Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
Demokratlar karşılanırken, Recep Pekerden güzel
İzmir şehrinde baki kalan sadece bir şadadır
bu haftanın en önemli sayılan olayı, hükümet başkaniyle, Demokrat parti liderinin ayni günlerde İzmirde bulunmaları idi.
Hep bildiğimiz gibi, Demokratlar, İstanbulda, Tekirdağ'ında, Balıkesir’de ve Kastamoni’de yapılacak kısmî millet vekili seçimlerine girmemek kararındadırlar. Ve gazetemizin komşu sütunlarında mucip sebepleriyle okuyacağınız
ep bildiğimiz gibi,
gibi, Demokrat Parti tarafından verilen bu karar, kuruluşundan beri yaptığı hareketlerin en isabetlisini tahakkuk ettirmiştir.
BELLİ İDİ!
Demokrat Parti» nin böyle bir karar vereceği, yalnız Demokrat Parti müntesipleri tarafından değil, Halk Partisi zimamdarları tarafından da tahmin olunmaktaydı ve yaptıklarını düşünerek bunu tahmin ede-
bulunmak, Halk bir âkıbetti.
Partisi zimamdarları için, huzur
Bravo Demunrat
Partiye!..
Mehmet - Ali AYBAI
I
Demokrat Parti seçimlere girmiyor. Bu, kuruluşundan beri Demokrat partinin yaptığı en yerinde harekettir. Hürriyet mücadelesinin bugün taazzuv etmiş tek ümidi olan Dcmok rat Partinin, iktidar partisi karşısında azimli bir politika takip etmesini, hiç değilse C. H. P. nin oyununa düşmemesini ne zamandır bekliyorduk. Temmuz seçimlerinden evvel bekledik; seçimlerin hemen a-kabinde bekledik; «psikopatlar» hitabından sonra bekledik; büyük kongrenin neticesinde bekledik... Kısmet bugün imiş.
Biliyoruz; Demokratların uy sal bir politika takip etmelerine taraftar olanlar vardır. Onların indinde ne koparılır-Sa kârdır. Demokratların ıiç beş sandalye daha elde etmeleri hürriyet dâvamız için bir kanca olacaktır.
Bunların yanında bir de haricî vaziyetin nezaketinden söz açarak Demokratların seçimlere iştirakini istiyenler bulunuyor. Bunlar da diyorlar ki: «Sovyetler, aramızda ikilik çıkmasını gözlerken, A-merikada, ancak Demokrat hükümetten tutacağını ilân ederken, Demokrat partinin, Halk partisini dış siyasette müşkül duruma sokması doğru değildir.»
Evvelâ bu ikinci fikri müdafaa edenlerin çarçabuk hesabını görelim. Sözde hürriyet mücahidliği yapan bu zevata, bir kere şunu hatırlatmak yerinde olur ki, ayni sözleri, hür riyet mücadelesinin bidayetinde Saraçoğlu hükümeti de söylediği zaman, bugün « Demokratlar arasında iki -lik olmadığım âleme göstermek için, seçimlere mutlaka girmelidirler» diyenler, yani bizzat kendileri, fikir ayrılıklarının millî birliği sarsmak şöyle dursun, bilâkis kuvvetlendirdiğini ne güzel anlatırlardı. -3c
Fakat, her şeyleri gibi hafızalarına da gitvenemed iğimiz bu zatlardan şu hususu ; cevaplandırmalarım istemek yerinde olur: Demokrat parti- ■ nin kısmî seçimlere girmemesinin mahzurlarım bu kimse- ] ler bize öyle «millî birliği bozar» falan gibi mânâsız teker- | Kemelerle değil, politik sahada- ( ki menfî neticeleriyle göster- ( indidirler. Amma bunu yapa- , tnazlar. Çiinjkü hâdise dış po- ]
li kamızda akisler yapacak mahiyette değil: Sovyet Rusya pek âlâ bilir kî, Demokrat- j lann seçimlere girmemesi hükümetin durunyınu sarsarsa da. haksız talepler karşısında Türk şahlanışına asla halel ge tırmez. İngilizlerle Amerikalılar ise, bizde demokrasinin kaç dirhem olduğunu zaten pek iyi bilirler.
Gelelim şimdi Demokratların Mecliste üç beş sandalya daha kazançlarım kâr sayaıı-laı m iddialarına...
''arzedelim ki, kısmî seçimlerin biitiin boş saııdalyalarım Demokratlar kazandı. Bundan umumî ne gibi bir faide çıkacaktır’ Mecliste C. H .P. nin ezici hâkimiyeti sarsılacak mıdır? Ne münasebet! Dört-yûz milletvekili ile C. H. P. an »yasaya aykırı kanunları ist ediği gibi yürürlükte bıraka :ak; hattâ yeni antidemok-ralik kanunlar çıkarabilecek -tir. Şu halde muhalefetin, cebren kalil bir ekalliyet halinde buakıldığı müddetçe, beş on sandalya ile alış verişi yoktur; ve olmamak lâzımdır.
imma denilebi ir kî. Kanun lann çıkışma müc sşir olamasalar bile, Demokratlar Mecliste kaldıkça ve çoğaldıkça, tenkid edecekler, konuşacaklar ve efkân umumiyeyi ten -vir edeceklerdir. Binaenaleyh! kısmî seçimler neticesinde bilfarz Hikmet Bayur gibi, Refik İnce gibi şahsiyetler Meclise1 girecek olurlarsa, bu da hürriyet dâvası için bir -kazançtır.
Seçim kanununun kifayetsizliğinden, fl. H. P. nin seçim lerde yaptırdığı yolsuzluklardan ve seçim emniyetsizliği!-den haklı olarak şikâyet e/îen Demokrat Partinin, hiç bir şeyi henüz değişmemişken seçimlere bir kere daha girmesi, sözleriyle fiilleri arasında öyle muazzam bir tenakuz teşkil ederdi ki. bunun hürriyet mücadelesinde açacağı rahneyi, değerleri ne olursa olsun, muhalefet saflarına katılacak üç beş millet vekili' ile kapatmak imkânsızdır. Esasen 6 aylık tec rübelerde göstermiştir ki, muhalefetin Meclis dışındaki faa l;yeti Meclis içindeki tartışmalardan daha müessir olmaktadır. Demokrat partinin tertip ettiği mitingleri, parti zimamdarlarının memleket gezilerini, şu vilâyet merkezinde, bu
I
Niçin çıkıyoruz ?
■şna İNCİRLİ HÜRRİYET, hürriyetlerin zincire vu-rulduğu bu memlekette, hürriyet uğrunda mücadele etmek için çıkıyor. ZİNCİRLİ HÜRRİYET, İstanbulda sıkı yönetimin susturduğu « HÜR » ün manevî mirasçısıdır. Onun yürüdüğü yoldan yürüyecektir. ______________
ZİNCİRLİ HÜRRİYET n uğrunda mücadele edeceği hürriyetler, medenî dünyanın «Demokratik» ismini verdiği insanlık haklarıdır. Hani şu anayasamızda olup da bir türlü nimetlerinden faydalanamadığimız hak ve hürriyetler...
ZİNCİRLİ HÜRRİYET, bu hürriyetlerin iktidar partisinin tahtı inhisarından kurtulup, bu topraklar uğrunda icabında kanını akıtan memleketin öz evlâdlanna, yani milyonlara, mal edilmesi için mücıdeleye atılıyor. İnsanca yaşamamıza engel olan tahakküm, nereden gelirse gelsin, mahiyeti ne olursa olsun, ZİNCİRLİ HÜRRİYET, gücü yettiği kadar buna karşı koymağa çalışa-I* çaktır. ZİNCİRLİ HÜRRİYET, ıık ve din farkı gözetmeden bu toprak için yaşıyan ve bu topraklar için ölen, anayasa haklarından mahrum edilmiş bütün memleket evlâdlarmm gailesidir.
İşte hülâsaten ZİNCİRLİ HÜRRİYI T’in iç politikada takip edeceği yol. Binaenaleyh ZİNCİRLİ HÜRRİYET ne Demokratların, ne halkçıların, ne de her hangi bir zümre veya şahsın gazetesi değildir. O, hürriyetin gazetesidir.
Dış politikada ise, ZİNCİRLİ HÜRRİYET İstiklâl savaşları ruhuna, Misakı Millî ruhuna ığlıdır. Türk istiklâlini daima herşeyin usiuııde sayarken, gizli veya açık her türlü emperyalizmin amansız düşmanı olarak yaşı-yacaktır.
ZİNCİRLİ HÜRRİYET, doğduğu bu günde îzmir’li vatandaşlarına gösterdikleri alâka ve misafirperverlikten dolayı teşekkürü tatlı bîr vazife bilir.
---- " —■■■!■■ mı m
kazada söylenen nutukları, nihayet Mareşalin Meclis dışında kalan faaliyetlerini hatırlamak, bu iddianın ne kadar çürük olduğunu anlamak için kâfidir.
Bir. de şu nokta var. Bu öyle bir no tadır ki, seçimlere girmeme kararını tek başına haklı kılar C. H. P l’ler, Demokrat partmîn*Meclis’ teı -ketmesinden ü rkti deri kadar, seçimlere j lemesinden de korkuyorlar. Neden korkuyorlar? Bunu şimdilik bir tarafa bırakalım. Fakat korkuyorlar. Umun böyle olduğunu Başbakanın İzmirde, yaptıkları ko nuşmŞr bir kere daha ,isbat etti Siyasî mücadelenm amen tüsü rakibinin istemediğini yapmak olduğuna göre, demek oluyor ki Demokratların seçimlere girmemeleri bu bakımdan da bir muvaffakiyettir.
İlk seçimlere girerken, Demokrat Parti dıvar afişlerinde: «Vatandaş hakkının çiğnen meşini istemiyorsan reyini Demokrat Partiye ver!» demişti. Böylece millete karşı borçlanan Demokrat Parti sözünü yerine getirmek için, ilk defa müsbet bir hareket yapmış o-iuyor. Bravo Demokrat Parti! Hayırlı bir adım attın; sonunu bekliyoruz.
SOL MUSUN,
Biliyorsunuz, iç ve dış siyasetleri bütün hesap lariyle mulûm olan kimselere göre, muhalif Demokrat demektir, Demokrat sol dernektir, ol Komünist demektir. Kö’^ mün st Rus ajanı de-' inek tir. Ve bu da aynı cirsten iftiralar cejfi edilince şu demektir!? Ne-rede muhalif görürsen, baltayla, balyozl bıçakla, destereyle çullanl. Meselâ geçen gün benden şöyle bir sual sordular :
« — Sen, açık söyle, sağ mısın, sol musun? >
Yukarıda anlattıklarımı düşünerek cevap verdim :
( — Birader, çok şükür sağım... Fakat sen, ( sol > olmadığımı sağ oluşumdan da anlayama-dın mı?... Ben «sol» olsaydım sağ mı kalabi. lirdim?. >
-
bilmiş kaçırıcı
İşte, komşu sütunlarda
•kısmını okuyacaksınız. Bu ciddî huzursuzluktur ki, « Recep Peker» e güzelim İstanbul şehrindeki istirahatım yarıda bıraktırmış, ve onu apar topar «İzmir» şehrine koştur-muştur.
Kanaatimizce «Recep Peker» «İzmir» şehrine, iki ümid-le koşmuştur:
1 — Ya imtina, tatmin, tehdid yoliyle, Demokrat Partiyi, burada açıklayacağı seçimlere girmemek kararından vaz geçirmek,
2 .— Yahud da hiç olmazsa, bir kısım vatandaşlara De-okrat partinin seçimlere girmemekle haksız davrandığı
kanaatini aşılayabilmek!..
Fakat bize sorarsanız, «Recep Peker» , gösterdiği cansiperane gayretlere rağmen, içine bu niyetlerle girdiği «Iz-it» şehrinden «Ankara» ya eli boş dönmüştür:
Zira niyetlerinin bir numaralı Demokrat Parti zimamdarları nezdinde, iki numaralısı ise, halk vicdanında, «Recep Peker» i tatmin edecek bir mâkes bulamamıştır.
AZ SIKIŞMADI..
Evet, itiraf etmek lâzımdır ki, «Recep Peker» , «Demokrat Parti» nin seçimlere girmemekte haks’z olduğunu belirtmek gayretiyle az zekâ harcamadı. Hep biliriz ki, hayatının muvakkat nikbet devirlerini bile çoğumuzu imrendirebi-lecek bir bolluk içinde geçirmiş olan «Recep Peker» in, safdillere oturaklı gözüken hatırlı bir cüssesi, sonra o cüsseye asorte edaları, sonra o edalara yaraşıklı bir sesi, sonra de, hitabet, kitabet, siyaset, kiyaset tecrübeleriyle bol bol bilen miş bir zekâsı vardır. Ve hep kabul ederiz ki, bütün bu saydıklarımız, halkı ikna etmek babındaki büyük yararlıkları inkâr olunamıyacak mazhariyetlerdir.
O, bir kürsünün, v( bu mazhariyetlerinin tepesinden, halka şöyle haykırdı;
« — Başka memleket'erde, oy verini /en v^landaç’arı hapse a' 7 kanunlar v( ir; Zira o ..emleketlerde, oy ver-miyen adam, askerden kaçmış. \ eya devlet hâzinesine vergi borcunu ödemekten imtina etmiş bir suçlu sayılır. Ben temenni ederim ki, bi: de bir gün, her vatandaşı, oy ver-mek hizmet görmeye zorlıyacak buriyetinde kalmıyalım!...»
ÜÇÜNCÜ ÜMİD
Bu sözlerinden de bellidir iki, sini buraya koşturan iki niyetin cep Peker» , bir üçüncü ümide sarılmıştır:
Demokrat Parti seçimlere girmezse, intihaba iştirak edecek vatandaşlar nisbetini yar ve ayar gözünde mümkün mertebe ve herce bad abad yükseltebilmek ümidine!..
Fakat, İzmirde kend.sini karşılamaya getirilenlerle, Celâl Bayan karşılamıya koşan vatandaşların yekûnları arasın- . dak’ knekocaman farkı gördükten sonra, «Recep Peker» in, bu ümidini de yaşatabildiğine inanamayız..
Vakıa bu hususta, «İzmir» şehrinin malûm «Anadolu» gazetesi, şöyle buyuruyor:
mucip sebeplerinin şimdilik bir
kanunlar çıkarmak mec-
«İzmir» şehrinde, kendi-iflâsına şahid olan « Re-
”1 zmır» şehrinde, «Celâl Bayar» 1, «Cumhuriyet» gaze-
■ tesine göre yirmi bin, «Tasvir» gazetesine göre kırk bin, «Son Posta» gazetesine göre 80 bin, Demokrat «Kuv -vet» gazetesine göre ise. 80 binden fazla Egeli karşıladı. Aklıselim sahibi vatandaşların gözünde, bu rakamlar ara-smdaki*tezada bakmadın sonucu, muhalefetin hiç de lehine tecelli etmemektedir!..»
Amma unutmayın ki, bu satırları yazan gazete, « Celâl Bayar» m halkın kendisi, ve « Recep Peker» in ise i yalnız partisi tarafından nasıl karşılandıklarını gör-| müş vatandaşlarla dolu olan şu «İzmir» şehrinde çıkmak-• tadır. ■
I ŞUNU da UNUTMIYALTM Kt...
■Sonra da unutmayın ki, ayrı ayrı gazeteleri, meslekî bakımdan tabiî 1 olarak birbirlerini atlatmak vazifesiyle mükellef bulunan muhabirleri tarafından yapılan tahminler arasındaki farklar, memleketşûmul bir siyaset dâvasında ciddî birer iddia delili olarak ileriye sürülemivecek kadar komik tenakuzlardır.
Bilmem, Demokratlardan birisi, kendi dâvası aleyhine yapılan bu komik rakam demakojisine:
e — Biz, «Celâl Bayar» 1 saymaktan, orada bulunan vatandaşları saymağa vakit bulamadıksa günah mı olmuş’..»
Sualiyle mukabele ederse, «Anadolu» refikimiz bu sualnl altından kalkabilir mi?..
O, bu sualin altından kalkabilir mi. kalkamaz mı. bilmeyiz amma, biz bu haftanın en önemli sayılan olavı hak-kındaki kanaatimizi, müsaadenizle şu cümleler! edelim:
« Recep Peker, bu şehre evvelâ iki niyet’ niyetlerinin yekûnunu mecburen üçe çıkan hiç birisine kavuşamadan gitti. Böyle oldv bildiğimiz gibi ondan: - Bu kubbede « şadadır!»
Sahife : 2
Gazeteleri okurken
Tehlikeler ve yz Tuzaklar
X Ahmet Emin 13 Mart tarihli / «Vatan» da «Tehlikeler ve tutaklar» diye bir yazı yazmış. Hazret diyor ki: «Türk vatandaşlarının menfaatine olarak memlekette bir hak ve hürriyet rejimi kökleşmesini türlü türlü saikler ve menfaatler yüzünden istemeyenler hep birden harekete geçmişlerdir.»
Bizzat kendisi bu sözlerin
Bizzat kendisi bu sözlerin tabiimis... Başlıca şükran payıl^’Ç ,de fark11 canlı timsali olarak karşımız. ;Başkan Truman’a aitmiş... Son
da dururken, gelin de üstada | hak vermeyin. Öyle ya, tâ 1919 dan beri fırsat buldukça «Amerikan mandası» diye ter ter tepinen Ahmet Emin, artık bugün muzafferane bir eda ile hürriyet kahramanlarının dilini konuşuyor.
C. H. P. nin açmazı
ra sırayla General Marshall, Misler Henderson, büyük elçi Wilson geliyorlarmış...
Bütün bu zillet I 50.000.000 dolar içindir. Ahmet Emin Yalman Türk istiklâlinin, Türk şeref ve haysiyetinin satılık me -tâlar olmadığını ne zaman öğreneceksiniz?..
19 Mart tarihli «Akşam» da Necmeddin Sadak Amerikan yardımını gücü yettiği kadar öğdükten ve yardım vesilesiy le hükümeti tenkide yelten -menin düpe düz Vatan hainliği olduğunu söyledikten sonra, bir kulpunu bulup diyor ki: « Son günlerde, dünyayı kaplıvan bu azametli dış hadiseye rağmen, türlü toplantılarda, milleti hürriyete kavuş tuımak emelinden başka bir konuya temas etmiyen Demokrat Partisi liderlerinden, dış politika görüşlerini öğren " mek, şu anda olsun, seçim maddelerinden daha ehemmiyetlidir sanırız».
Bu mevzuun seçimlerden Çok. pek çok daha mühim ol -duğu muhakkaktır. Ve De -mokrat r&Tİİ de bu hususta ki düşüncelerini söylemelidir elbet. Fakat umarız ki, bu, Necmeddin Sadak’m istediği sözler olmıyacaiktır. Necmettin Sadak Demokrat Partisine bir açmaz hazırlamıştır. İstiyor ki, bizi istikbalimizden mahrum edecek olan bu karan C. H. P. ile beraber Demokrat Parti de alsın. Böylece mes’uliyet paylaşılınız olacak ve C. H. P. liderleri görüşmelerini gere gere: « bu karar, her iîki partinin, yani bütün milletin aldığı bir karardır» diyeceklerdir. Allah vere de Demokratlar oyuna döşemeseler..
ne
Bu oyunda bizim hissemize düşüyor ?
ta-
Mart
Abidin Daver 17 rihli Cumhuriyet’te Truman’m meşhur yardım (1?) nutkunu «Kızıl demir perdeye karşı demokrasi dalga kıranı» diye vasıflandırdıktan sonra:« İşte Şimdi Bolşevik plânının karşısına, îngiltereden başka Amerika de dikilmiştir. Kremlinde kî yoldaşlar, pişmiş aşlarına soğuk hem de buz gibi soğuk su katan Amerikanın bu hare -ketine elbette kızacaklardır» diyor.
Şimdiye kadar Ruslar bir istilâ ve tehdit politikası takip etmişler. Şimdi de Amerikalı -lar on’"" «mat» ediyormuş ! Fakat bu hengâ-''"semize ne düşü--ikan manda-
^dan hiç
Okurken bizim yüzümüz kızardı Adı Türk olan ve Türk ol -duğunu söyleyen bir insanın 14 Mart tarihli Vatan’daki baş yazıyı nasıl yazabildiğim hâlâ aklımız almıyor. Okurken u-tancımızdan yüzümüz kızardı. Bu ne küçülme yarabbi!!.. «Milletimize güven, sevgi ve kadirşinaslık gösterilmesinden dolayı» şükran duymamız hep ı tabiimis... 1
Kara gözlerimiz içinmiş
'Yine ayni yazıda şöyle deniliyor:
İstiklâl mes’elelerinde çok
«
hassas olan Türk vatandaşları tamamiyle müsterih olabilir -ler. Amerikanın hareketinde hiç bir hususî menfaat gayesi, hiç bir hususî hesap, hiç bir tahakküm emeli, hiç bir emperyalizm kokusu yoktur»
Baş /azar yardım (!?) şartlarım, şu bizi « yarı müstakil» devletler derkesine düşüren şartlan unutuyorlar galiba. Hafızaları kısa olacak. Çünkü on, on beş satır yukarda yazdıklarını da unutmuş görünüyorlar. «Amerik- An... kendi ilk müdafaa siperlerinin bizim topraklarımızda olduğunu anlaması» diye yazan bir kimsenin. artık yardımının men-faatsiz olduğunu söylemesi bir az tuhaf oluyor. Fakat bu yazıda tuhaflık, garabet mi ararsınız? Ya baş yazarın bir A-merikalı agziyle «İstiklâl me’s-elelerinde çok hassas olan Türk vatandaşlarına» • Amerika
ne
hesabına teminat vermesine demeli?
Bu ne itiraf !
Nihat Erim’in 5 Mart tarih-«Uhıs» ta bir baş makalesi Bilmem gözünüze ilişti
li
var.
mi? Nereden ilişecek. Ben size özünü ve en ehemmiyetli noktalarını anlatayım.
Prof, mebus ib'u baş yazısında Cumhurb ışkanma hitaben yazılan son açık mektupları ele alıyor ve bir yerinde diyor ki:
« Dil altınca tutulup söylen miyen husus D. P. den köylülerimizin kütle halinde uzaklaşmasını önlemek davası mıdır?»
Vay! demek bu güne kadar köylülerimiz kütle halinde D. P. den yana imişler. Peki am ma Millet vekili seçimleri de bugünden evvel yapılmıştı. Ve biliyorsunuz ki: nüfusumuzun yüzde seksenden fazlası da köylüdür. Şu halde.. Yo! orasına rufailer karışır. Matbuat kanunu Millet Meclisinin meşruluğu hakkında söz söylenmesini yasak etmiştir. Zaten Nihat Erim de bunu bil diği için sonunu getirememiş olacak.
— Zincirli Hürriyet —
5 Nisan 1947
Pekeri taşıyan hususî otomobilin içi, Bayan taşıyan taksinin ise dışı harap olmuş
Şüphesiz, memlekette bu hafta olanların, geçen hafta olanlardan, geçen ay olanlardan, geçen yıl olanlardan, hattâ geçen yıllarda olanlardan ............l bulunmadığını benim kadar sizler de bilirsiniz... Zira hep bilirsiniz ki, bizim iç olaylarımızın tenev-vü kabiliyeti heyeti idare toplantılarının klâsik ruzna>-meleri mikyasında mahdud-dur:
Ya zelzele olmuştur, ya sel olmuştur, ya nehir taşmıştır, ya derya yükselmiştir, ya filanca zaferimizin yıldönümü, ya falanca şehrimizin kurtuluş bayramı yapılmıştır..
Bunlar arasında, on sene sonra tahsisatı bulunacak, ve bir asır sonra yapılışı tajnam-lanacak enstitülerin, dispan -serlerijı, hastahanelerin şatafatlı temel atma merasimleri vardır._______________
Bunlar arasında başarılı tasarılar, Ve tasanlı başarılar vardır.
Bunlar arasında, Ürdün’den aziz misafirimiz , Londradan İlâhî dostumuz, Iraktan mukaddes ahbabımız gelip gider.
Bunlar arasında millî heyecanla (!) gazeteler yırtılır, mukaddes hislerle matbaalar yıkılır.
Bu arada, bilmem hangi mektepten bilmem hangi mne diploma almış olanlar birbirlerine «artam» vasıtasiyle se
Amerikan yardım1
MEKTUPLARI
Amerkan yardımını büiyorsunuz. Bu yardımdan dolayı Amerikan milletine minnettarız. Minnettarlığımızı dünyaya Başbakanımızın ağziyle ilân ettik. Ayrıca Maliye Bakamın -^ın da bu mevzua em ıs eden bir.demeci: i okuduk. O d meçe göre Amerikan yardımına 7 UylülJ kararlarının tesiri olmuş. Saym Bakan fazla tevazu gösteriyor. Çünkü 7 Eylül kararlan öyle Amerikan yardımiyle falan Ölçülecek kadar küçüjfc şeyler-’sğildir. O kararların ehemmiyeti, bize, c
İSTANBUL
Din inkılâbı
Ahır ömründe töbekâr olmıya niyetle imiş bir Milletvekilinin takriri üzerine Millî Eğitim Bakanlığı ulûmu diniye tedrisatının cevazına dair bir fetva çıkardı. Ger-çe bütün inkılâplar Ankaradan çıkar. Amma İstanbul da bunca yıılık mazımı oıan> bir şehir; nangı işte Ankaradan geri kalmak ister. Bunu türlü vesilelerle isbat da etmemiş midir? Meselâ 31 Mart inkılâbı bu şehrin espri değil miydi? Atatürk sağ olmasaydı Kubilây hâdisesin-de Menemen’den geri mi kalırdık? Köse hocaları, de -mir hafızları, yeşil imamları hangi şehir yetiştirdi? Bu kadar şanlı bir tarihi olan İstanbul’un bu son inkılâpta da kendini göstermesi lâzımdı. Nitekim gösterdi de. Bir hızda çıkardığımız mecmualardan bir kaç tanesinin adını sayayım: Hakikat yolu, Şark yolu, Hakka doğru, Küçük gazete. öiratîmüsfâkınYleraen^B^anınalclardan, Sebilülreşad’lardan hiç de aşağı olmıyan bu gazeteler şimdilik sadece bir başlangıçtır. İleride daha nelerimiz, nelerimiz olacak; göreceksiniz.
Eylül teva:
r> .. . r ■ - -
den değildir. O kararların ehemmiyeti, bize, değil yalnız Amerikanın, bütün dünyanın merhametini kazandıracak kadar büyüktür.
Misafirperverliğimiz
Millî Eğitim Bakanı Bay Reşad Şemseddin Sirer, bir talebe dergisinde, tahrir vazifesine benzer bir yazı neşretti. Sovyet tehdîdlerinden niçîn korkmıyoruz adını taşıyan bu yazıda Bay Sirer dış politika meseleleriyle askerlik bahislerine temas ediyor. Bu arada da milletimizin kahramanlığını, cengâverliğini öğüyor. Şüphesiz söyledikleri doğrudur. Fakat Bay Sirerin bu yazısı bana biraz mevsimsiz göründü. Son günlerin siyasî olayları karşısında Sovyet tehdidleri dolayısiyle Türk milletinin kahramanlığını değil, Amerikan yardımı dolayısiyle misafirperverliğini anlatan bir yazı neşreymeliydi.
lamlar yollarlar.
Bu arada ipodromları şereflendirenlerin, operaları teşrif buyuranların hâvadisleri ya -yınlamr.
Ve bütün bunlar, dünyanın dört bucağına müteveccihen inceleme seyahatine çıkarılan heyetlerin, dünyanın dört bucağından bize yapılan dostane ziyaretlerin hikâyeleri, sonra da, pek çok konferans, nutuk, tekzip, tebrik, plân, proje, tasarı, temenni, yaşa, alkış, şak şak, mak şak karışır...
Bu vukuu ve şuyuu, mahdut ve mutad olan dahilî olaylar meyanında bir de çat şurada, çat kapı arkasında gözüken Bakanların bazen pek sıkla -şan inceleme gezileri vardır: Çok dinlediğiniz hikâyeyi hep bilirsiniz.
Filânca Bakan geldi, falanca Bakan gitti. Derdler dinlendi. Halkla temas edildi. Derdler üzerinde ilgi ile durulup notlar alındı. Nazarıdikkatler çekildi. Halkla Bakanlar arasında duyuş e görüş birliği belirdi. Anlaşıldı, kaynaşıldı, Öpüşüldü, koklaşıldı..
Bereket ki, kelimeler, esvaplar, pabuçlar, gömlekler, çoraplar, çamaşırlar mamaşır -lar gibi eskiyip, kullanılmaz, elle tutulmaz, ele alınmaz, ortaya konulmaz hale gelmiyorlar. Yoksa, eğer, sözler de eşyalar gibi esi iyip harap olsalardı, yukarıya muhtasar bir
gibi,
kadrocuğunu çizdiğim olayları yıllardan beri tekrar tekrar ifadeleştiren kelimeler, çoktan sipillesirler, çoktan yalama o-lurlar, ve çoktan hurdalaşır-lardı: Fakat çok şükür belli ki, her türlü istimale, ve her türlü suiistimale karşı, millet lisanı da dayanıklı!..
Benim yukarıya yazdıklarımın doğruluğunu teyid eden sayısız delillerin en tazesi, bugün bütün memleketi ilgilendiren iç hâdisenin, «İzmir» şehrine bir kaç önemli vatandaşın gelip gitmesinden ibaret oluşudur..
Celâl Bayar’ın, ve Recep Peker’in pek az zaman farkiy-le «İzmir» e gelişleri. « Demokrat» parti ile «Halk» partisinin burada âmme efkârı huzurunda bir sıyası meydan muharebesi vermelerine vesile oldu. Ve şehir sakinlerinin çoğunca malûmdur ki, bu meydan muharebesi, Demokr at Partinin kahirane muzafferiye-tiyle sona erdi: Hem de, Halk Partisi» nin elindeki muharebe ve mücadele vasıtaların n cümlemizce malûm olan büyük ve çeşidli üstünlüklerine ve yeniliklerine rağmen!..
*
Ben, «Recep Peker»i getire i vapurda bulunmadım. Fakat gazetelerde îstanbuldan buraya onunla ayni vapurda gelen
Bindiğimiz dal
İstanbul’da bir filmin gösterilmesi yasak filmi gördüm, ne de mahiyetini biliyorum, filmden balısedemiyeceğ m. Yalnız, Vatan
çıkıp bu yasağın konmaî ma sebep olan yazıyı okudum. O yazıda, adı bilinmiyer bir yazar, bu filmin bir propaganda filmi olduğunu, ilgili makamların bu türlü yayın vasıtalarına karşı biraz daha dikkatli davranması gerektiğini söylüyordu. Bu yazıyı neşreden gazete, sözüm ona, Demokrasi müdafiî idi. Kanunlarm sıkılığından bahseder, serbestçe konuşamadığından yanar yakılırdı. O yazıdaki sözleri meselâ Başbakan söyleseydi kötü kişi olurdu. Başkalarında kabahat saydığı bir hali Vatan gazetesi nasıl olu; or da üstüne alabiliyor? Bu bir gaflet mi yoksa? Yol sa farkında olmadan bindiği dalı mı kesiyor? Her “hâlde öyle olacak. Öyle olduğunu ayni yazıda kırılan başka potlardan da anlıyoruz.. Meselâ deniyor ki: « Bu film bir Garp memleketinde gösterilebilir. Çünkü orada halkın siyasî terbiyesi yüksektir. Halbuki bizim halkımız henüz o seviyeye yük-selmemiştir. Bu itıBarla bu film bizde gösterilemez.»
îyi amma, ayni gazetenin seçimler sırasında siyasî terbiyesinin yüksek olduğundan bahsettiği halk ayni halk değil miydi?
Veren kim, kullanan kim ?
Halk Partisi hükümetinin Millî Eğitim Bakanı Reşad Şemseddin Sirer’le Demokrat Partinin, listesinden milletvekili çıkan Cihad Baban’m, yani iki ayrı saftan politika adamının, kim bilir nasıl bir zihniyetle birleşip müştereken yazı yazdıkları bir gazetede HÜR gazetesinin kapanmasının gençlik arasında memnun uyandırdığından bahsediliyordu. O gençlerle konuştum. Dedim ki: «Niçin memnun oldunuz? HÜR gazetesi vatan haini bir gazete değildi. Memleket meselelerini her şeyin üstünde tutan, tek gayesi milleti aydınlığa, hürriyete ulaştırmak olan bir gazeteydi. Yoksa siz hürriyete mi düşmansınız?» onlar da dediler ki: « Bizim millete hürriyet yaramaz. Başımıza ne geldiyse hürriyet yüzünden geldi. İşte, memleketin halini görüyorsunuz. Hürriyet vermeseydik bu softalar, bu yobazlar türeyip din, din diye bağırabilirleymiydi? Milleti irticaa götüren yazılar, mecmualar neşredebilirler miydi?»
Din dâvasını ortaya çıkaran, hatırımda kaldığına göre, Halk Partisiydi. Yoksa hürriyeti biz veriyoruz da ondan yalnız Halk Partisi mi istifade ediyor?
bir meslekdaşııî intibalannı okudum: Onun yazdıklarına göre «Recep Peker» i «İncirsi tı» nda karşıhy anlar, «Uşakta binmiş bulunuyorlarmış. Mes-lekdaşım, bu karşılanıştan bahsederken, şöyle diyor:
«— Reoep Peker güvertede görür.ür görünmez, «Uşak»tan kopan yaşalar deryayı sarstı!.»
Kendi hesabıma ben, «U-şak» seçimini Halk Partisinin kazandığına asıl bu satırları okuduktan sonra inandım..
Yine ayni meslekdaşm yazr dığına göre, «Recep Peker» Öyle uykusuna yatınca, o rahatsız olmasın diye vapurun, radyosunu susturmuşlar. Kendi uyuyunca Ankara radyosu sustuğuna göre, Başbakanımızdan milletcek bir istirha -mimiz var; Başbakanımız An-karaya dönünce lütfen, her akşam şekerlemelerini, milleti siyaneten radyo evinde kes-dirsinler.. Zira bu sayede, inşallah, vapurda olduğu gibi o uyur, ötekiler susar, biz de bu saadete kavuşmanın sevinci içinde, şaşırıp, belki Halk Partisine üye bile yazılırız!..
«
.. Götürülenler de, seyredenler de bildikleri için, Bay «Peker» i karşılıyanlarm kimler olduklarını yazmaya lü -zum görmüyorum. Kendilerin den, kokartlarını nereden aldıklarım, istikbal merasimine Sonu 3 cû sayfada
edildi. Ne Onun için gazetesinde
5 Nisan 1947
f------------------
İşin şaka tarafı :
Sahıfe : 3
— Zincirli Hürriyet —
Derbent bataklığı, Opera binası ve silindir şapka
Zahide SAMSAM (*)
Evet, siz, istediğimiz gibi ya- yet bu şartlar içinde istimale, »yamıyoruz, istediğimizi yiye- suiistimale, suitefehhüme, eui-miyoruz, istediğimizi giyemi -yoruz, istediğimizi söyliyemi -yoruz diyorsunuz...
Fakat siz düşünmüyorsunuz ki, bizim başımızda, yalnız bizi düşünen, bizim uğrumuzda her şeylerden vazgeçip iğne ipliğe dönmüş olan, bizim rahatımızdan, bizim ikbalimiz -den, bizim istikbalimizden, bi zim istiklâlimizden başka hiç bir tasalan olmıyan kimseler vardır.
Biz, acaip bir milletizdir: Faraza «Ankara» şehrinde mil yonlar harcayıp bir «opera» kurarlar. Biz: ,
«— Yahu, faraza bir «Der-bend» bataklığını kurutmak, bu operayı kurmaktan daha faydalı bir iş olmaz mıydı? Okutulmamış insanlarımız, kurutulmamış bataklıklarımız, yedirilmemiş insanlanmız, gey dirilmemiş çocuklarımız, ve her sahada henüz maalesef yaratılmamış eserlerimiz du -rurken «opera» bizim neyimize?...» Deriz. Cevap verirler:
« — Efendim... Siz bilmezsiniz... Biz «on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan» . Biz, «tarihten önce vardık, tarihtensonra da varız..». «Biz, bize benzeriz.Biz sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kütleyiz...
Biz, muasır medeniyetin en ileri yerine vardık. Biz, on asırda görülecek işi, on seneye sığdırdık. Ve işte, bu sayede, başlarımıza silindir şapka giyip, milyonlara mal olan operaları seyredebilecek kültürel, ekonomik, politik, ultra I demokratik, aristokratik, sosyolojik, fizyolojik, pisikolojik ve daha bilmem ne mozik, ko-jik, tozik, bozik, ve antilojik tekâmüle kavuştuk biz!...»
Siz bu sefer; «peki dersiniz, mademki bu hale geldik, tarihten önce vardık, tarihten ü>nra varız.. Mademki muasır medeniyetin en ileri yerine vardık. Ve mademki, kültürel, ekonomik, politik, zoopolitik, ultra demokratik, aristokratik, sosyolojik, morfolo -jik, tozik, bozik, ve antilojik tekâmüle kavuştuk, o halde, bize yaşama, söz, yazma, seçme hürriyeti verin!..»
O zaman size verecekleri cevap da şudur:
— Sakın ha... Senin hürriyet dediğin şeyi, her yerde komünistler kullanırlar. İrtica var, komünizm var, sosyalim var, kapitalizm var, parv tagonizm, ve şantangonizm var, Mandagonizm ve sandan-to, Bundanto, fondanta koni-zm var, dış tehlike var. İç teh like var. Yan tehlike, sağ tehlike, sol mol tehlike var: Hiç bu patırtıda adama hürriyet mi verilir? Biz, çok geri bir millet olduğtımuz için, hürri-
tefsire, sui hazma, suiniyete
uğrar... Veremeyiz!..»
Siz, bittabi ikisini de dinler düşünürsünüz:
« — Yahu, biz bu dediklerinden hangisiyiz? Muasır me deniyetin en ileri yerine va -ran, ekonomik politik , zoo-politik, lop babam lopik halde-miyiz, yoksa, iptidaî, cahil, şuursuz, ve hiç bir şeyin iyisinden anlamayan kalabalık mıyız?
Siz böylece, operayla bataklık arasında sembollaşan bir garip zihniyet tenaküzü ortasında bocalıyarak, ben size ne olduğumuz hakkmdaki naçiz görüşümü bildireyim.. Biz, ha kikaten bize benzeriz. Zira hakikaten bütün yer yüzünde, bizden başka bize benzeyen millet yoktur. Bizim bir ucumuz operada bir ucumuz orta oyunu bile görmemiş köydedir.
Bizim bir kısmımız «silindir» i «opera» da başa geyilen bir külâh, bir kısmımız ise, köyde başımızı ezen bir siyasî baskı aleti biliriz.
Bizim, bir kısmımız apart -manından kiracı çıkarmak, bir kısmımız ise, sayesinde ban -nılacak delikli bir çadır bul -mak tasasındayız...
Eh, kabul buyurun ki, bu şartlar içinde, bizim başımızda, tıpkı batan bir gemiyi ida re etmek vazifesine mintara -fillah nasip olunmuş ilahi kimseler vardır. Ve onlar bize şöyle demektedirler:
« — Siz bu ekonomik, politik, zoopolitik, tozik, bozik, antilojik, komünist, sosyalist, mandagonist, ve lop lop lopik dünyanın içinden kendi başınıza çıkamazsınız... Bu ana baba gününde, maazallah, yan lış bir şey okursunuz, yanlış bir şey dinlersiniz, yanlış bir şey yer, yanlış bir şey giyer, yanlış bir şey söylersiniz... Ve
bu-sırf
AMERİKAN FAŞİSTLERİ -NİN REİSİ HAPSE MAHKUM OLDU
Evet, Birleşik Amerikada, şu dünya yüzünden Faşizmi kaldırmak için harbe giren Birleşik Amerikada, yüzde yüz Faşist bir cemiyet vardır. «Columbiams» adındaki bu ce miyetin gayesi, zincirli vatandaşlık haklarından mah -
binnetice, kafanız, kalbiniz, bozulur, üstünüz, başınız kirlenir, gönlünüz mideniz lanır, bunun içindir ki, sizin üstünüze, başınıza, gö -
gönlünüze, midenize bir şey olmasın, bir şey gelmesin diye, sizin namınıza yaradana sığınıp biz yiyoruz, biz içiyoruz, biz giyiyoruz, biz yaşıyoruz, biz söylüyoruz, biz yazıyoruz!»
Eh, artık feragatin, vatan- [ rum etmektir.. perverliğin, fedakârlığın hiç birinizin
kahramanlığın, bu mertebesine bir diyeceği yoktur sanırım. Yalnız, naçizane kanaatimce şefkatli, hamiyetli ve vasi bir parti kartvizitiyle bu feragati, bu fedakârlığı gös terenlerin, ve bu vatanperverliği, bu kahramanlığı yapanların unuttukları, oldukça mü -him bir tek şey var.
« — Halimiz!...»
(X) bu imzanın enfes hı -kâyesini, yakında bu gazete süt unla rında okuya caksınız!
Son gelen haberlere göre, «Clombians» larm reisi Homer Lomis, hapse mahkûm olmuştur.
Sakın bundan Birleşik Ame rikada Faşizmle mücadele e -dildiği neticesini çıkarmayı -mz. Çünkü Homer Lomis sadece zina ederken suç üstünde yakalandığı için hapse atılmıştır.___
Haftanın yazısı
nasıl geldiklerini sorduğum vatandaşlardan birisi, aldığım cevapların en güzelini yerm iştir:
« —-Bu istikbale mecburen geldik: Zira istikbaline gelmeseydik, kendi istikbalimiz tehlikedeydi.. Fakat yarın akşam, «Celâl Ba-yar» ı karşılamaya, kendiliğimizden gideceğiz. Zira biliyoruz ki, onun şahsında. dört gözle beklediğimiz halis De -mokrasiyi istikbal edeceğiz.»
Kütleye mal olmuş bulunan bir masum ümide filen cevap vermenin büyük zorluğunu düşündükçe kendi hesabıma, Celâl Bayaı’m bu millete karşı yüklendiği tarihî mükellefiyetin heybetli sıkletini, sırtımda yaman bir ağırlık duymadan tasavvur edemedim.
Bir başka meslekdaşım, «Peklr»in .karşılanışı esnasındaki olayların kendi üzerinde bıraktığı intibaları belirtirken, şu satırları yazıyordu:
« — Bir aralık, Atatürkün Sams^a çıkarken söylediği: «Dağ başını duJan almış» I marşmı biraz değişt rerek, hep l bir ağızdan, şöyle okumaya başladık:
« Dağ başınf telâş almış. Gümüş para durmaz akar, Vapur ufuktan şimdi doğar, l Sabredelim arkadaşlar...
Lay, îay, lay, lay, lay ,lay | Sesimi;
Sert J
şöyle
bittabi onun
izi, yer, gök, s' dinlet sit yumruklarla 1 herkes inlesin!..: Meğer, bu satırları yaza' meslekdaş, mürettep istikbal
merasiminin lo şarkılar kala^fc-
İstanbul’a dönünce ilk işi gidip eski profesörü' görmek oldu. Kendisine fakültede İlmî bir vazife verilip verilemiyece-"® ğîm Öğrenmek istiyordu. Profesör çok memnun olacağmı
söyledi ve hemen o gün delikanlıyı yanına katıp Maarif nezaretine, Yüksek Tedrisat Umu i Müdürüne götürdü. U-ooum müdür, önündeki bloknota Ertuğrul’un adını, nereden mezun olduğunu filan yazdı ve:
— Şunları hazırlayıp bana getirin, dedi. Lütfen kayde -din: pullu bir istida, vesikalık üç fotoğraf, noterden tasdikli diploma sureti, yine noterden tasdikli nüfus kâğıdı sureti.
Delikanlı, söylenenleri bir kâğıt parçasına not aldı, sonra Umum Müdüre teşekkür edip profesörle beraber çıktı.
îstenen şeyleri hazırlayıp iki gün sonra tekrar nezarete gitti. Umum Müdür nüfus kâğıdı suretini incelerken bir yere takıldı kaldı, herhalde okuyamamıştı; o nokta üzerine parmağını koyup sordu:
ç Annenizin ismi nedir?
ç Henriette.
Bu Türk ismi midir?
— Hayır, Fransız.
Umum Müdür « — Hmm!» dedi, sonra, Ertuğrul’un devlet memurluğuna tayin edilebilmesi için «usulen emniyete sor -mak gerektiğini» söyledi.
— Başı 2 nci sayfada — lığına, tesadüfen, ve ne yaptığının farkında olmadan karışmış! Zevkle okuduğum yazısında bu zühulünü şu şirin cümlelerle açıklıyor:
«... Birisi elime bir elli kuruşluk sıkıştırıp gitti. Eirtesi sabah, o istifadeli eğlencenin mahmurluğu içinde gazeteyi karıştırırken... Evet, ancak o zaman, işin farkına vardım: Meğer Başbakan Recep Peker İzmire gelmiş, ve biz o marşlarla o kalabalıkla |onu karşı -lamışsız!...»
Sizi bilmem amma, gördüklerime, duyduklarıma, bilhassa bu okuduklarıma bakınca, ben, Recep Peker, in «istikbal» ini hiç de parlak göremedim!..
*
Bu ziyaretlere bir nebzecik de şakayı bir kenera bırakarak bakarsak, görürüz ki, «Cecep Peker»in «İzmir» e gelmekten niyeti, halk, «Demokrat parti»nin seçimlere gir 'memekle haksız davrandığını, «Celâl Bayar» m «İzmir» e gelmekte niyeti ise, millete «Demokrat Parti» nin seçimlere girmemekle haklı davrandığını telkine çabalamaktır.
Bu çabalayış, ber mutad, uzun, karışık, hesaplı, kitaplı ve tumtraklı nutuklarla gös -terildL. ı> « Celâl Bayar» ekseriyet indinde naklı görüldüğüne inandığı için daha az, «Recep Peker» ise, tfekseriyet indinde
haklı görünüşünün zorluğunu bildiği için daha ' çok konuştu.
Şayed aranızda, «Peker» in sözlerini zayıf bulanlar çoksa, onlardan Başbakanı mazur
J • •
-UlKAV-E
görmelerini rica ederim: Zira unutulmaması lâzımdır ki, «Recep Peker» in sözleri, bizzat kendisi değildir...
*
Hazır Başbakanın, «Demokrat Parti» , ve «seçim» babındaki sözleri gibi «zayif» olmıyan vücudundan lâf açılmışken, sözlerimizi, dikkate şayan bir müşahedemizin hikâyesiyle tamamlayalım:
Duyduğu muza ve inandığımıza göre, İzmirde «Recep Pe-ker» i taşıyan hususî otomobilin içi, «Celâl Bayar» ı taşıyan «5» numaralı taksinin ise dışı harap olmuş: Zira birisini Başbaknımızın sıkleti, diğerini ise, halk çoğunluğunun has reti o hale getirmiş!..
Bu olayın esbabı mucibesini izah edenler:
“« — Bu —balarm birisine, Recep Pekçrjn şahsında hükümet, diğerine ise, Celâl Ba-yar'm şahsında millet «ağır bastı» diyorlar...
Bence, bu iki arabanın akıbeti, «Bayar»m, ve «Peker»in «İzmir»e yaptıkları seyahate konulacak teşhisin sembolü -dür : Zira gördüğünüz gibi, birisinin halinden hükümetin, diğerinin halinden ise milletin ağır bastığı anlaşılıyor!..
Naci Sadullah
AMERİKAN EMPERYALİZ-
Mİ AMERİKALILARIN AĞZINDAN DİNLEYİN
Time mecmuasının Şanghay muh abiri William Gray, Ja -pon istilâsını onbeşinci seneyi devriyesi münasebetiyle Şanghayda yapılan matem top lantılarmın, Amerikan aleyhtarı bir tezahürat şekline döküldüğünü anlattıktan sonra diyor ki: « Bugün Çinlilerin indinde Amerikan emperya -lizmi, Japon ve İngiliz emperyalizmlerinin yerini almıştır. Ve Amerikalıların « İyi niyet» lerine rağmen, 947 yılmın küs tahlık sembolü Amerikalılar -dır. Çinlilerin düşmanlık hisleri Amerikalılar için o derece sıkıcı ve bunaltıcı bir ha 1 almıştır ki, bir Amerikan bahriyelisi: «Amerikadaki akaHi-yetlerin günün 24 saatinde neler hissettiklerini, ancak şimdi, anlıyabiliyorum.» de -mek lüzumunu duymuştur.
Amerikan yardımının sırf insanlık düşünceleriyle yazan başmuharrirlerimizin kulakları çınlasın.
GREVLER BİR AıMERİKAYA 110.000,000 İŞ-GÜNÜNE MALOLDU
Birleşik Amerika Çalışma Bakanlığının neşrettiği son istatistiklere nazaran, 1946 senesindeki grevler 1 10 milyon iş-gününe malohnuştur. Yal -mz son kömür işçileri grevi ! milyon iş-günü tutmaktadır.
1945 de grevler, 38 milyon. 25 bin iş-gününe baliğ olmuştu. Harpten evvel rekor 28 milyon 424 bin ış-günü ile 1937 senesine aid idi. Görülü -yor ki Amerika da bu yön -den de terakki var. Fakat bu terakki, bazı Amerika âşıklarının iddia ettikleri gibi, mem leket halkının İçtimaî huaur ve adaleti lehinde olmasa gevrek.
KRAL, KRALİÇE VE PRENSESLERİN SEYA -HATİ İNGİLİZ HALKI ( ARASINDA HOŞNUT -SUZLUĞA YOL
AÇMIŞTIR
Krallık ailesi efradının nup Afrikasma yaptıkları yahat orta halli İngiliz halkı için ne kadar böbürlenme vesilesi olduysa, fakir halk tabakaları arasında da o derece hoşnutsuzluğa yol açmıştır.
El emeği azlığından şikâyet edildiği bir şuada krallık ailesine tahsis edilepek hususî tren, tayyare ve arabalarım imali esasen bir infial uyan -dırmıştı. Bu kerre Prenses Elisabeth’in seyyahatte geçi -receği gün adedi kadar b?ra -bernde elbise götürmesi; ve henüz vesika usulü kaldırılma misken, seyyahat çamaşırları ve beyaz takımları çin kilometrelerce ipekli ve keten kullanılmış olması, İngi'lk* işçi kadınlarını çileden çıkar -mıştır.
i (
Ce-
se -
ABONE ŞARTLARI . Seneliği 500 Kuruş
Altı aylığı : 250
Üç aylığı : 250
İlan şartları idare kararlaştırılır.
KULAK
» I
»
ile
YAZAN : Cevdet Kudret SOLOK
Ertuğrul hakkında emniyet müdürlüğüne yazılan kâğıt döndü dolaştı, kısm-ı siyasî birinci şubeye gitti.
Şube müdürü iş başında çok sert, çok asık suratlı bir adam dı. Daha doğrusu, eskiden, yani henüz küçük bir memurken öyle değildi de, şube müdürü olduktan sonra birdenbire değişmiş, en yakın masa arkadaşlarının bile tanıyamıyacağı biri haline gelmişti. «Söz geçirmek için asık suratlı olmak lâzım» diye düşünüyordu. Dairede memur odalarına girip çıktıkça: « — Her şeyden evvel disiplin isterim arkadaşlar!» derdi, hele kızıp da : « — Disiplin, arkadaşlar! Otorite, arkadaşlar!» diye bağırmıya başladığı zaman kapı önündeki
ALMANYADAKİ RUS KUVVETLERİ AZALTMIYOR
Almanyadaki Sovyet kuv -vetleri bu ay içinde yüz bin kişiye indirilecektir. Buna mukabil, P olitbüro mensuplarından Beriya’nm bizzat Ber-line giderek Sovyet bölg' derin deki sivil memurların takviye-işi ile meşgul olduğu bildirilmektedir.
Sovyetlerin Almanyadan ko layca çekilmiyeceği anlaşılı -yor. Binaenaleyh Almanya -nm 40 sene müddetle 4 büyükler tarafından kontrol edilmesi hakkı mdaki Amerikan ^teklifinin 1 Moskova konferan -smda müsaid bir şekilde karşılanmaması için hiç bir se -bep yoktur. Bilâkis...
LONDRA ÜNİVERSİTESİN -DEN 3500 TALEBE KRALDAN CENUP AFRİKASI-NA GİTMEM5Sİ İÇİN RİCADA BULUNDU
Hatırlarsınız: Bundan bir
müddet evvel, Birleşmiş mii -ietierde, Cenup Afrikasımn Zencilere karşı takip ettiği siyaset tartışmalara yol açmıştı. Bu kere ayni mevzu Avam kamarasında da ele alınmış ve işçi mebuslardan bir grup Ce nup Afrikasınm bu siyasetini şiddetle tenkit etmiştir.
Londra Üniversitesinden 3500 kişilik bir talebe gurubu da Mareşal Smuts’m Zencilere reva gördüğü muameleyi beyenmediklerini ifade etmişlerdir: ve bu vesile ile kralın. Cenup Afrikasını ziyaret etme mesi için ricacı olmuşlardır.
hademelerin dizlerinin bağı çözülürdü. Âmir mevkiine ge -J çince, o zamana kadar işidip de mânalarını kesin olarak bilemediği «disiplin» ve «otorite« kelimelerinin tariflerini dairenin Fransızca mütercimine bir sözlükten tercüme ettinp masasının üstündeki kaim camın altına koydu. Anasıra boş kaldıkça veya iş arasında gözüne iliştikçe onları tekrar tekrar okumaktan zevk alırdı.
Bu mühim mevkie oturunca, otoritesini daha iyi işletebilmek için, küçük memurluğu zamanında yüzgöz olduğu hademeleri birer birer işten çıkarmış, eski masa arkadaşlarını başka şubelere naklettirmiş, yeni gelen hademelerle yabancı memurları kasıp kavurmağa başlamıştı.
Şube Müdürü olduğu gün evinde aynalı dolabın karşısına geçip aynada, yüzünün alması gereken türlü mânalarını* meselâ kaşlarının çatılışını, ağzının açılışım, kapanışım, (’ daklanmn bükülüşünü, hele gözlerinin ya haşn, ■ ’
ya, alaycı, ya derin bakışlarını, ellerinin koUr~ lerini, koltuğa nasıl kuruhcağna, masaya n * m, nasıl oturup nasıl kalkacağını inceden ' mişti. O günden sonra sokağa çıkarken gî ' kapının yanındaki elbise çengeline asar kaşlt bir maskeyi suratına geçirirdi! P
Mehmet - Ali
Posta kutusu :
Basıldığı yer : Doğanlar
Fiatı : 1 O kuruştur
Basımevi •— İzmir
Herşeyden evvel ve her şeyin üstünde istiklâl
Bu, dünya hâkimiyeti dâvâsıdır
Mehmet-Ali AYBAR
Tarihimizin en kritik an ı larından birim yaşıyo- ’ ruz: İstiklâlimiz tehlike dedir. Ve işin korkunç tarafı ] şudur ki, istiklâlimize kasde-denler bu sefer ordularla değilde, bir yardım teklifinin yal drzlı paravanası arakasına giz Ienerek üzerimize yürüdükleri için, Türk milleti kuşkulanmıyor. Ve mahirane, mahir olduğu kadar hainane bir propaganda da bu kuşkusuzluğu arttırmağa, hattâ istiklâlimize kasdedenleri bir kurtarıcı gibi göstermeğe çalışıyor. Bu gibi hallerde hakikati gören namuslu her Türke mukaddes bîr vazife düşer: Her ne pahasına olursa olsun hakikatleri haykırmak..
Bilmeliyiz ki, Amerikan yar dimi söylendiği gibi bir altın halka değildir. O, bedelini er geç kanımızla ödeyeceğimiz bir esaret zinciridir. Amerika yüzelli milyon dolar mukabilinde biliyor—ıs—ız bizden ne istiyor? Üçüncü dünya harbinde Polonyanm bu harpf-deki rolünü oynamamızı ve bunun için de şimdiden A—c-nkaya teslim ol-a-ızı...
Hayret etmeyiniz! Evet, istediği budur. Zaten A-erikan çevreleri bunu gizlemiyorlar. Akıl hocaları ve yarı resmî sözcüleri sayılan Walter Lip-£rna'n bandan yedi sekiz ay evvel şöyle yazıyordu: « On seneye kadar Sovyetlere karşı harbe gireceğiz. Bu harbin sıklet merkezlerinden biri,, belki en mühimi Yakın
şark ve Boğazlar bölgesi olacaktır. Sovyetler, Boğazlar hakk-daki talepleri ile, en hassas noktalarının burası olduğunu açığa vurmuşlardır. Binaenaleyh yarınki harpte A--erikan kuvvetleri buradan hücuma geçmelidirler.» Ayni zat dün de şunlan yazdı:
«Amerikanın kendi kuvvetle -riyle Sovyet Rusyayı çenber içine almağa kalkışması hır çılgınlıktır. Duna ne -alî kudreti yeter, ne de halkı razı olur. Fakat ayni şeyi başka yoldan yapmak da pek âlâ -ü-kündür. Amerika dün -yanın şu üç stratejik noktasını nüfuzu altında bulundur --akia iktifa etmelidir. Bu noktalar Al-anya, Türkiye ve Japonyadır. Sovyetlere karşı girişilecek bir harpte bu noktalar sıçrama tahtası ola -çaktır.»
Haydi diyelim ki, şöhreti ne olursa olsun Lippman nihayet bir gazetecidir; ve sözleri A--erikayı ilzam etmez. Fakat ayni fikirleri resmî ağız -lar da tekrarlıyacak olursa, öyle zannediyorum ki. Amerikan yandımı—n hakiki mânası hakkında artık tereddiid ve şüpheye yer olmaz.
A-erikan kongresindeki tar feşmalar, hele dışişleri -iis-tekan Cleiton'un yardı— vesilesiyle sarfettiği sözler, Wal-ter Lâppunan’—n kendi nam ve hesabına konaşmadığı— gösteriyor. Bilme— dikkat et-*ûıiz -i idi? Yapılan yardı -askeri -aksadlara tahsis ”’mesi halinde, bu -•'-amasını feti -lan söylemişlerle yapıla-rim kendi 'dan zaru-
ri olduğu cihetle iadeyi ica -bettirmez.»
Anlaşılıyor ki, Amerikan menfaatlerinin ileri karakolluğunu yapmak vazifesi bize düşüyor. Sovyetlerle çıkacak harpte, ilk ağızda biz harcanacağız, bizim topraklarımız çiğlenecek, bizim hanımız dökülecektir. Tıpkı bu harpteki Polonya gibi...
Diyeceksiniz ki, başka ne yapabiliriz? Sovyetler istiklâlimize göz dikmiştir: Şark vilâyetlerimizi istiyorlar; Boğazlarımızı istiyorlar. Muhtemel bir Sovyet teecavüzüne karşı Amerika üe işbirliği yapma -mız zarurî değil midir?
ğer Amerikan yardımı, pe-len malûm şartlan sürüklememiş olsaydı, hu nokta mü nakaşa edilebilirdi. Fakat A--erika île işbirliği, bugünkü li ile. asırlar bolunca zebunu olduğumuz, ve pençesin den kurtulmak için bir istiklâl savaşı yaptığımız kapitii -lâsyonlar belâsının bir başka yoldan, hem de katmerli bir şekilde geri gelmesi demek -tir. Şartlan biliyorsunuz: Yar in yerinde kullanılıp kullanılmadığım kontrol bahanesiyle, Amerika Cumhurbaş -kanından başlıyarak, derece derece basın ve radyo mensuplarına vanneaya kadar bir takım yabancılann, iç ve dış işlerimiz üzerinde göz ve söz hakkına malik ol-alan... Hu-kukudüvel kitaplannda bu du
La düşen zavallı milletlere hatır için «ayn müstakil» ismi verilir. Amerikan yardımı bizi bu derekeye düşürecek »iyette olduğuna göre ya-nn Sovyetlere karşı istiklâlimizi korumak için, köle olmağı hiç kabul edemez.
Peki o halde ne Sovyetlere tek başımıza karşı koymağa kalkışmak, çok riskli bir siyaset olacağı için, Sovyetlere düşman diğer bir büyüğün himayesine sığınmaktan başka çare var mıdır?
şimdiden bir Türk
yapalım?
AMERİKA POLİTİKASINDA DÖNÜM NOKTASI
Mr. Truman'nın meşhur nutku Amerikanın dış siyasetinin dönüm noktasını teşkil eder.
Roosevelt harpten sonra bir tek dünya sistemi kurmak, dünya nizamını Birleşmiş Milletler teşkilâtının kontrolü altına koymak, imperiyalizme nihayet vermek ve dünyaya ebedî sulh getirmek emelinde idi.
Truman iktidara geldikten sonra bir müddet Rooseveltin dış siyasetini takibe çalıştı. Birleşmiş Milletler teşkilâtına ehemmiyet verdi. Sovyetlere karşı bir anlaşma siyaseti güttü. Fakat sonra tedricen Vandenberg ve Conally gibi nüfuzlu Cumhuriyetçilerin tesiri altına girdi. Bu zatlar Rus lara karşı şiddet gösterilmesi lüzumuna kani idiler. Eski hariciye nazırı Byms'i evvelâ bu lüzuma kandırdılar. Byrns bu siyaseti Londra konferansında bir dereceye kadar tatbik etti. Bu arada Cumhuriyetçiler kongre seçimini kaazndılar ve her iki mecliste büyük bir ekseriyet temin ettiler. Bunun üzerine Amerikanın dış siyaseti yeni bir istikamet almağa başladı, bilhassa Ruslara karşı son derece şiddetli bir tavır takınıldı. Bu şiddet siyaseti Nevyorkta tesirini de gösterdi. Molotof Almanyamn peyki memleketlerle yapılacak sulh muahedelerinde birden bire mühim gerilemelere katlandı. Bu hâdise Cumhuriyetçilere daha ziyade cesaret verdi ve bu defa Moskova konferansma giden general Marshall bu sert siyasetin bir mümessili olarak oraya gönderildi.
Tam bu sırada İngiltere Yunanistan ve Türkiyeye karşı vaki olan taahhütlerini yerine getirecek vaziyette olmadığını bildirerek Amerikadan yardım istedi. Amerika bunu fırsat bildi ve bu yardımı derhal kabul etti. Yalnız bu yardımı kabul ederken dış siyasetinde mühim bir değişiklik yapmak ihtiyacını duydı .
Şimdiye kadar Sovyetlere karşı stratejik emniyet bölgelerini İngiltere ile Amerika kendi aralarında paylaşmışlardı Amerika Uzak şark ve Pasifik bölgelerinin emniyetinden mesul olacaktı, Ingiltere de Avrupa, yakın şark ve orta şarkm emniyeti mesuliyetini üzerine almıştı. Şimdi Ingiltere Yunanistan ve Türkiyeye karşı değil Amerikaya karşı olan taahhüdünü ifa edemiyecek hale gelince, Amerika
dünyaya hâkim olmak fırsatını eline geçirmiş oldu ve der» ha lbu vaziyetten istifade ederek İngilterenin boşaltmağa mecbur olacağı yerlere yerleşmeğe teşebbüs etti.
işte Trumanın ilân ettiği yeni Amerikan dış siyasetimi» hakikî manası budur.
Amerikanın bu yeni siyaseti Rooseveltin kurmak istediği tek dünya siyasetinin terki, ve birbirine rakip iki büyük dünyanın karşı karşıya cephe alması demektir. Bu bakımdan bu siyaset bir sulh siyaseti değil, bir harp siyasetidir. Amerikada Cumhuriyetçiler ve bir takım muhafazakârlar Amerika ile Sovyetler arasında bir harbin er geç mukadder olduğuna inanmışlardır. Bunlar bugün Amerikayı her bakımdan kuvvteli, Rusyayı her bakımdan zayıf gördükleri için bu harbin derhal yapılması fikrindedirler. Bu sebeple dünya bir üçüncü harbin tehdidi altına giriyor demektir.
İşte esef edilecek nokta bu üçüncü harpte Türkiyenin harp hattı üzerinde en ön safta bulunuşu, ve taraflardan biri tarafından ön müdafaa kalesi olarak kullanılmak istenmesidir. Yani böyle bir harpte Türkiyeyi bekliye» mukadderat Polonya ırkine benzemektedir. Böyle bîr harpte, harbi kim kazanırsa kazansın, Türkiye kaybetmeğe mahkûmdur. Onun için Trumanın nutkundan çıka^ mâna herkesten çok bizi düşündürse gerektir.
AMERİKA FIRSATI KAÇIRMIYOR
İngiltere Amerikaya müracaat ederek Yunanistan ve-Türkiyeye karşı taahhütlerine devam edemeyeceğini, A-merikanm kendisine yadım etmesini istedi.
Amerika iki bakımdan hu müracaata karşı lâkayt kalamazdı. Bir defa biliyordu ki İngiliz askeri Yunanistanda» ğeklidiği gün orada iktidarda bulunan kukla hükümet der hal düşecek ve sollar vaziyete hâkim olacaklardır. Bu da Yunanistanda Sovye t nüfuzunun artmasına sebep olacaktır. Halbuki Avrupa, Asya ve Afrikada Sovyetelrin. bu -lundıikları yerlerde] bir adım ileri gitmemeleri Amerikanın en büyük hedeflerinden biridir. Sonra da Amerika orta şarkta iktisaden İngilterenin yerini almak arzusundadır, İngilterenin bu tekli i onun için kaçırılmaması lâzım gele:» bir fırsattır.
HÜRRİYETİN
YENİ BİR SEYRE DOĞRU
ZİNCİRLERİ
Dostoyevski , kürek mahkûmluğunu bitirince, zincirlerinin çözülüşünü^ «l___—-------------------
lar» adlckıtabında ‘ şöyle anlatır.
« örse yaklaştım, Demirciler, yüzümü ters tarafa çevirdiler, ayağımı arkadan kaldırarak örs üzerine koydular
« Sürat ve dikkatle
son bir defa bakmak istedim. Daha biraz önce bunların ayaklarımda ol-
1 ilİlli yuzıtııuçLiJiu, *
Ölü Bir Evden Hâtıra- duğun« hayret ediyor-
Bu suallere verilecek ce -vap pek basit olduğu kadar, içinde bulunduğumuz realitelerin de bir rafî bala-daı kat müstesna vardır. Bir taraftan, asır! bize düşman bir siyaset I etmiş ve asırlar boyunca kavgalaştığımız bir devlet, H en yakın komşumuzdur. Ve bugün her zamankinden daha ka vidir. Diğer taraftan iki büyük i—paratorluğun, İngiliz ve A--erikan imparatorluklarının da komşusunuz. Bu vaziyet bizler için bulunmaz bir talihtir. Osmanh imparatorluğu çok zaman buna benzer vaziyetleri hüsnüsti—al et—esini bilmiştir. Bizi- bugün Os--anh imparatorluğu hükümetlerinden daha beceriksiz çık-a-ız için bir sebep yoktur.
Bir kere şunu iyice bilmeliyiz ki. Sovyet Rusya haksız toprak ve üs taleplerini gerçekleştirecek durumda değildir. Asgarî daha beş sene Sovyetler bir dünya harbini göze ala-azlar. Malî ve İktisadî kari unların az buçuk aşinaları bunun böyle olduğunda şüphe
icabıdır.. Coğ-ın muhataralı,- fası bir vaziyetimiz araftan, a rlardır kip
çalışıyorlardı. Ustabaşı: « Perçini, önce perçini döndür! Tut şöyle, hah! Şimdi vur çekici ! diye emir verdi.
Kaldırdım
dum adeta. »
Yukardaki satırları okuduğum zaman, bugün" bütün insanlık huniyet-lerimizi kıskıvrak bağlı-yaıı zincirleri düşündüm. Bir gün olup da bunları koparabilecek miyiz acaba ? Bu ağır zircirleri elimize alıp da, «bunları şimdiye kadar nasıl ’fa-" şımışız ? » diye hayretle bakacağımız o mesut gün bakalım ne zaman gele-
B E Ş EjR
-4
etmezler.
dır—ası ise, mutlaka üçüncü bir dünya harbine başlangıç olur. Fakat biran için farzede-lisn ki, Sovyetler bugün üçüncü bir dünya harbini göze alacak durumdadırlar; ve bize
Sovyetleriffİbize sal- !bir dostluk değil, hakikî ve sa -i-î bir dostluk. B' he— A--erik alıların ve İngîlizlerin, he- de «|Sovyetlerin dostu olmağa mecburuz. Sovyetlerin • hakikî menfaatleri, hattâ, dünyaya sulh getirmek istiyorlarsa, Amerikalıların ve îngilizlerin de menfaatleri bunu amirdir. Bu anlayış ve bu samimiyetle biz, bir taraftan Amerika ve İngiltere ile, Sovyetlere müteveccih ol-ıyan bir ittifak yaparken, bir taraftan da Amerika ve İngiltereye -ükteveccih ol-ıyan bir Sovyet ittifakı akdedeb'liriz. Bizi— bugün yürüyeceğimiz yol işte bu yoldur. Tek tarafa bağlan-alar Türkye için hiç bîr zaman hayırlı olmamıştır.. Hele bu tek taraflı bağlanış, Amerikan yardımı şekltnde olursa... >
saldırıyorlar. Bu vaziyet karşısında Amerika ile İngiltere ne yapacaklardır?.. Türkiyenin şacaklardır. için değil
atleri bunu çin... Şu halde muhtemel bir tecavüzüne kar şı tedbir almış olmak için,
kendimizi şimdiden Amerika-ya teslim etmemize hiç lüzum yoktur.
Bize tarihî ve coğrafî şartların, hattğ sadece aklıselimin emrettiği politika, iki taraflı bir dostulk politikasıdır. Sahte
Derhal yardımına ko-Elâ gözlerimiz bittabi; menfa-icabedettirdiği i-Sovyetlerin
Amerikan yardımının şartlarını nihayet öğre-bildik :
1 — Yardımın lâyı-kiyle tatbikini temin etmek üzere Amerikan mümessillerine serbestçe mürakabeye müsaade etmek. (Demek ki, Amerika, alacağımız para ve malzemeyi yerine affedeceğimize inanmıyor, bunu bizzat kontrol etmek istiyor.)
2 — Yardımlardan istifade edilip edilmediğini görmek ve gördüklerini Amerikan halkına serbestçe anlatabilmek için Amerikan basın ve radyo temsilcilerine yardım etmek. (Demek ki yabancı basın ve radyo mensupları memleketin gerçek durumunun kendilerinden gizlendiğini biliyormuı.f
3 1—iLumhuıbaşkını-nın müsaadesi olmadıkça alınan malzemeyi halice nakletmemek. (Demek ki Amerikan Cumhurbaşkanı alacağımız malzemeyi harice nakletmemizden şüphe ediyor, bu hususa yalnız kendisinin müsaade edebileceğini söylüyör.)
4 — Aldıkları eşya, hizmet ve malûmatı emniyet altında bulundurduklarına dair taahhütlerde bulunmak. (Demek ki, Amerika, alacağımız eşyayı emniyet altında bulunduıabileceğimize,e-dindiğimiz malûmatı başkalarına kaptırmıyacağı-
I
miza pek güvenmiyor, bu iş için ayrıca taahhütte bulunmamızı istiyor.)
5 — Bu memleketler, program gereğince, yapılan masrafları gösterir bir raporu her üç ayda bir hazırlıyacaklardır . (Demek ki Türk Mâliyesi, sarfiyatı hakkında, her üç ayda bir Ameri-kaya rapor vermeğe mecbur olacak.)
Bu hadisenin istünü süslü bir örtü gibi kapatan diplomasi edebiyatı bir yana bırakılırsa, işin iç yüzü açıkça şöyle ifade edilebilir:
Türkiye devletini, A-merikanm göndereceği sivil ve askeri personeller kontrol edecek, ve Amerika, Türkiyenin idaresini kendi istediği şekilde dîızenliyeeektir.
Hiç bir müstakil devlet, bu şartlar altında ne borç, ne de hediye şeklinde bir yardım kabul etmemiştir. Yalnız Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Cihan “Harbi sonunda. Sevr anlaşma-siyle, Türkiyenin yabancılar tarafından idaresini ve Türk Mâliyesinin, İ« tilâf Devletlerinin tayin edeceği bir komisyon tarafından kontrolunu,harb içinde kaldırılan kapitülâsyon ve imtiyazların iadesini kabul etmiştir.
Nereye gidiyoruz ? Cumhuriyetin yirmi beşinci yıldönümünde ikin-ei bir Sevr antlaşması mı
Demokratlar karşılanırken, Recep Pekerden güzel
İzmir şehrinde baki kalan sadece bir şadadır
bu haftanın en önemli sayılan olayı, hükümet başkaniyle, Demokrat parti liderinin ayni günlerde İzmirde bulunmaları idi.
Hep bildiğimiz gibi, Demokratlar, İstanbulda, Tekirdağ'ında, Balıkesir’de ve Kastamoni’de yapılacak kısmî millet vekili seçimlerine girmemek kararındadırlar. Ve gazetemizin komşu sütunlarında mucip sebepleriyle okuyacağınız
ep bildiğimiz gibi,
gibi, Demokrat Parti tarafından verilen bu karar, kuruluşundan beri yaptığı hareketlerin en isabetlisini tahakkuk ettirmiştir.
BELLİ İDİ!
Demokrat Parti» nin böyle bir karar vereceği, yalnız Demokrat Parti müntesipleri tarafından değil, Halk Partisi zimamdarları tarafından da tahmin olunmaktaydı ve yaptıklarını düşünerek bunu tahmin ede-
bulunmak, Halk bir âkıbetti.
Partisi zimamdarları için, huzur
Bravo Demunrat
Partiye!..
Mehmet - Ali AYBAI
I
Demokrat Parti seçimlere girmiyor. Bu, kuruluşundan beri Demokrat partinin yaptığı en yerinde harekettir. Hürriyet mücadelesinin bugün taazzuv etmiş tek ümidi olan Dcmok rat Partinin, iktidar partisi karşısında azimli bir politika takip etmesini, hiç değilse C. H. P. nin oyununa düşmemesini ne zamandır bekliyorduk. Temmuz seçimlerinden evvel bekledik; seçimlerin hemen a-kabinde bekledik; «psikopatlar» hitabından sonra bekledik; büyük kongrenin neticesinde bekledik... Kısmet bugün imiş.
Biliyoruz; Demokratların uy sal bir politika takip etmelerine taraftar olanlar vardır. Onların indinde ne koparılır-Sa kârdır. Demokratların ıiç beş sandalye daha elde etmeleri hürriyet dâvamız için bir kanca olacaktır.
Bunların yanında bir de haricî vaziyetin nezaketinden söz açarak Demokratların seçimlere iştirakini istiyenler bulunuyor. Bunlar da diyorlar ki: «Sovyetler, aramızda ikilik çıkmasını gözlerken, A-merikada, ancak Demokrat hükümetten tutacağını ilân ederken, Demokrat partinin, Halk partisini dış siyasette müşkül duruma sokması doğru değildir.»
Evvelâ bu ikinci fikri müdafaa edenlerin çarçabuk hesabını görelim. Sözde hürriyet mücahidliği yapan bu zevata, bir kere şunu hatırlatmak yerinde olur ki, ayni sözleri, hür riyet mücadelesinin bidayetinde Saraçoğlu hükümeti de söylediği zaman, bugün « Demokratlar arasında iki -lik olmadığım âleme göstermek için, seçimlere mutlaka girmelidirler» diyenler, yani bizzat kendileri, fikir ayrılıklarının millî birliği sarsmak şöyle dursun, bilâkis kuvvetlendirdiğini ne güzel anlatırlardı. -3c
Fakat, her şeyleri gibi hafızalarına da gitvenemed iğimiz bu zatlardan şu hususu ; cevaplandırmalarım istemek yerinde olur: Demokrat parti- ■ nin kısmî seçimlere girmemesinin mahzurlarım bu kimse- ] ler bize öyle «millî birliği bozar» falan gibi mânâsız teker- | Kemelerle değil, politik sahada- ( ki menfî neticeleriyle göster- ( indidirler. Amma bunu yapa- , tnazlar. Çiinjkü hâdise dış po- ]
li kamızda akisler yapacak mahiyette değil: Sovyet Rusya pek âlâ bilir kî, Demokrat- j lann seçimlere girmemesi hükümetin durunyınu sarsarsa da. haksız talepler karşısında Türk şahlanışına asla halel ge tırmez. İngilizlerle Amerikalılar ise, bizde demokrasinin kaç dirhem olduğunu zaten pek iyi bilirler.
Gelelim şimdi Demokratların Mecliste üç beş sandalya daha kazançlarım kâr sayaıı-laı m iddialarına...
''arzedelim ki, kısmî seçimlerin biitiin boş saııdalyalarım Demokratlar kazandı. Bundan umumî ne gibi bir faide çıkacaktır’ Mecliste C. H .P. nin ezici hâkimiyeti sarsılacak mıdır? Ne münasebet! Dört-yûz milletvekili ile C. H. P. an »yasaya aykırı kanunları ist ediği gibi yürürlükte bıraka :ak; hattâ yeni antidemok-ralik kanunlar çıkarabilecek -tir. Şu halde muhalefetin, cebren kalil bir ekalliyet halinde buakıldığı müddetçe, beş on sandalya ile alış verişi yoktur; ve olmamak lâzımdır.
imma denilebi ir kî. Kanun lann çıkışma müc sşir olamasalar bile, Demokratlar Mecliste kaldıkça ve çoğaldıkça, tenkid edecekler, konuşacaklar ve efkân umumiyeyi ten -vir edeceklerdir. Binaenaleyh! kısmî seçimler neticesinde bilfarz Hikmet Bayur gibi, Refik İnce gibi şahsiyetler Meclise1 girecek olurlarsa, bu da hürriyet dâvası için bir -kazançtır.
Seçim kanununun kifayetsizliğinden, fl. H. P. nin seçim lerde yaptırdığı yolsuzluklardan ve seçim emniyetsizliği!-den haklı olarak şikâyet e/îen Demokrat Partinin, hiç bir şeyi henüz değişmemişken seçimlere bir kere daha girmesi, sözleriyle fiilleri arasında öyle muazzam bir tenakuz teşkil ederdi ki. bunun hürriyet mücadelesinde açacağı rahneyi, değerleri ne olursa olsun, muhalefet saflarına katılacak üç beş millet vekili' ile kapatmak imkânsızdır. Esasen 6 aylık tec rübelerde göstermiştir ki, muhalefetin Meclis dışındaki faa l;yeti Meclis içindeki tartışmalardan daha müessir olmaktadır. Demokrat partinin tertip ettiği mitingleri, parti zimamdarlarının memleket gezilerini, şu vilâyet merkezinde, bu
I
Niçin çıkıyoruz ?
■şna İNCİRLİ HÜRRİYET, hürriyetlerin zincire vu-rulduğu bu memlekette, hürriyet uğrunda mücadele etmek için çıkıyor. ZİNCİRLİ HÜRRİYET, İstanbulda sıkı yönetimin susturduğu « HÜR » ün manevî mirasçısıdır. Onun yürüdüğü yoldan yürüyecektir. ______________
ZİNCİRLİ HÜRRİYET n uğrunda mücadele edeceği hürriyetler, medenî dünyanın «Demokratik» ismini verdiği insanlık haklarıdır. Hani şu anayasamızda olup da bir türlü nimetlerinden faydalanamadığimız hak ve hürriyetler...
ZİNCİRLİ HÜRRİYET, bu hürriyetlerin iktidar partisinin tahtı inhisarından kurtulup, bu topraklar uğrunda icabında kanını akıtan memleketin öz evlâdlanna, yani milyonlara, mal edilmesi için mücıdeleye atılıyor. İnsanca yaşamamıza engel olan tahakküm, nereden gelirse gelsin, mahiyeti ne olursa olsun, ZİNCİRLİ HÜRRİYET, gücü yettiği kadar buna karşı koymağa çalışa-I* çaktır. ZİNCİRLİ HÜRRİYET, ıık ve din farkı gözetmeden bu toprak için yaşıyan ve bu topraklar için ölen, anayasa haklarından mahrum edilmiş bütün memleket evlâdlarmm gailesidir.
İşte hülâsaten ZİNCİRLİ HÜRRİYI T’in iç politikada takip edeceği yol. Binaenaleyh ZİNCİRLİ HÜRRİYET ne Demokratların, ne halkçıların, ne de her hangi bir zümre veya şahsın gazetesi değildir. O, hürriyetin gazetesidir.
Dış politikada ise, ZİNCİRLİ HÜRRİYET İstiklâl savaşları ruhuna, Misakı Millî ruhuna ığlıdır. Türk istiklâlini daima herşeyin usiuııde sayarken, gizli veya açık her türlü emperyalizmin amansız düşmanı olarak yaşı-yacaktır.
ZİNCİRLİ HÜRRİYET, doğduğu bu günde îzmir’li vatandaşlarına gösterdikleri alâka ve misafirperverlikten dolayı teşekkürü tatlı bîr vazife bilir.
---- " —■■■!■■ mı m
kazada söylenen nutukları, nihayet Mareşalin Meclis dışında kalan faaliyetlerini hatırlamak, bu iddianın ne kadar çürük olduğunu anlamak için kâfidir.
Bir. de şu nokta var. Bu öyle bir no tadır ki, seçimlere girmeme kararını tek başına haklı kılar C. H. P l’ler, Demokrat partmîn*Meclis’ teı -ketmesinden ü rkti deri kadar, seçimlere j lemesinden de korkuyorlar. Neden korkuyorlar? Bunu şimdilik bir tarafa bırakalım. Fakat korkuyorlar. Umun böyle olduğunu Başbakanın İzmirde, yaptıkları ko nuşmŞr bir kere daha ,isbat etti Siyasî mücadelenm amen tüsü rakibinin istemediğini yapmak olduğuna göre, demek oluyor ki Demokratların seçimlere girmemeleri bu bakımdan da bir muvaffakiyettir.
İlk seçimlere girerken, Demokrat Parti dıvar afişlerinde: «Vatandaş hakkının çiğnen meşini istemiyorsan reyini Demokrat Partiye ver!» demişti. Böylece millete karşı borçlanan Demokrat Parti sözünü yerine getirmek için, ilk defa müsbet bir hareket yapmış o-iuyor. Bravo Demokrat Parti! Hayırlı bir adım attın; sonunu bekliyoruz.
SOL MUSUN,
Biliyorsunuz, iç ve dış siyasetleri bütün hesap lariyle mulûm olan kimselere göre, muhalif Demokrat demektir, Demokrat sol dernektir, ol Komünist demektir. Kö’^ mün st Rus ajanı de-' inek tir. Ve bu da aynı cirsten iftiralar cejfi edilince şu demektir!? Ne-rede muhalif görürsen, baltayla, balyozl bıçakla, destereyle çullanl. Meselâ geçen gün benden şöyle bir sual sordular :
« — Sen, açık söyle, sağ mısın, sol musun? >
Yukarıda anlattıklarımı düşünerek cevap verdim :
( — Birader, çok şükür sağım... Fakat sen, ( sol > olmadığımı sağ oluşumdan da anlayama-dın mı?... Ben «sol» olsaydım sağ mı kalabi. lirdim?. >
-
bilmiş kaçırıcı
İşte, komşu sütunlarda
•kısmını okuyacaksınız. Bu ciddî huzursuzluktur ki, « Recep Peker» e güzelim İstanbul şehrindeki istirahatım yarıda bıraktırmış, ve onu apar topar «İzmir» şehrine koştur-muştur.
Kanaatimizce «Recep Peker» «İzmir» şehrine, iki ümid-le koşmuştur:
1 — Ya imtina, tatmin, tehdid yoliyle, Demokrat Partiyi, burada açıklayacağı seçimlere girmemek kararından vaz geçirmek,
2 .— Yahud da hiç olmazsa, bir kısım vatandaşlara De-okrat partinin seçimlere girmemekle haksız davrandığı
kanaatini aşılayabilmek!..
Fakat bize sorarsanız, «Recep Peker» , gösterdiği cansiperane gayretlere rağmen, içine bu niyetlerle girdiği «Iz-it» şehrinden «Ankara» ya eli boş dönmüştür:
Zira niyetlerinin bir numaralı Demokrat Parti zimamdarları nezdinde, iki numaralısı ise, halk vicdanında, «Recep Peker» i tatmin edecek bir mâkes bulamamıştır.
AZ SIKIŞMADI..
Evet, itiraf etmek lâzımdır ki, «Recep Peker» , «Demokrat Parti» nin seçimlere girmemekte haks’z olduğunu belirtmek gayretiyle az zekâ harcamadı. Hep biliriz ki, hayatının muvakkat nikbet devirlerini bile çoğumuzu imrendirebi-lecek bir bolluk içinde geçirmiş olan «Recep Peker» in, safdillere oturaklı gözüken hatırlı bir cüssesi, sonra o cüsseye asorte edaları, sonra o edalara yaraşıklı bir sesi, sonra de, hitabet, kitabet, siyaset, kiyaset tecrübeleriyle bol bol bilen miş bir zekâsı vardır. Ve hep kabul ederiz ki, bütün bu saydıklarımız, halkı ikna etmek babındaki büyük yararlıkları inkâr olunamıyacak mazhariyetlerdir.
O, bir kürsünün, v( bu mazhariyetlerinin tepesinden, halka şöyle haykırdı;
« — Başka memleket'erde, oy verini /en v^landaç’arı hapse a' 7 kanunlar v( ir; Zira o ..emleketlerde, oy ver-miyen adam, askerden kaçmış. \ eya devlet hâzinesine vergi borcunu ödemekten imtina etmiş bir suçlu sayılır. Ben temenni ederim ki, bi: de bir gün, her vatandaşı, oy ver-mek hizmet görmeye zorlıyacak buriyetinde kalmıyalım!...»
ÜÇÜNCÜ ÜMİD
Bu sözlerinden de bellidir iki, sini buraya koşturan iki niyetin cep Peker» , bir üçüncü ümide sarılmıştır:
Demokrat Parti seçimlere girmezse, intihaba iştirak edecek vatandaşlar nisbetini yar ve ayar gözünde mümkün mertebe ve herce bad abad yükseltebilmek ümidine!..
Fakat, İzmirde kend.sini karşılamaya getirilenlerle, Celâl Bayan karşılamıya koşan vatandaşların yekûnları arasın- . dak’ knekocaman farkı gördükten sonra, «Recep Peker» in, bu ümidini de yaşatabildiğine inanamayız..
Vakıa bu hususta, «İzmir» şehrinin malûm «Anadolu» gazetesi, şöyle buyuruyor:
mucip sebeplerinin şimdilik bir
kanunlar çıkarmak mec-
«İzmir» şehrinde, kendi-iflâsına şahid olan « Re-
”1 zmır» şehrinde, «Celâl Bayar» 1, «Cumhuriyet» gaze-
■ tesine göre yirmi bin, «Tasvir» gazetesine göre kırk bin, «Son Posta» gazetesine göre 80 bin, Demokrat «Kuv -vet» gazetesine göre ise. 80 binden fazla Egeli karşıladı. Aklıselim sahibi vatandaşların gözünde, bu rakamlar ara-smdaki*tezada bakmadın sonucu, muhalefetin hiç de lehine tecelli etmemektedir!..»
Amma unutmayın ki, bu satırları yazan gazete, « Celâl Bayar» m halkın kendisi, ve « Recep Peker» in ise i yalnız partisi tarafından nasıl karşılandıklarını gör-| müş vatandaşlarla dolu olan şu «İzmir» şehrinde çıkmak-• tadır. ■
I ŞUNU da UNUTMIYALTM Kt...
■Sonra da unutmayın ki, ayrı ayrı gazeteleri, meslekî bakımdan tabiî 1 olarak birbirlerini atlatmak vazifesiyle mükellef bulunan muhabirleri tarafından yapılan tahminler arasındaki farklar, memleketşûmul bir siyaset dâvasında ciddî birer iddia delili olarak ileriye sürülemivecek kadar komik tenakuzlardır.
Bilmem, Demokratlardan birisi, kendi dâvası aleyhine yapılan bu komik rakam demakojisine:
e — Biz, «Celâl Bayar» 1 saymaktan, orada bulunan vatandaşları saymağa vakit bulamadıksa günah mı olmuş’..»
Sualiyle mukabele ederse, «Anadolu» refikimiz bu sualnl altından kalkabilir mi?..
O, bu sualin altından kalkabilir mi. kalkamaz mı. bilmeyiz amma, biz bu haftanın en önemli sayılan olavı hak-kındaki kanaatimizi, müsaadenizle şu cümleler! edelim:
« Recep Peker, bu şehre evvelâ iki niyet’ niyetlerinin yekûnunu mecburen üçe çıkan hiç birisine kavuşamadan gitti. Böyle oldv bildiğimiz gibi ondan: - Bu kubbede « şadadır!»
Sahife : 2
Gazeteleri okurken
Tehlikeler ve yz Tuzaklar
X Ahmet Emin 13 Mart tarihli / «Vatan» da «Tehlikeler ve tutaklar» diye bir yazı yazmış. Hazret diyor ki: «Türk vatandaşlarının menfaatine olarak memlekette bir hak ve hürriyet rejimi kökleşmesini türlü türlü saikler ve menfaatler yüzünden istemeyenler hep birden harekete geçmişlerdir.»
Bizzat kendisi bu sözlerin
Bizzat kendisi bu sözlerin tabiimis... Başlıca şükran payıl^’Ç ,de fark11 canlı timsali olarak karşımız. ;Başkan Truman’a aitmiş... Son
da dururken, gelin de üstada | hak vermeyin. Öyle ya, tâ 1919 dan beri fırsat buldukça «Amerikan mandası» diye ter ter tepinen Ahmet Emin, artık bugün muzafferane bir eda ile hürriyet kahramanlarının dilini konuşuyor.
C. H. P. nin açmazı
ra sırayla General Marshall, Misler Henderson, büyük elçi Wilson geliyorlarmış...
Bütün bu zillet I 50.000.000 dolar içindir. Ahmet Emin Yalman Türk istiklâlinin, Türk şeref ve haysiyetinin satılık me -tâlar olmadığını ne zaman öğreneceksiniz?..
19 Mart tarihli «Akşam» da Necmeddin Sadak Amerikan yardımını gücü yettiği kadar öğdükten ve yardım vesilesiy le hükümeti tenkide yelten -menin düpe düz Vatan hainliği olduğunu söyledikten sonra, bir kulpunu bulup diyor ki: « Son günlerde, dünyayı kaplıvan bu azametli dış hadiseye rağmen, türlü toplantılarda, milleti hürriyete kavuş tuımak emelinden başka bir konuya temas etmiyen Demokrat Partisi liderlerinden, dış politika görüşlerini öğren " mek, şu anda olsun, seçim maddelerinden daha ehemmiyetlidir sanırız».
Bu mevzuun seçimlerden Çok. pek çok daha mühim ol -duğu muhakkaktır. Ve De -mokrat r&Tİİ de bu hususta ki düşüncelerini söylemelidir elbet. Fakat umarız ki, bu, Necmeddin Sadak’m istediği sözler olmıyacaiktır. Necmettin Sadak Demokrat Partisine bir açmaz hazırlamıştır. İstiyor ki, bizi istikbalimizden mahrum edecek olan bu karan C. H. P. ile beraber Demokrat Parti de alsın. Böylece mes’uliyet paylaşılınız olacak ve C. H. P. liderleri görüşmelerini gere gere: « bu karar, her iîki partinin, yani bütün milletin aldığı bir karardır» diyeceklerdir. Allah vere de Demokratlar oyuna döşemeseler..
ne
Bu oyunda bizim hissemize düşüyor ?
ta-
Mart
Abidin Daver 17 rihli Cumhuriyet’te Truman’m meşhur yardım (1?) nutkunu «Kızıl demir perdeye karşı demokrasi dalga kıranı» diye vasıflandırdıktan sonra:« İşte Şimdi Bolşevik plânının karşısına, îngiltereden başka Amerika de dikilmiştir. Kremlinde kî yoldaşlar, pişmiş aşlarına soğuk hem de buz gibi soğuk su katan Amerikanın bu hare -ketine elbette kızacaklardır» diyor.
Şimdiye kadar Ruslar bir istilâ ve tehdit politikası takip etmişler. Şimdi de Amerikalı -lar on’"" «mat» ediyormuş ! Fakat bu hengâ-''"semize ne düşü--ikan manda-
^dan hiç
Okurken bizim yüzümüz kızardı Adı Türk olan ve Türk ol -duğunu söyleyen bir insanın 14 Mart tarihli Vatan’daki baş yazıyı nasıl yazabildiğim hâlâ aklımız almıyor. Okurken u-tancımızdan yüzümüz kızardı. Bu ne küçülme yarabbi!!.. «Milletimize güven, sevgi ve kadirşinaslık gösterilmesinden dolayı» şükran duymamız hep ı tabiimis... 1
Kara gözlerimiz içinmiş
'Yine ayni yazıda şöyle deniliyor:
İstiklâl mes’elelerinde çok
«
hassas olan Türk vatandaşları tamamiyle müsterih olabilir -ler. Amerikanın hareketinde hiç bir hususî menfaat gayesi, hiç bir hususî hesap, hiç bir tahakküm emeli, hiç bir emperyalizm kokusu yoktur»
Baş /azar yardım (!?) şartlarım, şu bizi « yarı müstakil» devletler derkesine düşüren şartlan unutuyorlar galiba. Hafızaları kısa olacak. Çünkü on, on beş satır yukarda yazdıklarını da unutmuş görünüyorlar. «Amerik- An... kendi ilk müdafaa siperlerinin bizim topraklarımızda olduğunu anlaması» diye yazan bir kimsenin. artık yardımının men-faatsiz olduğunu söylemesi bir az tuhaf oluyor. Fakat bu yazıda tuhaflık, garabet mi ararsınız? Ya baş yazarın bir A-merikalı agziyle «İstiklâl me’s-elelerinde çok hassas olan Türk vatandaşlarına» • Amerika
ne
hesabına teminat vermesine demeli?
Bu ne itiraf !
Nihat Erim’in 5 Mart tarih-«Uhıs» ta bir baş makalesi Bilmem gözünüze ilişti
li
var.
mi? Nereden ilişecek. Ben size özünü ve en ehemmiyetli noktalarını anlatayım.
Prof, mebus ib'u baş yazısında Cumhurb ışkanma hitaben yazılan son açık mektupları ele alıyor ve bir yerinde diyor ki:
« Dil altınca tutulup söylen miyen husus D. P. den köylülerimizin kütle halinde uzaklaşmasını önlemek davası mıdır?»
Vay! demek bu güne kadar köylülerimiz kütle halinde D. P. den yana imişler. Peki am ma Millet vekili seçimleri de bugünden evvel yapılmıştı. Ve biliyorsunuz ki: nüfusumuzun yüzde seksenden fazlası da köylüdür. Şu halde.. Yo! orasına rufailer karışır. Matbuat kanunu Millet Meclisinin meşruluğu hakkında söz söylenmesini yasak etmiştir. Zaten Nihat Erim de bunu bil diği için sonunu getirememiş olacak.
— Zincirli Hürriyet —
5 Nisan 1947
Pekeri taşıyan hususî otomobilin içi, Bayan taşıyan taksinin ise dışı harap olmuş
Şüphesiz, memlekette bu hafta olanların, geçen hafta olanlardan, geçen ay olanlardan, geçen yıl olanlardan, hattâ geçen yıllarda olanlardan ............l bulunmadığını benim kadar sizler de bilirsiniz... Zira hep bilirsiniz ki, bizim iç olaylarımızın tenev-vü kabiliyeti heyeti idare toplantılarının klâsik ruzna>-meleri mikyasında mahdud-dur:
Ya zelzele olmuştur, ya sel olmuştur, ya nehir taşmıştır, ya derya yükselmiştir, ya filanca zaferimizin yıldönümü, ya falanca şehrimizin kurtuluş bayramı yapılmıştır..
Bunlar arasında, on sene sonra tahsisatı bulunacak, ve bir asır sonra yapılışı tajnam-lanacak enstitülerin, dispan -serlerijı, hastahanelerin şatafatlı temel atma merasimleri vardır._______________
Bunlar arasında başarılı tasarılar, Ve tasanlı başarılar vardır.
Bunlar arasında, Ürdün’den aziz misafirimiz , Londradan İlâhî dostumuz, Iraktan mukaddes ahbabımız gelip gider.
Bunlar arasında millî heyecanla (!) gazeteler yırtılır, mukaddes hislerle matbaalar yıkılır.
Bu arada, bilmem hangi mektepten bilmem hangi mne diploma almış olanlar birbirlerine «artam» vasıtasiyle se
Amerikan yardım1
MEKTUPLARI
Amerkan yardımını büiyorsunuz. Bu yardımdan dolayı Amerikan milletine minnettarız. Minnettarlığımızı dünyaya Başbakanımızın ağziyle ilân ettik. Ayrıca Maliye Bakamın -^ın da bu mevzua em ıs eden bir.demeci: i okuduk. O d meçe göre Amerikan yardımına 7 UylülJ kararlarının tesiri olmuş. Saym Bakan fazla tevazu gösteriyor. Çünkü 7 Eylül kararlan öyle Amerikan yardımiyle falan Ölçülecek kadar küçüjfc şeyler-’sğildir. O kararların ehemmiyeti, bize, c
İSTANBUL
Din inkılâbı
Ahır ömründe töbekâr olmıya niyetle imiş bir Milletvekilinin takriri üzerine Millî Eğitim Bakanlığı ulûmu diniye tedrisatının cevazına dair bir fetva çıkardı. Ger-çe bütün inkılâplar Ankaradan çıkar. Amma İstanbul da bunca yıılık mazımı oıan> bir şehir; nangı işte Ankaradan geri kalmak ister. Bunu türlü vesilelerle isbat da etmemiş midir? Meselâ 31 Mart inkılâbı bu şehrin espri değil miydi? Atatürk sağ olmasaydı Kubilây hâdisesin-de Menemen’den geri mi kalırdık? Köse hocaları, de -mir hafızları, yeşil imamları hangi şehir yetiştirdi? Bu kadar şanlı bir tarihi olan İstanbul’un bu son inkılâpta da kendini göstermesi lâzımdı. Nitekim gösterdi de. Bir hızda çıkardığımız mecmualardan bir kaç tanesinin adını sayayım: Hakikat yolu, Şark yolu, Hakka doğru, Küçük gazete. öiratîmüsfâkınYleraen^B^anınalclardan, Sebilülreşad’lardan hiç de aşağı olmıyan bu gazeteler şimdilik sadece bir başlangıçtır. İleride daha nelerimiz, nelerimiz olacak; göreceksiniz.
Eylül teva:
r> .. . r ■ - -
den değildir. O kararların ehemmiyeti, bize, değil yalnız Amerikanın, bütün dünyanın merhametini kazandıracak kadar büyüktür.
Misafirperverliğimiz
Millî Eğitim Bakanı Bay Reşad Şemseddin Sirer, bir talebe dergisinde, tahrir vazifesine benzer bir yazı neşretti. Sovyet tehdîdlerinden niçîn korkmıyoruz adını taşıyan bu yazıda Bay Sirer dış politika meseleleriyle askerlik bahislerine temas ediyor. Bu arada da milletimizin kahramanlığını, cengâverliğini öğüyor. Şüphesiz söyledikleri doğrudur. Fakat Bay Sirerin bu yazısı bana biraz mevsimsiz göründü. Son günlerin siyasî olayları karşısında Sovyet tehdidleri dolayısiyle Türk milletinin kahramanlığını değil, Amerikan yardımı dolayısiyle misafirperverliğini anlatan bir yazı neşreymeliydi.
lamlar yollarlar.
Bu arada ipodromları şereflendirenlerin, operaları teşrif buyuranların hâvadisleri ya -yınlamr.
Ve bütün bunlar, dünyanın dört bucağına müteveccihen inceleme seyahatine çıkarılan heyetlerin, dünyanın dört bucağından bize yapılan dostane ziyaretlerin hikâyeleri, sonra da, pek çok konferans, nutuk, tekzip, tebrik, plân, proje, tasarı, temenni, yaşa, alkış, şak şak, mak şak karışır...
Bu vukuu ve şuyuu, mahdut ve mutad olan dahilî olaylar meyanında bir de çat şurada, çat kapı arkasında gözüken Bakanların bazen pek sıkla -şan inceleme gezileri vardır: Çok dinlediğiniz hikâyeyi hep bilirsiniz.
Filânca Bakan geldi, falanca Bakan gitti. Derdler dinlendi. Halkla temas edildi. Derdler üzerinde ilgi ile durulup notlar alındı. Nazarıdikkatler çekildi. Halkla Bakanlar arasında duyuş e görüş birliği belirdi. Anlaşıldı, kaynaşıldı, Öpüşüldü, koklaşıldı..
Bereket ki, kelimeler, esvaplar, pabuçlar, gömlekler, çoraplar, çamaşırlar mamaşır -lar gibi eskiyip, kullanılmaz, elle tutulmaz, ele alınmaz, ortaya konulmaz hale gelmiyorlar. Yoksa, eğer, sözler de eşyalar gibi esi iyip harap olsalardı, yukarıya muhtasar bir
gibi,
kadrocuğunu çizdiğim olayları yıllardan beri tekrar tekrar ifadeleştiren kelimeler, çoktan sipillesirler, çoktan yalama o-lurlar, ve çoktan hurdalaşır-lardı: Fakat çok şükür belli ki, her türlü istimale, ve her türlü suiistimale karşı, millet lisanı da dayanıklı!..
Benim yukarıya yazdıklarımın doğruluğunu teyid eden sayısız delillerin en tazesi, bugün bütün memleketi ilgilendiren iç hâdisenin, «İzmir» şehrine bir kaç önemli vatandaşın gelip gitmesinden ibaret oluşudur..
Celâl Bayar’ın, ve Recep Peker’in pek az zaman farkiy-le «İzmir» e gelişleri. « Demokrat» parti ile «Halk» partisinin burada âmme efkârı huzurunda bir sıyası meydan muharebesi vermelerine vesile oldu. Ve şehir sakinlerinin çoğunca malûmdur ki, bu meydan muharebesi, Demokr at Partinin kahirane muzafferiye-tiyle sona erdi: Hem de, Halk Partisi» nin elindeki muharebe ve mücadele vasıtaların n cümlemizce malûm olan büyük ve çeşidli üstünlüklerine ve yeniliklerine rağmen!..
*
Ben, «Recep Peker»i getire i vapurda bulunmadım. Fakat gazetelerde îstanbuldan buraya onunla ayni vapurda gelen
Bindiğimiz dal
İstanbul’da bir filmin gösterilmesi yasak filmi gördüm, ne de mahiyetini biliyorum, filmden balısedemiyeceğ m. Yalnız, Vatan
çıkıp bu yasağın konmaî ma sebep olan yazıyı okudum. O yazıda, adı bilinmiyer bir yazar, bu filmin bir propaganda filmi olduğunu, ilgili makamların bu türlü yayın vasıtalarına karşı biraz daha dikkatli davranması gerektiğini söylüyordu. Bu yazıyı neşreden gazete, sözüm ona, Demokrasi müdafiî idi. Kanunlarm sıkılığından bahseder, serbestçe konuşamadığından yanar yakılırdı. O yazıdaki sözleri meselâ Başbakan söyleseydi kötü kişi olurdu. Başkalarında kabahat saydığı bir hali Vatan gazetesi nasıl olu; or da üstüne alabiliyor? Bu bir gaflet mi yoksa? Yol sa farkında olmadan bindiği dalı mı kesiyor? Her “hâlde öyle olacak. Öyle olduğunu ayni yazıda kırılan başka potlardan da anlıyoruz.. Meselâ deniyor ki: « Bu film bir Garp memleketinde gösterilebilir. Çünkü orada halkın siyasî terbiyesi yüksektir. Halbuki bizim halkımız henüz o seviyeye yük-selmemiştir. Bu itıBarla bu film bizde gösterilemez.»
îyi amma, ayni gazetenin seçimler sırasında siyasî terbiyesinin yüksek olduğundan bahsettiği halk ayni halk değil miydi?
Veren kim, kullanan kim ?
Halk Partisi hükümetinin Millî Eğitim Bakanı Reşad Şemseddin Sirer’le Demokrat Partinin, listesinden milletvekili çıkan Cihad Baban’m, yani iki ayrı saftan politika adamının, kim bilir nasıl bir zihniyetle birleşip müştereken yazı yazdıkları bir gazetede HÜR gazetesinin kapanmasının gençlik arasında memnun uyandırdığından bahsediliyordu. O gençlerle konuştum. Dedim ki: «Niçin memnun oldunuz? HÜR gazetesi vatan haini bir gazete değildi. Memleket meselelerini her şeyin üstünde tutan, tek gayesi milleti aydınlığa, hürriyete ulaştırmak olan bir gazeteydi. Yoksa siz hürriyete mi düşmansınız?» onlar da dediler ki: « Bizim millete hürriyet yaramaz. Başımıza ne geldiyse hürriyet yüzünden geldi. İşte, memleketin halini görüyorsunuz. Hürriyet vermeseydik bu softalar, bu yobazlar türeyip din, din diye bağırabilirleymiydi? Milleti irticaa götüren yazılar, mecmualar neşredebilirler miydi?»
Din dâvasını ortaya çıkaran, hatırımda kaldığına göre, Halk Partisiydi. Yoksa hürriyeti biz veriyoruz da ondan yalnız Halk Partisi mi istifade ediyor?
bir meslekdaşııî intibalannı okudum: Onun yazdıklarına göre «Recep Peker» i «İncirsi tı» nda karşıhy anlar, «Uşakta binmiş bulunuyorlarmış. Mes-lekdaşım, bu karşılanıştan bahsederken, şöyle diyor:
«— Reoep Peker güvertede görür.ür görünmez, «Uşak»tan kopan yaşalar deryayı sarstı!.»
Kendi hesabıma ben, «U-şak» seçimini Halk Partisinin kazandığına asıl bu satırları okuduktan sonra inandım..
Yine ayni meslekdaşm yazr dığına göre, «Recep Peker» Öyle uykusuna yatınca, o rahatsız olmasın diye vapurun, radyosunu susturmuşlar. Kendi uyuyunca Ankara radyosu sustuğuna göre, Başbakanımızdan milletcek bir istirha -mimiz var; Başbakanımız An-karaya dönünce lütfen, her akşam şekerlemelerini, milleti siyaneten radyo evinde kes-dirsinler.. Zira bu sayede, inşallah, vapurda olduğu gibi o uyur, ötekiler susar, biz de bu saadete kavuşmanın sevinci içinde, şaşırıp, belki Halk Partisine üye bile yazılırız!..
«
.. Götürülenler de, seyredenler de bildikleri için, Bay «Peker» i karşılıyanlarm kimler olduklarını yazmaya lü -zum görmüyorum. Kendilerin den, kokartlarını nereden aldıklarım, istikbal merasimine Sonu 3 cû sayfada
edildi. Ne Onun için gazetesinde
5 Nisan 1947
f------------------
İşin şaka tarafı :
Sahıfe : 3
— Zincirli Hürriyet —
Derbent bataklığı, Opera binası ve silindir şapka
Zahide SAMSAM (*)
Evet, siz, istediğimiz gibi ya- yet bu şartlar içinde istimale, »yamıyoruz, istediğimizi yiye- suiistimale, suitefehhüme, eui-miyoruz, istediğimizi giyemi -yoruz, istediğimizi söyliyemi -yoruz diyorsunuz...
Fakat siz düşünmüyorsunuz ki, bizim başımızda, yalnız bizi düşünen, bizim uğrumuzda her şeylerden vazgeçip iğne ipliğe dönmüş olan, bizim rahatımızdan, bizim ikbalimiz -den, bizim istikbalimizden, bi zim istiklâlimizden başka hiç bir tasalan olmıyan kimseler vardır.
Biz, acaip bir milletizdir: Faraza «Ankara» şehrinde mil yonlar harcayıp bir «opera» kurarlar. Biz: ,
«— Yahu, faraza bir «Der-bend» bataklığını kurutmak, bu operayı kurmaktan daha faydalı bir iş olmaz mıydı? Okutulmamış insanlarımız, kurutulmamış bataklıklarımız, yedirilmemiş insanlanmız, gey dirilmemiş çocuklarımız, ve her sahada henüz maalesef yaratılmamış eserlerimiz du -rurken «opera» bizim neyimize?...» Deriz. Cevap verirler:
« — Efendim... Siz bilmezsiniz... Biz «on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan» . Biz, «tarihten önce vardık, tarihtensonra da varız..». «Biz, bize benzeriz.Biz sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kütleyiz...
Biz, muasır medeniyetin en ileri yerine vardık. Biz, on asırda görülecek işi, on seneye sığdırdık. Ve işte, bu sayede, başlarımıza silindir şapka giyip, milyonlara mal olan operaları seyredebilecek kültürel, ekonomik, politik, ultra I demokratik, aristokratik, sosyolojik, fizyolojik, pisikolojik ve daha bilmem ne mozik, ko-jik, tozik, bozik, ve antilojik tekâmüle kavuştuk biz!...»
Siz bu sefer; «peki dersiniz, mademki bu hale geldik, tarihten önce vardık, tarihten ü>nra varız.. Mademki muasır medeniyetin en ileri yerine vardık. Ve mademki, kültürel, ekonomik, politik, zoopolitik, ultra demokratik, aristokratik, sosyolojik, morfolo -jik, tozik, bozik, ve antilojik tekâmüle kavuştuk, o halde, bize yaşama, söz, yazma, seçme hürriyeti verin!..»
O zaman size verecekleri cevap da şudur:
— Sakın ha... Senin hürriyet dediğin şeyi, her yerde komünistler kullanırlar. İrtica var, komünizm var, sosyalim var, kapitalizm var, parv tagonizm, ve şantangonizm var, Mandagonizm ve sandan-to, Bundanto, fondanta koni-zm var, dış tehlike var. İç teh like var. Yan tehlike, sağ tehlike, sol mol tehlike var: Hiç bu patırtıda adama hürriyet mi verilir? Biz, çok geri bir millet olduğtımuz için, hürri-
tefsire, sui hazma, suiniyete
uğrar... Veremeyiz!..»
Siz, bittabi ikisini de dinler düşünürsünüz:
« — Yahu, biz bu dediklerinden hangisiyiz? Muasır me deniyetin en ileri yerine va -ran, ekonomik politik , zoo-politik, lop babam lopik halde-miyiz, yoksa, iptidaî, cahil, şuursuz, ve hiç bir şeyin iyisinden anlamayan kalabalık mıyız?
Siz böylece, operayla bataklık arasında sembollaşan bir garip zihniyet tenaküzü ortasında bocalıyarak, ben size ne olduğumuz hakkmdaki naçiz görüşümü bildireyim.. Biz, ha kikaten bize benzeriz. Zira hakikaten bütün yer yüzünde, bizden başka bize benzeyen millet yoktur. Bizim bir ucumuz operada bir ucumuz orta oyunu bile görmemiş köydedir.
Bizim bir kısmımız «silindir» i «opera» da başa geyilen bir külâh, bir kısmımız ise, köyde başımızı ezen bir siyasî baskı aleti biliriz.
Bizim, bir kısmımız apart -manından kiracı çıkarmak, bir kısmımız ise, sayesinde ban -nılacak delikli bir çadır bul -mak tasasındayız...
Eh, kabul buyurun ki, bu şartlar içinde, bizim başımızda, tıpkı batan bir gemiyi ida re etmek vazifesine mintara -fillah nasip olunmuş ilahi kimseler vardır. Ve onlar bize şöyle demektedirler:
« — Siz bu ekonomik, politik, zoopolitik, tozik, bozik, antilojik, komünist, sosyalist, mandagonist, ve lop lop lopik dünyanın içinden kendi başınıza çıkamazsınız... Bu ana baba gününde, maazallah, yan lış bir şey okursunuz, yanlış bir şey dinlersiniz, yanlış bir şey yer, yanlış bir şey giyer, yanlış bir şey söylersiniz... Ve
bu-sırf
AMERİKAN FAŞİSTLERİ -NİN REİSİ HAPSE MAHKUM OLDU
Evet, Birleşik Amerikada, şu dünya yüzünden Faşizmi kaldırmak için harbe giren Birleşik Amerikada, yüzde yüz Faşist bir cemiyet vardır. «Columbiams» adındaki bu ce miyetin gayesi, zincirli vatandaşlık haklarından mah -
binnetice, kafanız, kalbiniz, bozulur, üstünüz, başınız kirlenir, gönlünüz mideniz lanır, bunun içindir ki, sizin üstünüze, başınıza, gö -
gönlünüze, midenize bir şey olmasın, bir şey gelmesin diye, sizin namınıza yaradana sığınıp biz yiyoruz, biz içiyoruz, biz giyiyoruz, biz yaşıyoruz, biz söylüyoruz, biz yazıyoruz!»
Eh, artık feragatin, vatan- [ rum etmektir.. perverliğin, fedakârlığın hiç birinizin
kahramanlığın, bu mertebesine bir diyeceği yoktur sanırım. Yalnız, naçizane kanaatimce şefkatli, hamiyetli ve vasi bir parti kartvizitiyle bu feragati, bu fedakârlığı gös terenlerin, ve bu vatanperverliği, bu kahramanlığı yapanların unuttukları, oldukça mü -him bir tek şey var.
« — Halimiz!...»
(X) bu imzanın enfes hı -kâyesini, yakında bu gazete süt unla rında okuya caksınız!
Son gelen haberlere göre, «Clombians» larm reisi Homer Lomis, hapse mahkûm olmuştur.
Sakın bundan Birleşik Ame rikada Faşizmle mücadele e -dildiği neticesini çıkarmayı -mz. Çünkü Homer Lomis sadece zina ederken suç üstünde yakalandığı için hapse atılmıştır.___
Haftanın yazısı
nasıl geldiklerini sorduğum vatandaşlardan birisi, aldığım cevapların en güzelini yerm iştir:
« —-Bu istikbale mecburen geldik: Zira istikbaline gelmeseydik, kendi istikbalimiz tehlikedeydi.. Fakat yarın akşam, «Celâl Ba-yar» ı karşılamaya, kendiliğimizden gideceğiz. Zira biliyoruz ki, onun şahsında. dört gözle beklediğimiz halis De -mokrasiyi istikbal edeceğiz.»
Kütleye mal olmuş bulunan bir masum ümide filen cevap vermenin büyük zorluğunu düşündükçe kendi hesabıma, Celâl Bayaı’m bu millete karşı yüklendiği tarihî mükellefiyetin heybetli sıkletini, sırtımda yaman bir ağırlık duymadan tasavvur edemedim.
Bir başka meslekdaşım, «Peklr»in .karşılanışı esnasındaki olayların kendi üzerinde bıraktığı intibaları belirtirken, şu satırları yazıyordu:
« — Bir aralık, Atatürkün Sams^a çıkarken söylediği: «Dağ başını duJan almış» I marşmı biraz değişt rerek, hep l bir ağızdan, şöyle okumaya başladık:
« Dağ başınf telâş almış. Gümüş para durmaz akar, Vapur ufuktan şimdi doğar, l Sabredelim arkadaşlar...
Lay, îay, lay, lay, lay ,lay | Sesimi;
Sert J
şöyle
bittabi onun
izi, yer, gök, s' dinlet sit yumruklarla 1 herkes inlesin!..: Meğer, bu satırları yaza' meslekdaş, mürettep istikbal
merasiminin lo şarkılar kala^fc-
İstanbul’a dönünce ilk işi gidip eski profesörü' görmek oldu. Kendisine fakültede İlmî bir vazife verilip verilemiyece-"® ğîm Öğrenmek istiyordu. Profesör çok memnun olacağmı
söyledi ve hemen o gün delikanlıyı yanına katıp Maarif nezaretine, Yüksek Tedrisat Umu i Müdürüne götürdü. U-ooum müdür, önündeki bloknota Ertuğrul’un adını, nereden mezun olduğunu filan yazdı ve:
— Şunları hazırlayıp bana getirin, dedi. Lütfen kayde -din: pullu bir istida, vesikalık üç fotoğraf, noterden tasdikli diploma sureti, yine noterden tasdikli nüfus kâğıdı sureti.
Delikanlı, söylenenleri bir kâğıt parçasına not aldı, sonra Umum Müdüre teşekkür edip profesörle beraber çıktı.
îstenen şeyleri hazırlayıp iki gün sonra tekrar nezarete gitti. Umum Müdür nüfus kâğıdı suretini incelerken bir yere takıldı kaldı, herhalde okuyamamıştı; o nokta üzerine parmağını koyup sordu:
ç Annenizin ismi nedir?
ç Henriette.
Bu Türk ismi midir?
— Hayır, Fransız.
Umum Müdür « — Hmm!» dedi, sonra, Ertuğrul’un devlet memurluğuna tayin edilebilmesi için «usulen emniyete sor -mak gerektiğini» söyledi.
— Başı 2 nci sayfada — lığına, tesadüfen, ve ne yaptığının farkında olmadan karışmış! Zevkle okuduğum yazısında bu zühulünü şu şirin cümlelerle açıklıyor:
«... Birisi elime bir elli kuruşluk sıkıştırıp gitti. Eirtesi sabah, o istifadeli eğlencenin mahmurluğu içinde gazeteyi karıştırırken... Evet, ancak o zaman, işin farkına vardım: Meğer Başbakan Recep Peker İzmire gelmiş, ve biz o marşlarla o kalabalıkla |onu karşı -lamışsız!...»
Sizi bilmem amma, gördüklerime, duyduklarıma, bilhassa bu okuduklarıma bakınca, ben, Recep Peker, in «istikbal» ini hiç de parlak göremedim!..
*
Bu ziyaretlere bir nebzecik de şakayı bir kenera bırakarak bakarsak, görürüz ki, «Cecep Peker»in «İzmir» e gelmekten niyeti, halk, «Demokrat parti»nin seçimlere gir 'memekle haksız davrandığını, «Celâl Bayar» m «İzmir» e gelmekte niyeti ise, millete «Demokrat Parti» nin seçimlere girmemekle haklı davrandığını telkine çabalamaktır.
Bu çabalayış, ber mutad, uzun, karışık, hesaplı, kitaplı ve tumtraklı nutuklarla gös -terildL. ı> « Celâl Bayar» ekseriyet indinde naklı görüldüğüne inandığı için daha az, «Recep Peker» ise, tfekseriyet indinde
haklı görünüşünün zorluğunu bildiği için daha ' çok konuştu.
Şayed aranızda, «Peker» in sözlerini zayıf bulanlar çoksa, onlardan Başbakanı mazur
J • •
-UlKAV-E
görmelerini rica ederim: Zira unutulmaması lâzımdır ki, «Recep Peker» in sözleri, bizzat kendisi değildir...
*
Hazır Başbakanın, «Demokrat Parti» , ve «seçim» babındaki sözleri gibi «zayif» olmıyan vücudundan lâf açılmışken, sözlerimizi, dikkate şayan bir müşahedemizin hikâyesiyle tamamlayalım:
Duyduğu muza ve inandığımıza göre, İzmirde «Recep Pe-ker» i taşıyan hususî otomobilin içi, «Celâl Bayar» ı taşıyan «5» numaralı taksinin ise dışı harap olmuş: Zira birisini Başbaknımızın sıkleti, diğerini ise, halk çoğunluğunun has reti o hale getirmiş!..
Bu olayın esbabı mucibesini izah edenler:
“« — Bu —balarm birisine, Recep Pekçrjn şahsında hükümet, diğerine ise, Celâl Ba-yar'm şahsında millet «ağır bastı» diyorlar...
Bence, bu iki arabanın akıbeti, «Bayar»m, ve «Peker»in «İzmir»e yaptıkları seyahate konulacak teşhisin sembolü -dür : Zira gördüğünüz gibi, birisinin halinden hükümetin, diğerinin halinden ise milletin ağır bastığı anlaşılıyor!..
Naci Sadullah
AMERİKAN EMPERYALİZ-
Mİ AMERİKALILARIN AĞZINDAN DİNLEYİN
Time mecmuasının Şanghay muh abiri William Gray, Ja -pon istilâsını onbeşinci seneyi devriyesi münasebetiyle Şanghayda yapılan matem top lantılarmın, Amerikan aleyhtarı bir tezahürat şekline döküldüğünü anlattıktan sonra diyor ki: « Bugün Çinlilerin indinde Amerikan emperya -lizmi, Japon ve İngiliz emperyalizmlerinin yerini almıştır. Ve Amerikalıların « İyi niyet» lerine rağmen, 947 yılmın küs tahlık sembolü Amerikalılar -dır. Çinlilerin düşmanlık hisleri Amerikalılar için o derece sıkıcı ve bunaltıcı bir ha 1 almıştır ki, bir Amerikan bahriyelisi: «Amerikadaki akaHi-yetlerin günün 24 saatinde neler hissettiklerini, ancak şimdi, anlıyabiliyorum.» de -mek lüzumunu duymuştur.
Amerikan yardımının sırf insanlık düşünceleriyle yazan başmuharrirlerimizin kulakları çınlasın.
GREVLER BİR AıMERİKAYA 110.000,000 İŞ-GÜNÜNE MALOLDU
Birleşik Amerika Çalışma Bakanlığının neşrettiği son istatistiklere nazaran, 1946 senesindeki grevler 1 10 milyon iş-gününe malohnuştur. Yal -mz son kömür işçileri grevi ! milyon iş-günü tutmaktadır.
1945 de grevler, 38 milyon. 25 bin iş-gününe baliğ olmuştu. Harpten evvel rekor 28 milyon 424 bin ış-günü ile 1937 senesine aid idi. Görülü -yor ki Amerika da bu yön -den de terakki var. Fakat bu terakki, bazı Amerika âşıklarının iddia ettikleri gibi, mem leket halkının İçtimaî huaur ve adaleti lehinde olmasa gevrek.
KRAL, KRALİÇE VE PRENSESLERİN SEYA -HATİ İNGİLİZ HALKI ( ARASINDA HOŞNUT -SUZLUĞA YOL
AÇMIŞTIR
Krallık ailesi efradının nup Afrikasma yaptıkları yahat orta halli İngiliz halkı için ne kadar böbürlenme vesilesi olduysa, fakir halk tabakaları arasında da o derece hoşnutsuzluğa yol açmıştır.
El emeği azlığından şikâyet edildiği bir şuada krallık ailesine tahsis edilepek hususî tren, tayyare ve arabalarım imali esasen bir infial uyan -dırmıştı. Bu kerre Prenses Elisabeth’in seyyahatte geçi -receği gün adedi kadar b?ra -bernde elbise götürmesi; ve henüz vesika usulü kaldırılma misken, seyyahat çamaşırları ve beyaz takımları çin kilometrelerce ipekli ve keten kullanılmış olması, İngi'lk* işçi kadınlarını çileden çıkar -mıştır.
i (
Ce-
se -
ABONE ŞARTLARI . Seneliği 500 Kuruş
Altı aylığı : 250
Üç aylığı : 250
İlan şartları idare kararlaştırılır.
KULAK
» I
»
ile
YAZAN : Cevdet Kudret SOLOK
Ertuğrul hakkında emniyet müdürlüğüne yazılan kâğıt döndü dolaştı, kısm-ı siyasî birinci şubeye gitti.
Şube müdürü iş başında çok sert, çok asık suratlı bir adam dı. Daha doğrusu, eskiden, yani henüz küçük bir memurken öyle değildi de, şube müdürü olduktan sonra birdenbire değişmiş, en yakın masa arkadaşlarının bile tanıyamıyacağı biri haline gelmişti. «Söz geçirmek için asık suratlı olmak lâzım» diye düşünüyordu. Dairede memur odalarına girip çıktıkça: « — Her şeyden evvel disiplin isterim arkadaşlar!» derdi, hele kızıp da : « — Disiplin, arkadaşlar! Otorite, arkadaşlar!» diye bağırmıya başladığı zaman kapı önündeki
ALMANYADAKİ RUS KUVVETLERİ AZALTMIYOR
Almanyadaki Sovyet kuv -vetleri bu ay içinde yüz bin kişiye indirilecektir. Buna mukabil, P olitbüro mensuplarından Beriya’nm bizzat Ber-line giderek Sovyet bölg' derin deki sivil memurların takviye-işi ile meşgul olduğu bildirilmektedir.
Sovyetlerin Almanyadan ko layca çekilmiyeceği anlaşılı -yor. Binaenaleyh Almanya -nm 40 sene müddetle 4 büyükler tarafından kontrol edilmesi hakkı mdaki Amerikan ^teklifinin 1 Moskova konferan -smda müsaid bir şekilde karşılanmaması için hiç bir se -bep yoktur. Bilâkis...
LONDRA ÜNİVERSİTESİN -DEN 3500 TALEBE KRALDAN CENUP AFRİKASI-NA GİTMEM5Sİ İÇİN RİCADA BULUNDU
Hatırlarsınız: Bundan bir
müddet evvel, Birleşmiş mii -ietierde, Cenup Afrikasımn Zencilere karşı takip ettiği siyaset tartışmalara yol açmıştı. Bu kere ayni mevzu Avam kamarasında da ele alınmış ve işçi mebuslardan bir grup Ce nup Afrikasınm bu siyasetini şiddetle tenkit etmiştir.
Londra Üniversitesinden 3500 kişilik bir talebe gurubu da Mareşal Smuts’m Zencilere reva gördüğü muameleyi beyenmediklerini ifade etmişlerdir: ve bu vesile ile kralın. Cenup Afrikasını ziyaret etme mesi için ricacı olmuşlardır.
hademelerin dizlerinin bağı çözülürdü. Âmir mevkiine ge -J çince, o zamana kadar işidip de mânalarını kesin olarak bilemediği «disiplin» ve «otorite« kelimelerinin tariflerini dairenin Fransızca mütercimine bir sözlükten tercüme ettinp masasının üstündeki kaim camın altına koydu. Anasıra boş kaldıkça veya iş arasında gözüne iliştikçe onları tekrar tekrar okumaktan zevk alırdı.
Bu mühim mevkie oturunca, otoritesini daha iyi işletebilmek için, küçük memurluğu zamanında yüzgöz olduğu hademeleri birer birer işten çıkarmış, eski masa arkadaşlarını başka şubelere naklettirmiş, yeni gelen hademelerle yabancı memurları kasıp kavurmağa başlamıştı.
Şube Müdürü olduğu gün evinde aynalı dolabın karşısına geçip aynada, yüzünün alması gereken türlü mânalarını* meselâ kaşlarının çatılışını, ağzının açılışım, kapanışım, (’ daklanmn bükülüşünü, hele gözlerinin ya haşn, ■ ’
ya, alaycı, ya derin bakışlarını, ellerinin koUr~ lerini, koltuğa nasıl kuruhcağna, masaya n * m, nasıl oturup nasıl kalkacağını inceden ' mişti. O günden sonra sokağa çıkarken gî ' kapının yanındaki elbise çengeline asar kaşlt bir maskeyi suratına geçirirdi! P
Mehmet - Ali
Posta kutusu :
Basıldığı yer : Doğanlar
Fiatı : 1 O kuruştur
Basımevi •— İzmir
Herşeyden evvel ve her şeyin üstünde istiklâl
Bu, dünya hâkimiyeti dâvâsıdır
Mehmet-Ali AYBAR
Tarihimizin en kritik an ı larından birim yaşıyo- ’ ruz: İstiklâlimiz tehlike dedir. Ve işin korkunç tarafı ] şudur ki, istiklâlimize kasde-denler bu sefer ordularla değilde, bir yardım teklifinin yal drzlı paravanası arakasına giz Ienerek üzerimize yürüdükleri için, Türk milleti kuşkulanmıyor. Ve mahirane, mahir olduğu kadar hainane bir propaganda da bu kuşkusuzluğu arttırmağa, hattâ istiklâlimize kasdedenleri bir kurtarıcı gibi göstermeğe çalışıyor. Bu gibi hallerde hakikati gören namuslu her Türke mukaddes bîr vazife düşer: Her ne pahasına olursa olsun hakikatleri haykırmak..
Bilmeliyiz ki, Amerikan yar dimi söylendiği gibi bir altın halka değildir. O, bedelini er geç kanımızla ödeyeceğimiz bir esaret zinciridir. Amerika yüzelli milyon dolar mukabilinde biliyor—ıs—ız bizden ne istiyor? Üçüncü dünya harbinde Polonyanm bu harpf-deki rolünü oynamamızı ve bunun için de şimdiden A—c-nkaya teslim ol-a-ızı...
Hayret etmeyiniz! Evet, istediği budur. Zaten A-erikan çevreleri bunu gizlemiyorlar. Akıl hocaları ve yarı resmî sözcüleri sayılan Walter Lip-£rna'n bandan yedi sekiz ay evvel şöyle yazıyordu: « On seneye kadar Sovyetlere karşı harbe gireceğiz. Bu harbin sıklet merkezlerinden biri,, belki en mühimi Yakın
şark ve Boğazlar bölgesi olacaktır. Sovyetler, Boğazlar hakk-daki talepleri ile, en hassas noktalarının burası olduğunu açığa vurmuşlardır. Binaenaleyh yarınki harpte A--erikan kuvvetleri buradan hücuma geçmelidirler.» Ayni zat dün de şunlan yazdı:
«Amerikanın kendi kuvvetle -riyle Sovyet Rusyayı çenber içine almağa kalkışması hır çılgınlıktır. Duna ne -alî kudreti yeter, ne de halkı razı olur. Fakat ayni şeyi başka yoldan yapmak da pek âlâ -ü-kündür. Amerika dün -yanın şu üç stratejik noktasını nüfuzu altında bulundur --akia iktifa etmelidir. Bu noktalar Al-anya, Türkiye ve Japonyadır. Sovyetlere karşı girişilecek bir harpte bu noktalar sıçrama tahtası ola -çaktır.»
Haydi diyelim ki, şöhreti ne olursa olsun Lippman nihayet bir gazetecidir; ve sözleri A--erikayı ilzam etmez. Fakat ayni fikirleri resmî ağız -lar da tekrarlıyacak olursa, öyle zannediyorum ki. Amerikan yandımı—n hakiki mânası hakkında artık tereddiid ve şüpheye yer olmaz.
A-erikan kongresindeki tar feşmalar, hele dışişleri -iis-tekan Cleiton'un yardı— vesilesiyle sarfettiği sözler, Wal-ter Lâppunan’—n kendi nam ve hesabına konaşmadığı— gösteriyor. Bilme— dikkat et-*ûıiz -i idi? Yapılan yardı -askeri -aksadlara tahsis ”’mesi halinde, bu -•'-amasını feti -lan söylemişlerle yapıla-rim kendi 'dan zaru-
ri olduğu cihetle iadeyi ica -bettirmez.»
Anlaşılıyor ki, Amerikan menfaatlerinin ileri karakolluğunu yapmak vazifesi bize düşüyor. Sovyetlerle çıkacak harpte, ilk ağızda biz harcanacağız, bizim topraklarımız çiğlenecek, bizim hanımız dökülecektir. Tıpkı bu harpteki Polonya gibi...
Diyeceksiniz ki, başka ne yapabiliriz? Sovyetler istiklâlimize göz dikmiştir: Şark vilâyetlerimizi istiyorlar; Boğazlarımızı istiyorlar. Muhtemel bir Sovyet teecavüzüne karşı Amerika üe işbirliği yapma -mız zarurî değil midir?
ğer Amerikan yardımı, pe-len malûm şartlan sürüklememiş olsaydı, hu nokta mü nakaşa edilebilirdi. Fakat A--erika île işbirliği, bugünkü li ile. asırlar bolunca zebunu olduğumuz, ve pençesin den kurtulmak için bir istiklâl savaşı yaptığımız kapitii -lâsyonlar belâsının bir başka yoldan, hem de katmerli bir şekilde geri gelmesi demek -tir. Şartlan biliyorsunuz: Yar in yerinde kullanılıp kullanılmadığım kontrol bahanesiyle, Amerika Cumhurbaş -kanından başlıyarak, derece derece basın ve radyo mensuplarına vanneaya kadar bir takım yabancılann, iç ve dış işlerimiz üzerinde göz ve söz hakkına malik ol-alan... Hu-kukudüvel kitaplannda bu du
La düşen zavallı milletlere hatır için «ayn müstakil» ismi verilir. Amerikan yardımı bizi bu derekeye düşürecek »iyette olduğuna göre ya-nn Sovyetlere karşı istiklâlimizi korumak için, köle olmağı hiç kabul edemez.
Peki o halde ne Sovyetlere tek başımıza karşı koymağa kalkışmak, çok riskli bir siyaset olacağı için, Sovyetlere düşman diğer bir büyüğün himayesine sığınmaktan başka çare var mıdır?
şimdiden bir Türk
yapalım?
AMERİKA POLİTİKASINDA DÖNÜM NOKTASI
Mr. Truman'nın meşhur nutku Amerikanın dış siyasetinin dönüm noktasını teşkil eder.
Roosevelt harpten sonra bir tek dünya sistemi kurmak, dünya nizamını Birleşmiş Milletler teşkilâtının kontrolü altına koymak, imperiyalizme nihayet vermek ve dünyaya ebedî sulh getirmek emelinde idi.
Truman iktidara geldikten sonra bir müddet Rooseveltin dış siyasetini takibe çalıştı. Birleşmiş Milletler teşkilâtına ehemmiyet verdi. Sovyetlere karşı bir anlaşma siyaseti güttü. Fakat sonra tedricen Vandenberg ve Conally gibi nüfuzlu Cumhuriyetçilerin tesiri altına girdi. Bu zatlar Rus lara karşı şiddet gösterilmesi lüzumuna kani idiler. Eski hariciye nazırı Byms'i evvelâ bu lüzuma kandırdılar. Byrns bu siyaseti Londra konferansında bir dereceye kadar tatbik etti. Bu arada Cumhuriyetçiler kongre seçimini kaazndılar ve her iki mecliste büyük bir ekseriyet temin ettiler. Bunun üzerine Amerikanın dış siyaseti yeni bir istikamet almağa başladı, bilhassa Ruslara karşı son derece şiddetli bir tavır takınıldı. Bu şiddet siyaseti Nevyorkta tesirini de gösterdi. Molotof Almanyamn peyki memleketlerle yapılacak sulh muahedelerinde birden bire mühim gerilemelere katlandı. Bu hâdise Cumhuriyetçilere daha ziyade cesaret verdi ve bu defa Moskova konferansma giden general Marshall bu sert siyasetin bir mümessili olarak oraya gönderildi.
Tam bu sırada İngiltere Yunanistan ve Türkiyeye karşı vaki olan taahhütlerini yerine getirecek vaziyette olmadığını bildirerek Amerikadan yardım istedi. Amerika bunu fırsat bildi ve bu yardımı derhal kabul etti. Yalnız bu yardımı kabul ederken dış siyasetinde mühim bir değişiklik yapmak ihtiyacını duydı .
Şimdiye kadar Sovyetlere karşı stratejik emniyet bölgelerini İngiltere ile Amerika kendi aralarında paylaşmışlardı Amerika Uzak şark ve Pasifik bölgelerinin emniyetinden mesul olacaktı, Ingiltere de Avrupa, yakın şark ve orta şarkm emniyeti mesuliyetini üzerine almıştı. Şimdi Ingiltere Yunanistan ve Türkiyeye karşı değil Amerikaya karşı olan taahhüdünü ifa edemiyecek hale gelince, Amerika
dünyaya hâkim olmak fırsatını eline geçirmiş oldu ve der» ha lbu vaziyetten istifade ederek İngilterenin boşaltmağa mecbur olacağı yerlere yerleşmeğe teşebbüs etti.
işte Trumanın ilân ettiği yeni Amerikan dış siyasetimi» hakikî manası budur.
Amerikanın bu yeni siyaseti Rooseveltin kurmak istediği tek dünya siyasetinin terki, ve birbirine rakip iki büyük dünyanın karşı karşıya cephe alması demektir. Bu bakımdan bu siyaset bir sulh siyaseti değil, bir harp siyasetidir. Amerikada Cumhuriyetçiler ve bir takım muhafazakârlar Amerika ile Sovyetler arasında bir harbin er geç mukadder olduğuna inanmışlardır. Bunlar bugün Amerikayı her bakımdan kuvvteli, Rusyayı her bakımdan zayıf gördükleri için bu harbin derhal yapılması fikrindedirler. Bu sebeple dünya bir üçüncü harbin tehdidi altına giriyor demektir.
İşte esef edilecek nokta bu üçüncü harpte Türkiyenin harp hattı üzerinde en ön safta bulunuşu, ve taraflardan biri tarafından ön müdafaa kalesi olarak kullanılmak istenmesidir. Yani böyle bir harpte Türkiyeyi bekliye» mukadderat Polonya ırkine benzemektedir. Böyle bîr harpte, harbi kim kazanırsa kazansın, Türkiye kaybetmeğe mahkûmdur. Onun için Trumanın nutkundan çıka^ mâna herkesten çok bizi düşündürse gerektir.
AMERİKA FIRSATI KAÇIRMIYOR
İngiltere Amerikaya müracaat ederek Yunanistan ve-Türkiyeye karşı taahhütlerine devam edemeyeceğini, A-merikanm kendisine yadım etmesini istedi.
Amerika iki bakımdan hu müracaata karşı lâkayt kalamazdı. Bir defa biliyordu ki İngiliz askeri Yunanistanda» ğeklidiği gün orada iktidarda bulunan kukla hükümet der hal düşecek ve sollar vaziyete hâkim olacaklardır. Bu da Yunanistanda Sovye t nüfuzunun artmasına sebep olacaktır. Halbuki Avrupa, Asya ve Afrikada Sovyetelrin. bu -lundıikları yerlerde] bir adım ileri gitmemeleri Amerikanın en büyük hedeflerinden biridir. Sonra da Amerika orta şarkta iktisaden İngilterenin yerini almak arzusundadır, İngilterenin bu tekli i onun için kaçırılmaması lâzım gele:» bir fırsattır.
HÜRRİYETİN
YENİ BİR SEYRE DOĞRU
ZİNCİRLERİ
Dostoyevski , kürek mahkûmluğunu bitirince, zincirlerinin çözülüşünü^ «l___—-------------------
lar» adlckıtabında ‘ şöyle anlatır.
« örse yaklaştım, Demirciler, yüzümü ters tarafa çevirdiler, ayağımı arkadan kaldırarak örs üzerine koydular
« Sürat ve dikkatle
son bir defa bakmak istedim. Daha biraz önce bunların ayaklarımda ol-
1 ilİlli yuzıtııuçLiJiu, *
Ölü Bir Evden Hâtıra- duğun« hayret ediyor-
Bu suallere verilecek ce -vap pek basit olduğu kadar, içinde bulunduğumuz realitelerin de bir rafî bala-daı kat müstesna vardır. Bir taraftan, asır! bize düşman bir siyaset I etmiş ve asırlar boyunca kavgalaştığımız bir devlet, H en yakın komşumuzdur. Ve bugün her zamankinden daha ka vidir. Diğer taraftan iki büyük i—paratorluğun, İngiliz ve A--erikan imparatorluklarının da komşusunuz. Bu vaziyet bizler için bulunmaz bir talihtir. Osmanh imparatorluğu çok zaman buna benzer vaziyetleri hüsnüsti—al et—esini bilmiştir. Bizi- bugün Os--anh imparatorluğu hükümetlerinden daha beceriksiz çık-a-ız için bir sebep yoktur.
Bir kere şunu iyice bilmeliyiz ki. Sovyet Rusya haksız toprak ve üs taleplerini gerçekleştirecek durumda değildir. Asgarî daha beş sene Sovyetler bir dünya harbini göze ala-azlar. Malî ve İktisadî kari unların az buçuk aşinaları bunun böyle olduğunda şüphe
icabıdır.. Coğ-ın muhataralı,- fası bir vaziyetimiz araftan, a rlardır kip
çalışıyorlardı. Ustabaşı: « Perçini, önce perçini döndür! Tut şöyle, hah! Şimdi vur çekici ! diye emir verdi.
Kaldırdım
dum adeta. »
Yukardaki satırları okuduğum zaman, bugün" bütün insanlık huniyet-lerimizi kıskıvrak bağlı-yaıı zincirleri düşündüm. Bir gün olup da bunları koparabilecek miyiz acaba ? Bu ağır zircirleri elimize alıp da, «bunları şimdiye kadar nasıl ’fa-" şımışız ? » diye hayretle bakacağımız o mesut gün bakalım ne zaman gele-
B E Ş EjR
-4
etmezler.
dır—ası ise, mutlaka üçüncü bir dünya harbine başlangıç olur. Fakat biran için farzede-lisn ki, Sovyetler bugün üçüncü bir dünya harbini göze alacak durumdadırlar; ve bize
Sovyetleriffİbize sal- !bir dostluk değil, hakikî ve sa -i-î bir dostluk. B' he— A--erik alıların ve İngîlizlerin, he- de «|Sovyetlerin dostu olmağa mecburuz. Sovyetlerin • hakikî menfaatleri, hattâ, dünyaya sulh getirmek istiyorlarsa, Amerikalıların ve îngilizlerin de menfaatleri bunu amirdir. Bu anlayış ve bu samimiyetle biz, bir taraftan Amerika ve İngiltere ile, Sovyetlere müteveccih ol-ıyan bir ittifak yaparken, bir taraftan da Amerika ve İngiltereye -ükteveccih ol-ıyan bir Sovyet ittifakı akdedeb'liriz. Bizi— bugün yürüyeceğimiz yol işte bu yoldur. Tek tarafa bağlan-alar Türkye için hiç bîr zaman hayırlı olmamıştır.. Hele bu tek taraflı bağlanış, Amerikan yardımı şekltnde olursa... >
saldırıyorlar. Bu vaziyet karşısında Amerika ile İngiltere ne yapacaklardır?.. Türkiyenin şacaklardır. için değil
atleri bunu çin... Şu halde muhtemel bir tecavüzüne kar şı tedbir almış olmak için,
kendimizi şimdiden Amerika-ya teslim etmemize hiç lüzum yoktur.
Bize tarihî ve coğrafî şartların, hattğ sadece aklıselimin emrettiği politika, iki taraflı bir dostulk politikasıdır. Sahte
Derhal yardımına ko-Elâ gözlerimiz bittabi; menfa-icabedettirdiği i-Sovyetlerin
Amerikan yardımının şartlarını nihayet öğre-bildik :
1 — Yardımın lâyı-kiyle tatbikini temin etmek üzere Amerikan mümessillerine serbestçe mürakabeye müsaade etmek. (Demek ki, Amerika, alacağımız para ve malzemeyi yerine affedeceğimize inanmıyor, bunu bizzat kontrol etmek istiyor.)
2 — Yardımlardan istifade edilip edilmediğini görmek ve gördüklerini Amerikan halkına serbestçe anlatabilmek için Amerikan basın ve radyo temsilcilerine yardım etmek. (Demek ki yabancı basın ve radyo mensupları memleketin gerçek durumunun kendilerinden gizlendiğini biliyormuı.f
3 1—iLumhuıbaşkını-nın müsaadesi olmadıkça alınan malzemeyi halice nakletmemek. (Demek ki Amerikan Cumhurbaşkanı alacağımız malzemeyi harice nakletmemizden şüphe ediyor, bu hususa yalnız kendisinin müsaade edebileceğini söylüyör.)
4 — Aldıkları eşya, hizmet ve malûmatı emniyet altında bulundurduklarına dair taahhütlerde bulunmak. (Demek ki, Amerika, alacağımız eşyayı emniyet altında bulunduıabileceğimize,e-dindiğimiz malûmatı başkalarına kaptırmıyacağı-
I
miza pek güvenmiyor, bu iş için ayrıca taahhütte bulunmamızı istiyor.)
5 — Bu memleketler, program gereğince, yapılan masrafları gösterir bir raporu her üç ayda bir hazırlıyacaklardır . (Demek ki Türk Mâliyesi, sarfiyatı hakkında, her üç ayda bir Ameri-kaya rapor vermeğe mecbur olacak.)
Bu hadisenin istünü süslü bir örtü gibi kapatan diplomasi edebiyatı bir yana bırakılırsa, işin iç yüzü açıkça şöyle ifade edilebilir:
Türkiye devletini, A-merikanm göndereceği sivil ve askeri personeller kontrol edecek, ve Amerika, Türkiyenin idaresini kendi istediği şekilde dîızenliyeeektir.
Hiç bir müstakil devlet, bu şartlar altında ne borç, ne de hediye şeklinde bir yardım kabul etmemiştir. Yalnız Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Cihan “Harbi sonunda. Sevr anlaşma-siyle, Türkiyenin yabancılar tarafından idaresini ve Türk Mâliyesinin, İ« tilâf Devletlerinin tayin edeceği bir komisyon tarafından kontrolunu,harb içinde kaldırılan kapitülâsyon ve imtiyazların iadesini kabul etmiştir.
Nereye gidiyoruz ? Cumhuriyetin yirmi beşinci yıldönümünde ikin-ei bir Sevr antlaşması mı
Comments (0)