Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Kültür Pazarında Damping
İçimizde halâ Şark iskolastizmini sun’î teneffüsle diriltmeye çalışanlar var
HAFTALIK
Onlar akla, kültüre. vicdana ve insan haklyma zencrr vurmuş tolan devirlerin hasretini çekmekteler ve kurtulup yolunun dönemecinde hâlâ inatçı keçiler gibi a-yak diremek fedirler.
ÇARŞAMB
BU SAYID
Suphi Nuri (len
1S30 da Ank3M-H
Aziz Nc«in Mfinazarsdur
Fehmi Yazıcı
Maksim Gortd
Rasih N. İleri
Spvrtalnjt llarokM»
H. Tarmkurt
Devimin M/mır;
Ad il oğlu llnyaUn Icindm
Sabahattin Ah
Kovun
i
1
Asım Sarp -Vff&nta. Borüm Beri nata
ilhan Tarus: Hikây Ali Karasu: Şiir Saıbri Soran: Şih
ve
I.uKn-t((İ .KdiJ
Homnlâr - Gerçekler
Kültür Haberü'n
Haftanın Kronolojisi
Küçük AntdkLop.MİİH.
SAYI
ESAT
Yirminci asrı ilk ve ortaçağlardan ayırd-eden müsbet metodun ışığı ve rehberliği altında yepyeni br âleme, atom âlemine ayak basmış bulunuyoruz. Bütün tabiat kuvvetlerini ^vucu içine alan. o. dünkü zalim ve merhametsiz efendisini bügün kendi emrinde bir ‘Jcöle gibi kulların insan dehâşı yer yüzü haklarını kendi meşalesi altında toplarken ondan yarasalar gibi korkup kaçanlara, ve orta çağ dehlizlerine sığınıp kendi haklarını da peşlerinden sürüklemeye çalışanlara rastlıyoruz.
Aramızda; dolaşan içimizde yaşayan, medeniyet ve kültür vasıtalarımızdan faydalanarak şaçma a^pan vaızlara, nasihatlere kalkarı bu şapkalı softalara karşı halkınızı ve gençlerimizi uyanık tutmalıyız. Bu yobazlar, rolünü, oynayıp tamamlamış, hayatiyetini kaybetmiş bir medeniyeti, şark medeniyetini ve onun skolâstik kültürünü sun’î teneffüslerle diriltmeye çalışmaktadırlar. Önlerindeki uçsuz 'bucaksız yepyeni bir dünyaya, akim ve kültürün hürriyetini sağlayan yepyeni bir âleme karşı körler gibi bigâne duranlar, akla kültüre, vicdana! ve insan hakla rma, zincir vurmuş olan devirlerin hâlâ hasretini çekmekteler ve kurtuluş yolunun dönemecinde hâlâ matçı keçiler gibi ayak diremektedirler.
Onlar;n> felsefesi, estetiği, zadeganları.!} kel başların^ geçirdikleri perukalardan farksızdır. Orrlarin hasretini çektikleri hayat, sedef renkli omuzlarında beyaz güvercinler taşıyan ve peşlerinde aç köleler sürifkliyen şımarık aylaklar hayatıdır.
Onların bir ah derun çekip andıkları ve bir isterik lçadfn hırsile yaşamak istedikleri devirler, sırtlarında Çin sedleri ve Ehramlar kurulan çırılçıplak insanların maceralarilç yük Judür. /
Aramızda dolaşan ve içimizde yaşayan bu, ileri kültür ve atom asnnın şapkalı yobazlan istiyorlar ki. atmın dizginini gevşetip ileri milletlerle atbaşı gitmeğe kayar vermiş olan Türk milleti yine tekrar Yemen çöllerinde Veysel Karan' okun, yine tekrar vasiyetnameler, Şahmerdanlar ve Bartalgaziler okusun!
Kökleri Mekke, Kudüs, Vatikana ve dallan denizler aşrıl ülkelere yayılan bu zakkum ağacuun gölgeleri altında artık uyumak istemi-
A Dİ L
yoruz. Hukuk, hürriyetten,, kültürden ve her türlü dünya nimetlerinden nyıhrum bırakılsa zincir şakırtılarını musiki, ‘köleliği fazilet, fak-rii sefaleti cennet yolu sanan, böylece kzçndın-iatn, böylece afyonlanan insan yığınları, halk kitleleri artık serildiği yerden doğrulnruş ve gözlerini açmıştır efendiler!
Onlar, kirpi ezin hesabına aidatı Hıklarını. refahtan, hukuk, hürriyet ve kültürden kimlerin hesabına mahrum edildiklerini artık öğrendiler ve biliyoTİar, efendiler! Dünya, portakalının kaç dilini olduğunu ve kaçta, kaçıma bunca yıl kendilerin den esirgendiğini artık sezip kavradılar, efendiler!
, Halbuki sizler. siz mütefekkirler, şairler, filosoflar, hukukçular, sosyologlar, ekomcrtmst ■ er ve her çeşit bilginler, yani kültür pazanod* efendileriniz hesabına damping yapan sîzler, unuyorsımuz ki:
Kölelerin kurduğu Çin sedlerini
Yine köleler yıkmadadır!..
Ve unutuyorsunuz ki, zadegân metodla-rımzın perukaları düşmüş, kel başlan sıntmış* tir. Sistemleriniz derebey şatoları gibi çaylak ve karga yuvalar ma dönmüştür.
İlimde hak dili konuşmaktan, halk icro kültür yaymaktan duyduğunuz nefreti (bilmez değiliz. Fakat siz asıl bizim nefretimizden sakının ve masum gençliğin, masum halk kitlelerine afyon yutturmaktan a,rtık vazgeçin. Aklayın ki. siz de’ düşünüşte ve inanışta hür değilsiniz. Sizin de halk yığınları gibi hakikî kültüre, düşünüş, inanış ve Serbest konuşuş hürriyetine ihtiyacınız vardır.
Kürsüleriniz, gazeteleriniz, dergi ve, ki-taplaruıız aapasağlam görünebilir. Zadegân dili konuşup, zadegân hukuku gözetip, insan kültürünü zadegân malı yapabilirsiniz! Ve tur veraset senedile kabullendiğiniz sun’î ve tarihî rolünüzü serbestçe oynayıp, 'her çeşit icrayı âhen'k edebilirsiniz!
Yalnız, bir şey yapamazsınız, ve ona d* hakkımız vardır diyemezisiniz:
Halkı ve gençliği gerilere aüriiMemek.. Kültür pazarında damping yapmak!

Hıılkn doğru»
ve halk-olduğunu
bundan bir irti-
SaNMKALİZM BİR ÎRTİCAMIDIR
Dergimizin 9 uncu sayısında «Türk Soodl-iuüizmi» adlı başmakaleye bir cevab* teşkil ettiğim sandığımız «İstanbul» dergisindeki yazısında A Kayalı diyorki:
«Bizdeki sendikacılık temayülünden bahset-mek ve sendikacılığın milletçi, devletçi çı sistemden bir geri dönüş, bir irtica söylemek İstiyoruz.»
Dilin Kemiği yoktur.
A. cKayalı .İstanbul Dergisi» nin sonra çıkacak sayılarında, Demokrasi
çadır. Ve Türklya’da Demokrasi rejimine geçilmek için, partilerin açılmasına müsaade etmek bir irtica hareketidir» deyi yazarsa ve hatta ileri manada demokrat bir kanun olan *Türk Ana yasasında mevcut söz, yayın, teşkilâtlanma v.s. gibi vatandaş haklarının kaldırılmasını isterse şaşmıyacağız.
Yazılarından biraz kitap karıştırmışa benzi-yen muharririn Demokrasi ve- tarihi bilgisiz olduğu görülüyor ve yahut meseleleri ters tarafından ele alıyor, ririn yazısındaki fikir tezadından da lcü muharrir sendikal izni in İçtimai
müdrik olarak «Sendikalizm temel
larulmak İstenildiği zaman bilhassa ekonomik buhran yıllarında bütün bunlardan müsbet neticeler de alınabilir» dedikten sonra ret. patronları Almanya’daki tacmin etmişti» diyor. Az ettiği söylenebilir amma n-asıl iddia edilebilir?
Sakın bunlar ciddiye
A. Kayalı lâtife ediyor: Çünkü hemen fikrin arkasından A!manyada diktatörlük, tidannın ilk gününde Union İleri Unlonları ortadan kaldırmıştı. Su teri- demokrat müesseseierdir
hakkınu.ı ta mahsus Bu mutaı1 belli: Cün-raydasını olarak kul-
•En tecrübede ücretin patronu lıalk: tatmin
az üc-holkı tatmin edeceği
alınmasın.
gelenlerini halde; Union-
F. Y:
DERGİLERİ
Yeni çağ
Orhan -Beyti Oıhon; muhtevasının çoğu kirşiz» yaztla»r!a doldurulmuş Yeni Çağ
gisinin son şayiamda, gençlerle yapmak istediği bir rak
bu
Ik-
ve
fi-
tler-
yuzHında, (Gstiklûl harbini tıımrctnlamıya-mıyız?» diyor.
Bu ne gaflet? Bu millet istiklal harbini yu-tamamtayulı ,ve pis emperyalistleri, memle-
wp
ketten kovalı çeyrek asırdan fazla utmadı mı? Ha! sahi o sıralarda Orhan Sevfl tstanbuldâ aylak aylak dolaşıp Ankaradaki arkadaşlarının kendisini bu mukaddes vazifeye davetlerini reddetmişti. Bunu, Mili! Eğitini Bakanına yazdığı açık mektubunda' itiraf da ediyor gafleti mazur görülebilir
Bu ‘tebeptcn,
İLERİ HUKUK: Bu adla
çıkan ginin ' Hukuk»unu hemen bulduk «deri» sini bir türlü bulamadık.
der-
a mı
SERBEST MEKTUPLAR: Yuna nistajrda »bu adla yayınlanan kültür der grâi btiyük Türk hikayecisi Sabahattin Aliden ve Şart Fekten sitayişla bahsetmektedir.
Bu başlık altında yazdığı diğer bir yazısında, yine Orhan Seyfl Orhon; «Halka doğru» tâb‘-rini noksan bularak, 'bizim anladığımız mânada hakka doğru gitmek, Iralkm menfaatlerine, gelişmesine, refahına, saadetine doğru gitmek demektir» diyor.
Fakat, bütün bunları demekle de halka doğru gidilmiş olmaz. Zavallı tabirlerin ne kabahati var? Onlar: landıç
Halktan ayrı olanların düşüncesi böyle olabilir. Bize göre halkın işini halka bırakmak lâ-ztm. O, her halde menfaatini ondan uzak olanlardan iyi korur Yalnız bazı İşlerinde bilgili ve samimi olanların ona rehberlik etn^esl yeter insanlığın gerçekleşmesi için savaştığı demokrasi de budur.
Icat eden de, rezil eden de insan-
YENİLİKLER: İkinci sayısı daha iyi çıkan ıhtı edebiyat dergisi gçnç lyTÇOk sanatkâr ve mütefekkirlerin yazılarını toplamaktadır.
«Yenilikler» siyasîmden oka dar yılmış (görünüyor ki, sosyal görüşünü ib’e lirtmekten bile 'çekinmektedir. Havada bir sanat olamıyacağma göre dergi farkında olarak veya olmıyaüak * bir cemiyet igörüşüne, sınıfına giriyor. Bu görüş ün, geçenlerde. Fahir Onger’in Antoloji si münasebetile işaret ettiğim görüş olduğuna şühhe yoktur. Bununla berajber Muzaffer Aşkın’ın «Yeni Bir Sanata
Tek baıuma
bugün altmış altı ya-
Remaru ur’in
.veni rumıuıı
Elbette ki daüssıla başlar. Böyle, sükûn içinde Yatağına uzanırsın. Dudaklarında sigaran. Artık yollardasın.


i
Tepemdt^ kocaman ay. Önümde denizin ışıkları. Bir sabah, Bahariye yolu. Akşam üzeri Ayvansaray. Değirmen kapısında Arabalar durmuş. Adamları küfrediyor ve bağırıyorlar .
Daha sonrası, Dükkânlarla karşı karşıya Mensücat fabrikası.
V argel basında bu ân. Rahat bir uyku düşünür. Benim ilk mektep arkadaşım Avuçları terlemiş.
Yüzü kaskatı; ı
Bir mücadeleyi hatırlatır.
Haliç’te martılar, Oh, ne güzel, Karpuz kabuklarryie yanyanadır.
A6 KARASU
*
Doğru» yazısı bize İnkişafını yapmakla olan tam bir «şajısiyet»i müjdelemek tedir: «Beşeriyetin kaybolmuş olan birliği en büyük ölçüde yediden kurulacak, sanatçı kendini yekpare insanlığın, bir parçası olarak duyacak, ve ins^n kar deşlerinj bu büyük bütünün uzuvları ol mağa çağıracaktır.»
H. T.
1. tfeon - Erwin Kİh/Ii
Topraklarına, öz yurtlarına hakiki bir sevgi iie bağlı Atman edebiyatçıları ve sanatkârlar:, on beş yıldır, sınır dışında. içlerinde şiddetli bir daüssıla İle dolaştı durdu. Bunlardan meselâ yasama enerjisi tükenen ve yeni bir hayata da başlamak için gücü yettnlyen bir fert olara-k kendi İsteğiyle sönüp gitti. Tıpkı siper hendekleri içinde ve dikenli teller önünde düşman kursuna ile can veren bir delikanlının kah rama nlığtyje.
Alman topraklarının hürriyet huv&smı dal-x al and ıran ve en aziz varlık olarak insanoğlunu kıymet veren sanatkarlar henüz toplu bir çalışma plânında bir araya gelemediler. Alman milleti bâlâ, mahrum, Goethe’nln dili hâlâ öksüzdür Rakat ufak kıpırdanmalar başlıyor Zekâsı ve canlılığı İle şöhret kazanmış olan Egon Envln Kisch, sor. günlerde, Amerikadrn Parise döndü. Harise ve bilhassa Atontmarter* derin ruh bağlariyle bağ lanan Esrarlı Çin ad'.ı kitabiyle şöhret kazanmı>-tır Kisch, sınır tanmıyan bir dünya çerçevesi içinde İlk gazeteci olarak tanınır. Aslen çek dan Kisch. Nazi istilâsından önce Prug şehrinin belediye meclisinde önemli bi: vazifl? görüyordu. Faşizme ilk müdafaa sllâhrfii ateşliyen de odu: İstilâ üzerine Meksikaya yerleşen bu yazscmır» Avrupaya dönüşü. Goethe’nln dilinde insanlığa en esasi: hürriyet hakların: müdafaa etmiş olan bir hir milletn yeniden eski yerin: biılmıya çalıştığına işaret etmektedir. Kfccb. s nidadır.
ıs savaşından
Cephesinde Yeni Bir Sry
bütün dünya memleket terine yaydan Remaışu»*. 1939 dâ Amerikaya hicret elmiş ve üç yıl lioUy-tvood’da kalmıştı, şimdi Zafer Takı adlı son romanının müsveddeleriyle Nevyortea dönmüştür Bu romanının basite. sahneleri Puriste, Seme nehri kıyılarında geçmekte ve’Nazi toplama kampından kaçtıktan sonra Pariste küçük bir otel» gizlenen Tlavic admda bir doktorun mimariHelr-rini anlatmaktadır. Bir eok memleketlerde Re-margue’f kendi dille! inden okunuya alışmış otan edobly;tt.-^merakiıhın, simdi bu yeni eseri, heyc-: >-ania beklemektedirler.
sonra neşrettiği Garp-Yok roman İyle şöhreti
MueSSİsi :
USA T ADİL MÛSTECAPLIOĞLU
İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Miidürii HAŞAN TANR/KUT
~~ I
Muhabere adresi P. K. 519 İstanbul Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş.
Basıldığı yer: Stad Matbaası
1930 YILINDA ANKARA
Şubaıııı yarısına d*oiğn: mağlup, ümitsiz, sinirli bir halde Ankara'ya geldim. Kim bilir bu .şehire kırk senedi»-kaç defa yaylı, otomobil ve trenle gel -miştîm. Ankara'nın fena ve iyi zamanlarını gördüm.
Bir vakitler çocukken. Cebecinin te peşinde en büyük zevkim merkebime binerek bağlar arasında gezmek, kükür. kokan üzümleri salkım salkım koparıp yemekti. Bir aralık Hacı Bayram cıva ■ rında bir mahalle mektebine gittim, iş giiç. dua, namaz, f'alaka idi. Ağladım, sızlattım. beni htar.hu) mektebine gönderdiler. Pek çc'k seneler sonra tekrar geldiğim vakit her şeyi değişmiş gördü'rıı. istiklâl mahkemesi durmayıp millî hareket düşmanlarını cezalandırıyordu. Yu nan cephesi şehre pek de okadâr uzak değildi. Büyük Millet Meclisi ilk ömrü -nün er, heyecanlı ve helecanlı devrele rini yaşıyor. Mecliste kıskanç bir hürriyet ve istiklâl havası var. Hı^lk korku içinde, imanı pek de okrudar kuvvetli değil, Yeni milli ordu vazitesini yapıyor. Bin bir türlü müşkülle, engele, maniaya karşı düran Mustafa Kemâl azmetmiş, hakkına, zekâsfna, şansına güvenerek büyük bir imanla, ince bir siyasetle, kah ramanca,çalışıyor. Milletin, vatanın, Türk tarihi ve istiklâlinin -bütün ümidi bu A-nafartalar galibinde.
Ondan sonra yine geldim, çok geldim. Zaferin, inkilâbın, ihtilâlin ı\asıl yapıldığını, nasıl yaşamldığını, p^ısıl idare ve devam ettirildtiğini de gördüm. Hükümetin siyasetini muvafık bulduğum, alkışladığım zaman mükem'mei bir suret te. hakiki bir vatandaş, tam bir inkilâp-cı, kuvvetli bir millici diye karşılandım. Fakat kanunun bana verdiği haktan is -tifade ederek fikrimi, doğruyu, hakikati olduğu gibi söylediğim, yazdığfm, itiraz ettiğim ve tenkit eylediğim- zaman der -hal kötü kişi loldum. Namus ve haysiye-timde^ şüphe edildi. Vatan, ve inkilâp düşmanı diye hapislere alıldım, istiklâl mahkemelerine yollandım. Elâzizi boyladım. Sonra da senelerce hükümet adamlarının, fırkacıların nefretini, aleyhdarlı-ğrnı. düşmanlığını çektim.
«I «
Son defa Ankara'ya geldiğim vakit solğuk, kar, yağmur insanın hayatını daha ziyade sıkıyordu. C^ımlı ve kederliydim. İresi istasyona yaklaşırken sol ta -raf pencerelerinden Ankara'nın yeni şek iini, manzarasını şu sabahın ferahlığında bir kere daha seyir etmek istedim. Fjakat ahenksiz. İst ilsiz, proğramsaz vücutla gelen yetti binaları, rrahalleleri bezenmedim. Caddeler, parklar, heykeller hoşuma gitmedi. Sefil otobüslere teessüf et İtim.
Yarabbi, burada mı yaşayacağım? Yeni Ankara’nın, ruhta dimağı zevki okşayan, ferahlatan biç bir yeri, hiç bir şe-
1887 - 1945
yi yok mu? dedim.
Ümitsizdim, canım sıkılıyordu. Birden bire karsıma Elma Dağı çıktı. Istpş-yett civarından o bembeyaz, muazzam, asil, vakur, mütevazi dağı gördüğüm, tekrar keşfettiğim bakit içime büyük bir sevinç doldu. Artık ierahlamış’.ım. Ümit ve itimadım başladı. Elma Dağının b,endeki teshi pek kuvvetli, büyük...
— Oh., işte. Türkün. Anadblu'nuıı ulu timsali.. Türkleıe bekâret, saflık, temizlik, asalet ve kuvvet mefhumlarını veren, hatırlatan, sevdiren koca dağ.. İşte ta uzaklardan uzun, geniş, beyaz hırkasına bürünmüş bize bakıydr. Şu bir avuç millici, ink lâpçı. Cumhuriyetçi Türkü kendi öz evlâtların,ı seyir ediyor. Bunların babaları ta Viyana, kapılarına. Cczairlerc. Yemenleıe. Kafkasla'ra ka dar gittiler. Koca Elma Cağını unuttular. Şimdikiler bin -tiiHii rracefttdarı. kahramanlıktan inkisar ve felâketten soma yine ana vatana. Anadoluva sığındılar. İşte ana vatana, Anadcluya sığındılar. İşte şuracıkta, yine hep o Elma dağının jyanı başında, ta eteğinde yeni battan kuvvetli ve medeni ibir cumhuriyet kuruyorlar. Elma dağı bizlere asalet, tevazu, safiyet verecek. Daha doğrusu biz tonjdan gidip bu mukaddes ve yüksek dersleri almalıyız.. Hiç oımazsa günde bir an cna,bakıp ahlâk,ımızı. imanımızı, s^çiyemtzi kuv -vetl en d irmeliyiz.
* »
İşte bu fikir ile yavaş yavaş şehre girdim. Berbat bir Belediye, zevksiz bir yenilik, san’at görmemiş bir [yer, çirkin bir muhit. Eski kısımlar belki ihtiyarlı-yarak kendilerine bir bususi renk ve şekil vermişler. Fakat o yeni yapılan caddeler, binalar, teşkilât? Acab biz Türk-ler bu kadar da san’at ve zevkten mahrum insanlar mıyız? Nerede Türk mimarisi Türk medeniyeti? Anjcaramızda kaba bir kopyacılık, çirkin bir Belediyeci
lik göıünüyor. faşları, duvarları bırakalım.. insanlara bakalım:
Gülen, eğlenen, memnun olan yok gibi. Acele eden, koşan, bir canlılık gösteren yok. Herkes sakin, uslu, adeta ürkmüş ve keyifsiz. Çalgı yok, türkü yok, danjs yok. eğlence yok... Kızlar, kadınlar az. siisaüz. korkak, aşksız ve şehvetsiz.. ■.Nerede gençler? Yok. yek, yok... Ne yazık..
Ya işçiler? O zavallılar çok da se -fij. pek hiç...
Nerede münevverler? Darma dağ -nık. Ya birbirlerini tanımayanlar, ya çe-kemiyenler. Hepsi mekteplerinde aldık -lan deısler ile kalmışlar. Çünkü mem -tekellerinde, hayatlarında görmüşler ki yüksenşek için, yaşamak için ilim değil iltimas lâzım. Heyhat..
Memurlar, zabitler. Onlar da sabalı-tap. akşama kadar meşguller. Çalışıyor -lar, yoruluyorlar, ihtiyarlıyorlar. Bir lokma ekmek için. Başka gaye yok. Ya iş adamları, tüccarlar, mühendisler, sanatkârlar? Onlar da memurlar gibi beş para için uğraşıyorlar. Hele şu İktisadî buh ran... ah kanunlar, bankalar, kredi, para para...
Pek alâ ya mebuslar. vekillef, politikacılar? Fikir, iman, inkilâp ve siyaset adamları? Onlar nerede? Hani gazeteler. makaleler, münakaşalar, tenkitler, matbuat hürriyeti? Hani mecliste nutuklar. itirazlar, muhalefetler? hani cemiyetler. sendikalar içtimalar. seyahatler, kavgalar. propagandalar?
Yok, yok. yok.. Ne yazık değil mi?
Öyle ise ne var? Bir kerre elanı görelim.
Şubat çıkmış. Mart da sonuna gel • mişti. Ankara'da dikkate şayan iiç şey var: biri Leylekler. Binlerce yıldanberi bu memleketin sadık, devamlı misafirleri. yok belki hakiki sahipleri. O güzel Ve ince mahluklar, terbiyeli ve kanaat sa -hibi kuşlar. Bizlere hiç de itibar etmi -yor. yüzümüze bakmıyorlar. Bir lokma ekmek için birbirlerine fenalık etmekten çekilimden, adeta zevk alan insanları onl^r zaten çoktan anlamışlar, tanıyor -lar.. Nefretleri pek eski. İnce, uzun güzel Leylekler. Ankara'nın yegâne güzellikleri, hakikî san’at eserleri. Ankara'ya en samimî, ejı hoş renk ve şeklini siz veriyorsunuz.
Pa.rapızlık ve hürriyetsizlik devrin de bize kanaatinizle, serbest hareketle -rinizle ne kadar büyük dersler, misâller veriyorsunuz bilseniz.
— Tak, tak. tak. Leyleklerin, bu heyecansız ve kuru seslerine karşıda imalâtı harbiyenin yeni muayene edilesi mit-ralyözleri cevap veriyorlar: Taka, taka, taka...
t
• •
Bir de başımızdaki Leyleklerden maada ayaklarımızın altındaki ölü ke-
w
iniklen, .1 ürk■ kafa taşları vaı.
Her yerde, her atsâda, fıe’r .çıkakta, her temelin yanında, ezcümle Türk Ocağı sarayının her bir tarafında,... Kaç yüz. bin kırık, bcızuk, dökük kemik, lnsaıı kemikleri. Kaç tane kaıfa tası yarabbi? Bütün bunlar bizden mi. bizim mi? Dünkü Türkler, analarımız, babalarımız, kardeşlerimiz mi? Bak küme küme... Ellişer, yüzer bir araaa. Her halde bunlar teker teker ölmüşler, gömülmüşler. Fâkat sonra.. Müsavat. Evet mezar, ke-l
mik, sefâlet arkadaşlığı, birliği. ıHer yeni cadde.he/ yeni bina bunları tekrar meydana çıkarıyor, birbirlerine karıŞiırfyor, eşitleştiriyor. Acaba şu 'biçare, kemikler, şu snrıtgşı kafadar kimin? Erkek mi, kadın mı? Genç mi, ihtiyar mı? Zengin mi, fakir mi? ^Hayat.tamnaa neydiler, kimdiler? Mes’utmu yaşadılar, yokjsa bedbaht mıydılar? '
Her |ıalde bahtsız insanlar olalcak, hem de; pek çifte bahtsız. Sanki hayatlarında çektikleri kâfi gelmıyoımuş gibi, işte hatta öldükten son,ra şimdi bile sürünüyor, hakaret görüyor, sefil ve perişan oluyorlar.
Nerede belediye, hürmet, riayet, insaniyet, medeniyet? Nere'de gazetelerin-yalancı metleri, nerede bu acı hakikat?
• * /
Ankara’nın üçüncü hususiyeti de kedileridir. Ben kedileri pek severim. Fakat buraya geldiksen sonra, bu sefer. Onlardan nefret ettim. Bir defa o meşhur, cinsi asil kediler kalmamış. Hani ya şu bir gözü ye.şil bir gözü sarı kediler...
Bununla beraber şehir kedi dolu. Adi. pis. sevim'siz hayvanlar. Bunların yüz-cüe doksanı erkek, an,cak on tanesi dişi diyorlar. Netice malum. Gece oldu mu ta sabahlara kajdar damlar, kiremitler, bir zanpara hücumuna uğruyor, bir aşk muharebesi başlıyor. Gürültüden u-yumak, rahat etmek ne mümkün..

* * f
Haziran ve Temmuz geldi, istasyon kalabalıklaştı. Para b'.ılan, bir izin ko -paran kendini hemen îsta,n>bura atıyor. iGidena’e Ifelaş. memnuniyet, saadet var. Teşyicileri'n gözünde ise İstanbul’un has reti.. Hele trenin yürümesi için Son çan Jçalmâğa başla,Bi mı kalanları bi’r hiizim •bir kederdir kaplıyor. Uzanan eller, sallanan mendiller giden yolcuları değil, İstanbul’u selâmlıyorlar İstanbul kal--lerde, fakat kalpler gamlı...
Gardan şehire dönerken Boğaziçi. Adaları herkesin akimda, gönlünde. Deniz aşkı, hava tebdili, su ihtiyacı... Ya kadın, ya aşk?
Ne yapmalı? Bu sıcakta balık istifi \gibi bari trenlere veya otobüslere binip JCayaş’a, Gazi Çiftliğine gitmeli. Vakıa fKayaş m ağaçları, gölgeleri, serinliği ıvar. fakat tatsız..
Marmara, çiftliği fena değil. He. halde bir kaç sene sonra çok iyi 'olapak. hele bir ağaçlar büyüse» gölge verse.. .Hiç olmazsa orada manzara va;r. medeniyet var, insan memnun oluyor. Gazi’-
HAYATJtM İÇİNDEN :
0, kectâsi için bir
Büyük hikayecimiz Sabahattin Alinin «Bir Aşk Masalı» bana yine kendisinin anlattığı, İspanyaya ait bir hâdiseyi hatır lattı:
Kahramanın cesedi önünde cumhuriyetçi İspanyol savaşçılarından bir grup toplanmış, o harikulade adamın hayat: hakkında şeflerinin heyecanlı sözlerini dinliyorlardı. Şef diyordu ki:
— Onun kahramanca maceralarını benim kadar siz de biliyorsunuz. O. bu dâva için her şeyi yaptı ve görüyorsunuz ki, bu uğurda hayatını da verdi. Fakat onun asil büyüklüğü ve harikuladeliği nedir biliyor musunuz? O, bu davanın ba şansından kendi şahsa için hiç bir şey beklemiyor ve istemiyordu!...»
İnkılâpçı saflarda savaşanların «mo ral»i işte böyle bir irtifâa yükîelabilmeli-dir ki. halk kitleleri sosyal mücadele saflarına katılmaktan kendilerini atamasınlar.
ye dua ediyor. Uzaktan Ankara’nın gö rünüşü ne kadar ,da güzel.
Uzağa gitmek istemiyenler Büyük Millet Meclisi bahçesine k-bşuyor. Uzun, ■küçük havuzlarda bir az su görünce adeta ferahlanıyor, memnun oluyor, kendilerini aldatıyorlar. Fakat bu havuzların verdiği saadet de çok sürmedi. Sıcaklardan, sular tükendi, kurudu. Biraz su yüzü görmek içfn Cumhuriyet bahçesinin küçücük fıskiyesinin etrafında dolaşmaktan başka çare yok. Zavallı susuz Ankara'da oturan. İstanbul lular. Hani sizin sularınız, deniziniz, Boğaziçiniz?
Of... Ses yok. seda yok. Şu bahçelerde gezenler hiç de mi konuşmuyor, gülmüyor, bağırmıyorlar? Gençler k:r-ti etmiyor, çotuklar oyıamıyori Bu ne hal? Neye bu durgunluk, biraz da ma nasız terbiye? Ses. hareket, hayat lâzım değil mi? Sanki bütün bu kalabalık gölgeye, suya, serinliğe susamış. Halk bir sinema filminde gibi dilsiz...
Nihayet bir bando bahçeye geldi. Meclisin taraçaısına yer,leşti. Bir takım yerli ve ecnebi havalar çalıyor. Aman yarabbi, uykum geldi, içim sıkıldı. En ahenkli, gürültülü fokstrottan bile birer ninni gibi esneye e.sneye çalıyorlar. Zavallı orkestra, zavallı halk.
Ağustos: TnhtakuVularm hücumu. Şehirde su yok. Eski çeşmeler akmaz eldu. Halk susuzluktan kırılıyor. Ellerinde tenekeler, testiler bir sürü çoluk çocuk saatlerce kuru çeşmeleirin ettrafınd’a- nöbet bekliyorlar. Sonra da diyorlar ki Yeni-şehirde su pek bolmuş, yollar sulanıyor, hususi bahçelerde fıskiyelerden suja: fırlayormuş. Fakat o su, şı» çeşmelerde iztirap çeken fakirlerin kimsesizlerin ha’kkı.
Ah, Şehremaneti!.. Hani,halk bu me mieketin efendisi (idi? Niye yalnız bir semt suçlan istifade etsin?
Bak yüz yıllık Anka/a’lı ana kadın ne diyor: j
şey istemiyordu..
Herkes bilir ki tarihî hâdiselerin olgunlaşmasını çabuklaştıran da. gecikti ren de fertlerdir. Bu hâdiselerin olgunlaşmasını. çabuklaştıranlara tarih, «kahraman» geciktirenlere de hain, bozgun cu beya oportünist» demiştir .
Hain, kendi şahsı menfaat kaygılan içinde bocalayandır. Kahraman ise on lan hiçe sayabilendir.
Herkes inancı kadar savaşabilir. İnanmak, milletlerin sosyal kurtuluşunun temel taşıdır. Hem inanır görünmek, hem «aksiyon» larm seyircisi kalmak maskaralığın tâ kendisidir. Ve. işte o adamlardır k. inanır, ama kuş tüyü yataklar di kenlik 'olur. Saflarına katıldığı davanın başarılmasından kendi şahsına hiç bir şey beklemiyen ve iste.miyendir ki. ona «inanmış adam» denir ve illâ o' ya bir madrabaz, ya bir «sosyaj mücadele bezirganındır.
Adiioğlu
Sus Oğul, «us. Yerin bile kulağı var...
Peki sus amn bak işte susuzluktan âiem kınlıyor, helak oluyor. Kimse şi -kâıyet etmiyor, herkes korkuyor. Hakkını istiyen. yok. Susuzluğa, beledfyesizliğe hdrkes razı. Doğruyu söyledin mi henıeıı muhalif, haris, hajn oluyorsun. Halk susuyor. bari onlar vazifelerini görseler, iş yapsalar, bu memlekete biraz medeni -yet, biraz rahat, biraz adalet getirseler.. Onların, olsun büyüklükler, makamlar şanlar, şerefler....
Fakat şu Ağustofc'tıa biraz su isteri/ efendiler, biraz su.. Kdrbelâ...
♦ * •
Yarabbi, nerede Elma dağı? Hani-ya? İşte şu şehirden şimdi görünmüyor bile. Hani biz her gün ona bakarak velev bir dakika olsun kalbimize, dimağı -miza yeni, yeni -asalet, Üevazu, bekâret ve kuvvet hisleri, dersleri alacaktık? Fakat işte aksi gibi o da görünmez oldu. Görünse bile artık karlan erimiş, dünkü beyazlığı bozulmuş, bekâreti kalma -mış. Ne yazık değil mi?
Artık içlerinde enıtrilçaları donen, haysiyetler kınlan, hasis menfaatler te -min edilen, idealizmin inkisara uğradığı, bizanslılık dolu asrı, zengin zevksiz binalar meydan^ çıkmış, vücuda gelmiş, büyümüş, yükselmiş..., ,
Hatta bkadar yükselmiş ki, artık şu kocaman Elma Dağı bile görünmüyor. Silinmiş, kaybolmuş, âdeta un,utulmuş. Vah zavallı Elma Dağı.. Daha d'oğrusu asâlet, bekaret. büyüklük hislerinden, derslerinden, istifade edemediğimiz için vah zavallı bizler....
Demek bu sefer de Biza,ns. o mağlup ve mel un Bizans yifıe içimize girmiş, yine bizi eline almış, yine bize Elma dağımızı unutturmuş, göstermiyor...
Fakat nerede ideal, nerede in ki -lâp?
Suphi Nuri İLERİ
4
TENKİT
Bıı yaz» İstanbul t'niverRİteal Amme Hukuku Doçenti Dr. Hecni Okandun’ın «Devletin Men «el» ;»(lh eseri hakkında bir tenkitidir.
Buy Rtval Okandnn’m «Mert üzerinde dur-mnk ihtiyacını duymaklığım, lesorde orijinal bir taraf bulamamış olmamdan çelmiyor. Eser, ne yazık kİ ortaya orijinal hiç /bir guriis atmamakta. mevcut devlet doktrinlerinin her birinden birer parça almak suretilo en doğru devlet tel-Ipklsinin ortaya atıldığı ümidi esere haklın bulunmaktadır. Buy Rec-fii Okundau’ın eseri, /fikir hayatımızın son e -40 yıldanberi yaytlnus bulu nan telifçilik temayülde, metod bakımından pür, muhteva bakımından mütecanis, ve mahiyet itibariyle orijinal neticelere ulaşamamamı durumunun ;on iyi bir örneğini teşkil ediyor-*: Bay Okan-dan fikir tarihinde devlet hakkında söylenmiş başlıca teorileri toplayıp hülâsa ettikten sonrıı. kitabın İkinci .bölümünde bunlunu tenkldlerini yapmakta ve nihayet kendi «yahşi görüsünü» belirtmektedir.
Fikir hayatında her muharrir kendi kendine ve okuyucularına karşı şu suale cevap vermek zorundadır
— Metodunuz «nedir? Bu Suale, kendi ken -rllmi z e cevap vermeğe mecburuz. Mesule etrafında okuyucularımızı da aydınlatabiliriz. Fakat bu, .şart (değildir. Her muharriri metod hakkında kitap yazmağa, zorlayanlayız- »ıısen metodumuz daha İlk eserimizde kendini gösterecektir. Asıl fena olan şey muharririn ^metodunuz ne -(lir?» Sualini kendine karşı açıkça, kesinlikle cevaplandırmamış olmasıdır. Bununla beraber bu h»J bile SmetodMiızluğa İşaret değildir. Zira temayüllerimiz bizi kendiliğinden bir metoda sü-ıekler ve vazih bir metod idrakine (malik olmasa, bile bir met od içinde bulunuruz. , ıMeşele metodu (muzun tenkide tâbi tutularak sınırlan -dini masıdır. Bay Okandan’ı bu -bakımdan He alınca, metod meselesinde kendisini tum bir kararsızlık /ve karışıklık içinde bnluyoruz: Manacı ve Maddeci bütün doktrinler birer, birer cerhe -dilmekte; kitabın sonundu, bn cerhedilmlş teorilerin herhirinden birer parça almak suretile bir «yamnh bohça» imal edilmektedir. Her nekadar bütün büyük mütefekkirler metodça tanmmlle sağlam kimseler iseler de her muharririn bir dâhi oltrtaeını isteyemeyiz. Fikir tarihinde telif-çiler, vanf belli başlı İki (man«çı ve maddeci) metod arasında kaJmts olanlar pek çoktur. Me-todça pür loimak şart ile muhtevada telif yapa -rak iş görmek mümkündür. Marx bunun en iyi mUalidir: Ananevi sosyalisin cereyanını «sınıf mücadelesi», «Kıymet fazlası» teorilerde kaynaştırmak ve cihanşümul, koskocu bir sistem haline getirmek hususundaki muvaffakiyeti metodunun kesinlik ve «pür» (lüğünden geliyor.
Fnkııt bunun aksi yani metodça telifçi kala-rak hiiyük İş görmek -asIA mümkün değildir. Metod nn«ia kararsız, bulunun adanı bir neticeye varmak için lüzumlu olan '«Yol». dan mnhrumdıır. O, dolma yurümuğ**, fakat aslfl varnıamağa mahkûmdur. Bu yürüme 'sırasında bir şevler yapılabilir: Bıı yapılanlar, bütünlük, mütecanislik vasıflarından mahrum dağınık Reylerdir. Bay Oltandan, metodça teJlfcJdlr:
Tellfçllerin çoğu, hemen, ht-no-u lıopsi mana-»•i dünya görüşünden gelir. Onlard». nemacı metodun f*kifay*e4sizliğini sezmis olnvık durumu bir taraftan; un'anenln tesirlerinden kıırtpl&mava -rak maddeci mciodtan korhımık dururu:* öbür irattan. hâkimdir. Bn İmkftnHir hal kıırMsındn «bitaraflık» tavrını takınmaktan başlat (are kal-nwz. Bitaraflık meselesini* utdince hu hıiHiıstn tekrara dürmemek için Gün*ün 10 eu sayısında çıkan «Antoloji» 'adlı k’*uı yazımi/u bakılnıııstm ric:v ederim. Herhalde metodu» tc’lfeillk fikir hayatında tenakus üstüne temıkiıs \ ar.ıtnuılıtan başka hiçbir netice vermez. Cemiyetimizin şark tan garba intikâli devresinin yarattığı »os.vâl
kararsızlık her nalında olduğu gibi .fikir pahasında da kendini göstermiştir. Ancak biz tanzinıat-tan beri başlıyım bu intikalin bu gün artık bir istikrara ulaştığına inanıyoruz, .farklı haleti mâliyeden gelenler but* fikir hayatında, idealist ve mistik 'temayülleri benimsiyor veya trllfçl o-luyorhu*. Bu suretle şarklılık (mistiklik. veya metodsuziuk yani telifçilik) garp cilâsı altında devimi eder: Devlet probleminde ya Murx ve Lenin •tarafından ortaya atılan realist metodu veya, meselâ HegelMıı «devirt olmayınca millet olma?.» şeklinde ifade edebileceğimiz, en ufak bir tenkide dayaııamıyan görüşünü bcnhnseye -rrk hu hareket noktalarından orijinal sonuçlara
ulaşmak mümkündür. Bay Okundan İster maddeci, İster man acı olsun bütün ınetodlaıı reddettiğine ve telifçiliği de herhalde — asıl metodu bu olmakla (beraber — kabul etmly eccğlnr göre kendisine şu suali sorabiliriz^ Metodunuz nedir?
Haşan TANRIKUT
«Sosyoloji Asistanı»
İLHAM FERİSİ
Evimiz fabrika yanındadıı.
Yattığım yerden görürüm fabrikanın simsiyah ve uzun bacasını..
Hiç gitmez kulaklarımdan fabrikanın uğultusu ve burnumdan
fabrikanın kokusu...
Bütün işçileri tanırım.
Bütün işçiler beni tanır; Bazaıı tavla oynarız
Deftardaki Bahçeli kahvede;’*;
B^zan şiir okurum onlara.
Ben okudukça onlar coşar.
«Yaşa, varol!.» derler bana.
ben coşarım...
Onların bana verdiği mevki, onların ban ı gösterdiği sevgi bence bin kat değerlidir . Nuru İlah Ataçların vereceği mevkiden ve sütunlar dolusu methiyelerinden.
Fabrikacım
simsiyah . e uzun bacasında binlerce mısra gizli..
Behçet Kemal'ler,
S. Tnrancı’lar göremez bu mısraları;
Bu mısraları ancak işsiz kaldığı günler fabrika bacasına baka baka uyuyan kulaklarında fabrikanın uğultusunu.
burnunda fabrikanın koşunu tanıyan ve işçiler arasında ya'jyan benim gibi şairler görebil!-.
Bu mısralarla gençleşti kafam. Bu mısra’aıla örtendim ben I şiirin ne
ve şairin kini olduğunu;
Bu mısralarla ben işçiler: sevdim.
İstemem ba«ka bir İlham Perisi.
Bu mısralarla öınürümün sonuna kadar şiir yazabilirim.
S^brt SORAN
S İNAN
9 Nisan 1946, Türk mimarlık dehasının büyük mümessili Koca Sinan'ın 358 inci ölüm yıl dönümüdür.
"Gün,, bu büyük sanatkarı yetiştiren milletimizle bir defa daha gurur duyar.
ÜCRETLİ İŞ GÜCÜ: Kapitalist cemiyette, ça-itfan insanların, iş kuvveti, emtiadır. İşçiler, istihsal aletlerinde n(makina-ham madde) mahrum oldukları için, yalnız sahip oldukları iş gücünü melağ gibi satmak mecburiyetindedirler. Çünkü, yaşayabilmek için, başka çıkar yol olmadıkına göre, istihsal aletlerine sahip olan kapitalistler hesabına ı alışırlar. Kapitalistler de, amelenin iş gücünü istismar gayesile, satın ahrltır. sermayedar nircmında. sermayenin terakümü : Çalışan insanların is giicünü sarf ederek. yarattıkları artık değerlerin, üst. üste yığılmasından ibarettir. Kapitalistler, ellerine geçen kârların, bir kısmını biriktirmek, mecburiyetindedirler. Çünkü, aralarındaki rekabet daha fazla kâr hırs; ederindeki istihsal aletlerinin gelişmesini. ve genişlemesini emri vaki haline koyar, Fantin içinde sermayedarlar hu biriken parır:-, tekrar, istihsal aletlerine yatırarak, neni makinalcrla iş gücünün verimini arttırırlar Ve bu suretle, istismar derecesini yükselterek. pazarlarda rakiplerini yere sermeye çalışırlar. Ayni zamanda, genişleyen, istihsal, kuvpe.t ve kudreti, bünyesinde taşıdığı tezatlarla. şu halleri yaredir. Pir taraftan daha çok iş gücüne ihtiyaç hasıl olurken, diğer taraftan, mükemmelleşen makinanm bir çok işçileri işsiz bırakması da zaruridir ki. bu yüzden bilhassa, kapitalist cemiyette, -aman, zaman kanan halinde olaydır.
iktisadi bukran, geniş mikuasta işçlieri issiz bırakır, açlık,] se falet, caddelerde yüzer. Sermayedarlar arasındaki. daha fazla srrma-neue sabin nlabiltnek için, yapılan rekabet, hu neiiceıere varır :
REKARET: Sermonedarlor arasında mücadele durmadan devam eder. Rekabette galip gelmek ve fazla-kâr çıkarabilmek için, sermayedarlar idlerindeki leknıai ■ rasyynalize, standardize etmek bıı surette de isçileri, fazla istismar edip, müe s S'-.elerinin .•■.'.••?/ kjıdretini yükseltmek zarupdadıı r. aksi takdirde yıkılmak iflâs etmek mukadderdir. nitekim, bu mücadelede, küçük sermayedarlar mahvolup, ortadan kalkıyorlar. l'iiyüklerin de o nisbette zenginlikleri artıyor, infiratçı sermaye devrinde yani emperyalizm sa f hası u!e mücadele daha fazlalaşıyor ve keskinleri yor. Turada, yalnız, büyük senniye ite, kiiçük s rmaye arasında, geri makine ili-, mükemmel makinası olanlar arasındaki rekabeti değil, aynı samanda tröstleşmiş, kartelleşmiş. muazzam kapitale tabi olmıyanların, bu inhisar karşısında, ezilip boğulduklarını görüraz.
★ ★
1.
5
KO YUN
Münazaralar I
Eğer bir Maltız keçiniz olsaydı ve bıı keçi kuluçka olsaydı.
— Keçi de kuluçka olur mu, demeyin. Keçi değil katın bile kuluçka yaparlar. Olmaz, olmaz deme, olmaz olmaz. Bu dünya âlemi imkân dünyasıdır. Hele iş üniversiteye düşerse...
Ve işte bu kuluçka keçinin altına yirmi tane Hindi yumurtası koysaydınız. Çıkan civcivlerin kaçı horoz, kaçı tavuk olurdu?
Siz bunları deli saçması sanırsınız; belki de haklısınız, kim bilir?
İşte bu ve bunun gibi meseleler şimdi üniversitemizde münazara mevzuu ol m^ıya başladı.
— Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan.
— Hoppalaaa. demeyin. Üniversite için bu çok. hem de pek çok önemli bir meseledir.
Amerikadan. kullanılmış elbise id-hali bahis mevzuu olmuştu da bütün mü nevverler hep birden ayaklanıp, bu işi millî bir izzeti mefi-s meselesi haline getirmişlerdi. Nerde o münevverler şimdi.
Taaa Grek medeniyetindenberi kul lamla, kullanıla, yıpranmış, köhneleşmiş, miadını ahırlarca evvel doldurmuş böyle bayat, küflü, yamalı fikirleri mal bulmuş gibi kapmak, millî gururumuzu kıtmıyor mu. Kafamız vücudumuzdan daha mı e-■hemmiy etsiz?
Bu fikir cesetlerini ihyaya uğraşanlar. yalnız İsevî mucize değil, güzel melodram da oynuyorlar.
Celebi böyle olur bizde de...
Bu münazaralar danışıklı dövüşe ben ziyor. Münazaracılar yalancı pehlivan uibi birbirlerine saldırıyorlar. Siz bana daha evveldjen bir münazara, mevzuunu söyleyin, ben size kimin kazanacağını söyliye-yim.
Çocuğu anası mı doğurur. babası mı? yahut bir hadımın çocuğu olur mu, olmaz mı?
Kazanması zarurî olan taraf diliru yutsa yfne kazanacak. Kazandıktan sonra da bu işi tertip edenlerin ağızları kulaklarında. koltukları kabaracak.
—- Kaba ram azsın....
Bizim aktüel ve kendi meselelerimiz var. Biraz cîsun başımızı kendimize çevirelim. Böyle danışıklı döğiişlere gençliği alıştırarak iplikleri ve sopaları bir elden idare edilen kuklalar haline getirenlere bir münazara mevzuu dia Bren vereyim. Bakalmı içinden çıkabilirler mi?
«İhtimaldir padişahım, belki derya tutuşan mı. tırtusmıya mı?
Aziz NESİN
Bir zamanlar iri ağaçlı, uçsuz bucaksız bir ormanın kenarındaki çayırlıkta, başında çobanı ve köpekleriyle, bir koyun sürüsü yaşıyordu.
Çayırın otu her zaman bol ve taze, kenardan akan derenin suyu bol ve te -mizdi; yazın gölgesine yatacak bir kaç gür yapraklı ağaç, kışın soğuktan kaçıp barınacak kuytu bir maiğara. sürünün ra halını tamamlıyordu.
Ama boyunların keyfi yolunda de ğildi. Çobandan şikâyetleri vardı. Saka İma kır düsmive başlıyajı bu adam, sa -'bah*an eksarrn ’• V bmvırda uzanıp u-yuklar. arada bir kavalını üfler, köpek lere bağırır, gene uykusuna dalardı. Ko yunlann sifdünii sağıp içebildiğim içer, içeıııediğini -satar, canı istedikçe bir kuzu ke.sip kebabeder. yahut bir koyun boğazlayıp kışa kavurma hazırlar: iki üç haftada bir gelen celebe en yağlı k-oyun ları kuzuları satar, sonra göne yatıp uy kuşuna bakardı. Hepsi bir tarafa bu celebin elfne düşenlerin eninde sonunda kasaba varacaklarını bilen koyu(nlar. kan lı gözlü herif her göründükte korkudan titreşirler, birbirlerine sokumsurlflT. karsı kovmayı akıl edemezlerdi.’ Ne yapsınlar? Bu dünyanın düzeni böyle idi.
Ama boyunların arasında bıı ise bir türlü akü enniyenler. günün bîrinde bıçak altına yatmak korkusiyle va-amak -tansa bu isi brr kökün-d'-n halletmek is -teıyenler türemişti, gündem vüııe de bunların sayısı çoğalıyordu. Meselâ bütün sürü kendi halinde otla- gülünürken aralarından gözü kızmış bîr koç fırlıyor, çobanın kaba etine bîr boynuz yapıştırıyordu. Çoban onun peşini kovalayıp köpeklerin yardımı ile yakalasa, bir ağaca s>m sıkı be-'layıp ilk »elen celebe bu âsi havvanı tes'im etse bile, bu-bal öbürlerini lyıMıvmıva yetmiyor. «Sonıı kasaba git -mek olduktan sonra, bugün c- bir. yarın da bir!» dîyip boynuz savuran koyunla-rm savını «ri’rdı-n «üne artıyordu.
Eh. koyun diyıp .geçmtyelim. Onla -rın içinde de ne koçlar, ne yiğitler varıdır. Dünya kuruldu kurulalı bütün köyün iar çobanla, kopekle yaşamadıle^r ya! iOnlar dU bir zamanlar kasaptam .eeîsp-ten. çcbandan köpekten habersiz, yiye I j çeklerini kendileri aıayrp bulurlar, düşmanlarını kendi semt boynuzları ile yıl -dırıp PEaçmmaKU;
Ama oniarnı yağlı etlerine göz dikenler. südünden yağ ile peynir, derisin den kürk ile çarık ytapaıılajr. her şeyden . önce koyanları, çobansız kalırlarsa kurdun kuşun şikârı olacaklarına, kendi baş lalına açlıktım öleceklerine marrd'ırdılar. !Bu böyle sürüp gittikçe koyunla1»- da kem İ dilerine inanamaz, kuvvetlerine güvenemez oldular. Sap'dılar ki, çobanın onları | canavardan koruması, önlerine brr hitam
Y
SABAH
ot atması, yumuşak etleri için değil, kara gözleri içindir.
Ama dediğimiz gibi yavaş, yavaş koyunlarjin aklı basma gelmiye başladı. Çobanlar da günden gün^e kötiileşmişler-'di. Hele bu sonuncusu iyice dalgacıydı. K eyf im'd,m. rahatından başka bir şey düşünmez. sürüye canavarlar saldırınca, eski çfobanlaır (gibi sopasını kapıp köpekleri peşine katarak onlara karsı koyacağı yerde, bir kaç koyun kuzu atıp başından savmağa bakardı.
Günün 'birinde bitişik ormandaki yabani hayvanlar, canavarlar birbirine «irdiler. Çünkü o seme kış sert olmuş, kurtlar, ayılar yiyecek bulamayınca az -mışlardı. Onların ulumaları, kükremeleri “ütünün bulunduğu cavıra kadar gelince koy unlarla beraber çoban da tir tir titriyordu. Bıı aralık, ormandaki kavgadan yaralanıp kaçar yahut açlıktan pek zebun düştükleri için ka’vgaya katılamıyan brr kac sıska kurt ormanın kenarına sığınmışlardı. K'drkudan şaşırmış kavunları görümce: «îs’e pisimize gc-re düşman! -diverek ileri atıldılar. Ama canavarların km kırmızı a-cılpn ağızlariyle iri dişlerini «örünce kovunla» -‘sin şakaya gelmîvec.e-ğ’nı anladılar. Köçekler de. kovunla» elden gidince kendrleririn ııç kalacaklarını diisünün «avrete geTdiler: hep bem • ber bu sıska kv-t'ıiTa saldırdılar Koçlar baslarını öne eğiç iri bovmuzlnrh-le canavarların üstüne yürürlerken, könekl'-» de bir hayli havlayıp gürültü elliler. Zaten dermansızlıktan dört arakları üzerinde zor duran ac ki'rtların hö kaçı gerisin gerive ormana Kaçtı öbürleri cansız yere serildi.
Bu sırada saklandığı yerden çıkan çoban, sopasını aavura savura tekrar sürünün başına geçmek isteyince koyunlar akıllarını başlarına topladılar. Kasabı, celebi hatırladda:. Köpekler de onun sopasından kurtulmanın ve koyunlarla bas-başa kalmanın sırası geldiğine hükmettiler. Hep birlikte çobanın üstüme vürüdü-
• ŞUNDAN
ATOM ENERjtSİNİN. SİVİI. HAYATTA KULLANIIJ1ASI İÇİN TETKİKAT YAPILIYOR
Atom enerjisinin sivil hayatta istimali huşu*. ındft son yapılan ihnî araştırmalar neticesinde, yarını kilo U - 235 inin (Atoın bombasının istimalinde kullanılan Ur*niuınun bir nevi) 11.400,000 kîlovatlik elektrik enerjisi verdiği, bıı suretle de 1,500 ton kömür veya 250,000 galon akaryakıt veya 80,000,000 m. kiib «yak sun'î gaz veya 4U,006,000 tabiî garın yerini tutabileceği anlaşılmıştır.
MASAL
İN ÂLİ
ler. ödlek çc-ban kaçıp canını zor kur -tardı, bir daha da Ortada görünmedi.
Bu 'kavgadan en 'kârlı çıkan köpekler olmuştu. Hem çayırdaki kurt leşleri -ni, hem de onlarla dönüşürken ölen beş on koyunu yiyip iyice doymuşlardı. Kuyruklarını keyifli keyifli sallayıp uzun, kırmızı dilleriyle yalanarak ortalıkta dolaşmıya. «Gördünüz ya. sizi kurtlar • dan da. çobandan da kurtardık! > diye boyunlara caka satmıya başladılar. Aradan zaman geçtikçe daha da burunları büyüdü; meğer köpekleri köpe.kleten çoban korkusuymuş, çobansız kaiınca ondan beter oldular. Havladıkça kendi ses Ierine hayran oluyorlar; «Köpekleri gayrete getiren, kurtları korkutup kaçıran bu sestir!» diye, ulumalarını yükseltdik-çe yükseltiyorlardı. Üstelik içlerine bir de büyüklük kuTau düşmüştü: yaralı, sakat bir kaç canavarı havlayıp kaçırdık ■ larını «mdıkları için, kendilerinin öyle rasgele köpeklerden olmadıklarına ina -iliyorlar. «Köpek ne demek? bizim de aslımız kurt değil mi? -■ diye övünüyorlardı.
Yavaş yavaş bu kuruntu iıepsirin zili cnini sardı. Koyunlara tepeden bakmağa başladılar. Onların bir kere tadını aldıkları etlerini unutamadıkları için, kenarda "köşede yakaladıkları kuzulan parçalayıp yemeğe, hatta biraz sürüden ayrıları iri boyunlara bile saldırmıya kalktılar. «Binim gibi soyu ormanlara hükmetmiş kalı-ramanlann miskin miskin koyun bekçiliği etmesi ne demek?» diye aralartnda hayıflanıyorlar, tekrar vah-’i ormanlarda ki saltanatlı günlere dönmek istîycTİar -dı.
Kendi gözlerinde büyüdükçe, koyun la.rı daha da küçük görmiye başlamışların. Onlar sadece etlen’ yenecek sütleri •ağılaçak mahlûklardı:
«Biz havlayıp gayrete getirine.ek bu sersemler boynuzlarını bile kullanamazlardı;» diyorlardı. «Yani başımızdaki kocaman orrrfanda bizim soyumuzdan kurt
UNDAN A
ATOM BOMBASININ HUSULE GETİRDİĞİ DEPREM HAKKINDA BİR MÜŞAHEDE Geçen yaz. Amerikan çölünde .tom tee-rubetile husule gelen depremi ölçmüş ulan Har-v.ırd Üniversitesinin bir teoloji profesörü, atom infilâkları ürerindeki telkikatıımı neticelerini bildirmiştir. Geçen sene tapılın tecrübedeki iııfi-lâk, yer sathım 20 saniye sarsmış ve sismoloiiat-leriıı tanımadığı dalgalar zuhur etmiştir : bunların ardında tupr-k zerreleri fır: nnh bir denizin dalgaları gibi hureket etmektedirler: bımlnra ‘Hidrodinamik dalgalar,, demeli.
lar. hattâ şu kırt-ipil çakallar hüküm yürütür, ortalığı kasıp kavururken bizim bu çayırda kuzu gibi yaşamamız ayıp, çok ayıp...»
Köpeklerden kurtulmak çobandan kurtulmak kadar kolay değildi. Bunların hem sayısı çek hem ,dişleri keskindi. Üstelik bir niza çıksa fırsat bilip üç beş koyunu paralayıveyriyorlardı. Bunun için koyunlar. îşin sonıı neye varacak? diye telâş içinde beklemiyorlar. çobanı kovdukları gibi bu köpekleri de defetmeyi /bir türlü gözlerine kestiremiyorl.ajrdı. A-/ma köpekler en sonunda hem kendlleri-/nin. hem de koyunların başını nare yaktılar: Bir gün, daha fazla sabredemeyip, ottnanı zaptetiriiye karışr verdiler. Bu isi kendi baslarına yapamıvacaklarını bildik Teri için koyunları da önlerine kattılar:
«Siz boynuzlarınızla yol açar, karsınıza çıkanları tepelersiniz, biz de etrafınızda bağrışır, size cesaret verir, düşman lan yıldırırız!» dediler. Bu seferin senu hayıfa varmıyacağtnı ileri sürerek katıl -inak istemivemleri. «Alçak, korkak, mis -kin. hain! Sen bizim gibi damarlarında (asıT kurt kanı taşıyan köçeklerle bir aramda vasamıya lâ’.nk değilsin!» diye parçaladılar ve... İştahla yediler.
Ama dalıa ormanın kenarındaki ca-(hlıklarda. dört taraftan üzerlerine saldı-Iran kurtlar, ayılar, parslar, hattâ sırtlanlar ve çakallar süriivü kısa zamanda pe-frişan ettiler. Köpeklerin havlaması ağacıların tepelerine varmadan boğuldu. korunların sıcak kanı yerdeki kıırıı yaprak-darın arasında çabucak k.nvb(>ldn.
Hasta yahut ihtiyar oldukları için bu /sefere katılamıyan dört beş koyunla (bir hayli körpe kuzu, çayırın kenarında-(ki mağarada birbirlerine sokulmuşlar, or ^mandan gelen net sesleri, yürek parala yan melemeleri, ümitsiz havlamaları dinliyorlar. korkudan titresivrrlard’. Sesler kesilince birbirlerinin _ yüzüne baktılar, ormanı zaotetmive giden köoeklerle ‘onların zorla sürükledikleri kovanların ba-şjtna geleni anladılar. Aralarındaki iki ihtiyar koç, ağır ağır mağaranın kapısına doğru yürüdüler, kendilerini beklemek üzere o-rada kalmış olan iki sakat köpeğe yaklaştılar, heııiiz kuvvetini büsbütün kaybetmemiş olan ben Tuzlarını. »imdi karşılarında şanın »askın uluvtan itlerin karınlarına geçirdikleri gibi, tâ /'ilerdeki dereye kadar fırlattılar Sonra l mağaradaki kuzulara dönüp söyle dediler:
■ Bu dünyada çobansız da| köpek siz de ya-anabilirmiş. Ama bunu anlanmak için her defasında bu kadar kanlı kurbanlar verecek -olursak pek çabuk »eslimiz kurur. Ba,ri siz gözünüzü açııı da, ilerde başınıza yeniden itler, hele kendilerini kurt sanan palavracı itler..ıpu sallat olursa, sürüyü canavarlara paralat madan onları detetmiye bakm! .
YİNE BUKALEMUN
-►«aa
Türkiyeyi daima ferdî menfâatinin mihrakımda topladığı, kupkuru kelime -lerderij ibaret basbayağı kavgalara »irdiği ve hiçbif zaman, memleketin geniş köylü kitlesi uğrunda, işçilerin hakkı folunda kavgayı geze alamıvacak kadar ken-dile meşgul olduğu için ancak iğrenilir bu baston yutmuştan.. Cumhuriyetten sonra ona. yıkılmış dünyasının mezarı başın,da ağlamaktan başka hiçbir iş kalmamalıyken. işto 'bekiniz dostlar o, in-kilâp neryl le zihniyetine mezar kazmağa kalkmıştır! fr.kilâbuı heyecan dölü günlerinde kaldırmağa cesaret edemediği 'başını kurtarınca kısılalı sesi yeni T üf-kiyehi’n kuruluş velvelesi arasında eridi: unutuldu! O, bv. iman ve İş dolu kutsal velveleyi kendine siper yapmak; a!radj kaynayıvermek, hünerini; daima şâhsî menfaatla kamçılanan zekâsını kullanarak cidden becerdi!
Sc'nra İttihat ve Tarakkiden inkilâp ısaflarıra: duyuru umumiyeden Cumhuriyet kütse.Ilığına, istiklâl mahkemesin -den inlrilâpcı Türkiye efkârı umumîye -sine... Pu ne korkunç fa/eşa. bu ne anlaşılmaz komedidir?
Namuslu adam, kendi diinvasile birlikte yükselir veva yıkılır.. Bötiin inan -dıklarfnm. bütün bağlandıklarının yıkı -İlgından sonra hemen yeni inançlar ilân edenin nesine inanılır? Fikirlerine mi. namıı»una ‘mı? Bîrlere dindar Akifin. Komünist Nâzrtnın. Ibir de bukalemunun seviye»mi diisiinün!
Gözlerini istilrlfd »avasıpd'a diinva-va «çan. kafanı irkilen heyecanlan içinde kurulan, kendme örnek ve r»hber o-larak Anadolu ihtilalinin yüce kartalını alan n“l»!»mü’iewe’i F.nver sergerdesi -nin artığını, meşrutiyet faciasının bas körükçüsünü rnkünn nartir»! namına söyler ve yazar yörünce inkılâba namuskâ-rane sadık kalabilmek için elb»ı-te ki o-ruın bulunduğu grubn arka çevirecektir! Mademki zaman, irkilâbı '-e Atatürk sevgisini kalplerde bor yön biraz daha derinleştiriyor şu halde «uurisnan Ata -türk nesillerini n»«s bulun l ığ ı tarafta gosmremek" mukadderdir.
Bize yarın: «Dünyası yıkılıp gömüldüğü halde Zati şerif daima yükseklerde dolaştırsa namus satılmış demektir. Her devrin dalkavriğu. her devrin zengini ve her devdin «Üstadı, olan adam eğer Cümhurryetiıı de dalkavuğu, zengin^. üstadı haline gelmişse kabahat inkılâbın kendilerine emanet edildiği gençlerde -dır. Bu ııe" geniş mide ki istiklâl rpah-kemelerinin i mahkûmettiği adam adam kalkın bakalım!» diye bağırınca: kim -ler. biliıor musunuz kimler? İnkilâp
Gençliği onun sözü ile ayağa kalkıyor» İlenmeyecek mi? Fakat, hayır inkilâp
gençliği değildfr onun sözüyle kalkan! O. inkilâbın ruhuna, zihniyetine day,a -nabilmek hakkını taşıyanlardan değildir ki. sözü inkılâp gençliğinin. muharriki olsun! DOĞAN RUŞENAY
w
MA KSİM
GORKİ
Maksim Goıki: mtmıleketiıhude,
yabancı muharriler arasında eıı çok sevilen ve dilimize eı. çok eseri çevrilen muharrirlerden birisidir. Remzi Kitabe » i taraflıdan, kitaplarının yeniden basıl -makda olduğunu işittiğimiz zaman şaşını yoruz. Çünlti Gcrki ,Oıw halkının olduğu kadar, diğer milletler halklarının da «Go'rlci» sidir.
insanlara ktuşı fazilet .acımak gibi bir takım romantik ve riyali hislerle alakayı keserek, insanlara,; insanları, irtsan-r.a sevmeyi 'Gorki öğretmiştir dersek mübalağa etmiş olmayız.
Gorki; çalışan insanları severdi. Çünkü, oran nazarında çalışmak kahramanca bir işti, «işini severek yapan insanlar» onun için hakikî insanlardı. Kendisi de çalışalı ■sınıfın icin'den yetişmiş -ti.
G 'rki. 1869 yılının mart ayında bir boyacı tüccarının kızı «Vasili Kcşirin ile kilimci «Maksim Peşitof» daıı dün yaya gelmiştÎT. Beş yaşında iken babası (nı. dokuz y aşında iken de annesini kay 'betti. Bu zaman, büyük babası kendisini ıbir kunduracının yanma çırak 'olarak iverdi. Burada çok kalmadı, kaçarak bir ■ressamın yanma girdi. Sonra, bir vapurda ahcı çıraklığı ve daha sonra bahcevan ■çıraklığı ya,ntı. Kendisi. .ıhcı başısı ...Smu-Xİ» nin yetr-mesinde büyük tesiri oldu -ığunu. Gogiol. Ospenski Baba Duma ve ı»air rnırharrrrleTİ rmıın lesvfyktvle oku -■duğımu söyler. Pir vaz'sarda. sövle yazlıyordu: «Ferim ’lk h'rleam ahcı ■ Srrmri . İkincisi avukat Lanın- , Kn -
■losni» isminde larım Va-î-î i.îrt -ördüm-riisti Kcrelenl'n'd'ıır Renî-n ü«-ta'b*çı K*o-‘rolenlrn’dnr. p^e« -tsltı- — v-,-»s nsıvo«-
■vs-n, Rn kal rn’-n nrtafliS'-nn ek^ikttorn-:den PeStl bu U*-S-ı:İJan doimıva bana Oİt i t- Vnsnr-t-ır
' 16 yaşında iken ckuınak sevdasına
kapılıyor Kazan ünivei-siteiir.ee c.ku-mak lüzere Kazan’a gidiyor, orada, yanlann-,da kaldığı arkadaşı Esereinof ailesinin vaziyetinin bozul'nıasile bu arzusu bir ıhayal olmaktan öteye geçemiyor. A kalmamak için. Kazan'ı tprk ederek ya-ızrn «Volga» kıyılarını dolaşıyor. Kışın bir çörekçi fırınına amele oluyor, tekrar lyaz gelince limanlarda hamallık yap ımakla, odum yarmakla havalın: kazanı -/yor. Demir yollarımda yol bekçiliği ediyor. Bu suretle hemen hemen bütün Rus ıva’yr dolaşıyor...
/ Gorki. 'dderşey gcııes. herşey kılı /ğını değiştirir, bit değişme yavaş fakat /köklü olur.. di,ı e düşünüyordu. Hadise-?er ornı ha&ız çıkarmadı. O hayatta Jiken. fikrinin doğruluğunu teyit etti.
«Gorki. yazı hayatına atılırken, dikler bir çok muharrirlerden farklı olacak geniş v« zengin hayat tecrübelerine
î chipti. Eütiin hikâye ve ı'en anlarmda insanları ve eşyayı, mahsiıs karekterle -} jyle ide^Iize etmeden tasvir etmiştir. t-Hiç Lir muharrir hayatiyle eserine ka-frıştığı hatdf. Gorki kadar objektif ola -Jmaiııışhr.» Yazılarındaki lirizmi, eşyayı 'hareket halinde müşahede edebilmek îkabiyetinden ileri gelmektedir.
«Gorki’nin hikâyelerinde gözefr.ar - [ pan en büyiik hu.nıviyet. bu hikâyelerim, a.deta uzvi bir bağ ile ,birbirlerine (bağlı olmalarıdır. Go’ı kinin en erken çağlarda yazdığı hikâyeleri romantikti. Daha sonra hikâyeleri hatııralist vf realist bir ma-hıvet almıştır...
Maksim Gorki mendeketimizde, 1908 senesinde «Ana- romanının İsmail Müştak ttarafırdan tercüme ve Tadın gazetıŞsiride tefrika edilmesiyle tanınmt-va baslami't’r P>- eser rki c'l' halinde kitap olarak çıkmıştır.
Bfrfnci Cihan harb'e:n «on vılla-mda Ruşen F.dre^ bazı hilrâvele-ini «Türk vu^dunnrfa neşretti. Sonic, ııSâhfjh -aze-teni» ve «Demabr, r-c.-ır,"'«,n •’a b*r takım hikâyeleri tercüme, mtil
Millî Kıırti'los hareke*>mizd-«n donra Haşan Âl’ Er*’». Mırtrf» Nihat O-«n ta- i r^An-dan Gnrkinir -«erler* «!«-**,mli bir şekilde tercüme edilmeğe, ba rl.snrttıstır.
Dilinize çevrilen ballıca eserleri şunlardır.
Stepte, Serseriler, Sıkıntı. Hay im ile Artenı. Çorbaca Mustafa Nihat Ozon ta rafmdşın dilimize, çe.vrilmiştir. Biz bu yazıyı yazarken Haşan Âli Ed’iz’in «Aşk Rüyasının başındaki on sözden. Strast: iMordasti de Hüsamettin Bazok'un mukaddimesinden ve Mustafa Nihat Özün' iin çeıvirdiği Stepte’nin başındaki tedkik yazılarından faydalandık.
* Sabahattin ATi ve Salı Faik katlar jriirk okuyucusu, olan Gorkinin kıy metli şahsiyetinde . bütün dünya demokrat sam'tkâılarıııa s-elâml..
Fehmi YAZICI
Sevgilime mektup: 3
İnsanlığın haline doğru
Buradan da bir yüz kişinin çalıştığı büyük fabrikayı sezmek üzere ayrılıyorum.
önüme küçücük, dedelerden kalma bir inıa-lûlhane ilişiyor. Teinde bir tek amele çalıaan bir yer.
Beş metre jy tiksek Hâinde ncıde ise düşme.; üzer? olan bir çatı. Yukarı kat sayılan bîr takım «elişi güze! tahtalar ve direkler atılmış. Bir yerden deriler sarkıyor. ,
£ki üc kainsin üstünde yatağa benzer bir şey var. Direklerin arasında gelinen adamın man zaman bir bacayım. sonra t »banının altını görüyorum.
— Hemserlm. Merhaba -
Karanlık, gölge halinde görûnmiyen bir df-rekten aşağıya bir adam sıyrıl.p İniyor.
Hos geldin, dl^vor.
Yerde açık mezarlara beıvyen. muşta t H •»eklinde, çukurlar var. Bu çukur, «rclan bir t?nr-sinijn yüzü, bir porfir manzarası •»İmiş. O k'idar taşa edik yaraya benziyen bir tuşa benziyor kİ. ordya doğru yürürken adam benî durduruyer Aman, beyim, diyor, orası kireç çukuru .Sonra anlatıyor:
Burası eski • usûl, dedele den zonme tabakhane. Makine namına bir şev yok. Bizim derilerimize pek kulak asma! Ne olsa, makine İşi başka. Biz ufak deri yaparız. T riik, çanta, su bu için., keçi derisi işleriz.
Güler bir yüzü var bu adamcağızın, sevgilim. Koca Mustafa Payalıymı*. ne sevdim bu adamı. Ne tatlı oır ses. ne cana yakın bir hali var: ----
Postekl şuraıra zırnıkladır. .Şu kuyuya atılır. O kuyunun içinde kireç vardır. Onun İçinde bir hafta kalır: Sonra yıkanır, temizlenir. Su gördürün bıçakla, tabak edilir, p»»lam uta batinin. Yahut da krom'» konur. Ama . zdc krom yok: Pal.t muta koyarız: Palamulun kinde deri rengini alır. Deri biraz da tavlansın diye talaş içinde durur.
işte bunktrcıun sonra (ia h dunların güzel ayaklarına keçi derisinden terlikleri bir paı*ca biz. en çok da kimler geçirir, ali-ıh bilir-
Gülüyor adam. Ne tuhaf bir gülüşü va»(h! Avı deseni. neğü; tatlı desem; de£!l
- Adın ne hemşer’m?
- Haşan Güçgûler, dedi.
Konuştu: ’
Bu sanala dedelerimiz uev sanatı denerdi. İnsan ancak on beş. yirmi şene bu işe daya-nnbttîr. Cok 'zanaat! Sari hastalık, doğru söylemişler san», bu civarda pek görülmez. Kireç gibi zehhli şeyler s-ari hastaJıûra mani olur anır», bir tanesine dişini geçiremez: V-^ethO. İşçldı hu gıdasızlık sürüp gizlerse çok veremli göreceğiz.
—'•Doğru, dedim. İşçilerin .?jâunun rengin* uçuk gördüm.
Zor /.enam! Dev zanaatı .bJdf. Beni süm-jbül zaaçdekj : tabakçılar •kahvesine çağırdı. Söz verdim Bir »ün seninle Koca Mustafa Paşa}a gider. Sü mbülzııdedcki belki J» sümbüllü bir krhvede Güçgüleî’lv oturur. konuşuruz, olmaz im sev ;ilim? Gelmezsin de£îl mı ' Ne olur gelsen aankl.
Büyük fabrika va gitmek üzere Güçgüler’ckn ayrılıyorum.
Hail FAİK
8 —
KİTAPLAR ARASINDA:
Aganta I Burina! Burinata!
Memleketimiz üç yandan denizle-çevrildiği, göllerle süslendiği halde saların kahrını çeken insanları tanımaktan çok uzağız. Uç dört yıl önce «Göl İnsanlıyı» adlı bir (hikâye serisinden acı ve keskin bir realizmle çok şeyler öğrenmiştik. «Medarı Maişet Motoru» de b zi ls-tanbulla sarmaş dolaş olan denizlerin a-çıklarına götürmüştü. Halika: nas Balık -çısı’nın «Aganta! Burina! Burinata!» adlı romanı ca (I) bizi Akçenizin. Eğenin Marmaranın nimetleriyle geçinmek isleyen denizcilerin fırtınalı ve renkli muh: tinde yaşatıyor. Esasen Halikamas Ba-lıkçısı’nın. «Ceb Kitapları» arasında neşredilen hikâyeleri ile denize olan sevgisini anlamış, yumuşak ve ışıklı üslubunun hayranı kalmıştık. «.Aganta! Burina! Burinata!» ise Balıkçı nın çok derin ve çek zengin gönlünden bir parçadır. Öyle biı parçadır ki denizi, deniz insanlarını hat ta, toprağı ve toprak (adamlarını harikulade kuvvetli bir götüşle anlamak, bun ların havasını koklamak ve yüreklerinin çarpıntısını duymak istiyŞn'ler için yeter bir dolgunluktadır.
Romanın mevzuu çok basittir. Bu basit ve temiz mevzu, belki macera ve şehvet dolu eserlere dünkün kimseleri sarmıyacaktır. Fakat Türk halkının, ,Türk işçisinin ve Türk köylüsünün üstün bir hayat seviyesine kavuşmasını dileyen ler Mahmutla (Romanın kahramanıdır' birlikte yapacakları gezintilerde bir çok hakikatlerle karşılaşacaklar, insan karakterinin çeşitli tezahürlerine şahid o-.lacaklardır. Nihayet her bir kaç sayfada .bir acı acı düşüneceklerdir.
Yüzde yüz yerli tipler, sanatkâr bir ressamın, bir kömür parçasiyle duvara .çizdiği portreler gibi basit, kuvvetli; fakat süsten uzaktır. Ama hakikatin tanı kendisidir. Yazarın sanatkâr ruhu kelimeler arasında öyle kuvvetle görünüyor ki, insan «tam kendisi» diye tanıdığı bi-risînin romanda canlandırıldığını görmek ten doğan bir hisle Halîkarnas Balıkçılı nı alkışlıyor. Hele, pek orijinal ve pek ■bakir bir ifade ile deniz ve deniz in şanolarını, toprak ve toprak adamlarım tanımamız yerli esçr hasreti çeken okurlarda muhteşem bir sevinç uyandırıyor.
Mahmud'un, sevgilisi batma ile tanışalım :
. Onun «yeşil değilse mavi, mavi de--ğilse yeşil gözleri, derin deniz akıntıları gibi şimdi koyulaşır, şimdi açılır.» Bu gözleri Bodrum'da bırakarak Milas'a giderken Şali adalarını göreceğiz; bu a-daların «genç ve masum bir halleri vardır.» Burasının da «harpli. hastaneli, ha-pıshaneli, zulüm ve işkenceli, yalanlı, dolanlı bir dünyanın bir parçası olduğuna»
(I) — Akba kitâbevl, fiatı 12S krş.
Yazan :
ASIM SARP
inanabilir miyiz? Gençlik ve masumiyette; hastalık, cinayet, açlık ve zulüm ne arar? Ama hakikat (buriır: her yerde ayni insan dışı müesseseler... Maıhmud cıün yanın bir parçası olan bali adalarında tarafa - Bodrumda gördüğü ir. san dışı müesseşelerin varlığına inanamıyor. Nasıl inansın ki o. «parayı görünce, yara dılıştan öz düşmanı olan bir hayvana. rast gelen bir başka hayvan gibi, tüyleri nefretle diken diken» olur. İnsan oğlunun karşılaştığı fdnalıklar ortadan kaldırılamaz mı? ıbtidaî bir insan olan ve her îb-tidâî insan gibi dinî itikada bulunan Halil usta (Mahmudun eskici ustası ve de-
1>KK VASFI AHBAB; 1 ILIŞ:
Matbuat maçlarının hakemi.
VATAN:
Diyarı gurbete düştün, Vatı.n. dan ayrıldın!
Vatan gözünde değil alı «yâr ■ dan ayrıldın-SON DAKİKA:
Yarınki cinayetle bugünden haöer veren Mr kâhin!
TAKV11U
Vatan ne Türk iyedir At/Jerc nt* Türkistan,
Vatatı büyük ve müebbtM bir uîkedir Turan!
GECJÇ POSTAM:
Hapishane arabası yaiııu. K u:\fderelly i yen» seren urap üzeni?'!
Cl MHCKİYET:
Kimdir sizi meneyhyecek bâtfı ( eırandan, Mevrusu pederdir giriniz, hane sîzindir!
SON TELGRAF;
üslûbu beyan, aynile insan!
TANIN:
Yirminci asrın hacı yatmazı!
HI R SES:
Kel basa şimşir tarak, diyemem ya-
îc bâde, güzel sev. var ise aklı şuurun
Dünya var imiş, yft kî' yok" oîmus r.e umurun!
VAKİT :
Uc biraderin en cuszlusu!
HABER:
Seni satan yalmaynkjtiardan habeı’n var mr?
ÜLKE: ----
Göründü yine Slvasm ba&Iarr..
£ON POSTA:
Küçtfcük.f içirik, Icİ dolu turşuluk!
YENİ SABA1I:
Bu memlekette bir gün sabah olv .ı c bayan»!
BALIKESİR POSTASI:
DoâUarsm «post*n»yı. mı yoksa «posi.dannı nu düşünüyorlar, henüz ânlıyamarfıra’
TÜRK DİLİ.
Biliriz, «İrindir, tnfhdır ama serilnkisf de&il’
ANADOLU:
Hoş geldi sana meykedenin âbı havası
Blllâhi fü2ei yerde yapünrrş bıkılası-
YF.Nİ ASIR: î
Evet, size göre altun asrı.
nizcilik hcicasKiır) nm aiiiylc bağıralım:
«Doğum, hastalık, ölüm Allahın eni ri, anladık, takat ııe hileyim, özlediğin biı işte çalışamadan, içino değduğun ;u dünyaıırn ötesini berisini hiç göremeden, uç üstüne bir taş. boyamadan, bir ağac-cağız okun c/kemcden. bir günceğiz o! cı .n şunun bunun eteğini öpmeden yaşı-y anlamak ve Eöylece bir a'ünyadan def olup gitmek do Allahın emri değil a.»
Bir insan annesinin ölüm haberini ouyuııca ne düşünür? Düşündüğünün bir içten doğmuş şekli; bir 'de dışa vurulmuş görünüşü vardır. Mahnrud. fakir Mah mud. amcasının gemisinde bir arkadaşını koruduğu için amcası tarafından koğu-lan Mtşbmud. bakın çoğumuzıin itiralf etmek cesaretini gösteremediğimiz düşünceyi ne acı biı realizme tnsbit ediyor: Olum merhamet etti efe evimin kapısını kapadı. Annemin artık çilesi dolmuş olacaktı ki zavallı öldü, ve onun geçinmek yükü sırtımdan kalkınış bulundu. •>
Mahnıud böyle düşünmekte haklidir. c_ıinkü «dünyanın neresinde dursa olsUn denizcinin talii hop birdir. Kaptandan azar ve'küfür, tüc( ajrdan istihfaf, denizden tcıhdid’. karadan tekme» dir. Belli ki bu hakikat; ferdi sermaye ile yoksullardı alın terini, kol ğücünü satır, alarak, onlara ödediği süründürecek kadar kâfi gelen parayı yine onların yaratıcı kudretinden çalmak suretiyle geri alanların 'bulunduğu bir cemiyet içindir. Çünkü Mahnıud, Marsilya seyahati sırasında «ateşçilerin, yani vapurda işliyecek ve vapuru yürütecek olanların eşekler kada: haysiyeti olmadığını» tesbit ediyor ve in-s^n ister istemez «Ansiklopedideki vah şi» yi hatırlıyor.
Uzuln yıllardâ/ı beri hâlinden memnun insanların aşk. eğlence, macera ve hislerini işliyen romancılar yaratıcı kütlelerin «nefretiyle karşılandıktan sonra gittiüçe kök salan bir halkçı - lnsa,npı e-deblyat ük |öncel(çrı şiirde ihtilâlini yapmış. sonra dâ hikâyede tesirlerini göstermiş, son bir kaç yılın içinde ide romanda şahlanmağa hazırlanmıştır. Aganta Purina Burinata da gördüğümüz denizciler ve köylüler, içinde bulunduğu -muz cemiyetin hasta, b'ünyesinde lekeli humma l^enekleırî gibi sırıtmaktadır. Oysaki çınlar halk için yükselen bir cemiyet . "b.nası içinde en rahat ve eri, mükemmele "kavuşmuş olmak hakkını çoktan kazanmışlardır. Bu leke.li hıimma beneklerine benzeyen hasta insarilarimızı «Ağanla Burina Buritıatavnın kuvvetli ifadesiyle "tesbit edelim:
Denizcilerin durumu şudur:
Evli tferiizcileır kadından yaka sil kiyoriar. Çünkü geçim .derdi evlenme ile katmerleiımıştir. Karının ve çocuğun heı j gün artalı ihtiyaçları ile karşılaşmaktan
— 9
te
»a »elere çıkn»ag(* can atıyorlaj. «ihtıya: deniz kurtlarından, tutunuz da genç nce ınilere ka^dar hepni de» şu fikirdedir) »Artık denizde okn-.ek kalmadı. Sağlam toprakta bir kaç limon ve zeytin ağacını olsujn, denize dönüp bakanın aII.dı canını alsîn.» Çünkü .denizciler’deki'kaııaat köklüdür ve bir çocuğa nasihat etmek gerekirse şöyle edilir: «Değil yalnız 'benim, fakat dedenin, dedenin dedesinin denize verdiğimiz emeği şu toprağa harcasaydık buralarını çoktan cenn,ete çevirmiş olurduk. Şimdi sürer; eker, biçer yan gelirdik. Toprak kadına benzer, bağrına attığın tohumu sana çiçek ve yemiş .diye yetiştirir. Allah kısmet ederse kayığı satıp ■bir iki taTlacık alacağım; ölürken gözüm açık gitmem. Sen de fırtınada dümen 'başında, arkamdan le^net okumazsın, Ama tarla seni doyuramıyacakmış. deniz gibi seni boğmaz a.»
Bu kanaati nasıl beslemesinler ki. her türlü tehlikeye ve ömürleri boyunca çalışmalarıma rağmen bir gü'n bÜe refaha kavuşamıyorlar. Refahı bırakalım, normal bjr geçimi temin edemiyorlar. Bin bir güçlüklerle balık tutuyorlar, (ya Sünger Avcılan adlı TÖportaj serisinde oku duğumuz deniz tehlikeleri...) sahilden 35 mil ötelqre gidiyorlar «paraketeleri değil kader ipini çekiyorlar.» Ellerihe geçen 22 okka balığı mafdrabazllara 50 paradan veriyorlar. Hayatın her sahasında görülen bu fuzuli insanlar (madrabarlar v. s.) cemiyetin iktisadi temelindeki bo-rulduk yüzünden balıkçılık sahasında da çalışmadan çalışanların kazancına hayasızca ortak oluyoTİaır.
Ya toprak insanları?
Geniş arazisi ve ortakçıları olanlara göre «erkek dediğin hep koparmalı, hop yan durup yalman çıkarmalı» dır Muhtaç olan küçük toprak sahibine yardım etmemeli, onu bunaltıp toprağını almalı ve ağanın ortakçısı yapmalı. Topraksız köylünün çocuğu şuduTr «Ortada bir deri bir kemik ve içleri korku dolu iki kocaman gözden ibaret.» Annesi de «paçav ra hilinde dallı basma şal var giymiştir». Büyük kızı «canlı cenaze gibidir.» Kendisi ise «omuz kemikleri' fırlak bostan korkuluğuna dönmüş bir adamcağız» dİT. Hepsinin müşterek vasfı şudur:
«Ayakları çıplak, tabanları dBim dilim yarılmış, göğdeleri iğri büğrüleşmiş ve yüzleri (de yamrı yumrülaşmıştır.»
Denizcilerin durumunu romanın yar dimi jle tesbit etmiştik. İşte o denizcilerin bağlanmak istedikleri toprakta ömür tüketenler de bunlardır.
Romanın acı bir idille hayatlarını, aşklarım ve karşılıklı münasebetlerini kaydettiği aşağı tabaka insanarımız - kardeşimiz; ahbabımız, sevgilimiz v.s. - bunlardır. Ve Halik,arnas Balıkçısı bu insandan ve bu insanların bağlandığı denizi ve toprağı severek, hiç bir sosyal iddia gütmiyerek bize Mahmud'un hikâyesini anlatmıştır. Okuyanlar Mahmut’la bir İlkte çok şeyler görecekler ve çok şeyler dinleyeceklerdir. Topal Murad'ın ve Mi-
— 10 —
DAUAf 3 Dünyada 'ILAP-GEDÇEÜLED i en çuk kalay ve kalay vevlıeri
istihsal «'den ım ıııleketler: ıl»W yılı*
Memleket kalay cevheri
ton
MıHezy ite 808000
Hollanda Hıııdistuni 43'JUÜD
Bolivya 380000
Tayland 177000 j
Kalay
ton
İngiliz nıaiezyaM 829000
İngiltere 380000
Hollanda Hindisi «m 142000
Honllanda 148000
Cin 110000
* 1011 yılında kış mevAmînde sugukiau ve
bakımsızlıksan Tiirkiy ede ölen horçeşit hayvan
sayını tahmini olarak: 31H3790 (lır.
1942 yılında Tiirkiy ede 17O79ÛVO tavuk ve 1
horuz, 1612000 Hindi ve 956 milyon yumurta el-
(lc edilmiştir.
* Orman sahı»M en geniş ulun vilâyetlerimiz
sanlardır .:
Vilâyet Kilometre murabba
Antalya 674000
İçel 428000
Balıkesir 421200
Bursa 394700
Zonguldak ‘ "* “3*78100“
Tokat 361050
Kuştan ton! 961
Ormanı on ız olan vilâyet Kusvhlrdir: 2000
K.2 Türkiye u rnmnlarının bütün genişliği Ino
9325137 fkilvmctre nıurabbaıdır:
♦ Orman istilısalatıınız (1989 yılı)
Kil?
Mazı 1178323
Sıtfhı yatı 94116 *
Katran 521 İl
Somak yapı a*i ICüûO
Çam f&tj£ı 40817
Ihlamur 11158
* *
Gelecek sayıda
BÖBREK
E üyük Hikâye
Sabahattin Ali
‘ço olan eğlu Aliş’in hazin hikâyesi roma ıı süsliyen Hikâyelerin incisidir. Bu hikâyede para birsiyle gözleri büyümüş insan, taklidlerinrn dalavereleri ve karakterleri pek ustaca işlenmiştir. Hele Gümrük ambar memurluğundan mütekaid Kasım Efendi tipi, hatıraların dehlizinde 'boğulan küçük bir ihtiyar memurun ruhi durumunu ve ifade şejdini mükemmel bir surette üstünde toplamıştır. Murad Dayı nın ölüm macerası yürek paralayı-cıd'ır. Cimri amcanın MazlûnVun zeytin yağııu fazla alması karşısındaki hiddeti çok (beşeridir ve insanda lânet hislerini kamçılamaktadır.
Eralikarnas Balıkçısı na candan bir
— Merhaba
deriz. «Ağantal Burina! Burinata!» Romanın bu adı alışındaki sebebi herkes kitabı okuyarak öğrenmelidir.
Bu roman deniz edebiyatımızın baş köşesinde her zaman artan bir değer taşıyacaktır.
Dünyada Açlık
«The Natlon. dergisinde Ket’.h ıiuunj *(•> Ottemil bir makale yazmıştır. Anlattığına goir Amerika Birleşik Devletlerinde \ Kanadada Keçen yıl görülmemiş derecede bereketli. bir jpufc-uay haşatı yapılmıştır.
Amerika B. D. terinde temmuz 1945 ayında bufta-ây stoku 1.404 milyon «bolsscan«yu (1) bulmuş, fakat altı ay sonra bunların 715 milyonu yok olmuştur. Hükümetin yapııjıı tahkikatın neticesinde bu miktarın 205 milyonunun hayvanlar tarafından yeniklisi anlaşılmıştır, halbuki resmi taJuninlere göre ehli hayvanların soneİJk istihkakı
Dundan az olmalıydı.
Köylü satıs ve ticaret mülahız.tl’anyla ehil ve kümes hayvanlarını buğdayla besleyip alabik dibine çoğaltmak yolunu tutmuştu. Hayvanların İstihlakinin aynı şekilde devam ettiği takdirde Amerikanın taahut ettiği 225 milyon (boteoean> ihracatını jyupmak İmkânsızhöı meydana çıkıt ve durum bir kat daha nazikleşti
• Bu hadisenin .hikmeti buftdnyı et ve yumuı*-ta sekljne. sokmanın çok daha kirli oluşudur Üstelik 30 haziranda fiyat murakabesinin kalkması ihtimalini bilen köylü bu defa da borsacıların oyuncaftı olmak istememekte ve stoklarını saklamaktadır.
(1) jl Bolsnean — 12,5 titre hacmi
Amerikanın hububat durumu
Avrupa İçin 1945 - 1946 kışı en ^tehlikeli ve Karanlık devir sayılıyor
Soğuktan, açlıktan, zafiyetten kaç bin kişi nin bu kış ÖldUfrünü daha kimse bilmiyor:
Hastalanıp da istikbalde işe yaramaz . hale gelenlerin, büyüme devrimle tam tekâmül edemi-yen çocukların sayısını belki hiç bîr zaman öft- . renemiyeceftlz.
Kış seçti, zalatı bt( n yok. ancak geçen sene Hindistan ve Hindk* "-de açlıktan ölenlerin sayısı il A a edildi. Sade şimali Hindi Cinl’de geçen jyıl 600,000 insan açlık: n ölmüştü. Hindisi anda ise zalat 3,000.000 u geçmişti, bu sene için yapılan tahminler vaziyeti daha da korkunç gös-teim'ektedlr. Cinde olur bitenleri İse uzmanlar tahminden aciz:
Avrupa, Hindistan, Çin, sad( bu üç diyarda gecen yıl ölenler beş yıi savaşta, bombardımanda şehit düşenlerin sayısından faz?.», Amerikah-larm tahminlerine göre ise bu yıl daha da karanlık, bu kış daha da insafsız olmuş ve olacak -
I tm.
Birleşik Amerika Tr.rım bakanı Clinton P. Anderson son bir nutkunda Amerikan buftday stokunun dünyayı dofturma&a kifayet etmiyece-Cfinden büyük miktardı insanın ölüme mahkûm olduğunu bildirmiştir.
îşte dünyamızın açıklı halt R, N.
GÖĞÜS NEZLESİ TARİHE KARIŞTI
Göjüs nezlesine tutulanların ve sırt ağrısı çeken bahçıvanların şikâyetleri, yakında tarihe karışacaktır. Yeni keşfedilen ve kısaca 3,4 f>î (Dicholophenos yacetîe aid) denilen hormon cin-sinden bir ilâcın kâşifleri, bu ilâcın şunları başaracağını iddia etmektedirler:
a) Göğü» nezlesine yüzde 90 sebebiyet veren işe yaramaz otları iınha etmek.
b) Hindiba^ otu, ısırgRn ve çalıları yok etmek.
c) Muzları sarartmak, elma, armut ve dijer bazı meyveleri daha çabuk olgunlaştırmak.
d) Elm darın a#açt3 daha fazla kalmalarım temin etmek.
İlim adamlarının izah ettiğine göre bu ilâç, pamuk, tütün ve başka mahsullere muzir olduğu halde, nebatı bir zehiç .delildir, fakat, bilâkis, nebatlanu büyümesine yardım eder. Yakında bunun toptan istihsaline başlanacaktır.

BÜYÜK H’KAYE : 3
TALEBE
«
K A H V
O gün de hergünkü gibi lzabel. kâğı-dtm hazırladı ve Vanderveld in ağzından çıkan kelimeleri, harf kaçırmadan kâğıda geçirmeğe koyuldu. Fakat gene her zamanki gibi Gang, elinin tersile kâğıtları onun önünden itti, ağzının köşesini bükerek:
— Buna lüzum yok. buna, lüzum yok.
Dedi.
O gün hepimiz bu hareketi biraz kötüce, biraz ukalâca bulmuştuk. O bunu çaktı. Konferans bittikten sonra cümle kapısında bizi durdurdu. Parmagile işaret ettiği noktaya baktık: Kaldırımın kenarında dev gibi bir otomobil horul-duyordu. Bir kaç saniye bekledik. Kuru eurat ve geniş kenarlı şapka kapıda göründü. Sandık ki kalabalığı görünce coşacak. o müthiş ağzını açacak ve o devirde bütün Brüksel'i iliklerine kadar donduran sesile bağıracak:
— Arkadaşlar, bir buçuk milyar sefih aç ve yoksul insanla birkaç ıbin tok. bahtiyar ve varlıklı insan arasındaki bu cidal...
Demedi. Konuşmadı. Koşarak otomobiline sığındı ve uçtu. Binlerce terli, genç avuçtan fışkıran alkış şakırtısı, kaldırımlara sıvışıp kaldı.
O zaman Gang'ın neden (Buna lüzum yok) diye lzabel'ı not ^lmaktan menettiğini anladık ve bu sefer biz utan-dlk
• ♦
Jan Fransa'ya, \Volf da Almanyaya hareket ettiler. Tourelle o günlerde eskisinden daha kalabalık oluyor ve herkes, sabah, akşam, genç ihtiyar, kadın erkek, herkes ;lüzumlu lüzumsuz, vakitli vakitsiz. açken beya tokken, kitap üzerinde veya kahvaltı arasında, apsent kadehi başında veya iskambil kâğıtları arasında, herkes; harpten bahsediyordu. Harpten!. Harp başlamıştı, harp!.. Tbtırelle’in tavanları. camları, mermerleri inliyordu. (Harp) diye bağınybrdu. Gazeteler, du var ilânları, profesörler ve sokak kadın ları feryat ediyordu: Harp! Harp! Hoparlörler gürlüyordu: Harp var. harp! Talebeler ellerinde bayraklar, gırtlaklarında şarkılar sürüler halinde sokakları d'olaşı yorlardı:
Harp!.. Harp’.. Harp!..
Liej'iıı milyonlara karşı çelik göğsünü nasıl gerdiğini, nasıl dayandığını, nasıl, misil otat ettiğini anlatıyorlardı. Sokaklar 'birer ırmak yatağı haline gehniş-ti: Çelik miğferlerin teşkil ettiği madeni bir sel bu yatağın iki kenarmı zorltyarak akıyordu. Her cadde köşelinde, her dönemeçte. her meydanda^, yüz binlerce göğüsten mürekkep koro yığınları, taburların yanma katılıp, yoruluncaya kadar gidiyorlardı. Kimse, kimseyi görmü-
İlhan TABUS
yor, kimse bakmıyor, biri ötekini dinlemiyor, herkes bağırıyordu.
Kendimi bu et ve teır akıntısından sıyırdım ve To.ureile’e girdim. Gang la İzabe! köşede idiler. Fakat beni her zamanki gibi karşılamadılar. Yanlarına iliştim:
— Ne oluyor? dedim.
— Hiç, dedi Gang.
Kız suratını eğmişti ve’elinde Gang için bir yelek ve şişler olduğu vakit pek tsğ>ıî görünen bu tavır, bugün bana mânâsız geldi. Örgüsü elinde yoktu ve zaman, başkaydı.
Neden sonra:
—Ne olacak dedi, yiyecek ekmeğimiz yok.
Gang ın dirseklerde masayı çatırdattığını duydum. •
Yiyecek ekmekleri yokmuş. Fakat yiyecek ekmekleri olmadığı günler eksik değildi. Bu ilk defa olmuyordu. Eksilen şeyin sadece ekmek mi, yoksa daha müthiş, daha korkunç bir madde mi olduğunu kestıremiyordum. Bu maddeyi tayin edemiyordum. Bunu anlamak için elimden gelse dünyanın bütün ekmeklerini oraya yığmaya ve:
— İşte ekmek, alın, fakat yalvarırım ayrılmayın. Beni inandığım şeylerin birinden daha ayırmayın! Bana acıyın!
Diye bağırmağa hazırdım. Hazırdım buna... Çünkü onların üzerlerine bakarken, ^ayaklarımın akından son toprak kademesinin de kaymağa başladığını hissediyordum.
Hiç bir şey para etmedi. Ertesi gün r L
DİKKAT:
Abone, mektup, yazı ve her türlü muhaberat için adresimiz şudlır:
Gün-Posta kutusu 5 19 - İstanbul
BAYÎLER1MİZE:
10 uncu sayımıza kadar öten hesaplarımızın tediyesini ve satılmayan nüshaların iadesini bayilerimizden bilhassa rica ederiz. ___________
«GÜN» den memnunsanız .ve yaşamasını iSteyorsanız abone olunuz., muhitinize yayınız! ,
Rıfat İlgaz
Y A R lE N L 1 K
Şiirler
hfifk landa yazıhrŞış tenkitlerle
Bönci Bactkı
.3 Çıkıyor
garson, fzabel'în patronu ile beraber Amerikaya kaçtığını ve Gang için bir pusula bıraktığım haber verdi.
— Yarım saat evvel sahibine verdim.
— Pusula nerede? dedim.
— Nerede şimdi?
—Okur okumaz çıktı.
Kapıyı omuzla açtım ve fırladım.
Şimdi burası, bu meydan. bu cadde, burası, görülmedik ibir hâl almıştı: İnsanlar birbirini çiğniyerek koşuşuyorlardı. Yere düşmüş bir kadını kaldırmak için iki büklüm eğilmiş bir erkek sartık doğrulamıyor, o da yene, kadının yanı na yığılıyordu. Gökyüzü ağltyan, /bağıran, inliyen ve uluyan kuşlarla dolmuştu. Otomobiller ve arabalar.* tekerleklerini çocukarın göğüslerine batırarak koşuyor-laıdı. Diziyi yarıp ikinci bîr diziye da-yan,şnLar. bir müddet çabaladıktan sonra, kaynayıp gidiyorlardı. (Gang'ın sokağına doğru ilerlemek için, her adımda yeni bir ezilme ihtimali, yeni ibir dalga sa,demesi ve yeni bir ölülm tehlikesi atlatıyordum. Kapıda, bütün apartman kiracıları, beton bir külçe halinde, pervazlara yapışmışlar, kıpırdamadan duruyorlardı. Yere düşmemek için omuzlarına asılarak merdivenlere doğru:
— Gang! Gang!..
Diye bağirdrm
Siyahlaşmış yüzlerden biri oynadı ve:
—Gang öldü.
Dedi.
Gang ö(dü mü? İşte bu, olamaz. İşte bu imkânsız. Gang ölmüş. Dünyaca öhini-yecek, öfdürülenıiyecek tek adam varsa o da. Gang dır. Canın, hayatın, hareketin temsilcisi herkesten fazla yaşıyan. hayat dokı. som hayat ve can olan Gang ölsün ha? İşte bu elamaz.
— Öyle auııa. öldü işte. İstersenn git bak. Gerdanına bir çaJtı saplamış. Kiracılıyı uyandırmak için bütün kapıları dolaştım. Onunkisi açıktı. Şöyle bir iteyim dedim. Arkasına dayandı kapı ..
Masanın dibine uzanmış, kanı dere gibi akmış. Kim görecek simi kanı? Herkes başının çaresine bakıyor. A... Durun geçelim ayol... Deli misiniz? Geliyorlar. Görmüyor musunuz, geliyorlar yahu...
Bıı çığ gibi üzerime boşandılar.. Göz lerim yan kapalı, ayaklarım yeçden kesilmiş. beynim ıryı^uk, gidiyordum. Deminki sesler, konuşmalar. artık derinden geliyordu. Sanki bir odada. en tepedeki odada, lzabel İr Gang ın odasında. idim.
Sanki poker oynuyorduk. Kimse konuşmuyordu. Kulaklarımda partal kâğıtların hışırtısı ve derinden, çok derinden (gelen incecik, masum seslerin feryadı:'
(Harp, harp vaT, hıyp...)
(SON)
tl —
Aganta! Burina! Burina+a!
Halikarnas Balıkçısı
Roman
Demoltrdsi ve Sosyalizm
Pr. H. Laslry
İkinci bası çıktı
GÜM
Haftalık Kültür re Aktûalite Dergisi
Haftanın Kronolojisi
-»Bu kronoloji cünlük aiyasi AazdeLerûı bir »İ.vxm4 haberlerinden iktibnj* etili-MfifMr.»
Haftanın kronolojini: .Mart — & Ntaan
Devlete ve tüccara ait yedi milyonlu* malı yakıp kül eden Unkapanı faciasının biricik sebebi: İhmaldir.
.SMnsuıt Yeril Mailler Pazarında yüz bin liFiııık -bir yolsuzluk
A Erftsonun katili celep Hüseyin mahkûm edii^L
Bir Tekel memuru 23 bin liralık zinunH ten mahkûm oldu.
A Bir ajyda 13789 kisı hakkında belediyece (t*h kesildi ve 10509 Urn para cezası alındı.
Sahte bordro tanzim eden mutemed mah
. k tor? oldu, , —
Bir köylüden yirmi beş lira blı .ırman memuru mahkûm oldu
A Bir kumaş târirt ihtikârdan zıV yral.
£ Toros ekspresi marşandizle kut ağır yaralandı.
rüşvet alan
iki sene ce-
carpıetr. 10
Mersinde bir komisyoncunun cesedi bir çuval içimle bulundu
Bir sigara yüzünden Mustafa diğer bir Mtalafayı yaraladı.
Hakkı bir anahtarla Kâzımı yaraladı.
Bir esrar kaçakçısı sürgün edildi
Kömürcü Ali. kömürcü Nlyaziyi Mr ata» •u*k yüzünden bıçakla yaraladı.
£ iki hırsız çaldıkları eşya ile birlikte ya-kzlandı. . _
AJcbabacı Yusuf Ziya Ortaç ile . kitapçı Komal Ozcan bir portakal kabuğu yüzünden mah-kcsadfk oldular.
Spartaküs harekSeti hakkında düşünceler R a s i h Nuri ıLERi
Milattan önce 73-71 yıllarında Roma sirklerinde ■dövüştürülmek üzere ta -lim ettirilen 70 kadar gladiatörün kjiç -masıyla başlayan Spartaküs isyanının Kartaca muharebeleri kadar önemli olduğunu Eutrope nakleder. Bu Roma kölelerinin ve avamın yaptığı isyanların en şiddetlisi olmuştur.
Vezüv dağına çekilen gladyatörlerin yanına köleler ve fakir halk gitgide gel-* mekte ve bunlar civarları haraca kesmek te idi, meselenin vahametini anlamayan Roma yolladığı adamların ve zayıf kuvvetlerinin yenilgisine -şahit oldu.
Spartaküs 70000'e çıkan ordusuna zaptettiği şehirlerin yağamasım menetmiş ve aldığı yerleri idareye başlamıştı. Roma hükümeti ise kendini toparlayıp iki konsül emrinde kuvvetler yolladığı halde heyecanlı savaşlardan sonra yineSpar taküs ve köleler galip gelip uzunluğuna bütün İtalyayı İcattetmeğe konuldular.
Artık hiç brr Roma kuvveti hürriyetlerine kavuşan bu kölelerle avamın
Karaköyde ve Yt-dikolede iki yangın erkli.
î amirde en âdi bir kurşun kalçan şehirde 2b, köylerde 50 Icurusa satılmaktadır. Halbuki bu ^temleri 4-5 kuruşa satmak mümkündür.
£ Haksrz mal İktisap eden Toprak Mahsulleri eski alım müdürünün portakal bahçelerine ve bin iiraijk vlllâsma el kondu.
£ Milli Eğitim Bakan: aleyhine bir hakaret liâvası açıldı
£ ZonguidakUı gözlerinden sakatlanıp Lhraç edilen bir işçi, şirketçe verilen 545 lirasına gOz dtaen Ethem Bahadır tamfmdan öldürüldü.
Bir otomobil Ha.vrl isminde bir çocuğu ©adi.
Faala ilâç içen bir kadın zehirlendi.
£ 9 yaşmdaki Erdinç tramvaya atlamak ■s’.erttm ezildi ve parçalandı.
Koyun eti bazı v(-eterde 250 kuruşa kadar
şyüksektt. •
— Acun bayım, beş karascuk.'.
— Vukt
— YUz ımoıcık otlun .
Yook::
— Bir kuroit,.
— Yok...
— Hsydl «nltle öş-teyMe hronher dJUroetim-
dalgasını durdurmaya muktedir değildi. Şimali kalyada Po ovasına varan Sptar-takiis. ordusunun başında ölen arkadaşı Cncius'ün hatırasını yat etmek için bü-iyük bir gösteri yapıp 300 Roma vatandaşını gladiatör gibi dövüştürdükten sonra bilinmeyen sebeplerle dönüp Roma üzerine yürüyeceğini ilân etmişti.
Roniada ise bu havadis büyük bir panik doğurmuş. Herkes ne yapacağını şaşırmış bir durvmda iken şehre yaklaşan. Spartaküs ordusu anlaşılamıyan sebeplerden dolayı durmuş ve karşı tarafın toparlanmasına böylece meydan vermiştir.
Crassus isminde bir Romalının faaliyeti sayesinde şehir kuvvetlenince aşi-ler cenuba dönüp sayısız köleleri ayaklandırıp teşkilatlandırmayı düşünmüşler, fakat Sieilyaya geçmek için gemicilerle pazarlıklar uzun sürdüğünden çok hak it kaybed'-n Spartaküse ancak gelen Roma ordularıyla kati bir savaş vermek vaziyetine düşmüştür, ilk heyecanlan kalmayan orduları Crassusle cesurca çarpışıp kamilen mahvolmuşlardır.
Burada la o zamanlardan beri karşı karşıya olan iki sınıfın çarpışmasını görüyoruz. Hakim sınıf zayıf. kararsız, tedbirsiz; ezilen sınıf ise heyecanlı, kuvvetli. cesur. Bu durumda nihai zaferde şüpheli taraf görünmemektedir. Fakat ne görüyoTu/ ihtilâlci heyecan, tek başına vardığı derecede tutunamıyor. Roma cemiyeti ise çürümüş olmasuya rağmen, beka gayreti ile son dakikada kâfi bir (kuyvet bulabiliyor, kurulmuş teşkilâtına dayanıp hatta zafer kazanabiliyor.
Savaş gerektikçe, tahrip gerektikçe Spartaküs hep galip çıkmıştır. Fakat kazançtan düzene sokmak, idare edip yemi bir nizam kurmak gereğince asiler karar sız, fikirsiz, brrliksiz ve etikâmetsiz göründüler.
Sonraki asırlarda da hep öyle olmuştur, ancak xıx uncu asnn ikinci yansmda-dır ki halk kitleleri inkılâpçı hareketlerin ■İlmî temellere dayanmaya muhtaç olduğunu yavaş yavaş, mağlubiyetten, mağlûbiyete, öğrenmeğe boşhamıştır. tasalıları değiştirmenin değil, bünyeyi değiştirmenin esas olduğu yavaş yavaş kafalarda yer almağa başlamıştır. İnkılâpçı şiddet ancak teşkilâtlı bir cemiyet görüşü iledir la birşey yapabilir, işte kahraman Spartaküs vo gladiatör arkad^şlan-rnn bize verdiği ders.

Comments (0)