Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
A
E N D İ K A
S
4
DÜŞMANLA
-V E----‘--
İŞÇİ TEŞKİLATLANMASINDAKİ ZORLUKLAR, YANLIŞLIKLAR
R I
r
i
k
IfÇİ sınıfının yüksek menfaatlerini memleket realitesine ve inkılâpçı metodlara göre ayarlayınız, teşkilât işlerinde cehalet ve kaprislere yer vermeyiniz .
M ■
ESAT
Çok uzun yıllar bakımsız, dağınık teşkilâtsız ve rehbersiz bir ömür sürmüş olan işçi sınıfı n'hı yet son günlerde kendine gelir gibi oldu. Bir kaç ihtilâlci siyasi partinin iç:hde toplanmağa ve Icadrolaşınaya imkân buldu. Yine kendi öz var-iığı içinden çıkarabildiği bazı rehber kadroların yardımiyle de sendikalalaşma yolunda bir iki adımatabildi.
Bu gayet basit ve diğer demokrat ınemle-ketlerdekilerfne nisbetle son derece mütevad olan kımıldanmalara endişelere, evhamlara, tazyik ve bozgunculuklara yol açtı.
Kanunlarımızdaki hükümlere büyük bir has-
•- sasiyetle, itina ile uymayı bilen sendıracdı^ıbiı tehlike gibi_gfimiA. ve göstermek sevdasına kapılanlar oldu. Bereket versin ki,^çalışma bakanı Şadi İrmağın ınakui beyanatı bu giEısaçmasT
)
i
pan endîşelerin ve yarı resmi çekingenlikle» in artmasına engel oldu. Fakat, bozgunculuk bu se-Jer de başka bir yerden pat’ak verd .
Tam manasile politika dışı ve t le demokratik bir karekter taşıyan ve münhasıran işçi sınıfının meslek birliklerinden ibaret olan sendikaların düzenlenip "gelişmesini zorlaştırmak maksadiyie d.inya üzerinde, hiç benze; i ve
tama rni- /
/örneği olmayan I . _ Vdeınekleri orjaya sürüldü,
vdeınekleri o,rtaya sürjldü.
Hususi maksatlar peşinde ve direktifler altında meydana getirilen bu teşkilât dahi bünye ve karakter itibarile ne olursa olsun, beş on işçiyi bir oraya getirmek, toplamak bakımından aslında inkilâpçı bir hareket sayılmalıdır. Ancak İişçi sınıfını içinden parçalama, işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesini zayıflatıp çürütme temayüllerini belli ettiği andan itibaren bu teşekkülleri aksi inkilâpçı ve atıti demokratik olarak vasıflandırmaya ve işçi arkadaşlarımızı ikaz etmeye mecbur kalacağız.
s Asıl dava, asıl mesele isçilerim izin teşkilatlanma-, sidir, meslek ve emek haklarını kendi kendile.-j-
4 ne koruyabilir bir kuvvet haline gelmesidir. Görünümde pek basit olan bu problem tatbikattaki
bır takım zorluklar ve yanlışlıklar yüzünden kolayca çözülmemektedir. T
İşçi sınıfını meslek birlikleri, yani bütün milletlerin kullandık*arı tabirle, ^send kalar halinde toplamanın ve teşkilatlandırmanın demokratça bir, yoju inkılâpçı b.T metodu vard'r. Bunun dışında bir yol ve metod takip eden erin gayreti işçi sınıfının birleşmesini geciktiımek, teşkilâtlanmasını zor aldırmaktan başka hiç bir işeyaramıya-caktır. Bq beyne.ınilel sendikacılık metodunun (kendi mil.i ve içtimai bünye.nijin^ hususiyetleri fde göz önünde tutulmak sarıjy. e tatbik şekli an-1' ' ş '/le olabilir.
1 jffijjk* lab.rini işçi meslek b ir 1 i itle r i için en uygıın birisim ola.ak kaoul etınekve bunun dışında işçiyi şaş.rtıcı, parçalayıcı isimler altında teşKİlâtlannia hevesinden vazgeçmek:
iürk.yeüeki bütün ış'tıpsal ve isletme su-' i.iİliji, yezoigerindea ayırt edip bu şubeleri kat ı olarak tespit etmek:
Ayni istihsal veya işletme şubesme bağlı (bütün işçi erin m es. ek meaıaatlerinı temsil et-Imez üzere 1 ürk.ye çapında sendikalar kurmaz: llrffeseâ Türkiye mensucat işçileri sendikası, l’ür-I kiye deniz işçileri sendikası gibi) s f}Ay7ıi ıstîhsal Veya işletme şubesinde çalışan | fakat gördüğü”iş bakım.ndan ayrı bir meslek 'züm.esine mensup olan işçileri de bulundukları \ istihsal veya işletme sendikasına bağlamak; (me-I selâ, bir dokuma fabrikasının marangozu veya elektrikçisi, mensucat seııcııkas.na bağlanmalıdır.
X, Ayni istihsal veya işletme mevzuu üze-( i nde işçi toplulukları bulunan vilâyet ve kazala-J rı tıpkı bir s.yasî parti teşkilâtı gibi şubeler \ halinde Türkiye çapındaki bu send^alara bağ-I lamak.
Türkiyenin istihsali ve işletme şubeleri sa-s n n hiç_olm2zşa_yarıs: kadar sendika kurulduktan sonra, bu sendikaların herbirinin, kendi azâsi arasında seçecekleri bilfarz, onar murahhasın müşterek teçeooüs eriyle « fdrziye_Şejdjka _ lar Federasyonu adı altınla biTfedeTasyonmey-
I
I
\
I
dana getirmek, bu federasyonun ana nizamnamesini tesbit ve fedarasyon müteşebbis icra ko-m:tesini seçmek lâzımdır.
^7) Bu sın etle aşağıdan ytı' anya meydana gelmiş olan sendikalar ve sendikda fede asyonunu da ınî-le ti mı
,1.
|e, tay n ed ’ecek asgarî bir müddet içinde her se.ıdi a kend' kon gres ni yapmalı, fe-kong.esi için muıahhas’arını seçmelidir, endika kongre'e ince seçi'rmş o'an murahhasların iştirakiy'e her iki yıldı bir, federasyon ««kong.esi yapılma'ı feda asyonun me.kez icıa komitesi seçi'melidir.
Iş’n ancak bu demokratik metodladır ki işçi sınıfı hakikî ananasiyle birleşmiş ve teşki’ât'an-mış sayılabilir.
Esasen federasyon kurulduktan soma bunun dışında kalan veya kalmak ist yen diğer işçi te-şekkü leri hiçbir ıj.na ifade ermedikle ini kenci ke..d e ne anlayacaklar ve. federasyona, bağ.ac. nacağadır. _
Hatala ın ve yan ıklık arm neresinden dönü-lüıse işçi smıiı ıehiı.e ge e bir kazanç teşkil edeceği au.ünu.me.i mek.e ıs.aı edı nıe.netidir.
[ bu seoeple .
xl) lxçı send İd
{da ti.rlı .ier, ue.nek e. ler kurulması suıetiyle teş-ki.ât.anmayı, bi,,e,meyi zoılaştıncı, i,çi saflarını paıçalay.Cı na..ex.e,le.üen vazgeç lmelıd.r.
ı epeuen mme federasyon ar kurmak hevesinden feragat emline.idır. ÇünkıF bir teda.asyon ancak ruık.ye çapında mustak.l ıst.hsal veya iş-.ecuıe senu.kalarının demok. a,.k mer..eziyetçı bir metodla meyua.ıa getı.eoı ecek er. bir teşekauldur. Ortada ta.u kadrolu sen Jmalar yokken teoeras-v yun ».enuıııg.nuen vucut bulamaz.
* 3) rurkyeue b.r tex ıeuerasyon kuru abılir.
ve yanlış yol üze.ınde yürü-
alarma karşı, başka adlar altın-
9
(Milli ve s.yası ııuuutlar içinde bir çok teueıas-yonlaruau muıe.ekaıl dır^^kjr rı^f e^d^ejjı~sj y an ‘ tMjiyvu.u çöz gy P ve'^gıTmnçSıIuTrCun^îrko^x federasyon a. ancak oev.eı e.
mansusıur. He. mtl.etin bir te.( se.ıuıkaLr ıeue-rasyoııu varan. Bu mı.lı senuıka ar federasyonla! inin tft.rak.yle de dünya çapında bir ( Dünya işçi federasyonu» kuru muttur.
^4) Aynı istihsal şubesi üze.inde her -vilayette- musıak.l b.r senu.ka ku, mak usufu oe yal-nış ve za. arlıdır, çun.cu bu suretle send katarın sayısı her vilâyette yum yi. bütün lürk.yeue de bini a,ar. ,
Bir taı aftan ayni istihsal veya—işletip şubesi, adına kurutmuş edan vilâyet sendikala]a.| aras.nda lurk.ye çapında b.r.ık meydana getirmek, dıge. ta anan aynı vilâyette, muhtelif is-t.fasa. ve işleımç..şube.eri adına kurulmuş o an sen nka ar araş n-a vilâyet çap n^a birlik mey î dana getıımek lazım gelir kı, bu derece çapra-
a ası teşkilata
şıklık içinde teşkilâtlanmaya kalkmak biraz da abes ile uğraşmak olur.
Çapı aşıklık bu kadarle da kalmıyor. Ayni istihsal şubesi adına her vilâyette ayrı ayrı ku. utmuş olan müstakil sendikalar birleşince bir federasyon meydana gelmiş oluyor. Bunun adı meselâ Türkiye mensucat sendikaları federasyonu olacak. Bu birinci fe le-asyon. Diğer ta aftan gene her vilâyette ayrı ayrı istihsal şv. beleri a.ıına kurulmuş olan send kalar da vilâyet çapında aralarında bir birlik meydana getirecekle.-. Bunun adı da olsa olsa, çeşitli sendikalar federasyonu, olur. Bu da ikinci federasyon. Vilâyet çapındaki, çeşitli vilâyet sendikaları federasyonu de, Türkiye çapındaki, ayni ishhsal şubesinin v.lâyet sendikaları fede.asyonu şüphesiz ki birleşip bir Türkiye konfederasyonu meydana gelmiş olacak. Bu^arap _saçı_ bu kadarla kalmıyacak ; Türkiye işçilerinin bu acibü.acaıp fede. asyonları ve konfederasyonu, acaba dünya sendikalar federasyonuna karşı nasıl bir tavır takınacak ? Yoksa şöyle mi konuşu'acak : biz fede.asyonlar konfederasyonuyuz, sen ise alelade bir federasyonsun, gel bize bağlan I
Görülüyor ki aziz dostlarım, kestirme, inki-/İâpçı, demokratik yol ve metottan bir defa uzak-liaştık mı yandığımız gündür I Bununla beraber, yi niyetli olduklarından asla şüphe etmediğim,
ya nız metod seçmekteki hataları aşikâr olan e .kdâtçdara karşı bu mevzuda söyleyeceğim sçn
İşçi sınıfının yüksek menfaatlerini memle- . /ket realitesine ve ın.cilâpçı me.todlara göıe ayar-I layın-z. Teşkilât işlerinde ceııalet ve kaprislere j y er vermey.niz 1
Harp ve insanlık
Karım Mübahât Baysal’a Garip şey, hiç bir eksikleri yok, Dell olur insan, deli olur...
Bez tıkalı matıraiarı yanlarında. Su dolu postalları ayaklarında, Çantalarında tuzsuz peksimetleri, Artık karınları tok, Artık yemeseler do olur,.
Yalnız gözleri koskocaman açık, Birinin ayağı havada,
Öbürünün başı altında kolu, Yüreciklerl hâlâ sıcacık,
Yüreclkleri avuçla kurşun dolu. Elleri yapışık tüfeklerine, Sımsıkı kapalı ağızları,
Şaşılacak şey...
İnsan İnanmıyor Öldüklerine.
Ne yüzlerlndo bir damla kan.
Ne toprakta kan...
Dostlar başına böyle ölüm, Aldıkları can, verdlkleıi can,
Faik BAYSAL.
t
Tarihin Kaydettiği En Eski Grev
Yazan: Imre Syomai
İskenderiye ile Kahire arasındaki 25 kilometrelik saha üzerinde göz alabildiğine yejil tarlalar uzanır. Yakıcı güneş, pamuk tarlalarını okşar, ve bu son suz meselelerde yer yer kül rengi lekeler görünür: Kil ve manda tersile yapı’mış. kap'sız pen-ceres'Z, bîr delikten içerisine girilen Fel'ah kulubecikleri.
Mahsu’ vermekten vorulmıyan bu toprak, Sudan taraflar-nd’n kara ve bereketli bir ba'çık getiren Nil’in besled'ği bin'ece kanalla sulanmaktadır. Burada her-ey. toprak, hayvanlar, in-kanalla sulanmaktadır. Burada her şev toprak havyanlar, insanlar, bere’ etl'dir. Yılda dö-t defaya kadar mahsul a’mtr, hayvanlar akı’lara havret ve ecek bir intizam dahil'nde çoğalır, yeni doğmuş çocuklarını emziren Fel-lah kadınlan bir yeııis'ne gebe-dir’er C°k zaman bu kadınların gürbüz kollar'nda iki yavrucuğu taşıdıkları görü’ür. peşler’ne de, bağrıca-ak uzun s:yah eteklerine tutunan iri’i ufaklı bir sürü çocuk takılmıştır. Su taşımak üzere bas’ar'na aldıkları kocaman ceren’n ağırlığı altmda dimdiktir, boyunları gergindir.
Fellâh erkeği'e kadını, beş bin yıl önce yapılmış ve simdi Londra, Paris, Kahire müzelerin de uyuk’uyan kabartma heykellerden dipdiri havata atılmışlardır sanırsınız On’arın herzeyi, âdet'eri, a’ışkan'ıklan, çalışma usulleri, Firavunlar zamanındaki nin hâlâ değişmez bir şekilde tıpkı bakısıdır: ölmek istemiyen bir geçmişin ebedî şahitleridir. Bunların beş bin yıl önceki ced-leri ayni kara sapanla toprağı sürer, ayni isteksiz adımlarla mandaların pe;ine gide-, kendi nesillerinden gelenlerin d'nı bir taassupla muhafaza ettiği ayni usul'ere göre tarlalarını Buluyorlardı.
Firavunlar zamanındaki Fellâh paşalar 've beyler zaman-n-daki gipi her zaman açtı Çocukların gözlerini o zaman bugün olduğu gibi sinek sürfeleri yer' di. Fellâh bugün iç-nde ka-'s-n-n çamaşır yıkad'ğ’ veva ölmüş hay-van’arı attığı NTin san suvunu hıfzıssıhhaya karsı avni kayıts-z’ lıkla içmekte devam eder Hayatında h’çb'r esaslı değişiklik o’-madan be( bin vıl geçmişt’r. Avni endi-e'er, ayni ıztıranlar. avni İçtimaî değişmez mese’e'eri özü de top'am-ş-tır.
Mısır arkoloüsinden anbvan birile Kah:re mü-e’îni ge’ecek olursan'z, Ramses sü'â'es- dev-i-ne ait o’up. umumiyetle i-ten an-lıvan’ara gösterilmiven bir papi" ros be’ki size gösterilir.
Bu yazmada bir kâtip bu gün paşa’arın ve bevlerin köleleri bu Fell’h'a-ın cedleri o'an Fravun köleleri arasında kendi zamanında patlak verm;s bir grevin hikâyesni kaydetmiştir.
Ansızın sokağın başında büvük bir gürü’tü kopuyor, ka’abal'k gözüküyor: Vücudü balç'ğa ve harca bulanmış. Orta’sında te’â-şa dü-müs ve acınacak bir vaziyetteki üç dört kâtibi sü-ük'ive-rekten bağıran haykıran yüzle-ce adam ortaya çık-yor. Bunlar Mut mabedi in aatında çalı-an duvarcılar olup grev yapmışlardır, ve şehrin vaFsi ve kiralın islerine bakan umum müdürü Psa u'ya şikâyetlerini bildirmek iç:n koşuyorlar. Bu ufak tefek kargaşalıklar az görülen şevle-den değildir, hepsinin de sebebi sefalet ve açlıktır. Herkes bi liyor ki. en iyi ücret, umumiyetle re-'s'erin her ayın birinde ve ertesi ayın birine kadar yetecek
miktarda dağıttıkları buğdaydan Hint da-ısından iba-et zahire ta-y'n'ne dayanır. He-kese ver-'len mik ar, çok idare'i ku'lanıldığ* takdirde şüphesiz ki yetecek derecededir, son derece yo ucu bir_ ça''~madan sonra evine dönmüş ve öğleye doğru ancak çamurlu suda ıslatı’mış iki galeta yemiş kimselere idare’i yemen:n laf nı bir edin bakalım. Avın ilk gü°' lerinde aile'e-, yiyece'-leri idare'1 l'u’lanmsğa ba’ madan bol bol yer içer, ayın orta’arına doğru pay'a azahr, ve «i’-âvet. vırıltı ba-'ar. son hafta içinde açlık kendini gösterir bunuu i« ürerinde de tes’ri görü'ür. Şant-'veler-de ' ât’p'erin resmi ce‘vel’e-:ne veva sadece ame'e ba la ’n n defterlerine bas vurulacak olursa* her avın sonunda tekra"’»nan irs'zl-kler'n ve bazan da ac'ık ve 'şç’le":n takatsizliği yü’ünden patl ık ve-miş grevlerin bu cet-velle-de kavdedi'diği gö-ü’ür.
Avın onuncu günü Mut ma bed-nde calıstır-hn ve viveceği içeceği kalmam’.-’ duva-c’lar büyük b-'r t-a'abalı'- ha'inde şantiyeden çıkmı-dar ve ’l’ üncüTut-mozis mabedi a-kasına gid’p o-turmurlardır. ve dur-na-fan: (Biz açız, ay sonuna k’dar daha on sek’’ gün «ad' divo-la-dt. Al-dık!a-ı iic-e* yet-'cek k’da- deg’l ın-vdjS l'-çl’erin lâf-na bakılırsa, kârinter taymî bozu’- ö’çü ile ta-tiD V'-rm-ş’er, ve h’-sizlik ederek zeng’n olmuşlardı: Beri taraftan kât'p’e-' bu lânetleme reyta-dan gelecek gün'eri dü-sünmemek'e ith«m ed:vor, ve tayin'eri a'ır alma- har vurup ha-man savu-du'-larını iddia edi-vo-'ar. Kât'ole- de dnvarcıla-da kend le -i-e göe hakl'dr la", bunda şaşı’acak bir sey yok. Gayri memnunlar işi bıra'-ır bırakmaz, isleri ida-e eden müdür, yanında bir polis'memuru clduğu halde (Devamı 16 da)
Yunan Sendikalarının Mücadelesi
Yunan İş Konfederasyonu sekreteri KOSTOS THEOS’un beyanatından:
ajr(»WMWU- .fMWWrnııavs&-.ww«*
31 mart seçîtn'erinden sonra Yunan Sendikaları ile irtica arasındaki mücadele yeni bir safhaya girdi. Kra’cılar artık iktidar el’erine geçtiğinden demokratik hareketi ezebilecek'erııi zannetmek ed’r'er. Hudutsuz bir polis diktatörlüğü kurmak hususundaki plânlarında muvaffak olmak için hür sendika hareketini yok etmek niyetindedirler.
Demokrat Yunan Sendikaları, kralcıların öncülüğünü yap-tık’arı mürteci gurupların daima zulmu alt’nda idi. Fakat miirfe-cilen'n hücumları ş:ddetlend"kçe, sendikaların, işçi sınıfının birliği» işçiler için daha iyi is ve hayat şartları ve demokratik hak’«n uğrundaki mücadelesi de okadar şiddetlenmekte idi. Bu gün de ayni mürteci ve kıraççı gurupların sendikalara karşı çok şiddetli bir hücumu karsısında bulunuyoruz. Her gün birçok sendika-list katledilmektedir. Bir gün içinde üç. beş batta on katil vakası olmaktadır.
Yunanistanın bugünkü vaziyeti mürteci guruplar tarafından, bütün Yunan demokrasisine ve bilhassa “Genel iş konfederasyonu,, etrafında top’anan demokrat sendikalara karşı giriştikleri tek taraflı bir dahilî lıar:;/ manzarası göstermektedir. / /kın zamana kadar Yunanistanda, patrona sebepsiz olarak işçisini işten çıkarmayı men'eden bir kanun meriyette idi. İş verenler, bu kanunu ekseriya kitaba uyduruyorlar, fakat nede olsa, bu kanun onların keyfi hareketlerini az çok tahdit ediyordu. Kıralct-lar bu kanunu kaldırmaya karar verdiler. Ve bu kanunun, Yuııa-nistanın ekonomik kalkınmasına engel olduğunu ileri süren Ingi
liz eksperleri tarafından destek’ (endiler.
Nihayet kanun kaldırıldı : ve derhal bunun akabinde başta sendika üyeleri olmak üzere işçilere küt'e halinde yol verme'er başladı. Hemen bütün sendikaların fabrika komiteleri üyeleri işten çıkarıldı.
Başka bir misal : Bu senenin başında ücretlerin arttırılması uğrunda grevler çoğalmaktaydı. Patronlar hükümetten grevlere karşı tedbir almasını istiyorlardı. İş meseleleriyle vazifeli Ingiliz ateşesi M. Hail bize müracaat ederek, gıeylerc spn verilmesini temin etmemizi istedi.
— Yunanistan, diyordu, bu gün güçlükle sahile erişmiş kuvveti tükenmiş bir kazazedeye benziyor. Uz.mı bir tedaviye muhtaçtır. Yunanistanm tedavisi için hazırlanıl inakta ve k -Ikınma plânlan yapı'ınaktadır. Londıaya malûmat vereceğim,bu plânların tahakkukuna yardım mı edeceksiniz, yoksa grevleriniz'e buna engel mi olacnks-mr, bilmem lâzım.
Kendisine cevap verdik : [
-- "işçiler açtır, aldıkları ücret günde yarım kilo patates almaya bile kâfi değildir, isteklerinde haklıdırlar. Ve zaten işçilerden artık grev yapmamaların’ ■İstesek de bizi dinlenıiyecekler-cür. —■
M. Halı :. A
— grevler, işçi sınıfının vaziyetini ıslah değil daha ziyade fenalaştıracaktır. Grevleri des-
T. S. P. Yayınları
İkinci Broşür
Devlet ve Ihtilâl
ETİEENNE FAJON
tekleyerek yabancılara Yunan Sendikaları hakkında kötü bir fikir veriyorsunuz, dedi ve ilâve etti :
— Ve eğer işçiler sizin tavsiyelerinizi dinlemiyorlarsa, sizi takibetmiyorlar demektir.
Bunun üzerine kendisine, geçenlerde Ingilterede de kırk bin dok amelesinin yaptığı grevi durdurmak için sendika liderlerinin boş yere çalıştıklarını hatırlatmak mecburiyetinde kaldık.
İşte Yunan Sendikaları bu güç şartlar içinde çalışmak mecburiyetinde bu’unuvorlar. Bugün bizim ilk vazifemiz, kıralcı ve : faşist irticaa karşı işçilerin de- ’ mokratik hakları için savaşmak- £ tır. Bundan daha az ciddi olma-| yan diğer bir dava da işçilerin , ücretlerini arttırmak ve hayat seviyelerini yükseltmek için mücadeledir. Yunanistanın emekçi sınıflan, gittikçe ağırlaşan hayat şartları içinde yaşamaktadır. i
Hükümet ücretlerin hududunu tespit etmiştir. Fakat hayat gittikçe pahahlaşmaktadır. işçinin alım kabiliyeti 1945 senesin-Ldekinden d,- a«ağı düşmüştür." " .
işçilerin yansından fazlası işsizdir. i
Fakat bütün güçlüklere rağmen Yunan Sendikaları mücadeleden yılınamaktadır. işçilerin haklan için, mücadele etmekte, irticaa karşı, Faşist diktatörlüğün Yunanistanda kök salmaması için savaşmaktadırlar. "Genel iş federasyonumuzun" “dünya sendikaları" birliğine kabul edilmesi, muvaffakiyet inancımızı kuvvetlendirmektedir.
Biliyoruz ki bütün memleketlerin milyonlarca teşkilâtlı işçisi demokratik hak ve hürriyetlerimiz uğrundaki haklı kavgamızı sempati ile lakibetmektedirler.
6 —
YENİ VAHŞETE ACIT
Baraj ateşlerinin durdurduğu İnsanlar Tam öğle vakti geri döndüler
Yorgunluktan bitmiş, hırstan çıldırmış
Tam öğle vakti geri döndüler
Kadınlar yükleri altında İki büklüm Erkekler lânete uğramış insanlar gibi
Kadınlar yükleri altında iki büklüm Ve kaybolmuş oyuncakları için ağlayan
Çocukların gözleri İri iri açılıyordu
Ve kaybolmuş oyuncakları için ağlayan Çocuklar anlamadan bakıyordu İyi müdafaa edilmlyen ufuklarına
Çocuklar anlamadan bakıyordu Dörtyol ağzındaki makineli tüfeğe Ve kül olmuş büyük bakkaliyeye
Dörtvol ağzındaki makinelitüfeğe
Askerler alçak sesle konuşuyordu
Bir avluda bir albay vardı
Asrerler alçak sesle konuşuyordu
Yaralı ve ölülerini sayıyorlardı
Okulun bir sınıfında
Yaralı ve ölülerini sayıyorlardı
Sözlüleıi ne diyecekti
Ey sevgilim ey ruhumun İşkencesi
Sözlüleri ne diyecekti
Ölüler fotoğrafları ile uyuyordu
Gökler öten kırlangıçlardan sonra yine yaşıyordu
Ölüler fotoğrafları İle uyuyordu
Yelken bezi sedyeler üzerinde
Onları birazdan gömeceklerdi
Yelken bezi sedyeler üzerinde Delikanlıları taşıyorlardı. Karınları kırmızı derileri boz renkte
Delikanlıları taşıyorlardı
Ama kim bilir bir işe yarar mı
Ölecekler bırakın onları çavuş
Ama kim bilir bir işe yarar mı Salnt-Omer’e de varsalar Lâf aramızda ne bulacaklar
Salnt-Omer’e de varsalar
Düşmanı bulacaklar
Tankları bizi denizden ayırıyor
Düşmanı bulacaklar
Abbeville’i aldıkları söyleniyor Tanrı günahlarımızı affetsin
Abbeville’i aldıkları söyleniyor
İşte böyle konuşuyordu topçular
Gelen geçen sivillere bakarak
İşte böyle konuşuyordu topçular
Boyanmış gölgeler gibi
Gözleri burada kafaları başka yerde
Boyanmış gölgeler gibi
Onları birdenbire gören bir yolcu Şikâyetlerine vahşice güldü
Onları birdenbire gören’ bir yolcu
Madenler kadar karaydı
Hayat kadar karaydı
Madenler kadar karaydı
Evine dönen bu dev
Mericourt veya Sailaumines’e
Evine dönen bu dev
Onlara bağırdı ne dönüyoruz.
□ zerimize bombalar veya yağmur vağsa bile
Onlara bağırdı bize ne dönüyoruz
Ev'mizde gebermek bin kat daha iyi
Karnımıza bir veya iki kurşun yiyerek
Evlmlzd» gebermek bin kat daha İyi
Yabancı topraklara gitmektense, Yaşadığımız verde ölmek daha iyi
Yabancı topraklara gitmektense
Geri dönüyoruz geri donuyoruz
Kalbimiz kederli işkembemiz boş
Geri dönüyoruz geri dönüyoruz Gözyaşı dökmeden ümitsiz silâhsız Gitmek istiyorduk fakat hayli
Gözyaşı dökmeden ümitsiz silâhsız Orada rahat rahat yaşıyanlar □ zerimize jandarmalarını saldırdılar
Orada rahat rahat yaşıyanlar Bizi yine bombalar altına yolladılar Bize geçmek yasak dediler
Bizi yine bombalar altına yolladılar Na yapalım yine buraya dönüyoruz Mezarlarımızı kazmağa lüzum yok
Ne yapalım yine buraya dönüyoruz
Çocuklarımız karılarımız! ı Teşekkür etmeğe lüzum y°k
Ama çocukları karılarıyla Maceralar peşinden koşan Saint-Christophe'lar Alevlere doğru yürüdüler
Maceralar peşinde koşan Saint-Christophe’lar O devler kİ belirdiler
Ellerinde bir tek.sopa bile tutmadan
O devler ki belirdiler
Hiddetin beyaz gökleri üzerinde
A R A 6 O N
Çeviren
EDİP KÖKNEL
SUAT TAŞER
NUH NACİ OZMEN
Umut
Paydostan Sonra
Yaşamak ummaktır. Yeşil yapraklar umar şu beli bükülmüş ağaç, yelkenler rüzgâr umar bir kız tanırım, sarışın sevgilisini esmer umar.
Aç karnına İstiklâl umar
Bombay’lı amele, Cava'lı topraksız. Hamburg’lu ana ekmek umar, Paris'i! çocuk intikam ben sulh umarım
Ramazan oğlu Recep
kışlanın duvarına vermiş sırtını memleketten mektup umar ve her talim dönüşünde, her nöbete çıkışında tezkere umar.
Ummaktır yaşamak.
Çık bu saatte evinden kilitle odanın ve kalbinin kapılarını, keder sent evde bulmasın, pişmanlık geri dönsün kapından. Vehlm'erinl azat et: soyun hatıralarından, tazelensin adımlarındaki kuvvet doğacak günü yolda karşıla: yeni umutlarla başlar yeni gün; tahammül umuttan doğar.
Zaman bizim dostumuzdur, unutma en az Hürriyet kadar.
Ummakiır yaşamak, ibret al. ders al geceden çevir başını gökyüzüne yıldızlara bak
Güneşli sabahların umududur yıldızlar.
Bir vedâlık hükmü var hayatın, ölümün vakti saati sorulmaz. Serçe kuşu gibidir umut, dal yorulur, serçe yorulmaz.
Ben bu şehrin
Bu büyük bayram şehrinin
Bayramsa çocuğu
Selâm yollamak istedim bu sabah
Dostlara:
Selâm, önce,
Köprüde kürdan satan kardeş!
Selâm, beraber gazete sattığım çocukla.1 Selâm, size O Tahmil - Tahliys şehrinin Sabır yüklü İşçileri!
Selâm bu ıstanbul şehrinden
Lymasol kasabasına!
Bütün limanlardaki hamallara
Seferde olan, olmıyan
Bütün gemicilere selâm...
Kara toprakla İç İçe girmiş ırgat
Zengin kapılarında
Elleri nasırlaşmış çamaşırcı kadın
Ve mutfak penceresinden
Baharı seyreden kızlar
Selâm hepinize.
Şimdi yer yüzünde
Ayni şarkılar söylenmektedir
Şehir şehir, memleket memleket.
Şimdi mavi, masmavi gök üzerinden Bulutlar göç etmektedir..
Şimdi demir almadan önce gemiler Yelkenlerini takmadan önce
Selâm yollamada gemiciler birbirlerine Ve güneş dolu denizlere
Mendil sallamada kıyıdan
İşçi kadınlar..
Şimdi
Ajans bahisleri bile edilmiyor kahvelerde
Şimdi bayram için
Bayram İçin beklemektedir Bayramsa çocuklar
Selâm bütün dostlara aramızda olan olmıyan Selâm size bu bayram dünyasının
Bayramsız İnsanları! •
Fransa’nın Ananelerine Sadık Kalanlar
,| E A N C A S S O U
“1866 da Milletlerarası sergi tarafından hazırlanan «Paris rehberi» a.ili kitabın başına alınan «Dünyaya sulh ilânı» yazısında, Victor Hvgo yirminci asırda ital-yan'arla Almanlar arasında. Ruslarla lngi'izler arasında, bir vakitler Pikardiyalılarla Burgı’nyon-ları birbirlerine düşüren harp kadar akla gelmedik bir harp olacaktır, demişti.»
Büyük babanın kehâneti henüz gerçekleşmedi. Onun görüşü, bizim nesillerimizin man-a-larla dolu zavallı yürüyüşünde göremiyeceği kadar derinliklere nüfuz edebiliyor. Bizim daha çok yürümemiz lâzım. Lâkin iimidle-riıniz gelecek realite ile, onun ışığile ve vuzuhile beslenmeğe inadçı bir ısrarla devam efece1-., Sulh olacaktır.
Biz sulh için böyle bir harbi yaptız. Çünkü, her zamankinden fazla biliyor ve anlıyoruz ki, çoğu zaman o, .kanla kazanılır. Ne fikir mücadelesi mey* danında, ne de et mücadeleler1 meydanında hasmın rızasile elde edilir. Muharrirler, biliyoruz k1 söz mukavemettir, I sulhun sıkı sıkı sarılıp tutunacağı köşeleri olan polemik bir kuvvettir. Biliyoruz ki, her ifade bir başla ifadenin yerini tutamaz. İfademiz içinde kendimizi topladığımız zamandır ki, zihin selâmetini, bu yüksek kıymeti buluyoruz. Sulhun katiyen tevekkül ve hizmetle müteradif olmadığı — yüz kızartıcı bir sulh ki, huzuru değil, alçaklığın bütün endişelerini ve hasta şuurun durmadan kendi ii-zerine dönünüşü doğurur — büyük dünya meselelerinde de böy-
t) Bu konferansın metni beş temmuz 1946 tarihli ve yüz on beş sayılı Les Lettres françaises mecmuasında çıkmıştır.
• • •
Geçen sayımızda Fransanın belli başlı entelektüellerinin teşebbüsü ile "Sulh emrlr.de Fransız düşüncesi., adıyla kurulan birlik hakkında malumat, vermiştik. Bu sayımızda bu birliğin açılış toplantısında verilmiş olan söylevlerden Fransız mukavamet hareketi kahramanı "Jeaıı Cassou" nun nutkunun tercümesini veriyoruz.
• • © • •
ledir. Dünya meselesinde huzur, ancak saçmaya, insanca olmayana ve hayvani olana karşı top yekûn harple var olabilir.
Bu mücadele içinde, tarihimizin en karışık ve bunaltıcı an-(arındadır ki, bütün milletlerce birlikte kendilerini de tazyir e-dilmiş hisseden bazı muharrir'e.-birleşmek istediler ve bugün bizi burada me^gııl eden toplanmanın ilk tas'ağını ortaya attılar. Bazıları davete gelemediler, ve onların gölgeleri aramızda oturmaktadır ; yalnız Jacpues Decur. Georges Politzer gibi Fransız muharrirleri Birliğini ilk kuranların gölge'eri deği‘» mazi vahşetinin kurbant olarak ölen bütün muharrirlerin ve asker olarak katıldıkları geçici muharebe ve ayaklanmada seve seve kanlarını döken bütün muharrirlerin gölgeleri. Onların kanı, en büyük dava ve en yüksek vazife şuuru içinde doğan bir dostluğu perçinlemektedir.
Framız muharrirleri vasfı, ne sadece bir medenî hal unvanı, ne de hatioçe demeçlere bir vesiledir. Bu, hafızalarımızda daima hazır ve nazır, dünyanın her hangi bir vatanındakinden daha manalı millî bir cemaate
aid oluşun tanınması ve hatırlanmasıdır ; çünkü, bu cemaatle şumullıı bir takım şeylere delâlet eder, ve bu vatan, kâinatın en büyük hatası yüzünden yenilmişti, en kötüsü de inkâr edilmişti. Az kalsın mahvolacaktı. Bilhassa o büyük ihanet şu idi : Fransız hakikatini düşünerek ve sistematik bir şekilde değiştirmek ve bu hakikatle alav etmek. Memleketimiz bu yüksek acıyı sonuna kadar tattı, ve hepsinin acısı olan o işkenceye katlanmağa mecbur oldu. Lâkin yokluğa karşı bütün kuvvetlerde dayandı, ve bu davanmada hayat mukavelesine ve yaşamak irade-ine bağlanmış gibi duruyoruz. Bundan böyle, artık tesadüfen yasamıyoruz, çünkü nefes alma cihazlarımız, biz onları düşünmeden de çalışmaktadır. Çünkü, her san'yede yaşamak istiyoruz, bizde hayat şuur ve irade olmuştur ; çiğnenemiyecek bir kuv ■ vetin tazyiki altında, küçük ve son derece çılgın da olsa, her dayanma faaliyetinin, eninde sonunda ruhtan başka bir şey olmayan mümkün bütün enerjisin bir noktada topladığı zaman da böyle idi.
Pek güçlükle nefes alan bu ruhi realite etrafında ölü ve diri, bilhassa tehdit altında olan, daha o zaman a'nında ölümün damgasını taşıyan Fransa muharrirleri, belki sadece isimce o(an farkları silip, asit mühim olan esaslıyı, nıüşteıek esasi1 şeyi içimizden hiç birimiz unutamazız. gözden uzak tutamay.z. O her birimizde, hepimizde mevcutlu,'. Gaddarcasına karartılmış, tam ve aydm şuuruna sahip olduğumuz Fransanın da bir tari-fidiri bu. Fransız sicilinin şu gö
(Devamı 12 inci sahifede)
— 9 —
Sendika I izmin Menşeleri
OnUçüncU asırdan Franzız İhtilâline kadar
Esnaf teşekkülleri rejimi - . bilhassa XIII üncü asırdan itibaren inkişaf eden esnaf teşkilâtı rejimi gerçekte sinesinde iki rejimi besler ; birincisi 16 mcı asra kadar hakim olan, İkincisi ise birincisinin karikatürü olup, Fransız ihtilâli arifesine kadar yaşayanıdır. 14, 15 ve 16 inci asır-
larda esnaf teşkilâtı müsavatcı ve demokratik bir müesse: 17 ve lö inci asırlarda ise, oligarşik ve kapitalist bir müessesedir) . İşçi faaliyetlerinin her iki devrede başka başka şekiller altın" da ve farklı karakterlerle kendini belli ettiğini düşünecek oluısak bu hali pek tabiî buluruz.
Doğuştaki karakterlerile, türlü suiistmallerle henüz bozulmamış halile ifk esnaf teşkilâtı şekli 16 inci as'rdan sonra yaşamamıştır Teknik, iktisadi ve içtimai üçüzlü nizamiyle bu esnaf teşkilâtı kuvvetli bir terakki amilidir, ilk zamanlarda alemşümul iyi bir şöhreti vardı, ve asırlar boyunca Fransız mamulleri teşkilâtın bu iyrşöhretinden faydalanmıştır. Hukuki bakımdan teşkilâtta üst olmak hakkı herkese açıktır; bu sayede çıraklar ve kalfalar içinde bulundukları şartlardan daha iyisine ulaşmak İmkânını buluyorlardı.
1) 16 inci asra kadar müsavata dayanan demokratik bir rejim bahis mevzuu idi; çünkü esnaf teşkilâtının azası ıılsbî müsavata (pares) dayanan şartlar içinde bulunuyor, müesesenin çalışmasına iştirak edebiliyorlardı. Sonra'arı esnaf teşkilâtı eskisine zıt karekterler göstermeğe başladı, oligarşik ve kabita-list oldu; çünkü, teşkilât içinde ustalardan mürekkep az sayıda insanın hakimiyeti üzerine daya-nanan bir mertebeler silsilesi
YAZAN:
{ ANDRE MARCHAL }
meydana çıktı, ve mertebeler silsilesinde aşağı derecede kalmağa mahkum kalfalar ve çıraklar üzerinde ustaların nüfuzu gittikçe arttı.
Muayyen bir staj devresini geçirdikten, ve ustasından izin aldıktan sonra çırak önce kalfa, sonra da usta oluyor. Esnaf teşkilâtı me-tebeler silsilesinde yük-se’mek ümidini herkes beslemektedir.
Esnaf teşkilâtı içinde ne sermaye ile emeğin avrılması, ne farklı İçtimaî sınıflar, ne de sınıf şuuru vardır-
Onun için değil midir k>, teşekkül eden topluluklarda hiç bir suretle meslekî bir karekter yoktur. Bu günkü sendikaların bariz vasfını teşkil eden mücadele zihniyeti de bunlarda mevcut değildir.
17 inci asırda meydana çıkan confreri’ler, dini ve hayır sever karekter taşıyan bir takım cemiyetlerdir. Umumiyetle aynı bir sanaatin patronlarile işçilerini bir araya toplarlar, burada patronlarla işçileri birbirlerine bağlayan şey ibadettir. Toplanma yerleri, teşkilâtlarının pr:n-doya evliyasının adını taşıyan küçük kilisedir. Gelir kaynakları azalarının verdikleri aidattan ibarettir; bu paralar ayinler için, • bayram günlerinde dinî merasimler tertip etmek için, ölen azalarının gömme merasimlerine sarf etmek için, aralarında hasta ve parasız olanlara yardımlarda bu-luumak için kullanılırlar.
Söylemeye hacet yok, dinî
karakter taşıyan bu tezahür'erin bazan çabucak işret ve sefahat sahnelerine inkılâp eden içki sofraları haline geldiği de o'ur. öyle an’aşıhyor ki, confre-ri'ler tarafından toplanan paganın ziyafetler tertibi suretile israf edilmesinin önüne geçmek maksadile, kıal tarafından bu müesseselere bir takım yasaklar kabul ettirildiği olmuştur. Bazı confrerilerin nizamname’eri bize bu şeyi anlatmaktadır: Bu müesseseler bir takım tedbirler almağa ve ahlaksızca hareket'eri sınır’aınağa çalışıyorlar. Meselâ Saiat Ömer kayıkçıları ziyafet talimatnamesinde "sofra başında arkadaşlann mırıldanmaları ve birlerine çirkin söz söylemeleri., yasak edilmiştir. Bu durumdaki yasakların, mes'ek sendikalarının kuvvetile ve ihtilâlci zihniyetile nıücade’e etmeyi gaye edinen 19 uncu asırdaki yasaklarla hiç bir bakımdan münasebeti yoktur. 16 inci asra kadar, mevcut grevlere bakınca, bunların nadiren meydana çıktıkları an'aşılı-yor. Bu devrin sonundan itibaren, esnaf teşkilâtı rejiminde ilk boz.ulma alâmetleri kendisini belli etmeye başlayor.
Bu alâmetler bir rejimin çökmesini haber veriyor; sonraki asırlarda ise btt rejim yeni bir takım vasıf’ar kazanacaktır.
Gerçekten, XVI asır esnaf teşkilâtlarının kapanma devresinin başlangıcıdır. Sanayiin doğuşu, sınaî mamulatın inkişafı, kredinin yapılması, gittikçe daha katıla an esnaf teşkilâtlarının son derece dar çerçivesini kırmağa çalışan âmillerin belli başlı olanlarıdır. Bundan başka. esnaf teşkilâtı bir takım ahkâma tabidir, iktisadi hayatın yeni zaruretlerine iyi intibak edememiş bir halde idi.
— 10-
Ustalar imtiyazlarını ve menfaatlerini idame ettirmek için, tam b;r Kast halinde taazzuv etmeğe çalışıyorlar. Çırakların sayısını sınırlayarak, teşkilâta on veya yirmi yıl müddetle yeni ustalar almağı yasak ederek -XVII asırda bazı sanatlarda böyle olmuştur. — , kendi aralarına yal" nız ustaların çocuklarından başkalarını almamak suretiyle buna muvaffak oluyorlar. Kalfaların usta olmalarını çok güçleştirecek, hatta imkânsızlaştıracak bir takım hileli tedbirler sayes’nde buna muvaffak oluyorlar. Usta olmak için aranan şartlar, ustaları teşvik etmek, kalfaların cesaretini kırmak için ortaya koyul-■«. muş gibidir.
f Ustalarla hiçbir akrabalığı' veya rabıtası olmayan kalfaların cesaretleri kırılıyor. Usta o’abilmek için kalfalardan bir şaheser arandığı halde, usta ile akraba olandan böyle bir şey r aran mayor, o bir taraftan, adamına göre pek büyük nisbetler dahilinde artıp eksilen vergiler de konüyor.
Bir şaheser vtictidâ getirmek zarureti, usta olmak için eskiden aranan liyakat yerine geçiyor.
Yavaş yavaş M. Lerasseur'ün söylediğine göre şaheserin icadı daha karışık iptidai maddesi daha pahalı, imali daha uzun zamana bağlı oluyor* öyle ki, icatçı zekâya sahip bir kalfa bile-para tedarik edememek, iptida1 madde tedarik edememek ve vakit bulamamak yüzünden, bu türlü bir çalışmayı iyi bir neticeye vardırmak imkânlarım bu-lamayor.
Gelecekte bir taktın rakipler türemesi korkusiyle usta’ar zanaatlarını kalfalara ve çıraklara öğretmekten çekiniyorlar; böylelikle kalflarla çıraklar ustalarına tabi kalıyorlar. Ustalık imti-henlarında haz;r bulunan mümeyyiz heyetleri, imtihana gireceklerden hediye almak alışkanlığını kazanıyorlar. Lâkin, tatbikatta bunların hiç biri ustaların oğullarına ve damatlarına tatbik edilmiyor. Oğul ve damatlar için,
imtihan ortadan ktldırılmasa bile, çoğu zaman şaheser yerine (sudan bir imtihan» ikame edilir.
Aynı netice ustalık vergilerinin tesbitile de elde edilmiştir. Kalfaları ortadan kaldiımak için bu resimler her zaman artacak bir şekilde tesbit edilmiştir. Bundan başka kalfalar daha başka esaslı bir tefrike tabi tutulmuşlardır: Paris bakırcıları teşkilâtında ustanın oğlu altısol, Pa risli ka’fa dört lira, yabancı on iki lira vermekle mükelleftirler-Böylelikle kalfanın vaziyeti, artlo. değişemiyecek bir hale gelmiş oluyor.
“İşçinin esnaf teşkilâtı idare sinden bu yavaş yavaş tardı '' ile : M. Hauser’nin söyiediğıne göre) , 16 inci asırda esnaf teş" kilâtı oligar.şik ve kapitalist bir müessese olmağa doğru gitmektedir. Ustaların karşısında kalfalar. sermaye karşısında da emek dikiliyor. Bu iki asır arasında ayrılma başlıyor. gittikçe daha derin bir uçurum hasıl olu-
DÜŞÜNCELER
Sırt üstü uzandım toprağa... Gözlerim
.yer, y,r
göğün maviliğini gördüler ıhlamur ağacının yemyeşil yaprakları arasında.. Ağacın dalları
sallandı rüzgârda, ve rüzgâr ağacın dallarında... Ve maviliğinde göğün ta yukarda bir çaylak uçtu gölgesi yerde süzülerek.. Çaylağın pençesinde avı vardı... Ve ıhlamur ağacının kökleri toprakta hayatı emiyorlardı. .
Dayadım sırtımı toprağa; kafamda düşünceler Bir yüzü gök yüzünde bir ucu köklerinde ağacın. . Düşünceler
Köklere, toprağa
çaylak, avı ve İnsanlara dair... Düşünceler...
Me. Fuat HOP.
yor; Böylelikle topluluklar v* birleşmeler doğmuş oluyor.
Aynı bir organizma içinde patronlarla işçileri toplamış olan confreri’ler ikiye ayrılıyor. Kendilerine karşı şereflerini v« nüfuzlarını muhafaza eden, bütün yükleri bunlara yükleyen ustala' rın takındıkları tavırdan hiç de memnun olmayan kalfa’ar, ustaların vücude getirdikleri confre-ri’lerle sık sık ihtilâfa düşen ayrı bir takım topluluklar vucu-de getiriyorlar. Bu ihtilâfların bir takım tehlike'er doğurmasını önlemek üzere bu grup'arm yerlerine karşı aynı gün ve aynı kilisede merasim yapmalarını yasak etmek fırsatı hasıl oluyor.
Başka türtü topluluklar da beliriyor. : Kalfaları aynı confreri’ler içindeki ustaların üstünlüklerinden kurtarmak maksadını güden kalfalar birlikleri. Bu birlikler Fransanm her tarafında çoğalıyor. Bunların en meşhuru Tour de France adlı kalfa'ar birliğidir. Bunlar kardeşlik birlikleridir (yardım cemiyetleri, ve iş bulma büroları) , bu cemiyetlerin araları mesleki bilgilerini mükemmelleştirmek için bütün memleketi yaya olarak dolaşır, uğradık'arı şehirlerde çalışırlar. (Roolsur» bunları şehre kabul eder, onlara çalışacak bir yer bnlur, ve icabında, mahalli kalfalar birliğinin aracıhğile bunlara yardım tahsis ettirir. Böylelikle türlü mıntaka'arın kalfaları arasında temas kurulmuştur; şüphe yok ki bu hal ustalarda bir takını endişeler uyandırmış, İdarî makamların bazı tedbirler almalarına sebep olmuştur: Usta olmak için, şehirde kalfa olmak için tekalif; yabancılara usta olabilmeleri için yüklenen son derece ağır vergiler ödemek mecburiyeti. Villers-Coherest in 1539 tarihli emirnamesile“zan( at-ler bahsında bazı kimselerin diğer kimselerle söz ve iş birliği etmelerini» yasak etmek. Bütün bunlar bolunadır. Vazife kalfa birliklerinin veya (tehlikelilerin»
(Devamı 16 ncı sayfada)
Fransa’nın Ananelerine Sadık Kalanlar
9 9'uucu sayfadan devam •
rünöşünde, tarihimizin şu veya bu anında, milletimizi teşkil eden sabit zekâ fam’lya’arından birinin şu veya bu istikamete yöneliş* Fransanın bu tarifini şu veya bu aydınlığa yerleştirmiş olabilir* zenginliğimizi yapan bu tenevvü. lardan bilancaya göre. Pascal veya Voltaire, Versailles’in dehası veya Le Na:n tarafından resmi yapılmış halkın dehası. Haçlı seferlerin o muazzam sergüzeşti üzerine aksan koyabiliriz Lâkin, bu şekillerin, çu efsanelerin ve bu tarihlerin her birinde lıissettiğ-miz hep o realitedir. Bü*~ f ün türlülüklerile hakarete uğra-jyan hep bu realitenin kendisîd r şte.
Cemaatimiz içmde bir temiz-eme yapmak arzusunu besliyoruz, ve bizi aşan bu büyük siyasî, askerî ve malî menfaatlerin kaynaştığı muhitlerde bu işin ne derece kötü idare edildiğini görmekten hoşnut olmadığımızı ve endşe duyduğumuzu biliyoruz • Bütün sahalarda yeniden hayat”1 doğuşumuzun ısrarla islediği b” millî itirafı sonuna kadar götürme, nin istiyerek ve iğrenç bir takım maksatlara dayanarak reddedildiği anlaşıhyor.Elbette ki,büyük sivas' işler sahasında bu vahim bir sev dir; çünkü, bu doğrudan doğru« ya olan menfaatlara dokunur vi bunun ayyuka çıkan neticeler" olur. Lâkin, biziu^ için de vahimdir bu: çünkü, kendimize bir şeref payı çıkarmak için değil, lâ kin mesuliyetimizi yükseltmek için bunu bilmemiz lâzımdı,, anahtar ve anahtarın rakamı münevverlerin elindedir. Aslında kudretinden daha büyük bir şey" ler olan pransa, bizim şudur diyebileceğimiz Fransa olacaktır.
Onun içindir ki, yapılmış olan şekille, temizleme işi kalbimizde
b'r huzursuzluk bırakmıştır, bu temizlemenin çok veya az şiddet" li olmasını istediğimiz için de” ğil, belki işin derinlerine, suçun derin'erıne gitmediği için. Çün" kü, bir takım ınsan’ar hakkında hüküm verilmişse de, bu insan" ların kanaatleri ve akideleri hakkında hüküm verilmemiştir* dava dcsyası ap açık ortaya konmamıştır, memleket geçirmiş olduğu tehlikenin ne mahiyette olduğunun bile farkına varma" mı.ştır. hazırlanan komplo, memleketin ruhuna mı, Fransaoın rejimine mi, milli kudretinin bünyesine ve realites:ne mi, yoksa Fransız milletinin kendi kendsi birliği, iradesi mukadderatı, yıldızı hakkında edindiği fikre karşı mı hazırlanmıştır, söylenmedik bilinmedi.
Bu asrın ilk yıHanndanberi me leketimizde acaip bir takım yalancılar seslerini yükseltmeye başladır; bu yalancı peygamberlerin en yalancısı, hatta bu yalancıların en tipik olanı, büyük yalancı Maıırras'tır. Bu adamın ve adamların öğütleri, çok tuhaf değil mi, “İlâhi baskın., dan sonra muzaffer orduların memleketimizde yaydıkları öğütlerin tıpa tıp ayni idi. Bu bozgun.yazı yazma faaliyeti, kendini itham ed’ci bir hezeyana terkeder gibi köleliğe terketmiş bir ruhun bütün fantazilerine cevaz veren bir muharrirler zümresi tarafından desteklenmiştir. Yazı yazmak ve düşünmek faaliyeti, sofizmlerin, hataların mantıkî bozuklukların, ah'âki sapktnlık'arın, sadık ihtirasla zehirlenmiş mevzuların, zihin bozukluklarının, marazlı cümlelerin, mümkün bütün misallerini, zihnî tetralojinin mümkün ve mümkünü yok bütün
misallerini bir araya toplayan tam bir katalog vücuda getirmiştir.
Bugüne kadar dünyanın tanımadığı en büyük ruhî buhranı geçirmekteyiz. Bozgunumuzun karanlık hicabı, bu bozgunun hazırlanışmdaki karanlıklar,Vichy, Almanlar, hapishanelerin dehşeti. kamplardaki kâbuslar, uykularımızda bizi tedirgin edecek bütün bu şeyle.-, daha derin bir suçun dış alâmetlerinden ve dış görünüşünden başka bir şey değildir: o suç ta, Fransız muharrirlerinin, zihnin işlemesinde ve insan sözünün kullanılmasında hakim eze'î kaidelere karşı açıktan açığa işledikleri suçtur.
♦
♦ *
Bizim mesleğimiz, derinden derine düşünmek mesleğidir. Onun için değilmidir ki, mani dc’ecesine vadıracak kadar da olsa, sihirli buhran üzerinde ıs arla duruyoruz; böy'esine karşıt kapa kombinezon’arı ve böyle bir şekil değiştirme ve manevra sistemi karşısında bu kadar inatla hayret göstermiyece ğiz artık. Çünkü kötüyü, sebeplerini ve yollarını tetkik ederek-tir ki. iyinin tam bir şuuruna varacağız, ve tam bir aydınlıkla iyinin ihtişamını ap açık ortaya koyacağız; bu iyiyi az ka'sın kaybediyorduk, o iyiye ki Fransız dehasının realitesi adını veriyoruz.
Tekrar kavuştuğumuz bu reı-liteyi, onu hiç gözden kaybet-miyecek gibi sıkı sıkı tutuyoruz. Kaışısına çıkıp müeadele etliğimiz kuvvetler, şu anda bi'e, bu realite ka şısmda yeniden derlenip toplanmaktadır. Faşizm, yeni maskeler altında tekrar ininden çıkmaktadır, iğrenç çehı eleri aldatıcı bir kılıkla bir defa daha karşımıza çıkarmağa yelteniyorlar. Yine bir defa daha, Fransız hakikatinin şu veya bu cephesine zarar vermeğe, Yahudi düşmanlığını geçer akçe bir kanaatmiş gibi tekrar meydana çıkarmağa, laikliğe sanki o çoktan kazanılmış bir zafer değilmiş
— 12 —
gibi dokunmağa kalkışıyorlar. Hümanizmanm bütün emellerini ve kanaatlerini kucaklayan Cuır-huriyet tabiri, ha'kçı olduğu kadar kıralcı tarihimiz n bütün yolların nihayetinde dikilen bu hayal, Gumhuriyet dava mevzuu olmuş ve tehlikeye düşmüş bulunuyor. Bununla beraber, bu tazyik yıllarından sonra ve bu karde-dik yıl'arından sor.ra, Bau-delaiıe in bahsettiği ve hayat ve geleceğin zevki alan »Cumhuriyetin bu sonsuz tadı» nı 2evkle tad.yor ve sanki onu daha da fazla tatmak istiyoruz!
Bu amber kokulu tadı bütün milletlerle birlikte tatmak is* tiyoıuz, ve ıztıraplarımızın en acısı, yalnız bizim gözümüzde değil, t- ransaya itimadı olan milletin gözunue de lekelenmiş Fran-samn yüzünü görmektir. Vatanımızın yok ed.ln ış bütün ha-yaherınuen, alı I ne yazık ki, yolduğunu en derinden duyduğumuz şudur : milletler için evvelce var olanı. Bizim için kaybedilmiş olan bu hayal, daha korkunç bir şekilde milletler için de kaybolmuştu ; onların hayal kırıklığı, bizim hayal kırıklığımız, müsaınana götürmez bir derecede arttırmıştı. Onlar iç n, belki de bı.hassa onlar ıçm bu hayali ihya etmek, elde etmek, takdis etmek istiyoruz. Çünkü onlar bu hayale sevgi ile bağlanmışlardı. Ve bu sevgi o hayalı bizim kendi sevgimizden daha da sağlam bir şekilde' haklı göstermektedir.
Yeniden başka memleketlerin muna,r.rlerıne doğru yüzümüzü döndürmekten, onlarla mü-
düşmanı yere serileli iki yıl oldu, ilk da. beyi yiyen memleket ise hâlâ demir kafes içindedir. Hitler İspanyada, sınırlarımızda hep yaşıyor. Dachau rejimi İspanyada dm madan çalışıyor-Orada insanlar kurşuna diziliyor, insanaıa işkence ediliyor. Fede-rico Carc a Lorca ve Antonio Maclıado'nun cesetlerine yeni bir takım şairlerin daha cesetleri ilâve ediliyor. İspanyol edebiyatı, Ispanyol düşüncesi, İspanyol ruhu hâlâ mahvedilmekte, kökünden kesilmekte, kendini besliyen topraktan ve hayırlı kaynaklarından sökülüp atılmaktadır. Ben derim ki, bu rezalet devam ettiği müddetçe, biz hürriyete kavuşmuş Fransız’ar, ge çekten gönül rahatlığına kavuştuğumuzu iddia edemeyiz.
♦ *
*
Bizi tçyekkuza davet eden sebepler, dostlarım, hadsiz hesapsız ve kuvvetlidir. Bu sebeple bizi birleşmeğe de davet edi
yor. Ve bu dişemizi e.-ı ge'd'ği esaslı toplamamızı ortadan yok îirleşme. bütün en-büyük tehlikenin noktalar üzerinde stiyor. Az kalsın olmağa yüz tutmuş
İr g a tları
Sürüyle yaratılmışız Gencimiz ihtiyarimiz var Daha fazlamız sakat-Saçımızdan tırnağımıza kadar gün yanığı, yağmur ıslağı Derimiz muşambalara benzer, Hep bu yüzden.
Fransa davası ile, tehlikede olan bütün insanın davasıdır ; bütün melekelerde insanı ayıran ve asil yapan insan, aklı ile, aklının müşterek metodlarile, külliye olan iştiyakile, adalet ve hüriyet ilıtiyaciie, içinde yaşıyan ve onu kendi seyyaresini iyi anlamağa ve seyyaresi için iyi bir gelecek hayal etmeğe sürükliyen bütün musikilerde insan.
Muharrirler, iyi bir zanaat sahibiyiz. Kelimeleri doğ.udan doğruya hizmete alalım almayalım, bunları ap açık bir sosyal bir gayede veya daha serbest bir şekilde hasbi işlerde kullanalım, her zamankinden daha iyi biliyoruz ki. kelimelerin nazik ve büyük bir niyet temizliği ve sağlam b r vicdan istiyen bir kul'anılışı vardır. Hiç bir zaman insan olduğumuzu ve insan oğul-larile münasebetimizi unutma malıyız. İnsanca olan her şey insandan gelir. Bu prensipin a-levini ve ışığını elimizde tutaraktır ki, daha fazla Fransız Fransanın, her zamankinden daha fazla dünyaya göstermek istediği ananeye toptan sadık kalacağız.
n Şarkısı
nasebete girişmekten, onları kardeşçe münakaşalara davet etmekten sevinç duyuyoruz. Onların da hepimizin taksim edilemez müşterek bir hazine olan hüriyet e payları vardır. I Mücadeleyi birlikte yürüttük. Bence sizlere hatırlatılması pek lüzumlu oıan bir endişemi buracığa sıkıştudığım için beni mazur görünüz : bu tabloda bazı gölgeler, b.lhassa bir gölge, İspanyayı görüyorum. 1ı »an oğlunun
Avunacak şeyimiz yok
Daha sevinmedik .ömrümüzde
Çekilmedik dertler çekeriz
Allahın her gününde
Katlanmak bizim içinmiş
Elden ne gelir..
Bildiğimizden çetinmiş dünya
Çetinmiş. JL A
Masum mahpuslarız
Kelepçemiz bileğimizde değil de günlümüzde..
Adil TALİP.
HİKAYE
ıııııııınııııiKiımıı
BABAMIZ
Yazan: Valentin KATAYEF
Çeviren : Hulusi ŞERİF
— Uykum var. Üşüyorum.
— Ee e e, ne yapalım. Benim de uykum var. Giyin, mızmızlık etme. Yeter artık, kaşkolünü tak. Başlığını giy.pabuç'arını da.. Yün eldivenlerin nerede ? Uslu dur. Kıpırdama.
Çocuğu giydirince, kadın elinden tuttu, birlikte çıktılar. Çocuğun uyku sersemliği geçmişti. Souktan tir tir titriyor, her adımda sendeliyordu. Mavi, bıız gibi bir sisin arkasında belli belirsiz şafak sökmüştü.
Ana eşarpla çocuğun boynunu sıkı sıkı sardı, yakasını kaldırdı, uykulu, asık suratını öptü — Çocuk dört yaşlarında idi. Camları kırılmış verandalara tırmanan bakir asma dallarından buzlar sarkıyordu : Su-uk sıfırın altında yirmi beş derece idi.
Ağızlarından kalın bir buhar salıverdiler.
— Nereye gidiyoruz, anne ?
- Söyledim sana, gezmeye gidiyoruz.
— Ne diye valizi aldın, peki? Lâzım da ondan. Sus. Kc-nuşına. Ağzını açma, hasta olacaksın. Ne souk yarabbi I Bastığın yere dikkat et, yoksa kayıp düşersin.,
Arabaların girip çıktığı iki kanatlı kapı altında kapıcı sırtında içi kürklü paltosu, önünde önlüğü, göğsünde de. alâme-tile duruyordu. Kad'n hiç bakmadan geçti. Adam hiç bir şey söylemedi, kapıyı kapadı.
Ana ile çocuk sokakta idiler. Kar yağmıyordu. Her tarafı buz, kırağı kaplamıştı. Çıplak, kara, souktan çatırdayan akasyaların altından yürüdüler.
İkisinin de elbiseleri birbirinin aynı idi, içi kürklü aynı pal
— 14 -
to, içi yünlü botlar, kalın yünden eldivenler. Lâkin annenin başında kareli bir örtü, oğlanın ise başlık vardı. Sokakda kimsecikler yoktu. Dört yol ağzına gelince, meydana konmuş bir oparlörün kulakları çınlatan zır-layışı kadının tüylerini diken diken ettti. Sonra, bunun radyodaki sabah neşriyatı olduğunu anladı : Her gün olduğu gibi, bu gün de zurnanın ötüşü, yeni bir günün başladığını haber vererek-ten, musikili homurtusu ile caddeyi dolduruyordu. Oğlan opar-löre doğru başını kaldırdı ■
— Horoz mu, o anne ?
— Evet, yavrum.
— Onun içinde üşümüyormu?
— Üşümez. Uslu dur. önüne bak.
Oparlörün içinde bir şey zırıldadı, kıpırdadı. Bir gencin sesi duayı andıran bir eda ile üç defa şu sözleri tekrarladı ■
“Sabahların’z hayırlı olsun I Sabahlarınız hayırlı olsun !> Sabahlar.nız hayir'ı olsun’ I
Sonra aynı buzlu ve sarıcı ses rumence duayı okudu:
"Göklerde olan babamız, adın mukaddes, saltanatın her yerde hakim, senin iraden ü-erimizde olsun...,,
Caddenin köşesini dönünce kadın dönüp arkasına baktı, ve sanki bu çok yüksek ve dokunaklı ses kendisini takip ed:yor-mıış gibi, daracık bir sckağı hemen bütün uzunluğu,ıca, çocuğu da ardından sürükliyerek koştu. Sonra ses sustu : Dua bitmişti Denizden doğru gelen rüzgâr sokakların donmuş koridorlarında esmekte idi. Tam karşılarında, kanlı bir sis ardından birdenbire meydana çıkıveren bir alman devriyesi bir mangalın başında ısınmakta idi.
Kadın başka sokağa saptı. Çocuk, yünlü küçücük botlarını surüyeıekten,yanında kısa ve hızlı adımlarla yürümekte idi. Yanakları kızarıyordu. Burnunun ucunda donmuş bir damlacık sarkıyordu.
— Anne, şimdi geziyoruz değil mi ?
— Evet.
—• Bu kadar hızlı yürüyerek gezmekten hoşlanmıyorum ben.
— Sabret.
İki kapılı bir avluyu geçtiler, başka bir sokağa çıktılar. Şimdi gün doğmuştu. Mavimsi ve kırağılı sis n ardından penbe, hemen kırılıp dağılıverecek gibi bir şafak süzülüyordu ; öylesine dondurucu bir şefak ki, ham bir ıneyva gibi dişleri kamaştırıyordu. Sokakta bir kaç kişi vardı. Hemen hepsi de aynı istikamette gidiyorlardı. Hepsinin de bir eşya dengi vardı. Bir kısmı bunla-
rı kendi sürdükleri küçük arabalarla taşıyorlardı. Bir kısmı da kızak ayaklarile çıplak kaldırımı kazıyan tepe tepe doldurulmuş kızakları çekmekte idiler:
Bu sabah, insanlar, karıncalar gibi, hepsi de şehirin muhtelif noktalarından gelip aynı yere doğru ağ,r ağır sürükleniyor lardı ,yahudiler, şehrin deniz seviyesindeki en alçak ve kuvvetli kısmında, iskeletleri insana her hangi bir at canbazhanesinin çadırını hatırlatan yanmış neft sarnıçlarına bakın Peresype'deki getoya gitmekte idiler. İki sıra paslanmış tek örğü manii, fare kapanı gibi girilecek bir tek yeri olan bir kaç pis mahalleyi içine almakta idi.
Yahudiler Peresype'e doğru inen sokak'ardan gidiyorlardı. Şimedifer köprülerinin altından
geçiyorlardı. Buz tutmuş ya* ya kaldırımlar üzerinde ayakları kayıyordu, İçlerinde yürümeye takati olmayan bazı ihtiyarlar, bir takım tifolular vardı : Bunları tezkerelerle taşıyorlardı. Bazıları düşüyorlardı : Oldukları yerde, sırtını bir fenerin direğine dayamış, veya bronz çitlere yapışmış bir vaziyette kalıyorlardı. Hiç kimse başını çevirip bakmıyordu bile. Yalnız başlarına, devriyesiz gidiyorlardı. Biliyorlar ki, evde kalanlar kurşuna dizileceklerdir. Evinde Yahudi saklayanlar da ölüm cezasına çarpılırlardı; apartmanın birinde bir Yahudi bulundu mu id', orada oturanların hepsi sıradan geçecekti. Bu yüzden y,alıudiler şehrin mahallelerinden kopup, sarp sokaklar arasından, köpıü altlarından geçip arabalarını ile kaka, sımsıkı sarılmış çocukları ellerinden tutup sürüyerek geto, ya doğru gidiyorlardı. Karıncalar gibi kırağı yağmış e 1er ve ağaçlar arasından, dizi halinde yürüyorlardı. Kapalı kapılar ve sokak kapıları önünden, başında Rumen ve Alman devriyelerinin ısındıkları sıcacık mangalların önünden geçiyorlardı. Askerler bun ara aldırış bile etmiyorlardı: ayaklarını yere vuıuyor, yün eldivenlerde kulaklarını oğuşturu-yorlaıdı.
Souk pek müthişti. Bir şimal şehrinde olsa, son derece sert olurdu. Odesa'da ise, sadece insanın gözünü korkutuyordu : Bu türlü souklar her otuz yılda bir olurdu. Mavimsi ve yeşilimsi bir sis aıasından, güneşin daracık çenberi y^rı parlıyor gibi idi.
Kadın bir ruşu andırıyordu. Çocuk da öyle. Babası kızılordu-da zabitlik eden bir rusdu. Ama bu hiç bir şey ifade etmezdi ki: kadın Yahudi idi. Ana oğul ge-to'ya gitmek mecburiyetinde idiler. Sabahleyin kanın pasaportunu yırtmış, buz tutmuş he'â kuburuna atmıştı. Her şey yatışın-caya kadar şehıin sokaklarında sürtmek kararını vererek dışarı çıkmıştı. Böylelikle işin içinden
Gün Gelecek
Gün gelecek:
Kuşlar neden göç ettiklerini. Deniz ayışığının kadrini bilecek; Başak bire bin verdiğine pişman olmayacak.
Anaların hakkı ödenecek dünyada.
Gün gelecek :
Meyvesini kıskanan ağaç, Hicabından bakamıyacak toprağa Yağmurunu esirgeyen buluttan Hesap sorulacak,
Kahrından çatlayacak kısır tarla.
Celal VARDAR.
sıyrılacağım sanıyordu. Geto'ya gitmek çılgınlıktan başka bir şey değildi, ölüm muhakkak. Kala-ba'ık cadde'erdeı sakınarak çocukla birlikte bütün şehri dolaştı. ilk önceleri çocuğun hiç sesi çıkmadı: Geziyorlar, diye düşünüyordu. Sonra sızlanmaya başladı.
— Anne, neye hiç durmadan hep yürüyoruz ?
— Geziyoruz.
— Bu kadar hızlı yürüyerek gezilmez ki- Yoruldum ben.
— Biraz sabret, biraz sabır yavrum. Ben de yoruldum. Öyle iken hiç şikâyet etmiyorum. Lâ-k'n gerçekten h’zlı, hem de pek hızlı yürüdüğünün o da farkında idî, arkasından kovalayan varmış gibi sanki koşuyor gibi idi. Daha yavaş yürümeği denedi. Çocuk annesine baktı, .tanıyamadı Annesinin çarpılmış ağzını, örtüsünün altından kayan souktan ağarmış saçlarını bebekleri sabit etrafı mosmor - oyuncak hay-van'arda gördüğü gözlere benzer gözlerini görüp korktu. Korkusu-dan ağlamağa başladı.
— Eve dönmek istiyorum, anne pipi yapmak istiyorum.
Almanca, ilânlarla kaplı bir
köşkün arkasına çabucak çocuğu çekti. Anne onun düğmelerini çözer, rüzgârdan muhafaza ederek sıkı sıkı giydirirken, souktan titreyen çocuk ağlamakta devam ediyordu. Sonra, tekrar yürümeğe başladıkları zaman, çocuk karnı acıktığını söyledi. Kadın bir kaymakçı dükkânına daldı, içerde kürklü yün ve yakaları kaldırılmış kaputlara sarınmış iki Romen polisi gördü. Elinde vesikaları yoktu; kendisini tevkif edecekler, Geto’ya götürecekler diye korkdu. Yanlış bir dükkâna girmiş gibi yaptı, birdenbire kapıyı şırak diye kapadı. çocuk ne olduğunu anlamadan kadının arkasından koşuyordu. başka bir kaymakçı dükkânına daldı, içeride kimse yoktu. Yüıeğine su serpilen kadın,bir at nah asılmış olan kapı eşiğinden geçti. Çocuk sımsıkı sarılmış, bir sandalyenin üstüne tünemiş bir halde, pek sevdiği kefiri içti, galetayı çiynedi. Kadın heyecan içinde ne yapacağını düşünüyordu. Hiç bir şey aklına gelmiyordu. Lâkin kaymakçı dükkânında demir bir soba yanıyordu. burada insan pek âlâ ısınabilirdi.
Kaymakçı dükkânının sahib kadın, kendisine lüzumundan fazla bir dikkatle bakıyormuş gibi geldi. Çarçabuk parasını verdi. Kaymakçı kadın pençe eye doğru tasalı tasalı baktı, ve biraz sobanın yanında kalmasını kendisine teklif etti. Hararetten kız mış olan soba gürül gürül yanıyordu. Cidarlarına kıvılcım saçıyordu. Sıcak çocuğu gevşet-mişti. Gözle i kapanmakta idi
Kadın daha fazla acele ettir kaymakçı dükkânının sahibi kadına tekar etti, acele işi olduğunu söyledi. Dükkanda bir saat kadar kalmışlardı. Uyuklayan ve karnı doymuş olan çocuk güçlükle ayakları üzerinde durabiliyordu. Kadın çocuğu omuzlarından tutup sarsdt, yakasını düzeltti, kadın tekrar onu sokağa doğru süıükledi.
(Sonu gelecek sayıda)
■ - 15 -
Tevfik Fikret
İdeolojisi ve felsefesi SABİHA SERTEL
Fiatı 203 krş.
YIĞIN
Fikir dergisi
Okuyunuz ve okutunuz.
ARKADAŞLARIM
Niyaz i
“Tekin değil bu oğlan,, derdi hocalar soğuk davranırlardı mektepte sana.
Ayakyolunda cıgara içtiğin söylenirdi mahalle çocuklarile gezer derlerdi: simit satar, aşık atarmışsın derlerdi Hacettepe'de.
Yoktu kapıcısından başka dostun Musevi Mahallesindeki mektebimizin > yasağa gözyumar alırmış seni birinci dersten sonra İçeri.
Cedvel tahtasının sırtıyla vururdu Ramazan hoca: döver döv-r affederdi seni kerrat cetvelinde İyisin diye.
Murakıbın çocukları da şaşırırdı sekiz kere dokuzun kaç ettiğinde.
Verirdin hesabını tanesi yüz paradan iki solukta yüz simidin.
Gelmediğin de olurdu ara sıra tanesinde on para kalırmış, günde yüz simitten, yirmi beş kuruş, ucuzluk devirde iyi para.
Sonra gelmez oldun bir aralık
baran haberlerin gelirdi kulağıma: “Rakı, şarap ne bulursa içermiş, esrarkeş Ahmet’le birmiş derlerdi arkadaşlar, orta mektep çağında.
“Ana ölmüş, baba ölmüş.,
"ipsiz olm»ş, ayyaş olmuş,"
"geçenlerde hapis olmuş" dediler Demek böyle ha Niyazi.
İbrahim GÖKTÜRK.
Sendikaliznıin Menşeleri
(Devamı İlci sayfadan) ve hürriyet vazifesi kalfalar birlikleri veya «gavot’ lann teşekkül ettiği görülüyor; bunlar bir birlerile mücade'e ediyor, bazan işi kargaşalık çıkarmağa kadar vardırıyorlardı. Sonra, bir Sion-bise'nin evliyalığı altındaki dülgerler birlikleri meydana çıktı.
İşe yatırılan sermâye üzerindeki idareyi elinde tutmak isteyen ustalar tarafından İsrarla takip ve tacizedilen bu topluluklar bilhassa 17 inci asırda küfre saptıklarından dolayı kilise tarafından, bütün 18 inci asır boyunca da kötü işler yaptıklarından dolayı idari makamlar ta rafından mahkûm edilmiştir. Böyle olduğu ha'.de, hiç bir kuvvet bu birliklerin çoğalmasının önüne geçememiştir, kuvvetli bir çok brlikler kurulmuştur. Meselâ, bu arada 18 inci asırda kurulan kâğıtçı kalfaları birliğini sayabiliriz. Lâkin, bu birliklerin faaliyet sahası henüz sınırlanmış bulunuyordu. İşçiler müşterek menfaatleri hakkında iyiden iyiye' aydın bir şuur sahibi değillerdi; meslekî tesanüt hissinden son derece uzaktılar. Bunun en iyi delillerinden biri de, karışık işçi toplulukları arasında bir topluluk olarak bulundukları halde, madenciler kendi aralarında birlikler kurmamışlardı.
GU N
Müessisi Esat Adil Müstecabi.lmtiyaz sahibi,neşriyatı fiüe.n idare eden: Haşan Tanrıkut Yıllığı 10, altı Aylığı530, üç aylığı 2d0 kuruştur. Adrej:P. K. 519 —Nam Basımeri.
A
E N D İ K A
S
4
DÜŞMANLA
-V E----‘--
İŞÇİ TEŞKİLATLANMASINDAKİ ZORLUKLAR, YANLIŞLIKLAR
R I
r
i
k
IfÇİ sınıfının yüksek menfaatlerini memleket realitesine ve inkılâpçı metodlara göre ayarlayınız, teşkilât işlerinde cehalet ve kaprislere yer vermeyiniz .
M ■
ESAT
Çok uzun yıllar bakımsız, dağınık teşkilâtsız ve rehbersiz bir ömür sürmüş olan işçi sınıfı n'hı yet son günlerde kendine gelir gibi oldu. Bir kaç ihtilâlci siyasi partinin iç:hde toplanmağa ve Icadrolaşınaya imkân buldu. Yine kendi öz var-iığı içinden çıkarabildiği bazı rehber kadroların yardımiyle de sendikalalaşma yolunda bir iki adımatabildi.
Bu gayet basit ve diğer demokrat ınemle-ketlerdekilerfne nisbetle son derece mütevad olan kımıldanmalara endişelere, evhamlara, tazyik ve bozgunculuklara yol açtı.
Kanunlarımızdaki hükümlere büyük bir has-
•- sasiyetle, itina ile uymayı bilen sendıracdı^ıbiı tehlike gibi_gfimiA. ve göstermek sevdasına kapılanlar oldu. Bereket versin ki,^çalışma bakanı Şadi İrmağın ınakui beyanatı bu giEısaçmasT
)
i
pan endîşelerin ve yarı resmi çekingenlikle» in artmasına engel oldu. Fakat, bozgunculuk bu se-Jer de başka bir yerden pat’ak verd .
Tam manasile politika dışı ve t le demokratik bir karekter taşıyan ve münhasıran işçi sınıfının meslek birliklerinden ibaret olan sendikaların düzenlenip "gelişmesini zorlaştırmak maksadiyie d.inya üzerinde, hiç benze; i ve
tama rni- /
/örneği olmayan I . _ Vdeınekleri orjaya sürüldü,
vdeınekleri o,rtaya sürjldü.
Hususi maksatlar peşinde ve direktifler altında meydana getirilen bu teşkilât dahi bünye ve karakter itibarile ne olursa olsun, beş on işçiyi bir oraya getirmek, toplamak bakımından aslında inkilâpçı bir hareket sayılmalıdır. Ancak İişçi sınıfını içinden parçalama, işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesini zayıflatıp çürütme temayüllerini belli ettiği andan itibaren bu teşekkülleri aksi inkilâpçı ve atıti demokratik olarak vasıflandırmaya ve işçi arkadaşlarımızı ikaz etmeye mecbur kalacağız.
s Asıl dava, asıl mesele isçilerim izin teşkilatlanma-, sidir, meslek ve emek haklarını kendi kendile.-j-
4 ne koruyabilir bir kuvvet haline gelmesidir. Görünümde pek basit olan bu problem tatbikattaki
bır takım zorluklar ve yanlışlıklar yüzünden kolayca çözülmemektedir. T
İşçi sınıfını meslek birlikleri, yani bütün milletlerin kullandık*arı tabirle, ^send kalar halinde toplamanın ve teşkilatlandırmanın demokratça bir, yoju inkılâpçı b.T metodu vard'r. Bunun dışında bir yol ve metod takip eden erin gayreti işçi sınıfının birleşmesini geciktiımek, teşkilâtlanmasını zor aldırmaktan başka hiç bir işeyaramıya-caktır. Bq beyne.ınilel sendikacılık metodunun (kendi mil.i ve içtimai bünye.nijin^ hususiyetleri fde göz önünde tutulmak sarıjy. e tatbik şekli an-1' ' ş '/le olabilir.
1 jffijjk* lab.rini işçi meslek b ir 1 i itle r i için en uygıın birisim ola.ak kaoul etınekve bunun dışında işçiyi şaş.rtıcı, parçalayıcı isimler altında teşKİlâtlannia hevesinden vazgeçmek:
iürk.yeüeki bütün ış'tıpsal ve isletme su-' i.iİliji, yezoigerindea ayırt edip bu şubeleri kat ı olarak tespit etmek:
Ayni istihsal veya işletme şubesme bağlı (bütün işçi erin m es. ek meaıaatlerinı temsil et-Imez üzere 1 ürk.ye çapında sendikalar kurmaz: llrffeseâ Türkiye mensucat işçileri sendikası, l’ür-I kiye deniz işçileri sendikası gibi) s f}Ay7ıi ıstîhsal Veya işletme şubesinde çalışan | fakat gördüğü”iş bakım.ndan ayrı bir meslek 'züm.esine mensup olan işçileri de bulundukları \ istihsal veya işletme sendikasına bağlamak; (me-I selâ, bir dokuma fabrikasının marangozu veya elektrikçisi, mensucat seııcııkas.na bağlanmalıdır.
X, Ayni istihsal veya işletme mevzuu üze-( i nde işçi toplulukları bulunan vilâyet ve kazala-J rı tıpkı bir s.yasî parti teşkilâtı gibi şubeler \ halinde Türkiye çapındaki bu send^alara bağ-I lamak.
Türkiyenin istihsali ve işletme şubeleri sa-s n n hiç_olm2zşa_yarıs: kadar sendika kurulduktan sonra, bu sendikaların herbirinin, kendi azâsi arasında seçecekleri bilfarz, onar murahhasın müşterek teçeooüs eriyle « fdrziye_Şejdjka _ lar Federasyonu adı altınla biTfedeTasyonmey-
I
I
\
I
dana getirmek, bu federasyonun ana nizamnamesini tesbit ve fedarasyon müteşebbis icra ko-m:tesini seçmek lâzımdır.
^7) Bu sın etle aşağıdan ytı' anya meydana gelmiş olan sendikalar ve sendikda fede asyonunu da ınî-le ti mı
,1.
|e, tay n ed ’ecek asgarî bir müddet içinde her se.ıdi a kend' kon gres ni yapmalı, fe-kong.esi için muıahhas’arını seçmelidir, endika kongre'e ince seçi'rmş o'an murahhasların iştirakiy'e her iki yıldı bir, federasyon ««kong.esi yapılma'ı feda asyonun me.kez icıa komitesi seçi'melidir.
Iş’n ancak bu demokratik metodladır ki işçi sınıfı hakikî ananasiyle birleşmiş ve teşki’ât'an-mış sayılabilir.
Esasen federasyon kurulduktan soma bunun dışında kalan veya kalmak ist yen diğer işçi te-şekkü leri hiçbir ıj.na ifade ermedikle ini kenci ke..d e ne anlayacaklar ve. federasyona, bağ.ac. nacağadır. _
Hatala ın ve yan ıklık arm neresinden dönü-lüıse işçi smıiı ıehiı.e ge e bir kazanç teşkil edeceği au.ünu.me.i mek.e ıs.aı edı nıe.netidir.
[ bu seoeple .
xl) lxçı send İd
{da ti.rlı .ier, ue.nek e. ler kurulması suıetiyle teş-ki.ât.anmayı, bi,,e,meyi zoılaştıncı, i,çi saflarını paıçalay.Cı na..ex.e,le.üen vazgeç lmelıd.r.
ı epeuen mme federasyon ar kurmak hevesinden feragat emline.idır. ÇünkıF bir teda.asyon ancak ruık.ye çapında mustak.l ıst.hsal veya iş-.ecuıe senu.kalarının demok. a,.k mer..eziyetçı bir metodla meyua.ıa getı.eoı ecek er. bir teşekauldur. Ortada ta.u kadrolu sen Jmalar yokken teoeras-v yun ».enuıııg.nuen vucut bulamaz.
* 3) rurkyeue b.r tex ıeuerasyon kuru abılir.
ve yanlış yol üze.ınde yürü-
alarma karşı, başka adlar altın-
9
(Milli ve s.yası ııuuutlar içinde bir çok teueıas-yonlaruau muıe.ekaıl dır^^kjr rı^f e^d^ejjı~sj y an ‘ tMjiyvu.u çöz gy P ve'^gıTmnçSıIuTrCun^îrko^x federasyon a. ancak oev.eı e.
mansusıur. He. mtl.etin bir te.( se.ıuıkaLr ıeue-rasyoııu varan. Bu mı.lı senuıka ar federasyonla! inin tft.rak.yle de dünya çapında bir ( Dünya işçi federasyonu» kuru muttur.
^4) Aynı istihsal şubesi üze.inde her -vilayette- musıak.l b.r senu.ka ku, mak usufu oe yal-nış ve za. arlıdır, çun.cu bu suretle send katarın sayısı her vilâyette yum yi. bütün lürk.yeue de bini a,ar. ,
Bir taı aftan ayni istihsal veya—işletip şubesi, adına kurutmuş edan vilâyet sendikala]a.| aras.nda lurk.ye çapında b.r.ık meydana getirmek, dıge. ta anan aynı vilâyette, muhtelif is-t.fasa. ve işleımç..şube.eri adına kurulmuş o an sen nka ar araş n-a vilâyet çap n^a birlik mey î dana getıımek lazım gelir kı, bu derece çapra-
a ası teşkilata
şıklık içinde teşkilâtlanmaya kalkmak biraz da abes ile uğraşmak olur.
Çapı aşıklık bu kadarle da kalmıyor. Ayni istihsal şubesi adına her vilâyette ayrı ayrı ku. utmuş olan müstakil sendikalar birleşince bir federasyon meydana gelmiş oluyor. Bunun adı meselâ Türkiye mensucat sendikaları federasyonu olacak. Bu birinci fe le-asyon. Diğer ta aftan gene her vilâyette ayrı ayrı istihsal şv. beleri a.ıına kurulmuş olan send kalar da vilâyet çapında aralarında bir birlik meydana getirecekle.-. Bunun adı da olsa olsa, çeşitli sendikalar federasyonu, olur. Bu da ikinci federasyon. Vilâyet çapındaki, çeşitli vilâyet sendikaları federasyonu de, Türkiye çapındaki, ayni ishhsal şubesinin v.lâyet sendikaları fede.asyonu şüphesiz ki birleşip bir Türkiye konfederasyonu meydana gelmiş olacak. Bu^arap _saçı_ bu kadarla kalmıyacak ; Türkiye işçilerinin bu acibü.acaıp fede. asyonları ve konfederasyonu, acaba dünya sendikalar federasyonuna karşı nasıl bir tavır takınacak ? Yoksa şöyle mi konuşu'acak : biz fede.asyonlar konfederasyonuyuz, sen ise alelade bir federasyonsun, gel bize bağlan I
Görülüyor ki aziz dostlarım, kestirme, inki-/İâpçı, demokratik yol ve metottan bir defa uzak-liaştık mı yandığımız gündür I Bununla beraber, yi niyetli olduklarından asla şüphe etmediğim,
ya nız metod seçmekteki hataları aşikâr olan e .kdâtçdara karşı bu mevzuda söyleyeceğim sçn
İşçi sınıfının yüksek menfaatlerini memle- . /ket realitesine ve ın.cilâpçı me.todlara göıe ayar-I layın-z. Teşkilât işlerinde ceııalet ve kaprislere j y er vermey.niz 1
Harp ve insanlık
Karım Mübahât Baysal’a Garip şey, hiç bir eksikleri yok, Dell olur insan, deli olur...
Bez tıkalı matıraiarı yanlarında. Su dolu postalları ayaklarında, Çantalarında tuzsuz peksimetleri, Artık karınları tok, Artık yemeseler do olur,.
Yalnız gözleri koskocaman açık, Birinin ayağı havada,
Öbürünün başı altında kolu, Yüreciklerl hâlâ sıcacık,
Yüreclkleri avuçla kurşun dolu. Elleri yapışık tüfeklerine, Sımsıkı kapalı ağızları,
Şaşılacak şey...
İnsan İnanmıyor Öldüklerine.
Ne yüzlerlndo bir damla kan.
Ne toprakta kan...
Dostlar başına böyle ölüm, Aldıkları can, verdlkleıi can,
Faik BAYSAL.
t
Tarihin Kaydettiği En Eski Grev
Yazan: Imre Syomai
İskenderiye ile Kahire arasındaki 25 kilometrelik saha üzerinde göz alabildiğine yejil tarlalar uzanır. Yakıcı güneş, pamuk tarlalarını okşar, ve bu son suz meselelerde yer yer kül rengi lekeler görünür: Kil ve manda tersile yapı’mış. kap'sız pen-ceres'Z, bîr delikten içerisine girilen Fel'ah kulubecikleri.
Mahsu’ vermekten vorulmıyan bu toprak, Sudan taraflar-nd’n kara ve bereketli bir ba'çık getiren Nil’in besled'ği bin'ece kanalla sulanmaktadır. Burada her-ey. toprak, hayvanlar, in-kanalla sulanmaktadır. Burada her şev toprak havyanlar, insanlar, bere’ etl'dir. Yılda dö-t defaya kadar mahsul a’mtr, hayvanlar akı’lara havret ve ecek bir intizam dahil'nde çoğalır, yeni doğmuş çocuklarını emziren Fel-lah kadınlan bir yeııis'ne gebe-dir’er C°k zaman bu kadınların gürbüz kollar'nda iki yavrucuğu taşıdıkları görü’ür. peşler’ne de, bağrıca-ak uzun s:yah eteklerine tutunan iri’i ufaklı bir sürü çocuk takılmıştır. Su taşımak üzere bas’ar'na aldıkları kocaman ceren’n ağırlığı altmda dimdiktir, boyunları gergindir.
Fellâh erkeği'e kadını, beş bin yıl önce yapılmış ve simdi Londra, Paris, Kahire müzelerin de uyuk’uyan kabartma heykellerden dipdiri havata atılmışlardır sanırsınız On’arın herzeyi, âdet'eri, a’ışkan'ıklan, çalışma usulleri, Firavunlar zamanındaki nin hâlâ değişmez bir şekilde tıpkı bakısıdır: ölmek istemiyen bir geçmişin ebedî şahitleridir. Bunların beş bin yıl önceki ced-leri ayni kara sapanla toprağı sürer, ayni isteksiz adımlarla mandaların pe;ine gide-, kendi nesillerinden gelenlerin d'nı bir taassupla muhafaza ettiği ayni usul'ere göre tarlalarını Buluyorlardı.
Firavunlar zamanındaki Fellâh paşalar 've beyler zaman-n-daki gipi her zaman açtı Çocukların gözlerini o zaman bugün olduğu gibi sinek sürfeleri yer' di. Fellâh bugün iç-nde ka-'s-n-n çamaşır yıkad'ğ’ veva ölmüş hay-van’arı attığı NTin san suvunu hıfzıssıhhaya karsı avni kayıts-z’ lıkla içmekte devam eder Hayatında h’çb'r esaslı değişiklik o’-madan be( bin vıl geçmişt’r. Avni endi-e'er, ayni ıztıranlar. avni İçtimaî değişmez mese’e'eri özü de top'am-ş-tır.
Mısır arkoloüsinden anbvan birile Kah:re mü-e’îni ge’ecek olursan'z, Ramses sü'â'es- dev-i-ne ait o’up. umumiyetle i-ten an-lıvan’ara gösterilmiven bir papi" ros be’ki size gösterilir.
Bu yazmada bir kâtip bu gün paşa’arın ve bevlerin köleleri bu Fell’h'a-ın cedleri o'an Fravun köleleri arasında kendi zamanında patlak verm;s bir grevin hikâyesni kaydetmiştir.
Ansızın sokağın başında büvük bir gürü’tü kopuyor, ka’abal'k gözüküyor: Vücudü balç'ğa ve harca bulanmış. Orta’sında te’â-şa dü-müs ve acınacak bir vaziyetteki üç dört kâtibi sü-ük'ive-rekten bağıran haykıran yüzle-ce adam ortaya çık-yor. Bunlar Mut mabedi in aatında çalı-an duvarcılar olup grev yapmışlardır, ve şehrin vaFsi ve kiralın islerine bakan umum müdürü Psa u'ya şikâyetlerini bildirmek iç:n koşuyorlar. Bu ufak tefek kargaşalıklar az görülen şevle-den değildir, hepsinin de sebebi sefalet ve açlıktır. Herkes bi liyor ki. en iyi ücret, umumiyetle re-'s'erin her ayın birinde ve ertesi ayın birine kadar yetecek
miktarda dağıttıkları buğdaydan Hint da-ısından iba-et zahire ta-y'n'ne dayanır. He-kese ver-'len mik ar, çok idare'i ku'lanıldığ* takdirde şüphesiz ki yetecek derecededir, son derece yo ucu bir_ ça''~madan sonra evine dönmüş ve öğleye doğru ancak çamurlu suda ıslatı’mış iki galeta yemiş kimselere idare’i yemen:n laf nı bir edin bakalım. Avın ilk gü°' lerinde aile'e-, yiyece'-leri idare'1 l'u’lanmsğa ba’ madan bol bol yer içer, ayın orta’arına doğru pay'a azahr, ve «i’-âvet. vırıltı ba-'ar. son hafta içinde açlık kendini gösterir bunuu i« ürerinde de tes’ri görü'ür. Şant-'veler-de ' ât’p'erin resmi ce‘vel’e-:ne veva sadece ame'e ba la ’n n defterlerine bas vurulacak olursa* her avın sonunda tekra"’»nan irs'zl-kler'n ve bazan da ac'ık ve 'şç’le":n takatsizliği yü’ünden patl ık ve-miş grevlerin bu cet-velle-de kavdedi'diği gö-ü’ür.
Avın onuncu günü Mut ma bed-nde calıstır-hn ve viveceği içeceği kalmam’.-’ duva-c’lar büyük b-'r t-a'abalı'- ha'inde şantiyeden çıkmı-dar ve ’l’ üncüTut-mozis mabedi a-kasına gid’p o-turmurlardır. ve dur-na-fan: (Biz açız, ay sonuna k’dar daha on sek’’ gün «ad' divo-la-dt. Al-dık!a-ı iic-e* yet-'cek k’da- deg’l ın-vdjS l'-çl’erin lâf-na bakılırsa, kârinter taymî bozu’- ö’çü ile ta-tiD V'-rm-ş’er, ve h’-sizlik ederek zeng’n olmuşlardı: Beri taraftan kât'p’e-' bu lânetleme reyta-dan gelecek gün'eri dü-sünmemek'e ith«m ed:vor, ve tayin'eri a'ır alma- har vurup ha-man savu-du'-larını iddia edi-vo-'ar. Kât'ole- de dnvarcıla-da kend le -i-e göe hakl'dr la", bunda şaşı’acak bir sey yok. Gayri memnunlar işi bıra'-ır bırakmaz, isleri ida-e eden müdür, yanında bir polis'memuru clduğu halde (Devamı 16 da)
Yunan Sendikalarının Mücadelesi
Yunan İş Konfederasyonu sekreteri KOSTOS THEOS’un beyanatından:
ajr(»WMWU- .fMWWrnııavs&-.ww«*
31 mart seçîtn'erinden sonra Yunan Sendikaları ile irtica arasındaki mücadele yeni bir safhaya girdi. Kra’cılar artık iktidar el’erine geçtiğinden demokratik hareketi ezebilecek'erııi zannetmek ed’r'er. Hudutsuz bir polis diktatörlüğü kurmak hususundaki plânlarında muvaffak olmak için hür sendika hareketini yok etmek niyetindedirler.
Demokrat Yunan Sendikaları, kralcıların öncülüğünü yap-tık’arı mürteci gurupların daima zulmu alt’nda idi. Fakat miirfe-cilen'n hücumları ş:ddetlend"kçe, sendikaların, işçi sınıfının birliği» işçiler için daha iyi is ve hayat şartları ve demokratik hak’«n uğrundaki mücadelesi de okadar şiddetlenmekte idi. Bu gün de ayni mürteci ve kıraççı gurupların sendikalara karşı çok şiddetli bir hücumu karsısında bulunuyoruz. Her gün birçok sendika-list katledilmektedir. Bir gün içinde üç. beş batta on katil vakası olmaktadır.
Yunanistanın bugünkü vaziyeti mürteci guruplar tarafından, bütün Yunan demokrasisine ve bilhassa “Genel iş konfederasyonu,, etrafında top’anan demokrat sendikalara karşı giriştikleri tek taraflı bir dahilî lıar:;/ manzarası göstermektedir. / /kın zamana kadar Yunanistanda, patrona sebepsiz olarak işçisini işten çıkarmayı men'eden bir kanun meriyette idi. İş verenler, bu kanunu ekseriya kitaba uyduruyorlar, fakat nede olsa, bu kanun onların keyfi hareketlerini az çok tahdit ediyordu. Kıralct-lar bu kanunu kaldırmaya karar verdiler. Ve bu kanunun, Yuııa-nistanın ekonomik kalkınmasına engel olduğunu ileri süren Ingi
liz eksperleri tarafından destek’ (endiler.
Nihayet kanun kaldırıldı : ve derhal bunun akabinde başta sendika üyeleri olmak üzere işçilere küt'e halinde yol verme'er başladı. Hemen bütün sendikaların fabrika komiteleri üyeleri işten çıkarıldı.
Başka bir misal : Bu senenin başında ücretlerin arttırılması uğrunda grevler çoğalmaktaydı. Patronlar hükümetten grevlere karşı tedbir almasını istiyorlardı. İş meseleleriyle vazifeli Ingiliz ateşesi M. Hail bize müracaat ederek, gıeylerc spn verilmesini temin etmemizi istedi.
— Yunanistan, diyordu, bu gün güçlükle sahile erişmiş kuvveti tükenmiş bir kazazedeye benziyor. Uz.mı bir tedaviye muhtaçtır. Yunanistanm tedavisi için hazırlanıl inakta ve k -Ikınma plânlan yapı'ınaktadır. Londıaya malûmat vereceğim,bu plânların tahakkukuna yardım mı edeceksiniz, yoksa grevleriniz'e buna engel mi olacnks-mr, bilmem lâzım.
Kendisine cevap verdik : [
-- "işçiler açtır, aldıkları ücret günde yarım kilo patates almaya bile kâfi değildir, isteklerinde haklıdırlar. Ve zaten işçilerden artık grev yapmamaların’ ■İstesek de bizi dinlenıiyecekler-cür. —■
M. Halı :. A
— grevler, işçi sınıfının vaziyetini ıslah değil daha ziyade fenalaştıracaktır. Grevleri des-
T. S. P. Yayınları
İkinci Broşür
Devlet ve Ihtilâl
ETİEENNE FAJON
tekleyerek yabancılara Yunan Sendikaları hakkında kötü bir fikir veriyorsunuz, dedi ve ilâve etti :
— Ve eğer işçiler sizin tavsiyelerinizi dinlemiyorlarsa, sizi takibetmiyorlar demektir.
Bunun üzerine kendisine, geçenlerde Ingilterede de kırk bin dok amelesinin yaptığı grevi durdurmak için sendika liderlerinin boş yere çalıştıklarını hatırlatmak mecburiyetinde kaldık.
İşte Yunan Sendikaları bu güç şartlar içinde çalışmak mecburiyetinde bu’unuvorlar. Bugün bizim ilk vazifemiz, kıralcı ve : faşist irticaa karşı işçilerin de- ’ mokratik hakları için savaşmak- £ tır. Bundan daha az ciddi olma-| yan diğer bir dava da işçilerin , ücretlerini arttırmak ve hayat seviyelerini yükseltmek için mücadeledir. Yunanistanın emekçi sınıflan, gittikçe ağırlaşan hayat şartları içinde yaşamaktadır. i
Hükümet ücretlerin hududunu tespit etmiştir. Fakat hayat gittikçe pahahlaşmaktadır. işçinin alım kabiliyeti 1945 senesin-Ldekinden d,- a«ağı düşmüştür." " .
işçilerin yansından fazlası işsizdir. i
Fakat bütün güçlüklere rağmen Yunan Sendikaları mücadeleden yılınamaktadır. işçilerin haklan için, mücadele etmekte, irticaa karşı, Faşist diktatörlüğün Yunanistanda kök salmaması için savaşmaktadırlar. "Genel iş federasyonumuzun" “dünya sendikaları" birliğine kabul edilmesi, muvaffakiyet inancımızı kuvvetlendirmektedir.
Biliyoruz ki bütün memleketlerin milyonlarca teşkilâtlı işçisi demokratik hak ve hürriyetlerimiz uğrundaki haklı kavgamızı sempati ile lakibetmektedirler.
6 —
YENİ VAHŞETE ACIT
Baraj ateşlerinin durdurduğu İnsanlar Tam öğle vakti geri döndüler
Yorgunluktan bitmiş, hırstan çıldırmış
Tam öğle vakti geri döndüler
Kadınlar yükleri altında İki büklüm Erkekler lânete uğramış insanlar gibi
Kadınlar yükleri altında iki büklüm Ve kaybolmuş oyuncakları için ağlayan
Çocukların gözleri İri iri açılıyordu
Ve kaybolmuş oyuncakları için ağlayan Çocuklar anlamadan bakıyordu İyi müdafaa edilmlyen ufuklarına
Çocuklar anlamadan bakıyordu Dörtyol ağzındaki makineli tüfeğe Ve kül olmuş büyük bakkaliyeye
Dörtvol ağzındaki makinelitüfeğe
Askerler alçak sesle konuşuyordu
Bir avluda bir albay vardı
Asrerler alçak sesle konuşuyordu
Yaralı ve ölülerini sayıyorlardı
Okulun bir sınıfında
Yaralı ve ölülerini sayıyorlardı
Sözlüleıi ne diyecekti
Ey sevgilim ey ruhumun İşkencesi
Sözlüleri ne diyecekti
Ölüler fotoğrafları ile uyuyordu
Gökler öten kırlangıçlardan sonra yine yaşıyordu
Ölüler fotoğrafları İle uyuyordu
Yelken bezi sedyeler üzerinde
Onları birazdan gömeceklerdi
Yelken bezi sedyeler üzerinde Delikanlıları taşıyorlardı. Karınları kırmızı derileri boz renkte
Delikanlıları taşıyorlardı
Ama kim bilir bir işe yarar mı
Ölecekler bırakın onları çavuş
Ama kim bilir bir işe yarar mı Salnt-Omer’e de varsalar Lâf aramızda ne bulacaklar
Salnt-Omer’e de varsalar
Düşmanı bulacaklar
Tankları bizi denizden ayırıyor
Düşmanı bulacaklar
Abbeville’i aldıkları söyleniyor Tanrı günahlarımızı affetsin
Abbeville’i aldıkları söyleniyor
İşte böyle konuşuyordu topçular
Gelen geçen sivillere bakarak
İşte böyle konuşuyordu topçular
Boyanmış gölgeler gibi
Gözleri burada kafaları başka yerde
Boyanmış gölgeler gibi
Onları birdenbire gören bir yolcu Şikâyetlerine vahşice güldü
Onları birdenbire gören’ bir yolcu
Madenler kadar karaydı
Hayat kadar karaydı
Madenler kadar karaydı
Evine dönen bu dev
Mericourt veya Sailaumines’e
Evine dönen bu dev
Onlara bağırdı ne dönüyoruz.
□ zerimize bombalar veya yağmur vağsa bile
Onlara bağırdı bize ne dönüyoruz
Ev'mizde gebermek bin kat daha iyi
Karnımıza bir veya iki kurşun yiyerek
Evlmlzd» gebermek bin kat daha İyi
Yabancı topraklara gitmektense, Yaşadığımız verde ölmek daha iyi
Yabancı topraklara gitmektense
Geri dönüyoruz geri donuyoruz
Kalbimiz kederli işkembemiz boş
Geri dönüyoruz geri dönüyoruz Gözyaşı dökmeden ümitsiz silâhsız Gitmek istiyorduk fakat hayli
Gözyaşı dökmeden ümitsiz silâhsız Orada rahat rahat yaşıyanlar □ zerimize jandarmalarını saldırdılar
Orada rahat rahat yaşıyanlar Bizi yine bombalar altına yolladılar Bize geçmek yasak dediler
Bizi yine bombalar altına yolladılar Na yapalım yine buraya dönüyoruz Mezarlarımızı kazmağa lüzum yok
Ne yapalım yine buraya dönüyoruz
Çocuklarımız karılarımız! ı Teşekkür etmeğe lüzum y°k
Ama çocukları karılarıyla Maceralar peşinden koşan Saint-Christophe'lar Alevlere doğru yürüdüler
Maceralar peşinde koşan Saint-Christophe’lar O devler kİ belirdiler
Ellerinde bir tek.sopa bile tutmadan
O devler ki belirdiler
Hiddetin beyaz gökleri üzerinde
A R A 6 O N
Çeviren
EDİP KÖKNEL
SUAT TAŞER
NUH NACİ OZMEN
Umut
Paydostan Sonra
Yaşamak ummaktır. Yeşil yapraklar umar şu beli bükülmüş ağaç, yelkenler rüzgâr umar bir kız tanırım, sarışın sevgilisini esmer umar.
Aç karnına İstiklâl umar
Bombay’lı amele, Cava'lı topraksız. Hamburg’lu ana ekmek umar, Paris'i! çocuk intikam ben sulh umarım
Ramazan oğlu Recep
kışlanın duvarına vermiş sırtını memleketten mektup umar ve her talim dönüşünde, her nöbete çıkışında tezkere umar.
Ummaktır yaşamak.
Çık bu saatte evinden kilitle odanın ve kalbinin kapılarını, keder sent evde bulmasın, pişmanlık geri dönsün kapından. Vehlm'erinl azat et: soyun hatıralarından, tazelensin adımlarındaki kuvvet doğacak günü yolda karşıla: yeni umutlarla başlar yeni gün; tahammül umuttan doğar.
Zaman bizim dostumuzdur, unutma en az Hürriyet kadar.
Ummakiır yaşamak, ibret al. ders al geceden çevir başını gökyüzüne yıldızlara bak
Güneşli sabahların umududur yıldızlar.
Bir vedâlık hükmü var hayatın, ölümün vakti saati sorulmaz. Serçe kuşu gibidir umut, dal yorulur, serçe yorulmaz.
Ben bu şehrin
Bu büyük bayram şehrinin
Bayramsa çocuğu
Selâm yollamak istedim bu sabah
Dostlara:
Selâm, önce,
Köprüde kürdan satan kardeş!
Selâm, beraber gazete sattığım çocukla.1 Selâm, size O Tahmil - Tahliys şehrinin Sabır yüklü İşçileri!
Selâm bu ıstanbul şehrinden
Lymasol kasabasına!
Bütün limanlardaki hamallara
Seferde olan, olmıyan
Bütün gemicilere selâm...
Kara toprakla İç İçe girmiş ırgat
Zengin kapılarında
Elleri nasırlaşmış çamaşırcı kadın
Ve mutfak penceresinden
Baharı seyreden kızlar
Selâm hepinize.
Şimdi yer yüzünde
Ayni şarkılar söylenmektedir
Şehir şehir, memleket memleket.
Şimdi mavi, masmavi gök üzerinden Bulutlar göç etmektedir..
Şimdi demir almadan önce gemiler Yelkenlerini takmadan önce
Selâm yollamada gemiciler birbirlerine Ve güneş dolu denizlere
Mendil sallamada kıyıdan
İşçi kadınlar..
Şimdi
Ajans bahisleri bile edilmiyor kahvelerde
Şimdi bayram için
Bayram İçin beklemektedir Bayramsa çocuklar
Selâm bütün dostlara aramızda olan olmıyan Selâm size bu bayram dünyasının
Bayramsız İnsanları! •
Fransa’nın Ananelerine Sadık Kalanlar
,| E A N C A S S O U
“1866 da Milletlerarası sergi tarafından hazırlanan «Paris rehberi» a.ili kitabın başına alınan «Dünyaya sulh ilânı» yazısında, Victor Hvgo yirminci asırda ital-yan'arla Almanlar arasında. Ruslarla lngi'izler arasında, bir vakitler Pikardiyalılarla Burgı’nyon-ları birbirlerine düşüren harp kadar akla gelmedik bir harp olacaktır, demişti.»
Büyük babanın kehâneti henüz gerçekleşmedi. Onun görüşü, bizim nesillerimizin man-a-larla dolu zavallı yürüyüşünde göremiyeceği kadar derinliklere nüfuz edebiliyor. Bizim daha çok yürümemiz lâzım. Lâkin iimidle-riıniz gelecek realite ile, onun ışığile ve vuzuhile beslenmeğe inadçı bir ısrarla devam efece1-., Sulh olacaktır.
Biz sulh için böyle bir harbi yaptız. Çünkü, her zamankinden fazla biliyor ve anlıyoruz ki, çoğu zaman o, .kanla kazanılır. Ne fikir mücadelesi mey* danında, ne de et mücadeleler1 meydanında hasmın rızasile elde edilir. Muharrirler, biliyoruz k1 söz mukavemettir, I sulhun sıkı sıkı sarılıp tutunacağı köşeleri olan polemik bir kuvvettir. Biliyoruz ki, her ifade bir başla ifadenin yerini tutamaz. İfademiz içinde kendimizi topladığımız zamandır ki, zihin selâmetini, bu yüksek kıymeti buluyoruz. Sulhun katiyen tevekkül ve hizmetle müteradif olmadığı — yüz kızartıcı bir sulh ki, huzuru değil, alçaklığın bütün endişelerini ve hasta şuurun durmadan kendi ii-zerine dönünüşü doğurur — büyük dünya meselelerinde de böy-
t) Bu konferansın metni beş temmuz 1946 tarihli ve yüz on beş sayılı Les Lettres françaises mecmuasında çıkmıştır.
• • •
Geçen sayımızda Fransanın belli başlı entelektüellerinin teşebbüsü ile "Sulh emrlr.de Fransız düşüncesi., adıyla kurulan birlik hakkında malumat, vermiştik. Bu sayımızda bu birliğin açılış toplantısında verilmiş olan söylevlerden Fransız mukavamet hareketi kahramanı "Jeaıı Cassou" nun nutkunun tercümesini veriyoruz.
• • © • •
ledir. Dünya meselesinde huzur, ancak saçmaya, insanca olmayana ve hayvani olana karşı top yekûn harple var olabilir.
Bu mücadele içinde, tarihimizin en karışık ve bunaltıcı an-(arındadır ki, bütün milletlerce birlikte kendilerini de tazyir e-dilmiş hisseden bazı muharrir'e.-birleşmek istediler ve bugün bizi burada me^gııl eden toplanmanın ilk tas'ağını ortaya attılar. Bazıları davete gelemediler, ve onların gölgeleri aramızda oturmaktadır ; yalnız Jacpues Decur. Georges Politzer gibi Fransız muharrirleri Birliğini ilk kuranların gölge'eri deği‘» mazi vahşetinin kurbant olarak ölen bütün muharrirlerin ve asker olarak katıldıkları geçici muharebe ve ayaklanmada seve seve kanlarını döken bütün muharrirlerin gölgeleri. Onların kanı, en büyük dava ve en yüksek vazife şuuru içinde doğan bir dostluğu perçinlemektedir.
Framız muharrirleri vasfı, ne sadece bir medenî hal unvanı, ne de hatioçe demeçlere bir vesiledir. Bu, hafızalarımızda daima hazır ve nazır, dünyanın her hangi bir vatanındakinden daha manalı millî bir cemaate
aid oluşun tanınması ve hatırlanmasıdır ; çünkü, bu cemaatle şumullıı bir takım şeylere delâlet eder, ve bu vatan, kâinatın en büyük hatası yüzünden yenilmişti, en kötüsü de inkâr edilmişti. Az kalsın mahvolacaktı. Bilhassa o büyük ihanet şu idi : Fransız hakikatini düşünerek ve sistematik bir şekilde değiştirmek ve bu hakikatle alav etmek. Memleketimiz bu yüksek acıyı sonuna kadar tattı, ve hepsinin acısı olan o işkenceye katlanmağa mecbur oldu. Lâkin yokluğa karşı bütün kuvvetlerde dayandı, ve bu davanmada hayat mukavelesine ve yaşamak irade-ine bağlanmış gibi duruyoruz. Bundan böyle, artık tesadüfen yasamıyoruz, çünkü nefes alma cihazlarımız, biz onları düşünmeden de çalışmaktadır. Çünkü, her san'yede yaşamak istiyoruz, bizde hayat şuur ve irade olmuştur ; çiğnenemiyecek bir kuv ■ vetin tazyiki altında, küçük ve son derece çılgın da olsa, her dayanma faaliyetinin, eninde sonunda ruhtan başka bir şey olmayan mümkün bütün enerjisin bir noktada topladığı zaman da böyle idi.
Pek güçlükle nefes alan bu ruhi realite etrafında ölü ve diri, bilhassa tehdit altında olan, daha o zaman a'nında ölümün damgasını taşıyan Fransa muharrirleri, belki sadece isimce o(an farkları silip, asit mühim olan esaslıyı, nıüşteıek esasi1 şeyi içimizden hiç birimiz unutamazız. gözden uzak tutamay.z. O her birimizde, hepimizde mevcutlu,'. Gaddarcasına karartılmış, tam ve aydm şuuruna sahip olduğumuz Fransanın da bir tari-fidiri bu. Fransız sicilinin şu gö
(Devamı 12 inci sahifede)
— 9 —
Sendika I izmin Menşeleri
OnUçüncU asırdan Franzız İhtilâline kadar
Esnaf teşekkülleri rejimi - . bilhassa XIII üncü asırdan itibaren inkişaf eden esnaf teşkilâtı rejimi gerçekte sinesinde iki rejimi besler ; birincisi 16 mcı asra kadar hakim olan, İkincisi ise birincisinin karikatürü olup, Fransız ihtilâli arifesine kadar yaşayanıdır. 14, 15 ve 16 inci asır-
larda esnaf teşkilâtı müsavatcı ve demokratik bir müesse: 17 ve lö inci asırlarda ise, oligarşik ve kapitalist bir müessesedir) . İşçi faaliyetlerinin her iki devrede başka başka şekiller altın" da ve farklı karakterlerle kendini belli ettiğini düşünecek oluısak bu hali pek tabiî buluruz.
Doğuştaki karakterlerile, türlü suiistmallerle henüz bozulmamış halile ifk esnaf teşkilâtı şekli 16 inci as'rdan sonra yaşamamıştır Teknik, iktisadi ve içtimai üçüzlü nizamiyle bu esnaf teşkilâtı kuvvetli bir terakki amilidir, ilk zamanlarda alemşümul iyi bir şöhreti vardı, ve asırlar boyunca Fransız mamulleri teşkilâtın bu iyrşöhretinden faydalanmıştır. Hukuki bakımdan teşkilâtta üst olmak hakkı herkese açıktır; bu sayede çıraklar ve kalfalar içinde bulundukları şartlardan daha iyisine ulaşmak İmkânını buluyorlardı.
1) 16 inci asra kadar müsavata dayanan demokratik bir rejim bahis mevzuu idi; çünkü esnaf teşkilâtının azası ıılsbî müsavata (pares) dayanan şartlar içinde bulunuyor, müesesenin çalışmasına iştirak edebiliyorlardı. Sonra'arı esnaf teşkilâtı eskisine zıt karekterler göstermeğe başladı, oligarşik ve kabita-list oldu; çünkü, teşkilât içinde ustalardan mürekkep az sayıda insanın hakimiyeti üzerine daya-nanan bir mertebeler silsilesi
YAZAN:
{ ANDRE MARCHAL }
meydana çıktı, ve mertebeler silsilesinde aşağı derecede kalmağa mahkum kalfalar ve çıraklar üzerinde ustaların nüfuzu gittikçe arttı.
Muayyen bir staj devresini geçirdikten, ve ustasından izin aldıktan sonra çırak önce kalfa, sonra da usta oluyor. Esnaf teşkilâtı me-tebeler silsilesinde yük-se’mek ümidini herkes beslemektedir.
Esnaf teşkilâtı içinde ne sermaye ile emeğin avrılması, ne farklı İçtimaî sınıflar, ne de sınıf şuuru vardır-
Onun için değil midir k>, teşekkül eden topluluklarda hiç bir suretle meslekî bir karekter yoktur. Bu günkü sendikaların bariz vasfını teşkil eden mücadele zihniyeti de bunlarda mevcut değildir.
17 inci asırda meydana çıkan confreri’ler, dini ve hayır sever karekter taşıyan bir takım cemiyetlerdir. Umumiyetle aynı bir sanaatin patronlarile işçilerini bir araya toplarlar, burada patronlarla işçileri birbirlerine bağlayan şey ibadettir. Toplanma yerleri, teşkilâtlarının pr:n-doya evliyasının adını taşıyan küçük kilisedir. Gelir kaynakları azalarının verdikleri aidattan ibarettir; bu paralar ayinler için, • bayram günlerinde dinî merasimler tertip etmek için, ölen azalarının gömme merasimlerine sarf etmek için, aralarında hasta ve parasız olanlara yardımlarda bu-luumak için kullanılırlar.
Söylemeye hacet yok, dinî
karakter taşıyan bu tezahür'erin bazan çabucak işret ve sefahat sahnelerine inkılâp eden içki sofraları haline geldiği de o'ur. öyle an’aşıhyor ki, confre-ri'ler tarafından toplanan paganın ziyafetler tertibi suretile israf edilmesinin önüne geçmek maksadile, kıal tarafından bu müesseselere bir takım yasaklar kabul ettirildiği olmuştur. Bazı confrerilerin nizamname’eri bize bu şeyi anlatmaktadır: Bu müesseseler bir takım tedbirler almağa ve ahlaksızca hareket'eri sınır’aınağa çalışıyorlar. Meselâ Saiat Ömer kayıkçıları ziyafet talimatnamesinde "sofra başında arkadaşlann mırıldanmaları ve birlerine çirkin söz söylemeleri., yasak edilmiştir. Bu durumdaki yasakların, mes'ek sendikalarının kuvvetile ve ihtilâlci zihniyetile nıücade’e etmeyi gaye edinen 19 uncu asırdaki yasaklarla hiç bir bakımdan münasebeti yoktur. 16 inci asra kadar, mevcut grevlere bakınca, bunların nadiren meydana çıktıkları an'aşılı-yor. Bu devrin sonundan itibaren, esnaf teşkilâtı rejiminde ilk boz.ulma alâmetleri kendisini belli etmeye başlayor.
Bu alâmetler bir rejimin çökmesini haber veriyor; sonraki asırlarda ise btt rejim yeni bir takım vasıf’ar kazanacaktır.
Gerçekten, XVI asır esnaf teşkilâtlarının kapanma devresinin başlangıcıdır. Sanayiin doğuşu, sınaî mamulatın inkişafı, kredinin yapılması, gittikçe daha katıla an esnaf teşkilâtlarının son derece dar çerçivesini kırmağa çalışan âmillerin belli başlı olanlarıdır. Bundan başka. esnaf teşkilâtı bir takım ahkâma tabidir, iktisadi hayatın yeni zaruretlerine iyi intibak edememiş bir halde idi.
— 10-
Ustalar imtiyazlarını ve menfaatlerini idame ettirmek için, tam b;r Kast halinde taazzuv etmeğe çalışıyorlar. Çırakların sayısını sınırlayarak, teşkilâta on veya yirmi yıl müddetle yeni ustalar almağı yasak ederek -XVII asırda bazı sanatlarda böyle olmuştur. — , kendi aralarına yal" nız ustaların çocuklarından başkalarını almamak suretiyle buna muvaffak oluyorlar. Kalfaların usta olmalarını çok güçleştirecek, hatta imkânsızlaştıracak bir takım hileli tedbirler sayes’nde buna muvaffak oluyorlar. Usta olmak için aranan şartlar, ustaları teşvik etmek, kalfaların cesaretini kırmak için ortaya koyul-■«. muş gibidir.
f Ustalarla hiçbir akrabalığı' veya rabıtası olmayan kalfaların cesaretleri kırılıyor. Usta o’abilmek için kalfalardan bir şaheser arandığı halde, usta ile akraba olandan böyle bir şey r aran mayor, o bir taraftan, adamına göre pek büyük nisbetler dahilinde artıp eksilen vergiler de konüyor.
Bir şaheser vtictidâ getirmek zarureti, usta olmak için eskiden aranan liyakat yerine geçiyor.
Yavaş yavaş M. Lerasseur'ün söylediğine göre şaheserin icadı daha karışık iptidai maddesi daha pahalı, imali daha uzun zamana bağlı oluyor* öyle ki, icatçı zekâya sahip bir kalfa bile-para tedarik edememek, iptida1 madde tedarik edememek ve vakit bulamamak yüzünden, bu türlü bir çalışmayı iyi bir neticeye vardırmak imkânlarım bu-lamayor.
Gelecekte bir taktın rakipler türemesi korkusiyle usta’ar zanaatlarını kalfalara ve çıraklara öğretmekten çekiniyorlar; böylelikle kalflarla çıraklar ustalarına tabi kalıyorlar. Ustalık imti-henlarında haz;r bulunan mümeyyiz heyetleri, imtihana gireceklerden hediye almak alışkanlığını kazanıyorlar. Lâkin, tatbikatta bunların hiç biri ustaların oğullarına ve damatlarına tatbik edilmiyor. Oğul ve damatlar için,
imtihan ortadan ktldırılmasa bile, çoğu zaman şaheser yerine (sudan bir imtihan» ikame edilir.
Aynı netice ustalık vergilerinin tesbitile de elde edilmiştir. Kalfaları ortadan kaldiımak için bu resimler her zaman artacak bir şekilde tesbit edilmiştir. Bundan başka kalfalar daha başka esaslı bir tefrike tabi tutulmuşlardır: Paris bakırcıları teşkilâtında ustanın oğlu altısol, Pa risli ka’fa dört lira, yabancı on iki lira vermekle mükelleftirler-Böylelikle kalfanın vaziyeti, artlo. değişemiyecek bir hale gelmiş oluyor.
“İşçinin esnaf teşkilâtı idare sinden bu yavaş yavaş tardı '' ile : M. Hauser’nin söyiediğıne göre) , 16 inci asırda esnaf teş" kilâtı oligar.şik ve kapitalist bir müessese olmağa doğru gitmektedir. Ustaların karşısında kalfalar. sermaye karşısında da emek dikiliyor. Bu iki asır arasında ayrılma başlıyor. gittikçe daha derin bir uçurum hasıl olu-
DÜŞÜNCELER
Sırt üstü uzandım toprağa... Gözlerim
.yer, y,r
göğün maviliğini gördüler ıhlamur ağacının yemyeşil yaprakları arasında.. Ağacın dalları
sallandı rüzgârda, ve rüzgâr ağacın dallarında... Ve maviliğinde göğün ta yukarda bir çaylak uçtu gölgesi yerde süzülerek.. Çaylağın pençesinde avı vardı... Ve ıhlamur ağacının kökleri toprakta hayatı emiyorlardı. .
Dayadım sırtımı toprağa; kafamda düşünceler Bir yüzü gök yüzünde bir ucu köklerinde ağacın. . Düşünceler
Köklere, toprağa
çaylak, avı ve İnsanlara dair... Düşünceler...
Me. Fuat HOP.
yor; Böylelikle topluluklar v* birleşmeler doğmuş oluyor.
Aynı bir organizma içinde patronlarla işçileri toplamış olan confreri’ler ikiye ayrılıyor. Kendilerine karşı şereflerini v« nüfuzlarını muhafaza eden, bütün yükleri bunlara yükleyen ustala' rın takındıkları tavırdan hiç de memnun olmayan kalfa’ar, ustaların vücude getirdikleri confre-ri’lerle sık sık ihtilâfa düşen ayrı bir takım topluluklar vucu-de getiriyorlar. Bu ihtilâfların bir takım tehlike'er doğurmasını önlemek üzere bu grup'arm yerlerine karşı aynı gün ve aynı kilisede merasim yapmalarını yasak etmek fırsatı hasıl oluyor.
Başka türtü topluluklar da beliriyor. : Kalfaları aynı confreri’ler içindeki ustaların üstünlüklerinden kurtarmak maksadını güden kalfalar birlikleri. Bu birlikler Fransanm her tarafında çoğalıyor. Bunların en meşhuru Tour de France adlı kalfa'ar birliğidir. Bunlar kardeşlik birlikleridir (yardım cemiyetleri, ve iş bulma büroları) , bu cemiyetlerin araları mesleki bilgilerini mükemmelleştirmek için bütün memleketi yaya olarak dolaşır, uğradık'arı şehirlerde çalışırlar. (Roolsur» bunları şehre kabul eder, onlara çalışacak bir yer bnlur, ve icabında, mahalli kalfalar birliğinin aracıhğile bunlara yardım tahsis ettirir. Böylelikle türlü mıntaka'arın kalfaları arasında temas kurulmuştur; şüphe yok ki bu hal ustalarda bir takını endişeler uyandırmış, İdarî makamların bazı tedbirler almalarına sebep olmuştur: Usta olmak için, şehirde kalfa olmak için tekalif; yabancılara usta olabilmeleri için yüklenen son derece ağır vergiler ödemek mecburiyeti. Villers-Coherest in 1539 tarihli emirnamesile“zan( at-ler bahsında bazı kimselerin diğer kimselerle söz ve iş birliği etmelerini» yasak etmek. Bütün bunlar bolunadır. Vazife kalfa birliklerinin veya (tehlikelilerin»
(Devamı 16 ncı sayfada)
Fransa’nın Ananelerine Sadık Kalanlar
9 9'uucu sayfadan devam •
rünöşünde, tarihimizin şu veya bu anında, milletimizi teşkil eden sabit zekâ fam’lya’arından birinin şu veya bu istikamete yöneliş* Fransanın bu tarifini şu veya bu aydınlığa yerleştirmiş olabilir* zenginliğimizi yapan bu tenevvü. lardan bilancaya göre. Pascal veya Voltaire, Versailles’in dehası veya Le Na:n tarafından resmi yapılmış halkın dehası. Haçlı seferlerin o muazzam sergüzeşti üzerine aksan koyabiliriz Lâkin, bu şekillerin, çu efsanelerin ve bu tarihlerin her birinde lıissettiğ-miz hep o realitedir. Bü*~ f ün türlülüklerile hakarete uğra-jyan hep bu realitenin kendisîd r şte.
Cemaatimiz içmde bir temiz-eme yapmak arzusunu besliyoruz, ve bizi aşan bu büyük siyasî, askerî ve malî menfaatlerin kaynaştığı muhitlerde bu işin ne derece kötü idare edildiğini görmekten hoşnut olmadığımızı ve endşe duyduğumuzu biliyoruz • Bütün sahalarda yeniden hayat”1 doğuşumuzun ısrarla islediği b” millî itirafı sonuna kadar götürme, nin istiyerek ve iğrenç bir takım maksatlara dayanarak reddedildiği anlaşıhyor.Elbette ki,büyük sivas' işler sahasında bu vahim bir sev dir; çünkü, bu doğrudan doğru« ya olan menfaatlara dokunur vi bunun ayyuka çıkan neticeler" olur. Lâkin, biziu^ için de vahimdir bu: çünkü, kendimize bir şeref payı çıkarmak için değil, lâ kin mesuliyetimizi yükseltmek için bunu bilmemiz lâzımdı,, anahtar ve anahtarın rakamı münevverlerin elindedir. Aslında kudretinden daha büyük bir şey" ler olan pransa, bizim şudur diyebileceğimiz Fransa olacaktır.
Onun içindir ki, yapılmış olan şekille, temizleme işi kalbimizde
b'r huzursuzluk bırakmıştır, bu temizlemenin çok veya az şiddet" li olmasını istediğimiz için de” ğil, belki işin derinlerine, suçun derin'erıne gitmediği için. Çün" kü, bir takım ınsan’ar hakkında hüküm verilmişse de, bu insan" ların kanaatleri ve akideleri hakkında hüküm verilmemiştir* dava dcsyası ap açık ortaya konmamıştır, memleket geçirmiş olduğu tehlikenin ne mahiyette olduğunun bile farkına varma" mı.ştır. hazırlanan komplo, memleketin ruhuna mı, Fransaoın rejimine mi, milli kudretinin bünyesine ve realites:ne mi, yoksa Fransız milletinin kendi kendsi birliği, iradesi mukadderatı, yıldızı hakkında edindiği fikre karşı mı hazırlanmıştır, söylenmedik bilinmedi.
Bu asrın ilk yıHanndanberi me leketimizde acaip bir takım yalancılar seslerini yükseltmeye başladır; bu yalancı peygamberlerin en yalancısı, hatta bu yalancıların en tipik olanı, büyük yalancı Maıırras'tır. Bu adamın ve adamların öğütleri, çok tuhaf değil mi, “İlâhi baskın., dan sonra muzaffer orduların memleketimizde yaydıkları öğütlerin tıpa tıp ayni idi. Bu bozgun.yazı yazma faaliyeti, kendini itham ed’ci bir hezeyana terkeder gibi köleliğe terketmiş bir ruhun bütün fantazilerine cevaz veren bir muharrirler zümresi tarafından desteklenmiştir. Yazı yazmak ve düşünmek faaliyeti, sofizmlerin, hataların mantıkî bozuklukların, ah'âki sapktnlık'arın, sadık ihtirasla zehirlenmiş mevzuların, zihin bozukluklarının, marazlı cümlelerin, mümkün bütün misallerini, zihnî tetralojinin mümkün ve mümkünü yok bütün
misallerini bir araya toplayan tam bir katalog vücuda getirmiştir.
Bugüne kadar dünyanın tanımadığı en büyük ruhî buhranı geçirmekteyiz. Bozgunumuzun karanlık hicabı, bu bozgunun hazırlanışmdaki karanlıklar,Vichy, Almanlar, hapishanelerin dehşeti. kamplardaki kâbuslar, uykularımızda bizi tedirgin edecek bütün bu şeyle.-, daha derin bir suçun dış alâmetlerinden ve dış görünüşünden başka bir şey değildir: o suç ta, Fransız muharrirlerinin, zihnin işlemesinde ve insan sözünün kullanılmasında hakim eze'î kaidelere karşı açıktan açığa işledikleri suçtur.
♦
♦ *
Bizim mesleğimiz, derinden derine düşünmek mesleğidir. Onun için değilmidir ki, mani dc’ecesine vadıracak kadar da olsa, sihirli buhran üzerinde ıs arla duruyoruz; böy'esine karşıt kapa kombinezon’arı ve böyle bir şekil değiştirme ve manevra sistemi karşısında bu kadar inatla hayret göstermiyece ğiz artık. Çünkü kötüyü, sebeplerini ve yollarını tetkik ederek-tir ki. iyinin tam bir şuuruna varacağız, ve tam bir aydınlıkla iyinin ihtişamını ap açık ortaya koyacağız; bu iyiyi az ka'sın kaybediyorduk, o iyiye ki Fransız dehasının realitesi adını veriyoruz.
Tekrar kavuştuğumuz bu reı-liteyi, onu hiç gözden kaybet-miyecek gibi sıkı sıkı tutuyoruz. Kaışısına çıkıp müeadele etliğimiz kuvvetler, şu anda bi'e, bu realite ka şısmda yeniden derlenip toplanmaktadır. Faşizm, yeni maskeler altında tekrar ininden çıkmaktadır, iğrenç çehı eleri aldatıcı bir kılıkla bir defa daha karşımıza çıkarmağa yelteniyorlar. Yine bir defa daha, Fransız hakikatinin şu veya bu cephesine zarar vermeğe, Yahudi düşmanlığını geçer akçe bir kanaatmiş gibi tekrar meydana çıkarmağa, laikliğe sanki o çoktan kazanılmış bir zafer değilmiş
— 12 —
gibi dokunmağa kalkışıyorlar. Hümanizmanm bütün emellerini ve kanaatlerini kucaklayan Cuır-huriyet tabiri, ha'kçı olduğu kadar kıralcı tarihimiz n bütün yolların nihayetinde dikilen bu hayal, Gumhuriyet dava mevzuu olmuş ve tehlikeye düşmüş bulunuyor. Bununla beraber, bu tazyik yıllarından sonra ve bu karde-dik yıl'arından sor.ra, Bau-delaiıe in bahsettiği ve hayat ve geleceğin zevki alan »Cumhuriyetin bu sonsuz tadı» nı 2evkle tad.yor ve sanki onu daha da fazla tatmak istiyoruz!
Bu amber kokulu tadı bütün milletlerle birlikte tatmak is* tiyoıuz, ve ıztıraplarımızın en acısı, yalnız bizim gözümüzde değil, t- ransaya itimadı olan milletin gözunue de lekelenmiş Fran-samn yüzünü görmektir. Vatanımızın yok ed.ln ış bütün ha-yaherınuen, alı I ne yazık ki, yolduğunu en derinden duyduğumuz şudur : milletler için evvelce var olanı. Bizim için kaybedilmiş olan bu hayal, daha korkunç bir şekilde milletler için de kaybolmuştu ; onların hayal kırıklığı, bizim hayal kırıklığımız, müsaınana götürmez bir derecede arttırmıştı. Onlar iç n, belki de bı.hassa onlar ıçm bu hayali ihya etmek, elde etmek, takdis etmek istiyoruz. Çünkü onlar bu hayale sevgi ile bağlanmışlardı. Ve bu sevgi o hayalı bizim kendi sevgimizden daha da sağlam bir şekilde' haklı göstermektedir.
Yeniden başka memleketlerin muna,r.rlerıne doğru yüzümüzü döndürmekten, onlarla mü-
düşmanı yere serileli iki yıl oldu, ilk da. beyi yiyen memleket ise hâlâ demir kafes içindedir. Hitler İspanyada, sınırlarımızda hep yaşıyor. Dachau rejimi İspanyada dm madan çalışıyor-Orada insanlar kurşuna diziliyor, insanaıa işkence ediliyor. Fede-rico Carc a Lorca ve Antonio Maclıado'nun cesetlerine yeni bir takım şairlerin daha cesetleri ilâve ediliyor. İspanyol edebiyatı, Ispanyol düşüncesi, İspanyol ruhu hâlâ mahvedilmekte, kökünden kesilmekte, kendini besliyen topraktan ve hayırlı kaynaklarından sökülüp atılmaktadır. Ben derim ki, bu rezalet devam ettiği müddetçe, biz hürriyete kavuşmuş Fransız’ar, ge çekten gönül rahatlığına kavuştuğumuzu iddia edemeyiz.
♦ *
*
Bizi tçyekkuza davet eden sebepler, dostlarım, hadsiz hesapsız ve kuvvetlidir. Bu sebeple bizi birleşmeğe de davet edi
yor. Ve bu dişemizi e.-ı ge'd'ği esaslı toplamamızı ortadan yok îirleşme. bütün en-büyük tehlikenin noktalar üzerinde stiyor. Az kalsın olmağa yüz tutmuş
İr g a tları
Sürüyle yaratılmışız Gencimiz ihtiyarimiz var Daha fazlamız sakat-Saçımızdan tırnağımıza kadar gün yanığı, yağmur ıslağı Derimiz muşambalara benzer, Hep bu yüzden.
Fransa davası ile, tehlikede olan bütün insanın davasıdır ; bütün melekelerde insanı ayıran ve asil yapan insan, aklı ile, aklının müşterek metodlarile, külliye olan iştiyakile, adalet ve hüriyet ilıtiyaciie, içinde yaşıyan ve onu kendi seyyaresini iyi anlamağa ve seyyaresi için iyi bir gelecek hayal etmeğe sürükliyen bütün musikilerde insan.
Muharrirler, iyi bir zanaat sahibiyiz. Kelimeleri doğ.udan doğruya hizmete alalım almayalım, bunları ap açık bir sosyal bir gayede veya daha serbest bir şekilde hasbi işlerde kullanalım, her zamankinden daha iyi biliyoruz ki. kelimelerin nazik ve büyük bir niyet temizliği ve sağlam b r vicdan istiyen bir kul'anılışı vardır. Hiç bir zaman insan olduğumuzu ve insan oğul-larile münasebetimizi unutma malıyız. İnsanca olan her şey insandan gelir. Bu prensipin a-levini ve ışığını elimizde tutaraktır ki, daha fazla Fransız Fransanın, her zamankinden daha fazla dünyaya göstermek istediği ananeye toptan sadık kalacağız.
n Şarkısı
nasebete girişmekten, onları kardeşçe münakaşalara davet etmekten sevinç duyuyoruz. Onların da hepimizin taksim edilemez müşterek bir hazine olan hüriyet e payları vardır. I Mücadeleyi birlikte yürüttük. Bence sizlere hatırlatılması pek lüzumlu oıan bir endişemi buracığa sıkıştudığım için beni mazur görünüz : bu tabloda bazı gölgeler, b.lhassa bir gölge, İspanyayı görüyorum. 1ı »an oğlunun
Avunacak şeyimiz yok
Daha sevinmedik .ömrümüzde
Çekilmedik dertler çekeriz
Allahın her gününde
Katlanmak bizim içinmiş
Elden ne gelir..
Bildiğimizden çetinmiş dünya
Çetinmiş. JL A
Masum mahpuslarız
Kelepçemiz bileğimizde değil de günlümüzde..
Adil TALİP.
HİKAYE
ıııııııınııııiKiımıı
BABAMIZ
Yazan: Valentin KATAYEF
Çeviren : Hulusi ŞERİF
— Uykum var. Üşüyorum.
— Ee e e, ne yapalım. Benim de uykum var. Giyin, mızmızlık etme. Yeter artık, kaşkolünü tak. Başlığını giy.pabuç'arını da.. Yün eldivenlerin nerede ? Uslu dur. Kıpırdama.
Çocuğu giydirince, kadın elinden tuttu, birlikte çıktılar. Çocuğun uyku sersemliği geçmişti. Souktan tir tir titriyor, her adımda sendeliyordu. Mavi, bıız gibi bir sisin arkasında belli belirsiz şafak sökmüştü.
Ana eşarpla çocuğun boynunu sıkı sıkı sardı, yakasını kaldırdı, uykulu, asık suratını öptü — Çocuk dört yaşlarında idi. Camları kırılmış verandalara tırmanan bakir asma dallarından buzlar sarkıyordu : Su-uk sıfırın altında yirmi beş derece idi.
Ağızlarından kalın bir buhar salıverdiler.
— Nereye gidiyoruz, anne ?
- Söyledim sana, gezmeye gidiyoruz.
— Ne diye valizi aldın, peki? Lâzım da ondan. Sus. Kc-nuşına. Ağzını açma, hasta olacaksın. Ne souk yarabbi I Bastığın yere dikkat et, yoksa kayıp düşersin.,
Arabaların girip çıktığı iki kanatlı kapı altında kapıcı sırtında içi kürklü paltosu, önünde önlüğü, göğsünde de. alâme-tile duruyordu. Kad'n hiç bakmadan geçti. Adam hiç bir şey söylemedi, kapıyı kapadı.
Ana ile çocuk sokakta idiler. Kar yağmıyordu. Her tarafı buz, kırağı kaplamıştı. Çıplak, kara, souktan çatırdayan akasyaların altından yürüdüler.
İkisinin de elbiseleri birbirinin aynı idi, içi kürklü aynı pal
— 14 -
to, içi yünlü botlar, kalın yünden eldivenler. Lâkin annenin başında kareli bir örtü, oğlanın ise başlık vardı. Sokakda kimsecikler yoktu. Dört yol ağzına gelince, meydana konmuş bir oparlörün kulakları çınlatan zır-layışı kadının tüylerini diken diken ettti. Sonra, bunun radyodaki sabah neşriyatı olduğunu anladı : Her gün olduğu gibi, bu gün de zurnanın ötüşü, yeni bir günün başladığını haber vererek-ten, musikili homurtusu ile caddeyi dolduruyordu. Oğlan opar-löre doğru başını kaldırdı ■
— Horoz mu, o anne ?
— Evet, yavrum.
— Onun içinde üşümüyormu?
— Üşümez. Uslu dur. önüne bak.
Oparlörün içinde bir şey zırıldadı, kıpırdadı. Bir gencin sesi duayı andıran bir eda ile üç defa şu sözleri tekrarladı ■
“Sabahların’z hayırlı olsun I Sabahlarınız hayırlı olsun !> Sabahlar.nız hayir'ı olsun’ I
Sonra aynı buzlu ve sarıcı ses rumence duayı okudu:
"Göklerde olan babamız, adın mukaddes, saltanatın her yerde hakim, senin iraden ü-erimizde olsun...,,
Caddenin köşesini dönünce kadın dönüp arkasına baktı, ve sanki bu çok yüksek ve dokunaklı ses kendisini takip ed:yor-mıış gibi, daracık bir sckağı hemen bütün uzunluğu,ıca, çocuğu da ardından sürükliyerek koştu. Sonra ses sustu : Dua bitmişti Denizden doğru gelen rüzgâr sokakların donmuş koridorlarında esmekte idi. Tam karşılarında, kanlı bir sis ardından birdenbire meydana çıkıveren bir alman devriyesi bir mangalın başında ısınmakta idi.
Kadın başka sokağa saptı. Çocuk, yünlü küçücük botlarını surüyeıekten,yanında kısa ve hızlı adımlarla yürümekte idi. Yanakları kızarıyordu. Burnunun ucunda donmuş bir damlacık sarkıyordu.
— Anne, şimdi geziyoruz değil mi ?
— Evet.
—• Bu kadar hızlı yürüyerek gezmekten hoşlanmıyorum ben.
— Sabret.
İki kapılı bir avluyu geçtiler, başka bir sokağa çıktılar. Şimdi gün doğmuştu. Mavimsi ve kırağılı sis n ardından penbe, hemen kırılıp dağılıverecek gibi bir şafak süzülüyordu ; öylesine dondurucu bir şefak ki, ham bir ıneyva gibi dişleri kamaştırıyordu. Sokakta bir kaç kişi vardı. Hemen hepsi de aynı istikamette gidiyorlardı. Hepsinin de bir eşya dengi vardı. Bir kısmı bunla-
rı kendi sürdükleri küçük arabalarla taşıyorlardı. Bir kısmı da kızak ayaklarile çıplak kaldırımı kazıyan tepe tepe doldurulmuş kızakları çekmekte idiler:
Bu sabah, insanlar, karıncalar gibi, hepsi de şehirin muhtelif noktalarından gelip aynı yere doğru ağ,r ağır sürükleniyor lardı ,yahudiler, şehrin deniz seviyesindeki en alçak ve kuvvetli kısmında, iskeletleri insana her hangi bir at canbazhanesinin çadırını hatırlatan yanmış neft sarnıçlarına bakın Peresype'deki getoya gitmekte idiler. İki sıra paslanmış tek örğü manii, fare kapanı gibi girilecek bir tek yeri olan bir kaç pis mahalleyi içine almakta idi.
Yahudiler Peresype'e doğru inen sokak'ardan gidiyorlardı. Şimedifer köprülerinin altından
geçiyorlardı. Buz tutmuş ya* ya kaldırımlar üzerinde ayakları kayıyordu, İçlerinde yürümeye takati olmayan bazı ihtiyarlar, bir takım tifolular vardı : Bunları tezkerelerle taşıyorlardı. Bazıları düşüyorlardı : Oldukları yerde, sırtını bir fenerin direğine dayamış, veya bronz çitlere yapışmış bir vaziyette kalıyorlardı. Hiç kimse başını çevirip bakmıyordu bile. Yalnız başlarına, devriyesiz gidiyorlardı. Biliyorlar ki, evde kalanlar kurşuna dizileceklerdir. Evinde Yahudi saklayanlar da ölüm cezasına çarpılırlardı; apartmanın birinde bir Yahudi bulundu mu id', orada oturanların hepsi sıradan geçecekti. Bu yüzden y,alıudiler şehrin mahallelerinden kopup, sarp sokaklar arasından, köpıü altlarından geçip arabalarını ile kaka, sımsıkı sarılmış çocukları ellerinden tutup sürüyerek geto, ya doğru gidiyorlardı. Karıncalar gibi kırağı yağmış e 1er ve ağaçlar arasından, dizi halinde yürüyorlardı. Kapalı kapılar ve sokak kapıları önünden, başında Rumen ve Alman devriyelerinin ısındıkları sıcacık mangalların önünden geçiyorlardı. Askerler bun ara aldırış bile etmiyorlardı: ayaklarını yere vuıuyor, yün eldivenlerde kulaklarını oğuşturu-yorlaıdı.
Souk pek müthişti. Bir şimal şehrinde olsa, son derece sert olurdu. Odesa'da ise, sadece insanın gözünü korkutuyordu : Bu türlü souklar her otuz yılda bir olurdu. Mavimsi ve yeşilimsi bir sis aıasından, güneşin daracık çenberi y^rı parlıyor gibi idi.
Kadın bir ruşu andırıyordu. Çocuk da öyle. Babası kızılordu-da zabitlik eden bir rusdu. Ama bu hiç bir şey ifade etmezdi ki: kadın Yahudi idi. Ana oğul ge-to'ya gitmek mecburiyetinde idiler. Sabahleyin kanın pasaportunu yırtmış, buz tutmuş he'â kuburuna atmıştı. Her şey yatışın-caya kadar şehıin sokaklarında sürtmek kararını vererek dışarı çıkmıştı. Böylelikle işin içinden
Gün Gelecek
Gün gelecek:
Kuşlar neden göç ettiklerini. Deniz ayışığının kadrini bilecek; Başak bire bin verdiğine pişman olmayacak.
Anaların hakkı ödenecek dünyada.
Gün gelecek :
Meyvesini kıskanan ağaç, Hicabından bakamıyacak toprağa Yağmurunu esirgeyen buluttan Hesap sorulacak,
Kahrından çatlayacak kısır tarla.
Celal VARDAR.
sıyrılacağım sanıyordu. Geto'ya gitmek çılgınlıktan başka bir şey değildi, ölüm muhakkak. Kala-ba'ık cadde'erdeı sakınarak çocukla birlikte bütün şehri dolaştı. ilk önceleri çocuğun hiç sesi çıkmadı: Geziyorlar, diye düşünüyordu. Sonra sızlanmaya başladı.
— Anne, neye hiç durmadan hep yürüyoruz ?
— Geziyoruz.
— Bu kadar hızlı yürüyerek gezilmez ki- Yoruldum ben.
— Biraz sabret, biraz sabır yavrum. Ben de yoruldum. Öyle iken hiç şikâyet etmiyorum. Lâ-k'n gerçekten h’zlı, hem de pek hızlı yürüdüğünün o da farkında idî, arkasından kovalayan varmış gibi sanki koşuyor gibi idi. Daha yavaş yürümeği denedi. Çocuk annesine baktı, .tanıyamadı Annesinin çarpılmış ağzını, örtüsünün altından kayan souktan ağarmış saçlarını bebekleri sabit etrafı mosmor - oyuncak hay-van'arda gördüğü gözlere benzer gözlerini görüp korktu. Korkusu-dan ağlamağa başladı.
— Eve dönmek istiyorum, anne pipi yapmak istiyorum.
Almanca, ilânlarla kaplı bir
köşkün arkasına çabucak çocuğu çekti. Anne onun düğmelerini çözer, rüzgârdan muhafaza ederek sıkı sıkı giydirirken, souktan titreyen çocuk ağlamakta devam ediyordu. Sonra, tekrar yürümeğe başladıkları zaman, çocuk karnı acıktığını söyledi. Kadın bir kaymakçı dükkânına daldı, içerde kürklü yün ve yakaları kaldırılmış kaputlara sarınmış iki Romen polisi gördü. Elinde vesikaları yoktu; kendisini tevkif edecekler, Geto’ya götürecekler diye korkdu. Yanlış bir dükkâna girmiş gibi yaptı, birdenbire kapıyı şırak diye kapadı. çocuk ne olduğunu anlamadan kadının arkasından koşuyordu. başka bir kaymakçı dükkânına daldı, içeride kimse yoktu. Yüıeğine su serpilen kadın,bir at nah asılmış olan kapı eşiğinden geçti. Çocuk sımsıkı sarılmış, bir sandalyenin üstüne tünemiş bir halde, pek sevdiği kefiri içti, galetayı çiynedi. Kadın heyecan içinde ne yapacağını düşünüyordu. Hiç bir şey aklına gelmiyordu. Lâkin kaymakçı dükkânında demir bir soba yanıyordu. burada insan pek âlâ ısınabilirdi.
Kaymakçı dükkânının sahib kadın, kendisine lüzumundan fazla bir dikkatle bakıyormuş gibi geldi. Çarçabuk parasını verdi. Kaymakçı kadın pençe eye doğru tasalı tasalı baktı, ve biraz sobanın yanında kalmasını kendisine teklif etti. Hararetten kız mış olan soba gürül gürül yanıyordu. Cidarlarına kıvılcım saçıyordu. Sıcak çocuğu gevşet-mişti. Gözle i kapanmakta idi
Kadın daha fazla acele ettir kaymakçı dükkânının sahibi kadına tekar etti, acele işi olduğunu söyledi. Dükkanda bir saat kadar kalmışlardı. Uyuklayan ve karnı doymuş olan çocuk güçlükle ayakları üzerinde durabiliyordu. Kadın çocuğu omuzlarından tutup sarsdt, yakasını düzeltti, kadın tekrar onu sokağa doğru süıükledi.
(Sonu gelecek sayıda)
■ - 15 -
Tevfik Fikret
İdeolojisi ve felsefesi SABİHA SERTEL
Fiatı 203 krş.
YIĞIN
Fikir dergisi
Okuyunuz ve okutunuz.
ARKADAŞLARIM
Niyaz i
“Tekin değil bu oğlan,, derdi hocalar soğuk davranırlardı mektepte sana.
Ayakyolunda cıgara içtiğin söylenirdi mahalle çocuklarile gezer derlerdi: simit satar, aşık atarmışsın derlerdi Hacettepe'de.
Yoktu kapıcısından başka dostun Musevi Mahallesindeki mektebimizin > yasağa gözyumar alırmış seni birinci dersten sonra İçeri.
Cedvel tahtasının sırtıyla vururdu Ramazan hoca: döver döv-r affederdi seni kerrat cetvelinde İyisin diye.
Murakıbın çocukları da şaşırırdı sekiz kere dokuzun kaç ettiğinde.
Verirdin hesabını tanesi yüz paradan iki solukta yüz simidin.
Gelmediğin de olurdu ara sıra tanesinde on para kalırmış, günde yüz simitten, yirmi beş kuruş, ucuzluk devirde iyi para.
Sonra gelmez oldun bir aralık
baran haberlerin gelirdi kulağıma: “Rakı, şarap ne bulursa içermiş, esrarkeş Ahmet’le birmiş derlerdi arkadaşlar, orta mektep çağında.
“Ana ölmüş, baba ölmüş.,
"ipsiz olm»ş, ayyaş olmuş,"
"geçenlerde hapis olmuş" dediler Demek böyle ha Niyazi.
İbrahim GÖKTÜRK.
Sendikaliznıin Menşeleri
(Devamı İlci sayfadan) ve hürriyet vazifesi kalfalar birlikleri veya «gavot’ lann teşekkül ettiği görülüyor; bunlar bir birlerile mücade'e ediyor, bazan işi kargaşalık çıkarmağa kadar vardırıyorlardı. Sonra, bir Sion-bise'nin evliyalığı altındaki dülgerler birlikleri meydana çıktı.
İşe yatırılan sermâye üzerindeki idareyi elinde tutmak isteyen ustalar tarafından İsrarla takip ve tacizedilen bu topluluklar bilhassa 17 inci asırda küfre saptıklarından dolayı kilise tarafından, bütün 18 inci asır boyunca da kötü işler yaptıklarından dolayı idari makamlar ta rafından mahkûm edilmiştir. Böyle olduğu ha'.de, hiç bir kuvvet bu birliklerin çoğalmasının önüne geçememiştir, kuvvetli bir çok brlikler kurulmuştur. Meselâ, bu arada 18 inci asırda kurulan kâğıtçı kalfaları birliğini sayabiliriz. Lâkin, bu birliklerin faaliyet sahası henüz sınırlanmış bulunuyordu. İşçiler müşterek menfaatleri hakkında iyiden iyiye' aydın bir şuur sahibi değillerdi; meslekî tesanüt hissinden son derece uzaktılar. Bunun en iyi delillerinden biri de, karışık işçi toplulukları arasında bir topluluk olarak bulundukları halde, madenciler kendi aralarında birlikler kurmamışlardı.
GU N
Müessisi Esat Adil Müstecabi.lmtiyaz sahibi,neşriyatı fiüe.n idare eden: Haşan Tanrıkut Yıllığı 10, altı Aylığı530, üç aylığı 2d0 kuruştur. Adrej:P. K. 519 —Nam Basımeri.
Comments (0)