Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

i
—— »J1L-1LM-JU-Jİ-Ü..JJ-1 r. . » — ■■ ■■ I .. —. . İlil ■■■ I ıııııı
Umumî af bir zarurettir
5

Kanunlar, ihtiyaçların, zaru rî neticesidir. Bu ihtiyaç halk kütlesinin içinde duyulur.
Geçen sene Cumhuriyet bay ramında, Büyük Millet mecü sine umumî af için iki millet vekilimiz tarafından iki ayrı tasarı verilmişti. Üzerinden bir yıl geçtiği halde, bu tasarı ların mecliste konuşulduğu nu. gazetelerde okumadık.
Bu yıl yine af için Büyük millet meclisine üç kanun ta sarısı verildiğini gazeteler yaz dı. .
Bir yıl içinde beş ayrı mil let vekilimiz tarafından veri len bu tasarılar da gösteriyor ki ,artık bir af kanunu, halk kütlesi içinden taşan bir zaru nettir.
Hapishanelerdeki vatandaş larımızın yekûnu kesin olarak ! söylenmemek! e beraber, 200 binden çok aşkın o'duğu tah ~~ GEVEZE GAZETESİ SAHİBİ MEVKUF
Geveze gazetesinde çıkan «Derdini Sarı öküze anlat» başlıklı bir manzumeden dolayı, gazetenin sahibi Remzi Gürcan 12 Ekim arife günü tevkif edilmiştir. Muhakeme nin ne zaman başlayacağı henüz belli değildir.
Tramvay işçilerinin zam isteği
Tranvay işçileri uzun zaman evvel gündeliklerinin arttırıl ması için müracatta bulunmuş tu. Bu müracaat İstanbul vi lâyetinde hakem komisyonun da incelenmişti. Hakem ko misyonun verdiği karar tranvay işçilerde, tranvay idaresini uz’aştırmak istiyen ara bulu cu bir karar vermiştir. Bu karardaki zam mikdarı tamı vay işçilerini tatmin etmediği için itiraz etmişlerdir.
Amansız bir patron rolü oy nıya.n tramvay idaresi de, işçi leri tatmin etmiyen bu zammı bile fazla görerek o da karara itiraz etmiştir.
Bu sebeple İstanbul hakem komisyonunun verdiği karar. Başbakanlığa bağlı yüksek ha kem heyetine gönderilmiştir. Alınan haberlere göre, yük sek hakem hayeti’nln bu kararı tasdik edeceği sanılmak tadır.
İstanbul halkına daimî bir işkence çektiren tramvay ida resinden, İstanbullular mer nun değildir. Çalıştırdığı işçi ler idareden memnun değildir. D aima açık verdiğini söyliyen idar-a bile bizzat kendi kendi sinden memnun değildir. Bu na tramvay idaresi değil, tramvay idaresizliği dense da ha doğru olur.
çrıin edilebilir. Hapishaneleri mizin, ceza infazındaki ana »maksattan çok uzak birer or taçağ çilehanesi olduğu da malûmdur, ceza eklerimiz bi rer ıslah yuvası olmaktan çok suç stajı yapılan yerlerdir.
Bineenaleyh, bir af kanunu nun, bütçemiz, vatandaşların ıslahı, istihsal gücümüz gibi sayılamıyacak kadar çok fay dalarını, bir kere daha tek rarlamağı fazla buluyoruz.
Henüz Bakanlar kurulunda görüşülmemiş olan tasarılar son şeklini almamış olmakla
(beraber ümidimiz, çıkacak o ian kanunun, duyulan ihtiyaçl tam karşılamasıdır.
Bir kısım siyasî suçların af dan ayrı tutulması, bir kısım ağır* suçluların da aftan mah ruın edilmesi, (m beş senedir af yapılmıyor memleketimiz de, bu yolda duyulan ihtiyaç ların tam karşılığı olmıyacak tır.
Bütün temennimiz, af kan(u nunun, bütün mahkûm ve tu tuk vatandaşlarımızı ve on la rın kederli aileleri yâni mille ti sevindirmesidir.
1
Adanalı Ziya
Adanalı Ziya, istibdat devrinde zulüm ve istibdada en er" kekçe ve şuurlu olarak haykıran kudretli ve cidden hürriyet âşıkı bir şairimizdir. Ne yazık ki, şimdiye kadar değe-rince ne duyulmuştur, ne de bütür eserleri toplanıp tam ve mükemmel bir tahlil ve ten kitle neşredilmiştir. Yapılan bir iki kalem tecrübesi pek noksandır. Biz, olsuyucu’aıum* na Adanalı Ziyanın devrini tenkit edeıı mertçe yazılmış bir gazelini sunuyoruz:
Fehmeylemek ne mümkin ahkânı-ı kâinatı?
Ahkâmı kâinatın hayrân ed er diihâtı.
HalLi ukuud eden var zu’munca şöy’.e böyle.
Kim dinler öyle ammâ türrehâtı?
Bir âcizi görürsün, bin mu ktedi. zebûnu.
Vâbesteû rızâsı mecmuunu n hayâtı.
Bir ahmağı bulursun bezme tasaddur etmiş,
Güyâ ki peyk - i devlet ednâ bir iltifatı.
Fırsat gelir ki bir leng sâhi b _ hûruç olur da.
Lerzan eder sitemle sükkâ n-1 şeş cihâti.
j jDağ-ı elîm dildir âh ey Ziyâ bu hikmet:
Bilmem ki halleder mi hük m_i zamân-ı âtî?

30 sene evvel | Bursunâme : C rÂvl#» rlîvnrîavrlı İ V
böyle diyorlardı I
Celâl Nuri Beyin «Tarih-i Tedeııniyat-ı Osmaniye» adlı eserinden: _
A
Osmanlı hükümeti bir askerî hükümet oP mak üzere te şekki^t’ etmiş, o suretle de j devapf etmiştir. .Halbuki hii kûmet.yalnız askerlikten ib$ j ret oZamaylp idare de demelt olduğhaıdan iç meseleler, ma j lî ve İktisadî dâvalar ele alın ‘ mayıp- yalnız orduya dayanıl dı. öu *gtb cemiyefer ızmîb’â le uğrarlar. Malî istinat gana im ve yağma olunca bunun ilerisi gelmez. Milletleri istih salâtta bulunmak için serbest bırakmak iktiza edeler. Hükümet hiç bir zaman örfî idare, kumandan, memur, maaş, ver gi ve ganimet menzilesine in dirilme melidir.
Bir kere İçtimaî inkılâp olmadan, bu İçtimaî inkılâbı, hazırlamak için İktisadî ve terbiyevî ilerlemeler meyda na gelmeden siyasî inkılâp yap mak seraba aldanmaktır.
orsanın Kutusu
Sevgili kardeşim, insanin benim , gibi isi gücü olmazsa, işt# Hoyıe1 'te|f rikji halindeki kası ge-eetk haftaya ^mektuplar yazar. Açtırma kutuyu, söylemime kötüyü. Ne çare ki, Buç-sanın kutustı açıldı bir kere. Bir takım insanla^ver ki, kafalarına oturdukları koltuğu geçirmedikçe içim rahat et-meyecek; o^ür dünyşjyr da gözüm açık Jpîdeoeği'm»
Geçeıi mektubumda Bursatutn:7lyrp. y erinde kaimjştık değil mi? Kt’dğiımu yerden haşlayalım,. (Bilmediğin bir şehre gittin ini, en kplay bulacağın yer. g'BgJ evlerdir. O-tohıobnr bin, arabâyafıh, «çek KârhaneyöT» diye emri ver din mi, merak etme, arabacıdan evvel atlar anlar. Hani bindiğin otomobil şoförsüz bile olsa, tekerlekler harekete gelir, kendini doğruca aradığın yerde bulursun.
Bursanm genel evleri, Istanbulunkilerden bile mazbut. Şöyle yüz, yüz elli metre kutrunda bir daire çiz. Bu dairenin. etrafına üç dört metre yüksekliğinde duvar çek. Yalnız bir tar^fmı açık bırak ki kapı olsun. Kalhaneye damdan girilmez ya... Şimdi bu dairenin etrafına on beş ev sırala. Kapıya da bir bekçi iüe bir polis koy. Ne olur, ne olmaz, eloğu buraya keyfini yapmağa ayık kafa ile gelecek değil ya. îşte Bursanm genel ev [mahallesi oldu.
Bak sağdaki evin kapı önüne bir kız çıkmış. Fistanını yukarı kaldırmış, reklâmını yapıyor: «Her yerde var amma, böylesi yok.»
fDemme 4 ncü de)

ATATÜRK öldü
Yarm, Atatürkün ölümünün onuncu yıl dönümü dür. Bu münasebetle üzüntümüz sonsuzdur. Bizim üzüntümüz Atatürk’ün vücudunun aramızdan ayrılı şı kadar, fakat ondan daha çok, her sene Atatürk in kilâbının ölmesidir. Her yıl bir az daha iyi görüyor ve anlıyoruz ki, Atatürk inkilâbına ihanet edilmekte dir.
Atatürk’ün ölümündenberi her sahada ters yüzü ettiğimizi bütün millet anlamıştır. Ve asıl için en fecî tarafı şudur ki: Atatürk inkilâbına asıl ihanet eden lerin her biri birer büyük Atatürkçü kesilmişlerdir. Onların çalımlarından geçilmez olmuştur. Allahı kan dırmak için her sözüne besmele ile başlayıp her keli me başında yalan yere yemin eden zındıklar gibi, bu sahte Atatürkçüler de, Atatürk kalkanının arkasına gizlenip mel’anetlerini yapmaktadırlar.
, Emperyalizm boyunduruğuna karşı mücadele e den Atatürk’ü, Emperyalizm uşakları kalkan olarak kullanmak istiyorlar.
Laisizmin memleketimizde kök salması için uğra şan Atatürk’ü, mürteciler, yobazlar bir bayrak olarak kullanmak istiyorlar.
Halk menfaatleri için büyük bir halk hereketine önderlik eden halk kahramanı Atatürkü, istismarcı para babaları bir silâh olarak kullanmak istiyorlar.
Atatürk inkilâbından ne kadar geriye doğru gitti ğimizi anlamak için, Atatürk zamanında sesi kısılanla rın bu gün nasıl birer kahraman kesilmiş olduklarını ve bulundukları mevkileri görmek kâfidir.
Maddî bir deil olarak da on senedir, hâlâ ve hâlâ Ataürk’ü miuvakkat kabrinde yatırdığımızı hatırlat mak kâfidir. O on senede ki, ne asfaltlar, ne geziler, ne plâjlar, -ne saraylar yaptık yalnız Anıt — Kabir’i yapamadık. ,
O on senede ki, otuz lira maaşı olanlar milyoner oldu, .yabancı bankalarda atın yatırıldığı haberleri çfkü.
Oteller ve yeşil sahalar, ve merdivenler ve daha neler yapıdı. Yalnız ve yalnız şu veya bu bahanelerle Anıt — Kabir yapılmadı.
Ve Atatürk inkiâbına asıl sadık kalan, ileri fikir-Ii, hamleci ve inkılâpçı olanlar da mağdur ve mazlum bir halde türlü iftiralara uğradı,.
Bütün bunların sebebi şudur: Haksız kazanılmış, halkın sırtından çıkarılmış servetleri haklı göstermek ve halkı, buna inandı nmak. yani halkın uyanmasına mâni olmak için, olup bitenlerin etrafına duvar, çevir mek. îşte bu duvarlar da: Emperyal:zmi allayıp pul layıp yutturmak, Allahın lânetlediği hareketleri irti kâp edip sözüm ona dinci «olmak ve Atatürkün inkılâbına ihanet ederek Atatürkçü geçinmek... Asıl A-tatürkçüler bütün bunların farkındadırlar. Aziz Ata türk! hatıran önünde saygı ile eğiliriz.

BİR YANLIŞLIK
10 cu sayımızda «Başımız-dakiler nasıl zengil oldu?» başlıklı bir yazıda Kılıç Aliden bahsetmiştik .
Kılıç Ali’nin oğlu, gazeteci arkadaşlarımızdan Altemur Kılıç’ın verdiği malûmata gö • re ımezkûr hâdisenin faili Kılıç Ali olmadığını bildirmiştir. Özür dileriz.
Esat Adil ve Aziz Nesim’İn mahkemeleri Esat Âdil ve Aziz Nesin’in evvelki sayılarımızda bildirği miz mahkemelerine bilir kişi olanak tayin edilen İstanbul üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı profesör Hüseyin Nail Kübalı 5 Kasımda gelerek, dâvâ konusu o;an yazıyı ve Türkiye Sosyalist partisinin programını almıştır. Bilir kişi raporunu verecek ve 11 Ka sim Perşembe günü saat 16,30 da Asliye ikinci ceza mahkemesinde dâvaya devam olunacaktır.
Sahife: 2
BAŞDAN
Bir işçinin
X
Büyük bir bankaya giriniz. Orada veznedarın parmakları arasından her gün on binlerce liranın geçtiğini göreceksiniz. Fakat bu paranın hiç biri vez nedann değildir. Bir ayda elin den milyon-a yakın para geçen veznedar, kendisini, belki de kıt kanaat geçindiren maaşını alır. Bu da gayet tabiidir. Elin den bu paralar geçiyor diye, veznedarın bu paralar üstün de hiç bir hakkı olamaz. Çün
Bir okuyucu mektupu
Merdi Bay kal isimli bİT o-kuyucumuz yazıyor:
Emeğin ne demek olduğu herkesçe malûmdur. Bilhassa bileğinin, vücudunun enerji* sinden istifade ederek çalışan lar bunun mahiyetini daha i-yi takdir ederler. Takdir ha* mam kubbelerinde çın çın ö* ten boş seda gibi bir taraflı olursa, emek sadece boş g^y* retten ibaret kalır. Emeğin bu kötü duruma düşmemesi için teşekküller vardır. Hak her yerde nasıl aranıyorsa e* inekte de aranmış hakikî e* inekçilerin teşekkülleri mey* dana çıkmıştır. Bunlara «Sen dika» adı verilir.
Bütün dünya emekçileri en hür teşekküller sayesinde ken dileri için daha iyi hayat şart lan hazırlamaktadırlar. Emek vazifeden daha mukaddestir. Çünkü vazifenin başarılma* smda emeğe İhtiyaç vardır.
Ne yazık ki memleketimiz nüfusunun yüzde 80 ini geçen emekçi zümresi XX asrın kendilerine bahşetmiş olduğu o nimeti boC. yollardan istifadeden mahrum bulunuyorlar. Bunun günahı ve vicdanî mes uliyeti aydınların, idarecilerin dir. 2—3 gün evvel kutladığı* rnız 25 inci yıldönümü ile Cumhuriyet tam olarak bu problemi ele almamıştır. Sadece şatafatlı, yaldızlı sözlerle kuru vaatlerde bulunmuştur. Kurulan Çalışma Bakanlığı memleket şubeleri, maalesef kendi teşekkül kadrolarına iş bulmuş bulunmaktadır. Diğer hususî iş yerlerinde de patronun «man dinlemi yen pençesi altında yok paha sına çalışmakta, hattâ fazla mesai yaptırılmakta olmasına rağmen buna ses çıkarılmamaktadır.
Kurulan ımillî sendikalar da Icuklâ oyuncaklar gibi rahat insanlara tâbi hareket et -inektedirler. Gürültü patırtı ile hemen toplantılar dağıtılmakta bir karara varılamamaktadır.
Ey memleketimin emekçileri... Uyanmalısın. Senin iradeni morfinleyenlere karşı yekpare bir vücut olmalısın. Kaybolan hak öteki dünya gi bi aslı olmayan yerde ödenemez. Bu dünyada onu kurtar (mak azminde olmalıyız.
İstismar yanan ocaklarımı zı söndürüyor. Senin hakkın olan her şey, sana ait fikirlerle temin edilecektir.
Kelimeler, sözler yerine iş iste. İstemek hakkmdır. Yaşa mak hakkın olduğu gibi
kü bu paraların üremesinde ve kazanılmasında, vezneda nn hiç bir emeği geçmemiş tir.
işçiler bir veznedara benzer yainız aralarında şu mühim fark vardır. Veznedarın elinin arasından geçen paralarda e meği, yani hakkı yoktur. Hal buki yapılan mamuller doğru dan doğruya emeğin mahsu lüdür. Emek olmasa, ne ser maye, ne ham madde, ne âlet ler emtea istihsalinde başlı başına bir âmil değildir.
• İşçi elinin emeği olan oto mobili başkaları için yapar. Toprak işçisi tavuğunu başka larl için besler. Veznedar gibi, avuçlarının arasından hem de kendi hakkı olan para kayıp gider, başkalarının kasasını doldurur. __________
Bu günkü şartlar altında
Bunada beşinda-n geçen hazin n-maoeraszm okuyacağınız
Ali Konuk
işçi buna da razıdır. Kendisi ni patronun istismarına arzet iriştir. O en az ayakta dura cak kadar yiyecek, başını so kacak bir yer ve hiç olmazsa çalışamıyacağı günler için ha yatının sigorta edilmesini is ter. Fakat gözleri doymıyan ve işçinin sırtından mi.yonlar yapmaya alışanlar, işçilerin
9 Kasını 1948
Ihazin romanı
bu en mütevazi haklarını bile gasbetmek için türlü yollar bulmuşlardır.
Memleketimizde binlerce işçi gösterilebilir ki, bunların
• meselâ kolları fabrika kayı
■ şmda kopmuş elleri dişli ara
smda kalmış, gözleri bir kaza ya kurban gitmiş ve bir insan posası hal'nde, hiç bir hak da verilmeden bir safra gibi fab rika kapısından atılmıştır. Bu binlercesinden bir misalini ve rıyoruz. Burada zavallı Türk işçisinin romanını yacaksmız.
Şu karşınızda yaşayan clü halinde duran genç Konuktur .vücüdünün muhte lif beş yerinde mermi parça larl vardır. Yapılan bir ame liyatta ayağının biri kısa kal dığı için işte böyle aksiyarak yürür.(
bir oku
bir Ali
Ali Konuk 1932 senesinde, Enver Paşa’nın kardeşi eski adı,ile Tevhit paşa, yeni aidi ile Nuri Killigil fabrikasında çalışmağa başladı. Onun hay* tını .mahveden feci hâdise 1942 de olduğuna göre, demek ki ayni fabrikada 10 sene işçilik etmiştir. Şimdi başına gelen bu kazadan sonra hiç bir yer de, hiç bir iş yapamıyacak ve malûl bir halde, hiç bir hak da almadan kapı dışarı edilmiştir
Gelecek sayımızda han -gi oyalama yollarile Ali Ko nuk’un alatıldığını, ve kanu nen dahi hakkını arayamaz bir hale getirildiğini mufassa lan anlatmağa çalışacağız.
Ali Konuk’un hayatı Türk işçileri i:in ibretle okunacak hüzünlü ve olmuş bir roman dır.
LİBERALİZM NEDİR ?
(Geç ev sacdan devaım)
Liberalizm veya Liberal kapitaliz min gelişmesi: Derebeylik zulümlerin den ve toprağa bağlı kalmak mecburi yetinden kurtulmuş olan serfleri, lon çaların sika kayıtlarından âzad ka->an işçileri ve çırakları şehirlerde yeni bir esaret bekliyordu: Ömrünün so nuna kadar gündelikçi olarak kalmak esareti. Burjuvazi istediğine kavuşmuştu. İmalâthanelerini kurmuş harıl harıl işletiyordu. Denizaşm memleketlerden gelen uauz toprak mahsulle rinin rekabetine dâyanamıyan ve zaten ihtilâller neticesinde fakir düşmüş olan köylüler, şehirlerdeki lonca teşkilâtlarının himayesinden uzak kafan çrraklar ve fabrikaların ucuz malları na rekabet edemiyerek küçük imalât hanelerini ve tezgâhlarını bırakıp ze-naatkârlar akın akın patronun kapısına gelip iş dileniyorlardı.
Bu kadar iş isteği karşısında, kapi talist işçiye istediği parayı veriyor, iş çi de açlıktan ölmektense bu yevmiyeyi alarak, hiç bir sıhhî tesisatı ol-mıyan karanlık, izbe, tozlu imalâthanelerde, günde 16 hattâ. 18 saat çalış mak zorunda kalıyordu. Yedi, sekiz vuşmuş, liberalizm devri başlamıştı, du. Kapitalini istediği hürriyete kavuşmuş, liberalizm delvrı başlamıştı. Kapitalist elindeki bu ucuz ve bol işçi ile Hindin, Çinin, Yakın Şarkın, Af-rikanin Ve Amerikanın milyonlarca alıcısına mal yetiştiriyor, bu memleketlerden elde ettiği ucuz ham maddeleri işleyerek muazzam kâzlar temin ediyordu.
Bütün on dokuzuncu asır ; Avrupa fabrikaları, geoe gün | leyerek ucuz ucuz çalıştırdıkları mil yongarca işçiden elde ettikleri kıypıet fazlaları ile geliştiler, büyüdüler. Bü bir servet kapışma devri idi. Para kâ zanmak için herşey mubahtı: Dolandırmak, başkasını iflâsa sürüklemek,' müstemlekeleri yağma etmek, zayıf ve hakkını koruyamayanların hakları nı yemek, ezmek v.s.. Hulâsa gemisini kurtaran kaptandı.
Fakat bütün bu istihsal faaliyetine rağmen hemen hemen on senede bir doğan ekonomik buhranların önüne geçilemiyordu.
Kapitalist ekonominin tezatlarından doğan bu buhranlar emekçi sınıfını yeniden sefalete sürüklüyor, küçük sermayeli olanları ortadan kaldırıyor
ve bu suretle kapitalin mahhdut eller de toplanmasına sebep oluyordu.
Bu buhranları ( oğuran kapitalist başlıca ikidir:
a — Kapitalizm istihsali şahsî ol raıaktan çıkarmış, sosyal hale getirmişti. Halbuki mülkiyet şahsî olarak kalmış, sosyalleşmemiştl
Orta zamanda bir zenaatkârm kendi aletleri ile ve kelindi ailesile beraber alışarak çıkardığı mal tabiaıtile kendisine aitti. Çünkü o mal kelndisi nin ve ailesinin şahsî çalışmaları mah sulü îdi. Dolayısi2e^mülkiyet te şahsî idi.
Halbulki kapitalist istihsalde mal bir çok işçilerin çalışmaları mahsulü idi. istihsal sosyalleşmişti. Dolayusile çıkan malın da emekçiye ait o'tması icabettiği halde, bu sosyal çalışmanın mahsulü şahsa, kapitaliste aitti.
b — Fabrika dahilinde p.ânlı
istihsal olduğu halde cemiyette bir ist ihsal anarşisi, bir keşmekeş mevcut tur. Halbuki bu geniş istihsalin buhran doğurana masa için plânlı cemiyet te plânlı bir istihsale lüzum vardır.
Kapitalist çemiyetin bu iki ana tezadından bir çok neticeler ve buhran lar doğar. Bir misal ölmek üzere tek ni'k bir terakkinin kapitalist cemiyete tesirini ve bu cemiyette doğurduğu neticeleri tetkik edelim:
bir
ır
Kapitalst daha fazla kâr etmek i-çin istihsalini arttıracak ve iş gücünü daha fazla sömürecek yeni yeni makineler kullanmak ister. Halbuki her yeni icat, edilen bir makine işçilerin
1
İŞ-
bir çoğunun kapl dışarı edilerek işsiz kalmaları ile ve işsiz ordusunun art . (Uaasilc neticelenir. jr 'H
İşsiz ordusu da çoğaldıkça iş talebi-artacağından gündelikler yeniden dü şer. Bu suretle cemiyetin terakkisine ve istihhsalin artmasına yardım edeni, teknik bir terakki, kapitalist oefmiye tin tezatlarından dolayı işçi sınıfına .felâket getirir.
Fakat, yine ayni tezatlar dolayisile bu felâket emekçi sınıfına inhisar et m ez. Bütün bir cemiyete yayılır ve buhranları doğuran sebeplerden biri ni tenkil eder. Yine teknik terakki mi şalini takip edelim:
Emekçi sınıfı kapitalistin kâr men baı olduğu gibi, ayni zamanda en bü yük müşterisidir. Emekçilerin elinde para olmazsa, geçim seviyeleri çok aşağı olursa kapitalist en büyük müş
berisinden birini kaybetmiş olur. Malı elinde kalır. Halbuki yukarıda ver diğimiz bir teknik terakki misali nte ticesinde bile emekçilerin gündelikle rinin düştüğünü gördük. Kapitalist fazla kâr etmek için emekçiye daima az gündelik venmek temayülünde ol duğuna göre bir taraftan da kendi ku yusunıu ikazmış, emekçilerin geçim seviyesini düşüpmeklıe müşterilerinden büyük bir kısmını kaybetmiş olu: yor. Fakat kapitalist cemiyetin yuka rıda adı geçen tezatları yüzünden ka pitalist bu fedâkf tin önüne geçeirriez. Bir an gelir ki, kapitaliste ait ola-n mallar, gerek anavatanda ve gerek müstemlekelerde halkın azaltılan ge çim seviyesi yüzünden elinde kalır. Bu suretle fazla istihsal1 buhranı doğar. Aİlci bulamıyan malların fiatlan bindelnbire düşer. Bu yüzden fabrika lar kapanır. Milyonlarca emekçi açık ta kalır. Buhrana dayanamiyan küsçük sermayeler büyükleri tarafından kapışılır. Halkın artan sefaleti kapitalist mallarının yeniden satılmaması neticesini doğuru • ve fiatlar bu suret le başaşağl düşmeğe başlar. Bu iktisadı buhran cemiyette sefalet, ihtilâl, hattâ harp gibi facialarla neticelendik ten ve milyonlarca kurban verdikten sonra nihayet bulur.
Kapitalistlerin elindeki mallar satılmış. m?.l flsteği artmıştır. Bu yeniden bir buhran, doğuracak olan yeni bir İktisadî faaliyet başlamış olur.
Kapitalizmin ana tezatlarından do ğan bu buhranlar bütün liberal kapi taHiztn devrinde on senede bir tekrar edip' durur.
Her buhr,an diğerinden daha şiddetli ve daha fecî oluyordu. Kapitalizmin cemiyeti gitgide felâkete sürük lediği ve artık cemiyet için zararlı bir sistem olduğu anlaşılmağa başla m işti, tik zamanlarda fabrikasının ba çından ayrfımıayarak hiç olmazsa, bu suretle bilfiil çalışan kapitalist gitgide zenginleştikçe istihsalden tamamite ayrılmış, parasının getirdiği faizle ge çiniyordu. Bütün bir cemiyet âdeta onun için çalışmakta öd i. Liberal kapitalist cemiyetin gelişmesi neticesin de kapitalist zararlı ve tufeyli bir sınıf hadine gelmişti.
işte Liberal kapitalizmin, on dokuzuncu asır zarfındaki gelişmesi neticesinde vardığı bu devreye Emperya lizm devri denir.
9 Kastın 1948

BAŞDAN


Sahife: 3
Uzun etek kısa etek
Oamokrasi kahramanı Jores
Kadıköylü Leyla’nın AksaraylI Fatma kızın eteğinin ucu Amerikalı milyonerin parmakları arasındadır
la kalan mallara müşteri mak için, moda kralları hare kete geçti ve dünyanın moda merkezi, dünyaya iktisaden hâkim olan Nevyorka taşındı. Ve etekler de bugünkü gibi sokakları -süpürür cesin e uza-zadı. Mantolar bollaştı. Bu bol kumaşlara uymak için o zaman rahat ve keyfine göre hareket eden sınıfın estetik kanunları harekete geçti ve ona göre ve ona uygun saç modası, kundura modası, şap ka modası meydana geldi.
Çorapsız gezmenin moda ol ması, çoraplı gezmek, Naylon ve saire hep bu İktisadî sebep le rahat rahat izah edilebilir. Görülüyor ki, moda kralları da, bütün diğer krallar diktaibrıer gibi, müstakil, hâkim birer insan değildirler. Onlar hakikatte paralı sınıfın, patr.opjaj^ zenginlerin otomatıkman ve ra herleri bile olmadan uşakları ve hizmetkârlarıdır.
Bu meseleyi böyle izah ede meyenler, kadın etekleri kısalınca, beyhude yere,
• — Namus elden gitti, din elden gitti, kâfir olcuk- gibi aptalca döğünürler ve»:ahlâkın namusun iadesi için ahlâk ve din vâızlarinda bulunurlar.
Sonra etelkler ızayınca. karılarına, kızlarına kumaş jparası yetiştirmek iç® çırpınır dururlar. Eskiden meselâ bir kadın elbisesi 2,5 metreden çıkarken şimdi dört beş metreden çıkıyor. Her kadının her elbisesi için artan bu iki metrenin, bir kırnaş fabrikasında kaç metre olduğu-
nuzdan neler kazanıldığım anlar ve gözlerimiz„faltaşl gibi açılır.
Eğer namusun.1'âhlâkın elden gitmemesini hakikaten u halkı daha fszla kazıklaması, tiyorsak, bu işin kuru vâız -ceplerini doldurması lâzımdı, farla, nutuklarla olmıyacağt Yine moda kralları harekete nı anlamalıyız. Ve asıl sebep geçti. Bu sefer etekler uzadı, olan iktisadı ahenksizliği >bi-elbiseler bollandı.
turan moda krallar,, keyifle. Ne zaman o müthiş hinci Ç rine göre mi hareket edip. ,fel«ketl başgosterdı. >
omun uunya taşanlarım emir Aynı sebepler nencesınde, ay > lerini dinleyecek birer köle »■ neticeler, gördük. Mesela \ haline getiriyorlar. Acaba bu k»(bnhrın mantoları iki veya J moda dediğimiz belâya sadej üç ayn ronk ve cins tamaş- .
ne etekler kısaldı. /
îkinci Cihan Harbi sonun- \ da, fabrikatörlerin elinde
I
I
Bir zamanlar dünyanın mo da merkezi Paristi. Sonra bu iş Londraya havale edildi. Bil hassa erkek modasının merkezi Londra oldu. Dünyanın bütün rahat sınıfına mensup insanlar, hiç olmazsa elbisele ri ve süslerile, sırtlarından ge çindikleri halktan üstün gözükmek için, tayyarelerle Londradan, Paristen elbise madelleri getirtirler, yahut ölçülerini telgrafla vererek, Paris ve Londra terzilerine el biselerini diktirirlerdi. Her şeyde olduğu gibi, son senelerde dünya moda merkezinin Nevyorka taşındığını görüyoruz.
İngiltere, şu üzerinde hiç bir zaman güneş batmayan muhteşem imparatorluk, müs temlekelerini elde edip te müstemleke halklarının derilerini soymağa başlamadan çok evvel, dünyanın moda merkezi muhteşem Osmanlı imparatorluğunun paytahtı îs tanbuldu. Baha biçilmez şark kumaşları, şarka ait süsler, Avrupalı zenginler için çok ekzantrik bulunmaz Hint kumaşı idi.
Görülüyor ki, dünya moda merkezi, dünyaya iktisaden hâkim olan devletin merkezine taşınmaktadır. Bugünkü İktisadî nizam, yani kapitaliz me meme veren liberalizm devam ettikçe, bu da böylece devam edip gidecektir.
Bu moda merkezleri, zaman zaman yeni modalar çıkarırlar. Meselâ son yirmi sene i-çinde elbise modellerinin yal nız etek kısımlarını bir gözden geçirelim. Evvelâ kadın etekleri, oyluk kemiklerinden bir karış yukarıya kadar a-çılmıştı. Sonra dizkapaklan-tıa kadar indi. Tekrar yuka rılara çıktı ve bugün hep gör düğümüz şekilde, kadınlar paçalı tavuklar gibi, süpür süpür uzun eteklerle gezmeğe başladılar. Acaba bunun sebepleri nedir . Londrada, Pariste, yahut Nevyorkta o-turan moda kralları, keyifle, rine göre mi bütün dünya insanlarını emir
bireT
haline getiriyorlar. Acaba bu
estetik kanunlar mı hâkimdir?
Filhakika modavı doğuran «=ebepler arasında şüphesiz esj
tetik te bir sebeptir. Fakat başlı basma ve en mühim sebep değildir. Bütün sosyal me selelerde olduğu gibi, moda meselesinde de asıl rol oynayan unsur, iktisadidir. Bu id diamızı isbat için, uzun etek, kısa etek, bol elbise, dar elbise, dar paça, bol paçaların moda olduğu zamanları ve o zamanların İktisadî şartlarını şöyle bir gözden geçirelim:
Birinci Dünya Harbi sırasında milyonlarca insan, savaş meydanına gönderilmişti.
Bunlar istihsal sahasından ayrılmış, üstelik istihlâke geç miş unsurlardı. Bu milyonlarca insanı giydirmek için de milyonlarca metre kumaş dokumak lâzım geliyordu. Bütün kumaş fabrikaları, cephe deki omdu l ana kumaş yetiştir mek mecburiyetinde idi. Devletlerin bütün bütçeleri, millî müdafaaya ayrılmış, mil lî müdafaa bütçesi de, harp levazımı, harp silâh ve vasıtaları ve kumaş fabrikatörle rinin cebine akıyordu. Bu hengâmede, fabrikatörler, elbette harp dışındaki insanlar için fazla kumaş çıkaramazlardı. Dünya kumaş ihtiyacını azaltmak için, moda kral ları, elbiseleri daraltmağa, pa çalan büzımeğe, etekleri kısaltmağa mecbur olmuşlardı. Birinci Dünya Harbi sonunda dünyanın malûm İktisadî buh ram yüzünden, kumaş istihsali büsbütün azalmış ve etekler de kadınların baldırlarına kadar kıssf.mıştı. İki Dünya Harbi arasında istihşalin alabildiğine arttığı, bu sefer mal fazlalığı yüzünden buh - ; Tanların doğduğu, fabrikatörlerin alıcı bulamadığı devirlerde ise, istihlâki arttırmak lâzımdı. Yani fabrikatörlerin, patronların fazla mal satarak ,
bul
ve hakikatte
Fransanın Kastr kasabasında bir küçük borjuva a~ ilesi arasında 1842 de do’ ğan Jores Fnansız sosyaliz* minin şeflerinden biridir. Tufuz da felsefe profesörlü ğü yapan Jores evvelâ idealist (fikirci) idi. Daha sonraları idealizm ile sosyalizmin arasını bulmağa çalış* tı. Lâtince olarak «Sosya* lizmin kökleri» ni araştıran bir tez hazırladı. İlk defa 26 yaşında mebus seçilen Jores, parlâmentoda solların tarafını tuttu. İ kinci seçimde kazanamaym ca Tuluz üniversitesindeki kürsüsünün başına geçti.
1885 de radikal mebus ve 1892 de müstakil sosya* list mebus seçilen Jores 1902 den itibaren Fransız meclisinde sosyalist grupun lideri o'du. Fransanın en büyük hatiplerindendi. Sos yalistliğini ısrarla ve iftihar la ilân ettiği nutuklari’e bü yük bir şöhret kazandı. Bü tün haklı dâvaların avukatı olan Jores, Emil Zola ile birlikte masum Dreyfüs meselesinde gayet faal rol oynadı.
^Jores parçalanmakta o-
■■■««
lan sosyalist partisinin birliğini sağlayarak Fransız sosyalizminin şefi öldü. Ba rış uğrunda elinden gelen her yy i yaptı ve bu uğruda hayatını da verdi.
1904 te gündelik Huma nite (İnsanlık) gazetesini kurdu. Harbi önlemek için Filansız — Alman yanaşma sının taraftarı idi. Bu yüz* den mürteeilerin kinini ü-zerine çeken Jores, 1 ağustos 1914 te yani Birinci Cihan Harbinin ( arifesinde, harp kundakçılarının parmağı ile Wiliam adında bir nasyonalist tarafından öldürüldü.
Cesedi harpten sonra Panteon millî mabedine naklolundu.
Jores demokrasiye derin bir surette bağlı idi. Sosya list bir görüşle cihanın demokrasiye doğru yol aldığı nı görüyordu.
Jores vatan sevgisinde» ilham alan bir beynelmilelci (enternasyonalist) idi. Nutuklarından birinde «va tanını sevmeden, nasıl bir beynelmilelci ou ma bileceğine akıl erdiremediğini» söy lüyorcıu.
“Basın Yayın işçileri» sendikasının çayı
Dün «Basın yayın işçileri sendikasının çayı Marmara lo katinde verilmiştir, veftlîierin neşeli havası içindu som ermiştir. Bu çaya bilhas sa gençlik itibar etmiş, salon
da mühim ekseriyeti teşkil est inişti.
Çay d(&- KlnLn maksadı ve gayesi mor»


lip, onu ortadan kaldırmalı yız.
Şunu iyice bilmeliyiz ki Ak saraylı Fatma kızın, Eyüplii Ayşe Hanımın, Kadıköylü Bayan Leylânın eteğinin ucu bugün Amerikalı milyonerin parmakları arasındadır. Biz
istesek te istemek te, o milyc ner istediği zaman bu etekleri tâ yukarılara kadar açıp bizi dünyaya rezil edebi^p.
lekette işçi dâvasının tahfifk. me çalışmak ve merrieket eko nomik hayatında endüstri» en ileri memleketler seviye®: ne erişmemize hizmet etmektir.
Çünkü Hendıkalizm bugünkü dünyanın en dinamik nizamı dır. Bu nizamdan ayrı ve u-zak olan m i İletiler daima küçük ve boynu bükük kalmağa mahkûmdur.
Basın ve yayın işçileri sendikasının en bariz vasfı hür şendikaLizmi ve işçi dâvalarını vatanseverlik olarak efe al mış olmasıdır.
faz
halk gazetesi
Salı günleri çıkar
Gazetenin kurucusu ve sekreteri:
Azız NESİN
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Rifat İlgaz
Adres: Kumkapı, Derinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
Telefon: 21131 ABONE: Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fiatı: 10 Kr.
Yıl: 1 — Sayı: 14 9 Kasım 1948 Sah
Dizildiği ve basıldığı yer: Osmanbey Matbaası
î
9
Nasıl sevmezsin Heybeliyi, Ne evim, ne bahçem var, Ne iskelesinde sandalım Ne param var savuracak
( : ı . denizin», mehtabına.
Ne asfaltını tırmanacak dermanım Rüzgârında payım var olsa olsa Bir nefeslik. _Bk
Ben insanların belki en yorgunu, Denizli, güneşin hasreti bende. Bende yaşamanın, çalışmanın hasreti... Mevsimsiz sevmesini bilirim. Vakitsiz düşünmesini, Düşünüp te üzülmesini.
Gülüşüm, bakışım ayrı, Belki üzgünüm biraz, yılgın değil, JFlırkındayını olup bitenlerin.
Nasıl sevmezsin Heybeliyi, Herkesin bağı, bahçesi ayrılmış. Denizde kotrası, yalısı. Ayırmış ayıran hastanesinde, Bbr m de yatağımızı.
♦***•**• Rıfat İLGAZ
TÜRK KLEOPATRASI
Yazan: Kerim Sadi
Kitabın içindekiler: Darvin ateizme karşı silâh olabilir ini?— Baron d’Holbach’ıın bir eseri — Ahmet Şuayp ve Gustave Le Bon (— Bcrgso-nizm ■— Marx’la Durklıeim’in «akrabalığı» meselesi— Marx ve Engdbs’ten çevirmeler. 50 kuruşluk posta pullu karşılığında kitap adresinize yollanır.
Tarihî maddecilik gözil»
MÜLKİYET VE İDEOLOJİ
Kfimal Yalazkan
İstan bulda Jniversite ve An-karada Çankaya kitapevlerin, de bulunur.
I
I
Sıhıfe: 4
BALDAN
9 Kasım 1948
Hikâye:
Bnrsaname:
Çingene
Yazan: Sabrı soran
— Maşalarım var, iyi maşalarım var!.
Kalamışı Fenerbahçe caddesine bağlayan ve daha çok arsalar içinden geçen ince top ratk yolda, ellerim ceplerimde, kasketimi arkaya atımış. ağır ağır yürüyordum.
Uzun müddet susuz tepeler arasında, binbir mahrumiyet ve meşakkatle hürriyetten u-zak yaşamış, onun yokluğunu iliklerime kadar duymuştum. Şimdi her şey ne kader güzel di.. Deniz, gök, kumsal, eteklerini kaldırmış ve iri meme lerini bir torba gibi sarkıtarak denizde yürüyen şişman kadın, kumsalda oynıyan çocuk lar — bunların çoğu donsuzdu — ve onların bir kenarda duran elbiseleri — bir yığın paçavra — benim çoktanberi boyarunıyan ayakkaplarım, pan talan umun aşınmaya başlamış paçası, ince belli genç faz, yanık derili delikanlı, kar puz ve kavun yığınları, şişeden bardağa boşalan gszoz. garsonun bembeyaz ceketi, her şey, her şey, bütün dünya ve hava gibi göğsüte dolan hürriyet ne kadar güzeldi.
— Maşalarım var, iyi maşa tarım var!.
«Ve sen, sevgilimiz, gözbebeğimiz hürriyet; Senin aşkın yanıyor gözlerimizde. Senin aşkın söyletiyor bize
Hürriyet şarkısını.. Uğrunda dökülen kan
helâl olsun. Canlar feda olsun sana..»
Ve bu şiir ne kadar güzeldi..
Ve gravatım, bu güzel günün ılık rüzgârında, bir bay rak gibi dalgalanıyordu.
•— îyi maşalar...
Ve bu kız ne kadar güzeldi. Bu kız çok çirkindi, suratına bakılamıyacak kadar çir* kin, kara, pis bir Çingene kı* zı idi. Yalnız göğsünde titreyen iki nokta gözCeri çelkebi-lirdL Fakat ben bu kıza «çirkin» diyemezdim, dostlarım.
Her şey o kadar güzeldi ki.. — Falına bakayım mı;
— Falıma mı? Bizim fallımıza bakılmış kızım.
■— Bir de ben, bakayım. S’-" fantin varsa dağılır,, feraha çıkarsın...
— Sevgilin de bu civarlarda.
— İşte bu sefer yanıldın.
— Ben hiç yanılmanı. Sevi yorsun ve sevgiline çok yakın da kavuşacaksın, amma biraz daha sabretmen lâzım. Arada düşmanların var.
Derhaf bir şiiri hatırladım: «Biraz daha sabredelim ço -cuklar..»
Civarlar kübik, zarif apar-tımanlar, büyük ağaçlar arasına gizlenmiş köşkler ve yalılarla çevrili idi. Şişman kadın, donsuz çocuklar, karpuz ve kavun yığınları arkada kal mıştı. Befvü bahçesinde pan-talonlu kızlar dansediyordu. Tenha bir köşede yanık derili delikanlı ince belli genç kızı sarmıştı muhakkak.
— Bana iyi bir karpuz seçer misin?
— Beğendiğini al; hepsi iyi. Beğendiğimi aldım. Bu iyi bir karpuzdu, kıpkırmızı idi. Kumsalda oynıyan çocukların göz.eri alabildiğine açtı. Ah, gözerle karpuz yenebilse!.
— Alın çocuklar, yiyin bu karpuzu!..
Çingene kızından uzaklaş" mıştım, daha doğurusu Çinge ne kızı benden uzaklaşmıştı.
— îyi maşalarım var...
— Ne olursa olsun ben bu Çingene kızını takip edece -ğim.
Böyle söyledim amma aksi istikamete yürüdüm. Ve sels, Çingene kızının sesi, yavaş yavaş kalyboldu. Şimdi ortalığa Belvü bahçesindelki caz hâkimdi.
«— Demek âşığım ha... Hem de selvdiğim bu civarlardal. Sakın şu pantolonlu kızlardan biri olmasın?»
Güldüm.
«— Çingene kızınn hakkı var. Ben âşığım, yüreğim cayır cayır yanıyor. Gravatımm de sevdiğim bu civarlarda, mi?
(— Sevgiline çok yakında kavuşacaksın.
(ç— Elbette. Sana verdiğim on kuruş helâl olsun.»
Kızı
Cebimde on kuruş vardı, onu da Çingenel kızına vermiştim. Belvij/ bahçesindeki tarife bir kahvenin doksan kuruş olduğunu söylüyordu. Bir kahve doksan kuruş, bir Çingene kızının falı ise on kuruş... Bu muazzam ihtikâr ve açıklık karşısında bu gü" zeEik nasıl oluyor da isyan etmiyor, bu tarifeyi parçalamıyor ve bu cazı susturmuyordu? Yoksa pantalonlu kız 1 ardan mı korkuyordu?
Çingene kızı, karpuzcunun yanındaki hasıra oturmuş, karpuzcunun falına bakıyordu. Çocukların gözleri af.abil" dığine açtı. Karpuzcu Çingene kızına bir karpuz verdi. Çingene kızı karpuzu çocuklara uzattı:
— Alın çocuklar, yiyin bu karpuzu.
— îyi maşalarım var, iyi maşalar satıyorum.
Çingene kızı, bir boyacının arkasına takılarak, Kuşdili ta rafındaki tenha kırlara doğru giderken ben soyunup denize girdim. Elbisemi «bir yığın paçavra» nın yanma bırakmıştım. Çocuklar karpuz yiyordu.
• Ve her şey o kadar güzeldi ki...
Hkrriyeti kucaklar gibi denizi, göğü ve bütün dünyayı kucakladım.
Okuyucularımıza
Bundan. evvel muhtelif isim ler altında ve başka başka ko nularla çıkardığımız çeşitli neş riyatın mevcudu kalmamış ve kolleksiyonları kıymet kazan mıştır.
Bu sayısı ile, üç buçuk ay dır fasılasız neşrettiğimiz ve 14 üncü sayısını idrak ettiği miz ( B a ş d a n ) gazetesi de her kütüphanede bulunma sı gerekli ve sık sık açıp baki lacak gazetelerdendir.
Eksik sayılarınızı şimdiden alarak, kolleksiyonlarmızı ta marnlamanızı tavsiye ederiz.
Adresimize yollıyacağinız 10. kuruşluk pul karşılığında iste di-ğiniz eski sayılar adresinize gönderilir.
•— Uzat bana sağ elini.
Gözlerimi Çingene kızının siyah, çapaklı gözlerine diktim:
— Sol elimi uzatsam olmaz mı?
— Olmaz.
— Neden?.
— Olmaz işte...
— Öyle ise ben de baktırmam.
Çingene kızına sol elimi u~ zattım; .maşalarını yere bira karak dilerinin içine aldı, c>-kudu, üfledi, avcumdaki çizgilere uzun uzun baktıktan sonra,
— Şen âşıksın, dedi.
•— Âşık mıyım?
«— Hem de nasıl? Yüreğin cavır cayır, çıra gibi yanıyor.
— Yapıma Çingene kızı.
HÜR ~——
f
i
s
«Işıklı günler bekliyoruz» sevdiceğim. Bembeyaz ve nurdan..
Daha güzel günler gelecek bir gün, Buram, buranı insanlık tütecek gözlerde Omuz, omza, saf, saf
Bir şarkı tutturacağız alabildiğine hür.. «Işıklı günler bekliyoruz» sevdiceğim..
Bana öyle uzak kalmıyacaksıfl yâdellerdc Yanıbaşmda beni buluvereceksm bir gün Kolbınm çığlık, çığlık açılmış..
Dudaklarımda çocukluğumu anlatan bir şarkı Şaşıracaksın ne yapacağını..
Gözlerin dolu doluvert’cek
Ama ağlamanı istemiyorum..
Üzerinde o dallı basman olmalı
Sevinçten çılgın, atılmalısın kollanma Hür olmanın zevkini1 çıkarmalıyız seninle.. Katmer, katmer...
*-**•**•***•■*■-** *-^« T;ınk Dursun
i
I
Bur sanın
Kutusu
(•Baş tarafı 1 de)
— Tuh Allah cezasını versin. Ne memlekette yaşıyoruz. ahlâk kalmadı.
Neden böyle söylüyorsun birader, ticaret serbest değil mi bu memlekette? Kârhanecilik te resmen tanınmış bir ticaret değil imi? E, insaf et, kızcağız reklâmını yapıyor.
Çok istiyorum, ki, bu mektubumu bütün kadınlar oku sunlar. Belki bana kızacaklar bulunabilir. Fakat benim ne kabahatim var. Fotoğraf makinesi her zaman Uludağm karlı çamlarından güzel manzaralar çekmez ya. Biz o işi sayın BursalIların — tabiî resmî makamlarının — misafiri olarak Çelik Palasta ikamet eden asaletlû muharrirlere bıraktık. Eğer fotoğraf makinesi bir çirkefin resmini çekti ise, makineye kızıp yere atmak doğru olur mu?
Ey Türk kadını Ey ak sütünü emdiğim anam, ey kız kardeşim, karım, ey üzerine titrediğim kızım. Cinsi lâtif diye pazara çıkarılan hemcinsinin, hoyrat ellerde, belediye nin resmî tarifesi üzerinden mıncıklanmasına nasıl müsaade edebiliyorsun? Hâkim oldun, hekim oldun, yargıç oldun, dalkıç oldun. Bu suretle ağzına bir parmak bal çalıp, çarşaftan ve peçeden kurtulmakla kadınlık haklarım elde ettiğini söylediler. Erkeğin cinsî suç işlemesi mübah görülen memlekette, neden erkekler sermaye olarak kârhsneye düşmezler de, senin... affedersiniz, kalemim kaçtı, yine u kalâlığa başladım, biz gelelim kârhanemize. Şu küçük eve girelim. Burada beş sermaye var. Kart sesli pezevenk kan, kerevetin üzerinde kasasının önüne oturmuş. Pezevenk karının pezevenk kocası, işlerin kesatlığından şikâyet ediyor. Galiba Yed'i Eylül kararları kârhanecileri de müteessir etlmiş. Bu evin en güzel kızını, başka bir evin patronu a-yarttığı için adam fena halde içerlemiş: «Zararı yok diyor, orospuluğu ondan öğrenmedik, biz ona öğrettik!» Sonra ilâve ediyor: «Gün olur ayı besler, ay olur yılı besler.» İlk defa işittiğim bu darbımesele bayıldım. Haydi buradan, çıkalım. Tam karşıdaki beton bina, buranın en lüks evi. Hakikaten buradaki kızlar bir içim su. Her genel evde bir besili köpek veya güzel bir kedi var. Belediyenin duvarlara asılı resmî tarifesine göre, bir vizite iki buçuk lira. Eğer gecelik kalırsan on bir lira vereceksin. îki buçuk liranın bir buçuk lirasını, on bir liranın da altı lirasını patron alıyor. İstismarın bu derecesi hiç bir yerde görülmemiştir. Bir patrondan bahsediyorlar, üç evi, bi apartımanı varmış. Bir başka patronun da fevkalâde bir otobüsü ile üç yüz; bin lira nakit parası varmış. Ben hesapladım, bir patronun, yirmi dört saatlik vasati kazancı, yetmiş lira ile yüz lira arasında. Yüz elliyi bulan da var şüphesiz. Demek ki bir kârhaneci karı, orta derecede bir memurun bir aydaı kazandığını, bir günde kazanıyor. Tevekkeli değil, memleket te günden güne kârhaneciler çoğalıyor.
Haydi diyelim ki, yüz liradır, yirmi de vergisine algısına çık, safî kâr 80 papel. Ne oldu sanki, taş atıp ta kulun mu yoruldu? Üstelik kızların odalarına mangal bile koymuyorlar. Kömürleri, sabunları, yiyecekleri, giyecekleri kızların üzerine. Orospu bu, kendini beğendirmek iç:n güzel giyinmeğe, sürtüp sürüştürmeğe de mecbur. Busada en fazla kazanan sermaye günde on lira kazanabiliyor. Sermayeler de iki türlü: Bir kısmı anlattığım gibi, patronla ya-rıcı olarak çalışıyor ve marka üzerinden hesaplaşıyorlar. Fakat bir kısmı var ki, artık geçmiyor zavallılar. Onlara patron aylık hesabı veriyor. Hattâ boğazı tokluğuna çal— şanlar bile var.
Bursa genel evlerine ve bir genel ev kadınına ait notlarımı başka bir mektupta yazmak istiyorum.
Aşağı: yukarı, medenî memleketlerin çoğundan, bu şeki.de yani resmî surette kadın kiralanması ve satışı kalkmıştır. Fakalt maalesef Fransada hâlâ var. Fakat Fransız kadınlara, bu işte çok hassas davranıyorlar ve müth:ş bir kampanya açmış’bulunuyorlar. Bu hususta ileri düşünceli Fransız kadınları. muhafazakâr erkek ve kadınlarla amansız mücadele halinde. Bundfen beş altı ay evvel Fransada bu mevzuda toplantılar oldu, yapılan münakaşalar bir hayli çekişmeli oldu. (Sabahattin Eyüboğlunun Varlıkta çıkan Paris mektupları).
Kafası Örüm çekli evli erkekleı- zannediyorlar ki, eğer kârhmeler kalkarsa bütün zanpara herifler, karılarının • üzerine çu 11 anacaklardır. Yine namuslu geçinen evli kadınlar da. kârhaneden boşalan fâhişelerin kocalarım ellerinden kapacaklarını sanıyorlar. Her ne hal ise, bu mevzu, bana kalırsa mühiim bir memleket dâvasıdır. Maalesef şimdiye kadar üzerinde durulmamıştır. Hiç bir resmî makam-den kapacaklarım sanıyorlar. Her ne hal ise, bu mevzu. Görülüyor ki hâdise aslında çirkin ve yüz kızartıcıdır amma, maalesef vardır.
Yine daldık ukalâlığa be kardeşim. Eşe dosta selâmlar eder, gözlerinden öperim.

Comments (0)