kırmızı etrafındaki sıralanışı kadar yükleme amelesinin tende bize tesir ediy.br. Fethinin resimleri arasında «Balo» da güzeldir. Bu resimde sefabattan tiksin • me renk ve çizgi lisaniyla nekadar samimi anlatılıyor.
Mümtaz Yenere gelince: Daima saygıyla anılacak ressama, cemiyeti köleliğe sürükliyen sanat anlayışının Babıâli'nin küflü köşelerine saklanmış olanları saygısızca saldırdılar. İnsanı körle'.ici sanat fikrinin artık sonu geldiğini gören zavallıların kendi yazdıklarına bile inanma -dıkları bizce malûmdur. Fakat onlar cemiyeti geriye götürmekte kendileri için hâlâ fayda görüyorlar. Hücum ettikleri sanatkâr günün 12 saatini tesfiye tezgâ ■hı başında terliyerek aile geçindirdikten sonra kör bir lâmbanın altında saatlaTca resim yapmaktadır. Buna rağmen onu. hiç bir zaman arkadaşlarından geri görmedik. Çüpkü, mcdelsiz ve aynı şartlar altında, diğer arkadaşları d‘a otun kadar hatalar yaparlar. Mümtaza hücum edenlere darsak «Konuşan İşçiler» veya banker size birşey anlatmıyor mu? Onların tabii cevaplan «Hayır» olacaktır.
«Konuşan İşçileri» sergiyi gezen her insan dinliyor ve anlıyor. Onu ölmüş de virlerin insanları anlıyamaz; Mümtaz 1946 insanlarıyla ve daha sonra geleceklerle konuşuyor. Biz Mümtazın ne kadar kuvvetli bir desene sahip olduğunu biliyoruz. Renk anlayışı de deseninden aşağı kalmıyor. Yalnız kompozisyonda ufak tefek hatalara düşüyor. Bu ek -siklikleri kendisinin de gördüğünü biliyoruz. Muhitini bize kolayca yaşatan Miim taz Yenen tebrik ederiz.
Haşmet Akal ve Nejat Devrim" ı sergide göremeyince gözlerimizde epey bir boşluk kaldı.
Yenileri saygıyla selâmlar daha büyük muvaffakiyetler dileriz.
Bııkakınıın ‘
Devirler, idareler, zihniyetler, politikalar değişir, sözünü edeceğim adam ayaktadır. Sultan var, halife t ar, sonra meşrutiyet gelir, arkadan istiklâl harbi çıkar sözünü edeceğim adam yine ayaktadır. istiklal harbi biter cumhuriyet kurulur, istiklâl mahkemeleri sultanın yardakçılarını, vatan hainlerini şeriat ahmaklarını birer birer ipe Çeker, hapse atar. Sözünü edeceğim adam ayni mahkemelerden yine ayakda kalarak geçer.. Büyükler büyüğü Atatürk’ün her kim için “Inkilâba zararlıdır, demişse sözü mutlaka doğrıt çıkmıştır.
Zaman olur hüriyetin, sırası gelir irti-faın bayraktan kesilin bu idi baston yokmuşun intibak kabiliyetini bilivojolo ji âlimlerini şaşırtse sezadır. Zekânın alâmeti olarak "kendini kurtarma,, ölçüsü kullanıldıkça devirler arası bu kala-mon alkış tufanlarına boğulacaktır.
Türkiyeyi felâketten felâkete sürükleyen enür sergerdesin “deha,, diyerek ağız oun şahsında kendi pıihracından bir şeyler bulmuştur. Onun yaptıklarını siyaset ve kültür sahasında yıllardır tamamlamaya çalışan; şahsî menfaatin ebedî kölesi reciye Ve ahlak n al.kemesinin kürek mahkumu ve ink lâp nesillerinin yüz karasıdır ol
Cumhuriyetin kendilerine emanet edildiği irkjlâpçı dehânın çocukları, İstiklâl mahkemesine götürülı n bu adamın kendi namlarına söz söylediğini gördüler! onu sürenlerin ayaklarını cpdüğünü gö-düler ve yazıklar olsun ki bir taraftan seciyenin timsali Akifi alkışlarken bir taı aftan da seciyesizliğin timsalini alkışladılar!
Meşrutiyet onun ceplerini tıkabas dol-durd ğu; ilk cil an harbinde halk süpürge tohumu yerken o siyah havyar yinesi k bir saatlik eğlence için gemiler kal-dırabüdiği için hüriyetin müdafii, zırhlı şuvalycsi kesildi. İstiklâl harbi or.u m.ahküm edince zc ria susduruldu fakat çok geçmeden cnıı istiklâl harbinin ve cumhuriyetin başlarından biri imiş gibi konuşur gördük!
İnkılâp Mehmet Akilin dünva görüşünü gömdü ama hiç kimse Akif seci yesiz. demedi. İnkılâp bu devirler arası buka'en.onun devrini de gömdü; o devli aklnve atdâjun bütün kanun!ari!e mahkûm etti fakat o devri yapan beş on kişiden biri her yerde inkılâbın en -salahiyetlisi olarak söyler ve yazar!
Bu işin hikmetini kimden sormalı? birbirlerinin taban tabana zıddı olan devirler gelir. geçer fakat o her devirde ayakda. her dev:rde ön safda ve her devirde elebaşıdır.. Yoksa istibdat, meşrutiyet ve cumhuriyet devir midir? Böyle ya o adam tenakuslar içinde yıkılmış olmalıydı vejahud üçün bir olduğu (vahdetle kesret felsefesile) isbat edilmelidir. DOĞAN RUŞEN AY
S. S. C. B. Yüksek öğretimi
S.S.C.B.'nde yüksek eğitim sade ka-r.unca değil, tatbikatta dia her vatandaşa açıktır, erişilir bir durumdadır.
İhtilâlden önceki Rusyada yüksek okullar umumiyetle Moskova ve Peters-burg gibi bir kaç büyük merkezde toplanmış bulunuyordu, geri kalanlar ise mer -kezden uzaklaştıkça azalıyorlardı. Şimdi müstakil Sovyet Cumhuriyeti olan bir çok bölgecJe ve 'ekseriyetle Türk Cum -hurîyetlerinde tek bir yüksek c'kul yoktu Sovyetler devrinde her Cumhuriyet kendi idari, İktisadî ve 'kültür teşkilâtının her sahasına gereken uzm,an kadrolarını devamlıca sağlıyacak olan yerli ve öz her türlü yüksek eğitim müesseselerini geliştirmiştir.
1917 de Çar Rusyasmda ancak 91 yüksek eğitim müessesesi vardı, 1940’ da ise 750 tane bulunup öğrencileri 620. 000’ e yani eskirinin 5,5 misline varmıştı. 1917’ de 16 şehirde yüksek okul var-dl Ve bunlann 75’i Moskclva ve Potors-burgda idi. 1940’ da ise yüksek eğitim 156 meTkeze yayılmış bulunuyor.
1939 - 40 ders yılında yüksek eği tim S. S. C. B.” nin Cumhuriyetleri ara -
sında. aşağrda görüldüğü üzere bölün- öğrenci sayısı .000’er)
mekte idi : ek ıl >■ d
Scıvyet öumhu- j Yüks
riryetinfri ismi oh
i sayu
1 - Rusya Federatif S, 470 399,9 .
S. Cumhuriyeti. 2 - Ükranya S. S. C. 148 126,6
3 - Beyaz Rus S. S. C. , 22 15,4 .
4 - Azerbaycan S. S. C. 14 12,5 .
5 - Gürcistan S. S. C. ( 21 22,7 .
6 - Ermenistan S. S. C. 9 7.4 .
7 - Türkmenistan, S. S. C. 6 2,6 .
8 - Özbekistan S .S. C. 22 19,9 .
9 - Tacikistan S. S. Ca , 7 2,2 .
10 - Kazakistan S. S. C. 19 8,4 .
1 1 - Kırgızistan S. S. C. 5 2,0 .
Yukarıda ismi geçen Cumhuriyetlerden Beyaz Rusya, Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan, Cumhur i -yellerinde Sovyet idaresinden önce yük -sek eğitim namına bir Şey yoktu. Sovyet lerrie yüksek eğitim sadece yüksek uz -maniana yetiştiği merkezler olmayıp aynı zamanda milli kültürün, kaynağıdır. 1 der S. S. C huriyette Millî Eğitim ve onun bir ' olan Yüksek öğretim bütün a derin bağlan olan. Sovyet aydın -iarını devamlıca yetiştirme^ . ödevini ü zerine almıştır. Çarlık Ruıyas'nda hürriyetsizliğe ve zülmc karşı koyan ve ileri bir ilmi görüşün ocakları halinde gelişen üniversitelerin ileri görüşlülük ananeleri Sovyetlerde de olduğu gibi devam edip gelişmektedir, yüksek eğitim sadece bir öğrenme yeri 'olmayıp aynı zamanda bir
ilmi araştırma merkezidir, eskiden beri devam etmekte olan bu müsbet gelenekler Sovyet rejiminde son derecede inki -şaf etmiş bulunuyor.
1940 savaşında naziler girdikleri Sovyet topraklarında, Ükranya ve Beyaz Rusya gibi Cumhuriyetlerde yüksek eği -'tim müesseselerini tamamen yıkmışlar, 'Minsk, Harkov, Odesa, Kiev gibi bir çok 'şehrin enstitü ve üniversitelerinin teknik alat ve tosisatıru Ahnanyaya götürmüş -lendir. Fakat 1944 - 45 de bile muazzam güçlüklere ralğmen, ve bütün memleketin yardımı sayesinde, geri alınan bölgelerde yüksetk eğitim faaliyeti yeniden baş-lıyabilmiştir.
Sovyetler birliğinde Üniversitelere devam etmek hiç bir sosyal duırum, ırk, milliyet, veya 'din kaydına tâbi tutulma -mıştır, yüksek eğitim için tek şart loffta öğretimini bitirmiş olmaktır. Tahsiline normal olarak devam ad'en her genç devletten. para alır ve her yüksek okulun istirahat ve oturma binaları mevcuttur Bütün 'bunlar başta söğlediğimiz gibi yüksek eğitimin, değil sade hukukan; tatbikatta da herkese açık okluğunu belirtmektedir. Parlak ve çalışkan öğrenciler mükâfaten fazla para alırlar/ en yüksek derece «Stalin burslarındır.
Yüksek eğitimin temeli Üniversite -ler ve çeşitli enstitülerdir. Üniversitelerde sosyal ilimler, ümanizma. müsbet ilim ler: fizik, matematik, biolcji. jeoloji, coğ rafya,., oldurur. Enstitülerde ise ekorto -mik öğretim, yani er.'düsitri, ziraat vesaire ile güzel sanatlar okışnur.
Bu müesseselerin tekâmül ve keyfiyetinin derecesini Alman tekniğini savaş meydanlarında yenen genç Sovyet tekniği iyice gösterdiği gibi J. D. Bernal ın (The Socia! Functon of Science) kita -bmdan. aldığımız şu misal da şayanı dikkattir: Modern atom fiziğinin temellerinden birini 'teşkil eden Dirac ın (Quentum Medhanics) kitabının 3.000 nüıhahk tab’ı Sovyetler birliğinde bir kaç ayda tükendiği halde Ingilterede 2.000 nüshası ancak üç yılda satılabilmiştir.
Çeviren :
HFTVACTOÖÎ.U
Atom ve maddecilik
(Eafi 3 cü snkijede) eski zamanlarda gazların maddeden sayılmadığını gösteriyor.
Maddi felsefî mânada fikri’nin aksidir, fikir ise maddenin .bazı tekâmül derecelerindeki bir tezahürüdür, yoksa felsefî mânada duman da, radyo dalgaları da, elektronlarla elektrik de madde mefhumuna dahildir.
Böylece bu insanlar madde (o dun. su) ve maddecilik (felsefî terim) kelimelerini karıştırıyctrlar.
«Filan alim aksi fikirde» diyeceklere önceden cevap verelim. Zamanımız -da ilim ihtisas işidir, her alim mâlesef felsefi sağlam bir temele dayanmıyor, a-raştırma yapmak için zoraki maddeci o -lan âlimlerin bir çoğu ihtisasları haricindeki meselelerde en saçma itikat veya hislerini farkına varmadan felsefî temel olarak alıyorlar. Üstelik maddecilik kelimesini xvııı inci asir mânasına, yani yanlışlığı, eksikliği ispat edilen «mekanik maddecilik» mânasına alıyorlar ve «dişlektik maddecilik» diye bir şey olduğunu bilmiyerek fikir yürütüyorlar.
Böylelikle büyük isimlerin şöhreti ar kasına gizlenerek gelen yanlış fikirler cemiyet için fena niyetler besliyenlerin ve her cins irticanın aleti oiluyor.
Maıddenjn esası attom mu, onun parçalan olan elektron, proton gibi zerreler mi, bunlann aslı elektriki bir hâdise mi, bir cins dalga mı, deıken bu zerrelerin veya enerjinin, yani dünyanın ve âlemin var olduğunu bir an bile unutmuyoruz ve hatta bu meseleler İlmî ve teknik usullerle laboratuarlarda hal ediliyor, yoksa a-to.m bombası ilahiyat medreselerinin mü-derisleri tarafından fikren uydurulmuş veya bir sırrı İlâhi olarak gelmiş bİT şey değildir.
Üstelik, n,asrl atom bombası bir kısım maddeyi enerj i haline dokuyorsa, son zamanlarda enerjiyi madde şekline sokan makinalar Ingilterede icat edildi, bu olay da enerji ile madde arasında bir ikilik olmadığını açıkça gösteriyor.
Harici âlem, tasavurumuz ve aciz beynimiz dışında var olunca ister onun parçalarına topıtak, su, Jyıva densin, ister idrojen, cjksijen, helyom densin veya istenirse daha fazla teferuata kaçılıp elekt ron, nötüon, pozitron densin, bunlarda ister sıcaklık, elektrik veya başkıa şekil -lerde belimin, maddecilik zayıflamaz, yok olmaz, bilâkis her defasında ilerler, tekâmül eder.
Dialektik maddecilik, ilimlerin felsefi temeli, metodudur, ilim ilerledikçe tekâmül eder fakat esas yine aynıdır, temel âlcmıin var oluşudur.
İlimlerin her ilerleyişinde dialektik rrpddecilfk kuvvetlenir, çünkü her defa -sındla insanlar tabiyat kuvvetlerini biraz daha iyi anlar ve onlara biraz daha hâ -Mim olur. Yoksa harici âlem inkâr edil -‘mez, idealistler ne derlerse desinler atom bombasının atılması acı (ne acı olduğu • *kadar maddî bir hakikattir. Yeni bir âle-‘min, insanların mesut ve hür olacağı bir dd«vrin müjdecisidir. İnsaniyetin makina -ferin ve' febl’a't kuvvetlerinin esaretinden kurtulup bunları kendi faydasına işlete -ceği devir yakındır.
Gebelik sancıları ister hafif ister yırtıcı okun teknikte galip gelen maddeci -lik fikir hayatından da «idealist -felsefe aktıklarını süpürecektir.
FİTsih Nuri İleri ı
V
Bir Doçentin Apolitik Makalesi
i>on zan.aumcc-a güllük luir gazetede t* cim ’çcliKüaj unzasıyle ((î’ınurı bir ıcyıam mevzuu çıması nuikaootirt...» oaşıum gaıauetler taşıyalı üu mus-aıe çiKımşıir. \x>
uger ou yazıma muharriri, kemlisi -ıuıı cıe ııaoesiıe «memurluKtan ASüuenıu kariyere» geçerek Oıyasal bilgiler Okulu umumi fausat Uoçeıılı, yaııı yüzlerce taıısıı talebesinin Kaışısıııua. konulmak mevkiine gelmemiş o-isayoı, iiKirıerım yalnızca bir uıızatı tekerlemesi saymakla guıup geçcceauiK.
ı akut, cu zat ı-iKauemik Kaııyeı paravanıyla oır zaman ıa^ıst memleketle.__
lıukum suıuıuş maksat ve ııtıraıâı.o. na-kiki mm ve lıaır uavalarına saıııc teş.ı.o-ler koymaktan geri kalmamaklarım
Uojcnı yazısının oaşıangıcıuuu; evvelce yaunz «nmı meslek mecmuaların -ua yazmayı» oujunurken şımuı «guııluK gazetelcrue» «iktisat mevzuunuaKi «gımu nokikallen yaymakta zaruret» goıvıugu -hu ve «politikanın ba;ka, nmııı (ıe yine bUyka şeyler oıuugunu» soylıyerea. «umm Kisvesine buıunerek pofuma yapmağa kalkanlar karşısınca» sesim auyuımak» ısıeuıgmaeıı baııseaıyor ve «ıkıısaaı ae-ıuakojinin» «ııalki avlamak ve aiuatmak mucauclesuıe karşı» «artık ilmi kursuaen halk arasına» inuııerek «hakikati ogreı ineğe» -nıyetlenüığuıaen cem vuruyor.
Kenaıne peygamoer euası yelerek «hakikatin» yalnızca kenaısmae olduğunu vehmeden ikUsa,t doçenti aaha, söze bağlarken için* düştüğü tenakuzlar birbirini takıp eşliyor.
«ilim başka, politika başka» dediği halde «ilmi mecmualardan» «gunluk gazetelere» atlıyarak poııtıka yapmak zaruretine iradesi dışında boyun eğen muharrir, bu hareketiyle ilim ile politika arasındaki hususi mahiyet farkına rağmen zarurî münasebet halini kabul etmiş ol -mıyor mu?
Hattâ, dere verdiği okulun adı;
Siyasal Bilgiler değilmidir? Ve mademki sayın Doçent «ilmi kürsüden indirerek» «iktisadi demagojiye» karşı cep -■he alıyor, şu halde kendisi de ilmi bir silâh gibi kullanarak politikanın mücadele siperlerine girmiş lolmuyor mu?
Doçent evvelce neşrettiği bir yazı -dan makalesine şu parçayı alarak diyor ki «Hâlâ İktisat heveskârları kadar umumi efkârda iktisat siyasetine ait tedbir -ferin meselâ bir Demokrasi dâvası gibi ^ij T~y ’’’’ ^'r a2ln'1^ Çoğunluk meselesi olduğu zehabını taşımaktadır».
Yukarıda ilmi kürsüden halk arası -na indirmek arzusunu ileri sürerken bu cümlesiyle gayri şuurî bir ricat yaparak «iktisat siyasetine ait tedbirler'in» «rey işi» nlamıyacağını söylüyor.
(x) — Tasvir gazetesi, 1 Mart - 946
NASRİ NİHAİ
Bir ilmi mensubunun şuurunda bu tarzua hır cümle nasıl teşeıtkuf ediyor?
«İktisat siyasetine ait tedbirler» -değil de acaba, «rey işi» olan şeyler nelerdir? (xx>
lirse dünya görüşünü faşist temayüllere göre ayarladığı meydana çıkar: Erkân umumiye ve onun azınlık ve çoğunluk gibi rey arzusuna karşı sinsi bir istikrah!
doçentin cümlesine iyi Uıkkat eaı-üaoek de «tanıcı tnkuap» isimli eserince: lusaıı umumiye tenbel, gevşek »ayağı ve ömKinhk getirmiş keşif bir ço-gunlua.a gayeleıınm şuuıuna varmış va-zuı ıiKirlı, Kat ı iaalıyetli azınlık arasında sallanır» der.
Göbe'lsin bu satırlariyle Doçentin cümlesi 'bir kaç kelime farkiyle tema-mıyle aynıdır. Bu fikir ve temayül yakınlığı makalenin bütün bünyesinde, müşa oın bir dünya görüşü bakımından, hâkimdir. Esasen çarpık muhkeme tarzı ve tenakuzlar hep buradan doğuyor. Meselâ şu cümleye bakın: «Her ten gibi İktisadımızda (art economique) ıbir bilgi, bir ihtisas işi olup, İktisat ilmi de bir arayı umumiye işi olmaktan çok uzaktır. Fizik meselelerini reye müracaatla haletmek kimsenin akimdan geçer mi?»
Bir insanın şuur yapısında ilmi muhakeme mümaresesi, hazmedilmiş, temsil idrakine varılmış hakiki bir bilgi kazancından doğar. , Bu hususdaki mahrumiyetinden şübhe bırakmıyan Doçent me sele vazetmek 'tarzında olduğu gibi mesele kurma hususunda da ortaya «psendo - probleme»ler atmaktadir.
İktisat ilminin belki kendi değil, fakat sosyetede tatbikat sahasına getirdiği hüküm ve neticeler partilerin pr(oğram lalına girerek mutlak şekilde rey işi olurlar; çünkü, bu, hüküm ve neticeler cemiyetteki muhtelif sınıfları, bünyelerine ait hususi menfaatları bakımından alâkadar eder. t
Fizik ilmi içinde ay m şey variddir; Atom enerjisinin netice, ve realiza siyon-' lalının açığa vurulup vurulmaması bir efkârı umumiye meselesi, yani azınlık ve çoğunluğa dayanan, -bir rey işi olmuştur.
Yani iktisadi ve fiziki araştırma değil, o fikirleri kullanma ve kullanılma tarzı bîr rey işidir. İlmin hangi yolda i-lerleteceğini ve ona karşı gelen manilerin nasıl bertaraf edileceğini eninde sonunda halk tayin eder, çünkü günlük hayatıyla bu temayül ve fikirlerin tatbikatıy la en çok alâkadar olan yme odur.
Doçent ilim mensublarını karakteri-(xx) — tyiki yüksek tahsil müessese-1-.0İ mufıtaliycte kavuşursa «Doçentlik» dle «Rey işi» olacaktır.
ze eden zihnî usul edükasyonununda te-mamiyle gafilidir. Zira mevzuunu esaslı bir fikir amudu fikarisi etrafında tesbit edememiş, umumî yapısı itibariyle birbi-riyle alâkasız ve manasız meselelerden örmüştür.
Mevzu bakımından hiçte esaslı bir irtibat şebebi olmadığı halde vesile ithaz edilerek Fransa İktisadî durumu ele alı nıyor ve Demokrasi düşmanlığının infi -allerini aksettiren bir şiddetle Halk cephesi politikasına hücum ediliyor!
Vaktiyle Berlinde Opera Kroll seremonilerindeki siyasî tehevvürleri andıran bu modası geçmiş mülahazalara de artık cevap vermeğe lüzum kalmamıştır. Sadece, üzerlerine gamalı haç işareti koyarak geçiriyorum, dundan sonra Doçent biü-' layı ağzından çıkarmıştır;
«Uemagojınııı şaheser örneğini» «mo dem maKya,velızm, namı diğer marksizm» dern makyavelezm, namı diğer marksizm» vermektedir. «Eğer buKadarcığı acılaşılmamış ı.e ıktısa-uı oemagojıaen bu namın çok çekeceği vardır», diyor.
Barana, bürokratik Bayata tealluk eoeıı meıııaat psikolojisinin bir hususi tezklıuıımacın baluetmek isterim: Maalesef mernleketunızde şimdiye kadar Marksizunc saldırmak bir meziyet sayıl -maktadır. Zavallı ilim.
jimdi aoıarun: l ıaugi kürsüd^ hangi namlı prolesör"marksızmı makyavc-lızm kelimesiyle vasıliandırmıştır?.
Her türlü doktıin mülahazaları dışında hakikati öğretgııeğe çalıştığını» söyli-yen Doçentin en az marksizm hakkında -ki bu isnadını hangi ilmi kaynaktan aldığını göstermesi lazım gelirdi.
Zira; 1-ührer nazrctlen ue «Genç Almanya» isimli broşürünün (34) cü sa-hif esinde: _____
«Alman tarihi önünde ifası bana düşen vazife marksiznıin imhasıdır» diyor.
Göbelsden sonra Hitlerle olan ideolojik sahadaki benzerliğinin tesadüfi bir karabet sayılamıyacağı aşikârdır. Hitler aynı sahifede: «Mukadderat benim şah -simi uzaklaştırmış olsa da, bu -mücadele ebedî 'olarak devam edecektir» kanaatini izhar ederken bu hususda yanılmamış: Kendisi topraklar karıştığı halde müstem leke hasretiyle yanan ruhu pek özlediği yakın çark topraklarında bu makyeve -lizm sözüyle hortluyor.
Fakat yaşadığımız devirde meselâ: Fizikçi Prof. Langevin, Riyaziyeci Prof. Hadamard. Ta'biiyeci Prof, Paul Rivet gibi bir yığın fikir zirveleri ve her milletten dünya çapanda hakiki mütefekkirler üniversite kürsülerinde, cemiyetin inkişaf kanunlarını veren marksizmi insanlığın kurtuluş ilmi olarak izah etmektedirler.
Şimdilik Marksiznıe bağlanmak is-
9
w
İçimizden Biri
İ7ı değnek tular tutmaz Çoban oldu, Sardılar sırtına bazlamayı. Onaltı yıl ko un güttü Kanalsız.
İnsanlardan ağayı tanır, Adını bilmez sorarsan Hayvanlardan Karabaş'ı Günü yetti, bıyığı bitti, Okundu künyesi; Gitti dauulsuz, zurnasız I
Kifat İLGAZ tenen hata zencirinden bir halka kopa ■ ralım:
Marksizm hakkında, tek faktörün yani, münhasıran istihsal tekniğinin şuuru tayin ettiği, şeklindeki tahrif ve bilgisizliğe, karşı milli Marksist literatürümüz -de, faktörlerin karşılıklı tesirleri (yani, şuur taktörününde istihsal tekniği faktörü üzerindeki tayin edici tesiri) izaıh edilerek, 'bundan dokuz, on sene evvel. Doçentin henüz Kariyer akademiye girme -uıği sıralarda. Kerim Sadi, Prof. Suphi Nuri ve Alildin Nesimi taraflarından ya-ılan neşriyatla, metin ve vesikalara dayanılarak cevap verilmiş, bu, yanlışlık tefekkür hayatımızdan sökülüp atılmışta.
ı Eğer Doçent, bu hususta Markada, knetne geçmiş olarak (4 clusivement -münhasıran) kelimesini gösterirse, bilgicine biat edeceğim; fakat ya bulamaz -sa 1...
ı Makale sahibi coşkun bir mugalata $xılile Marks terminolojisindeki klasik ekonomi ve Vülgaire ekonomi tabirleri-'ne de hücum ederek ancak: «Tek ve 'parçalanmaz bir İktisat ilmi vardır» di-'yor, t
’ Hakikati aramak ve öğretmek maskesi altında daima hakikati tahrif eden »Doçente talebelerine vermesi icap eden Dersi hatırlatalım:
t Ekonomi politik ilini doğuş ve ku huluşundCnberi tarihi seyrinde muhtelif (merhaleler geçirmiştir. Marka Klcöik e -Ikonomi politik, derken, ekonöminid rrfi-‘ayyen bir meıhaledeki durumunu anlatmaktadır. Bu, inkâr edilecek olursa il -min devamlılıtı içerisindeki^ tekâmül merhaleleri nasıl tedbit edilebilir?
\ Bu bakımdan lngilterede \Villiam Petty den^Ricardbya ve Fransada Boigu-'ilbert’den Sislmondi’ye kadar gelen muayyen bir iktisatrılar kategorisinin fik-' 'riyyatma klâsik ekonomi politik, vasfı 'verilmiştir.
Vulgnire ekondmi tabiri de. iktisad İlmine,! hakikatle alâkası tolmıyajı sathî 'fikir oyunları getirenlerin nazarî canbaz 'lıklanna karşı kullanılmıştır.
«Tek ve parçalanmaz bir iktisat ilmi» jıe gelince; bu, ancak muayyen bir
— Öyle lezzeili ki..
— Yedin mi ?
— Yo, yerlerken gördilm.
ilmin mevzuunu işaret eden bir mefhum daimde, nominalist manana mevcud o-’ıabılır, takat, muhtevası daima değişir.
Dünyamızda sınıflı ve her neviden kezaoiarla inkişaf eden bir sosyete »çinide yaşıyoruz. Mükemmele doğru bur gelişme «çındayız: t-skı kıymetler yıkılır, lıuuıvtytiinıeıı, öuııye değiştiren hâuıseier ■yeniyi doğuruyor ve arılıyoruz ki hiçbir şey ebedi değil.
ı Ekonomi politik, nasıl muhtelif dünya, göruşjeı ınınt dogmasına meydan verdiyse karşılık cjlaran, doktrin" tefsirlerine göre de istikametler almıştır.
Bugünün ekonomi politik ilmi ise, karşılılşlı siper kurmuş, iki sınıfın mücadelesine ayna olmaktadır.
Artık, iktisat yalnızca «istihsal» ile meşgul olmaz, fakat istihsalin sosyal nizamını, yanı istihsal ile insanların sosyal münasebetlerini bir arada mütale^a eder.
Bu münasebetler derinleşdirilince her sınıfın istihsaldeki mevkii leübit edilmiş olur ve( bu istihsalde kendine düşen hisse meydana çıkar; yani, kapitalist ve. halk sınıflarının mevkii ve hisseleri.
Millet ekseriyetini, teşkil eden çalışkan sınıflar kütlesine, tonla/La aiınterı mukabili düşen hisse sefil bir hayattın edamesinden başka nedir?
' İşte; Markizm bu betbaht kütlelerin kurtuluşu kanunlarının «İktisaıdÛ. Demagoji» mı? Hayır, Dcçent efendi. Size bir İngiliz fikir adamının, Palırre Putt’un sözleriyle cevap vereceğim:
«İstismar hakimiyetine karşı kütle -lerin kurtuluş mücadelesinin menfaatla -rını temsil öden bir.ilim demagoji ola-’maz. Demogoji, fakirlerin, yoksuz ve betbaht insanların ümit ye endişelerini, ‘iztirap ve cehaletlerini zenginler, ve kudretliler menfaatine istismar etime sanatıdır.» Nasri Nihat
Ne Yazalım?
Neler var yazacak, yazmakla bitmez.
Konuşmakla tükenmez lâfımız. Amla gel de yaz. Neresinden başlayıp, neresinde 'bitireceğini şaşırıyoT insan. Söylesen bir 'türlü, söylemesen bir türlü. Siz bana, 'iyi ya yaz diyeceksiniz. Yaz ama nasıl? Haydi yazdım, ya müstehcen olursa!... Diyelim ki müstehcen olmadı, ya halça -■ret olursa!... Kimseye gözünün üstünde kaşın var demeye gelmiyor. Hakaret etmeden yaz diyeceksiniz, peki öyle ol -sun, bu sefer de ya, siyasî olursa?
Gel de sen işin içinden çık bakalım. Başka türlü yazmasını bilmez misin? Bilmez olurmuyum? O zamaiı da «Çok hatif yazdın» dersiniz. j
Şididetli olursa, ağır dersiniz. Ne yapmalı bilmem ki. ,
Yazıyoruz, Güne karşı bakdın diyorlar, olmadı çiz. Yazıyoruz, yan bakdın diyorlar.
Yaz ama, neyi? ya zülfüyara dıo-kunursa. Ya mazallah siyasî olursa.
Yaz başdan, çiz başdan, yazamaz olduk vesselâm.
Abdüllıak Hâıııit gibi, dert baştan aşınca kalemi kırmak lâzım. Dost bir tür lü söyler, düşman bir türlü.
On parmaklarında on kara.
Siz de şimdi dersiniz ki bana,
— iyi ama, el âlem nasıl yazıyor. Kabul ederseniz, biz de yazarız el âlem gibi. İsterseniz bir deneyelim:
«Bu gün dünden güzelsiniz efendim. Eyisiniz, hoşsunuz efendim. Ali cenapiı-ğa tüy diktiniz efendim. Pek zarif pek kibarsınız efendim. Bendeniz crmanda bir vahşi idim, insanlığı zatı devletlerinden öğrendim efendim.
Keramet yumurtladınız, cevher saçtınız efendim. Kaşınız, gözünüz, ille şirin sözünüz yaktı canımı efendim.
Evet efendim, sepet efepdim. Her emriniz münasiptir efendim. Geldiniz, güller açıldı, gitmeyin -bağrınız hun olur efendim.
Sayci şahanede bu gün güneş açıl-di efendim. Şu bizim altın keseyi ihsan edermisiniz efendim.»
Nasıl, bir yazıma türlü bajıane bu -lan dostlarım, bunu beğendiniz mi efendim?
Aziz Nesin
BÜYÜK HİKÂYE: 2
Talebe kahvesi
VcUncü arkada* bir kOctlk Alman kasaba-, rodan kalknu*. bUylllc «ela kapılarak bu »eh(e. Hukuk Doktorasını yapmaca' gelmiştir. Sapına kadar Naalonal Soayallatlr ve nıüthJ» »eklide kavgacıdır. Adı VoFtsuv-
Simdi bu çocuğu anlatmak için besinci bir unsurun, Jan İsimli bir Fransızm adını da anmak gerekiyor. Jan, esas ltlbarlle bizim gruptan değildir. Fakat Volf İle o kudar ahpaptır kİ, sık sık onu da aramızda görürüz, ikisi birbirini tamamlıyan iki yarım elma kadar birbirlerine •benzerler. Dalma ve dunmadan kavga ederler, fakat lokantada karneleri birdir. Odaları, eşyaları birdir. Zevkleri, fikirleri birdir,- siyasi kanaatlerinde bile cok kere birlik »öze çarpar Bu nasıl olur diyeceksin? olurdu ister.: Hem de Jan’ in kcjyu bir sosyalist olmasına rağmen. Bak anlatayım:
ikisi de harbin aleyhinde idiler. Volf, Hlt-ler’in harp edeceğine ve harp taı aftan olduğuna İnanmazdı. Hattâ o sıralarda ortaya çıkan bazı hadiseleri ele alarak bu ukrlni misallerle izah ve İspat etmek İmkânlarını hile buiuyor-(lu. İkisi de hakiki müstahsilin sermaye elinde esir ^olarak yasamasına atar tutarlardı. Bazan o dereceye varırlar ve öyle gürültü eder .erdi kİ, Gang bile ayağa kalkarak:
» O o o o o„„ Bu kadarı da tazld,»
diye bağırırdı.
» Esasta bu kadar birleşmiş görünmelerine •rağmen teferruatta ve küçük meselelerde müthiş bir İhtilâfa düşerlerdi. Hattâ yalnız oldukları zaman bu hâl, devamlı bir âdet hükmüne girerdi. Bizden ayrı bir «masada oturduklarını gördüğümüz zaman:
— Hah, derdik, nerdeyso pandomima kopacaktı^,,
Gerçekten, bir kaç dakika sonra sesleri bü-yümiye başlar, el kol hareketleri çoğalır, evvelâ civarlarındaki, sonra yavaş y.i’.aş muhitlerindeki masalardan: (Susun yahu, kapayın çenenizi, sizi mİ dinliyeceğlz,,,) diye itirazlar başlardı. Onlar bunları doymazlardı bile::: Devam ederler, birbirlerine yumruk sallarlar, horos gibi gagalarını uzatıp ibiklerini şişirirler, sonra yerlerinden fırlayıp İki aksi İstikamete hızla, açılır terini mağa sanın
kabalarla
doğru araları hangisi
uzaklaşırlardı. Böyle olu.du da mıydı? Ne münasebet, ikisinden daha evvel soğutursa derhal ötekini aracılardı. Çabucak buluşurlar ve bir mabadında piket oynamağa başlarlardı. Kah-gülerlerdi. Birbirlerinin burunlarına
vururlardı. Sonunda ufaklık paralarını bir araya katıp sayarlar, sandviç bedelini güçlükle öderler ve gezmeğe çıkarlardı.
Bütün Üniversite onları tanırdı. Bir zamanlar, daha biz Brüksel’de yokken, ikisi birden bir kıza tutulmuşlar. Herkes ne olacak diye beklemiş. Kız da hakiki olarak ve birini ötekine tercih etmeden, İkisini de sevyormuş. Ama gerçek bir sevgi Lle,„ ÎMersfen inanma. Günün birinde anlaşılmış kİ kızla, bir gün Jan, bir gün Volf geziyor. Sıra kimde ise sabahleyin erkenden kalkıp odadan çıkıyor. Diğeri o gün akşama kadar onların bulunabileceği yerlere, hattâ Üniversiteye ve Tourelle’e uğramıyor. O gün !-çin müşterek odadan istifade hakkı da kızla beraber olana aid. Böylece bir kaç ay yaşamışlar. Günün birinde kız ortadan yok olmuş ve eski hayatları, hiç bir şey eksilmemiş gibi, yeniden başlamış.
İlhan takus
Sonralara:
— Bıktık, ayrıldık.
derlermiş.
Japonya’nın Çin’e saldırdığı haberi Tourel-le’de bir bomba gibi patlamıştı. Herkes bunu konuşuyor, gazeteler masalara çarşaf gibi serilmiş, saçlar mermerlere -doğru sarkmış, salon an kovanı gibi uğulduyor.
Ben o gün her günkünden biraz daha erken-ce kalkmıştım. Gazeteleri biraz evvel yatakta okuduğum için bugün burada bir fevkalâdelik olacağını tahmin ediyordum. Nitekim yarım saat geçmeden kahvenin içinde elden ele bir «takım kâğıd parçalan dolaşmağa başladı. Bu kâğıtlardan bir kaçının etrafımda fışırdadığını hissettiğim dakika fena halde korktum, sarardım. Hemen kalkarak şapkamı kaptım, kapıya doğru yürürken dehşetle gördüm kİ, kapı, bir kaç kişi tarafından tutulmuştur. Bunlardan biri kâ -ğıtlardan bir tanesini avucuma sıkıştırdı. Kulağıma eğilerek:
— Korkma, dedi, gün bugündür.
Hızlı, hızlı Gangların sokağına doğruldum. Avucumda terden dağılmak Üzere biati kâğıdı bir an evvel açıp okumak için göğüs kemiklerimin içinde keskin bir sabırsızlık sancısı duyuyordum. Fakat her tarafta uzun pelerinli polisler dolaştığı için buna bir türlü cesaret edemi -yordum.
Gang’ların sokağı tenha idi. Ta ilerden, başı öne eğik, bir adam geliyordu. Bu Gang’dı: O-na doğru koştum, buruşuk kâğıdı el.lne verdim. Sükûnetle açtı. O zaman ben de burnumu uzatarak okudum: Bu, Japon Elçiliği önünde, o gün saat 17 de hazırlanan bir nümayişe aid davetiye İdi.
Gang kâğıdı avucunda sıktı ve yere attı Gözlerini yüzüme çevirdi:
— Gidecek miyiz?
— Bilmem, dedim.
— Mesele ’değil.
Tourelle boşalmıştı. Kâğıtları dağıtmağa git tikleri belliydi. Bir kenara oturduk: Onun konuşmak istemediğini anladrm. (Wolf’u beklemeğe tasladık.
Bir kaç dakika sonra Jan’la beraber kapıda göründüler. Karşımıza oturmalarile münakaşaya başlamaları bir oldu.
Esas ltlbarlle- Japonya’nın haksız olduğunda •blrleşiyorlardı. ikisi de bunu canice bir tecavüz, bir vahşet hareketi, bir suikast olarak vasıflandırıyorlardı. Fakat Wolf, bundan ayrı olarak, Japonya’nın nüfuz ve kuvvetinin gittikçe arttığını,. bunların yaşryabil meleri için *blr hayat sahasına muhtaç olduklarını söylüyordu. Jan bu. fikirde değildi. O, hayat sahası sözünün uydurma bir şey olduğunu, her milletin kendi keyfine göre ihtiyaçlar \e zaruretler umdurarak, o İhtı-, yaç ve. zaruretlere bağlı nazariyejer ortaya at. masının, sonra tatbikata geçerek masum milletlere saldırmasının, hayvanca bir iş olduğunu 1-lerl sürüyordu.
Ben ve .Gang, söze karışmadık. Biraz sonra sükûnet bulacaklarını ve seslerinin cinsin^ nazaran ayrı ayrı iki İstikâmete gideceklerini bili -yorduk. Zaten istikametler şimdiden ayrılmıştı. Bunları birleştirmenin yolu olmadığını Gang’fla takdir ediyordu.
O gün aksama kadar surda, burda vakit geçirdik. Fakültede istemiyerek İki derse girdik. Çıktığımız zaman saat beşe geliyordu;
Gang yanımızda yürüyen Izabel’e:
— Sen eve git, ben birazdan yelirim. dedi. Kız, ses etmeden hepimizi selâmladı ve sokağı saptı.
Meydanlık, hmcahmçtı Ben, sırf seyretmek İçin bir kenar köşe seçtim. Gang, Jan ve Wolf, o İnsan denizinin ortasına vurdular, bir dukika sonra da gözden kayboldular. .
Suna dikkat ettim: Talebeler arasında bu İşe dair hiç bir hazırlık yapılmamıştı. Hiç biı maksadlan, gayeleri olmadığını da biliyordum. Böyle olduğu halde, İçlerinden biri sesini yükseltince, gürültüsü gökyüzüne vuran o kalabalık, birden susuyor ve dinlemeğe başlıyordu. Arasırı koparılan yaygaralarla ve salıverilen çığlıklarla bu tek sos İkiye bölünüyor; fakat hatibin hazırlığı ve zekâsı nisbetlnde az veya çok sürerek, yine kesiliyor; öyle ki, nutuktaki vahdet ve a-kış, hiç bozulmıyordu. Bunu, benîm gibi seyirci vaziyetinde bulunan, yanı basımdaki kırklık talebeye açtım.
Evvelâ güldü, sonra:
— Yanılıyorsunuz, dedi. Bunlar hazır nutuk -lardrr. Her zaman, her yerde söylenir: Daima değilse de, ekseriya ayni ağızlardan çıkar. Bugün Japon Elçiliği önünde, yarın Profesörler dairesi kapısında, öbürgün Omnlbüsler şirketi idarehanesinde. Dalma Hüriyet, müsavat, Adâlet:::
Lâfını bitirmemişti ki, uzaktan atlı polislerin dört nala üstümüze doğru geldiklerini gör -dük. Bir dakikada meydan toza, dumana boğuldu Kaçan kaçtı: Tutulan tutuldu, ezilen ezil -dL ----
O akşam Tourelle bomboş kaldı.
Orada talebe hayatı, hergün içinden yeni bir şey fışkıran, sırla dolu, dışyüzü durgun, dibi hareketli bir havuzdur. Saf Profesörler, ortaza -man velileri ve sağ cenah gazeteleri, bu havu -zun yüzünü bakarlar ve mesud olurlar. Propa -gandacılar, uyanık fikirli idealistler ve orospular, dibi İle meşguldürler. Oraya nüfus etmeğe, orada olup bitenleri anlamağa çalışırlar. Tourelle çevresinde yalnız talebelerle düşüp kalkan, onlarla yaşıyan ve sadece onlardan zevk alan bir sürü umumi kadın vardır ki, bunlar, derse glrmlyen bir nevi talebe zümresi teşkil ederler. Hocaların hıp'unu; hangisinin kırık, hangisini:i bol numara vermek itiyadında olduğunu, hattâ inandıkları fikirleri ve nazariyeleri, kırk yıllı c talebelerden daha iyi bilirler, ünlverslte’ye kaydolunan yabancı bir genç, ilk günlerde bunlar -dan birine çatar ve bu kadın, ona, dünya ile beraber Ünlverslte’nln İç yüzünü de öğretir. Çoğu, paraya önem vermez, içlerinde, bir diplomattan
(
veya bir fabrikatörden alacağı bin franga, bir
Fen talebesinin ısmarltyacağı bir fincan kahveyi tercih edenler çoktur. Sıvama bir yaldız gibi İlim ve kültürle süslüdürler; daima kahkaha ile gülerler ve hemen hemen uyku uyumazlar:::
Bütün bu hayatın içine yeni ve büyük bir unsuru, (Vanderveld) İn İlâhi çehresini katmak sırası artık gelmiştir: Bunu yapınız ve günleri, ayları, yıllarr tistüste yığınız. Dünya çalkanır; hudutlar, solucanlar gibi, eğrilip büğrülür- insan ırmakları sağa, sola akar. Nağralar Avrupa’nın
(Lütfen sahifeyi çevirin)
11
Kooperatifler
Yazan
Prof. Subhi Nuri İleri
Merhum üstadın son eseri Kitapçılardan Arayınız
GÜNJ
Haftalık Kültür ve Aktialite Dergisi
Harman Yangım
HİKÂYELER
HALİL "AYTEKİN
128 tahlft - 125 Kurnf
Yeni çıktı tavsiye ederU
ufukkızrah* gürteJ ve hârp, kApının İotoâğını çalar.
tito mataimni; ilk harp haberini Gang4 La CsatoTto tavan arası odalarında almıştık Bu dûaom ttört kösesine yirmi santim meşaleye kadar y^ı^an büyük, hantal masanın etrafına dlıUmUtlM ttv sahipleri, Jan, IWotf ve ben, orada İdik Ftober oynuyorduk: Fakat öyle bir potur tx Oıaanian ansızın gelecek olan bir yabancıyı, oyun oynadığrmız zehabına düşürmek için Oynanın»» denilebilirdi. Buna rağmpn hiç knnus-mryorduk »e param parça olmuş kAğıtharuı fısırtısı Ue omuzlarımızın gerisinden gelen cad -Genin nefesini dinliyorduk. Bu cadde, derinde, altmış metre aşağıda İdi. Birden bu nefes, bir ses oldu vw Ur yarık teklinde açılarak bize doğ-cu uzandı:
— Havadis, harp başladı, harbi yazıyor, havadis: t:
Kafa kemiklerimiz donmuştu. Herkes kâğıtlarını usuiiactk çuhanın üstüne bıraktı. Jan. fırlayıp çıktı
O geri üöntlnceye kadar, yıldırım gibi kayan bîr zaman beşiğinin içinde, ümitsiz, ama hayalle dolu, bekledik. Kapı arkasına devrildi ve Jan, son adımını İçeriye attı, masanın dibine yuvar -tandL Ona bakmayı düşünen yoktu Gazeteyi pençlnlesmlt avucundan çıkardık ve kafalarımızı birbirine dayryarak okuduk. Kaç dakika bu vaziyette kaldığımızı simdi hatırlıyamıyacağım. Fakat yerlerimize çöktüğümüz zaman benim far kedeblldlğlm manzara eu İdi: Wolt ve Jan, nj mana İfade ettiklerini ne o gün, ne de bu gün kes t İrem ediğim bakışlarlle, birbirine bakıyorlardı. îzabel’in ıztırapla gerilmiş suratı mosmordu ve gözleri Gang'a çevrilmişti. Gang’a gelince: Batı öne sarkmıştı ve san yanaklarından iki İri damla, buruşuk gerdanına doğru kayıyordu.
Hemen hemen htc korutmadık. İzabel lâc*.-venl perdeleri kaldırınca odaya bulanık bir şafak doldu ve Jan’la Wolf, İkisi aynJ düğmeye bağlıymışlar gibi, ayaklandılar. Herkes onları bakıyordu, ikisinin de gözleri yaslı ve kollan açıktı. Yekpare bir vücud halinde birbirlerinin göğdelerlnde kaynadılar ve yanaklarım tolrblr -lerlnln omuzlarına dayıyarak, o güne kadar îzâ-bel’de bile görmediğimiz bir zaaf nöbeti içinde, hıçkırmağa başladılar. Ne yapacağımız: bllml -yorduk. Ben Gang’dan, hattâ îzabel’den meded umuyordum. Halbuki onlar, İskemlelerine mıh -| | lanmış gibi hareketsizdiler. Yalnız Îzabel’in so
luk dudaklarından bir kaç kelime dökülebildl:
— Zavallı çocuklar. Ne kadar da sevişiyor-
tardı::: —
Jan’ın ağzından çıkan her kelime bir ateş
parçası halinde, ciğerlerimize ^yapışıyordu:
— Wolf, diyordu, sevgili kardeşim, ben
gl-
diyorum. Senin Milletine karsı harp edeceğim. Çünkü beni yaradan, Alman olarak yaratmışta. Vazifemi görmeliyim. Fakat gökte Tanrı, yerde insanlar vc mezarda Annem sahld olsun kİ. si
perde karşrma een çıkarsan ve ben seni seçebi
lirsem, tüfeğimin namlusunu başka tarafa çevi
receğim. ölümüm bahasına da olsa, şerefim bahasına da olsa, seni öldürmlyeceğim.
Gang artık yere bakmıyordu. Herkeaden €7- ^ordu.
DİKKAT:
Abone, mektup, yazı ve her türlü muhaberat için adresimiz şudur:
Gün-Posta kutusu 519-lstanbul
BAYİLERİMİZE:
10 inci sayımıza kadar olan hesaplarımızın tediyesini ve satılmayan nüshaların iadesini beylerimizden bilhassa rica ederiz.
“GÜN. den memnunsanız ve yaşamasını isteyorsanız abone olunuz., muhitinize yayınızl
vel doygularını açığa vuran sabırsız kafası, ıslak dudakhatmın arasından, mmhlanıyordu:
—• Bunlara lüzum yok, çocuklar, bunlara lüzum yok. ----
No garip tesadüftür veya İnsan ne garip makinedir; o anda, bakm aklıma ne geldlı
Vanderveld’in o meşhur umumi derslerini verdiği bir gündü, ön sıralarda yer alabilmek İçin vaktinden üç saat evvel sınıfta idik. Herif, uzun, sivri boyu llo kuru suratının ve geniş, siyah şapkasının dekorunu binlerce talebenin kalbinde kurmuş, bir takım dramlar oynayıp duru-
DAUAMLAm(M
ZONGULDAK HAVZASI KÖMÜR 1ST1HSAL&T1MIZ :
Seneler Maden Kömüri
Ton
1935 2340491
1936 2298649
1937 230686*
1933 2588957
1939 2696397
1940 3019458
1941 3019626
1942 2509614
1943 3165741
ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASM1ZDA
GÜNLÜK ORTALAMA İŞÇİ SAYISI
Sene î 3 Q i
1939 18937
1940 19643
1941 213ı4
1942 21909
ZONGULDAK MADEN HAVZASINDA İŞ KAZALARI:
Sene Sakatlananlar ölenler
1935 160 55
1936 239 71
1937 178 71
1938 288 82
1939 301 130
1940 326 125
1941 291 75
1912 137 112
BOŞANMA VAKALARI VE SEBEPLER!:
Sene Zina Geçim sizlik Sair sebebler Yekûn
1938 777 2016 692 3485
1939 810 2358 695 3863
1940 904 2505 618 4027
1911 93g 2448 645 4028
1942 1431 2978 761 5170
♦ ♦
İnKilâpçı Disiplin
“Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım„ değil gözlerimi açarım, vazifemi yaparım!
HAFTALIK
Klâsik Cermen felsefesinin insanları makineleştirmeğe yarayan prensiplerinden yakasını kurtaramayanların akıbetleri sadece köleleşmekten ibarettir.
ESAT ADİL
i 3 Nisan 1946
Ç AR ş A M B A
I
1
Bu Sayıda:
ADtLOĞLU
Ulemayı Kiram’ımız
HAŞAN TANRIKUT
Devletin Menşei
BEHÇET ATILGAN Diaipline dair NASRİ NİHAT Bir doçentin Apolitik makalesi
RASİH NURİ İLERİ Atom ve maddecilik Dr. SCOTT - WATSON infilterede çiftçilik HEYKELCİ Yenilerin sargisi İLHAN TARUS Talebe kahvesi HELVACIOĞLU
S. S. C. B. nde yüksek öğretim
RİFAT İLGAZ Şiir AHMET FEDAİ Şiir FEHMİ YAZICI Kültür haberleri
VE
Küçük Ansiklopedi Rakamlar - gerçekler
*
SAYI
ıı
I
(neonlar, tabi! elemden İçtimaî fileme hürtiyetlaririi emniyet akında bulundurmak içini ğtJtmişlerds'. Sanılmasın ki, dağlarda tek bcşşına yaşay.'tn bir coNsn medeni bir şehirde ystşıyrm her hangi bir insandan daha hürdür. Asla hikHyeti, kendi basına bir avarelik »a -yürıTıtyn bir kaç gün çobefrı hayaiti yaştaitrdakln düşimcdlerîrim yeolışlığım onlara anlatmış o-fcjruz. ilk ^naanlsfr tnbiyet kuvvetlerinin birer kölesi idiler. Şiddetli »cğvklairln, Sıcakların, KaatahklaHn, zamatı ve mesafe engellerinin türlü tfebialt kanrtsfenrtn esirliğinden onları kurtağrmş olası büyük kahramanın adi «iNmn dit. Buram bövle olduğunu bir tek misalle de * tinktabilErâz: Tabiat kuvvetlerinden biri olan era cazibem insanilerin aytiklairsnı tonrisffn bağlıyım kalın bİr zincirdi. Balon inat elilinceve kadar kuşlar tjdeta k’MnVrdan bir balamla da-ba hür gibi «diler. Fakat bu gün o müthiş tabiat kuvVetHin köleliğinden tamamiyle kur -tülmüş buhnuyotHn.
Görülövor M insan Icemıyetkân, dolavt-■ riyM her türlü ictûnnî «avretlerin ve hamlelerin gayesi. insanlaH biraz daha hür kılmaktan inlettir. Hakikatin bir yüzü böyle olduğu halde, diğer yüziMm başka türlü olduğunu dcmiyetln, tabiat «Hacetindeki kurtardığı insanlara ydni yeni kölelikler, hazırladığım da unut-•' tnaimahyız. (
hini ve felsefimin çarkları asn-lnjvfa Kem hürriyet (htfm kölelik hesabınh işletilmiştir. Manevî. meddnî ve iîvrM hBmvetleşâmîzfrı gieUsmcBİnî değil körleştirilmesini kolaylaştı -rem Wr takım felsefe nkelâlıklariyla hâkim zvmrielerm mJıîsarci mert*W»flerlrfe! vanivert İlmi «miitaleıflarıda İçtimaî ve İktisadî kölelik beslerse besknKo bir dev kılığına sokulmuş ve bu ecd'rM «Morlarca beşeriyetin başına belâ kesilmiştir. '
Va-fife ımevNutoumı her seyfin üstünde tutmuş olan CormetV felsefo«’rdn bu erSa rmen-‘■’bfiım dnJıMrHn Beenrtîzm insanlam ve millet-hsd daha kolsfvca köleleştâtnenin onma •ermiş V" milvcndarda hneaıin: «Çözlerimi kaparim, ■vsCzifems yaparım» dedirtmemin yolunu bul -muştur. ■
R»1 kanalı gözle vazife vapmenm, van! körü köri’me itaat, körü körüne inanma düs -tısımıtfn disiplin tabiri sltıridf» hukuk kılığına (dhl sokııhmu olmanıyladn* ki. hi’rrivet İve 3e-mokCası düşmanlığı salım bir hastalık halinde lyeryüzihıü kasıp kavurmustur.
Bu felsefenin ve hukuk zelâletinin en son örneğini îtalymn faşizminde ve Alman tuyrîz -mkıdte bütün dehşetiyle görmüş bulunuyoruz.
Artık şmhrtfeârna, t—mnlıyf, cemiyet bütün felsefeciyle, bütün tümleriyle yalnız ve yalnız hüviyet İçki mevcuttur. Hürriyeti inkâr eden, bfir Bakım eğri Mğt*, «ana yollardan bizi ka-raşılıklsMa fiGrtUşmek fistiyen metodlardan ken idknizf ırtantna&yız, nrtık «Gözlerimi aharım, «Üudfert Öyle yapasım >• demesini öğrenmeli • ytz. Eğer vazifemH yaparken ^gözlerimizi açık buhmdtraraA o pahtan gördüğünüz vazifenin mahiyetini ve neye ynZadığ*n» daha iyi kavrarız. ‘ • * ?
Gatyemlz Mbtfvet bhmca, her şeyden Anice, kendi şahsi Ve mar^ervî varlığımızın hür olup ölmediğini faraştı rmahyız. Eğer kendimiz hür değilsek, hür |oLun iyonsak elimizdeki va-«stalsnn da, ün! ve felsefi kültürümüzün de hW o!maa»1% ve HoUyı«|yla. bütün bunların hürriyetin Ltfbsfibua yarar bir filet olarpk kul-lahslmsûrta imkân yoktur. Bu, tıpkı cahil bir köylünün bir trektt5r> aedılp olmasınla benzer. Köylü otatı kullertmamnı bilmedikçe bu Heri tekniğin totaftan elinde ne faydası olabilir!
'Her şeyden jünca kendi şahsi ye manevi »yarlığımızı hür lohrisntn |ne demek okluğunu sfiıiatejbslmesn Hn e^ki Yunan fevlenofUrtndan Ejictete’fn ŞU fıkrasını rüjkletmeliyim:
«Latrtmşış’tn tesehetinl hatırla! .Neron «orgu icln cnh! RZBİb kölesi göndermişti. La-termue kölenin s Hail «ine esrvap vermedi, Sadece «
— (Eğer bâr jşey söylemek İsteseydim bunu gider efeyıdfrıe sBvlerdfm. dedi.. SonfŞa artılarında «öyle bh ftatMşma oldu t
— Amel hspse sürükleneceksin:
— OrSrvp güzlerimin yaşını çeşme gibi akıtansak ma gitmem lâzım!
— (Sürgün «dflecekaia..
— Bert sMlaceğin yene n®ş« ve ümit içinde, hadimden ruemtugl olarak gitmekten Idm men 'edebilir!
— Ya zincire vuruturesin!
— Sen cincide ancak ayaklarımı bağlı-yabilirsin.
— Simdi gidip hoyrtunu kestireceğim.
— Sana demedim nü M, benim boynum kafarırtn kindeki He (besyılber ^esilmemek imtî-ytazma mâliktir!»
İşte. eSar biz Be (Lsifermu» Iraidar cesur ve hür olabilirsek rte fikir ve ne de aksyon rtf-lanmızda hürriyetfn ve demokrasinin herhangi yıkıcı bir utıeum yer tutamaz.
Artık eicıkhyabflHmt ‘ Ben bu satırları cdn •«ürüuersite müntazaHafnHunın tesir ive ilhamı altında inkılapça gençlik ve inkılapçı kütlelerle bir hasbıhale veefle ofevn diye yazmış bulunuyorum.
BASIN HÜRRİYETİ
A. Kavili Isanbul Dergisinde bu konu üzerinde yazdığı yazıda, "İngiliz Reuters, Fransız Havas, Alman Wolf haber ajanlarının 1780 yılında aralarında bir , kartel kurarak birinci dünya harbine kadar milletler arası haberlere diledikleri gibi tasarruf etmiş olduklarını ve harp-den sonra devletlerin basın hüriyetıni sağlamak için bu karteli kaldırmayi düşündükleri baldo buna güçlerinin yetmediğini ve Hava* Reuters’in aldıkları ha-1 borleri isterlerse verirler isterlerse vermezler, bu suretle dünya efkârı üzerinde diledikleri tesirleri yaparlarmış dedikten sonra bu fikri Balzac'ın bu husustaki şu mutalaasiyle teyid ediyor;
“Halk birçok gazete olduğuna inanabilir, fakat hakikaten bir tek gazete vardır. Bu gazete M. Havas tatarından idare edilir.... M. Havas’ın bir ajansı vardır; bunun iç yüzünü açığa vurmak ııe bakanların, ne muhalif gazetelerin, hasılı kimsenin işine gelmez, bebebi şu,-M. Havas dünyanın ner taralı- ile muhabere eder.... M. Havas’ın havadis, toplamak' için fazlasıyle masraf etıığmı gören Paris gazeteleri tasarruf olsun, diye ayda muayyen bir para ile M. Havas dan dış haberleri satın almağa başladılar, oöyle-ce gazeteler farkında olmadan ancak yayınlanmasına izin verdiği iıaueılerı alıyorlar. Taşra gazeteleri ue aynı şeyi yapıyorlar ve gittikçe; gazetecilik denen muazzam makine,- bir fmo köpeğinin ao-ner kebap-çevirmesi kadar basitleşiyor... “1835 de Havas’ın yabancı gazetelerden tercüme yapan bir bırosu- vardı. Ve haberlerine gazeteler gibi bankalar da abone idiler. ış gittikçe ilerledi. Havas 1835 de posta güvercinleri kullanmağa başladı. 1840 da dünyanın her. tarafında muhabirleri vardı. 1880 da Havas dahiyane bir fikirle gazetelerden, vereceği haberlere karşılık kendisine ilân koymak için birer köşe ayırmalarını istedi. Bir taraftan da ticaret ılâniarıyie uğraşan mues-seselerle anlaşın İş büyüdü, Havas''şu-' beleriyle bransaya ve dünyaya1 yayıldı, haberler için yabancı ajanslarla anlaştı. Bu suretle Fransada hükümetler Havas‘in haberlerini kontrol etmek, bunun için de Havas’a gittikçe artarak 3y milyon Franka kadar ödemek, halta; tahviller, millî mahsul propagandası gibi millî işler için Havasa baş vurmak zo. runda baldılar. Havas ayrıca ilân yoliyle
yabancı hükümetler, büyük ticarethaneler ve malî müesseseler ile de iş görüyordu.
Ve artık Fransız basınının en büyük gazeteleri haber ve ilân endişesiyle Ha-vas’ın elinde idiler. Havas bir çok gazetelerin de sermayesine ortak idi. Devleşmişti ve Dev’in yanında aynı plânda hiç bir rakip yaşamıyordu..
Fakat Dev gittikçe kötüleşti;
“Hatta ara sıra hükümetten milyonlar alan ve yabancı memleketlerde resmen Fransız prokoğandası yakmakla mükellef olan Havas ajansının kendisine ilân veren bazı müesseselerın isteğiyle hükümetin teşebbüslerini doğrudan doğruya baltalamağa kalktığı görüldü. Üstelik Havas rejime aykırılık eden gazetelere* tûriu yollardan pıra yardımında bulunuyordu. Havas’ın küçük bir haberi borsayı alt ust etmek, parlamentoyu bir hukumetıu düşmesine sebep olacak şekilde dalgalandırmak, hattâ bir kargaşalık, bir- naip çıkarmaz için kâtı gele-Diiırdr. Bu vazıyette Kim Havas’a hücum eder, kötülüklerini ortaya dökebilırdi? Fransız efkarı umumıyesmm takatini Kesen zehirlerin en Korkuuçıurından bin Havas ajansı oıuu ve çok zaman fenalık edebilmek için eıverışh mana bulabildik..
Bütün bunlardan sonra mutıarnr yazışım şöyle bir neticeye bagnyor: “Devlete karşı; basla hunyetı, y azı, söz, düşünce nurıyetı isteriz; ueyıp duruyoruz. Bu hüviyetleri devlet Kadrosu dışında tehdit eden, çoğu gizli, iktidarlar, içtı-maÇemıııyet ıçm aaUa az teulıkelı keli-midirler?-*
Hunyetm, kapitalizmin uşağı bir takım müesseselerin tehdidi altında bulunması onun Devlet tarafından takyit edil-
■■ ......
I
SÖZÜM ONA..
I Tarlama öbek, öbek
Çullanır kara kargalar..
Gagalar, gagalar Didik, didik edip
I* Altın renkli başaklarımı.. Soysuzu soysuzdur karganın, ""Nadas^ da görünmez- olur.
• Hasad» da çıkar ortaya... I.
Ahmet FEDAİ
mîş olunmasını meşrulaştırmaz. Kaldık çok kerre bu iki kuvvet birlikde çalışırlar.
Hahikaten hür memleketlerde münakaşalar o hüriyeti yıkmaz, bilakis tamamen kuvvetlendirir. Bu münakaşaların vucududurki, o hüviyete bir servet olur ve tabir caizse onun mizacının kuvvetini isbat eder. Derin bir sükûn,, bilâkis inhitatın ilk alâmetidir. Güya, anarşiye meydan vermemek tasasiyle hüriyete taaruzdan uzak olunuz.,,
Demokrat Şehir
Neşet Halil Atay İstanbul “Dergisi*, nin son sayısında Demokrat şehir adlı baş yazısında; “kolayca yapılır, meydana getirilir bir iş olduğu için değil. Cennet dünya idealini anlattığı için fikirlerini tesnir etti, dedikden sonra A-merikalıların Demokracity dedikleri bu şehri şu çizgilerle belirtiyor: “Bu şehirde uzak - yakın, yol üstünde yol dışında, kenar - orta, işçi - patron, zengin -fakir semt faikları yoktu.. “... Her evin telefonu yangın için, hırsızlık için olduğu gibi hastalık için de yardım temin edebilirdi. „
Hakikaten ideal bir şehir. Hayali bile insana rahatlık veriyor. Demokrat şehrin bu güzel dekoru ıçiııde zengin zengilığıni, fakır fakirliğini bilecek, zenginler paralarını, fakirler sefaletini bölüşecekler hırsızlar sanatlarına devam edeceklerdir. Böyle bir şenırde fakirlik bir lüks olacağı için bu defada zenginler fakirlen kiSKanacakler. Çünkü sayın yazar, “Bugün Amerikada çok zarurî ihtiyaçları içindeki kazanamayanlar müstesna, Amerikada otomobili olmak değil olmamak lükadür.. Diyor. Ama bütün bunlardan yemek içmek gibi çok zarurî ihtiyaçlarını teminini sağlayamayanlar müstesna ha!..
İdeal bir dünya cenneti I Güzel değil mi?
Müessisi :
ES A T ADİL MÜSTECAPLIOĞLU imtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü HAŞAN TANR1KUT Muhabere adresi P. K. 5/9 İstanbul
Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş. Dizildiği yer Arkadaş Matbaası Baskı : Berksoy Basımevi - İstanbul
2
Atom ve maddecilik
Atomun bir bqmlba seklinde parçalanmasının çok tuhaf tepkileri olalı. Bazı insanlar her yerde ve hele anlıyama -ılıkları meselelerde 'maddeciliğin iflasını alacıklarımdan, yine «yakaladık» deyip sevinçten çırpınmıya başladılar.
Bazıları ilim ve felsefenin inceliklerini tam olarak bilmeyip kulaktan kap -ma kelime müşabehetlerine kapılarak «idealizmin» zaferine kandılar.
İş bukadarla kalsa yine iyi, atomlan ancak mahut bomba vasıtasıyla tanıyan ve ne olduğunu pek bilmiyen halk yalan, yanlış fikirler edinmeğe başladı. Az kalsın atom kıyamet demleri gibi efsanelerle akraba çıkacaktı. (
Atom nedir, parçalanması ne demektir, gibi suallere cevap vermek niabeten kolaysa da, şimdilik ıbüyük kütleler için anlaşılması ve idraki o nislbetle güçtür.
Muazzam sayılar, acayip işaretler, garip isimler, 100.000 kilometre saniyeler, proton, nötren gibi İstılahlar, Einste-in gibi alim isimleri okuyucuyu olsa olsa şaşırtır, ona «ilim ne yüksek, ne güç bir şeymiş» dedirtir.
Bunun için işin teknik tarafına gir -mek bile istemezdim, fakat tanıdığım bazı kimseler atomu mikrop gibi bir şey sandıklarından, bazıları ise onu bir cin, bir ruh olarak tahayül ettiklerinden bu cihetten de bir iki şöz söylemek gerekiyor.
Dünyadaki her biçim madde, canlı veya cansız, katı, sulu veya hava gibi gazlı ne olursa olsun, 92 tane basit cis min karışmasından veya terkibinden mey dana gelir, bunların da en küçük zerresi-ne atlom denir: Sudaki idrojen ve oksijen atomları veya saf madenler, meselâ demir atomu, ahin atomu, gibi.
Bunları bir birlerime bağlayıp yeni cisimler elde etmek veya cisimleri boz -mak, kimyanın işidir.
İlim ilerledikçe bu atomların da daha küçük parçaların birleşmesinden meydana geldiği anlaşıldı.
Bunların miktarı ve bağlanma şekillerine göre alemimizdeki 92 basit madde doğar, her cins atom dört beşi geçmiyen bu parçalardan müteşekkildir. ,
Böylece bir atomun içindeki parçalan çoğaltmak veya azaltmakla bir taıacT-deden, başka bir maddleye geçil&ilir, hatta laboratuarlarda böyle değişmeler yapılmaktadır.
Ancak atomun çekirdeğindeki: par -çaları bağlamak için muazzam bir kuıvvet gerektiğinden atom parçalanınca o kuv -vet serbest kalır; saati işleten zenbereğin serbest bırakılınca büyük bir hızla fırla -ması bu hadiseyi anlamamıza yardim eder.
İşte yıllardır laboratuarlarda küiçük
Rasih Nuri İleri
ölçüde yapılan bu gibi değişmeler atom bombasıyla pratik, gündelik hayata gir -miş bulundu.
Bu kuvvet kimyada kullanılan, kuvvetlerden kat kat yüksektir. Şimdilik ancak «üranyom» denen ^cismin bir cinsi a-tom bombası şeklinde büyük mikyasta ve kısa zamanda parçalatılabildi
Zaten kimyada cisimleri bir birine bağlıyan kuvvetler serbest bırakılınca sıcaklık, veya enerji elde ediliyordu, şimdi ise çok daha büyük olan atomun iç enerjisi kullandmıya başlandı.
İlmin vardığı derece bu neticeyi tabii kılmıştı, ancak büyük sermaye ve nadir olan üranyom madeni lâzımdı, bu i-kinci genel savaşta Amerikalıların kâfi sermaye ile işe girişmeleri atqm araştır -malarını bir hayli hızlandırmıştır.
İşletilen üranyom madenleri büyüklük sırasıyla Sovyet Rusya, Kanada ve Çekoslovaky adadır.
Atomların boyu bakımından da bir misal vereyim, • Güneş «istemine nazaran insanlar ne ise, insanlara göre de J>ir atom o kadar küçüktür.
Bu kadarcık genel bilgi yerdikten sonra asıl meseleye gelelim.
• I
• •
Felsefede maddecilik demek, mad1 -de, enerji, elektrik gibi şeyler bizim dışımızda, haricimizde de mevcuttur, yani biz olalım olmıyalım, harici alem mev -
Denizde atom bombası
Amerikalıların Bikini atoluna biri havada, biri denizde iki atom bombası atacakları bilinmektedir.
Denizde patlatılacak bambanın tesirleri hakkında yapılan tahminleri iktibas edelim.
Bazı alimler bombanın suyu oksijenle idrojene ayıracağını ve b-indan muazzam, b'r alev hasıl olacakını ileri sürüyorlar, hattâ- denizde pek de az olsa üranyon balunduğ-undan, bazıları daha ileri giderek, zincirleme tesirlerle infilakın yayılm ısın lan korkuyorlar:
Bilinen tesirlere gelelim: 1) Nâtro.a-lar su kitlesine çarparak geri döneceklerinden infilak merkezi çok şiddetlenecektir.
2) Hararet binlerce ton suya anî olarak bahir haline getirip mıazzam bir sıcak sa ve bahar hortum ı hasıl olacak, denizde büyük bir çukur katılacaktır
cuttur demektir, her ilim bu esasa dayanır. (
İdealist felsefe ise fikirden başka bir şey yoktur, âlem, madde fikrin bir uydurmasıdır, yarattığı bir şeydir demeğe varır, dinler idealistliğin bir koludur.
Bir de «Agnostik» 1er vaıdır ki, bunlar bu iki kutuplan hiçbirini seçmek için kâfi bir sebep yioktur derler.
Yani şimdiki maataecıiik dünya vardı, sonra insanlar mey cara geloı, düşünce ve fikir insan beyninin bir mahsulü -dür, insan yaşasa da, ölse de dünya mevcuttur derler.
İdealistler ise dünya benim tasavvu -rumdur, ben olmazsam dünya yoktur demeğe varırlar.
Bu iki cereyanın arasındaki görüşler, kelime oyunlarından temizlenince ya birine veya öbürüne ithal' edilirler, veya içlerinde hem maddecilik, hem de, idealistlik, yani tenakuz olduğu meydana çıkar.
Atom bombasında bir kısım madde enerji haline girince, atom" parçalanınca bazı insanlar, kendi arzu veya menfaat -larına uyduğundan, madde yok oldu, maddecilik iflâs etti sandılar. Maddeyi ancak bir meşe cdıunu şeklinde tasavvur edebilmek ne kadar acayipsa, madde, elektrik haline girdi veya elektriki bir hadisedir deyip maddeciliğin yıkıldığını ilân etmek aynı derecede gülünçtür.
Maddi ile katiyı da aynı şekilde karıştırabiliriz, «duman oldu» gibi tabirler
(Devamı 8 inci eahifede)
ve 50 metre kadar yükseklikte bir dalga doğacaktır.
3) Su elastikî olmıdığından bütün tazyik 1500 metre saniye sür’atında yayılacaktır, böylelikle tahribat sahası ha-vadakinden 4,5 misil bulunacaktır.
4) 1203 kilometre saat süratli bir hava dalgası hasıl olacak ve 10 kilometre kadar kuturla bir mesafe kaplıyacak-tır.. Su içindeki tesir sahası 40;50 kilometredir. Bu sudaki çukurun . kutru ise 1503 metre tahm n edilmektedir.
Hasıl olan dalgana tesirini azâltmık içi.ı bir mercin atalu tacribe yer. olarak seçilm jtir, kara ile çevrili bı çakardı hem i.ıfilak nisbeten sınırlanacak-tıc ve hem de batırılan 97 kadar harp gemisi üzerinde tetkikler yapılabilecektir.
270 kilometre uzakta o'an atollar bile şimdiden tahliye ettirilmiştir.
Bu tecrübe deniz 'Stratejisini alt üst edecek bir mahiyettedir.
R.N./.
3
® Disiplin© dair ♦ ♦ ♦
HER varlık, hangi sınıf ve hangi zümreye mensup olursa olsun ken 'i bünyesine göre bir disiplin yaratmak zorundadır. Zira azalarının faaliyeti arasında bir tanzim, ve bir koor-din ısyoıı yapmamış bir teşekkül müsbet b r adım atamaz. Çünkü birisinin yaptığını öbürü bozar. Bu itibarla muayyen bir gayeye ulaşmak istiyen her teşekkül azalarını muayyen bir şekilde çalıştırır. İşte bu çalıştırın ı, o teşekküle mensup fertlerin vazifelerini idrak etme ve benimseme derecesine göre taayyün eder. Buna göre iki çeşit disiplin teessüs eder:
1 — Faşist Disiplin.
II — Halkçı Disiplin.
* ♦ ♦
I — Faşist disiplin: cebir ve şiddete dayanır, sahtedir, altnn üstü aldatması esasına dayanır, burada disiplin cezaî maddelerden kaçınmak ve nimetlerden istifade etmek esasına dayanır. Bu itibarla Faşist devlette memur terakki ve tefeyyüz için çalışır. Yoksa vata ıdaşların işlerini tedvir için değil. Faşist orduda disiplin kurşuna dizme.ve diğer cehd.t esaslarına dayanr. Faşist partide ise disiplin, yüksek memuriyet kapma ve büyük devlet taahhütlerini ele geçirme suiistimallere göz yumma gibi esaslara dayanır.
Bu itibarla, Faşist disiplin, hakim devlet iktidarında zaaf alâmetleri belirdiği an la yok olur. Alt üstünü saymaz, üstü ı altına itimadı kaimiz. Bunun en güzel misallerini İtalya'da, Romanya'da ve d.ğer Faşist ülkelerde müşahede etmiş oluyoruz.
. ♦.. .1
* * ..
11 — Halkçı disiplin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanır Buııda cebir ve şiddet yoktur, kalbidir; bu itibarla Halkçı disiplin tarih! vazifeyi başarmi hususunda işbirliği etme ve faaliyetleri koordine etme esasına dayanır. Bunun en güzel misalini yakın tarihimizde G. Antep ve Maraş şehir halkının emperyalist düşmana gösterdiği kütle müdafaasında gördük. Burada hiç bir vatandaş, bir rütbe kazanmak ve bir mükâ fat elde etmek için döğüşmemiştir; ve ne de arkasında tehdit eden bir kuvvetin zoru ile savaşma niştir, onun tarihteki i vazifesini yapmaktan başka bir gayesi i yoktu, Netekim ikinci Dünya harbinde Alman Faşist kuvvetlerinin yenilmez ol- ‘ duğu hakkında Burjuva muhitlerindeki umumî kanaat hilâfına, Sovyet vatan-
Behçet Atılgan
daşlannın Leningrat ve Stalingrad'da Halkçı bir disiplin altında, kütle müdafaasını ve kütle harbini yaparak Faşizmi ezmişlerdir. Burada disiplin Faşist ordularda olduğu gibi, cebir ve şiddet e.sasına müstenit değildi, doğrudan doğruya karşılıklı sevgi ve itimada dayan-mışdı.
Bu karşılıklı sevgi ve itimadın olabilmesi, şu iki noktanın kavranmasile mümKÜndür:
I — Fertlerin tarihî vazifelerini anlamaları ve tarihteki rollerini kavramaları (Tarihî vazife).
II — Fertlerin tarihteki inkılâpçı saflardaki yerlerini tayin edebilmeleri (Disiplin)...
Bunlardan birincisini, yani tarihî vazifeyi, idrak etmemiş bir inzaa, halkçı bir disipline tahammül ederjıız. Yani Halkçı disiplin ancak tari.aî vazifeyi idrak etmiş fertler arasında kurulabilir.
♦ ♦
I —> Tarihî vazife ııer ferdin kudrul ve sırasına göre m iddi veya manevî bir karşılık beklemeksizin fedakârlıkta bulunmasıdır. Bu tarihî vazife her ferdin sia ve ksbiliyetile taayyu.ı eder; bu.ıanj büyük ve küçüğü yoktur, her şekil vazife almık itıbarde büyüktür, mukaddestir-
Nasıl ki bir insan vücudunla her azanın kendine has bir fonksiyonu var sa ve bu uzuvlardan her hangi birinde vaki bir aksaklık bir uzviyeti çö.kertç-biliyorsa aynen sosyal bünyede de bir sıra ferdinin ihma'i bir cemiyetide çökertebilir. Meselâ: Hurilerde bir nöbetçi erin uyumasının mensup olduğu kıtanın hayatına mal olmasına sebep olduğu gibi.
II — Fertlerin tarihteki, inkılâpçı saflardaki yerlerini tayin edebilmeleri.
Fertlerin tarihî vazifesini idrakten sonra mühim olan keyfiyet inkilapçı saflardaki yerlerini doğru olarak tayin edebilmeleridir. Bu hakikaten çok mü. himdir. Zira yaşadığımız kapitalist çağda ferdî. menfaat, hodgâmhk hüküm sürmektedir, hsr ferd az veya çok bu illetle mılûl bulunmaktadır. Bu sebep-den inkilâkçı saflardı muayyen meratip silsilesi tasavvur etmekte, ve bı mera-tip silsilesinin üst basamağını işgal et-■mıkte istical edilir. Bu burjuva ve küçük burjuva hasletlerini tasfiye için:
I — Mücadele yolile iıkişaf.
II — İnkılâpçı talim ve terbiyeden
geçmek, gerekir.
Mücadele esnasında herkes kendisinin ve etrafının kudred ve kabiliyetini görmekte ve disiplinsiz, anarşik çalışmanın doğurduğu feci neticeleri müşahede etmekte, kendisinin ve etrafının ayrıca inkılâpçı saflardaki mevkiini, sırasını, kudret ve kabiliyetini anlamaktadır.
Inkilâpçı talim ve terbiye ile de; tarihteki disiplin şeklini ve kapitalist cemiyetten aldığı kötü itiyatların sınıfî birer artık olduğunu anlamış olacaktır-İşte disiplin bu şekilde kurulur ve inkişaf eder.
* » *
Inkilâpçt saflarda disiplinin bozuluşu : İnkılâpçı saflarda hakikî bir disiplinin olması zarurî ise de, inkılâpçı saflan bir tek İçtimaî zümreden gelen unsurlar teşkil etmediği için, müdür zümrenin zaafları halinde, inkılâpçı zümreyi teşkil eden bu muhtelif asıldan gelenler eski sınıfı artıklarına göre bir temayül gösterek ayrılıklar göstermeye başlarlar.
İçtimaî safları teşkil edenler aşağıdaki içtimıl zümrelerden, objektif olarak gelirler ;
I — Burjuvazi tarafından tasfiye edilmiş ve binnetice burjuvaya düşman olan aristokrasi artıklan.
II — Büyük burjuvazinin rekabeti karşısında ezilen orta ve küçük burjuvazi.
III — Ginsi hislerinin tatmini için geniş bir kurtizan hürriyeti isteyen salon mensublan.
IV — Tek ve hakikî inkılâpçı zümreyi teşkil tden köylü ve emekçiler.
Bu hakikî inkılapçı sınıf yani köylü ve emekçiler, hakikî disiplini kurabilmeleri için inkılâpta en faal, en şuurlu, en bilgili ve şahsî menf astları hususunda-da en fazla fedakârlık yapanlardan olmaları lâzımdır. Emekçi ve köylüler ancak bu suretle bir disiplin yaratabilirler, ve inkılâbı yürütcbilmeleri için, şu veya bu suretle safia'ina karışan hizipçileri, bozguncuları ila.», bir safra olarak sinelerinden atmık mecburiyetindedirler. In-kilapçı saflar, hiç bir suretle aralarında muhalefet ve hiziplerin teşekkülüne müsaade edemezler. Fakat bu hiç bir zaman inkilâpçı saflarda demokrasinin yer ^almayışını istemek değildir. Inkilâpçı parti, saflarında murakabe ve tenkidi, en geniş mınada yaşatan bir merkeziyetçi demokrasidir.
4
İNGİLTEREDE ÇİFÇÎLİK
Ingiltereyi ziyaret edenlerin ekserisi memleketin kır taraflarının güzelliğinin tesiri altında kalmışlardır. Fakat tarımsal İngiltere aynı zamanda kifayetli bİT yiyecek fabrikasıdır. Filhakika İngiltere saatte insan başına Avrupadaki diğer her 'hangi bir memleketten daha çok fazla yiyecek verimine mâliktir.
'Her ne kadar İngiltere yüksek derecede sanayileşmişse de, çiftçilik mermle -ketin başlıca sanayii olarak kalmıştır. Takriben bir milyon kimse çiftçilikle geçinir. Bunlardan hiç olmazsa 300.000 kişisi patron çiftçidir. Geri kalan 600,000 kişi ise gündelikçidir. İngiliz çiftçiliği çok çeşitli olup serlerde yetiştirilen kış çiçek lerinin istihsalinden tutunda dağlarda yarı yabanî koyun sürülerinin beslenmesine varıncaya kadar muhtelif işlemeleri ihtiva eder. Savaştan evvel İngiliz çiftçileri gelirlerinin yüzde 70 ini et. süt, yumurta ve diğer hayvan ürünlerinden ve yalnız yüzde 30 unu buğday ve patates gibi yiyecek mahsullerinden elde etmekte idiler.
İnsan geçen senelere bakacak ohiT -sa, asri bilginin ve makine senayiinin yiyecek yetiştirme işine tesir etmesine başlamadan evvel Ingiliz çiftçilerinin ne kadar tecrübe sahibi olmuş olduklarını görmekle mütemadiyen hayrette kalmaktadır. Meselâ. Ingılteıede mahsullerin az olmasının en adî sebeplerimden birisi ki reçin kifayetsizliğidir. Toprağı kireçle -mek adeti 2.000 seneden beri devam fide gelmektedir. Keza aSrî kimyager asri toprağın fosfat tutarın tahmin edebildiği gibi asri çiftçiye ne kadar süperfosfat kullanacağını ida söyliyebilir...... Fakat
İngiliz çiftçisi, kimyagerlerin fosfatın e-saslı bir nebat gıdası olduğuna ilk defa işaret ettiklerinden evvel, kemiklerin bir gübre olarak kıymetini keşfetmişti.
Şimdi de ziraî lngilterenin İçtimaî bünyesine dair bir kaç söz söyliyelim: 50 sene evvel Ingilterede hususî mahiyeti haiz olan bir ç?ok çiftliklere ayrılmış büyük topraklar vardı ki, bunlardan yalnız bir -tanesi kiralanırdı; yalnız ana-çiftlik 'bizzat sahibi tarafından işlenirdi. Bundan da maksad kiracılarına bir örnek olmaktı. Böylelikle çiftlik halkının ekseriyeti 3 sınıfa ayrıldı; 1 - büyük topralç sahipleri ki bunlar küçük ölçüde çiftçilerdi, 2 - kiracılar; 3 - gündelikçiler; bir kiracı nın toprak sahibi olması veyahut bı -gündelikçinin bir çiftçi olması enderdi.
Son nesil zarfında ahval muayyen ölçüde değişti. Ağır vergi sistemi, bilhassa veraset veıgisi, eski büyük topraklardan çoğunun dağılmasını mucip oldu. Bazı kimseler evvelce kira ile işledikleri çiftlikleri satın aldılar ki. bu da usulen işgal etmekte oldukları topraklarda ka-
Profesör SCOTT - W ATSON lamıyacaklarındam cüolayı idi. Çiftlikler -de çalışanlara müstakil birer çiftçi ola -bilmek fırsatını vermek maksadiyla vilâyet meclisleriyle amme grupları epeyce büyük sayıda küçük topraklar vücuda getirdiler. Fakat İngiliz çiftçisinin toprak sahibi olmak gibi eski gayesi elan baki -dir. Sürdükleri toprağa sahip olmak is -tiyen kiracı - çiftçilerin sayısı pek azdır. Şayet bir çiftçi çok çalışır ve para arttıracak olursa zaten kira altında sürdüğü tarlayı almakdansa daha başka toprak kiralamayı tercih eder. Bunun sebebi ker> dişinin tasarruf emniyetine sahip olması ve hakem marifetiyle mâkul bir toprak kirasının tespit edilmesi ve işgalindeki -toprakta husule getirdiği her hangi bir ıslahat dolayısiyla tazminata hak kazanmasıdır. Bu suretle, sermayesini çiftlik binalarına ve toprağa bağlamak zarureti olmaksızın tasarruftan doğan her türlü faydelere bilfiil maliktir.
Ingiliz çiftçilerinin bir Millî Çiftçiler birliği vardır; çiftliklerde çalışanların çoğu iki işçiler birliğinden bir veya diğerine mensupturlar; ve toprak sahiplerinden bir çoğu da Merkez Toprak sahip -leri Cemiyetine mensupturlar. Bu üç grup kurıtmundan edinilen faydeler çok-Giineş enerjisi
ÜNEŞ enerjisini zaptedip kullan-
*mak insanlığın en eski rüyalarm-dandır. Adeseleıle Arşimedin düşman fi loşunu ateşe verdiğini tarih nakleder, zamanımızda ise pertavsızlarla kâğıt parçaları yakan çocuklar çoktur.
Güneş enerjisini zaptetmeğe başlıca iki engel vardır. Biri kâfi derecede büyük adeseler yapmanın teknik zorluğudur. İkincisi güneşin her yerde ve her saatla her mevsimde ayra derecede parlamaması coğrafî keyfiyetidir.
Bu ikinci genel savaşta Almanlar Al-rikada önemli tecrübeler yaptılar.
Bir sürü ayna ve adeselerden müteşekkil makinelerle kızgın çöl güneşini zaptetmek yolunda yapılan bu tecrübeler çöllerin ihyası bakımından çok mühimdir, fakat ne de olsa harpten dolayı bir tecrübeden ileri gidilememişti.
Güneş enerjisini ilk defa olarak endüstride kullanmak Sovyetier birliğine nasip olmuştur. Son gelen haberlere göre Özbekistan cumhuriyetinin Samerkant şehrinde güneş hararetinin işlettiği ilk fabrika inşa edilmiştir.
Dokuz metre kutrunda biı* aynanın topladığı güneş şuaları ile sıı ısıtılmakta ve elde edilen buhar ile de fabrika işletmekte imiş.
Teknik cihetten imkân dahiline girip beklenmekte olan bu keşif atom enerjisinin kullanılması ile birlikte dünyada pek çok şey değiştirecektir,
tur. Meselâ, gündeliklerin tanzimi, çalışma saatlerinin, tâtillerin tespiti ve saire gibi gayet önemli mesele vardır. Her bir vilâyette bir Tarım Gündelikler Heyeti vardır ki, bu heyette patronlarla işçiler ve müstakil âzalardan küçük bir kısmı iki taıafın anlaşmazlığı halinde denk vermek ve kararlar ithaz etmek üzere toplanırlar.
Diğer sanayideki ücretli işçiler gibi, çiftlik işçilerinin nizamî çabşrfla saatleri olup, diğerleri gibi hastalığa, işsizliğe ve ihtiyarlığa karşı sigortalıdırlar.
Şimdi emsallerini vasıflandıracak bir İngiliz çiftliğini tarif etmeme müsaade buyurunuz. Benim tanıdığım bu çiftlik Londranın 80 kilometre kadar batısın -da Thames nehiri yakasında kâindir. Köyde bulunan çiftlik binası 16 inci yüz yılda yapılmış olup cl’ân rahat vc hoş bir yerdir. Diğer taraftan işçilerin oturdukları evler yalnız 50 seneliktir. Zira damı sazlarla kaplanmış, loş, iki odalı eski meskenlerin yorine şimdi asri helâ banyoları ve elektriği olan modern 4 odalı evler inşa olunmuştur. Köyde birkaç çiftlik binası, bir çok işçi meskeni, .bir kilise, bir okul, bir toplantı salo -rru, bir kooperatif mağazası yarı birahanesi, Jbir kaç küçük dükkânla bir de büyük mâlikhâne vardır.
Bugün çiftliklerin en büyüğü 200 hektardan bir az fazladır. Burada hububat ve köklü mahsûller yetiştiği gibi sığır ve domuz beslenir. Tarlalar, hiç ata lüzum kalmaksızın, 3 traktörle sürülür. Baş lıca mahsulü teşkil eden buğday asri bir kombinanın hasat makinesiyle biçilir, ve lüzumu halinde depo edilmeden veyahut satılmadan evvel sun’î olarak Em utulur. Diğer büyük bir makine başak ve samanları toplar ve‘balyeler halinde demetler. Çiftlikte 6 adam tekmil işi görürler. Bu makineleşme derecesi istisna teşkil eder, fakat her yerde makine kuvvetinden istifade gittikçe artmaktadır. Şimdi İngiliz çiftliklerinde 150,000 den fazla t-ak tör çalışmaktadır ki, bu kadar yiik-rk ma kine kudretinin toplanışına dünyanı:, hiç bir memleketinde rast gelinmez.
Çiftliklerde çalışan işçiler haftada 50 saatlik çalışma neticesi vasati c.'a-ak 4. Ingiliz lirası alırlar ve bir az da para arttırabilirler. Bunlar ve aileleri old-. k -ça bir cemiyet hayatına da mâli! ti. ler. Eşleri için kadınlar enstitüsü olup burada sahnede rol oynamaktan tutun-’ı ye mek; pişirmeğe kada'r her şeyi yaralar; çocuklara mahsus Genç Çiftçiler Klitbü vardır; adamlar da ekseriya Cumartesi geceleri lolmak üzere yarı birahane yarı kuılübümsü yerlerde buluşup c.rad-a mahsûl ve sığırdan tutun da beynelrr’lrl işlere varıncaya kadar hçr şeyi gör’işür-lot,
5
Yenilerin R
Ulemayi kiram’ımız!
ONLAR, gökte yıldız ararken yerdeki çukura düşenlerdir. O' rucu başkalarına tutturup sevabını kendileri kazanmak istiyenler yine onlar-dır.
İşte onlardır ki, Fatih’in topları İstanbul surlarını delik deşik ederken “mavi* beyaz,, kavgasına tutuştular. İne bahtı körfezinde OsmanlI kadırgaları çıra gibi yanarken Ayasofya ve Süleymaniye kürsülerinden lâfugüzaf savurdular, çöllerin ve çökmüş medeniyetlerin iskolastizmini paylaşamayıp kavgalar ettiler.
Yine işte onlardır ki, açların ve kölelerin kurtuluş bayrağını taşıyanlara *teori„ ierle ateş açtılar, gâvura kızıp oruç bozdular. Denizlerin* ortasında dağ gibi dalgalarla boğuşup kemikleri kıyılara ileuenler gerçi onlar değildi. Ama onlar bir bardak suda fırtına koparmasını bildiler.
Ey kavga saflarının temiz yürekli savaşçıları, siz yarını yaklaştırmakta devam edin 1 Onların tempoları, sizin koşar adımlarınıza hiç bir zaman uy-mıyacaktır. Karanlık köşeler peşinizde sıralandıkça onların ukalalığı artacaktır. Bunu önceden bilin ki, gayretleriniz gevşemesin 1
Alın terlerinizin sulayacağı 'topraklardan yeni yeni ümitler ve zaferler fışkıracak, saçlarınızı dalgalandıran rüzgârlar sizlere yarının hürriyet ve refah bahçelerinden taze sünbül kokuları getirecektir.
Ustalarımız bize lâzım olan gerçekleri öylesine açıklamışlardır ki onların gözleri bu derece üryanlığa dayanıklı değildir. İşte bu yüzdendir ki, gerçekliğin keskin ışığından kaçıp, per de gerisi işler görürler.
Her aksiyon bir ateşten gömlek ve her suç bir demirden leblebidir. Ateşten gömlek taşıyamıyanın, demirden leblebiyi nasıl çiğneyebileceğim bir düşünün- Halbuki onlar, arabın yüzünü görmeden, Şamin şekerini tanımak isterler.
Siz, onlara aldırmayın. Ulemalık kuyusunun dibi derin, suyu gerindir ama, kovaları dipsizdir. Boşuna vakit harcamayın. Kafanızın susuzluğunu göllerinizin pmarile giderin. Opmar-ların coşkun suları sizlere yeterde artar bile..
Ulemamıza ukalalık, sizlerede da-yanıklık gerek. Çünkü bizim yolumuz* dan yana yana geçilir, döne döne değil dostlarım 1 Adtloğlu
Bizde resim sanatının başlangıcından «D» gurubunun xıx asır »onu xx asır başındlaki Fransız resim anlayışını ortaya koyuşuna kadar geçen zaman da yetişen ressamların sanatla sosyal hayat arasındaki münasebeti aramadıkla -rını görürüz. Halbuki bugün, insanların Dünya görüşünde ortaya çıkan değişik -lik yeni yetişen san'atkârlarm kafalarına balyozla yerleşmiştir.
«Yeniler» gurubu ressamları son günlerde açtıkları sergiyle karşımıza bu yeni zihniyetle çıkmışlardır. Onları, iri meyvalı natürmortlar, gözleri kamaştıran manzaralar yapmakla kalmamışlar; hat -ta insansız, yıkık bir bağ evini iyi sıra -lanmış renk ve çizgiler arasında göstermeğe kalkmamışlardır. Bu gençleı, ren -gi, çizgiyi ve hacmi yaşadıkları muhitin insanlarının emrine vermişlerdir. Bu sergi sanatın idealojisi olamaz diyenlere, müspet sosyal bir fikre sahip olmayan sanatkâr ölmeğe mahkumdur diye cevap veriyor.
Anlattığımız sebeplerden ötürü «Yeniler» bocalan olan «D» gurubu ressamları gibi kuru bir san'atla ortaya çıkmadılar. Sergiye girer girmez yeni bir san’at anlayışı karşısında olduğumuzu kolayca seziyoruz. Sergiyi gezenler her resimin önünde durdukça bu anlayışın doğrulu -ğuna biraz daha fazla inanıyorlar.
Şimdiye kadar sergi hakkında fikrimizi söyledik; biraz da .şahıslar ve eser -ler üzerinde konuşalım. San’atkârlarm kendisini daima saygıyla anacaklatı İsmail Oygar'm resimli galerisinde teşhir edilen resimleri gravürler ve yağlı boyalar diye iki gurup halimde gözden geçire -lim.
Gravür sanatı yalnız, desen ve siyah beyaz ahengine dayandığı için boya sanatından daha gösterişsizdir. Fakat, Fer -ruh Başağa ve bilhassa Fethi Karabaşın gravürleri sergideki resimlerini en değerlileridir. Gravürler bu yükselişin esaslı bir kısmını muhtevalarının Icuvvetind'en olmaktadır. Meselâ Fethi elindeki kuv -vetli desen sayesinde etsaıfına söylemekte zorluk çektiği Kerşeyi resitfıl'eriyle kolayca anlatabiliyor. Fethinin resimden vetli desen sayesinde etrafına söylemek onun, siyah - beyaz ı ne kadar iyi kul -laddığına dikkatlerini çekmek yeter, pe sen bakımından da Fethi kendinden sc r.elerce evvel yetişenlerden bile geri de ğıjdir. .
Forruh Başağa, ise,! gravür! san'atın ■ deki kudretini, resimden hiç anlamıyan-lara bile kolayca kabul ettirebiliyor. Yal-nız o, birazda karakterinin icabı olarak fikri bakımından arkadaşlarından yavaş yürüyor gibi görünüyor.
Sergideki yağlıboyalara gelince:
Galeriye girer girmez yerin darlığından bir sehpa üzerinde teşhir edilen Fu-
----- Yazan :
Bugün, insanların Dünya gârüfür.de rtn kafalarına balyozla yerleşmiştir. Gen\ insanlarının mirine vermişlerdir. Bu sn sosııal bir fikre rahip almayan scratk âr
at İzcrin paysage lyla karşılaşıyoruz. Bu eserde «Tabiatta 'bir renk ihtilâli» göz -terimizi ve kafamızı hayli oyalıyor. Fua-tın diğeT tabiolaımda da geniş bir renk zevki kendini gösteriyor. Bilhassa «Pencere» ve iki natürmortu «Yenilerin» 20 senelik «D» gurubuyla renk bakımından bile başabaş yürüdüğünü gösteriyor. Fuat bu büyük imtihanı muvaffakiyetle vermiştir. Ressamın saydığımız »resimleri arasında karşımıza birdenbire çok ağır başlı ve her bakımdan daha olgun biı tuvali çıkıyor: »Ağ ören Balıkçı». Bu resim serginin .en güzel resimlerinden biridir.
Avnt Aıfe«şın manzaralarında azda
FETHl KARAKAŞ'IN
olsa gözü yoran taraflara raslıyoruz. Buna rağmen o, tabiatı bütün ağırlığiyla bi ze'verebiliyor. Manzaraları içinde «Sokak» yolunu bulmuş -olgun olgun bir sanatkârın karşısında olduklarını seyirci -lere anlatabiliyor. Avninin en güzel re -simlerinden biri de şüphesiz «Okuyan Kadın» tablosudur.
Bu resim. ışığı - gölgesi, deseni ve nihayet rengiyle bütün sergiyi gezenlerin takdirini kazandı. Avninin göze pek çarp-mıyan fakat sergideki en güzel resmi
îsim Sergisi
efâtfÜlMdC Aitti
EYKELCİ ---------------------------
eya çıkan derişiklik yeni yetiden tan’alkârla-, rengi, çizgiyi ve hacmi yaşadıkları muhitin scnatın ideolojisi olemaz diyenlere, müspet ıcğc mahkumdur diye cevap veriyor.
fayla çok. elle az çalışılmış bir resim. Avnide kusur bulmak istiyenlerc «Balıkçı» tablosunu akıllarına getirmeleıini tav siye ederim. O zaman düşüncelerinden kolayca vaz geçeceklerdir.
Turgut Atalay «Kız Portresiyle» ser gide hususi bir yer almıştır. Bu usta ressamdan daha çok şeyler beklemekteyiz.
Nuri İyem bu seııgide de arkadaşlarından biraz daha çok kendini bulmuş olduğunu ispat ©diyor. Az renkle çok renkli resim yapmak onun en büyük hüneridir. Koyduğu rer«i adeta yerine mıhlıyor. Böyle kuvvetli bir renk anla -ytşl içinde desen de aynı kuvvette görülüyor. Nihayet herşey bütün plastik, ağır-
Yeniler sergisindeki güzel bir gravürü
lığıyla karşımıza konuyor. Nurinin resim lerinde Grinin büyiik- rolü1 her zaıısan olduğu gibi gene kolayca görülüyor. O, adeta bir gri musikisi yapmakla meşgul. Nuri, kadın portresi, alt'alta sıralanmış manzaraları ve nihayet Kar Manzara sıyla en aç gözlü sanat sever seyircileri bile kolayca doyurabiliyor. Bilhassa portreye bakan ressam arkadaşları bile tha -cim meselesinin nekadar güzel halledil diğini hayretle görüyorlar. İskemleli na-turmorte ta ise renk ve desen riyazi ka-
«Kayıkçın dır. Az renk kullanarak, katiyetle thalledilmiş-tir.
Bütün bu anlattıklarımızla besaber iyemi muhteva bakımından birkaç sene evvelki resimlerinden hayli geri gördük. Buna rağmen tonun natürmorte undaki ülkemle Ve masa; halkın iskemlesi hal -km masası, yani hepimizin malıdır. Bıktık artık renkli şallı, vazolu, iri moyvalı natürmorte lardan. Artık başkalarının resimlerini seyretmekten bıkmışız; ken -drmize ait resim arıyoruz.
Ferruh 'Başağa’nrn boyaları içinde «Çocuk portresi» ve «Natürmorte» u her çeşit seyirciyi tatmin edecek mahiyettedir.
Fethi Karakaşın boyaları da arka -daşlatınınkilerden aşağı kalmıyor. «İskeledeki Gemi» tablosunda diğer renklerin kırmızı etrafındaki sıralanışı kadar yükleme amelesinin tende bize tesir ediy.br. Fethinin resimleri arasında «Balo» da güzeldir. Bu resimde sefabattan tiksin • me renk ve çizgi lisaniyla nekadar samimi anlatılıyor.
Mümtaz Yenere gelince: Daima saygıyla anılacak ressama, cemiyeti köleliğe sürükliyen sanat anlayışının Babıâli'nin küflü köşelerine saklanmış olanları saygısızca saldırdılar. İnsanı körle'.ici sanat fikrinin artık sonu geldiğini gören zavallıların kendi yazdıklarına bile inanma -dıkları bizce malûmdur. Fakat onlar cemiyeti geriye götürmekte kendileri için hâlâ fayda görüyorlar. Hücum ettikleri sanatkâr günün 12 saatini tesfiye tezgâ ■hı başında terliyerek aile geçindirdikten sonra kör bir lâmbanın altında saatlaTca resim yapmaktadır. Buna rağmen onu. hiç bir zaman arkadaşlarından geri görmedik. Çüpkü, mcdelsiz ve aynı şartlar altında, diğer arkadaşları d‘a otun kadar hatalar yaparlar. Mümtaza hücum edenlere darsak «Konuşan İşçiler» veya banker size birşey anlatmıyor mu? Onların tabii cevaplan «Hayır» olacaktır.
«Konuşan İşçileri» sergiyi gezen her insan dinliyor ve anlıyor. Onu ölmüş de virlerin insanları anlıyamaz; Mümtaz 1946 insanlarıyla ve daha sonra geleceklerle konuşuyor. Biz Mümtazın ne kadar kuvvetli bir desene sahip olduğunu biliyoruz. Renk anlayışı de deseninden aşağı kalmıyor. Yalnız kompozisyonda ufak tefek hatalara düşüyor. Bu ek -siklikleri kendisinin de gördüğünü biliyoruz. Muhitini bize kolayca yaşatan Miim taz Yenen tebrik ederiz.
Haşmet Akal ve Nejat Devrim" ı sergide göremeyince gözlerimizde epey bir boşluk kaldı.
Yenileri saygıyla selâmlar daha büyük muvaffakiyetler dileriz.
Bııkakınıın ‘
Devirler, idareler, zihniyetler, politikalar değişir, sözünü edeceğim adam ayaktadır. Sultan var, halife t ar, sonra meşrutiyet gelir, arkadan istiklâl harbi çıkar sözünü edeceğim adam yine ayaktadır. istiklal harbi biter cumhuriyet kurulur, istiklâl mahkemeleri sultanın yardakçılarını, vatan hainlerini şeriat ahmaklarını birer birer ipe Çeker, hapse atar. Sözünü edeceğim adam ayni mahkemelerden yine ayakda kalarak geçer.. Büyükler büyüğü Atatürk’ün her kim için “Inkilâba zararlıdır, demişse sözü mutlaka doğrıt çıkmıştır.
Zaman olur hüriyetin, sırası gelir irti-faın bayraktan kesilin bu idi baston yokmuşun intibak kabiliyetini bilivojolo ji âlimlerini şaşırtse sezadır. Zekânın alâmeti olarak "kendini kurtarma,, ölçüsü kullanıldıkça devirler arası bu kala-mon alkış tufanlarına boğulacaktır.
Türkiyeyi felâketten felâkete sürükleyen enür sergerdesin “deha,, diyerek ağız oun şahsında kendi pıihracından bir şeyler bulmuştur. Onun yaptıklarını siyaset ve kültür sahasında yıllardır tamamlamaya çalışan; şahsî menfaatin ebedî kölesi reciye Ve ahlak n al.kemesinin kürek mahkumu ve ink lâp nesillerinin yüz karasıdır ol
Cumhuriyetin kendilerine emanet edildiği irkjlâpçı dehânın çocukları, İstiklâl mahkemesine götürülı n bu adamın kendi namlarına söz söylediğini gördüler! onu sürenlerin ayaklarını cpdüğünü gö-düler ve yazıklar olsun ki bir taraftan seciyenin timsali Akifi alkışlarken bir taı aftan da seciyesizliğin timsalini alkışladılar!
Meşrutiyet onun ceplerini tıkabas dol-durd ğu; ilk cil an harbinde halk süpürge tohumu yerken o siyah havyar yinesi k bir saatlik eğlence için gemiler kal-dırabüdiği için hüriyetin müdafii, zırhlı şuvalycsi kesildi. İstiklâl harbi or.u m.ahküm edince zc ria susduruldu fakat çok geçmeden cnıı istiklâl harbinin ve cumhuriyetin başlarından biri imiş gibi konuşur gördük!
İnkılâp Mehmet Akilin dünva görüşünü gömdü ama hiç kimse Akif seci yesiz. demedi. İnkılâp bu devirler arası buka'en.onun devrini de gömdü; o devli aklnve atdâjun bütün kanun!ari!e mahkûm etti fakat o devri yapan beş on kişiden biri her yerde inkılâbın en -salahiyetlisi olarak söyler ve yazar!
Bu işin hikmetini kimden sormalı? birbirlerinin taban tabana zıddı olan devirler gelir. geçer fakat o her devirde ayakda. her dev:rde ön safda ve her devirde elebaşıdır.. Yoksa istibdat, meşrutiyet ve cumhuriyet devir midir? Böyle ya o adam tenakuslar içinde yıkılmış olmalıydı vejahud üçün bir olduğu (vahdetle kesret felsefesile) isbat edilmelidir. DOĞAN RUŞEN AY
S. S. C. B. Yüksek öğretimi
S.S.C.B.'nde yüksek eğitim sade ka-r.unca değil, tatbikatta dia her vatandaşa açıktır, erişilir bir durumdadır.
İhtilâlden önceki Rusyada yüksek okullar umumiyetle Moskova ve Peters-burg gibi bir kaç büyük merkezde toplanmış bulunuyordu, geri kalanlar ise mer -kezden uzaklaştıkça azalıyorlardı. Şimdi müstakil Sovyet Cumhuriyeti olan bir çok bölgecJe ve 'ekseriyetle Türk Cum -hurîyetlerinde tek bir yüksek c'kul yoktu Sovyetler devrinde her Cumhuriyet kendi idari, İktisadî ve 'kültür teşkilâtının her sahasına gereken uzm,an kadrolarını devamlıca sağlıyacak olan yerli ve öz her türlü yüksek eğitim müesseselerini geliştirmiştir.
1917 de Çar Rusyasmda ancak 91 yüksek eğitim müessesesi vardı, 1940’ da ise 750 tane bulunup öğrencileri 620. 000’ e yani eskirinin 5,5 misline varmıştı. 1917’ de 16 şehirde yüksek okul var-dl Ve bunlann 75’i Moskclva ve Potors-burgda idi. 1940’ da ise yüksek eğitim 156 meTkeze yayılmış bulunuyor.
1939 - 40 ders yılında yüksek eği tim S. S. C. B.” nin Cumhuriyetleri ara -
sında. aşağrda görüldüğü üzere bölün- öğrenci sayısı .000’er)
mekte idi : ek ıl >■ d
Scıvyet öumhu- j Yüks
riryetinfri ismi oh
i sayu
1 - Rusya Federatif S, 470 399,9 .
S. Cumhuriyeti. 2 - Ükranya S. S. C. 148 126,6
3 - Beyaz Rus S. S. C. , 22 15,4 .
4 - Azerbaycan S. S. C. 14 12,5 .
5 - Gürcistan S. S. C. ( 21 22,7 .
6 - Ermenistan S. S. C. 9 7.4 .
7 - Türkmenistan, S. S. C. 6 2,6 .
8 - Özbekistan S .S. C. 22 19,9 .
9 - Tacikistan S. S. Ca , 7 2,2 .
10 - Kazakistan S. S. C. 19 8,4 .
1 1 - Kırgızistan S. S. C. 5 2,0 .
Yukarıda ismi geçen Cumhuriyetlerden Beyaz Rusya, Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan, Cumhur i -yellerinde Sovyet idaresinden önce yük -sek eğitim namına bir Şey yoktu. Sovyet lerrie yüksek eğitim sadece yüksek uz -maniana yetiştiği merkezler olmayıp aynı zamanda milli kültürün, kaynağıdır. 1 der S. S. C huriyette Millî Eğitim ve onun bir ' olan Yüksek öğretim bütün a derin bağlan olan. Sovyet aydın -iarını devamlıca yetiştirme^ . ödevini ü zerine almıştır. Çarlık Ruıyas'nda hürriyetsizliğe ve zülmc karşı koyan ve ileri bir ilmi görüşün ocakları halinde gelişen üniversitelerin ileri görüşlülük ananeleri Sovyetlerde de olduğu gibi devam edip gelişmektedir, yüksek eğitim sadece bir öğrenme yeri 'olmayıp aynı zamanda bir
ilmi araştırma merkezidir, eskiden beri devam etmekte olan bu müsbet gelenekler Sovyet rejiminde son derecede inki -şaf etmiş bulunuyor.
1940 savaşında naziler girdikleri Sovyet topraklarında, Ükranya ve Beyaz Rusya gibi Cumhuriyetlerde yüksek eği -'tim müesseselerini tamamen yıkmışlar, 'Minsk, Harkov, Odesa, Kiev gibi bir çok 'şehrin enstitü ve üniversitelerinin teknik alat ve tosisatıru Ahnanyaya götürmüş -lendir. Fakat 1944 - 45 de bile muazzam güçlüklere ralğmen, ve bütün memleketin yardımı sayesinde, geri alınan bölgelerde yüksetk eğitim faaliyeti yeniden baş-lıyabilmiştir.
Sovyetler birliğinde Üniversitelere devam etmek hiç bir sosyal duırum, ırk, milliyet, veya 'din kaydına tâbi tutulma -mıştır, yüksek eğitim için tek şart loffta öğretimini bitirmiş olmaktır. Tahsiline normal olarak devam ad'en her genç devletten. para alır ve her yüksek okulun istirahat ve oturma binaları mevcuttur Bütün 'bunlar başta söğlediğimiz gibi yüksek eğitimin, değil sade hukukan; tatbikatta da herkese açık okluğunu belirtmektedir. Parlak ve çalışkan öğrenciler mükâfaten fazla para alırlar/ en yüksek derece «Stalin burslarındır.
Yüksek eğitimin temeli Üniversite -ler ve çeşitli enstitülerdir. Üniversitelerde sosyal ilimler, ümanizma. müsbet ilim ler: fizik, matematik, biolcji. jeoloji, coğ rafya,., oldurur. Enstitülerde ise ekorto -mik öğretim, yani er.'düsitri, ziraat vesaire ile güzel sanatlar okışnur.
Bu müesseselerin tekâmül ve keyfiyetinin derecesini Alman tekniğini savaş meydanlarında yenen genç Sovyet tekniği iyice gösterdiği gibi J. D. Bernal ın (The Socia! Functon of Science) kita -bmdan. aldığımız şu misal da şayanı dikkattir: Modern atom fiziğinin temellerinden birini 'teşkil eden Dirac ın (Quentum Medhanics) kitabının 3.000 nüıhahk tab’ı Sovyetler birliğinde bir kaç ayda tükendiği halde Ingilterede 2.000 nüshası ancak üç yılda satılabilmiştir.
Çeviren :
HFTVACTOÖÎ.U
Atom ve maddecilik
(Eafi 3 cü snkijede) eski zamanlarda gazların maddeden sayılmadığını gösteriyor.
Maddi felsefî mânada fikri’nin aksidir, fikir ise maddenin .bazı tekâmül derecelerindeki bir tezahürüdür, yoksa felsefî mânada duman da, radyo dalgaları da, elektronlarla elektrik de madde mefhumuna dahildir.
Böylece bu insanlar madde (o dun. su) ve maddecilik (felsefî terim) kelimelerini karıştırıyctrlar.
«Filan alim aksi fikirde» diyeceklere önceden cevap verelim. Zamanımız -da ilim ihtisas işidir, her alim mâlesef felsefi sağlam bir temele dayanmıyor, a-raştırma yapmak için zoraki maddeci o -lan âlimlerin bir çoğu ihtisasları haricindeki meselelerde en saçma itikat veya hislerini farkına varmadan felsefî temel olarak alıyorlar. Üstelik maddecilik kelimesini xvııı inci asir mânasına, yani yanlışlığı, eksikliği ispat edilen «mekanik maddecilik» mânasına alıyorlar ve «dişlektik maddecilik» diye bir şey olduğunu bilmiyerek fikir yürütüyorlar.
Böylelikle büyük isimlerin şöhreti ar kasına gizlenerek gelen yanlış fikirler cemiyet için fena niyetler besliyenlerin ve her cins irticanın aleti oiluyor.
Maıddenjn esası attom mu, onun parçalan olan elektron, proton gibi zerreler mi, bunlann aslı elektriki bir hâdise mi, bir cins dalga mı, deıken bu zerrelerin veya enerjinin, yani dünyanın ve âlemin var olduğunu bir an bile unutmuyoruz ve hatta bu meseleler İlmî ve teknik usullerle laboratuarlarda hal ediliyor, yoksa a-to.m bombası ilahiyat medreselerinin mü-derisleri tarafından fikren uydurulmuş veya bir sırrı İlâhi olarak gelmiş bİT şey değildir.
Üstelik, n,asrl atom bombası bir kısım maddeyi enerj i haline dokuyorsa, son zamanlarda enerjiyi madde şekline sokan makinalar Ingilterede icat edildi, bu olay da enerji ile madde arasında bir ikilik olmadığını açıkça gösteriyor.
Harici âlem, tasavurumuz ve aciz beynimiz dışında var olunca ister onun parçalarına topıtak, su, Jyıva densin, ister idrojen, cjksijen, helyom densin veya istenirse daha fazla teferuata kaçılıp elekt ron, nötüon, pozitron densin, bunlarda ister sıcaklık, elektrik veya başkıa şekil -lerde belimin, maddecilik zayıflamaz, yok olmaz, bilâkis her defasında ilerler, tekâmül eder.
Dialektik maddecilik, ilimlerin felsefi temeli, metodudur, ilim ilerledikçe tekâmül eder fakat esas yine aynıdır, temel âlcmıin var oluşudur.
İlimlerin her ilerleyişinde dialektik rrpddecilfk kuvvetlenir, çünkü her defa -sındla insanlar tabiyat kuvvetlerini biraz daha iyi anlar ve onlara biraz daha hâ -Mim olur. Yoksa harici âlem inkâr edil -‘mez, idealistler ne derlerse desinler atom bombasının atılması acı (ne acı olduğu • *kadar maddî bir hakikattir. Yeni bir âle-‘min, insanların mesut ve hür olacağı bir dd«vrin müjdecisidir. İnsaniyetin makina -ferin ve' febl’a't kuvvetlerinin esaretinden kurtulup bunları kendi faydasına işlete -ceği devir yakındır.
Gebelik sancıları ister hafif ister yırtıcı okun teknikte galip gelen maddeci -lik fikir hayatından da «idealist -felsefe aktıklarını süpürecektir.
FİTsih Nuri İleri ı
V
Bir Doçentin Apolitik Makalesi
i>on zan.aumcc-a güllük luir gazetede t* cim ’çcliKüaj unzasıyle ((î’ınurı bir ıcyıam mevzuu çıması nuikaootirt...» oaşıum gaıauetler taşıyalı üu mus-aıe çiKımşıir. \x>
uger ou yazıma muharriri, kemlisi -ıuıı cıe ııaoesiıe «memurluKtan ASüuenıu kariyere» geçerek Oıyasal bilgiler Okulu umumi fausat Uoçeıılı, yaııı yüzlerce taıısıı talebesinin Kaışısıııua. konulmak mevkiine gelmemiş o-isayoı, iiKirıerım yalnızca bir uıızatı tekerlemesi saymakla guıup geçcceauiK.
ı akut, cu zat ı-iKauemik Kaııyeı paravanıyla oır zaman ıa^ıst memleketle.__
lıukum suıuıuş maksat ve ııtıraıâı.o. na-kiki mm ve lıaır uavalarına saıııc teş.ı.o-ler koymaktan geri kalmamaklarım
Uojcnı yazısının oaşıangıcıuuu; evvelce yaunz «nmı meslek mecmuaların -ua yazmayı» oujunurken şımuı «guııluK gazetelcrue» «iktisat mevzuunuaKi «gımu nokikallen yaymakta zaruret» goıvıugu -hu ve «politikanın ba;ka, nmııı (ıe yine bUyka şeyler oıuugunu» soylıyerea. «umm Kisvesine buıunerek pofuma yapmağa kalkanlar karşısınca» sesim auyuımak» ısıeuıgmaeıı baııseaıyor ve «ıkıısaaı ae-ıuakojinin» «ııalki avlamak ve aiuatmak mucauclesuıe karşı» «artık ilmi kursuaen halk arasına» inuııerek «hakikati ogreı ineğe» -nıyetlenüığuıaen cem vuruyor.
Kenaıne peygamoer euası yelerek «hakikatin» yalnızca kenaısmae olduğunu vehmeden ikUsa,t doçenti aaha, söze bağlarken için* düştüğü tenakuzlar birbirini takıp eşliyor.
«ilim başka, politika başka» dediği halde «ilmi mecmualardan» «gunluk gazetelere» atlıyarak poııtıka yapmak zaruretine iradesi dışında boyun eğen muharrir, bu hareketiyle ilim ile politika arasındaki hususi mahiyet farkına rağmen zarurî münasebet halini kabul etmiş ol -mıyor mu?
Hattâ, dere verdiği okulun adı;
Siyasal Bilgiler değilmidir? Ve mademki sayın Doçent «ilmi kürsüden indirerek» «iktisadi demagojiye» karşı cep -■he alıyor, şu halde kendisi de ilmi bir silâh gibi kullanarak politikanın mücadele siperlerine girmiş lolmuyor mu?
Doçent evvelce neşrettiği bir yazı -dan makalesine şu parçayı alarak diyor ki «Hâlâ İktisat heveskârları kadar umumi efkârda iktisat siyasetine ait tedbir -ferin meselâ bir Demokrasi dâvası gibi ^ij T~y ’’’’ ^'r a2ln'1^ Çoğunluk meselesi olduğu zehabını taşımaktadır».
Yukarıda ilmi kürsüden halk arası -na indirmek arzusunu ileri sürerken bu cümlesiyle gayri şuurî bir ricat yaparak «iktisat siyasetine ait tedbirler'in» «rey işi» nlamıyacağını söylüyor.
(x) — Tasvir gazetesi, 1 Mart - 946
NASRİ NİHAİ
Bir ilmi mensubunun şuurunda bu tarzua hır cümle nasıl teşeıtkuf ediyor?
«İktisat siyasetine ait tedbirler» -değil de acaba, «rey işi» olan şeyler nelerdir? (xx>
lirse dünya görüşünü faşist temayüllere göre ayarladığı meydana çıkar: Erkân umumiye ve onun azınlık ve çoğunluk gibi rey arzusuna karşı sinsi bir istikrah!
doçentin cümlesine iyi Uıkkat eaı-üaoek de «tanıcı tnkuap» isimli eserince: lusaıı umumiye tenbel, gevşek »ayağı ve ömKinhk getirmiş keşif bir ço-gunlua.a gayeleıınm şuuıuna varmış va-zuı ıiKirlı, Kat ı iaalıyetli azınlık arasında sallanır» der.
Göbe'lsin bu satırlariyle Doçentin cümlesi 'bir kaç kelime farkiyle tema-mıyle aynıdır. Bu fikir ve temayül yakınlığı makalenin bütün bünyesinde, müşa oın bir dünya görüşü bakımından, hâkimdir. Esasen çarpık muhkeme tarzı ve tenakuzlar hep buradan doğuyor. Meselâ şu cümleye bakın: «Her ten gibi İktisadımızda (art economique) ıbir bilgi, bir ihtisas işi olup, İktisat ilmi de bir arayı umumiye işi olmaktan çok uzaktır. Fizik meselelerini reye müracaatla haletmek kimsenin akimdan geçer mi?»
Bir insanın şuur yapısında ilmi muhakeme mümaresesi, hazmedilmiş, temsil idrakine varılmış hakiki bir bilgi kazancından doğar. , Bu hususdaki mahrumiyetinden şübhe bırakmıyan Doçent me sele vazetmek 'tarzında olduğu gibi mesele kurma hususunda da ortaya «psendo - probleme»ler atmaktadir.
İktisat ilminin belki kendi değil, fakat sosyetede tatbikat sahasına getirdiği hüküm ve neticeler partilerin pr(oğram lalına girerek mutlak şekilde rey işi olurlar; çünkü, bu, hüküm ve neticeler cemiyetteki muhtelif sınıfları, bünyelerine ait hususi menfaatları bakımından alâkadar eder. t
Fizik ilmi içinde ay m şey variddir; Atom enerjisinin netice, ve realiza siyon-' lalının açığa vurulup vurulmaması bir efkârı umumiye meselesi, yani azınlık ve çoğunluğa dayanan, -bir rey işi olmuştur.
Yani iktisadi ve fiziki araştırma değil, o fikirleri kullanma ve kullanılma tarzı bîr rey işidir. İlmin hangi yolda i-lerleteceğini ve ona karşı gelen manilerin nasıl bertaraf edileceğini eninde sonunda halk tayin eder, çünkü günlük hayatıyla bu temayül ve fikirlerin tatbikatıy la en çok alâkadar olan yme odur.
Doçent ilim mensublarını karakteri-(xx) — tyiki yüksek tahsil müessese-1-.0İ mufıtaliycte kavuşursa «Doçentlik» dle «Rey işi» olacaktır.
ze eden zihnî usul edükasyonununda te-mamiyle gafilidir. Zira mevzuunu esaslı bir fikir amudu fikarisi etrafında tesbit edememiş, umumî yapısı itibariyle birbi-riyle alâkasız ve manasız meselelerden örmüştür.
Mevzu bakımından hiçte esaslı bir irtibat şebebi olmadığı halde vesile ithaz edilerek Fransa İktisadî durumu ele alı nıyor ve Demokrasi düşmanlığının infi -allerini aksettiren bir şiddetle Halk cephesi politikasına hücum ediliyor!
Vaktiyle Berlinde Opera Kroll seremonilerindeki siyasî tehevvürleri andıran bu modası geçmiş mülahazalara de artık cevap vermeğe lüzum kalmamıştır. Sadece, üzerlerine gamalı haç işareti koyarak geçiriyorum, dundan sonra Doçent biü-' layı ağzından çıkarmıştır;
«Uemagojınııı şaheser örneğini» «mo dem maKya,velızm, namı diğer marksizm» dern makyavelezm, namı diğer marksizm» vermektedir. «Eğer buKadarcığı acılaşılmamış ı.e ıktısa-uı oemagojıaen bu namın çok çekeceği vardır», diyor.
Barana, bürokratik Bayata tealluk eoeıı meıııaat psikolojisinin bir hususi tezklıuıımacın baluetmek isterim: Maalesef mernleketunızde şimdiye kadar Marksizunc saldırmak bir meziyet sayıl -maktadır. Zavallı ilim.
jimdi aoıarun: l ıaugi kürsüd^ hangi namlı prolesör"marksızmı makyavc-lızm kelimesiyle vasıliandırmıştır?.
Her türlü doktıin mülahazaları dışında hakikati öğretgııeğe çalıştığını» söyli-yen Doçentin en az marksizm hakkında -ki bu isnadını hangi ilmi kaynaktan aldığını göstermesi lazım gelirdi.
Zira; 1-ührer nazrctlen ue «Genç Almanya» isimli broşürünün (34) cü sa-hif esinde: _____
«Alman tarihi önünde ifası bana düşen vazife marksiznıin imhasıdır» diyor.
Göbelsden sonra Hitlerle olan ideolojik sahadaki benzerliğinin tesadüfi bir karabet sayılamıyacağı aşikârdır. Hitler aynı sahifede: «Mukadderat benim şah -simi uzaklaştırmış olsa da, bu -mücadele ebedî 'olarak devam edecektir» kanaatini izhar ederken bu hususda yanılmamış: Kendisi topraklar karıştığı halde müstem leke hasretiyle yanan ruhu pek özlediği yakın çark topraklarında bu makyeve -lizm sözüyle hortluyor.
Fakat yaşadığımız devirde meselâ: Fizikçi Prof. Langevin, Riyaziyeci Prof. Hadamard. Ta'biiyeci Prof, Paul Rivet gibi bir yığın fikir zirveleri ve her milletten dünya çapanda hakiki mütefekkirler üniversite kürsülerinde, cemiyetin inkişaf kanunlarını veren marksizmi insanlığın kurtuluş ilmi olarak izah etmektedirler.
Şimdilik Marksiznıe bağlanmak is-
9
w
İçimizden Biri
İ7ı değnek tular tutmaz Çoban oldu, Sardılar sırtına bazlamayı. Onaltı yıl ko un güttü Kanalsız.
İnsanlardan ağayı tanır, Adını bilmez sorarsan Hayvanlardan Karabaş'ı Günü yetti, bıyığı bitti, Okundu künyesi; Gitti dauulsuz, zurnasız I
Kifat İLGAZ tenen hata zencirinden bir halka kopa ■ ralım:
Marksizm hakkında, tek faktörün yani, münhasıran istihsal tekniğinin şuuru tayin ettiği, şeklindeki tahrif ve bilgisizliğe, karşı milli Marksist literatürümüz -de, faktörlerin karşılıklı tesirleri (yani, şuur taktörününde istihsal tekniği faktörü üzerindeki tayin edici tesiri) izaıh edilerek, 'bundan dokuz, on sene evvel. Doçentin henüz Kariyer akademiye girme -uıği sıralarda. Kerim Sadi, Prof. Suphi Nuri ve Alildin Nesimi taraflarından ya-ılan neşriyatla, metin ve vesikalara dayanılarak cevap verilmiş, bu, yanlışlık tefekkür hayatımızdan sökülüp atılmışta.
ı Eğer Doçent, bu hususta Markada, knetne geçmiş olarak (4 clusivement -münhasıran) kelimesini gösterirse, bilgicine biat edeceğim; fakat ya bulamaz -sa 1...
ı Makale sahibi coşkun bir mugalata $xılile Marks terminolojisindeki klasik ekonomi ve Vülgaire ekonomi tabirleri-'ne de hücum ederek ancak: «Tek ve 'parçalanmaz bir İktisat ilmi vardır» di-'yor, t
’ Hakikati aramak ve öğretmek maskesi altında daima hakikati tahrif eden »Doçente talebelerine vermesi icap eden Dersi hatırlatalım:
t Ekonomi politik ilini doğuş ve ku huluşundCnberi tarihi seyrinde muhtelif (merhaleler geçirmiştir. Marka Klcöik e -Ikonomi politik, derken, ekonöminid rrfi-‘ayyen bir meıhaledeki durumunu anlatmaktadır. Bu, inkâr edilecek olursa il -min devamlılıtı içerisindeki^ tekâmül merhaleleri nasıl tedbit edilebilir?
\ Bu bakımdan lngilterede \Villiam Petty den^Ricardbya ve Fransada Boigu-'ilbert’den Sislmondi’ye kadar gelen muayyen bir iktisatrılar kategorisinin fik-' 'riyyatma klâsik ekonomi politik, vasfı 'verilmiştir.
Vulgnire ekondmi tabiri de. iktisad İlmine,! hakikatle alâkası tolmıyajı sathî 'fikir oyunları getirenlerin nazarî canbaz 'lıklanna karşı kullanılmıştır.
«Tek ve parçalanmaz bir iktisat ilmi» jıe gelince; bu, ancak muayyen bir
— Öyle lezzeili ki..
— Yedin mi ?
— Yo, yerlerken gördilm.
ilmin mevzuunu işaret eden bir mefhum daimde, nominalist manana mevcud o-’ıabılır, takat, muhtevası daima değişir.
Dünyamızda sınıflı ve her neviden kezaoiarla inkişaf eden bir sosyete »çinide yaşıyoruz. Mükemmele doğru bur gelişme «çındayız: t-skı kıymetler yıkılır, lıuuıvtytiinıeıı, öuııye değiştiren hâuıseier ■yeniyi doğuruyor ve arılıyoruz ki hiçbir şey ebedi değil.
ı Ekonomi politik, nasıl muhtelif dünya, göruşjeı ınınt dogmasına meydan verdiyse karşılık cjlaran, doktrin" tefsirlerine göre de istikametler almıştır.
Bugünün ekonomi politik ilmi ise, karşılılşlı siper kurmuş, iki sınıfın mücadelesine ayna olmaktadır.
Artık, iktisat yalnızca «istihsal» ile meşgul olmaz, fakat istihsalin sosyal nizamını, yanı istihsal ile insanların sosyal münasebetlerini bir arada mütale^a eder.
Bu münasebetler derinleşdirilince her sınıfın istihsaldeki mevkii leübit edilmiş olur ve( bu istihsalde kendine düşen hisse meydana çıkar; yani, kapitalist ve. halk sınıflarının mevkii ve hisseleri.
Millet ekseriyetini, teşkil eden çalışkan sınıflar kütlesine, tonla/La aiınterı mukabili düşen hisse sefil bir hayattın edamesinden başka nedir?
' İşte; Markizm bu betbaht kütlelerin kurtuluşu kanunlarının «İktisaıdÛ. Demagoji» mı? Hayır, Dcçent efendi. Size bir İngiliz fikir adamının, Palırre Putt’un sözleriyle cevap vereceğim:
«İstismar hakimiyetine karşı kütle -lerin kurtuluş mücadelesinin menfaatla -rını temsil öden bir.ilim demagoji ola-’maz. Demogoji, fakirlerin, yoksuz ve betbaht insanların ümit ye endişelerini, ‘iztirap ve cehaletlerini zenginler, ve kudretliler menfaatine istismar etime sanatıdır.» Nasri Nihat
Ne Yazalım?
Neler var yazacak, yazmakla bitmez.
Konuşmakla tükenmez lâfımız. Amla gel de yaz. Neresinden başlayıp, neresinde 'bitireceğini şaşırıyoT insan. Söylesen bir 'türlü, söylemesen bir türlü. Siz bana, 'iyi ya yaz diyeceksiniz. Yaz ama nasıl? Haydi yazdım, ya müstehcen olursa!... Diyelim ki müstehcen olmadı, ya halça -■ret olursa!... Kimseye gözünün üstünde kaşın var demeye gelmiyor. Hakaret etmeden yaz diyeceksiniz, peki öyle ol -sun, bu sefer de ya, siyasî olursa?
Gel de sen işin içinden çık bakalım. Başka türlü yazmasını bilmez misin? Bilmez olurmuyum? O zamaiı da «Çok hatif yazdın» dersiniz. j
Şididetli olursa, ağır dersiniz. Ne yapmalı bilmem ki. ,
Yazıyoruz, Güne karşı bakdın diyorlar, olmadı çiz. Yazıyoruz, yan bakdın diyorlar.
Yaz ama, neyi? ya zülfüyara dıo-kunursa. Ya mazallah siyasî olursa.
Yaz başdan, çiz başdan, yazamaz olduk vesselâm.
Abdüllıak Hâıııit gibi, dert baştan aşınca kalemi kırmak lâzım. Dost bir tür lü söyler, düşman bir türlü.
On parmaklarında on kara.
Siz de şimdi dersiniz ki bana,
— iyi ama, el âlem nasıl yazıyor. Kabul ederseniz, biz de yazarız el âlem gibi. İsterseniz bir deneyelim:
«Bu gün dünden güzelsiniz efendim. Eyisiniz, hoşsunuz efendim. Ali cenapiı-ğa tüy diktiniz efendim. Pek zarif pek kibarsınız efendim. Bendeniz crmanda bir vahşi idim, insanlığı zatı devletlerinden öğrendim efendim.
Keramet yumurtladınız, cevher saçtınız efendim. Kaşınız, gözünüz, ille şirin sözünüz yaktı canımı efendim.
Evet efendim, sepet efepdim. Her emriniz münasiptir efendim. Geldiniz, güller açıldı, gitmeyin -bağrınız hun olur efendim.
Sayci şahanede bu gün güneş açıl-di efendim. Şu bizim altın keseyi ihsan edermisiniz efendim.»
Nasıl, bir yazıma türlü bajıane bu -lan dostlarım, bunu beğendiniz mi efendim?
Aziz Nesin
BÜYÜK HİKÂYE: 2
Talebe kahvesi
VcUncü arkada* bir kOctlk Alman kasaba-, rodan kalknu*. bUylllc «ela kapılarak bu »eh(e. Hukuk Doktorasını yapmaca' gelmiştir. Sapına kadar Naalonal Soayallatlr ve nıüthJ» »eklide kavgacıdır. Adı VoFtsuv-
Simdi bu çocuğu anlatmak için besinci bir unsurun, Jan İsimli bir Fransızm adını da anmak gerekiyor. Jan, esas ltlbarlle bizim gruptan değildir. Fakat Volf İle o kudar ahpaptır kİ, sık sık onu da aramızda görürüz, ikisi birbirini tamamlıyan iki yarım elma kadar birbirlerine •benzerler. Dalma ve dunmadan kavga ederler, fakat lokantada karneleri birdir. Odaları, eşyaları birdir. Zevkleri, fikirleri birdir,- siyasi kanaatlerinde bile cok kere birlik »öze çarpar Bu nasıl olur diyeceksin? olurdu ister.: Hem de Jan’ in kcjyu bir sosyalist olmasına rağmen. Bak anlatayım:
ikisi de harbin aleyhinde idiler. Volf, Hlt-ler’in harp edeceğine ve harp taı aftan olduğuna İnanmazdı. Hattâ o sıralarda ortaya çıkan bazı hadiseleri ele alarak bu ukrlni misallerle izah ve İspat etmek İmkânlarını hile buiuyor-(lu. İkisi de hakiki müstahsilin sermaye elinde esir ^olarak yasamasına atar tutarlardı. Bazan o dereceye varırlar ve öyle gürültü eder .erdi kİ, Gang bile ayağa kalkarak:
» O o o o o„„ Bu kadarı da tazld,»
diye bağırırdı.
» Esasta bu kadar birleşmiş görünmelerine •rağmen teferruatta ve küçük meselelerde müthiş bir İhtilâfa düşerlerdi. Hattâ yalnız oldukları zaman bu hâl, devamlı bir âdet hükmüne girerdi. Bizden ayrı bir «masada oturduklarını gördüğümüz zaman:
— Hah, derdik, nerdeyso pandomima kopacaktı^,,
Gerçekten, bir kaç dakika sonra sesleri bü-yümiye başlar, el kol hareketleri çoğalır, evvelâ civarlarındaki, sonra yavaş y.i’.aş muhitlerindeki masalardan: (Susun yahu, kapayın çenenizi, sizi mİ dinliyeceğlz,,,) diye itirazlar başlardı. Onlar bunları doymazlardı bile::: Devam ederler, birbirlerine yumruk sallarlar, horos gibi gagalarını uzatıp ibiklerini şişirirler, sonra yerlerinden fırlayıp İki aksi İstikamete hızla, açılır terini mağa sanın
kabalarla
doğru araları hangisi
uzaklaşırlardı. Böyle olu.du da mıydı? Ne münasebet, ikisinden daha evvel soğutursa derhal ötekini aracılardı. Çabucak buluşurlar ve bir mabadında piket oynamağa başlarlardı. Kah-gülerlerdi. Birbirlerinin burunlarına
vururlardı. Sonunda ufaklık paralarını bir araya katıp sayarlar, sandviç bedelini güçlükle öderler ve gezmeğe çıkarlardı.
Bütün Üniversite onları tanırdı. Bir zamanlar, daha biz Brüksel’de yokken, ikisi birden bir kıza tutulmuşlar. Herkes ne olacak diye beklemiş. Kız da hakiki olarak ve birini ötekine tercih etmeden, İkisini de sevyormuş. Ama gerçek bir sevgi Lle,„ ÎMersfen inanma. Günün birinde anlaşılmış kİ kızla, bir gün Jan, bir gün Volf geziyor. Sıra kimde ise sabahleyin erkenden kalkıp odadan çıkıyor. Diğeri o gün akşama kadar onların bulunabileceği yerlere, hattâ Üniversiteye ve Tourelle’e uğramıyor. O gün !-çin müşterek odadan istifade hakkı da kızla beraber olana aid. Böylece bir kaç ay yaşamışlar. Günün birinde kız ortadan yok olmuş ve eski hayatları, hiç bir şey eksilmemiş gibi, yeniden başlamış.
İlhan takus
Sonralara:
— Bıktık, ayrıldık.
derlermiş.
Japonya’nın Çin’e saldırdığı haberi Tourel-le’de bir bomba gibi patlamıştı. Herkes bunu konuşuyor, gazeteler masalara çarşaf gibi serilmiş, saçlar mermerlere -doğru sarkmış, salon an kovanı gibi uğulduyor.
Ben o gün her günkünden biraz daha erken-ce kalkmıştım. Gazeteleri biraz evvel yatakta okuduğum için bugün burada bir fevkalâdelik olacağını tahmin ediyordum. Nitekim yarım saat geçmeden kahvenin içinde elden ele bir «takım kâğıd parçalan dolaşmağa başladı. Bu kâğıtlardan bir kaçının etrafımda fışırdadığını hissettiğim dakika fena halde korktum, sarardım. Hemen kalkarak şapkamı kaptım, kapıya doğru yürürken dehşetle gördüm kİ, kapı, bir kaç kişi tarafından tutulmuştur. Bunlardan biri kâ -ğıtlardan bir tanesini avucuma sıkıştırdı. Kulağıma eğilerek:
— Korkma, dedi, gün bugündür.
Hızlı, hızlı Gangların sokağına doğruldum. Avucumda terden dağılmak Üzere biati kâğıdı bir an evvel açıp okumak için göğüs kemiklerimin içinde keskin bir sabırsızlık sancısı duyuyordum. Fakat her tarafta uzun pelerinli polisler dolaştığı için buna bir türlü cesaret edemi -yordum.
Gang’ların sokağı tenha idi. Ta ilerden, başı öne eğik, bir adam geliyordu. Bu Gang’dı: O-na doğru koştum, buruşuk kâğıdı el.lne verdim. Sükûnetle açtı. O zaman ben de burnumu uzatarak okudum: Bu, Japon Elçiliği önünde, o gün saat 17 de hazırlanan bir nümayişe aid davetiye İdi.
Gang kâğıdı avucunda sıktı ve yere attı Gözlerini yüzüme çevirdi:
— Gidecek miyiz?
— Bilmem, dedim.
— Mesele ’değil.
Tourelle boşalmıştı. Kâğıtları dağıtmağa git tikleri belliydi. Bir kenara oturduk: Onun konuşmak istemediğini anladrm. (Wolf’u beklemeğe tasladık.
Bir kaç dakika sonra Jan’la beraber kapıda göründüler. Karşımıza oturmalarile münakaşaya başlamaları bir oldu.
Esas ltlbarlle- Japonya’nın haksız olduğunda •blrleşiyorlardı. ikisi de bunu canice bir tecavüz, bir vahşet hareketi, bir suikast olarak vasıflandırıyorlardı. Fakat Wolf, bundan ayrı olarak, Japonya’nın nüfuz ve kuvvetinin gittikçe arttığını,. bunların yaşryabil meleri için *blr hayat sahasına muhtaç olduklarını söylüyordu. Jan bu. fikirde değildi. O, hayat sahası sözünün uydurma bir şey olduğunu, her milletin kendi keyfine göre ihtiyaçlar \e zaruretler umdurarak, o İhtı-, yaç ve. zaruretlere bağlı nazariyejer ortaya at. masının, sonra tatbikata geçerek masum milletlere saldırmasının, hayvanca bir iş olduğunu 1-lerl sürüyordu.
Ben ve .Gang, söze karışmadık. Biraz sonra sükûnet bulacaklarını ve seslerinin cinsin^ nazaran ayrı ayrı iki İstikâmete gideceklerini bili -yorduk. Zaten istikametler şimdiden ayrılmıştı. Bunları birleştirmenin yolu olmadığını Gang’fla takdir ediyordu.
O gün aksama kadar surda, burda vakit geçirdik. Fakültede istemiyerek İki derse girdik. Çıktığımız zaman saat beşe geliyordu;
Gang yanımızda yürüyen Izabel’e:
— Sen eve git, ben birazdan yelirim. dedi. Kız, ses etmeden hepimizi selâmladı ve sokağı saptı.
Meydanlık, hmcahmçtı Ben, sırf seyretmek İçin bir kenar köşe seçtim. Gang, Jan ve Wolf, o İnsan denizinin ortasına vurdular, bir dukika sonra da gözden kayboldular. .
Suna dikkat ettim: Talebeler arasında bu İşe dair hiç bir hazırlık yapılmamıştı. Hiç biı maksadlan, gayeleri olmadığını da biliyordum. Böyle olduğu halde, İçlerinden biri sesini yükseltince, gürültüsü gökyüzüne vuran o kalabalık, birden susuyor ve dinlemeğe başlıyordu. Arasırı koparılan yaygaralarla ve salıverilen çığlıklarla bu tek sos İkiye bölünüyor; fakat hatibin hazırlığı ve zekâsı nisbetlnde az veya çok sürerek, yine kesiliyor; öyle ki, nutuktaki vahdet ve a-kış, hiç bozulmıyordu. Bunu, benîm gibi seyirci vaziyetinde bulunan, yanı basımdaki kırklık talebeye açtım.
Evvelâ güldü, sonra:
— Yanılıyorsunuz, dedi. Bunlar hazır nutuk -lardrr. Her zaman, her yerde söylenir: Daima değilse de, ekseriya ayni ağızlardan çıkar. Bugün Japon Elçiliği önünde, yarın Profesörler dairesi kapısında, öbürgün Omnlbüsler şirketi idarehanesinde. Dalma Hüriyet, müsavat, Adâlet:::
Lâfını bitirmemişti ki, uzaktan atlı polislerin dört nala üstümüze doğru geldiklerini gör -dük. Bir dakikada meydan toza, dumana boğuldu Kaçan kaçtı: Tutulan tutuldu, ezilen ezil -dL ----
O akşam Tourelle bomboş kaldı.
Orada talebe hayatı, hergün içinden yeni bir şey fışkıran, sırla dolu, dışyüzü durgun, dibi hareketli bir havuzdur. Saf Profesörler, ortaza -man velileri ve sağ cenah gazeteleri, bu havu -zun yüzünü bakarlar ve mesud olurlar. Propa -gandacılar, uyanık fikirli idealistler ve orospular, dibi İle meşguldürler. Oraya nüfus etmeğe, orada olup bitenleri anlamağa çalışırlar. Tourelle çevresinde yalnız talebelerle düşüp kalkan, onlarla yaşıyan ve sadece onlardan zevk alan bir sürü umumi kadın vardır ki, bunlar, derse glrmlyen bir nevi talebe zümresi teşkil ederler. Hocaların hıp'unu; hangisinin kırık, hangisini:i bol numara vermek itiyadında olduğunu, hattâ inandıkları fikirleri ve nazariyeleri, kırk yıllı c talebelerden daha iyi bilirler, ünlverslte’ye kaydolunan yabancı bir genç, ilk günlerde bunlar -dan birine çatar ve bu kadın, ona, dünya ile beraber Ünlverslte’nln İç yüzünü de öğretir. Çoğu, paraya önem vermez, içlerinde, bir diplomattan
(
veya bir fabrikatörden alacağı bin franga, bir
Fen talebesinin ısmarltyacağı bir fincan kahveyi tercih edenler çoktur. Sıvama bir yaldız gibi İlim ve kültürle süslüdürler; daima kahkaha ile gülerler ve hemen hemen uyku uyumazlar:::
Bütün bu hayatın içine yeni ve büyük bir unsuru, (Vanderveld) İn İlâhi çehresini katmak sırası artık gelmiştir: Bunu yapınız ve günleri, ayları, yıllarr tistüste yığınız. Dünya çalkanır; hudutlar, solucanlar gibi, eğrilip büğrülür- insan ırmakları sağa, sola akar. Nağralar Avrupa’nın
(Lütfen sahifeyi çevirin)
11
Kooperatifler
Yazan
Prof. Subhi Nuri İleri
Merhum üstadın son eseri Kitapçılardan Arayınız
GÜNJ
Haftalık Kültür ve Aktialite Dergisi
Harman Yangım
HİKÂYELER
HALİL "AYTEKİN
128 tahlft - 125 Kurnf
Yeni çıktı tavsiye ederU
ufukkızrah* gürteJ ve hârp, kApının İotoâğını çalar.
tito mataimni; ilk harp haberini Gang4 La CsatoTto tavan arası odalarında almıştık Bu dûaom ttört kösesine yirmi santim meşaleye kadar y^ı^an büyük, hantal masanın etrafına dlıUmUtlM ttv sahipleri, Jan, IWotf ve ben, orada İdik Ftober oynuyorduk: Fakat öyle bir potur tx Oıaanian ansızın gelecek olan bir yabancıyı, oyun oynadığrmız zehabına düşürmek için Oynanın»» denilebilirdi. Buna rağmpn hiç knnus-mryorduk »e param parça olmuş kAğıtharuı fısırtısı Ue omuzlarımızın gerisinden gelen cad -Genin nefesini dinliyorduk. Bu cadde, derinde, altmış metre aşağıda İdi. Birden bu nefes, bir ses oldu vw Ur yarık teklinde açılarak bize doğ-cu uzandı:
— Havadis, harp başladı, harbi yazıyor, havadis: t:
Kafa kemiklerimiz donmuştu. Herkes kâğıtlarını usuiiactk çuhanın üstüne bıraktı. Jan. fırlayıp çıktı
O geri üöntlnceye kadar, yıldırım gibi kayan bîr zaman beşiğinin içinde, ümitsiz, ama hayalle dolu, bekledik. Kapı arkasına devrildi ve Jan, son adımını İçeriye attı, masanın dibine yuvar -tandL Ona bakmayı düşünen yoktu Gazeteyi pençlnlesmlt avucundan çıkardık ve kafalarımızı birbirine dayryarak okuduk. Kaç dakika bu vaziyette kaldığımızı simdi hatırlıyamıyacağım. Fakat yerlerimize çöktüğümüz zaman benim far kedeblldlğlm manzara eu İdi: Wolt ve Jan, nj mana İfade ettiklerini ne o gün, ne de bu gün kes t İrem ediğim bakışlarlle, birbirine bakıyorlardı. îzabel’in ıztırapla gerilmiş suratı mosmordu ve gözleri Gang'a çevrilmişti. Gang’a gelince: Batı öne sarkmıştı ve san yanaklarından iki İri damla, buruşuk gerdanına doğru kayıyordu.
Hemen hemen htc korutmadık. İzabel lâc*.-venl perdeleri kaldırınca odaya bulanık bir şafak doldu ve Jan’la Wolf, İkisi aynJ düğmeye bağlıymışlar gibi, ayaklandılar. Herkes onları bakıyordu, ikisinin de gözleri yaslı ve kollan açıktı. Yekpare bir vücud halinde birbirlerinin göğdelerlnde kaynadılar ve yanaklarım tolrblr -lerlnln omuzlarına dayıyarak, o güne kadar îzâ-bel’de bile görmediğimiz bir zaaf nöbeti içinde, hıçkırmağa başladılar. Ne yapacağımız: bllml -yorduk. Ben Gang’dan, hattâ îzabel’den meded umuyordum. Halbuki onlar, İskemlelerine mıh -| | lanmış gibi hareketsizdiler. Yalnız Îzabel’in so
luk dudaklarından bir kaç kelime dökülebildl:
— Zavallı çocuklar. Ne kadar da sevişiyor-
tardı::: —
Jan’ın ağzından çıkan her kelime bir ateş
parçası halinde, ciğerlerimize ^yapışıyordu:
— Wolf, diyordu, sevgili kardeşim, ben
gl-
diyorum. Senin Milletine karsı harp edeceğim. Çünkü beni yaradan, Alman olarak yaratmışta. Vazifemi görmeliyim. Fakat gökte Tanrı, yerde insanlar vc mezarda Annem sahld olsun kİ. si
perde karşrma een çıkarsan ve ben seni seçebi
lirsem, tüfeğimin namlusunu başka tarafa çevi
receğim. ölümüm bahasına da olsa, şerefim bahasına da olsa, seni öldürmlyeceğim.
Gang artık yere bakmıyordu. Herkeaden €7- ^ordu.
DİKKAT:
Abone, mektup, yazı ve her türlü muhaberat için adresimiz şudur:
Gün-Posta kutusu 519-lstanbul
BAYİLERİMİZE:
10 inci sayımıza kadar olan hesaplarımızın tediyesini ve satılmayan nüshaların iadesini beylerimizden bilhassa rica ederiz.
“GÜN. den memnunsanız ve yaşamasını isteyorsanız abone olunuz., muhitinize yayınızl
vel doygularını açığa vuran sabırsız kafası, ıslak dudakhatmın arasından, mmhlanıyordu:
—• Bunlara lüzum yok, çocuklar, bunlara lüzum yok. ----
No garip tesadüftür veya İnsan ne garip makinedir; o anda, bakm aklıma ne geldlı
Vanderveld’in o meşhur umumi derslerini verdiği bir gündü, ön sıralarda yer alabilmek İçin vaktinden üç saat evvel sınıfta idik. Herif, uzun, sivri boyu llo kuru suratının ve geniş, siyah şapkasının dekorunu binlerce talebenin kalbinde kurmuş, bir takım dramlar oynayıp duru-
DAUAMLAm(M
ZONGULDAK HAVZASI KÖMÜR 1ST1HSAL&T1MIZ :
Seneler Maden Kömüri
Ton
1935 2340491
1936 2298649
1937 230686*
1933 2588957
1939 2696397
1940 3019458
1941 3019626
1942 2509614
1943 3165741
ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASM1ZDA
GÜNLÜK ORTALAMA İŞÇİ SAYISI
Sene î 3 Q i
1939 18937
1940 19643
1941 213ı4
1942 21909
ZONGULDAK MADEN HAVZASINDA İŞ KAZALARI:
Sene Sakatlananlar ölenler
1935 160 55
1936 239 71
1937 178 71
1938 288 82
1939 301 130
1940 326 125
1941 291 75
1912 137 112
BOŞANMA VAKALARI VE SEBEPLER!:
Sene Zina Geçim sizlik Sair sebebler Yekûn
1938 777 2016 692 3485
1939 810 2358 695 3863
1940 904 2505 618 4027
1911 93g 2448 645 4028
1942 1431 2978 761 5170
♦ ♦
Comments (0)