Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
İtirafname
Aşağıda okuyacağınız manzume, bundan 41 sene evvel (26 Şubat 1327 de) Karagöz gazetesinde neşre-dilmştir. Bu manzumenin başında, (Valilik yapmış bir müstebidin Millet Meclisine verdiği itirafname) denilmektedir.
B r zamanlar millet hayrına muhalefet organı olan ve mizah edebiyatının en iyi örneklerini veren Karagöz,ün ne garip talihi varmış ki, bugün C. H. P. nin köylü arasında propagandasını yapmak vazifesi ona düşmüştür.
istiklal şuuru
«Bugün Asya kendisini ida re edecek vaziyette değild'r. Çok iptidaî bir haldedir. Avrupa ve Amerikanın yardamı olmazsa ayakta duramaz.»
Bu yazı Hürriyet isimli bir İstanbul gazetesnjn 26/XI/ S48 tarihli nüshasında çıkmış tır.
Mütareke yıllarını hatırlayanlar, o zaman da, tıpkı böy le fikirlere, emperyalistlerin kuklaları gazetelerde rastlandığına bilirler. Bunlar Tlirkle rin iptidaî oduğunu ve Ttirk-lerin müstakil b'r devlet idare edecek maddî ve manevî elemanlara malik olmadıkları, onun için büyük bir Avrupa veya Amerika devletinin man ■dasına tâbi olmayı ileri sürer lerdi. .
Türk Kurtuluş Savaşının emperyalistlerle beraber, bıv mandacı zihniyeti de Türk vatanından silip süpürdüğünü biliyorduk.
Fakat yukarıda tırnak içil ne aldığımız yazılar biraz bizi düşündürmedi değil. Çünkü Asya milletlerine geri, kendi kendilerini idareden â-ciz diyen muharrir, acaba Tür kiyenin Asyada olduğunu, ve Türk milletinin de Asyalı bir millet olduğunu bilmiyor ımu?
Bir millet istiklâlini kaybet meden evvel, istiklâl şuurunu
Yasan: ••****»
(Kemâl Yalazkanj
kaybeder ve bütün emperyalistler boyunduruk altına aldıklara milletleri hep kabili-yetszlik ve idaresizlikle itham eder, onlara kendilerini meşru bir vâsi olarak kabul ettirirler.
Hakikatte ise, Asyalılann geril ğl, sırf uzun yıllar emperyalistlerin sömürgecilik siyasetlerinin neteesidir. Yoksa o kabiliyetsiz denilen, Hint, A rap( Çin ve Türk kavimleri henüz Avrupa yontma taş dev ri yaşarken parlak medeniyet ler kurmuşlardır. *
Hem Asyaya gelen Avrupa lılar, Asyahları adam etmek için değil, ya bir kumpanya
kurmak, ya petrol kuyuları açmak, ya afyon satmak, veya ham madde toplamak için a-yak basmışlardır.
Sonra, bir milletin yardıma muhtaç olması âyn bir mesele, kendi kendini idare etmesi yani istiklâli ayrı bir meseledir.
Yalnız Asya milletleri değil, AvrupalI ve Amerikalı bir çok milletler de bir birim n yardımına zaman zaman muh taç olurlar. Fakat bu yardım onların istiklâl fikrini öldür-
mem
Hürriyet gazetesindeki bu hür r' yet ve istiklâl düşmanlı ğl yapan bu küçük yazı, oldukça kıt ve küçük bir idraki destekliyor, fakat Türk Milletinin istiklâl şuuru kuvvetli ve büyüktür.
Türkiye sııyıllzmı nıd»n euktaçlır? |
Bu haftadan itibaren, Tür) yenin sosyalizme ne. den muhtaç olduğunu ve bunun tarihî bir zaruret olduğunu izah eden kıymetli ve İlmî bir yazı seris>e başlıyoruz. Bilindiği gibi-, bu konuda pek az şey yazılmış ve söylenmiş olduğundan, sosyalizm nıevzuunvta-ki bu yazıların, okuyucularımız iri alâkasını çekeceğini ve faydalanacaklarını umuyoruz. İlk yazı, İkinci sehi-femizdedir.
Devletin
15 inci sayıdaki iş kanuni, arımız başlıklı yazının devamıdır:
2— Şimdi iktidarda emek sahiplerinin olduğunu kabul e delim. Bu takdirde pek tabi-
iktisadi
Yazan
( Âbidin Nesimi f
!
zelmedi.
Vaziyetin böyle olduğunun en bariz misali: AÎmanyada,
idir ki, devlet, emekçiler le- Franscda ye îngilterede, İşç:
hine iktisadı hayata karışacak ze iş kanunu da, emesçi 1er i .»•e bir manzara gösteıecek ve işçi saıulmın durumu düzei-i-oektir.
Tam? mile muıtiku gözüken bu görüş, hayata ve ilme uygun değildir. İşçi partisi iktidara gelse bile, bu tarzda işçi nin durumu düzelmez. Zira: îşte Almanyada Muller ve Scheideman idaresi... Hattâ AJmanyada o devirlerde Cum hur Başkanı olan Ebert bir işçi idi. Buna rağmen Alman yada işçinin durumu düzelme mişti. Fransada Millerand ve haîk cephesi hükümetleri dev rinde işçi sınıfı ikt:darda idi. Fakat Fransız işçilerinin durumu düzelmedi. îngilterede Mac Donald ve Atlee idarele ri bir işçi idaresidir. Fakat İn giiterede de işçi durumu dü-
partisinin iktidarda bulunduğu devirlerâe yine grevlerin devam etmesi, işçilerin kend kuvvetlerine dayanarak durumlarını düzelupeğe kalkma lan ile de sabittir. Demek olu yor ki iktidarda ' işçi pams: olsa bile, devletin iktisadi ha yata müdahalesi yolile, işçinin durumu düzeltilememektedir.
Bunu; işçi partisinin işçinin İktisadî durumunu düzenlemek isteyişi şeklinde anlamak mümkünse de, bu realiteye uygun değildir.
İşçi partisi, işçinin durumu nu düzenlemek istemesine rağ men, bunu devlet kuvveti ile, kapitalist nizam içerisinde yap mağa muvaffak olamamaktadır. Bu da şu demektir: «Dev let, mevcut kapitalist nizam içerisinde, ne kadar arzu eder se etsin, mevcut sınıfların dii
zenini değiştiremez. Nasıl ki devlet bir emirle, yağmur yağ dıramaz. güneşin batıp doğma smı, kadınların üç ayda doğurmasını kendi arzusuna gö re düzenleyemezse (1) tıpkı bu tşbii hâdiseler gibi, sosyal hâdiseler ve bunlar.n da şartlan vattır. Bir cemiyette de iktisadi hayatın kendine hâs kanunları vardır ve bu kanunlarla İktisadî hayat gelişir veya geriler. Devlet bu kânunlara aykırı bir yol tuta maz Ancak bu iktisadîLve iç tiftıaî kânunların gösterdiği yolda yürümek vatandaşları sıkıntı içinde bunaltmaz ve böyleoe âdil ve hukukî bir devlet vasfını kazanır. Cemiyetin ve İktisadî hayatın umu mî kanunu nedir?
Bunu bir başka yazımızda inceleyeceğiz. •
-----
(1) Nitekim Mümtaz Ök-men devrinde, iktisadi hayata yapılan devlet müdahalesi, müsbet bir netice vermemiş, bu müdahaleler ancak bir a-vuç muhtekirin milyonlar ka-zanmastm sağlamıştır.
"Milletin bir fikri varmış hakkını ihkak gibi Ehli istibdadı mebusanda istintak gibi Başka hiç çare yoktur affı isticlâb için Cürmünü ikrarla saymak, muterif olmak gibi Söyleyim ahvalimi siz merhamet eylersiniz Eşki çeşmirn daima akmaktadır maslak gibi İtirafım mertçedir cidden buna kani olun Söylemem asla yalan söz b'r kötü, kaltak gibi Terbiyem yok, görmedim tahsil; yetiştim böylece Benzerim insana gerçi bir kabataslak gibi Gasb -ü sirkat hadetimd r tâ sabavettenberi Reddi müşkül bir nasibe var mıdır ahlâk gubi? Sureta pâk olmayı arzularım amma ki hayf Simsiyahtır dahilim şehri Zonguldak gibi Bunca yıldır para aldım mülke hizmet etmedim Millete ettim hıyanet bir denî, alçak gibi İzzetin tuttum elinden sımsıkı yaltaklanıp Öyle birleştik ki muhkem et ile tırnak gibi Kendi engin bir nehir, cümle vilâyet menbaı Bendeniz ettim vesatat arada azmak gibi Hainin gönderdiği evrak bütün nezdimdedir Kıymeti çoktur benim için saklarım tiryak gibi Yan yatıp ezvaka daldım bakmadım asla işe Ehli hacet bağrışırken kuş gibi, îshak gibi Mir - i defterdarı ikna eyledim ortaklığa Aksilik ettikçe vurdum başına tokmak gibi Topladık birlikte daim yüzde doksan kâr ile Her ne varsa sergi, stıret, eski istihkak gibi Eylemem ömrümde inkâr ben rejinin hakkini Doğrusu birlikte çaldık ayni bir ortak gibi Zaptiye, jandarma, polis emrime münkat idi Oynadım anlarla satrançtaki paytak gibi Pek mühim irad idi ekseri cinayat zatıma Nehib-ü garet, gasb-t rkat, kast ile ihrak gibi Hangi memur çalsa, rüşvet alsa da bir hissecik Arz - ü takdtm eylese, ofdum ana yardak gibi Cezb-ü oelbettim umvmun şulei ümidini Bende toplandı tamamen noktai mihrak gibi Bir dolap kurdum sızdırdım memleket âyanım Zerre hassa kalmadı ânlarda kıkırdak gibi Mal - ü servet, her ne gastgeldimse aldım cebir iÜe Belki kalmıştır biraz eşya, çanak, bardak gibi Merhamet bilmem sinir zafım dahi yoktur şükür îç sıkar avazı imdat nağmei vakvak gibi Sayei sirkatte hep şampanya içtim rûzuşeb Halkı tesmim eyledim amma rakı, konyak gibi Fikri ahraraneyi her kimde ki sezdim ise Derakap boğdum tıkanıp sadrına hunnak gibi K mde servet, kimde tmval varsa çektim bütün Hepsi kalmıştır bugün hamamdaki çıplak gibi nffeam ettim bütün h rsazlan ortak olup Saye saldım bir gölgeli çardak gdbi
Hep cesaret gösterip yaptım ne ki yapmış isem Çalmadım asla ve kafa aczile korkak gibi Buldu bir câyi kabul zatımda hiç reddetmedim Hepsini aldım tavuk, kaz, at, keçi, oğlak gibi Sui icraata âlet eyled tm casussan Hokkabazın destini tezyin eden şak şak gibi
. .Hepsini! soydum müffıvaten adalet eyleyip Emrime tâbi ne vars köy, kaza, sancak gibi tin. irfan kalmadı sürdüm bütün erbabını Şimdi kalmıştır vilâyet öyle cascavlak gibi ^an - ü malı mi İletin bir baziçe olmuştu bana Bunca yıldır oynadım anlarla oyuncak gibi Oldu memnun yaptığımdan ruhu Cengiz şüphesiz Eyledim hep mülkü altüst bir yığın toprak gibi Ansızın idbara mağlup oldu ikbalim benim Canbazın sakin dururken attığı taklak gibi Çıktı kanunu esasî halk biraz sersemledi Kaçmadım hayfa o anda bir alık, ahmak gibi B r derin hâbdan uyandı hep ahali bağteten CümTesi tebdlili etvar ettiler allak gibi Dâmenim takbil edenler gelmez oldu yanıma Kıymetim hiç kalmadı bir kirli bağırsak gibi Vurdular sille tokat, kokmuş yumurta attılar Şişti her yanım kabardı âdeta bir parmak gibi Gerçi üryan eyledim ben bir vilâyet halkım Rahmedin siz b'r vezire kalmayım şallak gibi Affedin bizler git» mücrimleri âti sizin
Milletin ikbali gayet rûşerut, parfhk gibi
1
t-
t
1
1 t
I
t
Sahife: 2
RAŞDAN
30 Kasım 1948
Türkiye Sosyalizme neden muhtaçtır
| İNSANLAR ve KİTAPLAR
Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasından doğan Türkiye, Mısır, Suriye, Irak v.s. gibi cemiyetler batı cemiyetlerinin geçirmiş olduğu ekono mik ve polit-k tekâmülü, ge-çirmemişlerdir. Bunlar monar şik cemiyet tipine girmeksizin imparatorluğun parçalanmasından ortaya çıkmış bulunuyorlar. Monarşi basamağını, yani temerküz devresini yaşa madan imparatorluğun feodal bünyesinden millet dediğimiz çağdaş cemiyet tipine atlıyan bu cemiyetler ya tamamen çö zülerek sömürge haline gelirler, yahut politik b r tazyik al tında varlıklarını devam ettir meye muvaffak olurlar. Normal sosyal tekâmül po'itik bünyenin ekonomik zaruretler tarafından tayin ediimesile ce reyan eder. Monarşi basamağını, dolayısile burjuvazi ve endüstri • inkılâplarını geçir memiş oldukları için muasır mânasile endüstriel bir alt ya pıya malik olmiyan bu cins cemiyetlerde ise tam aksine olarak politik bünye, ekono-m k yapıyı yaratmak işine girişir. Bu hal, burjuva cemiye- | tini örnek alan Ortaşark milletlerinde inhisarları, gümrük duvarlarını, devlet kapitalizmini ve bunlara muvazi olarak aşırı m.lliyet cereyanları nı ortaya çıkarır. Sosyal tekâ mülle yaratılmamış olan ekonomik yapıyı bir siyasî prog ramla yaratmağa, daha doğru su o yapıya malik olan normu! tekâmül milletlerini taklide gi rişmek kendiliğinden total’ter bir rejimi yaratır. Ya bir yarım müstemleke vaziyetine düşmek, veyahut gümrük du-varlarile «millî endüstri» y; korumak zarureti vardır. Birinci şıkta burjuva sermayesi hâkim hale geleceği için kesm br siyasî diktatörlük açıkça hissedilmiyebilir. İkinci şıkta, devlet her şey olmağa mecbur dur. Ve sosyalist bir yapıya malik olmayınca, devletin mü dahalesi devlet kapital zmine, oligarşik, zümreci bir nizama müncer olur. Filhakika bizim bugünkü durumumuz H. P. etrafında toplanan mahdut bir zümrenin oligarşik hâkimiyetinden ibarettir. Bu suretle burjuva cemiyetlerinde serveti temsil edenler hükümeti elde eder, ikinci şıkta ise, hükû meti elde tutanlar serveti tem sil eder. Aradaki istikamet far kına rağmen netice br olduğu için tröstçülerle oligarşi mümessilleri arasında kendiliğinden hazırlanmış bir «anlaşma imkânı» mevcuttur. Bu politik münasebetler sahasında muahedeler, dostluklar ha linde belirir. Önoe zımnî iken sonra politika tezahürlerile a-şikâr bir hal alan bu netice imparatorlukların p?rçalanma sından doğan endüstriden mah rum milletlerin basındaki züm reyi derhal kap tahst endüstri devlerde anlaştırmak sure tile yeniden kapitalistlerin ku cağına düşürür ve artık yarım, yahut tam müstemleke haline doğru sürüklenmek ka çımlmaz bir netice olur.
Sosyalist cemiyet şeklini
hiç gözönüne almıyarak inhisarcılık ve devletçilik yapan «her siyasî parçalanma cemiyeti» devlet kapitalizmine ya ni ol'garşik bir nizama sürük lenecektir. «Halkçılık» iddialarına rağmen devlet mahdut bir zümrenin menfaatlerine hizmet etmek suretile o zümrenin devleti olur. Halkçı de-ğ 1, tarh aksine halk düşmanı çehreye bürünür ve çok esas lı bir hâdise onu menfaatinin sarhoşluğundan uyandırınca-ya kadar bu halinin farkına da varmayabilir, halkçılık şar kıları söylemekte devam eder. Muayyen bir devreden sonra bu halkçılık şarkıları şuuruna varılmış bir ist smara perde vazifesini görmek ister.
Feodal nizamdan monarşik merkezleşme safhasına geçe*-miyerek doğrudan doğruya millet safhasına atlamak kaderine düşen cem yetler için «siyaset yolile endüstrileşme» hali, zarurî olarak siyaseti ellerinde tutanların hâkimiyetime yani ol garşiye müncer o-lur: Devletin altın stoku o zamana kadar hiç görülmemiş bir miktara yükselir, yani dev 1-et zenginleşir, servet le böbürlenir, fakat halk kütleleri açlık, sıkıntı içinde kalır. Ar tık «siyasetle endüstrileşmek» yolunun halikçılık neresinde d r bilenler varsa söylesin. Si yasî oligarşide tröstler, Ford-lar yoktur, onların yerini siyasî zümrenin, partisi tutar.
Sonradan Kapitaiistleşen Memleketlerde (
Yukarda batı Avrupadaki burjuvazinin doğuşunda ve ö lüşünde devlet kuvvetinden a çıkça kendi lehine istifade et tğini ve devletçiliğe baş vur duğunu gördük. Nitekim bilâ
hare kapitalist gelişmede geç ne gelmiş ve hatta onları one ran ou ıcKeıcı gıup ouyun nur kalmış olan memleketlerin geemi^r. Alman ve Japon 1ar temm eder ve evvelce de burjuvalar; da kendi sanayile burjuvazisi de aynı himayeler gordugumuz gibi bu sermaye rini bir an evvel kurmak ve den j^tilade edertk kısa b r za yı hariçte işletmem ihtiyacını bu gelişmeği hızlandırmak manda inkişaf etmek fırsatını şiddetle^lnsset^ğe ^başlar, maksadile ayni^ şekilde, açık bulmuşlardır (1) ça devlet teşkilâtından istifa- Kapital st gelişmede geç kal de etmişlerdir. Bu ekonomik m.ış o'ian memleketlerde bur-siyaset .te, batıdaki burjuvazi, juvazinüı.,deylettLen gördjiğü linin gelişmes’nde’ devletin oy- yardım yalnız gümrük? hıma
nadığı role benzer. Hattâ bu e konomik siyasete birtakım muh ırrirkr, bu yüzden, neoo merkantlizm (yeni merkan|i lizm)! demişlerdir.
Buhmemleketlerdcki burjuvazi Ingiliz, Fransız burjuva-sinin takip ettiği libera İzm siyasetini güttükleri takdirde bu eski kap talist memleketle rin ucuz malları ile rekabet e demiyepekler ve bu memleket ler kapitalistlerinin elinde birer müstemleke olacaklardı. Bunu anlayan burjuvazi derhal devlet kuvvetinden ist fa-de ederek hariçten gelen mal lara yüksek gümrükler koy mak suretile bu malların reka betinden kendini korudu. A -merika onsekizinci asır sonun da İngiltereye karşı açmış ol duğu istiklâl harbini kazan -
Baltacıoğlu ve Türkedoğru
İNSAN DEĞİŞİYOR/
Baltacıoğlu, bir zamanlar, «sol» neşriyatı Anadoluda can la başla yaymayı saadet biliyordu- ve henüz, Mecliste, matbuat hürriyetini boğmanın teknk inceliklerini öğretecek duruma yükselmemişti. İnsan değişiyor!.
Yeni adam’ın «olanlar, bitenler» sütununda, şu sabırları okumuştuk: «Neye Türke Doğru yalnız bizlerin olsun? Neye enternasyonal olmasın? Baltacıoğlu’nun eserleri ... dünya ayarında değerlerdir.» Ve, gafil muharrir bu çeşit e-serlerin, saniye kaybetmeden, Devlet Bütçesi yardımile, me denî dillere çevrilmesini öğüt lüyordu.
W
Türke Doğru’ya acıyorum. Göbels’in aksak ruhunu şad e decek nutuklarla ikbal basa -maklarını hazırlamağa çalışan Baltacıoğlu, bu eserin başında «fikir adamları» nı «gerçek ü zerinde ilmî metodla çalışmağı bilenler» diye tarif etmiş Tekra r Yeni Adam kolleksiyo nuna baş vuruyorum, ve bir daha öğreniyorum ki, Peyami Safa Türklerin yetiştirdiğ:
hemen bir kaç kapitalistin eli ne geçmiş olur. Yani bu mem leketlerde kapitalzm liberal devresini geçirmeden tekelci kapitalizm devrine girer. îç pi yasada malını isted ği fiata sa ne gelmiş ve hattâ onları bile tan bu tekelci grup büyük kâr
diktan sonra İngiliz ye Fransız mallarına yüksek gümrük leı koymuştur. Bu yükseg gümrüklerin himayesinde geli sen burjuvazi kısa bir zaman da eski kapitalistlerin sev yesi
yesinden ’baret değildir. Biliyoruz'ki kapitalizmin gelişme si için lâzım gelen en. büyük şartlardan biri de sermayes -nin birikmiş olmasıdır Gerçi gümrük duvarları ile himsye edilen yerli burjuvazi kısa b:r zamanda büyük kârlar temin ederek sermaye biriktirir amma, ne de olsa bugünki büyük sanayii ic’n lâzım olan p^ra -nın kısa bir zamanda birikme si zordur. İşte devlet halktan aldığı, muazzam bir yekûn tu tan vergilerle vakit geçirme -den bu sanay i kurar ve sonra dan burjuvazi kuvvetlendikçe ona devreder. Memleket piya sasının ihtiyacını karşılamak üzere kurulmuş olan bu fabri kalar esasen tekelci bir halde çalışmakta olduklarından dev letin elinden tutan bu sanayii
«büyük mütefekkir» lerin en seçkinlerindendir.
★
insan tarihinde benzeri gö -rülmemiş bir işkence çağım, kuduz canavarların yirminci asrın yapraklarına kan ve a -teşle yazdıkları «yeni nizam») yorulmadan alkışlıyan «bü -yük mütefekkir» i arıyoruz Dostarı onu «müsbet realist», «cins bir kalem kahramanı» di ye okurlardı. O, Gestaponun baltasına methiye yazmış «Frankonun vaftiz babası ve mirasçısı» «Petain’i en büyük faransız» diye putlaştırmış: kalemini, yıllarca kanlı bir bı çak gibi, faşizmin emrine ver mişti. İkinci cihan savaşının «altı yıllık cehennemi dersi» nden sonra da, halâ, yelesi a-levli bir arslan karikatürü gibi, «günlük politikacılar»a ve ideoloji yobazları» na saldıran odur. «Zamanımızın tarihî maddec lik ve buna benzer sistematik ve doğmatik düşün çelerinde Avrupa rasyonalizminin tutulduğu hastalığa hâ ,zik bir doktor gibi parmak I basan» yaman şaklaban, «mad de kalıplarının dışında hakikat tanımayan» larla «güdük | maddeci felsefe» yi şişliyor;
_» başlar. Hele sanayii, Japon yad a oMu ğu gibi, umumiyetle iht yaçla n dar ve fakir bir yarı köylü tabakasına dayanıyorsa bu ih tiyaç büsbütün ehemmiyet ka (Devamı 4 de)
(1). Dür.yada, henüz payla şı laoak boş pazarlan bulunduğu sırada kapitalizme kapatılan « bu kapılar kapitalizm tarafın dan şiddetle açılmağa zorlanmadı. Halbuki sonradan kev& istiklâllerini alardk sanayileş mek isteyen müstemleke ve yaramüsteml ebelerin almak isttedikleri bu koruyucu tedbirler tekelci kapitalizm şid detle meni oldu ve hattâ bu hususta, harbi bile göze aldı. Çinde, H İndis tanda, Yakınşark ta ve nihanjet TiirkÜyede takip edilen emperyalist siyaset bun tarım, misalidir. Buaün de A -me^Hkamn tekelci kapitalistle ri bütün gümrük duvarlarını yıkarak dünyanın her tarafı -rit iktisaden ele geçirmeğe ça Uçmaktadırlar
«batının büyük zekâları - yal nız şairler ve ruhcu filozoflar değil, tabiat bilginleri, hattâ sofu Marksistler - Allaha doğ ru yöneliyorlar..» diye vâzedi yor «metafizik tefekküre lya katli büyük zekâlar... günlük makale edebiyatının işporta mefhumlarile düşünmekten kaçak halis tefekkür...»
★
«Halis» kelimes nden «altım» atladım. Önümde Signal’in 15 Haziran 1940 tarhli 5 inci sayısı var. Dieter Hermann, bu sayıda, «Bunca altın bugün de bir servet midir?» baş lıklı bir makale yazmış. Bu makalede, Amerika altın kül .çeleri ortasında açlıktan öl-: rneğe mahkûm bir zavallı gi-bi tasvir ediliyor. Cumhur yet ı kolleksiyonlarını karıştırıyorum. Signal Köprüde satılırken, ayni yazı, «Altına veda» başlığı altında ve Pevami Safa imzasile karşımızdadır.
işte size bir altın fıkra, «büyük bir mütefekkir» ve potadan geçmiş «halis tefekkür» örneği!.
YALANCI PEHLİVAN
Danışıklı dövüşe çıkan Celâl Bayar’a, D. P. kurulurken ilk sorulian sual şu olmuştu: «Bu Parti bir muvazaa partisi midir?»
Eski politka kurdu ağır hakareti anlamamazlığa geldi ve sadece: Hayır! diye cevap verdi. Halbuki sonra, muvazaanın «namussuzluk» olduğu nu söylediği zaman, muarızları, vaktile bir muvazaa partisi kurduğunu hatırlattılar.
Zarurî y yecek maddelerinin ateş pahasını çoktan aştığı bu günlerde, milyoner Bayar gene sahnededir ve, her zaman ki gibi, yalancı pehlivan rolü nü oynamağa hazırdır.
BOYUNDURUK
Halkın demokratik hakla-— ndan bahsediyor; bunları is tiyorsunuz. Unutuyorsunuz ki otoriter, bir demokras de, demokratik haklar prensip olarak kabul ve ilân edilir de, halk yığınları gene sürü gibi güdülür. Böyle bir demokra-ide, ancak, boyun eğme hakkının, boyunduruk hakkının tanındığını bilmiyor musunuz?
GÜVERCİN SIRTINDA
Zaptiye kafasile yürütülen bir memlekette ve terörün hüküm sürdüğü devirlerde yazı yazmak güvercin sırtında cephane taşımak demektir. Zira, her suçsuz kelime maskeli bir haydut, her ileri fikir dişlerinin arasına kanlı bıçak sıkıştırmış azılı katil muamelesi görür ve kitap en büyük suç delili sayılır.
Böyle devirlerde, kalem, ancak, hürriyet ve hayat pahasına kullanılsbil r; ve iktidarın nazarında, kalem kul-anmak silâha sarıİtıp dağa çık makla birdir.
30 Kasım 1948
BAŞDAN
Sahife: 3
Devlet müessesesî ve Sendikalizm
Yanlış kullanılan keMmeler-Devlet miie>se-sesl ne(llr?-I)evlet müessesc’lne ihtiyaç var-mHİır?-Sosyalizm, Sendikalizm ve Anarşizm nedir?.
Demokrat hayatın icaplarına daha yeni uymağa başladı ğıinız için, İçtimaî hayata ait bir çok kelimeleri hakikî mânalarından farklı bir mânada kullanmaktayız. Bu mevzuda bir misal vermek kâfidir: O da, sendikacılıkla, send ka’izrtı kelimeleri... Bu iki tabiri, ma alesef, biz birbirinin müteradifi olarak kullanmaktayız. Halbuki bunların arasında dağlar kadar fark vardır. Sen dıkacılık, kısaca şu iki vazife yi yapan meslekî teşki.’âttır:
1— Azalan nam ve hesabına koilektif mukavemet akte-der. ..
2 — Azalarının menfaatini korumak üzere, bir iş borsa-si tesis eder.
Sendikalizm ise, bir sınıfın diğer sınıfı ezmesi için kurul muş sun’î bir müessese olan devletin yerine, İçtimaî haya tın sevk ve idaresi için sendi-• kaLar koyan İçtimaî bir doktrindir. Görülüyor ki, sendika cılık ve sendikalizm arasında ciddî ve esaslı fark vardır. L>e mek oluyor ki, her sendikalıst yani sendikacı, mutlaka seıi-dikalizm taraftarı değildir.
Sendikalar hakkında dilimiz de, son devirlerde epeyce ya zılar çıktı. Fakat sendikalı z-me dair, hemen hiç b’r yazı neşredilmiş değildir. Bu ba-ktmdan, kısaca sendikalizm üzerinde durmak, bu mevzu ile alâkalı arkadaş’arımiz için faydalı olacaktır.
İstanbullu okuyucularımızdan çok, taşralı okuyocul arımızın her zaman dikkatler'ni çeken, üç İçtimaî müessese var:
1— Hükümet, yahut uydur ma Türkçe ile ilbaylık.
3-— Hususî muhasebe, yahut uydurma Türkçe ile özel say manlık.
3— Belediye, yahut uydurma Türkçe ile şarbaylık...
Bu üç müessesenin vazifele ri nelerdir? Neden böyle üç ayrı teşekküle lüzum hasıl olmuştur? Bir nin yaptığım diğerleri yapamaz mı? Bu üç müesseseyi bir.eştirmek müm kün değil midir?, gibi birçok çeşitli sorular, vatandaaşları-mızın her zaman aklını çe -inektedir. Hattâ çok kere, bü1 çede tasarruf yapılması bahis mevzuu iken, ilk akla gelen şey de, bu müesseslerin bir-leşmesile, yarı yarıya memur kadrosundan bir tasarruf yapılacağıdır.
Hakikaten, bu üç müessese ye ayrt ayrı lüzum olup olma dığı münakaşa mevzuu olabilir, Fakat bunu yapab lmek i-çin, bu müesseselerin içtimai
vazifelerini bilmemiz zaruridir. Bunlardan hususî muhasebe i'e, belediyenin vücuduna lüzum olup olmadığı mev zuunu bir kenara bırakalım, devletin vücuduna lüzum o-up olmadığını inceleyelim. Devlete lüzum var mıdır? Bunu da tesbit edebilmek için devletin ne yapmakta olduğu nu, sosyal vazifesinin ne o’du ğunu bilmemiz icabeder. Bir çoKİarı (bayındırlık, sağlık, veteriner, en niyet, maliye, jandarma, savcılık, eğitim) müdürlükler’ni içine alan İçtimaî teşekkülü devlet olarak tsntr.
Şimdi bu (müesseseler! birer birer inceleyelim:
Amerikan yardımı aleyhinde bulunduğum için resmî bir makamın huzuruna çıkarılmış mistik? tim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti.
— Size antrparantez şunu hatırlatayım ki diyordu, siz Paris konferansını biliyor mu sunuz? Başımıza Kudüs meşe leşi yüzünden kimlerin belâ açtığını biliyor musunuz?
— Fakat efendim...
— Höt!, yine antrparantez söyleyeyim, Hünkârıskele.-i muahedesini bilir misiniz siz?
— Evet amma...
— Hött! Size antrparantez d’yeyim ki, tarihteki Prut mu ahed'esini okudunuz mu?
— Doğru... Fakat...
' sen Osmanlı mu?
— Höttt! Sen Pasarofçayı, Karlofçayı... agı A ’
— Arzetmek isterim ki...
—— Hötttt! ’ ine antrparantez söyleyeyim, tarihini okudun
— Okudum, yalnız...
—• Höttttt! Antrparantez bil melis n ki, bizim.tarihî diişma nımız..’.
Sayın kodaman, mademki böyle hem lsorarsm, hem de söyletmezsin, ben de içimden oevap' veririm. Söylediklerini zin hepsi doğru, hepsini kabul ediyorum. Ben de s ze antrparantez cevap vereyim. Tari hi ben de okudum. Pasarofça ları, Karlofçaları ben de bili yorum. Ben de size, antrparantez sormak istiyorum:
«— Mîrim efendim, tarihimizin o kadar uzak yıllarına gitmeğe lüzum yok. Bizzat i-
Bu müdürlükler, hususî muhasebenin, belediyenin ge-Iirler'ne dayanarak, yol, köprü... ve saire yaparlar, bozuk yolları tamir eder, ilk okulla rm masrafını öderler.
Malûmdur ki yol’, köprü, hastanelerden... şehir içine rastlayanlar belediyeye, vilâyet hududu içine rastlayanlar ise hususî muhasebeye attır. Vliâyet hududunu aşıp ta diğer vilâyetleri de ilgilendirirse (millî yollar) gibi olursa devlete aitt r. Fakat dikkat e-dilirse bu keyfiyet pek sathidir, zira pekâlâ millî yollar, ayrı ayrı vilâyet hudutları i-Çİnde olduğuna göne, her vi
möt, yok çiöde bulunduğunuz İstiklâl 'hâfbini biz kimlere kargı yap
i K'r
,X>aha yakın tarih mizle gele lim, iki gözüm efendim. Kürt isyanında devleti içinden y k ma ( isteyenleri kimler ! ayaklandırmıştı? Onların eline silâhları verenler kimlerdi nu-ruaynim efendim? O silâhların markası, hangi imparator luğun damgasını taşıyorduysa ym kodaman. Lütfen antrparantez Cevap verir ÜiîsThiz?
; Daha, daha yakına gelelim. Amma öy'e höt, möt yapma-
..yın, korkarım zira.Ben, dimi b lirim, siz beş söyleyin, b’z bir söyley^’im. Bugün dn Isrcıklarile. sinsi sermayeleri, naylon kasık bağları, plâstik .
tıngırtı bszlerile istiklâlimize nı olduğunu ne çabuk unuttu göz diken’er Kimlerdir? Bu nuz? memleketi İktisadî müstemleke, pazar yeri, ham madde kaynağı ve harp bekçisi yapmak îstiyenler kimlerdir? Lûl fen antrparantez cevap verir misiniz nutuaynim efendim?
Siz haklısınız, biz tarih; in kâr etmiyoruz. Aramrzdaki fark şu ki, siz tarihi yalnız o-kudunuz, biz okuduk İve bun dan milletimizin hayrına derj .. 'ler çıkardık. Eğer noÇ möt yapmazsanız antrparantez anlatalım.
Tarihte olan olmuştur. B ze yapmışiar, biz de yapm’şız. Bugün yaşamakta olan halka bir faydadi varsa, o zaman ta rihin yapraklarını açalım. Ta rihin kanlı vakalarını hortlatıp, bir hiç yüzünden, büyük bir İktisadî buhrana düşen hal kı, milletçe kan dâvalarına sü rükiemenin faydasını anlamıyoruz. Milletler arasında kan dâvası güdenler, yalnız ve yal
lâyetin hududu içine rastlayan, o vilâyetin hususî muha sebesine ait olabilir. Hastaneler, mektepler için de ayni şeyfer söylenebilir. Bir v lâ-yetteki devlet hastanesi, pekâlâ o vilâyetin hususî muhasebesine ait olabilir. Başka vi âyetlerden hasta almak bahis mevzuu olursa, d ger vilâ yet hususî muhasebesi, o vilâ yet hususî muhasebesine yar dım edebilir. Mektepler için de ayni şey düşünülebilir.
Demek oluyor ki, bu mües seseler yani müdürlükler, pekâlâ bo’ediye, hususî muha sebe müdürlüğü .yolile yürütülebilir. Gelelim, emniyet, jandarma, savcılık, profesyonel ordu kısmına: Bunlar pek abiidir ki, ne belediyenin ve ne de hususî' muhasebenin va z fe'eri arasında değildir. Em niyet, savcılık ve profesyonel ordu, mevcut İçtimaî nizam: korumak için veya dtşarıdan gelecek bir - tehlikeye karşı memleketi korumak için ku-
■ nız harp meydanlarına merm:, • tank, top satacak o^an silâh i fabrikatörlerde, menfaatlerin: insan kanları üstünde tüne-mekte gören Ceş kargaları vc bezirgan milyonerlerdir. Bir de bunların satılmış uşakları yani çoban köpekleri ve kar dirilmiş zavallılardır.
Bugün dünya yüzünde bin bir sıkıntı ile yaşayan insanlar, babalarının, dedelerinin, analarının yaptıkları hsta'a-nn hesabını soracak olurlarsa, dünya yüzünde birbirinin yüzüne dostça bakacak iki in san bulabilir misiniz?
Ben tarihimizi okudum. Fa krt siz bugünkü Türk dostu Çörçilin, daha geçen Büyük Harpte en azıiı Türk düşma-
Yooo... Öy’e gözlük camlarınızın üstünden hiddetle bak mayın. Höt möt te yok. Tatili bize^şunu Öğrdt’ycr ki, bu mil letiıı tek dostu' vardır; oJua yalnız ve yalnız^ kendisidir.
İşte bizim dediğimiz ve istediğim z de budur.-BıPmi’le Jtin kendi mukadderatına hâkim olmasıdır.
Anladık söz büyüğündür amma, bırakın biz de nefes alalım, yoksa boğulacağız. Bu milletin öz evlâdı yalnız siz değilsiniz. Biz’m damarımızda da Türk kanı çarpıyor. Bi zim babalarımız da bu toprak lar için can verdi.
İnsanlar sulh istiyor, sulh paşam efendim. Aç insanlar ekmek, hastalar ilâç, ç plaklar giyecek istiyor. Yalnız harp istemiyor. Ne o, kaşlarınız çatıldı, peşin söyledik iki gözüm, höt möt yok.
rufmuş varlıklardır. O halde bunların fonks yonu, mevcut nizamı İçtimaîden faydalanan ların menfaatini korumağa ma tuftur. Asıl devCet denilen müessese de, işte budur. Dev letin diğer vazifeleri, yani belediyeler ’n veya hususî muha seba'Crin yapabileceği şeyleri yapması, onun asıl hüviyetini gizlemek iç’n yapılmıştır.
O hafde İlmî şekilde tarifi ile devlet, bir sınıfın menfaat lerini koruyan, ve o .■sınıfın menfaatlerini bozmağa çalışan diğer sınıfların mücaadele ha reketlerni önleyen bir müessesedir. İşte- bu sebeptendir ki, sınıf mücadelesi tarih boyunca devam etmiştir. Devlet ’müessesesi ile bu bakımdan mücadele edenler, yukarıda adı geçen vazifelerin, befedi-zelere, hususî muhasebelere, sendikalara veya daimî mün-ıhap heyetlere devrini isterler. Buna göre, çeş tlj, İçtimaî ve İktisadî doktrinler doğar. Bunlardan sendikalizm, devle ün sosyal vazifelerini sendika lara yaptırmak istiyen dokti-r indir.
Bu doktrinlerden, devletin ortadan kalkmasını ihtifâlle yapmak isteyen doktrine «a-narşizm» derf r. Hakikî demokratlar ve sosyalistler ise, devretin ihtilâl yolu ile kalka cağını kabul etmezler. Bunlar ancak, sınıfların ortadan kalk ması Te devletin de yavaş ya vaş, yalnız bir sıntfm menfaatlerini koruyan ve sınıfın or tadan silineceğin? kabul eder ler.
Âbidin Nesimi
A A A A
Türkiyede ileri fikri temsil eden tek haftalık gazetedir.
1 Salı günleri bayiden isteyin.
Beşiktaşta Tahsin isimli mek tup gönderen okuyucumuza:
Üzü’meyin, mektubunuz ay nen neşredilecek ve cevap ve rilecektir. Sıra bekliyor.
Okuyucularımızdan S. Toker ve V. Saysert’e:
Mektubunuz, cevap verilmek üzere sıraya konmuştur.
Tarihî maddecilik gözile MÜLKİYET VE İDEOLOJİ Kemal Yalazkan İstanbulda Üniversite ve An karada Çankaya kitapevlerin. de bulunur.
TÜRK KLEOPATRASI
Yazan: Kerim Sadi
Kitabın içindekiler: Darvin ateizme karşı silâh olabilir mi?— Baron d’Holbachbn bir eseri — Ahmet. Şuayp ve Gustave Le Bon — Biergso-nizm — Marx’la Durkheim’in «akrabalığı» meselesi— Marx ve Elngels*ten çevirmeler. 50 kuruşluk posta pu u karşılığında kitap adresinize yollanır. !
Bahife: 4
HASDAN
30 Kasım 1948
Bedava Düşmanlarımız
Geçen sayımızda b ze dört sual soran bir okuyucumuzun ilk sorusunu cevaplandırmıştık. Diğer sorularına da şimdi cevaplar veriyoruz:
2 — Sizin de söylediğiniz gibi, iç politika tenkitleri, satış yapmak isteyen her gazetenin sermayesi olmuştur. Ve diyorsunuz ki siz, BAŞDAN, bu çeşit tenkitlerle fazla bir iş yapmış sayılmaz. Bunda kısmen haklısınız. Size iki madde hai nde cevap verelim:
a) Memleketimizde maalesef iktidar tarafından dış polit ka bir umacı haline getirildiği için bu konuda kalem yürütmek hem zor, hem de tehlikel:dir. MiKî birlik ve millî beraberlik namı altında, aslında zorla yapılmak ve gösterilmek istenen, birlik ve beraberliğin dış politika bakımından tenkidi hemen hemen imkânsız gibidir. Resmî ve siyasî brer teşekkül olan partiler b'le, iktidarın korkusundan, daima ve ilk söz olanak «dış politika» tenkidi yapamamaktadırlar ve Türk halkı dünyanın durumundan, meselâ Çinden, Almanyadan haberdar edilmemekte ve gelen bütün ha- | herler de, muayyen maksatlı tek kaynaklardan gelmektedir. Bu durum karşısında, Türk halkı dünya hâdiselerinden haberdar olup, üzerinde tahlil yapmak ve düşünmek ten mahrum bir hale getirilmektedir. Bu tazyik, sözüm ona (matbuat hürriyeti) namı altında, vatandaşları hep br kalıp gibi, standart düşünmeğe mecbur bırakmakta ve iktidarın dost olduğu ile dost, düşman olduğu ile düşman hale getirmektedir. Fakat akh başında herkes görüyor ki, bugün takip edilen dış politika, Atatürkün takip ettiği politikadan, tam tersine olarak, yüz seksen derece ile bir geri dönüş yapmıştır. Bu hususu gazetemizi devamlı ve dikkatli olarak takip ediyorsanız, muhtelif makalelerde anlatmaktayız.
b — Bizim iç politika tenkitlerimizle, gayeleri yalnız ve yalnız para kazanmak olan gazetelerin iç polit ka tenkitleri arasında mühim bir fark vardır. Bu farkı sizin gibi münevver arkadaşların anlamasını çoş isterdik. Anlatamamışsak, bu bizim ku-surumuzdur. Biz sadece iç politika tenkidi yapmıyoruz, ayni zamanda bu tenkitleri yaparken, tenkit ettiğimiz hâdiselerin gerçek sebeplerini, bugünkü net celerini ve yarın da alacağı istikametleri meydana
koyuyoruz.
Bugün bu memlekette inkılâp olarak, ne görüyorsanız bunları, çok rica ederiz dikkat edin, hep kendilerine bir takım kötü damgalar vurularak susturulmuş olan
D E V L E»~ K A P-t 1
(Baş tarafı 2 d*)
zanır. Dünya pazarları eski ka pitalistler tarafından taksim e dilmiş olduğuna göre bu yeni tekelci kapitalistler için bir tek çare kalmıştır, HARP.
İşte sonradan kapitalist çer
çeve dahilinde sanayileşen memleketlerde kapitalizm ba şmd^n sonuna kgdar devletle berafeer gelişti. Ve nihayet elele veren bu tekelci kapitalistler milletlerini kısa za .manda dünya harbine sürük-
Sah günleri çıkar halk gazetesi Gazetenin kurucusu ve sekreteri: Azaz NEStN
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Rifat İlgaz
Adres: Kumkapı, Derinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
Telefon: 21131 ABONE: Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fiatı: 10 Kr.
Yal I — Sayı: 17 30 Kasım 1948 Sah
Dizildiği ve basıldığı yer: Osm an bey Matbaası
muharrirler ilk defa söylenişlerdir. Meselâ polis vazife ve salâhiyet kanununun 18 inci maddesinin, halk aleyhindeki durumu, matbuat kanunu aleyhindeki tenkit, ve nihayet Demokrat Partinin şiar ed ndiği meseleler, tek dereceli seçim, bunlar hep ilk defa, bugün susmağa mecbur edilmiş kalem sahipleri tarafından meydana konmuş ve o zaman bu meseleler tehlikeli görüldüğü iç n, bu adamlar türlü nikbetlere uğramışlardır. Sonradan bu fikirleri, başkaları benimsemiş ve orta yere çıkarak, bunların şerefini de, millet önünde üzerlerine almak istemişlerdir. Uzun zaman sonra, bugünün tarihini yazacak olan namuslu insanlar, bu günün gazetelerinden bunu kolaylıkla anlayacaklardır. Fakat hakikî vatanperverlik ve milliyetperverlik, milletin hayrına iş yapmakta, yoksa bu işi ve bu işin şeref ni şunun veya bunun alması değildir. Binaen aleyh bu muharrirler, bîr şeref iddiasında değillerdir, feragat sahibidirler. Millet lehinde neticeler alınsın da, kim alırsa alsın. Fakat bunlar öyle kolay kolay olmuyor. Bu müceadeienirj zoru, gerçeği b*e, parsasını toplamak ta başkalarına düşüyor. Buna rağmen hâdiselerin gidişinden çok memnunuz.
Üçüncü ve dördüncü sualinizin cevabım da vermiş olduk sanırım.
Biz, düşündüklerimizi gizleyip, saklamadan söylemek ve konuşmak arzusundayız. Buna rağmen bize, bedavadan düşman olanlar var. Bu bedava düşmanlarımız, fikirlerini söylemiyorlar, veya bizim f kirleri mizi tenkit etmiyorlar, sadece iftira ediyor lar ve sadece küfrediyorlar ve meselâ ara-sıra yaptıkları gösterilerle, pazularınm biz den kuvvetli olduğunu, seslerinin bağırma ğa müsait, gür olduğunu isbat ediyorlar. Biz de böyle kuvvetli, gür sesli vatandaşlarımızın bulunduğuna memnun oluyoruz. Biraz da şöyle oturup, birbirimizin ne dediğini anlasak... Gerçek milliyetperver ve vatanperverlerin kimler olduğu, kimlerin sahte ve kandırılmış olduğu elbette gün gelince, anlaşılacaktır. Korkumuz, geç kal mış olmamızdır. Çünkü, dünya, biz istesek te istemesek te, ileriye doğru «id yor ve bu millete daima dünya hâdiselerini kuyruğundan takip etmek müyesser oluyor. Muayyen ve zarurî neticelere varacak olan hâdiseleri, insanlar arzularına göre tanzim edemezler» bilâkis hâdiseler insanları yola getirir.
Gazetemize gösterdiğiniz ilgiye teşek kürle, selâmlar ederiz.
e 30 Sbbh evvel bönle diyorla'dı ■>
Celâl Nuri Beyin (Tarih-î Tedenniyat-ı Osmaniye) J adlı kitabından alınmıştır: V
* Bir şahıs veya bir aite farzedelim ki, bütün Ç
hayatı mücadele , kavga, gürültü, dâva ve muhakeme J ile geçsin. Bu şahsın veya ailenin başka şeylere bak- Y mağa, başka işle uğraşmağa vakti olur mu? Diğerle- f rin'n intikamına karşı gelmek, mahkeme kapılarında > senelerce sürünme veya hakkının çiğnendiğini gör- 1 mek insanın rahatını büsbütün kaçırır. İşte tıpkı bu- / nun gibi, Türk milleti de asırlardır, huzursuzluk için- ı de bulunduğu içindir ki, ilerleyemiyor. (
★ Türker üç devletle (Arap, Acem, Bizans) te- f
masa geçtikten sonra, zaten medeniyette pek o kadar 1 «ileri olmadıklarından, bu üç milletin tesiri altında li- % san, medeniyet, idare, ahlâk metaneti ve saireyi mu- / hafaza edemediler. Onun için sırasle Arap, Acem, 1 Bizans nüfuzu Türklerin iliklerine kadar işledi (1). ( Bir zaman oldu ki, Osmanlı cemiyet nde İran mukal- J litliğinden başka hiç bir şey yapılmazdı. Her şeyin y nümunesi İrandan gelirdi. Bozuk bir ahlâk, hususile r büyük bir medeniyeti olmayan bir millete sirayet et- 1 tiğinden zavallı Osmanlı Türklerinn teşkil ettiği o Ç ikbal devrinde, o azamet devrinde, kokmuş cemiyet- J lerin ahlâk bozukluğu ile bozuluyor, çürüyordu. Ko y lera mikrobu gibi Bizans ahlâkı Osmanlı cemiyetime / girdi. ■
işte, O.mıanlılar, bu uzun uzadıya bahsettiğimiz y nüfuzların birleşmesi ile hasıl olmuş acayip bir un- / surdur. 1
[î] Celâl Nuri Bey, butnla-^ı otuz sene evvel f
mıştt. Otuz sene evvel bahsedilen (Acem, Arap, Bi- f
zans) yerimi bugün de (AlnKT-r. İnciliz ve Amerika) ya \ btınalimnştır. Otuz sene sonrc da ayni sözler (Ingiliz ve f Amerikalılar) vn tesiri olanak yazılabilir. >
Elisabetin doğumu münasebetle:
Ne zaman^öğreneceğiz
verir, sekiz atlı saltanat araba
Yüzyıllar önce Roma imparatorlarından — Diyoklesya- şuıa kurulur, kraliçe ile el-e
le verip resim çektirir.
A.L t Z Mil lediler. Almanya, İtalya, Japonya bu polit' kanın en bariz misalleridir. Bu memleketler de burjuvazi başından sonuna kadar devletçi kaldı, »hazan devletçilik, ve sonunda da Fa şizm vc Nazizm is:mleri altın da, hemen daima liberalizm a' leyhtan ekonomik bir siyaset takip etmiştir
O halde kısaca diyebiliriz ki, burjuvazi kendisinin başa çıksmıyacağı haricî ve dahilî müşkülât ile mücadele etmek mecburiyetinde kaldığı zaman devletçiliğe baş vurmakta dev let teşkilâtını ele alarak bu teşkilâttan açıkça kendi leyhi le İstifade eylemektedir. Ken dişini, bu yardıma muhtaç his setr.ıiyecek kadar kuvvetli bul duğu zaman liberal bir siyaset takip etmektedir.
nus — saltanatının eteklerini toplayıp îstanbula göçerken:
«Nasılsa Anadolu sekenesi despotizme alışıktır, ora halkı hakkın değirmende olduğunu kabullenmiştir; ağızları var -dır, dilleri yoktur; gözleri var dır, görmez; elleri vardır, tut maz, yumşak başla insancıklar dır»
Diye düşünür, dünyanın cennet yerinde kuşunu nasıl tatlı — tatlı öttüreceğini kurar, yüreciğine su serpilirmiş.
Geçen Salı, gazeteler, kahvehanelerde pul çatlatan birtakım yakası rozetli gençlere, okuma bilen ham; llaria, küçük esnafa, büyük sermaye sa kiplerine, baş müdürlere
«İngiliz kralının kızı doğuı du»
Diye haber saldırdılar. Rad yo da söyledi. Okumak bilme yip te Türkçe bilen vatandaş lar da Ankara radyosundan öğrendiler. Bilmem köylerde davul da çaldılar mı?
Kaç aydır gebe idi prenses-cik! Zaten işi gücü bıraktık, Hzirn prensese ha doğurdu, ha doğuracak diye hep bekli yorduk. Doğurur ya! Kadın kısmı doğurur; Erkek doğu -rur, kız doğurur. Senin karın, benim karım da doğurur. Bizimkiler «Buckingam» sarayın da doğurmazlar, fakirhaneler de ebesiz doğururlar. Sonra bi z’m yumurcakların adları (son altes) le başlamaz; «Ali» olur, «Velî» olur.
Yarın, bir bakarsınız bu se vimli çocuk başınıza püsküllü bir kral oluverir; tnce bıyık bırakır, sırmalı elbise giyer, resmî daireleri gezer, orduları teftiş eder, selâm alır, selâm
Yirminci asrın ortasında halkımızın — Diyoklesyanus — zamanını yaşıyan dedelerin den hiç farkı yok! Kimb'lir, hâlâ kendimizi «imtiyazsız», sınıfsız kaynaşmış bir kütle» mi sanıyoruz?
Biz taş mıyız? Dağ başında [kör kaya mıyız? Kimin kim -den haberi var? Kimin dünya dan haberi var? Kendimizi, hâ limizi, ihtiyaçlarımızı, istisma rın mânasını ne zaman öğreneceğiz?
Kapı - karşı komşumuz Haşan ustanın karısı hafta başla rın d a pastırma ile yumurtayı bulabilirse bayram yapıyor. Terlikleri yanm, elbisesi kirli, bacakları sefaletten çarpık, suratı hastalıktan san..,
Çarşamba günleri mahalle -mizden çöpçü geçioyr. Haşan ustanın karısı bir haftanın so ğan kabukları ile dolu çöp tenekesini eline abp kapıya çıkı yor. Çöpçü lâfı uzatıp,
«hanımefendiciğim»
Diye aptal - aptal iltifat e-derse Haşan ustanın karısı zekvinden bayılıyor, ağzı kulaklarına varıyor, koltukları kabarıyor, eli - ayağına dolaşı yor. Haşan ustanın karısı oldu ğunu, yarım şipıtık terlikleri ni, hattâ amansız hastalığını u nutuyor; Vallaha kendini «ha nımefendi» sanıyor.
Halk kendi davalarına karşı böyle alâkasız kaldıkça, kendi sınıfını ve sınıfının menfaatle rini idrak etmedikçe daha se nelerce, anasından emdiği süt burnundan gelecek ve aç ts -vuk gibi kendini buğday anba rmda sanacaktır.
Yazan: F. Kabadayı
İtirafname
Aşağıda okuyacağınız manzume, bundan 41 sene evvel (26 Şubat 1327 de) Karagöz gazetesinde neşre-dilmştir. Bu manzumenin başında, (Valilik yapmış bir müstebidin Millet Meclisine verdiği itirafname) denilmektedir.
B r zamanlar millet hayrına muhalefet organı olan ve mizah edebiyatının en iyi örneklerini veren Karagöz,ün ne garip talihi varmış ki, bugün C. H. P. nin köylü arasında propagandasını yapmak vazifesi ona düşmüştür.
istiklal şuuru
«Bugün Asya kendisini ida re edecek vaziyette değild'r. Çok iptidaî bir haldedir. Avrupa ve Amerikanın yardamı olmazsa ayakta duramaz.»
Bu yazı Hürriyet isimli bir İstanbul gazetesnjn 26/XI/ S48 tarihli nüshasında çıkmış tır.
Mütareke yıllarını hatırlayanlar, o zaman da, tıpkı böy le fikirlere, emperyalistlerin kuklaları gazetelerde rastlandığına bilirler. Bunlar Tlirkle rin iptidaî oduğunu ve Ttirk-lerin müstakil b'r devlet idare edecek maddî ve manevî elemanlara malik olmadıkları, onun için büyük bir Avrupa veya Amerika devletinin man ■dasına tâbi olmayı ileri sürer lerdi. .
Türk Kurtuluş Savaşının emperyalistlerle beraber, bıv mandacı zihniyeti de Türk vatanından silip süpürdüğünü biliyorduk.
Fakat yukarıda tırnak içil ne aldığımız yazılar biraz bizi düşündürmedi değil. Çünkü Asya milletlerine geri, kendi kendilerini idareden â-ciz diyen muharrir, acaba Tür kiyenin Asyada olduğunu, ve Türk milletinin de Asyalı bir millet olduğunu bilmiyor ımu?
Bir millet istiklâlini kaybet meden evvel, istiklâl şuurunu
Yasan: ••****»
(Kemâl Yalazkanj
kaybeder ve bütün emperyalistler boyunduruk altına aldıklara milletleri hep kabili-yetszlik ve idaresizlikle itham eder, onlara kendilerini meşru bir vâsi olarak kabul ettirirler.
Hakikatte ise, Asyalılann geril ğl, sırf uzun yıllar emperyalistlerin sömürgecilik siyasetlerinin neteesidir. Yoksa o kabiliyetsiz denilen, Hint, A rap( Çin ve Türk kavimleri henüz Avrupa yontma taş dev ri yaşarken parlak medeniyet ler kurmuşlardır. *
Hem Asyaya gelen Avrupa lılar, Asyahları adam etmek için değil, ya bir kumpanya
kurmak, ya petrol kuyuları açmak, ya afyon satmak, veya ham madde toplamak için a-yak basmışlardır.
Sonra, bir milletin yardıma muhtaç olması âyn bir mesele, kendi kendini idare etmesi yani istiklâli ayrı bir meseledir.
Yalnız Asya milletleri değil, AvrupalI ve Amerikalı bir çok milletler de bir birim n yardımına zaman zaman muh taç olurlar. Fakat bu yardım onların istiklâl fikrini öldür-
mem
Hürriyet gazetesindeki bu hür r' yet ve istiklâl düşmanlı ğl yapan bu küçük yazı, oldukça kıt ve küçük bir idraki destekliyor, fakat Türk Milletinin istiklâl şuuru kuvvetli ve büyüktür.
Türkiye sııyıllzmı nıd»n euktaçlır? |
Bu haftadan itibaren, Tür) yenin sosyalizme ne. den muhtaç olduğunu ve bunun tarihî bir zaruret olduğunu izah eden kıymetli ve İlmî bir yazı seris>e başlıyoruz. Bilindiği gibi-, bu konuda pek az şey yazılmış ve söylenmiş olduğundan, sosyalizm nıevzuunvta-ki bu yazıların, okuyucularımız iri alâkasını çekeceğini ve faydalanacaklarını umuyoruz. İlk yazı, İkinci sehi-femizdedir.
Devletin
15 inci sayıdaki iş kanuni, arımız başlıklı yazının devamıdır:
2— Şimdi iktidarda emek sahiplerinin olduğunu kabul e delim. Bu takdirde pek tabi-
iktisadi
Yazan
( Âbidin Nesimi f
!
zelmedi.
Vaziyetin böyle olduğunun en bariz misali: AÎmanyada,
idir ki, devlet, emekçiler le- Franscda ye îngilterede, İşç:
hine iktisadı hayata karışacak ze iş kanunu da, emesçi 1er i .»•e bir manzara gösteıecek ve işçi saıulmın durumu düzei-i-oektir.
Tam? mile muıtiku gözüken bu görüş, hayata ve ilme uygun değildir. İşçi partisi iktidara gelse bile, bu tarzda işçi nin durumu düzelmez. Zira: îşte Almanyada Muller ve Scheideman idaresi... Hattâ AJmanyada o devirlerde Cum hur Başkanı olan Ebert bir işçi idi. Buna rağmen Alman yada işçinin durumu düzelme mişti. Fransada Millerand ve haîk cephesi hükümetleri dev rinde işçi sınıfı ikt:darda idi. Fakat Fransız işçilerinin durumu düzelmedi. îngilterede Mac Donald ve Atlee idarele ri bir işçi idaresidir. Fakat İn giiterede de işçi durumu dü-
partisinin iktidarda bulunduğu devirlerâe yine grevlerin devam etmesi, işçilerin kend kuvvetlerine dayanarak durumlarını düzelupeğe kalkma lan ile de sabittir. Demek olu yor ki iktidarda ' işçi pams: olsa bile, devletin iktisadi ha yata müdahalesi yolile, işçinin durumu düzeltilememektedir.
Bunu; işçi partisinin işçinin İktisadî durumunu düzenlemek isteyişi şeklinde anlamak mümkünse de, bu realiteye uygun değildir.
İşçi partisi, işçinin durumu nu düzenlemek istemesine rağ men, bunu devlet kuvveti ile, kapitalist nizam içerisinde yap mağa muvaffak olamamaktadır. Bu da şu demektir: «Dev let, mevcut kapitalist nizam içerisinde, ne kadar arzu eder se etsin, mevcut sınıfların dii
zenini değiştiremez. Nasıl ki devlet bir emirle, yağmur yağ dıramaz. güneşin batıp doğma smı, kadınların üç ayda doğurmasını kendi arzusuna gö re düzenleyemezse (1) tıpkı bu tşbii hâdiseler gibi, sosyal hâdiseler ve bunlar.n da şartlan vattır. Bir cemiyette de iktisadi hayatın kendine hâs kanunları vardır ve bu kanunlarla İktisadî hayat gelişir veya geriler. Devlet bu kânunlara aykırı bir yol tuta maz Ancak bu iktisadîLve iç tiftıaî kânunların gösterdiği yolda yürümek vatandaşları sıkıntı içinde bunaltmaz ve böyleoe âdil ve hukukî bir devlet vasfını kazanır. Cemiyetin ve İktisadî hayatın umu mî kanunu nedir?
Bunu bir başka yazımızda inceleyeceğiz. •
-----
(1) Nitekim Mümtaz Ök-men devrinde, iktisadi hayata yapılan devlet müdahalesi, müsbet bir netice vermemiş, bu müdahaleler ancak bir a-vuç muhtekirin milyonlar ka-zanmastm sağlamıştır.
"Milletin bir fikri varmış hakkını ihkak gibi Ehli istibdadı mebusanda istintak gibi Başka hiç çare yoktur affı isticlâb için Cürmünü ikrarla saymak, muterif olmak gibi Söyleyim ahvalimi siz merhamet eylersiniz Eşki çeşmirn daima akmaktadır maslak gibi İtirafım mertçedir cidden buna kani olun Söylemem asla yalan söz b'r kötü, kaltak gibi Terbiyem yok, görmedim tahsil; yetiştim böylece Benzerim insana gerçi bir kabataslak gibi Gasb -ü sirkat hadetimd r tâ sabavettenberi Reddi müşkül bir nasibe var mıdır ahlâk gubi? Sureta pâk olmayı arzularım amma ki hayf Simsiyahtır dahilim şehri Zonguldak gibi Bunca yıldır para aldım mülke hizmet etmedim Millete ettim hıyanet bir denî, alçak gibi İzzetin tuttum elinden sımsıkı yaltaklanıp Öyle birleştik ki muhkem et ile tırnak gibi Kendi engin bir nehir, cümle vilâyet menbaı Bendeniz ettim vesatat arada azmak gibi Hainin gönderdiği evrak bütün nezdimdedir Kıymeti çoktur benim için saklarım tiryak gibi Yan yatıp ezvaka daldım bakmadım asla işe Ehli hacet bağrışırken kuş gibi, îshak gibi Mir - i defterdarı ikna eyledim ortaklığa Aksilik ettikçe vurdum başına tokmak gibi Topladık birlikte daim yüzde doksan kâr ile Her ne varsa sergi, stıret, eski istihkak gibi Eylemem ömrümde inkâr ben rejinin hakkini Doğrusu birlikte çaldık ayni bir ortak gibi Zaptiye, jandarma, polis emrime münkat idi Oynadım anlarla satrançtaki paytak gibi Pek mühim irad idi ekseri cinayat zatıma Nehib-ü garet, gasb-t rkat, kast ile ihrak gibi Hangi memur çalsa, rüşvet alsa da bir hissecik Arz - ü takdtm eylese, ofdum ana yardak gibi Cezb-ü oelbettim umvmun şulei ümidini Bende toplandı tamamen noktai mihrak gibi Bir dolap kurdum sızdırdım memleket âyanım Zerre hassa kalmadı ânlarda kıkırdak gibi Mal - ü servet, her ne gastgeldimse aldım cebir iÜe Belki kalmıştır biraz eşya, çanak, bardak gibi Merhamet bilmem sinir zafım dahi yoktur şükür îç sıkar avazı imdat nağmei vakvak gibi Sayei sirkatte hep şampanya içtim rûzuşeb Halkı tesmim eyledim amma rakı, konyak gibi Fikri ahraraneyi her kimde ki sezdim ise Derakap boğdum tıkanıp sadrına hunnak gibi K mde servet, kimde tmval varsa çektim bütün Hepsi kalmıştır bugün hamamdaki çıplak gibi nffeam ettim bütün h rsazlan ortak olup Saye saldım bir gölgeli çardak gdbi
Hep cesaret gösterip yaptım ne ki yapmış isem Çalmadım asla ve kafa aczile korkak gibi Buldu bir câyi kabul zatımda hiç reddetmedim Hepsini aldım tavuk, kaz, at, keçi, oğlak gibi Sui icraata âlet eyled tm casussan Hokkabazın destini tezyin eden şak şak gibi
. .Hepsini! soydum müffıvaten adalet eyleyip Emrime tâbi ne vars köy, kaza, sancak gibi tin. irfan kalmadı sürdüm bütün erbabını Şimdi kalmıştır vilâyet öyle cascavlak gibi ^an - ü malı mi İletin bir baziçe olmuştu bana Bunca yıldır oynadım anlarla oyuncak gibi Oldu memnun yaptığımdan ruhu Cengiz şüphesiz Eyledim hep mülkü altüst bir yığın toprak gibi Ansızın idbara mağlup oldu ikbalim benim Canbazın sakin dururken attığı taklak gibi Çıktı kanunu esasî halk biraz sersemledi Kaçmadım hayfa o anda bir alık, ahmak gibi B r derin hâbdan uyandı hep ahali bağteten CümTesi tebdlili etvar ettiler allak gibi Dâmenim takbil edenler gelmez oldu yanıma Kıymetim hiç kalmadı bir kirli bağırsak gibi Vurdular sille tokat, kokmuş yumurta attılar Şişti her yanım kabardı âdeta bir parmak gibi Gerçi üryan eyledim ben bir vilâyet halkım Rahmedin siz b'r vezire kalmayım şallak gibi Affedin bizler git» mücrimleri âti sizin
Milletin ikbali gayet rûşerut, parfhk gibi
1
t-
t
1
1 t
I
t
Sahife: 2
RAŞDAN
30 Kasım 1948
Türkiye Sosyalizme neden muhtaçtır
| İNSANLAR ve KİTAPLAR
Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasından doğan Türkiye, Mısır, Suriye, Irak v.s. gibi cemiyetler batı cemiyetlerinin geçirmiş olduğu ekono mik ve polit-k tekâmülü, ge-çirmemişlerdir. Bunlar monar şik cemiyet tipine girmeksizin imparatorluğun parçalanmasından ortaya çıkmış bulunuyorlar. Monarşi basamağını, yani temerküz devresini yaşa madan imparatorluğun feodal bünyesinden millet dediğimiz çağdaş cemiyet tipine atlıyan bu cemiyetler ya tamamen çö zülerek sömürge haline gelirler, yahut politik b r tazyik al tında varlıklarını devam ettir meye muvaffak olurlar. Normal sosyal tekâmül po'itik bünyenin ekonomik zaruretler tarafından tayin ediimesile ce reyan eder. Monarşi basamağını, dolayısile burjuvazi ve endüstri • inkılâplarını geçir memiş oldukları için muasır mânasile endüstriel bir alt ya pıya malik olmiyan bu cins cemiyetlerde ise tam aksine olarak politik bünye, ekono-m k yapıyı yaratmak işine girişir. Bu hal, burjuva cemiye- | tini örnek alan Ortaşark milletlerinde inhisarları, gümrük duvarlarını, devlet kapitalizmini ve bunlara muvazi olarak aşırı m.lliyet cereyanları nı ortaya çıkarır. Sosyal tekâ mülle yaratılmamış olan ekonomik yapıyı bir siyasî prog ramla yaratmağa, daha doğru su o yapıya malik olan normu! tekâmül milletlerini taklide gi rişmek kendiliğinden total’ter bir rejimi yaratır. Ya bir yarım müstemleke vaziyetine düşmek, veyahut gümrük du-varlarile «millî endüstri» y; korumak zarureti vardır. Birinci şıkta burjuva sermayesi hâkim hale geleceği için kesm br siyasî diktatörlük açıkça hissedilmiyebilir. İkinci şıkta, devlet her şey olmağa mecbur dur. Ve sosyalist bir yapıya malik olmayınca, devletin mü dahalesi devlet kapital zmine, oligarşik, zümreci bir nizama müncer olur. Filhakika bizim bugünkü durumumuz H. P. etrafında toplanan mahdut bir zümrenin oligarşik hâkimiyetinden ibarettir. Bu suretle burjuva cemiyetlerinde serveti temsil edenler hükümeti elde eder, ikinci şıkta ise, hükû meti elde tutanlar serveti tem sil eder. Aradaki istikamet far kına rağmen netice br olduğu için tröstçülerle oligarşi mümessilleri arasında kendiliğinden hazırlanmış bir «anlaşma imkânı» mevcuttur. Bu politik münasebetler sahasında muahedeler, dostluklar ha linde belirir. Önoe zımnî iken sonra politika tezahürlerile a-şikâr bir hal alan bu netice imparatorlukların p?rçalanma sından doğan endüstriden mah rum milletlerin basındaki züm reyi derhal kap tahst endüstri devlerde anlaştırmak sure tile yeniden kapitalistlerin ku cağına düşürür ve artık yarım, yahut tam müstemleke haline doğru sürüklenmek ka çımlmaz bir netice olur.
Sosyalist cemiyet şeklini
hiç gözönüne almıyarak inhisarcılık ve devletçilik yapan «her siyasî parçalanma cemiyeti» devlet kapitalizmine ya ni ol'garşik bir nizama sürük lenecektir. «Halkçılık» iddialarına rağmen devlet mahdut bir zümrenin menfaatlerine hizmet etmek suretile o zümrenin devleti olur. Halkçı de-ğ 1, tarh aksine halk düşmanı çehreye bürünür ve çok esas lı bir hâdise onu menfaatinin sarhoşluğundan uyandırınca-ya kadar bu halinin farkına da varmayabilir, halkçılık şar kıları söylemekte devam eder. Muayyen bir devreden sonra bu halkçılık şarkıları şuuruna varılmış bir ist smara perde vazifesini görmek ister.
Feodal nizamdan monarşik merkezleşme safhasına geçe*-miyerek doğrudan doğruya millet safhasına atlamak kaderine düşen cem yetler için «siyaset yolile endüstrileşme» hali, zarurî olarak siyaseti ellerinde tutanların hâkimiyetime yani ol garşiye müncer o-lur: Devletin altın stoku o zamana kadar hiç görülmemiş bir miktara yükselir, yani dev 1-et zenginleşir, servet le böbürlenir, fakat halk kütleleri açlık, sıkıntı içinde kalır. Ar tık «siyasetle endüstrileşmek» yolunun halikçılık neresinde d r bilenler varsa söylesin. Si yasî oligarşide tröstler, Ford-lar yoktur, onların yerini siyasî zümrenin, partisi tutar.
Sonradan Kapitaiistleşen Memleketlerde (
Yukarda batı Avrupadaki burjuvazinin doğuşunda ve ö lüşünde devlet kuvvetinden a çıkça kendi lehine istifade et tğini ve devletçiliğe baş vur duğunu gördük. Nitekim bilâ
hare kapitalist gelişmede geç ne gelmiş ve hatta onları one ran ou ıcKeıcı gıup ouyun nur kalmış olan memleketlerin geemi^r. Alman ve Japon 1ar temm eder ve evvelce de burjuvalar; da kendi sanayile burjuvazisi de aynı himayeler gordugumuz gibi bu sermaye rini bir an evvel kurmak ve den j^tilade edertk kısa b r za yı hariçte işletmem ihtiyacını bu gelişmeği hızlandırmak manda inkişaf etmek fırsatını şiddetle^lnsset^ğe ^başlar, maksadile ayni^ şekilde, açık bulmuşlardır (1) ça devlet teşkilâtından istifa- Kapital st gelişmede geç kal de etmişlerdir. Bu ekonomik m.ış o'ian memleketlerde bur-siyaset .te, batıdaki burjuvazi, juvazinüı.,deylettLen gördjiğü linin gelişmes’nde’ devletin oy- yardım yalnız gümrük? hıma
nadığı role benzer. Hattâ bu e konomik siyasete birtakım muh ırrirkr, bu yüzden, neoo merkantlizm (yeni merkan|i lizm)! demişlerdir.
Buhmemleketlerdcki burjuvazi Ingiliz, Fransız burjuva-sinin takip ettiği libera İzm siyasetini güttükleri takdirde bu eski kap talist memleketle rin ucuz malları ile rekabet e demiyepekler ve bu memleket ler kapitalistlerinin elinde birer müstemleke olacaklardı. Bunu anlayan burjuvazi derhal devlet kuvvetinden ist fa-de ederek hariçten gelen mal lara yüksek gümrükler koy mak suretile bu malların reka betinden kendini korudu. A -merika onsekizinci asır sonun da İngiltereye karşı açmış ol duğu istiklâl harbini kazan -
Baltacıoğlu ve Türkedoğru
İNSAN DEĞİŞİYOR/
Baltacıoğlu, bir zamanlar, «sol» neşriyatı Anadoluda can la başla yaymayı saadet biliyordu- ve henüz, Mecliste, matbuat hürriyetini boğmanın teknk inceliklerini öğretecek duruma yükselmemişti. İnsan değişiyor!.
Yeni adam’ın «olanlar, bitenler» sütununda, şu sabırları okumuştuk: «Neye Türke Doğru yalnız bizlerin olsun? Neye enternasyonal olmasın? Baltacıoğlu’nun eserleri ... dünya ayarında değerlerdir.» Ve, gafil muharrir bu çeşit e-serlerin, saniye kaybetmeden, Devlet Bütçesi yardımile, me denî dillere çevrilmesini öğüt lüyordu.
W
Türke Doğru’ya acıyorum. Göbels’in aksak ruhunu şad e decek nutuklarla ikbal basa -maklarını hazırlamağa çalışan Baltacıoğlu, bu eserin başında «fikir adamları» nı «gerçek ü zerinde ilmî metodla çalışmağı bilenler» diye tarif etmiş Tekra r Yeni Adam kolleksiyo nuna baş vuruyorum, ve bir daha öğreniyorum ki, Peyami Safa Türklerin yetiştirdiğ:
hemen bir kaç kapitalistin eli ne geçmiş olur. Yani bu mem leketlerde kapitalzm liberal devresini geçirmeden tekelci kapitalizm devrine girer. îç pi yasada malını isted ği fiata sa ne gelmiş ve hattâ onları bile tan bu tekelci grup büyük kâr
diktan sonra İngiliz ye Fransız mallarına yüksek gümrük leı koymuştur. Bu yükseg gümrüklerin himayesinde geli sen burjuvazi kısa bir zaman da eski kapitalistlerin sev yesi
yesinden ’baret değildir. Biliyoruz'ki kapitalizmin gelişme si için lâzım gelen en. büyük şartlardan biri de sermayes -nin birikmiş olmasıdır Gerçi gümrük duvarları ile himsye edilen yerli burjuvazi kısa b:r zamanda büyük kârlar temin ederek sermaye biriktirir amma, ne de olsa bugünki büyük sanayii ic’n lâzım olan p^ra -nın kısa bir zamanda birikme si zordur. İşte devlet halktan aldığı, muazzam bir yekûn tu tan vergilerle vakit geçirme -den bu sanay i kurar ve sonra dan burjuvazi kuvvetlendikçe ona devreder. Memleket piya sasının ihtiyacını karşılamak üzere kurulmuş olan bu fabri kalar esasen tekelci bir halde çalışmakta olduklarından dev letin elinden tutan bu sanayii
«büyük mütefekkir» lerin en seçkinlerindendir.
★
insan tarihinde benzeri gö -rülmemiş bir işkence çağım, kuduz canavarların yirminci asrın yapraklarına kan ve a -teşle yazdıkları «yeni nizam») yorulmadan alkışlıyan «bü -yük mütefekkir» i arıyoruz Dostarı onu «müsbet realist», «cins bir kalem kahramanı» di ye okurlardı. O, Gestaponun baltasına methiye yazmış «Frankonun vaftiz babası ve mirasçısı» «Petain’i en büyük faransız» diye putlaştırmış: kalemini, yıllarca kanlı bir bı çak gibi, faşizmin emrine ver mişti. İkinci cihan savaşının «altı yıllık cehennemi dersi» nden sonra da, halâ, yelesi a-levli bir arslan karikatürü gibi, «günlük politikacılar»a ve ideoloji yobazları» na saldıran odur. «Zamanımızın tarihî maddec lik ve buna benzer sistematik ve doğmatik düşün çelerinde Avrupa rasyonalizminin tutulduğu hastalığa hâ ,zik bir doktor gibi parmak I basan» yaman şaklaban, «mad de kalıplarının dışında hakikat tanımayan» larla «güdük | maddeci felsefe» yi şişliyor;
_» başlar. Hele sanayii, Japon yad a oMu ğu gibi, umumiyetle iht yaçla n dar ve fakir bir yarı köylü tabakasına dayanıyorsa bu ih tiyaç büsbütün ehemmiyet ka (Devamı 4 de)
(1). Dür.yada, henüz payla şı laoak boş pazarlan bulunduğu sırada kapitalizme kapatılan « bu kapılar kapitalizm tarafın dan şiddetle açılmağa zorlanmadı. Halbuki sonradan kev& istiklâllerini alardk sanayileş mek isteyen müstemleke ve yaramüsteml ebelerin almak isttedikleri bu koruyucu tedbirler tekelci kapitalizm şid detle meni oldu ve hattâ bu hususta, harbi bile göze aldı. Çinde, H İndis tanda, Yakınşark ta ve nihanjet TiirkÜyede takip edilen emperyalist siyaset bun tarım, misalidir. Buaün de A -me^Hkamn tekelci kapitalistle ri bütün gümrük duvarlarını yıkarak dünyanın her tarafı -rit iktisaden ele geçirmeğe ça Uçmaktadırlar
«batının büyük zekâları - yal nız şairler ve ruhcu filozoflar değil, tabiat bilginleri, hattâ sofu Marksistler - Allaha doğ ru yöneliyorlar..» diye vâzedi yor «metafizik tefekküre lya katli büyük zekâlar... günlük makale edebiyatının işporta mefhumlarile düşünmekten kaçak halis tefekkür...»
★
«Halis» kelimes nden «altım» atladım. Önümde Signal’in 15 Haziran 1940 tarhli 5 inci sayısı var. Dieter Hermann, bu sayıda, «Bunca altın bugün de bir servet midir?» baş lıklı bir makale yazmış. Bu makalede, Amerika altın kül .çeleri ortasında açlıktan öl-: rneğe mahkûm bir zavallı gi-bi tasvir ediliyor. Cumhur yet ı kolleksiyonlarını karıştırıyorum. Signal Köprüde satılırken, ayni yazı, «Altına veda» başlığı altında ve Pevami Safa imzasile karşımızdadır.
işte size bir altın fıkra, «büyük bir mütefekkir» ve potadan geçmiş «halis tefekkür» örneği!.
YALANCI PEHLİVAN
Danışıklı dövüşe çıkan Celâl Bayar’a, D. P. kurulurken ilk sorulian sual şu olmuştu: «Bu Parti bir muvazaa partisi midir?»
Eski politka kurdu ağır hakareti anlamamazlığa geldi ve sadece: Hayır! diye cevap verdi. Halbuki sonra, muvazaanın «namussuzluk» olduğu nu söylediği zaman, muarızları, vaktile bir muvazaa partisi kurduğunu hatırlattılar.
Zarurî y yecek maddelerinin ateş pahasını çoktan aştığı bu günlerde, milyoner Bayar gene sahnededir ve, her zaman ki gibi, yalancı pehlivan rolü nü oynamağa hazırdır.
BOYUNDURUK
Halkın demokratik hakla-— ndan bahsediyor; bunları is tiyorsunuz. Unutuyorsunuz ki otoriter, bir demokras de, demokratik haklar prensip olarak kabul ve ilân edilir de, halk yığınları gene sürü gibi güdülür. Böyle bir demokra-ide, ancak, boyun eğme hakkının, boyunduruk hakkının tanındığını bilmiyor musunuz?
GÜVERCİN SIRTINDA
Zaptiye kafasile yürütülen bir memlekette ve terörün hüküm sürdüğü devirlerde yazı yazmak güvercin sırtında cephane taşımak demektir. Zira, her suçsuz kelime maskeli bir haydut, her ileri fikir dişlerinin arasına kanlı bıçak sıkıştırmış azılı katil muamelesi görür ve kitap en büyük suç delili sayılır.
Böyle devirlerde, kalem, ancak, hürriyet ve hayat pahasına kullanılsbil r; ve iktidarın nazarında, kalem kul-anmak silâha sarıİtıp dağa çık makla birdir.
30 Kasım 1948
BAŞDAN
Sahife: 3
Devlet müessesesî ve Sendikalizm
Yanlış kullanılan keMmeler-Devlet miie>se-sesl ne(llr?-I)evlet müessesc’lne ihtiyaç var-mHİır?-Sosyalizm, Sendikalizm ve Anarşizm nedir?.
Demokrat hayatın icaplarına daha yeni uymağa başladı ğıinız için, İçtimaî hayata ait bir çok kelimeleri hakikî mânalarından farklı bir mânada kullanmaktayız. Bu mevzuda bir misal vermek kâfidir: O da, sendikacılıkla, send ka’izrtı kelimeleri... Bu iki tabiri, ma alesef, biz birbirinin müteradifi olarak kullanmaktayız. Halbuki bunların arasında dağlar kadar fark vardır. Sen dıkacılık, kısaca şu iki vazife yi yapan meslekî teşki.’âttır:
1— Azalan nam ve hesabına koilektif mukavemet akte-der. ..
2 — Azalarının menfaatini korumak üzere, bir iş borsa-si tesis eder.
Sendikalizm ise, bir sınıfın diğer sınıfı ezmesi için kurul muş sun’î bir müessese olan devletin yerine, İçtimaî haya tın sevk ve idaresi için sendi-• kaLar koyan İçtimaî bir doktrindir. Görülüyor ki, sendika cılık ve sendikalizm arasında ciddî ve esaslı fark vardır. L>e mek oluyor ki, her sendikalıst yani sendikacı, mutlaka seıi-dikalizm taraftarı değildir.
Sendikalar hakkında dilimiz de, son devirlerde epeyce ya zılar çıktı. Fakat sendikalı z-me dair, hemen hiç b’r yazı neşredilmiş değildir. Bu ba-ktmdan, kısaca sendikalizm üzerinde durmak, bu mevzu ile alâkalı arkadaş’arımiz için faydalı olacaktır.
İstanbullu okuyucularımızdan çok, taşralı okuyocul arımızın her zaman dikkatler'ni çeken, üç İçtimaî müessese var:
1— Hükümet, yahut uydur ma Türkçe ile ilbaylık.
3-— Hususî muhasebe, yahut uydurma Türkçe ile özel say manlık.
3— Belediye, yahut uydurma Türkçe ile şarbaylık...
Bu üç müessesenin vazifele ri nelerdir? Neden böyle üç ayrı teşekküle lüzum hasıl olmuştur? Bir nin yaptığım diğerleri yapamaz mı? Bu üç müesseseyi bir.eştirmek müm kün değil midir?, gibi birçok çeşitli sorular, vatandaaşları-mızın her zaman aklını çe -inektedir. Hattâ çok kere, bü1 çede tasarruf yapılması bahis mevzuu iken, ilk akla gelen şey de, bu müesseslerin bir-leşmesile, yarı yarıya memur kadrosundan bir tasarruf yapılacağıdır.
Hakikaten, bu üç müessese ye ayrt ayrı lüzum olup olma dığı münakaşa mevzuu olabilir, Fakat bunu yapab lmek i-çin, bu müesseselerin içtimai
vazifelerini bilmemiz zaruridir. Bunlardan hususî muhasebe i'e, belediyenin vücuduna lüzum olup olmadığı mev zuunu bir kenara bırakalım, devletin vücuduna lüzum o-up olmadığını inceleyelim. Devlete lüzum var mıdır? Bunu da tesbit edebilmek için devletin ne yapmakta olduğu nu, sosyal vazifesinin ne o’du ğunu bilmemiz icabeder. Bir çoKİarı (bayındırlık, sağlık, veteriner, en niyet, maliye, jandarma, savcılık, eğitim) müdürlükler’ni içine alan İçtimaî teşekkülü devlet olarak tsntr.
Şimdi bu (müesseseler! birer birer inceleyelim:
Amerikan yardımı aleyhinde bulunduğum için resmî bir makamın huzuruna çıkarılmış mistik? tim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti.
— Size antrparantez şunu hatırlatayım ki diyordu, siz Paris konferansını biliyor mu sunuz? Başımıza Kudüs meşe leşi yüzünden kimlerin belâ açtığını biliyor musunuz?
— Fakat efendim...
— Höt!, yine antrparantez söyleyeyim, Hünkârıskele.-i muahedesini bilir misiniz siz?
— Evet amma...
— Hött! Size antrparantez d’yeyim ki, tarihteki Prut mu ahed'esini okudunuz mu?
— Doğru... Fakat...
' sen Osmanlı mu?
— Höttt! Sen Pasarofçayı, Karlofçayı... agı A ’
— Arzetmek isterim ki...
—— Hötttt! ’ ine antrparantez söyleyeyim, tarihini okudun
— Okudum, yalnız...
—• Höttttt! Antrparantez bil melis n ki, bizim.tarihî diişma nımız..’.
Sayın kodaman, mademki böyle hem lsorarsm, hem de söyletmezsin, ben de içimden oevap' veririm. Söylediklerini zin hepsi doğru, hepsini kabul ediyorum. Ben de s ze antrparantez cevap vereyim. Tari hi ben de okudum. Pasarofça ları, Karlofçaları ben de bili yorum. Ben de size, antrparantez sormak istiyorum:
«— Mîrim efendim, tarihimizin o kadar uzak yıllarına gitmeğe lüzum yok. Bizzat i-
Bu müdürlükler, hususî muhasebenin, belediyenin ge-Iirler'ne dayanarak, yol, köprü... ve saire yaparlar, bozuk yolları tamir eder, ilk okulla rm masrafını öderler.
Malûmdur ki yol’, köprü, hastanelerden... şehir içine rastlayanlar belediyeye, vilâyet hududu içine rastlayanlar ise hususî muhasebeye attır. Vliâyet hududunu aşıp ta diğer vilâyetleri de ilgilendirirse (millî yollar) gibi olursa devlete aitt r. Fakat dikkat e-dilirse bu keyfiyet pek sathidir, zira pekâlâ millî yollar, ayrı ayrı vilâyet hudutları i-Çİnde olduğuna göne, her vi
möt, yok çiöde bulunduğunuz İstiklâl 'hâfbini biz kimlere kargı yap
i K'r
,X>aha yakın tarih mizle gele lim, iki gözüm efendim. Kürt isyanında devleti içinden y k ma ( isteyenleri kimler ! ayaklandırmıştı? Onların eline silâhları verenler kimlerdi nu-ruaynim efendim? O silâhların markası, hangi imparator luğun damgasını taşıyorduysa ym kodaman. Lütfen antrparantez Cevap verir ÜiîsThiz?
; Daha, daha yakına gelelim. Amma öy'e höt, möt yapma-
..yın, korkarım zira.Ben, dimi b lirim, siz beş söyleyin, b’z bir söyley^’im. Bugün dn Isrcıklarile. sinsi sermayeleri, naylon kasık bağları, plâstik .
tıngırtı bszlerile istiklâlimize nı olduğunu ne çabuk unuttu göz diken’er Kimlerdir? Bu nuz? memleketi İktisadî müstemleke, pazar yeri, ham madde kaynağı ve harp bekçisi yapmak îstiyenler kimlerdir? Lûl fen antrparantez cevap verir misiniz nutuaynim efendim?
Siz haklısınız, biz tarih; in kâr etmiyoruz. Aramrzdaki fark şu ki, siz tarihi yalnız o-kudunuz, biz okuduk İve bun dan milletimizin hayrına derj .. 'ler çıkardık. Eğer noÇ möt yapmazsanız antrparantez anlatalım.
Tarihte olan olmuştur. B ze yapmışiar, biz de yapm’şız. Bugün yaşamakta olan halka bir faydadi varsa, o zaman ta rihin yapraklarını açalım. Ta rihin kanlı vakalarını hortlatıp, bir hiç yüzünden, büyük bir İktisadî buhrana düşen hal kı, milletçe kan dâvalarına sü rükiemenin faydasını anlamıyoruz. Milletler arasında kan dâvası güdenler, yalnız ve yal
lâyetin hududu içine rastlayan, o vilâyetin hususî muha sebesine ait olabilir. Hastaneler, mektepler için de ayni şeyfer söylenebilir. Bir v lâ-yetteki devlet hastanesi, pekâlâ o vilâyetin hususî muhasebesine ait olabilir. Başka vi âyetlerden hasta almak bahis mevzuu olursa, d ger vilâ yet hususî muhasebesi, o vilâ yet hususî muhasebesine yar dım edebilir. Mektepler için de ayni şey düşünülebilir.
Demek oluyor ki, bu mües seseler yani müdürlükler, pekâlâ bo’ediye, hususî muha sebe müdürlüğü .yolile yürütülebilir. Gelelim, emniyet, jandarma, savcılık, profesyonel ordu kısmına: Bunlar pek abiidir ki, ne belediyenin ve ne de hususî' muhasebenin va z fe'eri arasında değildir. Em niyet, savcılık ve profesyonel ordu, mevcut İçtimaî nizam: korumak için veya dtşarıdan gelecek bir - tehlikeye karşı memleketi korumak için ku-
■ nız harp meydanlarına merm:, • tank, top satacak o^an silâh i fabrikatörlerde, menfaatlerin: insan kanları üstünde tüne-mekte gören Ceş kargaları vc bezirgan milyonerlerdir. Bir de bunların satılmış uşakları yani çoban köpekleri ve kar dirilmiş zavallılardır.
Bugün dünya yüzünde bin bir sıkıntı ile yaşayan insanlar, babalarının, dedelerinin, analarının yaptıkları hsta'a-nn hesabını soracak olurlarsa, dünya yüzünde birbirinin yüzüne dostça bakacak iki in san bulabilir misiniz?
Ben tarihimizi okudum. Fa krt siz bugünkü Türk dostu Çörçilin, daha geçen Büyük Harpte en azıiı Türk düşma-
Yooo... Öy’e gözlük camlarınızın üstünden hiddetle bak mayın. Höt möt te yok. Tatili bize^şunu Öğrdt’ycr ki, bu mil letiıı tek dostu' vardır; oJua yalnız ve yalnız^ kendisidir.
İşte bizim dediğimiz ve istediğim z de budur.-BıPmi’le Jtin kendi mukadderatına hâkim olmasıdır.
Anladık söz büyüğündür amma, bırakın biz de nefes alalım, yoksa boğulacağız. Bu milletin öz evlâdı yalnız siz değilsiniz. Biz’m damarımızda da Türk kanı çarpıyor. Bi zim babalarımız da bu toprak lar için can verdi.
İnsanlar sulh istiyor, sulh paşam efendim. Aç insanlar ekmek, hastalar ilâç, ç plaklar giyecek istiyor. Yalnız harp istemiyor. Ne o, kaşlarınız çatıldı, peşin söyledik iki gözüm, höt möt yok.
rufmuş varlıklardır. O halde bunların fonks yonu, mevcut nizamı İçtimaîden faydalanan ların menfaatini korumağa ma tuftur. Asıl devCet denilen müessese de, işte budur. Dev letin diğer vazifeleri, yani belediyeler ’n veya hususî muha seba'Crin yapabileceği şeyleri yapması, onun asıl hüviyetini gizlemek iç’n yapılmıştır.
O hafde İlmî şekilde tarifi ile devlet, bir sınıfın menfaat lerini koruyan, ve o .■sınıfın menfaatlerini bozmağa çalışan diğer sınıfların mücaadele ha reketlerni önleyen bir müessesedir. İşte- bu sebeptendir ki, sınıf mücadelesi tarih boyunca devam etmiştir. Devlet ’müessesesi ile bu bakımdan mücadele edenler, yukarıda adı geçen vazifelerin, befedi-zelere, hususî muhasebelere, sendikalara veya daimî mün-ıhap heyetlere devrini isterler. Buna göre, çeş tlj, İçtimaî ve İktisadî doktrinler doğar. Bunlardan sendikalizm, devle ün sosyal vazifelerini sendika lara yaptırmak istiyen dokti-r indir.
Bu doktrinlerden, devletin ortadan kalkmasını ihtifâlle yapmak isteyen doktrine «a-narşizm» derf r. Hakikî demokratlar ve sosyalistler ise, devretin ihtilâl yolu ile kalka cağını kabul etmezler. Bunlar ancak, sınıfların ortadan kalk ması Te devletin de yavaş ya vaş, yalnız bir sıntfm menfaatlerini koruyan ve sınıfın or tadan silineceğin? kabul eder ler.
Âbidin Nesimi
A A A A
Türkiyede ileri fikri temsil eden tek haftalık gazetedir.
1 Salı günleri bayiden isteyin.
Beşiktaşta Tahsin isimli mek tup gönderen okuyucumuza:
Üzü’meyin, mektubunuz ay nen neşredilecek ve cevap ve rilecektir. Sıra bekliyor.
Okuyucularımızdan S. Toker ve V. Saysert’e:
Mektubunuz, cevap verilmek üzere sıraya konmuştur.
Tarihî maddecilik gözile MÜLKİYET VE İDEOLOJİ Kemal Yalazkan İstanbulda Üniversite ve An karada Çankaya kitapevlerin. de bulunur.
TÜRK KLEOPATRASI
Yazan: Kerim Sadi
Kitabın içindekiler: Darvin ateizme karşı silâh olabilir mi?— Baron d’Holbachbn bir eseri — Ahmet. Şuayp ve Gustave Le Bon — Biergso-nizm — Marx’la Durkheim’in «akrabalığı» meselesi— Marx ve Elngels*ten çevirmeler. 50 kuruşluk posta pu u karşılığında kitap adresinize yollanır. !
Bahife: 4
HASDAN
30 Kasım 1948
Bedava Düşmanlarımız
Geçen sayımızda b ze dört sual soran bir okuyucumuzun ilk sorusunu cevaplandırmıştık. Diğer sorularına da şimdi cevaplar veriyoruz:
2 — Sizin de söylediğiniz gibi, iç politika tenkitleri, satış yapmak isteyen her gazetenin sermayesi olmuştur. Ve diyorsunuz ki siz, BAŞDAN, bu çeşit tenkitlerle fazla bir iş yapmış sayılmaz. Bunda kısmen haklısınız. Size iki madde hai nde cevap verelim:
a) Memleketimizde maalesef iktidar tarafından dış polit ka bir umacı haline getirildiği için bu konuda kalem yürütmek hem zor, hem de tehlikel:dir. MiKî birlik ve millî beraberlik namı altında, aslında zorla yapılmak ve gösterilmek istenen, birlik ve beraberliğin dış politika bakımından tenkidi hemen hemen imkânsız gibidir. Resmî ve siyasî brer teşekkül olan partiler b'le, iktidarın korkusundan, daima ve ilk söz olanak «dış politika» tenkidi yapamamaktadırlar ve Türk halkı dünyanın durumundan, meselâ Çinden, Almanyadan haberdar edilmemekte ve gelen bütün ha- | herler de, muayyen maksatlı tek kaynaklardan gelmektedir. Bu durum karşısında, Türk halkı dünya hâdiselerinden haberdar olup, üzerinde tahlil yapmak ve düşünmek ten mahrum bir hale getirilmektedir. Bu tazyik, sözüm ona (matbuat hürriyeti) namı altında, vatandaşları hep br kalıp gibi, standart düşünmeğe mecbur bırakmakta ve iktidarın dost olduğu ile dost, düşman olduğu ile düşman hale getirmektedir. Fakat akh başında herkes görüyor ki, bugün takip edilen dış politika, Atatürkün takip ettiği politikadan, tam tersine olarak, yüz seksen derece ile bir geri dönüş yapmıştır. Bu hususu gazetemizi devamlı ve dikkatli olarak takip ediyorsanız, muhtelif makalelerde anlatmaktayız.
b — Bizim iç politika tenkitlerimizle, gayeleri yalnız ve yalnız para kazanmak olan gazetelerin iç polit ka tenkitleri arasında mühim bir fark vardır. Bu farkı sizin gibi münevver arkadaşların anlamasını çoş isterdik. Anlatamamışsak, bu bizim ku-surumuzdur. Biz sadece iç politika tenkidi yapmıyoruz, ayni zamanda bu tenkitleri yaparken, tenkit ettiğimiz hâdiselerin gerçek sebeplerini, bugünkü net celerini ve yarın da alacağı istikametleri meydana
koyuyoruz.
Bugün bu memlekette inkılâp olarak, ne görüyorsanız bunları, çok rica ederiz dikkat edin, hep kendilerine bir takım kötü damgalar vurularak susturulmuş olan
D E V L E»~ K A P-t 1
(Baş tarafı 2 d*)
zanır. Dünya pazarları eski ka pitalistler tarafından taksim e dilmiş olduğuna göre bu yeni tekelci kapitalistler için bir tek çare kalmıştır, HARP.
İşte sonradan kapitalist çer
çeve dahilinde sanayileşen memleketlerde kapitalizm ba şmd^n sonuna kgdar devletle berafeer gelişti. Ve nihayet elele veren bu tekelci kapitalistler milletlerini kısa za .manda dünya harbine sürük-
Sah günleri çıkar halk gazetesi Gazetenin kurucusu ve sekreteri: Azaz NEStN
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Rifat İlgaz
Adres: Kumkapı, Derinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
Telefon: 21131 ABONE: Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fiatı: 10 Kr.
Yal I — Sayı: 17 30 Kasım 1948 Sah
Dizildiği ve basıldığı yer: Osm an bey Matbaası
muharrirler ilk defa söylenişlerdir. Meselâ polis vazife ve salâhiyet kanununun 18 inci maddesinin, halk aleyhindeki durumu, matbuat kanunu aleyhindeki tenkit, ve nihayet Demokrat Partinin şiar ed ndiği meseleler, tek dereceli seçim, bunlar hep ilk defa, bugün susmağa mecbur edilmiş kalem sahipleri tarafından meydana konmuş ve o zaman bu meseleler tehlikeli görüldüğü iç n, bu adamlar türlü nikbetlere uğramışlardır. Sonradan bu fikirleri, başkaları benimsemiş ve orta yere çıkarak, bunların şerefini de, millet önünde üzerlerine almak istemişlerdir. Uzun zaman sonra, bugünün tarihini yazacak olan namuslu insanlar, bu günün gazetelerinden bunu kolaylıkla anlayacaklardır. Fakat hakikî vatanperverlik ve milliyetperverlik, milletin hayrına iş yapmakta, yoksa bu işi ve bu işin şeref ni şunun veya bunun alması değildir. Binaen aleyh bu muharrirler, bîr şeref iddiasında değillerdir, feragat sahibidirler. Millet lehinde neticeler alınsın da, kim alırsa alsın. Fakat bunlar öyle kolay kolay olmuyor. Bu müceadeienirj zoru, gerçeği b*e, parsasını toplamak ta başkalarına düşüyor. Buna rağmen hâdiselerin gidişinden çok memnunuz.
Üçüncü ve dördüncü sualinizin cevabım da vermiş olduk sanırım.
Biz, düşündüklerimizi gizleyip, saklamadan söylemek ve konuşmak arzusundayız. Buna rağmen bize, bedavadan düşman olanlar var. Bu bedava düşmanlarımız, fikirlerini söylemiyorlar, veya bizim f kirleri mizi tenkit etmiyorlar, sadece iftira ediyor lar ve sadece küfrediyorlar ve meselâ ara-sıra yaptıkları gösterilerle, pazularınm biz den kuvvetli olduğunu, seslerinin bağırma ğa müsait, gür olduğunu isbat ediyorlar. Biz de böyle kuvvetli, gür sesli vatandaşlarımızın bulunduğuna memnun oluyoruz. Biraz da şöyle oturup, birbirimizin ne dediğini anlasak... Gerçek milliyetperver ve vatanperverlerin kimler olduğu, kimlerin sahte ve kandırılmış olduğu elbette gün gelince, anlaşılacaktır. Korkumuz, geç kal mış olmamızdır. Çünkü, dünya, biz istesek te istemesek te, ileriye doğru «id yor ve bu millete daima dünya hâdiselerini kuyruğundan takip etmek müyesser oluyor. Muayyen ve zarurî neticelere varacak olan hâdiseleri, insanlar arzularına göre tanzim edemezler» bilâkis hâdiseler insanları yola getirir.
Gazetemize gösterdiğiniz ilgiye teşek kürle, selâmlar ederiz.
e 30 Sbbh evvel bönle diyorla'dı ■>
Celâl Nuri Beyin (Tarih-î Tedenniyat-ı Osmaniye) J adlı kitabından alınmıştır: V
* Bir şahıs veya bir aite farzedelim ki, bütün Ç
hayatı mücadele , kavga, gürültü, dâva ve muhakeme J ile geçsin. Bu şahsın veya ailenin başka şeylere bak- Y mağa, başka işle uğraşmağa vakti olur mu? Diğerle- f rin'n intikamına karşı gelmek, mahkeme kapılarında > senelerce sürünme veya hakkının çiğnendiğini gör- 1 mek insanın rahatını büsbütün kaçırır. İşte tıpkı bu- / nun gibi, Türk milleti de asırlardır, huzursuzluk için- ı de bulunduğu içindir ki, ilerleyemiyor. (
★ Türker üç devletle (Arap, Acem, Bizans) te- f
masa geçtikten sonra, zaten medeniyette pek o kadar 1 «ileri olmadıklarından, bu üç milletin tesiri altında li- % san, medeniyet, idare, ahlâk metaneti ve saireyi mu- / hafaza edemediler. Onun için sırasle Arap, Acem, 1 Bizans nüfuzu Türklerin iliklerine kadar işledi (1). ( Bir zaman oldu ki, Osmanlı cemiyet nde İran mukal- J litliğinden başka hiç bir şey yapılmazdı. Her şeyin y nümunesi İrandan gelirdi. Bozuk bir ahlâk, hususile r büyük bir medeniyeti olmayan bir millete sirayet et- 1 tiğinden zavallı Osmanlı Türklerinn teşkil ettiği o Ç ikbal devrinde, o azamet devrinde, kokmuş cemiyet- J lerin ahlâk bozukluğu ile bozuluyor, çürüyordu. Ko y lera mikrobu gibi Bizans ahlâkı Osmanlı cemiyetime / girdi. ■
işte, O.mıanlılar, bu uzun uzadıya bahsettiğimiz y nüfuzların birleşmesi ile hasıl olmuş acayip bir un- / surdur. 1
[î] Celâl Nuri Bey, butnla-^ı otuz sene evvel f
mıştt. Otuz sene evvel bahsedilen (Acem, Arap, Bi- f
zans) yerimi bugün de (AlnKT-r. İnciliz ve Amerika) ya \ btınalimnştır. Otuz sene sonrc da ayni sözler (Ingiliz ve f Amerikalılar) vn tesiri olanak yazılabilir. >
Elisabetin doğumu münasebetle:
Ne zaman^öğreneceğiz
verir, sekiz atlı saltanat araba
Yüzyıllar önce Roma imparatorlarından — Diyoklesya- şuıa kurulur, kraliçe ile el-e
le verip resim çektirir.
A.L t Z Mil lediler. Almanya, İtalya, Japonya bu polit' kanın en bariz misalleridir. Bu memleketler de burjuvazi başından sonuna kadar devletçi kaldı, »hazan devletçilik, ve sonunda da Fa şizm vc Nazizm is:mleri altın da, hemen daima liberalizm a' leyhtan ekonomik bir siyaset takip etmiştir
O halde kısaca diyebiliriz ki, burjuvazi kendisinin başa çıksmıyacağı haricî ve dahilî müşkülât ile mücadele etmek mecburiyetinde kaldığı zaman devletçiliğe baş vurmakta dev let teşkilâtını ele alarak bu teşkilâttan açıkça kendi leyhi le İstifade eylemektedir. Ken dişini, bu yardıma muhtaç his setr.ıiyecek kadar kuvvetli bul duğu zaman liberal bir siyaset takip etmektedir.
nus — saltanatının eteklerini toplayıp îstanbula göçerken:
«Nasılsa Anadolu sekenesi despotizme alışıktır, ora halkı hakkın değirmende olduğunu kabullenmiştir; ağızları var -dır, dilleri yoktur; gözleri var dır, görmez; elleri vardır, tut maz, yumşak başla insancıklar dır»
Diye düşünür, dünyanın cennet yerinde kuşunu nasıl tatlı — tatlı öttüreceğini kurar, yüreciğine su serpilirmiş.
Geçen Salı, gazeteler, kahvehanelerde pul çatlatan birtakım yakası rozetli gençlere, okuma bilen ham; llaria, küçük esnafa, büyük sermaye sa kiplerine, baş müdürlere
«İngiliz kralının kızı doğuı du»
Diye haber saldırdılar. Rad yo da söyledi. Okumak bilme yip te Türkçe bilen vatandaş lar da Ankara radyosundan öğrendiler. Bilmem köylerde davul da çaldılar mı?
Kaç aydır gebe idi prenses-cik! Zaten işi gücü bıraktık, Hzirn prensese ha doğurdu, ha doğuracak diye hep bekli yorduk. Doğurur ya! Kadın kısmı doğurur; Erkek doğu -rur, kız doğurur. Senin karın, benim karım da doğurur. Bizimkiler «Buckingam» sarayın da doğurmazlar, fakirhaneler de ebesiz doğururlar. Sonra bi z’m yumurcakların adları (son altes) le başlamaz; «Ali» olur, «Velî» olur.
Yarın, bir bakarsınız bu se vimli çocuk başınıza püsküllü bir kral oluverir; tnce bıyık bırakır, sırmalı elbise giyer, resmî daireleri gezer, orduları teftiş eder, selâm alır, selâm
Yirminci asrın ortasında halkımızın — Diyoklesyanus — zamanını yaşıyan dedelerin den hiç farkı yok! Kimb'lir, hâlâ kendimizi «imtiyazsız», sınıfsız kaynaşmış bir kütle» mi sanıyoruz?
Biz taş mıyız? Dağ başında [kör kaya mıyız? Kimin kim -den haberi var? Kimin dünya dan haberi var? Kendimizi, hâ limizi, ihtiyaçlarımızı, istisma rın mânasını ne zaman öğreneceğiz?
Kapı - karşı komşumuz Haşan ustanın karısı hafta başla rın d a pastırma ile yumurtayı bulabilirse bayram yapıyor. Terlikleri yanm, elbisesi kirli, bacakları sefaletten çarpık, suratı hastalıktan san..,
Çarşamba günleri mahalle -mizden çöpçü geçioyr. Haşan ustanın karısı bir haftanın so ğan kabukları ile dolu çöp tenekesini eline abp kapıya çıkı yor. Çöpçü lâfı uzatıp,
«hanımefendiciğim»
Diye aptal - aptal iltifat e-derse Haşan ustanın karısı zekvinden bayılıyor, ağzı kulaklarına varıyor, koltukları kabarıyor, eli - ayağına dolaşı yor. Haşan ustanın karısı oldu ğunu, yarım şipıtık terlikleri ni, hattâ amansız hastalığını u nutuyor; Vallaha kendini «ha nımefendi» sanıyor.
Halk kendi davalarına karşı böyle alâkasız kaldıkça, kendi sınıfını ve sınıfının menfaatle rini idrak etmedikçe daha se nelerce, anasından emdiği süt burnundan gelecek ve aç ts -vuk gibi kendini buğday anba rmda sanacaktır.
Yazan: F. Kabadayı
Comments (0)