1945 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1945 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

w
y LENA KİTABEVİ
(EDİTÖRLÜK - KİTAPÇILIK)
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
YAYINLARI
Üniversite ve diğer okul kitapları
Herçeşit - kitap- roman - mecmua
Beyazıt Meydanı. 102 P. K. 23 Beyazıt
'----------)
PERŞEMBE
29
KASIM 1945
l___________J
GÜN
HAFTALIK KÜLTÜR VE AKTÜALİTE GAZETESİ
YIL: 1
SAYI: 4
10
Kuruş
tarafından
Tr.'VlAVn
ÖLMEK İSTEMİYORUM
ÖLÜME 'KARŞI SAVAŞANLAR
Dr. Paul de Kruf'un bu, Bânting, Semmclivcis. Finsen ve Schaudinn gibi insanlığın saadeti uğrunda ömürlerini harcayan kahramanların hayatların» ve çalışmalarını anlatan bu eserini bütün yurldaşlarâ tavsiye ede'iz. Fiatı 109 kr. Satış yorı : LENA kıtabevl, Beyazıt mey. 120
t
MİLLİ
KALKINMA
Esat ADİL
”Gûn., siyasi bir gazete olmadığına göre, okuyucularım hiç şüphesiz siyasi bir partinin adı olan böylo bir tâbiri kullandığım için gaflet edip siyaset yapacağım zehabına düşmezler.
Ben burada, milli kalkınma tabirini şu maksatlarla kullanıyorum: fert ve kitle halindeki bütün gayretlerimizin güttüğü hedef "yarın,, ın "dûn,, den ferdt veya müşterek hayatımız için çok daha iyi. daha teminatlı olmasını sağlamaktır.
Her geçen günün Türk milletine, refahta, kültürde, sağlık ve adalette bir ilerleyiş, yükseliş ve kurtuluş hamlesi imkânın* vermiş olmasiledir ki, milli kalkınma oavasmın adım adım başarılmakta olduğuna inanabiliriz.
iktisadi ve içtimai bünyesi demokratik almayan milletlerde milli kalkınma yerine bir takım ferdi kalkınmalara rastlanır. Cemiyetin refah, kültür ve sağlık nimetleri üzerinde küçük zümrelerin, azlıklara menfaat ve istifade inhisarcılığı büyük halk kitlelerinin bu nimetlerden faydalanmasına imkân bırakmaz.
Şu haldo, cemiyette müşahede edilen, kendini hissettlrtcn hareketin tamnmıle bir zümre kalkınması olduğunu anlarız.
Her vesilede tekrarladığım ve okuyucularıma asla usanç vermediğine de emin olduğum hakikati, yani cemiyetin nimetlerinden bir tek vatandaşın dahi mahrum edilmemesi: refahın, kültürün ı ve adaktın tamarn.lv hnlkh
1 —----------»*—-
Kemal YALAZKAN
Bir memlekette ilmin inkişafı kadar hiç bir şey hürriyete muhtaç değildir. Alimlerin yetişmesini gökten rahmet bekler gibi avuçlarını açarak bekliyen milletler, her şeyden cvel gözlerini kendi kurum ve nizamlarına, kanunî imkân ve sosyal şartlara çevirmelidirler. Bugün bile fikir adamlarının hayranlığını çeken eski yunan edebiyat ve felsefesi atina sitesinin demokrat hayatından doğmuştur. Ortaçağın baştanbaşa fikir hareketleri bakımından sönük geçmesi ortaçağın teokratik zehni-yetinin despotluğundan ileri gelmiştir. Nihayet avrupada 12 ve 13 cü yüzyıllarda feodalite kurumu ik-teokrasiyi yıkan burjuva inkılâpları siyasi hürriyetle birlikte fikir hürriyetini de getirdiği için bu asırlarda avrupada îlmî terakkıyatın nasıl bir hızla inkişaf ettiğini görüyoruz. Bizim avrupadan gtri kalışımızın biricik sebebi, türk burjuvazi hareket ve inkılâbının avrupaya nazaran çok geç başlamasıdır.
Avrupa 12 ve 13 ve 14 asırlarda burjuva inkılâplarını tamamlıyarak daha ileri bir demokrasiye doğru, yani itısadî demokrasi ve kollektiviz’
I
SAÇAK ÇOCUĞU
Bir ömür sürüyoruz köyümüzün. Tozlu yollarında.
Duyuyoruz uzaktan
Güzel yaşamanın şarkısını. Hatıralarını aydln şehirlerin.
Ve rahat insanların..
Hatıralar ki ismiyle yaşanmış, esir Yaşmaklı taze kızların yüzünde Battalı genç oğlanların Kollarında güzelleşir.
Bir ömür sürüyoruz. Bir ömür hl; kardeşim.
Çilesini çektik muhtarın Bahçıvanın yedik yemişini, Bekliyoruz.
Halli İNKAYA
HARAÇ MEZAT
Bu şehrin insanları fakirdir Sizin için dile geldim fakirler Sizin için dönüyor bu değlrmon Siz
Siz
dünyayı omuzunda taşıyan yer altı, siz yer yüzü insanları
sabır kahır takmış insanlar
Bir lokmaya bütün Bir lokmaya bütün Canlarını dişlerine Bir lokmaya
işsiz güçsüz Evsiz barksız
Dili yok kalabalık
Biz şehirde
Biz tarlada, fabrikada
Satılıyoruz,
■Haraç mezat
Bir lokmaya
BUGÜNKÜ TÜRK ŞİİRİ
ö. F. TOPRAK
Tanzimat’tan bu yan a, 1945 yılına kadar hi Türk şiirini gözönüne getirirsek, bu genre’in önce zavaş sonraları şuurlu vc toplu bir şekilde, hür insanlık fikriyle yürümekte olduğunu |görürüz. Dün; şiirimize mariz vc hasta bir ruh aşılamağa çalıştı. Bugün; hürriyet ve hayat sevgisi aşılıyor. Şarp zihniyetinin küflü kalıplanyle, kaş, göz ve dudak mersiyelerini, çok gerilerde bi-raktık. Bu günün hâkim san'at anlayışına sahip olanlar, böyle başıboş bir hareketten ziyade, bütün insanı lığın sevinç ae kederini terennüm edecek olân, inkilâpçı bir dünya görüşünün izi üzerindedirler. Bu yolda yürüyenler, metodlu kültür üalışmâsınm önemini hiçbir vak it gözden uzak tutmuyorlar.
Eğer bugünkü Türk şiirinde bir kımıldanış, bir canlanış görülüyorsa, müspet düşünce ve görüşlerin jbu hamleye temel olduğunu unutma mak lâzımdır^ .Bilhassa son beş Jyıl içinde, şiirimizdeki bulanıklık orta dan kalkmış-bclki henüz tam veri; li olmayan-renk ve sesinin kuvveti, zengin bir kaynağa sahip olmuştu1 Şiirimizi, yeni Türk cemiyetinin I sosyal ve ekonomik şartları içerisinde münakaşa edersek, birçok kıy-| metlere gebe olduğunu hemen te s l»n» »*cic rik Bütün enerjisini belli bir

kırı bütanların yurt v« mittataevertiğin-den şüphe çimekle hiç bir hataya düşmüş sayılmayız.
Türk cemiyetlinde milli bir gelişme vo kalkınma vardır diyebilmek İçin İspat delillerimizi, sayısı on milyonları aşan asıl halk kitlelerinin maddi ve manev hayat seviyeleri üzerinde tatbik eti ■ • tiyiz. Üniversiteler, mektepler, hastaneler, fabrikalar, bankalar, apartmanlar ve bütün maddf, manevî refah ve küttür vasıtaları karşısında arştan payının no kadar küçük bir azlık ve kırıntıların İse ne kadar büyük bir çokta: tarafından paylaşıldığım btlmomeziiğe gelmek, namusluca bir hareket doğikiır.
Hakiki milli kalkınma hareketi ancak tam olr demokrasi anlayışlta mürnî dür. Çünkü demokrasi, artık herk*?', m bildiği gibi, halkın halk tarafından vc halk (çin İdare edilmesi demoktir. İşte "halk tarafından., vo "hnlk İçin, prensiplerinin faaliyete f.ttirllmesîledir ki. milli kalkınma, milletçe kalkınma hakikâtin» yol açar. Bir defa halk kendini yine kendi menfaatleri İçin idare etme-i ğe başlndımı, toprak verimi artar, sa- i nayl iştira kabiliyeti yüksek on milyonlarca müşteri tarafından dostektanir, milli cervet gelişir ve azlığın inhisarından kurtulur. Kültür ₺n ücra köşelere kader yayılır. Ve her şey, her nimet, her imkân ve her vasıta yal..ız halkın malı olur.
Millet ve yurtseverliği bizim gibi anlamış, doğruluğu münakaşa götürmez/, namuslu bir vatandaşın "herşey halk için,, prensibine bağlsnıp onun uğrunda elinden geloni gorl koymamasına İmkân varmıdır ?
İşte bu sebeplerledir k( "milli kalkınma,, dan biz "milletçe kalkınma,, hareketini anlıyoruz ve bu mânaya gelmeyen bu gibi tâbirlere • ne kadar şatafatlı otursa olsun - itimat etmiyoruz.
Yarının idaresini ota alacak vc Türk milletinin mukadderatına bu güne kadar olageldiğinden çok başka türlü hükmedecek olan gençlik, son yüz yıllık tarihimizi iyiden iyiye etud etmelidir.
Türktyeyl gerileten her hadise ve sebep karşıtında büyük bir niçin su-
âliyle duraklomalı ve bu geldiği şekilde cevaplandı ■uall IA kçn
zltetlnl lam yapmış sayır dır.
Millete» kalkınma bu
ce dalgalandırmış olmanı n hiç bir
İfade ütmiyeceğinl, bu bay rağın
dc hakikaten ve her bnkır ndan knl
mış olan millet «aflurmın ard ;
ralanmış olmaslylo dnvanı ın ba^
sayıİRblleccğini unutmam; tlıdıı.
■y
va(
kendilerine mal ettiler. Bu kadarla kalsalardı belki dc iyi edeceklerdi. Fakat sonradan bir çok imkânlar elde ederek, etraflarına memleketin her yanından hepsi kültürsüz -hatta bunu bir ihtiyaç olarak his-setmiyen istidatlı gençleri toplamağa başladılar. Yekûnları bir hayli kabardı, hala da çoğalmaktadırlar. Kendilerine sorarsanız, memleketin acılarına herkesten fazla yaklaştıklarını, üstelikte vatansever olduklarını söylerler. Epiquc genre'ma saz şairlerinin koşma ağzıylc örnek veren bu gençler, ileri gitmek şöyle dursun, halkın içinden çıkan ve onların dilini ekseriya pürüzsüz konuşan Halk Şairlerinden çok geride kalmışlar, onların birer gölgesi olmaktan öteye geçememişlerdi. Her ağız açışlarında (Halkaw yükseliş» diyen bu mukallitler, halkı yaşadığı yerde tanımayan, tetkik etmiyen başka deyişle hayatını onlarla bir-leştîrmiyen, samimiyetten tümen tümen uzak olan bu kimseler, «Halk Edebiyatı, Halk Sanatı» diye, 16-17-18 inci yüz yılların geri şiir tekniğini kopya etmekte hiçbir mahzur görmüyorlar. Feodalitenin sebep olduğu sosyal ekonomik krizlerin baş dönmeleri içinde, kabul edilip bugüne kadar gelebilen avdet edebiyatının. lisan ve gramer lıatala-r«vl(L dolu bulunan mnanj melerdi
Dağları aştı sabrımız, S© nu gelsin bu sabrın
kardo
1839 tanzımatı, bizde he- ne kadar bir burjuva hareketi sayılırsa da bu hareket pek kısır ve cücc idi. Bunun da hakiki sebebi türk burjuvazisinin zayif olması ve pek yavaş inkişaf edebilmiş olmasındadır. Bu-nunlaberaber tanzimafın basit hürriyeti bile bu memlekette eskisine nazaran nasıl bir fikir ve ilim hareketi doğurduğu yine apaçık gözümüzün önil^de duruyor.
Her sosyal sınıf kendisinden önceki sınıflara göre inkilcnçı ve kendisinden sonraki sınıflara göıe de muhafazakârdır. Burjuvazi derebeyliğe karşı ne kadar ileri ve inkılapçı bir sınıf ise, proletarya karşısında da o nisbette reaks yoner v(-geridir. İşte bu bakımdan 14 cü yüz yıldan itibaren yeni sınıfı mücadele bu iki sdlyal sınıf »arasında olmaktadır. Bir zamanlar hürriyetin aç.ık ve müdafii olan bujuvozı, bugün muhâfaz’akSrlığtn sehbolu olmuştur.
Faşizim de bu muhafakârlık ve geriliğini son kalkanından başka bir şey değildir. Faşizm her türîtt hürriyeti reddettiği için, faşizm altında ilmi've. fikrî itedcrinînin ve soysuz-laşrrfanın ne haldeî bulunduğu herkesçe malumdur. O felsefe ve ilim diyar. Almanya 1933 derbesi Hitfc-rizitt idaresinde Ortaçağdan dalın kısı|P bir manzara göstermiş, kıymet sahibi şahsiyetler y? kaçmış J/ya susturulmuş ve ya’öldürülmüştü.
Buğun insanlık yeni Mr*Wncsans geçirmekte. Artık tecrübe edilmiş sistenler geri dönemez. Hakikî hayat ve terakki ancak ileri bir demokrasinden doğabilir. Bu bakımdan ilmi inkişaf için de bu böyle-dir. Hele bizim gibi Avrupaya nazaran her bakımdan icketimiz için ileri d fikir hürriyetinin nasıl bir el yeti olduğunu her iliınsvv ne v ver çok yakından biliyi yerinde saymak devri geçmiştir.
Sabır zenci, sabır çinll I Sabır zehir ömürlüm. Arpa boyu zaman kaldı.
Cahit Saffet IRGAT
YAŞAMAK

Kuşlar kadar gökte
■Sefaletler kadar yerdesin
Sen mukaddes insan oğlu BÖlirsIz manzaralar İçindesin Yaşamak İstersin yaşamak Avuçlarında bir tutam toprak Gözlerinde güneşin feri 8lloklerln demir kelepçeli Yaşamak İstersin yaşamak
Yasamak istersin dik vo mağrur Yürekler çarpa çarpa yaşamak Bir kurşun gibi eritip arzularını Hedefe bir kurşun gibi koşar alo
O ABI BURNU
İLK ÖĞRETİM ÇAĞINDAKİ ÇO-
CUKLAR SAYILDI -GAZETELERDEN
okuyanlar
lınemlş
Sayısı okadar az kİ . gozükmü*
nıdcn gnz-| örnekle —rmış üiîa yeni şairler, varını ve onun olgı : meyvalannı vâdediyorlar. Bu üm itlerle dolu yarın, muhakkakki-sade bizim değil-bütün insanlığın m.ı olacak, hakiki ve derin olduğu k dar, kesif şiiri getirecektir.
Beş yıl öncesine gelinceye kadar. Türk şiirinde bir buhran hüküm sürüyordu. Hayat ve cemiyetle olan bağlan betirrşiz, istikemctleri namevcut denecek kadar karışık olması ve ayrı ayn renk ve cereyan-lara-hem de şuursuz olarak-gitnv k isteyişleri, 1940 tan öncekilerin «-.> belirli vasıflarıdır. Son beş yıl iç .. dr bu anarşi kaybolmuştur denemi Lâk;i, bir taraftan-yukarda huşu yellerini belirttiğimiz cephenin-aln-ğt Hiltflr hamulesinden gelen üstünlüğün, gittikçe attan bir hr.tla yayılmakta olduğu inkâr edileme Realist şiir adını verdiğimiz bu « reyan, artık yırmmcıyuzytiıteren-nüm edemiyccek hâle gelen hasta san’atm üstünden geçmiştir. Aynı-zamanda muasır devrin içinde-hiç korkmadan - mütereddi diyeceğimiz ve doğmalarıyla Ölmeleri bir olan .Sürrealiste, Dadaiste., »İh gibâ> köklü bir görüş tarzına sahip olmıyan şiir 'nevilerini çiğnemiştir. Fakat çiğnemiştir demekle, asla yönetmiştir demek istemiyoruz. Onlar halâ can çekişerek yaşamaktı ve cılız örnekler vermekte devam ediyorlar. Kısa bir müJdct yaşamış, devirlerini ak’ «ettirmek istemiş olan bu cereyanlar, pek tabii bir anda ortadan kalkmıyacaktır. Tesirli ve cicili bicili oluşlarına aldananlâr bulunacak Bu itibarla, bugünkü Türk şiirini, dört grup içince incelemek istiyoruz.
I. Folklor Kırması Şiir Yazanlar: Yanılmıyorsak bu cereyan, şiirimize ilk defa kuvvetli olarak Rıza Tev-fik'k girdi. Bir ara kaybolur gibi oldu. Hececilerden sonra yetişen nesil içinde bir kaç şair, bu tarzı
kabu» etti-uı ek gafletine. f temekte dirler. Birkaç yüzyıl e, k çeki susyel nizâm, nasıl bugünkü insan toplu* luklanna tatbik edilemezse, o yüzyılların sanat tekniği de hem-geri r dır. hem de bugünkü ihtiyaçlara cevap veremez. O devirden kalma bir yelkenli gemi, saatle 40 mil yapan yüksek enerjili gemilerin yanında nasıl verimsiz bir durumda çalıyorsa, o yüzyılın şiir tekniği ve malzemesi dc, bugünkü Realist şiir karşısında gülünç olmaktan kurtulamaz. Kendi yasadıkları cemiyetlerle, sosyal bağlarını gevşetmemiş olan ve kelimenin en geniş manasıyla Halk şairi olarak tanıdığımız Yunus Emre. Knıcaaoğlan, Emrah... İlli gibi, gerçekten değerli sanatçı* lar bize çok güzel örnekler vermişlerdir. Onlardaki sarsıcı dynamism’î görenler bugünkü mukallitlerin bev* hııdc yere kendilerini harcadıkları nı sezmekte güçlük çekmezler.
2. Aruz ve Hece manzumecili-ğini muhteva bakımından devam ettirmek isteyenler : Bunlar, hececi şairlerin fertçi sanatını yaymak gayesiyle, sanatla hiç ilgisi olmayan magazin ve magazine benzer bazı dergilerde sütun doldurmaktadırlar. Kadın çehresinin alelfide tas virinı beylik haline gelmiş teşbihlerle yapmakta, sathi ve hasta sanata bol bol örnek vermektedirler. Birinci guruba dahil olan şairler için söylediğimiz gibi, bunlarda tamamen gelenekçi, ekseriya da iyi bir söyleyiş ve iddiaya sahip olmayan kimselerdir. Hakikatte ticari / maksattan başka gayeleri olmayan barı dergiler bu çeşit şairlere yer' vrrmfeklo kalmayıp, teşvik edici
İcrle onları devamlı bir şekilık 1 bu yolda yürümeğe da\ct ederim. J Daha önce işaret ettiğimi* gibi,® bir hece veznine değil, muhlcva^nfl hiıcııın pliyuru*. Buğun Türk şiiri ■ bir ta ruftan İnşa edilirken, diğer®
Sayla 2 -
GÜN
29 KAStM 19*15

2000 YIL ÖNCE
ATOMU TERENNÜM EDEN ŞAİR
Günlük maişet kaygılariyle. on yıldan ben elini etoğlni çei-miş olduğu edebiyata tekrar dönmek hevesine kapılan bir şairimiz ile gecen gün ayak üzeri konuştum. Havasız yerde nefes almanın kabil olmadığını, sanal eserinin de 1 ancak hür bir atmosfer içindo doğabileceğini ileri sürdü. Meğer bunları, kendi uzun sükûtunu mâsur göstermek İçin söylüyormuş... Hemen ılâvo etti Genç nesil İçinde, sanat değerini kabul ettirmiş kimse yokmuş, ortada dolaşanlar da yetişme imkânlarını ariyan üç boş istidat imiş
Bıyıkları iki dünya savaşı arasında terlemiş bir nesil var kı, yepyeni bir edebiyat, yepyeni bir plâstik sanatlar, memleketimizde bu nesil ile birlikte doğuyor. Köklerini «mokll halk tabakalarının derinliklerine salan, varlık sebeplerini bu halkın yaşama iradelerine bağlıyan bir sanat kı. bulun ileri hamlelerini hemen hemen bu neslo borçludur.
Bu, İstihalelerini tamamlamış bir civcivin, yumurtanın kabuğunu gagalaması gibî, kendi doğı m müjdelerini bildirolı çok oluyor. Hayatın ışıklarına gözlerini yeni açan körpe bir mahlûk gibi. Jean-Christophe*un son şaheser tablosundaki çocuğun sözlerini söylüyor: “Doğan gün ben’im., diyor.
Bu nesil, memleketin muhtelif köşelerinde ve değişik şartlar altında sanat sevgisinin yakıcı ateşiyle kavruluyor. Yer altından koparılıp çıkarılan ışıltılı madun filizleri gibi zengin ve valtkâr yont bir sanal nesli görmek istlyenler. başlarını biraz olsun kaldırmalıdırlar. Devekuşu gibi kumlara sokul- j yeni nesli aramak istiyanler hep aldanacaklardır i
Genç nesil tirajları on binleri aşan gazetelerde değil: bayıin dağıtmadığı, adını müvezziln bağırmadığı, satıcının parasını ödemediği, bir gün çıkıp bir gün batan dergilerde 1
Genç nesil, afişlerle İlân edilen, kapakları boş renkli muhteşem ciltlerde değil; kitapçının vitrine koymak tenezzülünde bulunmadığı ikişer formalık broşürlerde I
Genç nesil, yaldızlı geniş çerçeveler İçinde seyircilere gülümsemiyor : no-rede olursa olsun kendini teşhir edecek bir duvar arıyor I
Genç nesil kadife perdeler önünde Cyrano’dan manzum tiradlar okumuyor*. Coriolanus faciasında, ağzı kilitli bir' figüran olarak, mağrur Patricl ailesinin karşısında el pençe divan duruyor!
Bütün bunlar. İleri bir teknik He Türk şiirine yeni bir hassasiyet getiren genç şairleri; Türk halkının realitesini kendi sanat çorçeveleri içine alan gönç hikâyecJeri; ve yine bu halkın yalnız yüzünü, elbisesini ve yaşadığ* dekoru, yani kalıbını değil, ruhunu da çizen ve boyayan genç ressamları İnkâr hakkını kimseye vermez.
Hayır, kolu kanadı kırık olmadığı halde gene yaşta kendi isteğiyle kendisini emekliye 3yıran ve şahsi endişeleri yüzünden konuşmak yerme susmayı tercih eden adamın hakkı vok I Hüsamettin BOZOK

taraftan da geri sanatı yıkma dev-resindedir. Bu bakımdan, yeni şairler eskiyi yıkarlarken, aerbest vezin kullanmak zorundadırlar. Yarın sürekli olarak inşa devresi başla yınca, ilıtimalki Realist şairlerin içinde de şiir sanatının musikisiyle birlikte hece veznini benimseyen le* bulunacak.
3. Modern Şiir Kisvesi Altında. Vezne, l'.afiyeye, Hatta, Muhtevaya ^(iymrt^Vrrmeyen ve Birine^ Büyük
Meıısup^ölduklannı Söyleyen Şairler ; Bu gJurub.a mensup olanlar, küçük şeylerden bahsetmeyi âdeta gaye edilmişlerdir. Daha fenası, ooheme hayatını benimseyerek serseri vc avare, dolayısiyle disiplinsiz bir sanat yolu üzcrindedırler. Tesa düferı iyi şeyler yazdıkla-ı oluyor. Lâkin bunu şuurlu bir şekilde yaptıktan, havadan, sudan çokça bahsetmelerinden de anlaşılmaktadır. Bununla beraber zayıf da olsa Realist şiire karşı bir temayülleri vardır. Diğer iki guruba mensup şairler, iıer bakımdan geri oldukla*! halde. Birinci Büyük Harp sonrası sanat ccoTlerinin bizdeki mukallitleri, yeniliğe yabancı kılmıyorlar. | Mısralarında çok defa, cemiyete ve yaşamağa olan bağlılıkları seziliyor Bazıları inkılâpçı Realizmi benimse yerek, hafifmeşsep edadan kurtuluyor, disiplinli çalışmanın seme ele-rini elde ediyorlar. İdrak edemeyenler ise, ekseriya fertçi, bazân dâ romantik kalıyor. Zayıf vc I *sir sîz oiınalan bu iki telâkkidrn ötürüdür. İçlerinde bir lalım şairler varki, cemiyeti fotoğraf objektif! gibi tesbit gayesini güdüyor. Hayalın diyalectiqur’lerini veremediklerinden başka naturalizm yaptıkları halde, kendilerini Realist mektebe mensup gibi gösteriyorlar. Bunlardan biri »Penceresinde harp hava-f--------------------“T---------------1
dişleri okuyan soyunuk kadın mıs-1 râı ile* Marsilyalı kadını anlattığı hâlde, bize bunu Yüksekkaldırım da’ki tip diye kabul ettirmek istiyor. Bir diğeri Bu sene bir tane verdin, gelecek yıl üç tâne veri, sn İlâhi kızılcık tekerlemesi ile şiir yazdığını zannediyor. Telâkkileri ileri kültür sistemine dayanmtyan bu şairler, ya fantazi ile kendilerini harcayacaklar, yahut da hakiki
LAZIMKL
Doğan RUŞENAY
Bızo bir öyle dünya lâzım ki içinde an'ane. ge'enok. görenek katırları haşmetle süzülüp şahlanalar. Semavata miraç edip - Bize doğru-. Garba doğru- İlhamlar taşıyalar Bu iğronç madde dünyası- nı din, mİ6tisism, roman-tlsm. moralism, ıdealicm halatlarlle Cebrail ve Mlkâil (Atehi salâtü vesso-lâm) ın kuyruğuna bağlayın süründü-roler...
Bize bir öyle öünya gerek kİ dostlar dört bir yanı koca sarıklı mezar taşları, türbeler ve evliyalarla mamur Eyüpsultan ola. Bize bir ilm-ı- kutsi ister ki yarenler, terkibinde Büyük Turan. Hazretı İmam Osman, bir parça da Bergson buluna. Bize bir uyle r»n-derris-i-zaman farz oldu ki kardeş, ekmek ve b3rem tıkınıp, ömr-ü- şerife dualar ederek ahval-û-alem d.şında ve kendi içinde olura. Bize öyle bir dil vacip oldu ki. anda, Kırgız-ü-tatar, A-cem-ü-arap. Freng-ü-etrak bulunup hepsi de kuşa benzeye..
Bize bir öyle didar-ı-hürrlyet elzem ki be dostlar, var olsun, ama hiç ağzın açıp lâf etmesin yalnızca süzgün, baygın gözleriyle bize bakıp gülümsesin ta ki bir çapkın çıkıp ta hakkından gelsin.
Bize bir öyle tabib-i-h&zik yakışır kı slmsar-û-attar-ü-bazirgân olup Az-raili külfetten kurlara ve üstûste katlar koyarak’sefaletimiz'! sıhhat namına güneş çarpmasından kurtaracak gölgeyi yapsın diye apartman düze..
Bize öyle bir vicdan ister ki ehibba ol vicdanın üzerinde incir ağaçları ye-I tişip halka bol, bol incir yağdıralar. Ta kı halk açlıklarını bu meyvelerle giderip. yapraklarlle setrlavret edeler ve odunun yakıp ısınalar.
, Bize öyle bir filozof-u- azim ister ki hemşer. ayağının biri Tataristanda. ö-teki Kftbtî-i-muazzamada; bir ol; Firen-gistanda öbürü İttihat ve Terakkide o-1 olup namına Gokalp demle. Anın ve-| ledi Hazret-i-molla-!-zaman, Irkçı-is-lâm-û-Almaıı Fahri-i- patlıcan ola..
Bize bir Bab-ı-âli şart oldu vatandaş, kı içinde Abdülâziz-v-Hamid’ler L^riaVrln) n.-^;
TİTUS LUCRET1US CARUS (Lucrece)
C E MİL MERİÇ
Damarlarında Eplrsc kırallarınin kanı dolaşan Heraclite «ayak takımı nııı saltanat sürdüğü beldelerden Nietzsche’nin hasretini sayıkladığı ıssız ormanlara kaçmıştı. Mağrur feylezof dostu He.rmidor'u sınır dışı eden vatandaşlarını da bu muazzam haksızlıktan rncs’ul tuttuğu demokrasiyi de ölüncüye kadar affedemedi. Cenk tanrısına bu* hur yakan fikir simsarlarının bu aristokrat pdygamberi, ı/.tırap içinde bocalıyan insanlığa tek armağan bıraktı: Kin çiçekleriyle örülü şahane fakat zehirli bir buket.
Lucretius de Romaya konsüller yetiştiren ünlü bir hanedanın çocuğuydu: kanlı kardeş kavgalarının şahlandığı kasırgalı bir dünyada küskün vc münzevî yaşadı. Ne Cam-panella gibi «erefli bir davanın serdârı olmağa özendi: ne de, şakaklarımızı erkenden ağartan demir devrinde doğduğu için Hesiode gibi kısır şarkılar mırıldanarak eski mersiyeler terennüm etti. Asıl Romalı Hellenr’ler diya*ından ateşlediği ıneş’a’e ile, insanlığın şuurunu karartan tarafları aydn>'attı. Gerçi o da «.. hekimlerin düşüncesilc kaleîe-şen sakin ve serazat şahikalara yerleşip, uzaklarda hayatın dolambaçlı yollarında • hırsından nefes nefese bocalıyan, gözlerini altın veyajiktidar ziyaları perdeleyen insanları, derin bir zevk ve hodbin bir gururla seyretti. Fakat boğaz'.aşan ka'abalıkla-| rı hayasız bir vurdumduymazlıkla | seyreden palyaço tannlann zavallı-hğını gösterdi. Canavar memesinde cinayetler emzirerZ.-'nilyonlarııı kade-
I
zehirleyen mabedi ö-mâsum İp*
nun üç günlük ömrünü batıl itikatlardır. Diane nünde boynu vurulan higc.ıie’nin katili, dindir. Tanrıların gazabından yılmayan, yıldırımlarından ürkmeyen bir yunanlı (Epi-cure) tabiat kapısının sürgü’erini kırmış, hilkatin sırlarını fethetmiş, efsaneler ejderini tepelemiştir. (Luc-retius. Epicure’den bahsederken veh’ye mazlıar olmuş bir peygamber vecdiîe konuşur.) Hiçbir şey yokdarı var olamaz. Hiçbir varlık yokluğa dönemez : İşte akla dayanan bu yeni dünya görüşünün ilk prensipi Kâinat macJe ile boşluğun kucaklaşmasından ibarettir. Cisimler. atomlardan, gözle görülmeyen zerrelerden yuğurulmuştur. Zamanla bütün eşyadan zerreler eksilir. Şehir kapılarında tunç heykellerin elleri, perestişkâr yolcuların buseleriyle aşınmıştır. Sapanın eğri demiri toprağa sürtüne sürtüne incelir, durmadan akhn bir damla su taşı oyar.. Parmağımızdaki yüzük yılların temasiyle erir.. Tabiat eserini görünmeyen zerrelerle kurup bozar.. Ayrılan atomlar uçsuz bucaksız madde yığıntna karışır. Hiç bir şey kaybolmaz, tabiatın şarkısı bittiği yerde başlar. Yağmur, toprağa dökülünce kayboldu sanınz.. Halbuki farlarda gür ekinler fışkırır, meyvelerin yükü altında bükülen ağaçlarda taze dallar yeşerir. Bizim görmediğimiz atomlar fanı, ebedi, namütenahi küçük zerrelerdir.
II .ci kitap atomların hareketini
DİKKAT
1 — Gazetemiz bu sayıdan itibaren CUMARTESİ- yerine «PERŞEMBE günleri çıkacaktır.
2 — Matbaa vc İdare adresimiz değişmiştir.
Yeni adresimiz şudur: Kumbaracı Yokuşu No. 127 — Beyoğlu
POSTA KUTUSU : 2068
rcaRTardır.
4. Realist Şairler *• Symbolismc, Futirisme" Cubismc, Dadaisme.. Ilh gibi mektepleri, sosyal tereddinin tezahürü o arak kabul etmek lâzımdır. Bu buhranı görüpte ürkenler ve «Şiir ölüyor* diye üzülenler bile var. Biz bunu pek tabii buluyoruz. Daha doğuştan sakat bu ecol’ler, kısa bir müddet yaşı-yarak, ömürlerini tamamlamışlardır. Diğer taraftan insanlık kâ'nağın dan kuvve! âlân şâirler, yaşamak dolu sanatın zengin örneklerini ve* • erek, yepyeni bir çehre arzelmek-te d ir ler.
Bu şairler, hayatı cemiyeti, butun çirkinlik ve güzellikleriyle s-- | verler. Muztarip güzellikler karşısında insanoğlunun duyduğu, hissettiği şeyler bir çocuk yüzü kadar I sal ve temizdi- Hürriyet vc in,.mi-lığın türkülerini o nisbette ve kuvvetle ve yüksek ses'e haykırırlar. ı Hayatın çirkin tarafı sanatçıya on- I dan nefret etmek hakkını vermez. O cemiyetin istirap ve sevincini Bc-nimsemeğe, pq.u tçfc/ıp.üm etmeğe
| mecburdu*’. Hayata küsmek ve şi-î'J pirleri i|feAherkcse bedbinlik aşılamak I fertçi ve tek taraflı sanatçılara mahsustur. Bunlar insan kalabalığına daima zararlı olagelmiştir. Bedbin şair ilıî nikbin şairin*ıstıraplarını ka. | rıştırmikmak lâzım. Bîrine sı hayal-HJhemcinsleri insanlardan kaçar* ölüm»* gider, İkincisinin* ıstırabı öldürmem, kahredici değildir, yarıııâ | o an güven ve ümitlerini kuvvetlen- I diren bir ıstıraptır. İnsanlara karşı I olan durumu da pâssif değil, açtif’-
I tir.. 1
Türk şiiri Realizmin cömert inen baına girmiş vc sarsılmaz bi* iman la aydınlık yolunda yürümekledir. Daha şimdiden ıneyvalârıııı ve nıck te olan bu cereyan, yeni şairin asıl I kaynağını teşkil etmekte, gün ve kuvvetli elemanlar kazanmaktadır. __________________ö, F. TOPRAK
tan.
■ u r t y c t Oturup ü z r ö o
İYÜtt-l -attı şart biçile..
S^BÎZe biı oylc küttür elzem kı be ahbap, kapısın kat, kat ttmur. kat kat tol örgü çevirip bir general emrinde kafayı müdafaa ederek, içine Sabiha Sartel misiltu hürriyet girmeye..
Bize bir öyle Yüksek Müher fls-mü-teahhıtler ister kİ ey dostlar hayatları yüksek, apartımanları yüksek, fiatları yüksek kendileri dumtek. teahhütlari dümbelek kesile ve hclâllerinin üstünde kürk, boyunlarında elmas üstüne el* mas parmaklarında şövalye üstüne şövalye, kollarında kavalye üstüne kaval-sırııa.
GECE ŞİİRLERİ
I
I Gecenin ortasındayım.
Birikmiş mafsallarıma günün yorgunluğu | Uyku yanaşmıyor gözlerime, ı bol bel bakıyor yüzüme
yatağım!’ yorganım, çatar saatim..
Tahta kuruları sarıyor,
: düşünceler sarıyor dört bir yanımı ;
i düşünceler*. Büyük
I düşünceler : Alelâde..
ı
ı
ve tahta kuruları aç ;
Çıplak bir kadın gülüyor duvard. ; Gülmenin de bir sırası vardır halbuki.. Ya şu mel'un saatin sesi.
küfreder gibi geliyor insana. Bir Sut çocuğu uyandı karşı evden, stediği kadar bağırabilir.
Mahallem gömülmüş Uykusuna, mahallemin uykuları derindir, nasırlıdır elleri.
Kiminin omuzbaş* ıkımınin dizkapağı seğirir..
Esneyen bir kadın sesi meme verir, beylıûdc bir ninni söyler yavrusuna O n I a ekmeklerini ve acılarını, uykularından başka bütün varlarını kardeşçe bölüşen insanlar.
Mahcup yüzlü ihtiyarlar tanırım kİ, hayır duaları dalma peşin ve kulakları daima minarede
Çocuklar, mahallemizin o müthiş şenliği hırçın, kavgacı, dayak yiyen horoz şekeri niyetine parmaplarını emen çocuklar...
Gün dogmadan çocuklar daha uyanmadan İşe gidilir ve mahallem bütün gün çocklara ve ihtiyarlara teslim edilir.
Suat TAŞER
larec(fı$ fi. Fanî ihtirasların erişemiyrceğ zirvelerden kör ruhlara» kâinatın sırlanın vc tefekkürün feyizli mey-vc’erini sundu.
Büyük şairlerin hayatı meçhul lerle örtülüdür. Isâdan 98 yıl öne* doğduğunu, Mariııs ile Sylla arasındaki korkunç mücadelelere şahiı olduğunu, eserini arkadaşı Memuis’v ithaf ettiğini biliyoruz.
Saint Geronıe’un hezeyanlarını tekrarlıyan bazı mürteci müellifler, «büyülü bir aşk şarabı için Lecrctius’in De Natura Rerum’u cinnet ııöbet’eri içinde yazdığını, hattâ bu yüzden k.rk yedi yaşın-«l.ı (demek tam 2000 yıl önce) canına kıydığını söylüyorlar. Bu intiharı, vatanın felâketleri karşısındo duyJugu derin teesiire atfedenle» dr var.
Bossuet aayrında azılı bir keşiş ölüm hakkndıki \ âzını hazırlarken büyük mate*yalis!-n intihaller yapmış. Buffon tasvirlerinde Lecre-tius dan bir hayli faydalanmıştır.
Gyranodc Bergerac* Gasscnd i, Monir.jgıır şairin hararetli t.ıkdirkâ" rı idiler 18 .ci yüz yıl Fransız tefekkürü ona-çok şeyler, borçludur.
Voltan? -Fe’sefe Tamusunda Palîgnac* adlı bir kardinalin, lâtin-ee bir anti-Lucrecc karaladığını, alaycı lis'.ûbiyle anlatıra Aynı eserin atom başlıklı maddesi Epi-■çurc'lr Lurece’drıı l.ürınöı ve takdirle bahseder.
De Natura Rcrunı («abiata dair) 7400 mısralık felsefî bir epopedir. Sully-Prud homme un nefis bir nazımlı- Iransızcıya kazandırdığı birinci kitap, Aşk Tanrısı Venüs’üne nıiinacatla başlar.. Şair ondan, dünyayı sulha kavuşturmasını diler. Yurdu ıztırap içinde çalkanırken kendinieserine vermesi pek güç olacaktır.. Fanileri zincire vuran korku, hâdiselerin sebeplerini uilmenıc-lerinden doğmaktadır. Iıvanoğlu-
^^^uTtTTeyreden atomik, sinesindeki ezelî ve ebedî depre-niş. Atomların şekli arasındaki farklar, neviler arasındaki ayrılıkları vücuda getirir. İhsaslarımızla ne kendilerini, ne de seyirlerini seçebildiğimiz bu minimini kerreler renk, ses. koku gibi hassalara malik değildirler. Her şey, yağmurla reketlenen topraktan doğdu, şeyin döneceği yerde orasıdır.
III. cü kitapta, efsanelerin hennemine dokunan şair, ölümden sonra tekrar dirilmiyeceğimizi, dünya hırslarından, vicdan dan gayri hiçbir ahret işkencesi bulunmadığını, ulvî ve muhterem mısralaıla anlatır. Ruh da vücut gibi fani olduktan sonra telâşa, korkuya, adağa ne lüzum var ?
Sc’pion’lar. Homere’ler, Democ-rite’ler, Epicure'lcr hep ölmediler mi ? ölüm, fırtınadan sonra bir limandır.
De Natura Rerum, en selahiyetli mütercimi aczin ve hayranlığın humması içinde yıllarca uğraştıracak azametli bir san’at ve fikir âbidesidir. Garezkâr münekkitlerini dahi, şairlikteki dehâs.na secde ettiren ulvî Lucretius’ı bir makalenin dar hacmi içinde hülâsa edemeyiz. Antik materyalizmin İncili sayılan eser De-moerit İr Epicure'un ileri dünya görüşünü mucizeli bir ihtişamla ebedileştiriyor.
Epicure’den tek satır okumadık. Epicure’cüleri »domuz sürüsü» ne benzeten dalkavuklar şahı Horacc’-danberi. bu büyük filzoofun ahlâk tc'âkkisi pek garip iftiralara hedef olmuştur. Lucretius’yu okuyanlar, istidadına saldıranların haksızlığını kolayca anlayacaklardır.
Tabiatın uçsuz bucaksız azametini, hiçbir faninin idrâk edemediği feyizli bir vicdan içinde terennüm rdee şair, en çetrefil mevzuları şiirleştirmiş, en bulanık mes’ele’eri aydınlatmış vc en karanlık bahis-
tenin
beher
ce-
azaplann-
I
29 KASIM 1945
HİKÂYE
kûfek yavrusu
ORHAN
KEMAL



Şehrin ana caddesindeki kuyumcu dükkânlarında birisinin kaldırımı ö-nündc bir köpek yavrusu ön ayakları üzerine uzanmış acı acı sızlanıyor, arada başını iki yana , çevirip, etrafını alan mahalle ç(>-| cuklarına bakıyordu.
I Köpek yavrusunun iki ard aya-

• ———------— _ _________
yük arabası ezmişti. Şimdi, mafsallardan aşağısı pestile dönmüş ayak lar yalnız bir deriyle bağlı sarkıyor, yaradan boyuna kan sızıyordu.
Köpek yavrusu ağlıyordu. Arada boynunu büküyor, sesini yükselterek bir şeyler anlatmak ’stiyor, ses ağırlaşıyor, yükseliyor, sonra yavaşçacık tükeniyordu.
Etrafını alan mahalle çoç uklarıy-sa yaramaz ve haşindiler. Bunlardan Tatara benzeyen, basık burunlu biri-ninelinde bir deynek vardı. Entarisinin etekleri şakıldaklıydı, parçalanmış sırtından esmer eti görünmüyordu. Yanında, paslı bir çenber utan çok zayıf bir oğtan’a :
— Ağlıyor ha... dedi.
Çok zayıf oğlan başını salladı :
— Heye. Ver hele...
Tatar’a benzeyen oğlan'ın elinden «opayı aldı.
— Napacan?
Çok zayıf oğlan cevap vermedi. Çektiği acıyı »İNSAN- lara bir türlü anlatamıyon köpek yavrusunun ezilmiş, kanlı etine dürttü. Kö pek yavrusunun vücudu ’ ‘ 1 müthiş bir sarsıntı geçirdi acı bağırdı.
birden ve acı
ün ço-
— ili «.ha-oglan, bış'
cuklar, bir zaferşenliği ' içinde?* kahkahalarını bastılar.
— Bidâ dürt he’e lan...
Deynek tekrar dürtüldü, sonra, tekrar, tekrar... Köpek yavrusu I.cr seferde de öyle müthiş, öyle onda beklenilmeyen sesler çıkardı ki, sanki bütün kudretini bu olağan üstü enerjilerle kaybetti ye tükendi gitti. Köpeğin çaresiz bir teslim tikle yan yatan, gözlen kapalı, elleri dü?müş, acı oltnıyan, fakat artık inleyemeyen sükûtu evvelâ çocukların. sonra onlan çevrc’cycn daha büyük, daha, daha büyüklerin nefesini kaçırdı.
Tatar’a benzeyen oğlan:
— Vay ibne vây, dedi, bağırmıyor bile... be
Kırpık bıyıklı biri-Borlu alması muhtemel -
- Ay anam bas da bak., dedi. Kısa lâcivert paııtolunun kıçı iri siyah bir bezle yamalı, yandan bir kargaya benzeyen, kesik benizli bir başka oğlan, ayağında taşıdığı -babasının - battal. sân kunduralarının topuğuyla köpek yavrusunun ezilmiş iki ara ayağına oastı. Bayımı», daha doğrusu, ölmüşe benzeyen köpek yavrusu, kendisinden beklenmeyen, yepyeni bir hamleyle şahlanarak öyle vahşi bir ses çıkardı ki...
Köpeğin etrafında ilk lıalkâyı çeviren çocuklar, onları çeviren bü-l yükler, daha büyükler birden ürk-tüler. Sonra köpek yavrusunun ki
lerin üstünde «ışık saçan mısralar» kıvılcımlaşlırmıştır.
1900 şu kadar yıl yat kavgası dramına dokunan ve atomun sırlarını çözen filozof, şair, antikitenin dünya görüşünü öğrenmek isteyenlere mükemmel bir rehber, hakikî şiirin hasretiyle tutuşan ruhlara engin bir kaynak olacaktır. Ovide’ı’n hakkı var :
«Ulvî Lucrece’in şiirleri kâinat çökünceye kadar yaşayacaktır.
Darvvin'den önce »Ha-

arasına sakladığı başıy-acâip devrilişini görünce lüzum olmadığını anlıya* toplandılar ve n e ş * e
ön ayağı tepe üstü korkmağa rak, tekrar
çığlıkları yüksekli.
Seyirci büyüklerden biri:
— Ulan elerim be., dedi.
Eferim • i kazanan karga surat-oğlan yumruklarını göğsüne vura-

rak gururla:
— Alloooş... dedi, eden gazi... nasıl?
Bütün çocuklar karga yüzlü oğlana kıskançlıkla baktılar.
( Daha orijinal bir işkence • bulup, kendileride bu »Efenin»»kazanmak için arandılar.
Köpek yavrusunun ölümü yaklaşıyordu.. Tatara benzeyen, yassı burunlu oğlanın ela gözleri birden sarı sarı parladı.. Karşı kaldırımın önün de sökülmüş bir parke taşı dnruyor-du. Koştu.. Taşı yerden zorla kaldırarak köpek yavrusuna doğru gülüyordu ki «Hummalı Mehmet bey» nedense zuhur etti. Yassı burunlu oğlanın niyetini anlıyarak onu kolundan yakaladı:
— Yazık oğlum, günah...
Yassı burunlu oğlan muvazene-sini kaybetti, pa ke taşı düştü. Oğlan bıınu bu yeniliği saydığı *çin müthiş hırslanarak dikildi:
— Sana ne? Oğlun mu senin?
Herkes kahkahalarla güldü. Yas-burunlu oğlan şımardı:
- Atarım atarım- Senin baba-
\ ın iti deeel ya..


t
■ ~ Yazık
( (îk oldu. Fakat yassı bururilıı oğ-I. n. sıkılı yumruklannı beline dayamış Hammal Mehmet bey- e öyle bakıyorduki...
Bir ara:
— Sen bir lıambal adamısın, get yükünü daşı,, dedi, senden akıl alacık deeelik ya...
Herkes kasıklarını bastırâ bastı-ra gülüyordu. Bacağı kadar oğla-un karşısında, kulaklarında geçmiş soluk kurşunî fötrü, paçaları diz kapaklarına kadar çcmı’rli kâra donu. yalın ayaklarıyla Hammal Mehmet bey > i bir soytarıya benzeten karnı tok bezirganlar, öteki çocukları da kışkırtmağa başladılar. D.-r-ken iş azıttı.. Ehey’er, zıt'lar, karpuz kabukları, avuç avuç toz’a tutulan (Hammal Mehmet bey' şaşkına çevrildi, bağa sola saldırırken kafasınâ bir taş, geri dönüyor, dönekken be*.ıbev alnına koca bi* karpuz kabuğu yiyerek sersemliyordu.
Etraf gittikçe kalabalıklaşıyordu Güncpıı alımda boyuna . çoğa!an bir kalabalık sjisli sesli gülüyor, daha çok gülmek için 1 kendilerini zorluyorfardı. Bir ara karga yüzlü oğlanın kuru bileği Hammal Mehmet bey* m eline geçtil Öteki çocukların! Ana, avrat...» küfürleri arasında* Bönmüş gözlen, ge-ilmiş ı sinirleriyle. çocuğu tokatlamağa başla'di.*Çocuğun avaz avaz haykırışı etrafın yaygarası üzerine bir polisle iki b»-kçi koşarak geldik-. Polis, bekçi vc esııalın iş birliğiyle karga yüzlü oğlan Hammal Mehmet bey in elinden kurtarıldı. Vr «Bir çocuğu radde ortasında tokat’ lam.ık • suçlusu Hammal Mehmet bey karakola sevkcdildi.
Köpek yavrusuna gelince... O kendinden geçmişti. Küçücük bası iki ön ayağı üstüne düşmüş, kenarlarında yaşlar kurumuş, yumuk göz leriylt sessiz yatıyor, arada ağzı
G O N
Meydan boş değildir
AZİZ NESİN
Kitaplara kadar girmiş adabımuaşeret kaideleri vardır. Kanunlarla belli ahlâk kaideleri vardır. Cemi- | yetin müeyyide halinde tatbik ettiği nezaket icapları vardır. Bütün bunlara rağmen günün birinde, senelerdir muharrir, edip ve mütefekkir geçinen bir adam çıkar, adabımuaşeret, ahlak ve nezaket icaplarını ağzında çiğner, çiğner ve bu çirkin, iğrenç metaını bir gazete sütununda, hiçe saydığı halkın önüne sürer.
Bir muharrir, cehenneme gidip ifrit, zebani ve habis ruhlarla mülakat yaparsa ve onları kendi dilediği gibi konuşturur ve gazetesine yazarsa, bizim bildiğimiz bu, senelerdir yıkana, yapana kullanılmaktan eskimiş bir mizah olur. Eğer bu inilir tin mukaddes tanıdığı bir varlığın ruhiyle, yine o mukaddes adamın verdiği hürriyeti suistimâl ederek, aynı milletten birer muharrir çıkar da, bu ruh ile mülakata kalkarsa, adabımuaşeret kaidelerini çiğnemiş olup bu işi milletin mukaddes bildiği adamın ölüm yıldönümünde yaparsa, ahlâk kaidelerini hiçe saymış olur. Hele kendi battal fikirlerini, ona bugün yaşama hakkı veren şahsın ağzından söyletirse, milletin umumî vicdanına hakaret etmiş olur.
Bütün bu sebeplerle kendi köksüz ve uydurma fikirlerinin propa-j ğandası ve polemiğine hak kazanmak için Atatürk’ün ruhile mülakat ' ve bu vesile ile Atatürk’den kuvvet almak ayıptır.
Bu işi. Atatürk'ün ölüm yıldonö-münde|yapmak bin kere daha ay ıptır.
_ fok» Atatürk’ün ruhunu, dilediği

m»» t rfiMi kerrat ced ve lifle koyarmyacYğ 'ra-kam «re ayıptır.
Atatürk bütün hayatında, ne kendi dilini başkasının ağzında kullandı, ne kendi ağzında başkasının dilini... Nerdc kaldı ki. Peyami Sofanın dilini...
Atatürk’ün ölüm yıldönümünde Peyami Safa, Tasvirde böy’.e büyük bir hatayı kasten veya sehven irtir kâp etmek suretile ondokuz milyo. nun büyük matemiyle .alay etti. Ondokuz milyonun adabı muaşeret kaidelerini, ahlâk ve
vic J
I danlarını bu kadar patavatsızca hi* çe sayan Peyami Safa'nııı konuşabilecekleri, esfelisafilindeki ervahı habisedir. Merak etmesin I mukaddesatımıza dil uzatan Peyami Safa'*» nm ruhiyle değil, kendisiyle konuşacağımız gün gelmiştir ve meydan
I boş değildir;.


açılıyor, fakat hiç bir ses çıkmadan tekrar kapanıyordu.
Az sonra ıiıriyar bir çöpçü, güneşin altında büsbütün kurumuşa benzeyen ve dünyacından memnun olmadığını açık eden be ’.gin yüzüyle. hayvanının başını çekerek ge’di. Arabayı köpek yavrusunun yanında durdurdu. Alışkın bir kürek hareketiyle yerden-.{ildi, arabaya attı, sonra gene hep c? bezgin. Icdsi7,— kupkuru haliyle ve hayvanının başını çekerek uzaklaştı.
Orhan KEMAI.
köpek yavrusunu
Üçüncü sayımızdaki hikâyede Ilhan Tanısun hakkında bir yazıda Aziz Nczin ansiklopedimizde Adil oğlunun imzalan sehven unutulmuştur. özür dile riz.
SOTlRİS SKİPİS
Yunan Akademisinin Yeni Üyesi
istilâ görmüş milletlorln iç mukavemet hareketlerinde sanatın da hatırı sayılır bir payı vardır. Bu gerçeğin başarı derecosinni,, yolların yavaş yavaş açılması llo son zamanlarda elimize geçen gazote. kitab ve mecmualardan oğrenmokloyiz. Fransa gibi büyük milletlerin sanatkârlarının bu alandaki gayretleri vo fedakârlıkları dünya sanatseverleri tarafından tam zamanında öğrcnllcbilmişti. Fakat aynı şey küçük milletler için biraz şoç oldu. Hele komşularımız Balkan devletlerinde geçen olaylardan henüz bu günlerde haberdar olmağa başladık. Böylcce son gelen Atina gazete vo mecmualarından, büyük Yunan milli şairi »Kos-dis Palımas-' n geçen senek) ölümü ile Atina Akadomlsinln sanat ve edebiyat kolunda açılan boşluğun yeni Yunanis-tanın büzük şairiorlnden Sot.ris Skipis’in doldurduğunu öğreniyoruz. Kırk yıllık yazı hayatında her yıla karşılık bir de esor veren bu şairin en yüksek sanat makamına seçilmesi sanat alanında Yunan halk oyu'nun gerçek bir ifadesidir. Çünkü S. Skipls karanlık istilâ yılları zarfında gizil m kvemet hareketine İştirak etmiş, şiirleri ağızdan ağıza dolaşan gizli çıkan gazete ve mec-
Açık konuşma:
K. Yıldırım Milis : Bizi her yerde arayıp bulan dostluğunuzun hakanıyız. Yardım vo alâkanıza teşokkürler. İNamınıza 20 nüsha gönderilmiştir.
Cr. Ziya Kaya - Gemlik : Yıllık abone bedelimiz 4 Uradır, bu sebeple şjzl 16 aylık abone kaydediyoruz. Candan alâkanıza müteşekkiriz.
Fuat özel - İzmir : Abone bedelini fazla göndermişsiniz. Abonman müddetini 8 aya çıkardık, gayret ve samimiyetinize minnettarız.
Haşan Temer İstanbul: -BergamalInın sesi* anlattığınız kadar güzol. Yakında bu sesi okuyucularımıza da dinleteceğiz.
Orhan Arın İstanbul: Şiiriniz ^ftjdAverak. Ter, e k

Teşekkür ve gaze-
Teşekkür

kur 'ederİZ
Tafaı Kakırköy : Sağ ol arkadaş. Sizin de Gün- ünüz aydın olsun!
H. I. Bcteroğlıı İstanbul: -Gün ûn sütunları halkçı ve ideolojik değeri olan her yazıya açıktır. 6llhassa sizin gibi gönç değerlere. Teşekkür vo selâmlar.
M. Kalkır Anki ra - -Gün- sizin gibi dostlara her zaman muhtaçtır. Teşekkür ederiz.
Ali Rlza Güney - Manisa: Mektubunuz bize çok tesir etti, ederiz. Aboneniz kaydedilmiş telerinfz gönderilmiştir.
A. Ozparlak Samsun: eder çabuk iyileşmenizi dileriz.
Refik Gürel • Edremit: Gazetemiz sizin gibi değerli arkadnşların İyi niyetlerinden daima kuvvet alacaktır.
Ahmet Saraçoğlu - İstanbul: Te-şokkjr ederiz.
Kâmil Bolat ■ Tarsus;: Gün» den islediğiniz miktarda gönderilmiştir.
isme*. Bozdağ - Bursa*: istediğiniz miktarda gönderilmiştir Kitaplar henüz basılmaktadır Yardımınıza teşekkür ederiz.
S. Hazor • Ankara : Tebrik ve alâkanıza teşekkürler.
Dr. M R. Egemen - Yazılarınızı bekleriz ve teşekkür ederiz.
Sırrı Yırcalı • Balıkesir : Dilek ve alâkanıza minnettarız.
i. Başgöz - Ankara: Ancak, dostlarımızın gayretlerine güveniyoruz. Sağ olun,'
ol
BİR RİCA
Gazetemize gönderilecek yazıla-nn yeni harflerle ve mümkünse daktilo i|e yazılmasını rica ediyoruz.
DİKKAT
Matbaa adresimiz değişmiştir.
Bundan sonra abonomanhrla mek.’ tupların şu adrese gönderilmesini rica ediyoruz:
Posta kutusu: 2068 Beyoğlu
•Gün* ün yaşamasını istiyorsanız abone olunuz vc muhitinize (le yayılmasına da çalışınız.
Sayfa 3 —
mualarda yenidon basılan, mısraları birer parola halinde mukavemet unsurlarının dilinde dolaşan -Duvarların içinden- adlı eser neşretmiştir. İstilâ yılları zarfında düşman gayelerinin'sanat alanına propagandasını yapmakla Ödev-lendirllen bazı teşekküller tarafından kendisine yapılan iş birliği tekliflerini açıktan açığa ve lânetle reddeden bu vatansever şair bunun ile de kalmamış, yerini doldurduğu büyük şairin cenaze töreninde, İyi Yunanca bilen Alman ve italyar mümessillerinin de bulunduğu büyük bir kalabalık karşısında büyük ölü için yazdığı ve müstevlilere karşı beslediği kin ve düşmanlığın açık bir İfadesi olan bir şiirini de okumak cesaretini göstermiş ve bu sebeple tevkif edilmiştir :
- Bunca felâketlerle*
Kuruyan gözler-
•Senin için göz yaşı dökemıyecek. ■Fakat bir gün gelecek
■Ki, bugün bizi birer birer Öldürenler* -Senin için ağlavacak •’»
Bu şiirden alınan bu kıt'a (ürk okuyucularına bir fikir verebilir sanırım.
N H

KÖYLÜ DÜNYASI
Arpa İstihsalâtımız
Arpa, memleketimizde buğdaydan sonra cn çok ekilen toprak mahsullerinden biridir. Köylü gıdasında, hayvan yeminde, bira gibi içkilerde büyük bir yeri olan bu maksulün en fazla yetiştirildiği yer orta anadoludur.
8ununlaberaber toprak işletme sistemimizde gerilik yüzünden köylümüz gayretlerimizin tam karşılığını alamamaktadır. Türkiyenin yıllık arpa istihsali ortalama 2 milyon ton arasındadır.
Memleketimizde arpanın verim vasıtası çok düşüktür. 1938 - 1942 yılları arasında bir hektardan yani on dönümden alınan mahsul vasatisi 1070 kilodur
ılm ve verimi şu-^,
dur
Yıllar
Ekılenfhektar jAlınan mahsul (ton)
1940 2.092 789 2 249.314
1941 2.037.103 1.758.246
1942 1.931.576 902.095
Görülüyorki son senelerin arpa^is-
tihsalindo mühim bir düşüktük vardır
Bunun sebebini iktisatçılarımız kadar
ziraatçılarımızın da araştırmcs ica-
beder.
En çok arpa istihsa, ed*»-> vilâyette-
rimiz şunlardır:
1940 1941 1942
Ton Ton Ton
Ankara 162 114 44
Konya 142 161 79
Seyhan 117 64 75
Kayseri 112 37 8
Erzurum 87 68 12
Bu gün dünyanın arpa İstihsali 1939
yılında 372 milyon tondu.
1940 - 1941 Yılları içinde en çok ar-
pa istihsal eden memlekotler şun-
lardır :
Milyon ton
Birleşik Amerika 92
Sovyetler Birliği 82
Kanada 56
Almanya ve Avusturya 42
Hindistan 21
Japonya 17
ispanya 17
YENİ DÜNYA
İleri Demokrat Sabah Gazetesi
I L K SAYISI
I Aralık Cumartesi Giinli çıkıyor.
«Gün- iin bütün sayılarını kitapevimizct* bulabilirsiniz
En Güzel Çocuk Mecmuası
Beşiktaş Ihlamur Caddesi No. 40
Çıkaran: BİR YAYINEVİ
HAFTALIK KÜLTÜR VE AKTÜALİTE GAZETESİ
DEMOKRASİ
ve SANAT
Şiirimizde En Büyük Tehlike
Maymunzadelerin Macerası
ADİLOĞLU
Yazan : N. Ilhan BERK



- 2
Burjuvazi, inkılâbını yapmış vc «laisser passer, laiser faire» parolasında karar kılmıştır. Liberalizm ona tâm bir serbesti, tam bir tahakküm ve istismar hakkı veriyordu. Fakat buna mukabil halk kitleleri de korunma ve korunma için birleşme hürriyetine malikti. Burjuva fabrika, banka ve tröst kuruyordu. Halk da sendika, sandık vc cemiyet kurdu.
Fikir vesan’at merkezi olan Fransa ve bilhassa Parisr demokratik zihniyete sâdece söz ve neşirde kalmck şartile- en şeniş mücadele imkânını veren Londra kaynaşıyordu. Amerika-da gayesi günlük menfaatlere tekabül eden) grevler alıp yürümüştü. Yeni din halk arasında yerleşiyor, halk arasında halkçı menfaatleri koruyan vc dolayısile kapitalizm aşın tahakküm aleyhine kuvvetli cepheler teşekkül ediyordu.
Tabiîdir ki san’at bütün bu meseleler karşısında lâkayıt kalmadı. Burjuvazi, devirdiğinin yerine geçip oturmuştu. Bu bir cemiyet değişmesi dc-ğil, koltuk kapma idi ve gaye bundan çek uzaktı. Cemiyetin bu hali san’atta reaksiyonunu göstermeğe baş ladı. Yeni prensipleri benimseyen san-atk^nr yeni dinin (demokrasinin) safında yer aldılar.
Bu vaziyet kamstod*-, buriur^v-^.
■^muTîte^i İ t arz ve tak diri»? rle mücadeleye giriştiğine: an’anevi tarzının devamı haline giren «hakikî san’at» m yolunu kesmek için, çok muhtelif, -hatta birbirine zıt- tez ve idialar, öne sürdüğüne şahit oluyoruz. Bugün hâlâ revaçta olan ve memleketimizde de bir hayli menfi iş gören en meşhurlan şunlardır:
AMASRALI KEMAL ULUSER
Biricik dünyalık dostum
Amasralı Kemal Uluser di; "Yaşamak, yaşamaktır,, diyen adam Ne çabuk bir hatıra oluverdi.
Her insan gibi canı sıkılır.
Ara sıra şarkı söylerdi: "Ah o Yemendlr. gulu çimendir ; "Giden gelmiyor, acap nedendir.
Şimdi ben söylüyorum rıhtım boyunda ■^•iyler ürperten bu şarkıyı.
Öyle korkuyor, öyle korkuyorum ki Ah bu dünya, bu »İman, bu kıyı.
Sabahattin BATUR
Bir arkadaş için
Bir yıl önce aramızdan ayrılan arkadaşımız, Edebiyat Fakültesi felsefe şubesi mezunlarından Kemal Uluser’in arkasından bir yıl sonra da ayni acı ile doluyuz. Kemal olgun vc san’atkâr mizacı ile daima en güzeli, en doğruyu ve en ileriyi arayan bir adamdı. Pek az olan yazılarını okuyanlar onun ne büyük bir istikbal vadettiğini anlamışlardı. «Atatürk ümanizması»Hmcvzuu üzerinde, insani bir görüş vc realist bir metodla çalışmağa hazırlanır ve bu mevzuu kafasında olgunlaştırırken öldü. Kemal Uluser’in ölümiyle bu memleketin neler kaybetmiş ol' duğunu, kendisini yakından tanı* mayanlar pek az anlayabilirler. Bıı sayımızda Kemalin çocukluk arkadaşı Şair Sabahattin Batur tarafın* dan yazılan güzel bir şiiri bulacaksınız.
Hsşmet AKAL
1 — Modern ressamlan tutmak.
2— Cezanne hayranlığı
3— San’at, san’at içindir.
4— ( Neoklasitvim» yahut, san atı halkın idrâk seviyesine indirmek.
5— Külizm ve şarlatan pikasso.
6— Naivite'yi (safiyeti) müdafaa.
7— «Resimde hikâye» mugalatası 8 — Kora
Şimdi bu mülteci iddiaların, kastî veya hatalı neticelerinin tahlil ve teşrih ine girişelim:
1 — Modern ressamları tutmak: «19 ,cu asır san atı (1)> bahsı-mızda, empresyonizmden, tavlara kadar bu asra dahil bütün mektepler «kül halindeki an’anevî sanat» ın birer cüzünün araştırılması mahiyetinde görmüştük.
Filhakika Rubens i iyi anlayabilmek için, meselâ Renoiryi iyice tetkik etmek bizim için en kestirme yoldur. Bu zaviyeden görüldüğü taktirde 19 .cu asır mekteplerinin hakikî değerine temas etmiş oluruz: Em-pesyonistler bir çok hakikat vermiştir. Sürrealistler lütüristler resimde mücerret mefhumları araştıran esaslar vazettiler, ve bütün diğerleri de buna mümasil birer hakikat köşesi yakmadılar. Fakat» bû-
ve san’at ancak, bu parça parça etüt edilen köşeciklerin, «bir davaya vasıta olmak üzere» bir araya gelmc-sile mümkündür. «Halk ve san’at) yazımıyda (2) san’atı «cemiyetin menfaatlerini ön safta alan bir ifade vasıtası» olarak mütalaa etmiştik, Parça parça etüt edilen köşeciklerlc san’at bu fonksiyonu’na devam edemezdi. Bunun içindir ki burjuvazi modern resmi tut»u.
2— Cezanne:
Bu ressam yaşadığı devrin en mühim tiplerinden biridir. Empıes-yonistlerin tek taraflı görüşlerine karşı ilk reaksiyonda patlak verdi. Resim sanatımı, ehemmiyeti bir teknik unsuru olan hacim meselesini müspet esaslara dayanır bir katiyetle o diriltti. O bir kâşif, bir hoca bir kitap, hülâsa faydalı bir kıymettir. Fakat butun bu meziyetler vc. bu fayda sâdece san’at tekniği sa-hasındadır. Onun dehasfrii ‘kabul etmeliyiz. Lâkin onu bir ressam olarak benimsemeye kaikışırşak, hakikî san’at aleyhine tehlikeli bir iş görmüş oluruz. Hülâsa, modernlerde olduğu gibi 19 cu asrın başlı başına kıvmeti olan Cezanne da muayyen, bir mesleğin şubelerinden birine mensup araştırıcı bir rııüteassıs gibi görmeliyiz.
Fakat resiın mesleğinin ancak bir İlci kenarını araştı an assıŞa faydalı keşiflerine resdöm deyemeyiz.
Çünkü resmin^ faydası daha geniş, daha derinve biraz da peygam-bercedir.
İşte bu iyi vc çok akıllı Ce'zan-nc bugün burjuvazinin elinde kötü bir silah oluyor. Onun bol keseden her yerde kullanıldığına şahit oluyoruz. Her münakaşada en sıkışık zamanlarda ( Ce’zanne derler ve böylelikle eserimle iyi işler gören lıoea, burjuva kritrryu-ınunun iğrenç maksatlaı mı gizliycn süslü, fakat zararlı bir paravan oldu.

bu nııitÇ-rağfllrn
Deniz, fırtına ve karanlığın etole verişini andıran geceler yaşadık. Kin, iftira. hasot ve şeytanın bile el sürmekten çekindiği türlü mefhumlarla silâhlanarak birbirimize saldırdık. Gözlerimiz tabiatın renklerine doyamadan hor birimiz bir hendoğin içinde Iskelet-I eştik.
Babalar çocuklarının yeşil ve mavi gözlerinde ümitlerini kaybettiler. Çocuklar analarının kanlı göğüslerinde yumuk ellerile boş yere hayat ve şefkat araaılar ve kardeşler birbirine saldırdılar. Hemşireler asma ağaçlarının altında boğuştular. Özüm salkımları dallarında kurudu. Gül bahçeleri dullarla. kaldırımlar babasızlarla dolup taştı.
Kölelerin sırtlarına ehramlar yüklendi. Esirlor kadırgaları yüzdürdü. Krallarla şeytanlar, develerle kısraklar, yılanlara arslanlar anlaştı, insanlar anlaşamadılar. Bu yüzden, gözyaşlarından küller, kemiklerden sıra dağlar türedi.
.Tarihi dile getirenler bu maceralardan hoşlanır göründüler. Tekrarını ve daima tekrarını İstediler. "Din şehit Is-tor, usumân kurban.. dediler ve "her tarafta kan, yine kan. yine kari,, görmek arzuladılar
Zekâlar, kılıçlar gibi sıyrıldı.; Labo-ratuvarlar mezbahalar gibi çahştı., Dni-
^WB^«w?*^pıar d a n
don cehennemler fışkırdı. N.-..-arlyeler birer cellat kesildi. Katillerden) terro-rlstlrr. mevcutlardan caniler türedi. Ve servi ormanlarının ölüm milyarlarına bir dofa daha milyonlar katıldı.
Ey tarih bilmeyen, okumak ve öğron-mek bedbahtlığına henüz uğramamış olan oğlum! Yarın, gözlerinin ve kulakların n masumiyetini kirletecdfci. olan bütün bu maceraların sebebi nedir bi-
Bütün bu kanlı maceraların sebebi, m»ymunz.-deler arasındaki asal.t (ra aylaklık, boğllk - kölelik kavgasıdır NOT :
Bu yazının Ermenice bir tercümesi Istanbulda müntoşlr Noror mecmua-sthtfa mistir.

ŞEHİT Peksimeti kemirmiyor. Yakmıyorsun sigaranı. Şakağından kan sızıyor. Sarmıyorlar yaranı I
* Artık no mektup.* ’ ' ~
Ne cephe gerisinden haber.. Örtünmüşsün toprakları üstüne Kaputunla berabor I
Sabrl HAZER I AT İ ÜR jMM "Bfr sigara yakmazmısın Kadir Kızılırmak akıyordu. Ben kararan karşı Gayrlihtıyarl boylo Fakir bir Anadolu dağla», ağaçlar ve ye Kızılırmak,
dağlardan ağaçlardan ve bandon vazgeçilmez bir şeyler alıp bir şeyler bırakarak akıyordu.
Bir tarafta geceyi vc duran hayatı tutuşturacak ne bir alov, no bir ses...
Sırtımda üşüyen bir elin soğukluğu ; sigaranı İçmesen de olur. Kadir, fakat bu saalte senin akşamının "zinciri,, "ne ağırdır klmbillr I.».
Arlt BARİKAT
dağlara bakıp söyledim, akşamında, ben ayaktaydık
GUN
Muvibİs ve başmuharriri: Esat Adil Müstecaplıoğlu İmtiyaz sahibi ve neşriyat müdürü: Haşan Tannku İdare Yorl : Beyoğlu Kumbaracı yokuşu
Abone şartları: Yıllığı 4. Altı aylığı 2. Oç aylığı 1 liradır.
İlan yarılan : Birinci sayla baylık B lira. Dördüncü sayfa bajhk 6 lira. Oiiek .aylalarda sanlımı SO k, i ■ I-. ■ v- f N Bi uiut Pıv.l.ı Ketti..ıı 2068 Beyoj-lu
günkü Türk şiirinin geçir-olduğu krizi bir çok nokta, incelemek mümkündür sanı-Şu on senedir yeni bir in'
Bu mekte lardan yoruz. kişaf devresine kavuşan, günden güne ilerlemekte olan asıl şiirimiz, (bunu, söylediğimiz zaman bütün garabetlerden uzak elinden geldiği kadar kendi çalışan namuslu bir insan yığınına vcımiş; (mahdut bir sınıfa -hitap etmekten kurtulmuş, hür şiirden bahsediyoruz) Düyük biri tehlike geçirmek edir. Bu tehlike bilhassa şu harp yılları içinde dünya şiirinin büyük bir» hayat kazandığı sıralarda, kendini daha fazla belli etmiş-, bugün artık tam şaşkınlık devresine girmiş bulunu yor.
Bugünkü şiirimize en büyük tehlike belli başlı şu üç noktadan gelmektedir.
1 — Realist bir anlayışa karşı hücum.
Bugünkü şiirin, belki en mühim cephesi diye vasıflandıracağımız realist anlayışa, bilhassa devamlı ve sistemli bir şekilde cephe alınmak^ tadır. Bunlara göre realist şiir yol tur ve olamaz. Bu nokta .bilhass--»
-5E^ürölmektedir.’" '"’*"r' önce hiç kimse realist şiir diye şeyden bahsetmemiştir. Orta yerde dolaşan realist şiir değil: Realist sanat anlayışıdır. Bu da şi rin romanın vc diğer edebî nevilerin, realiteye verdiği itibâr tir. Bu nokta üzerinde ise bulunmak gülünç olur.
demek-iddiada
yaşamış
Birinci dünya harbini hele ikinci dünya harbinin hiç olmazsa sıkıntılarını his etmiş namuslu hiçbir sanatkâr kalmamıştırki bunun aksini iddia etsin. Bu önce bir vakfa sonrada tarihi bir tekâmül neticesi olarak böyîedi . Bugünün hiçbir sanatkarın Ulus gazetesin:n edebiyat sahifesi ile dünyayı gö enemektedir. Sanatı ferdi b>r yönden görmeyip onu elinden gc diği kadar objektif hâttâ hayata bakmaklada kifayet etmeyip öne? kendi romanım yaşamak için ona karışmağa örfor yâkıncn tfınintfiğa nihayet yaşamağa kadar gitmek lüzumu -olduğunu anlamıştır. Bugün artık ■ Andre Malrau ile birlikte her sanatkâr (hakiki sanat sanatçının his ettikleri yığınlârınkıyle aynı olduğu takdirde büyüktür) diyor- Bu ise sanatkârın hayata karşı tam objektif o I m a s i d »• m c.h t i r. Bizde on senedir ileri sürülen realist anlayış -budur şâirin, romancının, hikayecinin piyes muharrirlerinin bu anlayışı hep realist sanat anlayışının tarifi îçnic giren bur anlayış za' inanımızda okadar genişlemiş oka-dar dal budak salmışdtr ki, bu yüzden Gorki’nin realismine mücadeleci realizm Gladkofn A. Malrauks'nun kilere yapicı realizm demek lüzumu hasıl olmuştur.
Bizim eli kolu bağlı asıl şiirimiz de, örce mücadeleci, sonra da
yapıcıdır. Realist sanat adamı da (şair, romancı bu yüzden realiteyı-itibar eder. Şairin denildiği gibi; bir sanatçı olması dolayıs.’yle, hiç bir zaman realiteden nasibi yok tur denemez.
2 — Beşerî veya bir topluluk anlayışına karşı hücum.
Bu sualin cevabını »Dünyamızın yeni şairleri ve biz» (Dikmen 1,1945> de vermiştik. O yazımızda şunu göstermek istemiştik ki, dünyamız şairleri şiiri ellerinden geldiği kadar beşerileştirmeye, bir yer yüzü şar kışı yapmağa çalışmaktadırlar. San’ atlarını büyük halk yığınlarının em rine vermek için, mücadeleyi ken' dileri için bir vazife bilmişlerdir. Buna şunlan da ilâve edebiliriz: bugün muayyen bir sınıfın arzularına göre yazı yazanlar, bilmelilerdir ki. bu sınıf her memlekette müveddûl’ ma gibi açığa çıkmaktadır. Zaten günden güne tefessüh eden bu zümrenin çoktan bozulmuş vc bir zevksizlik örneği olan arzularına göre bir san’at anlayışının devamıcı istemek.
Bir memleketin asıl olan halk ytğınhrına karşı saygısızlık^ç.dübmA^.
bilir. Şükür bugün her ölçüdeki sanatkâr bunların zevksizliklerini anlamış, bu göçmekte olan zümre ile - alâkalarını kesmişler; yahut hiç olmazsa böyle bir hareketin lüzumu yeryüzünün namuslu sanafkârlârın-da görülmiye başlamıştır. Şiirin oku yucusu muayyendir, ondan bâşkâ kimse şiirden anlamaz diyenler, bu inhisarcı demokrasiye nihayet ver* mek için gözlerini Amerikan, lı g? iiz, Fransız sanatkârlarına çevirme-leri kâfi grlccekitr sanırız. Bu ikin* cl hücum Yahya Kemal hayranl ar» vc hempaları tarafından yapılmaktadır.
Milletlerin ölümlerine karşı duyulan uyanık anlayışa hücum.
Bu üçüncü hücum, Ulus gazete-s-nin edebiyat yazan Nurullah Ataç tarafından yapılmaktadır.
istiklâl
C. M Y.c Ölüler Ölülerinizi gömün vo ağlayın Bıktık artık Ölülerimizden Dünya onların mı bizim mı acap ? Ölüler yaşıyor dünya onların Öldürelim biz ölülerimizi.
^Açalım istiklâl savaşımızı Onları
Ölüler
sırtımızdan atıp çıplak dolaşalım ölülerini gömsün ve ağlasın 1
*
ölülerinizi gömün ve ağlayın I

Ölüler ______
Dünyamız bize yeter size yerimiz kalmadı
Derdimiz bize yeter size yerimiz kalmadı
Sizi tefsir etmekle yatarlardı bir zaman Biz dünyayı yoğurup ona şekil vereceği: Sinini rüşte varalı istikbâl bize yeter. Size ihtiyacımız kalmadı bize istiklâl
yeter Ölüler ölülerinizi gömün ve ağlayın. Raslh Nuri İLERİ

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

kJ V CJrvy
GÖRÜŞLER
SİYASI HAFTALIK MECMUA
SAĞLAM BİR KADRO İLE BÜYÜK BİR
KÜLTÜR HAREKETİNİ TEMSİL EDECEK
İLK SAYISI 24 KASIMDA ÇIKIYOR
CUMARTESİ
17
KASIM
1945
GÜN
HAFTALIK KÜLTÜR- AKTÜÂLİTE GAZETESİ
YIL : 1
SAYI: 3
10
Kuruş
YENİDÜNYA
İLERİ DEMOKRAT SABAH GAZETESİ
HÜR ve İLERİ BİR TÜRKİYE NAMINA EMEKÇİ. Y U R TS E V E R HALK KİTLELERİNİN FİKİR ve MÜCADELE ORGANIDIR.
25 Kasım sabahı YENİ DÛNYA’yı Mutlaka okuyunuz.
Köylü, İşçi, KüçükEsnaf
ve Münevverler
Türk cemiyetinin İçtimaî ehramını tetkik ve tahlil edecek olursak aşağıdan yukarıya doğru daralan ana kademelerin sıraslyle köylü, işçi ve küçük esnaf gibi üç büyük halk küt* leal tarafından işgal edildiğini görürüz. Bu üç grubun yaşayış sisteminde, içinde bulundukları iktisadi ve İçtimaî şartlarda karşılaştıkları zorluklarda ve her türlü baht ve mukadder ıt şekillerinde tam bir benzerlik vardır.
Ayrı ad taşıyan fakat hayat mücadelesinde aynı saf üzerinde yürüyen, aralarında hiç bir menfaat ve gaye ayrılığı bulunmayan bu üç halk kütlesinin İçtimaî ve İktisadî Kompo ılgyonunun ne olduğunu araş tıralım :
1) Köylü adını verdiğimiz toprak eko no misine l r ğli iu faik kütle •i, büyük arazi sahiplerinin, tefecilerin. Köy ve kasaba bezirg&nlarının geniş çapta istismar ettikleri, hususi küçük m ülklycte bağlı, istihsal tekniği geri müstahsiller grubudur.
Ge rek köylerde, gerek nahiye ve kasabalarda yaşayan, ya tamamen ırgatlık eden, ya 1-20 dönüm arası toprağı işleyen, ya bir kaç keçi ve beş on davarla geçinen ve bu arada her biri bir ayağı toprağa bağlı kalmak suretiyle çeşidli küçük işler gören kütlenin nüfusu benim tahminlerime göre ortalama 15 milyon kadardır.
Yüzlerce yıldanberi toprağı eşe leyerek, dere ve orman kıyılarında yaş kütük ve çırpı toplayarak, davar ve sığır güderek yaşayagelen bu mu-i*
Iplldat l.tlh.al tcknliind. ve kafa-a.nda hiç değl.me. hiç bir İlerleme olmamıştır.
Tıp İlminin en müterakkî asrında yaşıyoruz, fakat köylümüz hâlâ sulfatadan beşka ilâç adı öğrenememiştir. Doktor, dişçi ve eczacının köylerimizin sağlık kadrosunda yeri yoktur. Bu halk kütlesi hâlâ hurafe ve efsanelere dayanan tedavi usulleriyle hayatını korumak zorundadır.
Kövlümüz kültür bakımından tn-mamiyle sıfırdır. On milyonlarca ırgat, yanaşma, sığırtmaç, çoban renç-berln hayat ve yurt bilgisi ancak köyün sınırları İçinde öğrenebildiklerinden ibarettir. 34 bine yakın Icöydc ilkokul yoktur ve hâlâ 2 milyona yakın köylü çocuğu ilk tahsil görmemektedir.
Bu halk kütlesinin satın alma ve istihlâk etme kudreti o derece ekslk-dlr kİ yaşayışının bütün safhalarında hayat ve yeni dünya nimetlerinin hem*n hiç birine rastlanamaz.
2 ) Hayatını, yer altı ve yer üstü] iş sahalarında kiraladığı emeğiyle temine uğraşan işçi halk kütlesinin İçinde bulunduğu İktisadî ve İçtimaî şartların köylü tekniğinden farklı olduğu İleri sürülemez. Hiç bir hayat garantisini, elde edememiş olan, gün-|Uk çalışıp günlük geçinen, çalışamadığı zamnnlar açlığa mahkûm bulunan ve liman hammallığından maden ameleliğine kadar çeşidli İş sahalarında az çok toplu yaşayan bu işçi kütlesinin sayısı yine şahsî tahminlerimi destekllyen resmî ve yarı remi rakkmlara göre 1 milyondan fa»-ladlr.
Büyük şehirlerde ve kanunların daha İyi tatbik gördüğü devlete bağlı işletmelerde çalışan İşçilerin »ağlık ve kültür bakımından •** variyetleri köylüye ve diğer işçilere nazaran biraz daha iyicedir. Fakat her ne olursn olsun bu büyük halk kütlesinin Türk cumhuriyetinin kuruluş ve yükselişindeki payı ile rldr ettiği refah ve kültür payı orasında | derin bir nlsbetsizllk vardır.
Her neresinden bakılırsa bakılsın işçi ile köylü kütlesinin bahtı ve mukadderatı dalına müşterektir.
3) İstihsal ve İstihlâk orgenlzas-yonunun İçinde küçücük sermaysine ve geniş çapta emeğine dayanan ve gayet çeşitli İŞ şubelerine dağılmış
E,al AM MÜSTECAPI.IOÖLU
olarak yaşayan küçük esnafın da mukadderat işçi ve köylü kütlesine |bağlıdır. Bu sınıfında aile efradı bütün Türklyede bir milyona yakındır. Nalbatlıktan, kahvecilinten, hırdavatçılığa kadar yapılan bu küçük esnaf, büyük isiihsal guruplarının emrinde çalışan onlar namına vc menfaatine müstehliklerle temasa geçen bir takım ecirlerden ibarettir.
Köylünün ve işçinin içinde bulunduğu hayat şartlarının tesirinden kurtulmalarına onlar İçin imkân yoktur. Bir nalbandın, bir araba tamircisinin, bir demircinin, küçük bir kunduracının köylü ve işçinin yoksulluğuyla veya refahile sıkı bir ilgisi vardır. Çünkü küçük esnaf, büyük imalâtçı ve müstahsilin ccirl olduğu kadar işçi ve köylünün de baht ve mukadderat ortağıdır.
Şehir ve kasabalar da her yıl 300 bine yakın İlk okul dışında kalan çocukların bir kısmı işçi, bir kısmı da küçük esnaf çocuğudur.. Bu halk kütlesinin de hi^ bir hayat garantisi voktur. Elindeki küçücük sermayesini kaybeder veya çalışamaz bir hale gelirse hiç şüphe yok kİ açlık onun da kapısını çalmakta asla gecikmiyccek-llr.
Görülüyorkl küçük toprak İşletmesine veya küçük sermaye faaliyetine bağlı ve dalma emeğini bu İşletme ve sermayeye yardımcı olarak kullanmağa mecbur olan köylü ve küçük esnaf kütlesiyle İşçi kütlesi arasında saadette ve felâkette daimi b:r berberlik gBj- »rpmuKU/lır la-te bu sebcpİcdirLi her üç halk kütlesinin İçtimaî ve İktisadî kot pozisyonu. hayat sistemi yekdiğerinin aynıdır.
Bu üç kütlenin arasından yatl-şen münevver zümreye gelince; kafa emekçisi adını da verebileceğimiz bu halk kütlesinin de baht ve mukadderatını diğerlerlnkinden ayırmağa İmkân yoktur. İster memur, ister sanatkâr, ister serbest meslek sahibi olsun ancak kafa faallyetile yaşamağa mecbur kaldıkça işçi, köylü ve küçük esnafın İçtimaî organizasyonuna münevverin de katılması zaruridir. Emekçi münevver, bu safların birleştirilmesi işini yürütmek ve bu halk kütlelerinin İçtimaî saadetini temin etmek için onlara önderlik edebilir.
Fakat, içinden yetiştiği halkları İnkâr ederek, onlardan tamamile ayrılarak kendisini ayrı bir zümre halinde yüksekte tutnııya çalışan münevverin böyle bir davada müsbet hiç bir rolü olamaz, olsa olsa o, ya bir manken, yahut ilmini, tekniğini ve sanatını borsa ve sipekülasyon oyunlarda harcayan bir aylaktır.
Hasret
Barışmış silahlarımız, Barışmış cümle bayraklar:
■ Rahatsı»?
Yer bereketinde cömert, gök rahmetinde gani;
BolluB yağıyor arzumuza nlamütenühi
Mahzun değil şarkılarımız.
Akşam garip değili
FakaKalkım daha ağır, ak d.ıha yeşO.
Azâdeyiz merhametinden hatırala-ların özlemiyoruz;
Ve sade yaşıyoruz:
Mehtabı beraber, aşkı beraber.
Bir selâm için uçuruyoruz kuşları: Kanat dolusu şarkı salıyoruz
Sıra dağlar, dağlar aşırı, Günüdür artık.
Yaşamak üstüne ve aşka dair Alabildiğine konuşabilir,
Mes’ultur şair.
N. AK1NCIOĞLU
DÜNYA
EDEBİYAT TARİHİNDE DEJENERELER
DEMOKRAT GENÇLİK FEDERASYONU
1 kasımda Londrada toplanan renk, dil, din ve ideoloji farkları gözetmeksizin yalnız demokrasi lehine ve faşizm aleyhine mücadeleye karar veren dünya gençlik kongresi 10 kasımda dağılmıştır.
63 milletin 30 milyonluk teşkilâtlı gençliğini temsil eden bu kongre sonunda “Dünya demokrat gençlik federasyonu,, kurulmuştur.
Başta üniversite ve yüksek okullar talebesi olmak üzere bütün Türk gençliğinin “Türkiye demokrat gençlik kurumu,, adı altında teşkilatlanmasını barış ve demokrasi savaşına iştirak etmek üzere dünya federasyonuna iltihak etmesini ve hükümetimizin de bu işi kolaylaştırmasını istiyoruz.
Hür, demokrat ve idealist Türk gençliği I Dünya gençlik federasyonunda size lâyık olan şerefli safınızı boş bırakmayınız !
KARA GÜNLERİN DESTANI :
I
Birden bire çıldırmağa başladı Komşunun bahçesinde ağaç, Vapur, meydan, lokomotif, Eski aşkım, ekmek param, İstasyon, iskele.
Fecirle ürperdi şehir Açlı çocuk gözlerini
Ma: ------A-mı
: fjâsmavi gök yüzüne
Anasını görmeden
Müşterinin koynıında Çıktı mektep yoluna Umumhane kapısından.
Ve denize bağlanan sapa yollardan
Koşar adım gidiyor
Fabrikaya, rejiye
Uykuya döşeklerde doy/ımıyan Kara bahtlı çocuklar.
Cahit Saffet IRGAT
Haşan
Bir gözü halhalli avrctde kaldı Biri ateş için efendide
Daha doğru dürüst tütün sorma-sini bilmez Ne anlar pipodan Haşan
Belediyeye güze doğru yazıldı Aklı bir türlü hikmetine ermez Yol boyuna dizilen ağaçların Yel vurdukça dökülür gazeller. Süpürmeyle biter mi.
MEHMET KEMAL
ÖLÜM: — Bana buyurun, ben »ize istediğiniz kadar yatuk bulurum.
CEMİL MERİÇ
Geçen asrın, psychiatrie Litte-ratörüne ferman dinleten, tereddi nazariyesi, feyizli araştırmalara yol açtıktan sonra tarihe göçtü. Bugün, ondan boşalan tahta psy-chanalyse kuruluyor. Mübhem mutalara dayanarak insanlığı iki geniş sınıfa bölen dejeneresans telâkkisi, karanlıklarda emekliyen marazi ruhiyata Morel’in kaleminden fışkıran ilk ışık hüzmesiydi. Magnan, Blin, Regis, G. Perrin çapında büyük otoriteler tarafından desteklenen bu görüş; ceza hukuku, politika ve sosyoloji incelemeleri yaparken Lombrozo nunda azami mikyasta işine yaradı. Dejeneresans nazariyesini, muasır sanat ve edebiyat tarihine tatdik etmek şerefi ise Max Nordau ya aittir, parodoksal hükümler vaktiyle-memleketimizde de bir hayli akisler uyandıran AvusturyalI münekkid’e göre: “dejenereler daima mücrim, anarşist veya zırdeli olmazlar, muharrir ve sanatkâr kisvesine büründükleri de çok vakidir.»
Nardau’nın iki büyük cilt tutan muazzam eseri (La degenerescence) canlı müşahedeler, orijinal görüşlerle doludur. Müellifin geniş kültürü, metin uslûbu, batıl inançları kökünden sarsan pervasız tenkitleri, sakat iddialarına ve tek cepheli hükümlerine rağmen en müşkülpesent okuyucularda hayranlık uyandırmağa kâfidir. Bı mcı cihar; harbinden sonra türeyen kübizm, dadaisme, surrealisme gibi marazi sanat ceryanlannın otopsi si yapı lirken Mordau dan büyük ölçüde faydalanılabilir. XIX inci yüz yıl sonu Fransasını insafsız bir reali zimle aydınlatan ilk fasıl ( sayfa 3 — 14) korkunç dejenerans salgınını haber veren çan sesleridir. İn sana, ulvî Lucrece in Atinadakı vebayı canlandıran mısralarını hatırlatıyor. Muharrire göre, inhilâk uğrayan sınıf, “yüksek sosyete,, yi teşkil eden imtiyazlılar kastıdır, âşıkların sayısını şaşıran zarif hanım efendiler Tolstoi Kreutzer un snatlanna meftundurlar. Şehvetten kuduran dudaklar Lesbos un sodome nin hasretkişi. Borsa dalaverelerinden ve bakara masasından gayri iman tanımayan milyoner veletleri Veriaıne nin Meryem Anaya yaz dığı şiirlerden istiğraftan gözlen
Hakkımdır
Yaşıyan ölülerden bahsederler Ama bvn hiçbir zaman işitmedim ölülerin konuştuğunu Vetfomcdim f . .
' Dolaştığım aramızda^
Yejmek yediğini, . 1 V
Su .içtijljj '.*••. /■'
i Ve güldüğünü.
Kara, kapft^p cahil ^Toprağın altıda bir, Üsfiide bir,, diyen şair;
Toprağın üstünde yaşanabilir ancak Toprağın üstündedir
Hava
Su
Ve ekmek
Sırası gelmişken şunu da söyliyeyim: Yaşamak
Borcum değil,
Hakkımdır benim!..
Sabri SORAN
yaşararak okuyorlar. Büyü, fakirizm. müneccimlik.hortlak hikâyeleri, bahnameler işidilmemiş bir itibar ve merakla kapışılıyor. Bu çöken sınıfın yaldızlı iğrençliklerini, ve ipeklilerle gizlenen ruhi şankırları-nı, ihtiyar bir hekim soğuk kanlılığıyla deşen muharrir, III. cü fasılda teşhisini koyuyor: Dejeneresans. Zira "bozuk düzen insiyaklarını kalem ve fırça ile tatmin eden,, Graphomane lar; kafa taslarında oynıyan faciadan habersiz oldukları için, marazî uyuşukluklarını tevekkel ve feragat felsefesiyle meşrulaştırmağa çalışan, parlak sistemler fabrikatörleri, Hart-mann la Sopenhauer i putlaştıran, kafile kafile Meryem Ana mucizelerini seyre koşan mistiklerde, anar-şit, orospu, ve katil dejenerelerin öz kardeşidirler. Onlar da aynı ruhu - hattâ bedenî • ağrazla damgalıdırlar. Tereddinin, bütün inkişaf derecelerinde iki pisikolojik kökü vardır: Canavarca hodbinlik, azgın bir impülsivite (her hangi bir ilca; boyun eğmek) dejenerelerin manevî damgalarından biri de dizginsiz heyecanlardır. En basit hâdise karşısında dakikalarca güler, sa-atlarca gıçkırırlar. " Bu hastalar boyuna yanıp yakılarak, aynı su. alleri, aynı cevapları çileden çıkaran bir monotonlukla tekrarlamak İhfjya/Mnrlad.rlır l₺»rU -----------
Dejenereler, (orta ve aşağı) stiğmat denilen bir takım bedenî alâmetlerle belli olurlar: Uzvî bi. çimsizlikler, asymetrie (tenazur sez mek) kulaklarda garabet, şaşılık, taşan, dudak, damak dişlerde dû. zensizlik, ve saire cismanı inkişaf, larında göze batan bu aksaklıklar zihni gelişmelerinde de kendini gösterir. Bâzı melekeleri mübalâğalı bir gürbüzlüğe mazharken, ötekiler tamamen dumura uğramış vaziyettedir. Hemen hepsi de ahlâk ve hak mefhumundan habersizdirler. İçle, rinde büyük bir vicdan huzurile cinayet işliyenler (Pritchard Mau. dsley’in, tâbir Moralinsanity) ah. lâkî çılgınlık derecesine varanlar vardır. Bedenî stigmat lardan mü. nezzeholan yüksek dejenerele r, n orml le patalojik arasında geçit teşkil ederler. (BalI la, Maudsley bunlara sınır . bölge sakinleri diyorlar.) Bâ. zı sahalarda parlak bir istidat göstermeleri kabildir. Fakat, kimi telleri kırık bir kemana benzerler.
Nordau, “deha bir nevrose dir„ diyen Laseguc i tasdik ediyor. Fakat o gürbüz dehaların da mevcudiyetine kanidir. Hakikî bir genie, — Goethe gibi — dehasını teşkil eden melekeden mahrum olsa bile zeki ve ehliyetli insan vasfını muha-faza eder. Dejeneresans, asır sonu Fransasmda neuvrasthente hysterie ile ele vermiştir. Sinir hastalan bir. birini aradığından, boyuna sürü sü-edebî ne kollar kuruluyor.
IV. cü fasıl bu çılgınlık salgınının sebeplerine hasred İm iştir. Ekonomik ve sosyal faktörlere inemeyen Nordau çok defa satıhda buca-İıyor. istatististiklere ve akliyeeilerc dayanarak bulduğu âmiller şunlardır: l — tvsemmüm (intoxicatim ) 2 büyük şehirlerdeki yaşayış şartları. 3 Dimağı ve bedenî yorgunluk, 4 — Tekniğin ve medeni, yelin dev adımlariyle ilerlemesinden — Arkası S. 2 de —
— Sayfa 2 2^
GÖN
1? Kasım 1945
Demokrasi Ve Sanat
Edebiyat Tarihinde Dejenereler
USTA ÇIRAK AN’ANESİ VE HIRİSTİYANLIK:
Yağlı boya manasında resim 17 inci asırda başlayıp 18 inci asrın sonlarına kadar, ustadan çıra-ı ğa geçerek ve bütün yeni bilgilerin teknik imkânlarından istifade ederek inkişaf etti.
17 inci asırdan sonra (kökünü economique tesirlerde bulabileceğimiz sebepler yüzünden) -USTA -ÇIRAK - an’anesinin kalktığına ve yerini tamamile ferdi araştırmalara bıraktığına şahit oluyoruz. İşte bu devre, mazisile irtibatını kesen ve esas karekterini gittikçe kaybeden resim san’atının inhitatıdır.
Beş asırlık zuhur ve inkişaf devresi, çırağın ustasından tevarüz ettiği bilgileri daha yüksek bir platforme’a ulaştırması tarihidir. İnhitatın başlıca sebebini bu an’a-nevi tekamül tarzının ortadan kalkmasında ve asırlık bilgilerin - bir tek insan tarafından - bir tek ömür içinde elde edilememesi imkânsız-lığıda aramalıyız.
Mağara devrinin en iptidai çizgilerinden, yağlı boyanın keşfine kadar; resim san’atı bütün diğer ifade imkanları “müzik, edebiyat, heykel v.s. ile beraber insan kitlelerinin uhrevî ve dünyevî fay* dalarına kullanılmış cemiyet tekâ-j mülünün başlıca amillerinden biri olmuştur.
Yağlı boyanın zuhurundan evvelki resimde, usta-çırak karekterini taşıyarak, bütün evvelki dinlerin daha sonra hıristiyanlığm davasını güder. Yağlı boyanın keşfi resini san’atının bu ezeli mahiyetini değiştirmedi, bilâkis onu takviye etti. Resim gene İsa hikâye-;
Kalem ve fırça kullanma tarzından boya imaline, kompozisyon inşasına kadar, bütün teknik bilgileri çırağına devreden usta, dünya görüşünü, dini anlayışlarını, esatir malumatımda ona vermek suretile. şakirdinin fikri inkişafını temin ediyordu.
İNHİTAT:
18 inci yüz yılda bu imkânlar ortadan kalktı. Zaten artık cemiyete faydalı bir müessese halinden büsbütün uzaklaşan Isa dini de, ilham menbaı olmak mahiyetini kaybetmişti. Bu sebepten de inzibatını tamamile kaybeden sanat küçük bir hâkim zümrenin günlük aşk ve eğlencelerini tasvir eden “Pompei,, tabir etliğimiz bir zevk safahat, süs sanatı haline girdi,
Filvaki daha sonralan “Demokrasi» fikri ve ihtilâli, bir mevzu kaynağı olmak istidadını gösterdi-Fakat esas prensiplerine ulaşmadan yokolan bu hareket, reaksiyonunu ancak bir kaç sanatkârda yapabildi. Hatta aynı sanatkârın iki devresinde, demokrasi bayrak-darlığına ve - Napolyon imparatorluğu ile beraber - demokrasiye karşı lâkaydî numuneleri eserlerine rasliyoruz. “Delacroix„ da olduğu ğibi.
Edebiyatta - devri içinde - ileri bir hareket olan romantizm, resim sanatinde kötü bir tesir icra etti. Eskiden tıpkı bir esnaf, bir sanatkâr gibi muayyen zamanlarda a-tölyesini açıp kapayan ve mazbut bir tarzda çalışan ressam yerine, şimdi uykusuz geçen gecenin sabahında yorgun gözlerle kırlarda ilham arayan, derme çatma bir sa-
Haşmct AKAL etzafını kaplayan reel iz.tirabın ihsaslarına yer veriyordu. Devrin içtimai problemlerinin de onun sanatinde yeri yoktu...
Sanatkârın bu çukura yuvarlanması ve sanatin böyle bir devre atlatması zaruri idi. Çünkü tarihin heu sosyal intikal devrelerinde, sanatın bu inhitatı vukua gelir. Meselâ: eski Yunanda Mitoloji, Yunanlıya bir iman vasıtası olmak şeklinden çıkınca, gayesiz kalan sanatta decadance başlamıştır
Elhasıl: her devirde faydasını tüketen Allahla, Allahım kaybeden sanat beraber çöktü.
19 UNCU ASIR :
Bu çöküş vukua gelirken, diğer taraftan yeni içtimai din - demokrasi - gelişiyor. 19 uncu asır ortalarında en ileri şeklini alıyor, bütünleniyordn. 19 uncu asrın bidayetinde inhitattan henüz tamamile kurtulamıyan sanatında, buna büsbütün bigane kalmadığını ve iki koldan, hakikî sanatin ihyası için mücadeleye girişildiğini görüyoruz :
1 — Teknikte “tektük kuvvetlilere raslanmakia beraber., umumiyetle zayif fa*at muhtevada ileri bir mahiyet arzeden, ve yeni dinin yeni fikirlerini vaiz eden sanatkârlar. Bunlar büyük Fransız ihtilâlinden başlayıp, bütün 19 uncu asırda zaman zaman gözükür; (er, en kuvvetlileri:
Colin-Libour. Delacrroix, Hum-bert-Vignot, Benoit Levi, Azema, David v.s. ve daha bir çok peyklerde bunları yüksek bir yekûna çıkarmak mümkündür.
2 — Fikir ve cemiyet mesele-
-rar**
Hürmet ve
derler. Hakikatta işleri bomboştur, tabii ama zenciler, bu tamtakır ka. baklan dini bir korku ile seyreder, onlara ve sahiplerine karşi tazins ve taabbütte kusur etmezler. Tıpkı bunun kibi bomboş malerme, zihni bakımından senegal zincilerinden kat kat aşağı olan senebolistlerin fetişidir.
“(□karşısında diz çökülen su kapağı payesine şifahi sohbetleri sayesinde erişmiştir,, “Kulaklarıda habir dejenere olduğunu isbata kâfidir,. Prerafealiilerin “orta çağcılık ve Neocatholicismi Fransız mistik, lerine onun telâkkileriyle sirayet etti. (Nourdau daha sonra yazdığı Vus de dehores dada aynı gö rüşlere sadık kalmıştır.) Moreas’ı Charles Vignier’yi, Reneghil’i de otopsi masasına yatıran insafsız münekkit irili ufaklı bütün sembo. üstleri dejeneresanla damgaladıktan sonra Tolstoi’ya geçiyor. Boileau ile Faguet’den gayri münekkit ta-nımıyan şarlatan doktorlarımızın yirminci yüzyılın başlangıcında çıkan bu eserden bir hayli ibret der si alacaklarını umuyoruz.
Nordau’nun kullandığı terminoloji eskimiştir. Bir çok hükümlerin zaten — ölü dohmuştur. Tezatlar içinde bocaladığı muhakkaktır. Eko nomik ve sosyal amilleri ihmal ettiğinden çok defa satıhta kalmıştır. Ferdî ksikolojinin cılız ve titrek {şığı, büyük cemiyet meselelerim baştan başa aydınlatamaz.
Fakat eseri, bütün kusurlarına ciddi emeklere dayanıyor. Edebiyat tarihinde yeni ufuklar, (hiç değilse) patikalar açıyor. Hakiki bir sanat, kâr ustalığıyle çizdiği dejenere port relerinde kendi şairlerimizden bazı-lannı tanıyor gibi oluyoruz. Nordau yu Tolstoi yun Vagner’in ve sem- | bolistlerin hem hayranları, hem de I x düşmanları okumak zorundadırlar.
>ıeTes«;nni‘ almakla mejgur. oğlan-- |f. r«l>ettiriy..r - bir b?ll
Birden doğan yeni durumlar karşısında in. tibıık güçlükleri.
Rakamlar vecitation larla dolup taşan bu mübahs, meselenin ancak tek cephesini aydınlatabiliyor. Bununla beraber merak ve alâka ile akunmağa lâyıktır.
İkinci kitap "mistisizm,, in pisi . kolojisini incelemektedir. Zira: Deje-nercsansın belli başlı sıymptome lerinden biri de mistizismdir. „ Mistikler hâdiseler arasında görünmez ve esrarengiz bağlar, karanlık ve meçhul kudretler tevhim eder, sen. bullere dayanarak gizli hakikat, lan keşfe çalışırlar. Adetâ mietik, endişe verici maskelerle kuşalılıd Bunların ardından rnuammk alot gözler belirir. Ona göre: eşya göründüğü şekilde değildir. „ Hat vakalarda bu marazi hal bir sam ( hal-lucination) mahiyetini alır. O zaman mistik lâhutî sesler duyar ve garip hayaletler duyar.
Muharrir mistizismin mâna ve mahiyetini bu surette belirttikten sonra, pisiko - fizyolojinin (o devir, deki) mutalarına dayanarak, sağ. lam ve şuurlu düşünce ile, sakat ve hasta tefekkür arasındaki ayrılıkları sıralıyor.)
Bu ikinci kitabın ikinci faslı Preraphacliteler serlevhasını taşır. Donte - Gabriel, Rossentti, Helnıan Hunt, Millais isimli üç ressamın 1848 de kurduğu P. R. B (prerap-haclite kardeşlik) cereyanını, bu mektebe katışan (Svviburne, Wılli-am Morris) gibi şairlerin tereddi arazını esirlerine ve hayatlarına dayanarak izah eder. Muharrire göreP. R. B, Fransız Ansiklopedist-lerine has zihniyetin bir tepkisi mahiyetinde olan Alman Romantizminin torunudur.
i..,ı .'^‘^ıTiirı llilıilh^’mı^rM
Devanı — da - zaruri olan . dini renklere bü- 1 ründü. Ingiliz milletinin bilgiye karşı duyduğu aşk hinduetion felsefesini ' yaratmış hem ispirtizmayı doğur- ! muştur, insanlık Bacon’nun, Harvey'i ; Newtona, Locke’u... Onlara borç, ludur amma Bünyan’lar, Berkley’ler sürüsü vc guaker’ler puroitin’ler, medyumlarda onun sinesinde ge. lişti. Salgın halindeki tereddi ve hystei’nin ilk alâmeti 1840 daki Oxford hareketinde göründü. De. jenere, hysterigııe Ingilizlerin dini heyecanı sanat sahasında en beliğ ifadesini pererafa elizmde buldu.
Hacmimizin müsaadesizligi 56 büyük sahife tutan bu ehemmiyetli | mephasi şimşek hızile geçmemizi icap ettiriyor. Modern şiirin patolojik köklerini araştıran her mü. nekkit bu özlü sahifeleri — mübalâğalı, paradoksal ve tek cepheli hükümlerine rağmen — dikkatle okumak zorundadır. Avrupa ede. biyatını bütün cephelerile tanıyan muharrir müteakip fasıida symbo. liste’lere geçiyor. Bu mektebin inkişaf grafiğini büyük bir isabetle çizen Mordau, mistisizim ve irtica kokan bu cereyanı (pek haklı olarak) dejeneresance’ae bağlıyor. 75 sahifeyi kucaklıyan bu özlü ve ber. rak elüd münevver gençliğin ezberlemesi gereken vecizelerle doludur. İlme saldıran dejenerelerin yüzünden maskelerini sıyıran Nordau, metafiziğin kısır ve zehirli çiçekleri yanında, tecrübe ve rasyonal araş* firmaların vücut besleyici ve mübarek meyvelerini, hakiki bir mümin vecdile sıralıyor. "İlmin iflası» tabiri cizvetlerin korduğu bir iftiradır. Sembolizmi kuranların çoğu bozuk zekâlarını cizvit mekteplerinde zehirlediler. “İmana dönüyorum çün.

lardari biri koşar, anasının kızarık burnundan evvel getirdiği yüke bakar, sırtiayıg içeri alır; derken öteki yetişir, lâhzada ğerlerinin yardımile içeri çekilir. Karın yarım saat filân bir o günkü havadislerin derecesine göre, uzun veya kısa, dayak fasılları başlar. Çığlıklar, nağralar... Kalfa hanım, kocaman avuçlarile bir indirdi mi, allah yarattı demez; pestilini çıkaıar. Çocuklarının terbiyesini ihmal etmez. Üstleri başları başları her gün biraz daha düzelir, yemenilerinin altı delinmeden bir yenisi alınır. Büyük oğlana, artık vakti gelmiştir, beyaz tarablus kuşak, seten don, ipek çizgili mintan yaptırılır. Kimisi haylaz çıkar okumaz; Kimisi ilk mektebi birincilikle bitirip, anasının iltimasile, Vilayet sanat okuluna yazdırılır, Onun arkasından gelen allâme, yine anasının kendisini İstanbulda okutacağını sağda solda anlatır. Herkes parmak ısırır. (Zinganlı Kalfa hanım) bu, yapar mı yapar. E.. Herkes hatırını da sayar hani. Onun çalışkanlığı, çocuklarına fedakârlığı ta vilâyetlere kadar sürer, gider. Vali görmek ister, deftardar merak eder... Kalfa bir gitti mi, on gün görünmez. Fakat evin nafakası evvelden hazırlanıp büyük oğlanın eline emanet edilmiştir. O, sabunu yan fiatına okulsa da bulguru ziyan etse de, kalanı çocukları bol bol doyurur.
Kalfa hanımın Vilâyetteki işi uzadıkça içi bozuklar bir lakım lâf lar çıkarmaktan da utanmazlar. Türlü dedikodular ederler. Lâkin kasabasının ileri gelenleri, müftüsü, belediye Reisi, şusu busu, bilirler ki, bu kahraman kadın, evlâtlarının nafakasını tedarik etme yolundadır. Ya civar kazalara geçip pazar yerlerinde dokuma bez sa-
haber alan di-kahraman ana doyurmak için moladan sonra
fta
nin mihrabında bağda* kurmuş Buda’ nin huzurunda yılan kemiksiz. çırilÇip" I lak diller, buhurdan tütsüleri içinde Atina’lı delikanlılar latarnasını çalarken, bir Yunanlı dilber kulaklarımıza «İlk bir işveyi «özlerimize cilveyi he-diye ediyor"
Fakat durunda nrtık düğmeyi çe-vnrmeyln. Çünkü burası Ankara rad-yosui'.Yani plak radyosudur’ İsterseniz çevirin. Türk sesi ve Türk müziğinden başka her şey bulabilirsiniz Bu düğmeyi çeviren bir yabancı, bi’ zim onlara verdiğimiz hükmü bizim için veremez. İşte bu ses. Türk sesi diyemeyiz. Mesele alaturka da alafranga dâvasş değildir. Çünkü alaturka alafranga veya her çeşit müziğin şaheserleri bir şahikada telakki ederler.
Bu istasyon yn plak çalar yahut gldiyo, geiiyo yahutto yapacanrn gibi diksiyon hntalnrlle dolu uyku ilâcı konferanslar verir. Arada sırada propaganda için yaptığını belli eden, propagandanın en iptidaî örneklerile bizi harap, arlık bir son vermek zamanı çoktan gelmiştir. Tek İstasyonumuzu nasıl olsa dinlemeğe mecbur olduğumuzdan ve halkın reyine lüzum olmadığını sanıyorlarsa aldanıyorlar.

tıyordur, ya da piriç’te iyi bir gündelikle çapacı yazılmıştır. Nerdcyse dönüp gelecektir. Hakikaten de öyle olur. Günlerden bir giin, Kalfa hanım, bir araba dolusu yükle, evi nin önünde biter. Oğlanlar derhal çalışmaya başlar, yiğit ana el üstünde içeri taşınır. Çuvallar çıkınlar kapının arkasına istif edilir. Büyük oğlan kalfanın kat kai mintanlarının, çepkenlerinin, dokuma gömleklerinin katlarını kaldıra kal-dıra kaldıra, elini anasının derisine doğru uzatır. Orada, her biri bir testi büyüklüğünde, terden sırsıklam olmuş memelerin lam ortalık çukurunda, sucuk gibi bir meşin cüzdan vardır. Onu çıkarır, yağlı fitilini açar, paradan patlı-yacak gibi şişmiş gözlerin birinden bir ıslak beşlik çıkarıp arabacıya verir. Kapı kapanır.
Ne demeli ? Bu kadın cennetlik
rahmetli Feyzi ağanın körpe kızı alı ndıktan sonra işler büsbütün ilerler. Kalfa ana yan gelip köşe kdısı yapacak yaşta olmasına bakmıyarak habire seyahatlere çıkar, vilâyet yollarını aşındırır. Sürter, koşar, ikinci oğlan için kız aramağa başlar, üçüncüsü iki yıldır Istanbul mekteplerinde okumaktadır. Evde halıdan geçilmez, kışa küp küp pekmezlerle, turşularla girilir. Arka bahçede bir iki kuzu beslenir ve erişte torbaları ahırı baştan başa çeviren rafları doldurup taşırır. Hey gidi koca kalfa hanım... Acap senin gibisi bir daha yetişir mi ?
Yetişmez, yetişmez ama elin, ağzıda durmaz; hatta harekete bile geçilir.
Kasabada sanki başka iş yokmuş gibi, kalbur üstüne gelir ne kadar fesat, külhanbeyi, fiskoseu adam varsa hepsi bir araya geldiler ve kalfa hanımın Vilâyet merkezinde ne işler gördüğünü gözlemeğe karar verdiler. Arası çok sürmedi, kalfa gene bir yolculuk hazırlığına başladı, tertibat aldılar, arkasına takılıp gidecek olanlar, vilâyette bunlara katılacak olanlar falan filan alesta, hazır oldular.
öylesine ki kahraman koca şehrin dış çizgisini daha aşmadan etrafın toz dumanı içinde, eşek, at sürüleri arasında bir takım beli bükük adamlar, kıpırdamağa başladı. Kalfa ana iri gözlerini iki yana devire devire yürüyordu. Geçtiği sokakların çoğunu, vilâyetin halis muhlis yerlisi olan takipçilerden bile ilk defa görenler vardı. Gitti, gitti. Saçakları sokağa doğru sark-mış.sundurmaları kalın direklerle tutturulmuş, kapıları demir tokmaktı evlerin aralarından geçti. Buraları öyle temhalıktı ki, takipçiler, onun bir köşe başında kaybolacağı saniyeye kadar, bir evvelki kÖ-
zim kulağımız deliktir yeğen... Hadi dalın içeri.»
Tek tek kapıdan süzüldüler, önlerine çıkan, karanlık, dik. basamakları su gibi, sallanan merdiveni tırmandılar, önü kafesli bir divanhane, bir tarafta sıradan üç, dört oda kapısı.. Tıss... Ses yok. Derken odalardan biri açıldı. Kaşlarına birer kalem rastık çekmiş, kalçalı malçalı, gençten bir gelin çıktı. Kalabalığı şörünce’-
"Abovvv... dedi, taburla mı geldiniz?,,
ötekiler parmaklarila (susss) işareti verdiler. İçlerinden biri, ah o kör olası fesat kanbur Veli, kadının dibine sokuldu:
“Bize diyiver, şirin bacı, dedi, kalfa hanımım odası nire?„ Kadın şaşalar gibi oldu, başını iki tarafa salladı, sonra söylendi:
“Bakındı hamam anasına, artık sürü ih getirmeğe başladı. Allah için dayanıklıdır da... Neme gerek. Nah şura, şu orta oda..,.
Hepsi, pısır pısır, sösterilen odanın kapışma yaklaştılar. İçerden kısık sesler geliyordu; daha evvelden karar vermedikleri için ne yapacaklarını pek bilemiyorlardı. Ama bir iki saniye geçmeden, kalfa ananın, o herkesin kulağında izi olan yiğit sesi duyuldu:
"Ulan, nideceksen et, şimdi belini kıracağım. Çabuk ol, işim var...»

DERGİSİ
Yepyei bir şekilde Yakında çıkıyor
- 10 KURUŞ -
17 Kasım 1945
G O N
HIK Â Vfe
Kahraman Bir Ana
Bütün kasaba halkı, eğer soran olsa, bu kadının bir çok erkeklerden daha babayiğit olduğunu söylemekte tereddüt etmezdi. Etrafı çepeçevre fındık altınlariyle ve mavi boncuklarla süslü kızıl fesinin altında kocaman kulaklı, geniş alınlı ve iri iri siyah gözlü bir kafası vardtrki, bu tarafların dağlarını bir zamanlar haraca kesmiş olan (Deli Murad) m kafasından daha gösterişliydi. Deli Murad’ın kafası deyip geçmeyin; o kafayı jandarma gediklisi Ali Osman çavuş dikili doruk boğazında, bir gece yarısı sahibinin göğdesinden kesip almış, getirip Hükümet konağının önünde bir sırığa dikmişti de, cümle âlem, korkudan titriyerek, üç gün, üç gece seyretmişti. E bu kadının her hali de (Deli Muradın haline benzerdi hani.. Fırsat elverse dağa çıkacak; kocasının ölümünden sonra ekmeği kesilen bir sürü çocuğun nafakasını martin kuvveti-le kazanacaktır. Lâkin zaman müsaade etmedi; Jandarma çoğaldı; dağların havası koklanmaz oldu. Bu kadında evinin ekmeğini namusu dairesinde elde etmenin yolunu tuttu.

kısır ve mağrur şiir kralı büyük bir şair savılmasına ve 50 si ni aşmış bulunmasına rağmen, aşağı yukarı hiç bir eser vermemiştir.
Aenegal zencilerinin sihirbazla, n, bu zavallılara sepetler ve su kabaklan gösterip içlerinde kudretli bir fetiş saklı olduğunu söyler.
derler. Hakikatta işleri bomboştur, tabii ama zenciler, bu tamtakır ka. baklan dini bir korku ile seyreder, onlara ve sahiplerine karşi tazins ve taabbütte kusur etmezler. Tıpkı bunun kibi bomboş malerme, zihni bakımından Senegal zincilerinden kat kat aşağı olan senebolistlerin fetişidir.
“Okarşısinda diz çökülen su kapağı payesine şifahi sohbetleri sayesinde erişmiştir,, "Kulaklartda habir dejenere olduğunu isbata kâfidir,, Prerafealiilerin “orta çağcılık ve Neocatholicismi Fransız mistik, lerine onun telâkkileriyle sirayet etti. (Nourdau daha sonra yazdığı Vus de dehores dada aynı gö rüşlere sadık kalmıştır.) Moreas’ı Charles Vignier’yi, Reneghil’f de otopsi masasına yatıran insafsız münekkit irili ufaklı bütün sembo. Üstleri dejencresanla damgaladıktan sonra Tolstoi’ya geçiyor. Boileau ile Faguel’den gayri münekkit ta-nımıyan şarlatan doktorlarımızın yirminci yüzyılın başlangıcında çı. kan bu eserden bir hayli ibret dersi alacaklarını umuyoruz.
Nordau'nun kullandığı terminoloji eskimiştir. Bir çok hükümlerin zaten — ölü dohmuştur. Tezatlar içinde bocaladığı muhakkaktır. Ekonomik ve sosyal amilleri ihmal et. fiğinden çok defa satıhta kalmıştır. Ferdî ksikolojinin cılız ve titrek {şığı, büyük cemiyet meselelerini baştan başa aydınlatamaz.
Fakat eseri, bütün kusurlarına ciddi emeklere dayanıyor. Edebiyat tarihinde yeni ufuklar, (hiç değilse) patikalar açıyor. Hakiki bir sanat, kâr ustalığıyle çizdiği dejenere portrelerinde kendi şairlerimizden bazı-lannı tanıyor gibi oluyoruz. Nordau yu Tolstoi yun Vagner’in ve sembolistlerin hem hayranları, hem de düşmanları okumak zorundadırlar.

Adına (Zingali kalfla hanım) derlerdi. Biz yetiştiğimiz zamanda, daracık zamanda en büyüğü yedi, en büyüğü de on altı yaşında, beş çocuğu vardı, Hepsi dc oğlandı. Arada bir iki de kız olmuşsa da bu kadın kız evlâdı sevmezmiş, taliî yardım mı etmiş ne olmuş, hepsi birer ikişer aylıkken, hakkın rahmetine kavuşmuş. Kocası için çok iyi söylerlerdi. Halim, kuzu gi- 1 bi, ensesine vur, lokmayı ağzından al, bir adammış. Ufak tefek gövde- 1 si, y ere değru sarkık, sarı bıyıkla-1 rı, limon kadar kafası varmış. Nasıl oimuşşa da bu dağ gibi kadını almış, kimse bilmezmiş. Neyse, bu adamcağız günün birinde bir kazaya kurban gitmiş. Ellehem, galiba azgın atlı bir araba çiğnemiş. Kalmış mı (Zingalli kalfa hanım) zınk diye ortada, öteye salmış, beriye salmış, evde ne varsa pazara döküp satmış, bir ara harmanlarda çalışmış; lâkin beş boğaz çocukla en aşağı üç boğaz kedisini bir türlü doyuramamış, Yardım mardımla olur iş değil. Konu komşu çare düşünür görünerek, hakikatte meraktan çatlıyarak, beklerlermiş, kalfa hanım ne yapacak diye. Oğlanlar gün günden büyür, dertleri çoğalır mekteb, kitap isterler, don, gömlek isterler, kolay mı? Kahraman ana sağa koşar, sola koşar, akşamları geç yakit geç vakit kapısının gıcır- I tısını işiten pencereye abanır: Nasıl geliyor diye. O, sırtında koca bir zembil, bazı bir küçük çuval, harar, çıkın, ter, geniş, tombul yanaklarından mermer ’ğerdanına sı-za sıza, eşiğe çökmüş, ilk kgcaman
' ııcfv>?7.;>i
lardan biri koşar, anasının kızarık burnundan evvel getirdiği yüke bakar, sırtlayıg içeri alır; derken öteki yetişir, lâhzada haber alan di-ferlerinin yardımile kahraman ana içeri çekilir. Karın doyurmak için yarım saat filân bir moladan sonra o günkü havadislerin derecesine göre, uzun veya kısa, dayak fasılları başlar. Çığlıklar, nafralar... Kalfa hanım, kocaman avuçlarile bir indirdi mi, allah yarattı demez; pestilini çıkarar. Çccuklarının terbiyesini ihmal etmez. Üstleri başları başlan her gün biraz daha düzelir, yemenilerinin altı delinmeden bir yenisi alınır. Büyük oflana, artık vakti gelmiştir, beyaz tarablus kuşak, seten don, ipek çizgili mintan yaptırılır. Kimisi haylaz çıkar okumaz; Kimisi ilk mektebi birincilikle bitirip, anasının iltimasile, Vilayet sanat okuluna yazdmlır. Onıın arkasından gelen allâmc, yine anasının kendisini Istanbulda okutacağını sağda solda anlatır. Herkes parmak ısırır. (Zinganlı Kalfa hanım) bu, yapar mı yapar. E.. Herkes hatırını da sayar hani. Onun çatışkanhgı, çocuklarına fedakârlığı ta vilâyetlere kadar sürer, gider. Vali görmek isler, deftardar merak eder... Kalfa bir gitti mi, on gün görünmez. Fakat evin nafakası evvelden hazırlanıp büyük oflanın eline emânet edilmiştir. O, sabunu yarı fiatına okutsa da bulguru ziyan etse dc. kalanı çocukları bol bol doyurur.
Kalfa hanımın Vilâyetteki işi uzadıkça içi bozuklar bir takım lâf lar çıkarmaktan da utanmazlar. Türlü dedikodular ederler. Lâkin kasabasının ileri gelenleri, müftüsü. belediye Reisi, şusu busu. bilirler ki, bu kahraman kadın, evlâtlarının nafakasını tedarik etme yolundadır. Ya civar kazalara geçip pazar yerlerinde dokuma bez sa-
I

HAFTADA BİR:
Bizim Radyomuz
AZİZ NESİN
Radyomuzun düğmesini çeviriyoruz. kulağımıza gelen çok hareketli gayda sesinden, çalan Bulgarin yüzünü seçebiliyoruz. Düğmeyi biraz daha çevirince, reçineli teller üzerinde yayının her harekctlle Tuna dalgalarını konuşturan Çigan bembeyaz dişlerde yüzünüze gülüyor bir başka dalga üzerinde, ehrama doğru ilerleyen vc kızgın çöl kumlarını incitmekten korkar gibi yavaşça yere basan develerin kervanını görüyor ve mü-tevekki I arabın yalelli! duyuyoruz.
Başka bir dalga uzunluğundan kulağımıza çarpan sesin aynasında, da. Sen nehrini vc Eyfcl kulesini buluyoruz: Parisli apaş kasketini yıkmış, ağzını kulaklarına kadar açarak bize dü" geceki hovardalığından bir şarkı okuyor: vc İşte burası Madrlt tir diyoruz, çünkü İpekli şalı boynumuzda, geceden siyah saçlarında, dudağından kızıl bir karanfil zeytin tanesi gözlerile şehvetli sıcak kanı ve dolgun vucudÜ ile ihtirası gözlerimize sunan Ubanyol kızının mahir parmaklarındaki kastanyatln sesi knla-ğımızda vc bu ses bizi Madrit’e götürüyor. İşte Arap kanından melezlenmiş Ispanyol kızı, yelpazesiyle yanağındaki beni gizleyerek göz kırpıyor. Çevirin radyonun düymesl-ni: Vest Minister kiliseinin yüksele duvarlarında akseden org sesinden vc bu korodan buhurdan vc günlüğü kokluyoruz’ İşte şimdi duyulan lrlandalTnm millî şarkısdır. Kısa etekli ve haşin tabiatlı İrlandalIlar halka olmuşlar, bir çeşit hora tepiyorlar.
Esirleri olan bir beyaz insanı meydandaki ateşte kuzu kızartmasına çevirecek olan Afrika yerlilerinin kudümzll ve sevinç çığlıklarını asrımızın Amerikan medeniyetine he-I diye ede» cazı duydunuz mu ?
Abanoz bacaklarını ılık denize «eklim.,. siyah kır çiçekle-
rinden taç giyinmiş Haylili nin ... »I duyuyormusunuz uzaktan bir kllar ona cevap veriyor.
Düğmeyi biraz daha çevirin: işte bir Hintli fakir çatallı dilini ru, şahlanmış kobra yılanına tl“ r.ı,.
„i„ Mihrabında bağda, kurmuş Buda „,n huzurunda yılan kemik, «. Çin Ç>P l.k diller, buhurdan tütsüleri İçinde Atlna-l! delikanlılar laternasını çalar ken, bir Yun.nl. dilber kulaklar.»». .İlk bı'r lşvry> güzlerimize '“«r1 hc-
Fakat durunda artık düğmeyi Ç«-vnnneyin. Çünkü bur... Ankar.ı r.d-yoau. Yani plak radyosudur l.terae nlz çevirin. Türk sesi ve Türk müzl finden başka her şey bulabilirsiniz Bu düğmeyi çevire» bir yabancı, bl zira onlara verdiğimiz »’ükmu bizim İçin veremez. İşte bu ses. Türk ses diyemeyiz. Mesele ılaŞnrk» da a af-ranga dâva.Ş değildir. Çünkü ri.tar k» alafranga veya her çeşit müziği «beserleri bir şahikada telakki ederler. Bu İstasyon ya pl»k ç»l"r y»b“ gldlyo, geiıyo y.hutl. y-pac.am Ş.hf diksiyon hntalarlle dolu uyku İlse, konferanslar verir. Arada sırada pro paganda için yaptığın. b'n'.P" pagandasın e» IpHdsl »rneklerlle Mzl harap, arlık bir son vermek .amanı çoktan gelmiştir. Tek İstasyonumuzu nasıl olsa dlniemefe mecbur olduğumuzdan ve halkın reyine lüzum olmadığım sanıyorlarsa aldanıyorlar.
Bizim Ansiklopedimiz
MUHTEKİR — İkinci Cihan Harbinin yenilmez ordularının baş komutanı. Fakir mahallelerde dolaşan bir rivayete göre de Azrail’in cr-kânıharbiye reisi.
FAKİR - Bütün bankaların en sadık gece bekçisi.
NAMUS — Nasrattin Hoca’ya göre, fincancı katırlarını ürküten bir heyulâ. Bize göre, hammalın semeri, emekçinin nasırı, münevverin beyn.
KİTAP Bazan, eslıha-i memnuadan ma’dut eşya. Bazan da alınıp rafa konan limon gibi bir şey..
ZEYTİNYAĞI — Bir numaralı halk düşmanı,
FİAT Kendini kaydı hayat şarlile nasb eden bir diktatör.
REÇETE Ölüm yollarını gösterir bir tıp haritası.
DOKTOR — Tıbbiyenin mimarlık şubesinden mezun olanlara verilen isim. Bazıları apartıman inşaatında mütehassıstırlar.
ECZACI Gayet ketum bir insan sır saklamasını bildiği ilâç saklamasını da bilir.
POLİTİKA - Bazı memurların vekâlet emrine alınmasını laştıran gayri siyasî neşriyat!
MEMUR Otuz yılda eskiyen son. derece dayanıklı bir
EMEKLİ - f ‘ - .
darik edenlere de raslanılmaktadır.
TAHSİLDAR - Gelişi de gidişi gibi azap veren bir misafir.
DÜZELTME: 2 nci sayımızda Atom ölüm diye dizilmiştir düzeltiriz.
kadar
kolay-
aba.
Sandalyesiz nazır, içlerinde, oturacak bir sandalye te-
tıyordur, ya da piriç’te iyi bir gündelikle çapacı yazılmıştır. Nerdeyse dönüp gelecektir. Hakikaten de öyle olur. Günlerden bir gün, Kalfa hanım, bir araba dolusu yükle, evi nin önünde biter. Oğlanlar derhal çalışmaya başlar, yiğit ana el üstünde içeri taşınır. Çuvallar çıkınlar kapının arkasına istif edilir. Büyük oğlan kalfanın kat kai mintanlarının, çcpkenlerinin, dokuma gömleklerinin katlarını kaldıra kal-dıra kaldıra, elini anasının derisi-ne doğru uzatır. Orada, her biri bir testi büyüklüğünde, terden sırsıklam olmuş memelerin tam ortalık çukurunda, sucuk gibi bir meşin cüzdan vardır. Onu çıkarır, yağlı fitilini açar, paradan patlı-yacak gibi şişmiş gözlerin birinden bir ıslak beşlik çıkarıp arabacıya verir. Kapı kapanır.
Ne demeli? Bu kadın cennetlik
değilde nedir? Siz o ağzı kara komşulara bakmayın, onlar kıskançlıklarından ne edeceklerini bilmezler de, türlü rivayet çıkarırlar. Her birinin zebellâ gibi kocası, oğlu, babası olduğu halde, sofralarında bulgur aşından başka bir şey görünmez de, kalfa hanımın sofrası hoşafsız kalkmaz ortadan... Büyük oğlana kasaba ileri gelenlerinin bile parmaklarını ağızla
i rahmetli Feyzi ağanın körpe kızı alı ndıktan sonra işler büsbütün ilerler. Kalfa ana yan gelip köşe kdısı yapacak yaşta olmasına bakmıyarak habire seyahatlere çıkar, vilâyet yollarını aşındırır. Sürter, koşar, ikinci oğlan için kız aramağa başlar, üçüncüsü iki yıldır İstanbul mekteplerinde okumaktadır. Evde halıdan geçilmez, kışa küp küp pekmezlerle, turşularla girilir. Arka bahçede bir iki kuzu beslenir ve erişte torbalan ahırı baştan başa çeviren rafları doldurup taşırır. Hey gidi koca kalfa hanım... Acap senin gibisi bir daha yetişir mi ?
Yetişmez, yetişmez ama elin, ağzıda durmaz; hatta harekete bile geçilir.
Kasabada sanki başka iş yokmuş gibi, kalbur üstüne gelir ne kadar fesat, külhanbeyi, fiskoseu
I adam varsa hepsi bir araya geldi- I ler ve kalfa hanımın Vilâyet merkezinde ne işler gördüğünü gözlemeğe karar verdiler. Arası çok sürmedi, kalfa gene bir yolculuk .
| hazırlığına başladı, tertibat aldılar, arkasına takılıp gidecek olanlar,
| vilâyette bunlara katılacak olanlar j i falan filan alesta, hazır oldular. | öylesine ki kahraman koca şehrin dış çizgisini daha aşmadan 1 etrafın toz dumanı içinde, eşek, at sürüleri arasında bir takım beli bükük adamlar, kıpırdaınağa başladı. Kalfa ana iri gözlerini iki yana devire devire yürüyordu. Geçtiği sokakların çoğunu, vilâyetin halis muhlis yerlisi olan takipçilerden bile ilk defa görenler vardı. Gitti, gitti. Saçakları sokağa doğru sarkmış,sundurmaları kalın direklerle | tutturulmuş, kapıları demir tokmaktı evlerin aralarından geçti. Buraları öyle tcmhalıktı ki, takipçiler, onun bir köşe başında kaybolacağı saniyeye kadar, bir evvelki kö- |
şe başını bırakmıyorlardı. Bir de baktılar, kalfa viran bir evin önünde duraklıyor. Akşam karanlığı da basmak üzere. Kadın, o tenhalığa rağmen, iki tarafa kafasını devirdi, kolaçan etti. Sonra alışık tilki tavrile kapının ipini çekip girdi, acele kapadı. Berikiler hemen oraya biriktiler, Fiskos, fiskos...
"Canım, dedi birisi, ben burayı biliyorum. Kırk yıllık Ayşe nine-d>»-jJir CıJ» U——
zim kulağımız deliktir yeğen... Hadi dalın içeri. „
Tek tek kapıdan süzüldüler, önlerine çıkan, karanlık, dik, basamakları su gibi, sallanan merdiveni tırmandılar. Önü kafesli bir divanhane, bir tarafta sıradan üç, dört oda kapısı.. Tıss... Ses yok. Derken odalardan biri açıldı. Kaşlarına birer kalem rastık çekmiş, kalçalı malçalı, gençten bir gelin çıktı. Kalabalığı şörünce:
“Abovvv... dedi, taburla mı geldiniz?,,
ötekiler parmaklarila (susss) işareti verdiler. İçlerinden biri, ah o kör olası fesat kanbur Veli, kadının dibine sokuldu:
"Bize diyiver, şirin bacı, dedi, kalfa hanımım odası nire?„ Kadın şaşalar gibi oldu, başım iki tarafa salladı, sonra söylendi:
"Bakındı hamam anasına, artık sürü ih getirmeğe başladı. Allah için dayanıklıdır da... Neme gerek. Nah şura, şu orta oda..,. Hepsi, pısır pısır, sösterilen odanın kapısına yaklaştılar. İçerden kısık sesler geliyordu; daha evvelden karar vermedikleri için ne yapacaklarını pek bilemiyorlardı. Ama bir iki saniye geçmeden, kalfa ananın, o herkesin kulacında izi olan yiğit sesi duyuldu:
"Ulan, nideceksen et, şimdi belini kıracağım. Çabuk ol, işim var...M

DERGİSİ
Yepyei bir şekilde Yakın-da çıkıyor
- 10 KURUŞ -
Lena Yayınevi
Milli eğitim yayınları — Oniveraite yayınları. Yüksek. Lise, orta, ilk okul kitapları
Her çeşit mecmua ye kitap
Aradığınız her eseri
Lena Kitabevi’nde bulabilirsiniz.
Beyazıt Meydanı No: 162
Posta Kutusu: İstanbul — Beyazıt 23
GÜN
HAFTALIK KÜLTÜR VE AKTÜALİTE GAZETESİ
Neler Okuyorsunuz ?
1 — Hayal bilgisine göre seçme OKUL ŞİİRLERİ.
2 — En güzel okul şiirleri
3--Aritmetik bilgi ve problemleri
Çantanda bu üç kitap yoksa okul kitapların eksik demektir. Hemen birer tane al.
İŞÇİ DÜNYASI:
ÇIRAKLIK MESELESİ
PORTRELER :

FETHİ KARAKAŞ
Bir ithalâtçının, bir atölye şefinin veya bir amelenin mesleğinin tatbiki cihetlerini diğer bir şahsa öğretmek ve kararlaştırılmış müddet ve şartlar içinde birlikte çalışmak mecburiyetine “ÇIRAKLIK MUKAVELESE denir. İş öğretenee USTA, iş öğrenene de ÇIRAK adı verilir.
Eski iş rejiminde çıraklık sınaî teşkilâtın temel taşı idi. Kooperatif nizamnameleri bunu inceden inceye kaideleştirmişti. Çırak ile usta veya patronun karşılıklı vecibelerini taşıyan yazılı mukaveleler korparasyon arşivlerinde saklanırdı. Bizde de dahilik teşkilâtının buna ait hükümleri fütüvvetnamelerde yazılıdır.
Fransa’da 1791 de korporatif rejimi ortadan kaldırılıp yerine mutlak iş hürriyeti gelince çıraklık ka-rekterini tamamen kaybetti. Gerçi çıraklar yine alınıyordu. Fakat artık onların mesleki terbiyelerile uğ-
RAKAMLAR ve GERÇEKLER: B 1939 yılında İstanbul Ticaret Odasında kayıtlı 1853 şirket ve 6040 kredi ticarethane, 574 simsar ve tellâh vardı.
| Yine 1939 yılında İstanbul vilâyeti mezbahalarında 46666 davar, 9385 sığır kesilmiştir. Bunların et yekûnu 24049365 kilodur.
kilodur. Halbuki bütün
gramdır.
olduğuna göre bir yıl içinde nüfus başına düşen et miktarı orta-lnma 29
Türkiye halkına ayni yıl içinde düşen et miktarı nüfuz başına 4 kilo 300 „
İstanbullular diğer şehir ve köylü nüfusuna göre 7 defa fazla et yiyebilmektedir. Fakat okuyucularımız bu arada her gün et yiyenlerle bütün sene et yemiyenlerin hatırlıyarak bu rakamlardan ona göre neticeler çıkarabilirler.
■ 1939 yılında bütün *s,anbu| sinemalarına 6899455 seyirci girmiştir. Ayni yılın tiyatro seyirci sayısı ise 294514 tür. Bu miktarın 184760 ı şehir tiyatrosuna aittir.
B 1939 yılında İstanbul'da çeşitli 541 yangın olmuş, bu yangınlar neticesi 54 kişi yaralanmış ve 1 kişide ölmüştür.

İç Politikaların Büyük Meseleleri:
Birinci Kitap
KÖY ve KÖYLÜ
Etat Adıl MOSTECAPUOĞLU
Köye ve köylüye ait siyasi iktisadi ve kültürel bütün meseleler bu eserde tahlil ve tenkit edilerek formüllere bağlanmıştır.
İkinci Kitap
ANAYASA ve KANUNLARIMIZ iki eser basılnıktatadır.
- Editörlere -
Basdırdığınız kitapların intişarını haber verebilmemiz için bize nüshasını * POSTA KUTUSU : 792 İSTANBUL • Adresine göderiniz-
raşılmıyor ancak çalışmalarından istifade düşünülüyordu.
Bu şartlar allında çıraklık o bü- j yük sanayi an’anesinden yavaş yavaş uzaklaşıyordu.
Fransa’da çıraklık inhitatını önlemek üzere 1851 de bir takım kanunî tedbirler alındı. Bizim iş kanunumuzda ise çıraklık müessesesine ait esaslı hiç bir hüküm mevcut değildir. Karabük Fabrikalarında, Devlet Demiryolu İşletmelerinde ve bazı büyük müesseselerde çıraklık üzerinde durulduğunu, bazı meslekî terbiye teşebbüslerinden anlıyoruz.
Avrupanm bugün birçok sanayiinde çıraklık kaldırılmıştır. Çünkü bu sanayi yetişmiş işçi kullanmak zorundadır.
Çıraklığın çöküşünü bazı memleketler millî bir tehlike saymaktadırlar. Fransada 1904 yılında çıkarılan bir kanunla çıraklığın tekrar nizamlaşhrılması yolunda ilk adım atılmıştır. Bu kanuna göre:
1) Çıraklık mukavelesi yazılı olacak ve iş meclisi kâtipliğine verilecek 1 2) Çıraklar işameclisinin nezareti altında bulunackiar ; 3) Çıraklık nizamları sanayide olduğu gi-bir ticarete de tatbik edilecek, 4) Müesseselerin çırak edinme haklan kanunla tanzim olunacak.
Bu kanunun halline çalıştığı ikinci meselede meslek öğretimidir. Çırakların millî meslek okulların-da amelî san ayı ve Jjşa.rel.pkjilla-, nnda gece ve mcsTeF kurslarında | yetiştirilmelidir.
Fakat bütün bu okul ve kurslar Fransa’daki bir milyona çırağın ancak % 10 nunu bilmektedir.
Bu sebeple Almanya ve rede olduğu gibi Fransada 1919 kanunu ile kadın ve erkek işçi müstahdemlere 18 yaşma kadar meslekî tahsil mecburiyeti yükle-tilmiştir.
Çıraklık meselesinin Türkiyede ciddi surette ele alınması ve küçük yaştaki işçilerin meslek okullarında yetiştirilmesi lâzımdır. Bu suretle müesseseler tarafından yetiştirilenlerle yetiştirilmiyenler arasında — devletçe okutulan talebeler gibi — muayyen bir müddet için çıraklık mukavelesi yapılabilir.
yakın okuta-
İsviç-
---------------------
KÜLTÜR HAREKETLERİ ve OLAYLAR

BİBLİYOGRAFYA
DEMOKRASİ ve SOSYALİZM. Bu mektup Ingiliz .İŞÇİ. Partisi sekreteri ve Londra üniversitesi siya-fsî ilimler profesörü sosyalist H. J. Soski’nih! “Avrupada liberalizmin doğuşa, adlı çok lanınmış bir eserinin "plânlı demokraside hürri-l yet,, isimli faslının tercümesidir.
Yurt »ve Dünya,, /yayınlarından olan liujeser Doçent Niyazi B«f* kesr-^arafından Türkçeye çevril iniştir. Asıl demokrasiyi tanımak ve plânli demokrasinin ne olduğunu anlamak ihtiyacında olanlar bu eseri okumakla siyasî ve içtimai kültür seviyelerini yükseltmiş olacaklardır.
Böyle ciddi bir eseri dilimize
Miirasia ve Başmuharriri: Esai Adil Mii.ıternplıofclıı İdare Yeri
UUIM Abone Şartları :
llAn Şartlnrı :
D**gl’
İmtiyaz Sahibi vc Neşriyat Müdürü: Hazan Tnnnkul.
Cagnlogltı yokuşa, Narlıbnhçe sokağı Mo : 9 Kal: 3 — İstanbul
Yıllığı: -1, Altı aylığı: 2. 0ç aylığı 1 Liradır
Bırinrı sayfa başlık 8 Lira, Dördüncü sayfa başlık 6 Lira, Diğer sayfaların santimi 50 Kuruş VARAHŞ Mürettiphanesi, Baskı TAN Maltımızı
Münevver Hazretleri
Fıkrayı hatırlarsınız:
— Hele şuna bak kendi eşeğe binmiş, karısını yaya yürütüyor!
— Şu genç kadının saygısızlığını görüyor musunuz? Eşek üstüne kurulmuş ihtiyar kaçasım peşinden koşturuyor!
— Ama merhametsiz insanlar.. Hele şunlara bakın ikisi birden binmişler,zavallı hayvanın nerdeyse belini çökertecekleri...
— Dünya da ne ahmaklar varmış. Hem eşekleri var, hem de bu sıcakta yaya yürüyorlar!..
İşte birçok münevverlerimizin meseleler ve aksiyonlar-karşısında ya kahve peykesine veya ilim minderine kurulup yaptıkları kritikler yukarıkı fıkraya tıpatıp uygundur.
O, ağacın altına hasır serip sırtüstü yatacak ve güneş armudu pişirecek ve bir kargada onu laııı ağzına düşürecek...
O, aksiyonun içinde ve bir idealin peşinde yalnızlıktan kıvrana kıvrana, yağmur gibi terler döke döke balyoz sallıyanların karşısına geçip, hakimane, alimane ve sık sık zaferi fürüşana? edâlar lakına-cak
tahayyül ettiği afroditin kalç.ılarfnı balyozun havada çizdiği şekillerde bulamayacağı için hüsranına ağlayacak.
O, yani münevver hazretleri, ideoloji namına "hık,, deyip sonra kahve döğücüden payını isteyecek..
Ama o, tabiatde en güzel manzarasının omuz vere vere yükselen sıra dağlar ve ardada koşan dalgalar olduğunu bilip asla bilib öğ-renemiyecek..
Bizde münevver, münevver hazretleri kaldıkça halk kütleleri “ilim,, senin ise "aksiyon,, bizimdir deyip yürüyecekler ve O eteğini toplayıp sudan geçinceye kadar, ötekiler deryaları çoktan aşmış bulunacaklardır.
ADİLOĞLU
çevirmiş ve yaymış olan arkadaşımı tebrik ederiz.
HARBE GİDENİN ŞARKILARI: Ne-enti Cum.ılı'ııırı bu şiir kitabı, ideolojik he-yccrçitfle. mısralaıin tanıdığı ılrd kültünle • ^iirdo aradığımız fikir ve lisan muvazenesiyle bize ilerisi için çok peyler vadeden bir başlangıcıdır. Tebrik ederiz.
ŞEHİR TİYATROSU DRAM KISMINDA (SANATKÂR AŞKI)
Senenin İliç- telif eseri olarak "SatıatkAr Aşkı,, nt seyr?OTfWuz."“ Eser Vedat Nedim Tor tarafından yazılmış sahneye dc 1. Galip Ar-can koymuştur.
Sanatkâr Aşkı Bethoven’in "Apaş-sionata» adlı sonatından mülhem olarak yazılmıştır. Mağlûm olduğu üzere Appaionatas 3 hareket bilir
Fethi Karakaşı tanırmısınız?
Eğer resim sergilerine gidiyorsanız, onun resimleri karşınızda duraklamadan geçmiş olmanız imkânsızdır.
Hatırlatalım:
Fırçasının, ucuyla küfeci çocukların uçuk benizli kansız yüzünü okşıyan, sapıyla muhtekirin, dalkavuğun, karaborsacının haram deposu göbeğini muştahyan resimler: Fethinindir.
Fethiyi tanımak gayet kolaydır: Eğer sergilerde ve sanatkâr muhutlerinde (910 — 915) (saç tuvaleti) babalarımızın fotoğraflarını hatırlatan) anlının sağ tarafına yapışmış perçemiyle sukûti fakat gözleri parıl parıl bir gence rastlarsınız, tereddüt etmeyin: bu Fethidir.
Gene bu mnhitlerde yepyeni (ve her zaman siyah) elbisesi 10—12 yıl evvelki modaya uygun, 29 paça, ağır fakat sağlam yürüyen birini görürseniz: bu Fethidir.
Kanustuğu zaman kızaran ve konuşmamak için ekseriya ıslık çalan: Fethidir.
Fethiye soralım “Realistmisin.. “bi. bilmem,, diyecek
“Demokratmısın» “bi. bi. bilmem diyecek.
“Sağımsın» “bi. bi. bi. bilmem,. “Spl muştan,. Artık kızmıştır: “Gi. Gi. Gi. G,. Git be sendet ■«*■■— ı ■■ ■
Haşmet AKAL
Desen (FETHİ KARAKAŞ)
sonattır. Bu sebeple sanatkâr aşkı-da üç perdedir. Eser kusursuz oynanmış ve “Cahide,, bir kerre daha sanatkâr kabiliyetini göstermiştir,
KOMEDİ KISMINDA - (SÖYLEMELİ Mİ?)
“Eugene Labiche, Fransa’da Mö-lierc’den sonra gelen komedi muharrirleri arasında en fazla seVİle-ninir. Eserlerinde moral cephe gö-■■■'• çarpar.*
Komedi kısmında oynanan Do-it-on le dire eseri ilk olarak 1872 yılında Palais « Royal tiyatrosunda oynanmış ve oradan sonra muvaffakiyet sırrının perdesini aşan eser bir çok dillere tercüme edilmiştir. Son zamanlarda bilhassa Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bu eseri bütün tiyatro, reperlııvarlarına dahil etmişlerdir. Dilimize sanatkâr Reşit - Baran tarafından ol-
Fethi Karabaş 5 mart 917 de Üsküdarda dünyaya geldi. İlk tahsilini Beşiktaşta 22 inci ilk mektepte, orta tahsilini galatasarayda ikmal etti ve bundan sonra G.S akademise yazıldı, İlk talebelik senesini merhum Nazmi Ziyada geçiren Fethi, Pr. Leopold Levinin akademi Resim .şubesi şefliğine gelmesi ile onun atelyesine alındı ve Selim, Mümtataz Yener, Mukaddes Erol, Nuri İyem gibi kıymetli sanatkârlarla atölye arkadaşlığı etti. Resimleri ilk defa 940 da teşhir olundu. Daha evvelkilere nazaran yeni telekkilerle birleşen gençlarin YENİLER adıile vücude getirdikleri gurubun müessislerinden ve san’at anlayışında “halkın idrak seviyesi ve menfaatları,, ni ön safta gören MİLLİ cereyanın müntesiple-rindendir.

dukça güzel bir üslûpla çevrilmiştir. Artist bahusus oyunda birinci plândaki “Cargaret,, rolünü almıştır. Necdet Ayral müstesna hepsi üzerlerine düşen vazifeei yapmıştır.
Mevzuu’nu söylemek için biz de tereddüt içindeyiz acaba okuyucularımıza “söylemeli mi ? „
EMİN ÖNÜ HALK EVİNDE — ( "BORA., BALESİ )
Dünyada yalnız Rus milletine has olan Bale sanatının bizde henüz mevcudiyet tarihi yok denecek kadar acıdır. Bu sebeple E. ö. H. E. nin bu faaliyeti övülmece değer ve gelecek için ümitle doludur. Bu gençleri seyretmek ve takdir etmek cidden doğru olur. Baleye her nedense "Bora,, adı verilmiş. Buna “Demetin rüyası» demek daha doğru olur. Bizleri sevindiren bîr nokta da Balenin A. B. C. gîbi üç ekibi olması. Eser Stravinsky, Proko-fieff, Tchaikovsky, Bcrlioz gibi bestekârların dehâ dolu müzikleriyle süslenmiştir. Son söz olarak eseri veren Nedim Akçeri, rejisör |. G. Arcanı baleyi hazırlıyan bayan Krassayı ve bütün bu sahada çalışan gençleri tebrik ederiz. *