1946 Mayıs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1946 Mayıs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

FİKİR,SANAT VI T£HKJTDERGİSİ
dîye ikiye r.yjiLiJidif ı bir hayalî (ir rai yet, hiı il.JtB. lasaz-ladLjı jfıjı, Londra Kalvfiİ’nde boy*iL rmutm Şi| t»jj büyük kuıbaıiL. th+lyUt bir
I A.RİH içinde-. ilk kadaT jjcrile-rt bakfsfı HıiE ZltnûiL-
’ ALİ ttı’i'i biıkim oLbtl CJLub T irıaLor^n. hetH^eriltrîrıS halelimi ■ jiKcnayı, doğru dürüma ay i iijrrr-1 edb-Lz (ıjÇuyle idlbd-': 11 h ali t İt W CTtıldtri cŞLikrjt», tay hrjcjTM-inin karanlık kiı-jftüinKü b-ıytk bir SİlkĞh İçiUdr bûİddian KfbIİni içigi, hicdej-cr yılın öt f. m i a d f b biü: bâlt heyetaıı teren bir kah ttDlflldLk t * t r-fl i drfil mjdİT ?
Ibİkı^Eatıâlcı eji JİTirfr. lortları a nyun alanı yapmak İçLkı -jpıaklarnı d«rındfa ^hp lüıdükltıi perido ]tijjlIîz köylüta-ıij:.n bnkkıUL aftı.d jı Uf İçinde knn«nhnn »nmfljcnLrrle ınanB-rül rsıle-ı
pia:
Thorraü Moıiıd, hümanizm Jının lıtiı ; Slrl Blıldlı.
lOHEaki yüzyıllarda d* m O hra* i i b ti İkilerinin için rjJU kEynadlJı YlllardaL insi» lifin hfkriyrrti, hn|c re kakikar L.ı Sat e ı ■ ujjru.ni en karanlık İdlibdûl gllnlrı Elide bfı hfliyı j[ö-± alarak irsitrin; yükaelLan bayka kahra manlar da taHl-y-o^ıız B.astLiİç zindarvmn korkunç manzaralından ürkmedenL rfiiT rrı:''lf+ için en bflvilc fei^ket başına aydın bir d-çıpolutı çft-rt^.^S.ıd'iı. Çünkü hn, ™itl-ç[ı kandiîarak hır Sccıyun KÜrûrüı ht-brıfı jfftırüı diyen fıloznl Didn rot' yn ; ei e vit Jerin haksız yere (»ilime r>ıhkıjnı. -ettikleri bi1 ^i.rnnkstzı kui'tarpıak için ^iir «itile İL'Jtallfa ’l ü t İl W edan V&lUth e Pi halli lama itlik mümkftu oıil '?
Rieim yakLB talihimizde istibdada karşı bütün vaTİıjjıyle -uy-nki'inıp hn mi Lir te ila büjıiytl arkını aşılayan uç iıEıprfırf*: "Muini tâlimin dünyada erbâb-l denetilir-
Köpeldir ısvkıllûlt jaı/ijnd t biinsafa
diye hileiim eden ve :
Felek her türlü nitfb-i cefasın laplasın gelsin Dönersem ka/ıbiyİ7n milîet yolunda bir aılmelitn,, diyerek hiirı iyr.t için, yıllama zindnorja yattıkla a snnı-a, Jİlr-glhıdf (ılrn ['-Jnrnık K-tnınL ; AljdUllıHmit i^tipdnd-in: deTlrdJk-bın Bçn.ı~ hürriyeti özLiyeo mil İçtin bitirin ümidini yıkarak rfik1eiflr1iikle-.it; kuran ve cYe^rsın milini ı dîye- Lafnrarık ıHİI|t?ı eren MeşTtıtiyçl önderlerdin rij'-lEıibi !
"Mdtei tfAŞûMai iıtıkka tuhassürle solurken,, '‘Sussun, ditfe mcdanınu yumruklar inerselr ‘'Millet yaşamaz meçlisi rnûşîfdtlifir olurken,, "l'ğfal tehdit ite lltrer t'e sindir,,.
"Millet yüŞtimur maşeri millet buğularken-dr dîl'Ç haykırarak açığa vuTar- rr devrin ciılkavrklacEna t "Düşsün Sttnu-meyyali tahukküm-eğilen ser ^Kaphun sent-bir hak diye - alkışlayan etler.„ miAralarii-n Iâa-etleı yafdjran Terlik Fikttt i Ve bu İki hürriyet kah ramanı em izinde yilrlİırrrk İltrİİFk y elunda.nnlar jfi hi k-jrkra-tıd.Bn. yumadan, sellerini yükseltenler rriHelinııZB ve in-hinlıÖLL şeref veren TLkir vı demokrasi kahrımanlandn-sözcü.
Hür bir toprak üstünde
*8ir bataklık eskiden kurtarılma? atana pis koklusunu yayarak dağın eteğine yayılıyor. Bu pis kokulu batağı kurutmak çok üstün bir başarı olacaktır. Milyonlarca insana değil emniyeti^ fakat hîir ve çalışkan olarak yaşayacakları alanlar açıyorum, Kır lar yemyeşil ve berekelhdlrj insanlar va sürüler ysni doğmuş toprağın üstüne hemen istedikleri gibi yerleşecekler, Oaha sonra de atılgan ve çalışkan bir halkın yüksollllğl serp İspatın boyunca evler kuracaklar. Muranan içinde bir cennet yaratılıyor; varsın dışarde Sular kudursun, ta kenarlara kadar yükselsin bendi yıkar yıkmak şiddeti s toprakları basacağı anda, bütün topluluk hep birden aym hamleyle gediği kap a mı ya koşacaktır. Evet t Ben bu düşünceye kendimi tamamtyi? verdim. Bu, hakimliğin en yllksek dersidir: hergün fethetmek zorunda olduğu hürrjyelka hayata yalnız o layıktır İşte bbylece etrafları tehlikelerle çevrili olarak, çocukluk, olgunluk ve ihtiyarlık, verimli devirlerini ikm^E ederler.Bu kaynaşmayı Hür Bir Toprak üstünde Hür Bir Halkın içinde yaşarken gtirmsk iştsrdinı.„ (FemtH.) GOETHE.
SAYI
1
15 Mayıs 1946
ANKARA
25
tIIBIIS
İşçi Sigortası
Yakılan
buğdaylar Avrupada açlık
v e
TÜRKİYE’NİN köylüde
__jf t _ * ■ F X1 _ *
kini
en kalabalık hakikata
n sonra
sınıfının İşçi kitlesi olduğunu naniKata yaşan takribi rakamlardan öğreniyoruz. İş kanununun tatbiki lâzımgelen yerlerde çalışan işçi miktarı 300 bin ve onun dışında kalan ziraat, deniz, ve diğer küçük işletmelerde çalışan işçi ade* di 400 bin kadar tahmin olunmaktadır ki ceman 700 bin işçidir ki bu rakam en düşük bir tahmin-dır. ölze göre bu rakam daha büyüktür. Velevkî 700 bi ni kabul etsek bile işçilerin geçindirme mecburiyetindeki kimseleri ortalama iki kişi kabul etsek bu durumda işçi kitlelerini ilgilendiren her kanun veya her şey iki milyon kişinin mukadderatı ile alâkadardır.


t
hava

if'
* •
Bize göre bu
Memleketimizde işçiyi ilgilendiren en mühim kanun 1936 iş kanunudur, Bu kanunun bîr maddesiyle : Kamımın meriyete girişinden altı ay sonra sosyal sigorta kanunlarının hazırlanacağı kay-dedâlmişki. Bu altı ayın geçmesine rağmen hiç bir şey hazırlanmamış ve ancak iki yıl sonra (19331-de) çıkarılan ek bir kanun esasen geçmiş olan altı aykk mühleti üç yıla çıkarmıştır, Bu hale göre kanunun 19417de meclise gelmesi icap ediyordu. Kanun aradan dört yll geçtikten sonra ancak 1945’de meclise gelebilmiştir. Bütün bu gecikmelere rağmen kanun gene eksik olarak gelmiştir.
Sosyal sigorta kanunu sadece iş kanununun tatbik olunduğu yerlere şumullendirilmiş ve işten mütevellit hastalıklarla analık durumu göz önünde tutulmuştur. Umumî hastalıklar, maluliyet, ihtiyar-ölümünde geride bırakacağı gelirsiz düşünülmemiştir. Halen, herşeyden evvel memleketi olan memleketimizin ziraat işçileri deniz ve hava işçileri bu kanunun dışında bırakılmıştır. İki milyon insanın bağlanacağı bir kanunun bu kadar yavaş tempo ile yüremesinin başlıca sebebini, mukadderatları kanunla îİgili kimseler tarafından kontrol ve mürak&ba edebilememe* lerındt görüyoruz. İşte iş kanunun başına gelenler, Seînhiyettar bir zatın gazetecilere yapmış olduğu beyanatta da itiraf ettiği gibi. İş kanunu şimdiye kadar hakkıyla tatbik edilemediğinden, 15 ilde «.çılan çauşma müdürlüklerinin faaliyetiyle ka-gereği gibi uygulanacağı ve kontrol edile-eği belirtilmiştir.
hiç, ya aksak.
■ •v
it
*
lık.. işçinin kimseler ziraat
r.unun
bilec
r
i

fi
14


F
«v
i
m
W yddn ya hiç, ya aksak, yahu’ta işçi lehime olmayan maddeleri tatbik olunan iş kanununun 10‘^yıL sonra tatbik ve kontrolünün teminine çalışı iması bizi bu kanun hakkında şünmektedir. Kanunların tatbiki ancak halkın kontrol ve murakabesi ile sağlanabilir. İşçiye ait her türlü kanunlar da teşkilâtlanmış bir işçi tarafından kontrol ve murakabe edilmedikçe aksaklıklara ve iyi tatbik edilmemeğe ve askıda kalmağa mahkûmdur. Bunun için herşeyden önce imza koyduğumuz mili etler arası mukavele'er e göre işçiye cemiyet kurma ve birleşme hakkını tanımak lâzımdır. Mevcut kanunlara gere işçinin bu haklan tanınmamış olduğuna göre sosyal sigorta kıı-ruraunun genel kurul toplantısına iştirak eden işçiler nasıl seçilmişlerdir! Ve acaba kimleri temsil et m i ş i erd i r (
£ I ■

t1
LU
a

da şüpheye dö-
sağlanabilir. İşç
H
d1
Yaşar ÇÖL.


Sahibi ; Asaf Ertekin.
1929 İktisadî buhranı daha evvelki yıllarda Ame-
* Lr J-' 1 *■ Lu ± t- ■ _ I ■ ’ _ 1 ' V _ **t 1 ’ I
n

lika ya hâkim olan iyimserliğe büyük bir darbe olmuştu. 1930 gittikçe azalan ümitlerle geçti, 32’de buhran bütün genişliği, derinliği ve dehşetile çöktü. 1932 ayni^zamanda seçim yılıydı. Cumhuriyetçi partinin Herbert Hoover idaresindeki hükümeti iyice gözden düşmüştü, Demokrat partinin ve onun namzedi Roosevelfin kazanması mukkadderdi.
Roosevelt, mevcut sosyal içinde, inkılâp yoluna sapmadan reformist hareketlerle, İktisadî zorlukları halletmiye ve bu şartlar altında mümkün mertebe halk kitlelerinin refah ve geçimini gözetmiye çalıştı. Halk için sevgi ve alâka gösteriyordu. mîlletin üçte birinin evsiz, giyecek ve yiyeceksiz olduğunu ilân ediyor, geçimi emniyet altında oltnıyan vatandaşın seçim sandığı başındaki hürriyetinin bir şey İfade ede-mîyeceğini müdafaa ediyordu. Ama mevcut nizamın köstekleri Roosevelt1! n bu isteklerinin gerçek’ leşmesine engel oluyordu. Tabiî ve mantikî ulan hareket, evsiz, giyeceksiz ve yiyeceksiz olan milyonlarca işsizi kendilerine ve öteki vatandaşlara gerekli olan maddeleri istihsal etmek için kullanmaktı. Halbuki sefaletin arttığı, milletin ekseriyetinin zaruri yaşama şartlarından mahrum olduğu bu senelerde, Bıdeşik Devletlerin tarihinde rastlanmadık şekilde bir şehirleri süsleme lüyor, parklar, pek te lâzım olmıyan geniş yollar, resmî binalar inşa ediliyordu. Sırf işsizlere sunî olarak iş temini için, inşaatta makineler kullanmak mümkünken, işçi sayısı arştın diye iptidaî el aletleri kullanılıyordu. Çünkü, büyük hususî sermaye Devlet in kendisine rakip olmasını istemiyordu. Ne olursa olsun Devlet, hususî seriE rını azaltacak işlere girişemezdi.
Bunun için sermayedar sınıf, Rooseve't’in ekonomiyi ayakta tutabilmek için yaptığı zarurî müdahalelerden ve halk lehine gösterdiği sempatiden memnun değildi. 1936 seçim savaşı çetin oidu.Se çimlerden önce yapılan seçim denemesi Roosevelt in kaybedeceğini haber verîysrdu. 1936 seçimi tarihî bir seçim oldu, ilk defa olarak halk kitleleri, üstün idareci sınıfların Önderliğinden şuurla ayrıldılar, Roosevelt ezici bir ekseriyetle yerinde kaldı. Yine ilk defa olarak Birleşik devletlerin iki büyük partisi, Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler birbirinden farklı sınıfların mümessili olmak tema' yülünü gösterdiler. Halkın, çalışan kitlelerin dilek ve menfaatlerini aksettirecek,müdafaa edecek üçüncü bir büyük parti yoktu. Roosevelt’in halkçı politikasının tesirile Demokrat parti alt sınıfların desteğini kazandı, Cumhuriyetçi parti ise daha ziyade büyük sermayenin sözcüsü rolüne girdi.
Roosevelt’in giriştiği mücadele, maalesef kay-betmiye mahkûm olduğu ve gittikçe de kaybettiği bir mücadele oldu. Mevcut iktisadî-sosyal şartlar altında, bu şartlar değişmedikçe, başka türlü de olamazdı. Bunun için Roosevelt son senelerinde Amerikan halkı arasında eski kuvvetli yerini kaybetmişti. Sağ kalsaydı, belki de hadiselerin seyrile ya büsbütün sermaye tarafına, yahut ta büsbütün halk tarafına kaymak ve orada sağlam bir yer tutmak zorunda kalacaktı. Roosevelt, on
1931

ır
*1
U. N. R. A'
nın vardığı alarm ürerine dünya gazetelerimde Avrupaaın beslenme durumu hakkında çok kötümser haberler verilmektedir. YapıUn hesaplara göre yeni mahsulün toplanmasına kadar Avrupa halkını doyurmak için 17 milyon ton buğday gerekmektedir. Halbuki elde ancak 12 milyon ton buğday vardır. Buda Avrupanın açlığa mahkûm olman demektir. Son gelen haberlerden şimdiden bunun ilk belirtilerinin başladığını öğreniyorüK.
Acaba bunun sebebi İddia edildiği gibi dünya buğ-
H

nizamın çerçevesi daj irticaimdeki adık mıdır? Halbuki buğday ihricat-

0
faaliyeti gorü-
inşaatta
ı«r;
ay en in kâ-

1
T

çısı memleketlerin harp yıllarındaki ietihsel ortalamaları. harpten evvelkini kat ket »şmırtır Mele Amerika daha önceki bütün İstihsal rekorlarını kırını^ bulunuyordu Bunu aşağıdaki rakamlar çok iyi göstermektedir.
kırmış
(Milletler Cemiyetinin /stat istik j?ı7-lığından alınmıştır.)
Üç büyük ihracatçı memleketin buğday istihsali (milyon kental hesabile)
Amerika B.D. Kanada Arjantin
1930-1934
ortalama
199
94
66
1940 1941
1942
1943
1944
221
147
81
256
85
64
265
!51
64
228
77
68
2S3
123
42
atıksa] aiidl.ğı o dereceyi bulmuştu kî yukarıda adı geçen bu kıymetli atekları harbîn yakıp yıkttğ» memleketlerdeki açlığı önlemek düşünceliyle iyice eak-lıyacak yerde, bu memleketlerin hükümetleri bunları eritmeyi daha kârlı bulmuşlardır. Arjantîcde buğdaylar yakacak olarak kullanıldı- Yalnız bu memlekette de 8 milyon ton buğday ve mıdır yakılmıştır. Amerika» da de ekim alanları azaltıldı. 1941 de ekilen 22.517.000 hektar arazîye karşılık 1942 de 19.910.000 hektar ve 1943 de 20.196.000 hektar ararı ekilmiştir : yani 2 milyon hektar daha eksik 1
Sanki bu yetmiyormuş gibi, hayvanlarım buğdayla bealiyec ek olan çiftçilere yardımda bulundu. Yapılan hesaba göre 1943-1944 yılı içinde on iki milyon yedîyüa bin kental buğday hayvan yemi olarak harcanmıştır.
Bu açı klamaıar böğür milyonlarca inşam yer. iriş yıkıl -ış bir dünyanın ortasında açtığa mahkûm eden şeyin kıtlık değil, insanlığa uymayan ekonomik bir Kiateım olduğunu göstermektedir.
II

•I
II
w

dereceyi bulmuşta kî •tekleri harbîr yakıp ek düşü bceeiyle iyice
t!
1942
ra
1
1J

dokuzuncu asırdan arta kalan, Garp demokrasi anlayışının kendi çerçevesi içinde mümkün olan veya mümkün olacağı sanılan, en
sil eder, Roosevelt, İktisadî alanda demokrasi, ise istikbalden emniyet ve halk için refah olmadıkça siyasi demokrasinin bir şey ifade edemeyeceğini anlamıştı, fakat İktisadî ve siyasî cepheleri içine alan tam ve bütün bir demokrasinin nasıl gerçekleşebileceğini vazıh ve doğru olarak kavriyama-mıştı. Roosevelt, bütün dünya milletlerinin birbirine bağlı olduklarını, infiratçılığın harpsiz. baıış içinde bir dünyanın
anlamış, fakat yine, böyle bir dünya nizamının gerçekleşmesi için gereken şartların neler olduğunu vazıh ve doğru olarak kavnyamamıştı.
S*nci sayfada.)
11 u

II
İti
ve
il
d


ve
lleri şeklini teni'

sökmiyeceğini
mümkün oldu-
■4
Yazı İşleri Md. ve Umum Neşriyatı idare eden : Yaşar Çöl.
Adres: Posta Kutusu 2017 Bakanlıklar, Ankara
T
Basıldığı yer: Sebat Basımevi, İstanbul.
ABONE ŞARTLARI
Yıllık: 6 lira.
6 aylık: 3 lira.
I.
e

>(

aa >(

OyOK Türk şairi Hâmit öleli dokuz yıl oldu. Onu her yıl gazete sütunlarında kon* erans salonlarında anarız, büyüklüğünden bahseder, onu unutmadığımızı anlatmıya çalışırız.
Ne gazete sütunları, ne konferans salonları bir , bir şairin unutulmadığını ispata yet-eserleriyle yaşar ve ancak eserleriy-
ı|
sanatkârın, bir şairin
_ *r
mez. Sanatkâr
le unutulmayabilir. Hâmid’in tam Külliyatı başıl-
mış mıdır ? Onu yeni harflerle okuyabiliyor yuz ? Eski harfleri bilenler onun birçok kitapla* rını birer antika eser gibi arayıp bulmak zorunda değiller
eder I
Hâmit, bilhassa bugünkü nesil için rihimizin üç çeyrek asrını kaplayan anlatılmaz, duyulur, görülür anlatılabilir. Bugünkü nesil, di* Hâmid’in birçok eserlerini türkçeleştirmek, hiç olmaz* ve herbirine, anlaşıl malarını kolaylaştıracak izahlı birer lügatçe ekle-ıck imkânsız bir şey midir ? Hâmid’i anlamıyoruz, fakat anlamamız gerek. Her Türk aydınında - onu okusun veya okumasın - Hâmit’den bir şey-
tnu-
•I

ra
âlemdir.
antika eser
midir? Onu her yıl anıyormuşıız kaç pa*
Sa^at âlemi yahut gösterilerek inin eskiliği yi anbyamıyorsa sa yeni harflerle bastırmak

b
edebiyat ta* meçhul bir
.r
A
A
â
Sir 1 Bu sene kıtlık var. Kıtlık ne biliyor musunuz!
Sir BorleI ( zabitlere )
Bu ihtiyar ne
söylüyor ?
İkinci zabit
Yalan söylüyor Sir L Hiç birini Açlıktan değil yalandan
o aslı yoktur helak oluyorlar.
Sir Bortel
İster yalandan, ister gerçekten ölsünler.
Üçüncü ihtiyar
Köylü ekecek buğday değil yiyecek buğday bulamıyor. Hayvan gibi otlaya oflaya mideleri şişip helak oluyorlar. Kimsede candan başka cek şey kalmadı... Kıtlık ne demek olduğunu miyor musunuz ?
Birinci İhtiyar
Ben bile köyümün ihtiyarı lokma girmedi. Bir lokma l Ab..
dönüyor L. Sir,
e
h
!
j

verebil*
□zühden onları
(4
tu
■t
İt
iğrençliğiyle göstermekte, sömürülen bir milletin ktadır. Bu satırları okurken yüz
I
t
diliyle haykırma
milyonlarca Hintlinin yetmiş yıl uzaktan gelen iniltileriyle bugünkü ıstıraplarının birbirine karıştığını duymamak mümkün müdür ?

rıyor, başım
Kıtlık ne demek olduğunu bil
iken ağzıma bir . Gözlerim kara* .. Size söylüyoruz : miyor musunuz ?
Sir Bortel (saatine bakarak)
; Köylü >geçen sene Be* mü-
ler vardır. O bizim millî kültürümüzün kimyevî terkibindeki başlıca maddelerden birini teşkil ediyor.
Hâmid
tinin en parlak örneği olduğu milletin ruhunu
’in en
1*
A



«
t * • »
birim
Duhieri Hindu’dan
h
1
ıl
>
nun
K ■ iB H ^ŞB ■ ■' B H R H H H ğ ■ £ ■ dğ ^Hı *l ■ I E mf ğ
I;
M

T
*

a
r.
ı
I
1
J
I
Biîyük şair bu eserde sömürgeciliği bütün
t
11
ADIM Charles Darwin
lOAft__l__l_ __
Undum, devri âlem seya-

I
A
*

*
»
I V

cevabı vermiştîDar-

her şeyi okuyarak edindiğini tekrarla*

büyük kardeşile Üniversitesinin Htılmıştir Burada

miyor do, ku
Ölü teşrihle* tiksinti veri
burgh üniversitesinden alarak* Cunbn dge’e İlâhi-yat fakültesi re gönderd. Da*win, ilmi bayatlım» geii$(n**s>nde büyük
I
brtdge’e İlâhi
tesirleri olan b>«zı bilginlerden çok
■r
• »»F a ■»■■■■•
Sir Bortel (İhtiyarlara)
İsy an ekseriya adaletle sükûnet bulursa bazı kere de zulm ile teskin olunur, işte mademki köylüleriniz vergilerini eda etmiyorlar, isyan ediyor lar demektir. Mademki isyan ediyorlar, ben de zulmetmeye kendimi mecbur biliyorum.
1
*


t V
* w
t
*



w V * « • * *
Birlnçi ihtiyar (

>
» *
»
D
Ben uzun lâkırdı bilme ettiği tembelliğin bıı sene cezasını ’ nim ne vazifem ?... işte hepinize bir saade... ğinize söz verirsiniz ; yahut, bİı çeyrek sonra,size Önceden terlin etmiş oldııOum mücazata rıza

M

goruvor
O
çeyrek
Ya vergileri köylülerinizden tahsil edece*

. I '
f
zc Önceden tertip etmiş olduğum
İt
1

verirsiniz.
Üçüncü İhtiyar (söz ü güdaz ile)
Merhamet ediniz Sir Bizim elimizden ne ge ne yapabiliriz ? Vergilerini eda etmemek mi teşvik ediyoruz ? Zaruret Tahsildarla iriniz gelip köyü ara* görmediler mi ? Kimin e-(inden sikkeye mütaallik hattâ bir bakır parçası (Devamı arkadaki sayfada.)
*
*
ı
wv
İT1
lir ? Biz için koyluyu biz mecbur ediyor, madılar mı ? Halimizi
«
1

■a

«s
A H W I N
Yazan
Z E L İ H A
Y AK U P L U



*
’^F

1
I
i
T *
»r
r
7
*

M1*"
1
* -
> M
fl
e-’ *• h
₺*a
faydalandığı muhakkak olmasına rağmen, burada geçirdiği üç yılı da okulda ve Edinburgh’da geçir* dîği samanlar gibi boşuna geçmiş •ayardı. Onun asıl üniversitesi beş yıl süren (1831 - 1836) devri âlem seyahati oldu. Kandili de bu te-yahatın hayatında en önemli bir hadise olduğunu, bütün ilmi faaliyetini bunun tayin ettiğini söyler.
Seyahatten döndüğü zaman te kâmül fikri iyice yerleşmişti. 1837 de not} defterini kaleme aldı. Burada Darwin, tekâmül prensibi nin bütün uzvî âleme teşmil edilebileceğine işaret ediyor ve şÖy-le diyordu : “Tabminlerimiri jje-işletirsek, acıda, hastalıkta Ölümde, İstırapta ve açlıkta kardeşlerimiz, en ağır işlerde esirlerimiz, zevklerimizde arkadaşlarımız olan
t 4
ı
1
1

4 *
L ( £*.* f şa *
*


1
f
1
1
V
i
'S
T
■ *
* mm
, I
»
1-

L- n.
7 /». .
Vr J1 '
4 V -
E ib ' *

_İ ■
-i. , ,

I
I
W
B 1
r
« >
1
t
* 4
4
riyeainin
t
e
r J.
'(■ **Jr(
il 4* -2 / ı
d
* al
i
t

* t
41

* a
I
11 * T.*" , ( C_ı t BM - * M i *1 M» T I' 1 " * *11- Lf I t
FAX J_£XLf ( C1 t » J > * j T1 i 1 rjl JJ * 1 "BLC-1 1 ■ -11J11
“Bir çok natüralistlerin,
»
* i


t j

(
i
t
' 1
meyi, insanın
(Arkası 7’nci sayfada»)
1
e
1
SKSPEORE
^ılstokral bit cemiyette yaşamasına, saray şairi ve yüksek zevs'm doshı-ve bizzat aşağı sınıfların .siyası arzuiarnı istihkar etmesine- rağmen Shakespeare. eserlerinde kâinatın en ufak sarsıntılarını aksettirmiş ve bazı aniarda ihtilâllerin uzak gürültüleri m dııymmaya çalışmıştır. Onun* unvan ve rütbelerin hakikî kıymetleri hakkında?pek vazıh düşiınceleıi vardır :
“Mal. mülk, rütbe ve mevkiler kötü yollardan elde edilmiş ve şeref, sahibinin kazancı ite. sadece astın alınmış değil midir ? Nasıl son-.a dunları çıplak başlarını örter ; ve emreden-ie« ıtrata mecbur olurlar 1 Ne kadar kıymet «izler ebcızımiyet kazanır m* kırpıntılardan şe ref sahipleri toplan.r.„
(Venedikli Tacir II 9.)
Sbakespeare ; Molicre’in biiyük bir Kiralın himayesinde yaptığı g’bi çoğu raman saray asaleti .anurı gülünçlükleri ve ahlâksızlıkları ile alay eder. Fakat o, daha ileıı g'deıek. yaklaşan ve zamanımızda yıkılmış biı aristokrasinin harabeleri üzerinde büfiin dünyaya şimdiye kadar hiç bit kan hâkimiyetinin mukledir olmadığı bir şekilde, hükmeden, yem ve tehlikeli bir kuvvete karşı hare-kete ğeÇer ; PARA
“Altın t parılda rau* kıymetli, kırmızı altın I O, ne kadar siyahı beyaz çirkini güzel, kötüyü iyi, korkağı cerur, aşağılığı aıîl yapar ...
, . Kahrolan dünya, insanların ve milletlerin ataşında ıki iğı doğuran adı orospu!... Yaptıkları iş. oturduklrrı ev ve doğumları ile yek-diğerinden tefrika imkânı olmayan, fakat ha yattaki kısmetleri değişik iki kardeş görsek, hemen tabiisi zavallısını istihfaf eder... Ve al tın babası aptal, âlım kafaya hakim olur. „
{A finali Timon IV, 3)
Ve bu altınlar hangi haksızlıkların. hangi cinayetlerin mahsulüdür.. Evet onlar cinayetlerle kazanılmıştır. Ve biz buutla ilk defa »ınıf müca-deleferine davet eder, bir sesle karşılaşırız t
Romain Rolland.
iÇJeçetn ay : Slmkejpeart I Şek-ayir) in ölümünün üç yün o t ıı t uncu yi’, dönümüne rasla-mı$t! Eserlerinin bütünüyle sanat bsklmından çok ileri bir merhale olan büyük înjiiiı şairi dramlnrıriB harası Ve kahramanlarjoıa-çok es-ki demirlerin adamı o’ınalar bile- meselelari, mii-adelelerİle yeni çaftiK. feni iosyal çalka* nişlerin habercisi olmuştur. Bi* burada onu geçen yıl dünya aasatiam ve iniABİıftm kaybet-lifti ROMAİN ROLLAND’ın seaijde mma fırsatını bulabilmiş oldüftumUL için atTİaıyorut *
“Gündelikçi esirler 1 sizin muhterem efendilerimiz, sizi kanun yolu ile Soyan insafsız hırsızlardan başka bir şey değillerdir.„ (Timon IV, 3)
“Atina’ya koşun, kapıları kırın ! Ve «ir hırsızların gaspettikleri mallarınızı geri almakla, hiç birşey çalmış olmazsınız „
(Timon IV, 3)
Altın adaleti salın alarak onu Zenginl-ı e yaltaklanan ve kapının önünden geçen dilencilere saldıtan bir bekçi köpeği haline sokar I
“Şu ahmak hırsıza kafa tutan hâkime bak! Fakat bunları el ele versek ve yerlerini değiş lirsek acaba hangisi hâkim, hangisi hırsızdır ? Hiç bir köy köpeğine bir dilenciye saldırırken dikkat ettin mi ?... Fakat sefil mahlûk büyü Cek bir çoban köpeğinin önünden kaçar : işte burada otoritelerin büyüklüğünü görebilirsin ; mevki sahibi köpeğe itaat edilir !... Muhtekir dolandırıcıyı idam ettirir ; çünkü parça parça elbiseler arasında, en küçük hatalar bile göze çarpar. Fakat sırma kaftan ve kürk her kötü-tülüğü gizler... Günahı ahlâksızlığı altında sar san, önünde kanunun kuvvetli mızrağı bile kı rlhr, lâkin paçavralar içinde, insanı, ufacık Lir saz parçası deler geçer.B
(Kırat Lear IV. 6)
Yağlı göbekli, cebin f-alstaff ve -'bir mayoıv.ı gibi zevkeder.. ahlâksızlığın tahta kılıcı (Henrı IV ikinci kısım [], 2.) hâkim Şballovv'un ı iş «setinde kurulan askeri mahkemenin hükümlerine göre, biraz altın en işe yarayacak insanlar: askerlikten kurtarır. Fakat karınlarını doyurabilecek üç beş kuruş uğıutıa bütün bir bayatı azap içinde geçirmeğe mecbur olan zavallılar, bir mızrak için iıer zaman elverişli bir hedef teşkil ederler ( Hatta inmeli, alil, hastalıklarla harap olmrış ve ciğerlerini kusar bir halde bile olsalar? kolayca harcanır, en feci ölümlere sevk edilirler ; çünkü onlar da bit çukuru her hangi bir zengin irada iyi doldurabilirler, s (1)
(fienri IV. I. kısım IV. 2)
(l| Bu parça : (Romain Rolland. WİLLİAM SUA-KESPEARE ; (çav. E. Kenbar -Dr Ziya Oykul) Ar-pad Yayınevi 1946 î aran bul F. 50 k.)alllı kitaptaa a,inmiştir. Bu kitabı bütün okuyucularımla bararatla lirayı adarla.
Mülhak Hamit ve [mperyalzm
3’üncü sayfadan:
bııld-ılaıda almadılar?.. Kimin destanın çıkarıp zünnarmı zaptetmediler ? Hangi evde insan iaşesinden başka yiyecek buldular ? Size hakikati hâli bildirmiyoılar mı ? Yoksa kıtlık ne demek olduğunu bilmiyor musunuz (’
Sir Bortel
Köylüde vergiieıini eda edecek para yoksa siz ki : köylülerin ihtiyarlarısınız, siz keııdi kesenizden tediye ediniz.
İhtiyarlardan birkaçı
Biz. .. biz ne verelim ? Bizim nemiz var ki vereceğiz ? Canımızı mı verelim ?
Sir Bortel (saatine bakarak fütursuzlukla)
Oniki dakika kalmış ; ya vergi, yahut ceza!.. Ne diyeceksiniz ?
Dördüncü ihtiyar(gayrr İradî bir tehevvürle)
Ah !.. Sız kıtlıktan beter belâ imişsiniz ! Kıtlık bir mülkün varını yok ederse de sizin gibi yokluğa musallat olmaz 1 Siz yoktan var çıkar
mak istiyorsunuz. Kahl bir memlekete islilâ eder, mahsulâtını yağma eder ; Siz mahsulâtı yağma olunmuş bir memlekete müstevli olııyorsunuzlBize iâne edecek yerde bizden iâne bekliyorsunuz !
Sir Bortel
Eyaletin borcu var ; sizden tahsil olunacak pa ra onun faizi içindir.
Üçüncü ihtiyar
Sir ! Eyaletin varidatını siz bizzat cep harçlığı ediyorsunuz. Bizden aldığınız verginin sefahet-ten başka hiç bir emel yolunda sarfolunduğunu görmüyoruz ! Borcumuzun on katını on kerre vermeğe muktedirsiniz. Bir fedakâıhk, biı büyüklük edip düyunumuzu tesviye etseniz ne olur ? Dünyada bir güzel nam bırakmış olursunuz. Halbuki siz eyaletin borcunu vermek şöyle dı.rsun, bir yandan yine istikrazlar edip o paranın da nısfından ziyadesini zevk ve sefa yolunda heder ediyorsunuz. Maiyetinizdeki zabitan sırmalara garkol-rnuş, sarayınızın beş saat mesafe ötesinde nefera-tırı cjaket» yerine pirinç çuvalı, «kasvet? yerine ne külâh giydiğinden haberiniz yok ! Yaldızlı sandalyelerde oturur, ipekli karyolalarda yatar, müzeyyen tahtiravanlara binersiniz. Yıkılmış da
mın altında yıldız savarak yatan fakiri, güneş a -tında yana yana oturan biçareyi, gayretinden küplere binen bizim gibi erbabı hamiyeti düşünmezsiniz 1. Şurada bir tembelhane yaptırıyorsunuz ; ne lüzumu var.? Serhatlere istihkâm yaptırsanız».
Rusya karakuşî kanallarını açmış, buralarını almak havasında uçuyor, bir gün gelir ki başınıza konmuş olan hümayi devieti pençesine alıp mahveder ! Siz bunları asıâ düşünmüyorsunuz... Ah,Sır! ne kadar bedhahı vatan, ne kadar tıaini nıılıesi-oiz, haberiniz var mı ?
Sir Bortel (saatine bakarak fütursuzlukla)
On dakika kalmış : ya vergi yahut ceza i Ne diyeceksiniz ?
Zabitlerden biri ( kendi kendine)
iyi ki bu kadar lâkırdı işitti de gazaba gelmedi I Tabiatı anlaşılmaz ki... Hergûn biı başka halde tecelli eder.
Beşinci ihtiyar (Sir Bortele)
Sir, Şahsi evvel bulunmuşsunuz, halimizi herkesten evvel bilmelisiniz. Bir kere bizim köve gidiniz. Bizzat gidiniz de köylülerin halini seyrediniz, bakınız, ayakta durmaya mecal bulacak bir adam görür müsünüz ?
Bir knlübenin içerisine giıiniz, o genç valide-
Nazi kampında ölen
ŞAİR
ARLETTE HUMBERT - LAROCHE
(Belsen - Berger.’dt* ölen şair .ikizi
Bu ssyfada bir şifini okuyacağınız Ar.ette Hum-beıt Laıodre ııszi işı(ali altında Fraıısanın kıır-ııltım içııı iç ıımluve »et hareketinde çalışan ve bu ıığ.raı ölen sanatkarlardandır. Bu, genç kil hakkında Fransız yazarlarından Cııarles Vıldrac’ın yazdığı -.nakrıeden ban parçaları okuyacaksınız.
RLETTE Almanlarla laveşan bir kız, mukavemet grupunun İrtibat ajanlı* ğıni yaparken 1943 Ocak ayında Gez tapu tarafından yakalandı. Frezne» bapiıba-oesinde bir kaç ay kaldıktan aonra, nailler Arlette’i Berlin’e götürdüler ; sonra Silez-ya'daki Janer kalesine kapatıldı. İki yıl orada kaldı. Ra* ilerleyişi karşıaında Jaue.’in üzerine öteki mahpus kadınlarla birlikte, bir rı içinde yürütülerek Rarenıbrück kampına getirildi.
Ravenlbrück de her gece üç defa angaryaya kalka Tak yarı aç yarı çıplak geçen günler zarfında Arlette gittikçe ıaif düşmekteydi. 1945 Şubatında daha korkunç bir rejimin hüküm sürdüğü Mauthausen kampına atıldı. Orada en sevdiği arkadaşını kaybetti. O can çekişirken bütün bir gece e,yaşını yağma etmek istiyen kadınlarla boğuşmak zorunda kalmıştı. Bir ay sonra mahkûmlar arasındaki ağır baltaların, Bergen-Belsen ölüm kampına
boşaltılmalı kar fırtına
sürüleceği ilâıı edildi.
Arlette Mauthausen de kalabilirdi. Fakat Mouny a-dındaki esir arkadaşını yalnız göndermek istemedi. Bu kızcağız on» kendisini yalnız bırakmaması için yalvart yordu. Dayanamadı beraber gitti Bu gidiş pek feci oldu. On gün süren yolculuktan sonra yüz kişilik kafileden ancak beş altı kadın kalmıştı. Ou gün süren yolculuk boyunca Arlette bahtsız arkadaşlarına yardım etmek, onlara kuvvet vermek için elinden geleni yapmış, fakat bir
çoğunu ölümden kur (aramamıştı. Kendisi de sık sık bitkinlikten düşüp bayılmıştı.
Daha kampa gelir gelmez, küçük Mouny'yi kaybet-mnk felâketine uğradı. Bir müddet sonra İngilizler Bergen- Belsen'i ele geçirdikleri zaman ancak, adını söyleyebildi- O kadar hasta ve bitkin bir durumdaydı.
Adı böylece yaşayanlar listesine girdiği için aiieaı hayatta olduğunu sanıyordu. Fakat ne kadar yazık ki onu artık büsbütün kaybett ğ’mîzi öğrenmiş bulunuyoruz. Şüphesiz ki o da Bergen Belaen’in sisleri arasında yok olan bir çok arkadaşı gibi daha yirmi altısındayken tifüsten gitmiştir. »Les Etoiles» No 42'den
HÖCREMOE '
!
i
Öğle yakın. !
Hap o küflü çorba kokusu.
Ah ! nasıl istiyor canım
meyveleri, kütür kütür, olgun olgun, ballı meyveleri, yemyeşil otları dalları kırılan bahçelerde, dalları elimi tırmalıyan bahçelerde.
Nasıl istiyor canım patlamış tomurcukları parmaklarımın arasında :
nasıl istiyor canım, şuramdan, boyrınmun şurasından arzulu bir erkeğin öpmesini, belimde iki mengene kolları, sırtımda toprak bir yatak gibi yumuşak ve kabaran sular gibi içimi saran, içimden akan bir öz, bir çiçek, bir ot. bir hayat özü ;
ve sonra birden o sevinç,
o, kim bilir hangi cennetten gelen,
o, yeri yerinden oynatan, kökleri adaleler gibi kıvıran sevinç ;
içime dolan o haykırasıya sevinç,,.
Öğle olmuş. Kampana çalıyor I
Ne yiyeceğiz bugün ?
Ha, sahi 1 Nohut, ufalanmış, küflenmiş nohut.
Arlette Humbert - Laroche
Jauer Hapishaneşi 1 Haziran 1944
K I Z
A
yi görünüz ki, memedeki çocuğuna süt verecek yerde - açlığa tahammülsüzlüğünden ciğerparesi-nin derisini delmiş de kamın emiyor. Beri tarafla kocası yatmış, kalkıp da menetmeye mecali yok; yardım için bili kolunu uzatacak olsa açlığından elini ısııacak Bu aile sahibi Koca Karı : bahçedeki çardağın abında ruh teslim elmiş, cenaze-İni kaldıracak adam yok. Kızları hakireııin naşı-m göz yaşıyla yıkar ; geiinleıi biçarenin yüzünü kendi kanı ile boyamağa uğraşır ... {*) Kimi toprak yer, bava île doymak ister, kimi sinek avlar, karınca yumurtası ile gidalanır, köyü bir matem, bir musibet kaplamış. Kulaklarınız ahüeninden başka bir »es duymaz. Gözlerinize mezara tahavvûl etmiş evlerdan, ceset haline girmiş vücutlardan bsşka alâmet görünmez ; valideler haykırır ; ço erklar ağlar ; kaıdaşlar birbirine sarılmış, baba matem eder 1 Bir kuru ekmek parçasını mezara koymuşlar, gören nakdi canını verir ; ortaya bir kîrtal iaşesi atılmış, bir kemiğini koparmak için bir kaç kişi kan döker ' Mezarlarda ölü kalmamış, «ırtlan gibi yer kazarlar ; ağızlar havaya a-çıimış, bir vağtnur yağacak olsa bir damlası yere
(’) Mevtanı n yüıunü kıtmıtıy*. boyamak putperrat-olduğuna imadır .
ç K*yt Haini p‘in dır - }
düşmeyecek I Ortalığı bir sıcak duman bürümüş, güneş tutulmuş gibi görünür. Oradan geçip bir eve giriniz, yeni evlenmiş bir yiğit görürsünüz, açtıktan kanı buz tutmuş, soğuk elini zevcesinin alnına koymağa uğraşıyor. Komşusuna uğrayınız, henüz kocaya varmış bir geline tesadüf edersiniz ; susuzluktan cismi ateş kesilmiş, hararetli göğsünü zevcinin dudağına götürmeğe çabalar I Kimi evlâdının ateşini gözünün yaşı ile söndürmek ister, Kimi validesinin göz yaşını kalbinin ateşi ile ku-rutmava çalışır. Yağmur yerine kaza yıldırımları yağar, yıldırım gibi belâ taşları dökülür, mabet kapısında bükülmüş boyunlar, duvar dibinde kıvrılmış beller, güneş altında çatlamış dudaklat. ot yemeden şişmiş karınlar, semavata dönmüş gözler soluk benizler, yolunmuş saçlar, hareketten kalmış yürekler, keşkül olmuş avuçlar, kederler, belâlar. kazalar, kıyametler, velveleler, vlveylalar, zaruretler, muzayekalar, kahtügalâ her tarlaya her şahsa, her kalbe istilâ etmiş Belâ belâ üstüne keder keder Üstüne geliyor; kaderin kazanın zulmü dehritı kahir ve kederi el vermiyor da siz de mi köylüyü böyle gadirlerle dagdar edeceksiniz? Bir harabeyi yıkmaktan ne çıkaı ? Cenazeden car. mı alınır? Açılmış yaraya hançer saplanır mı ? Ha kestere ateş verilir mi? Siz zarurete isyan nazarı
ile mi bakıyorsunuz? Siz fakre, ihtiyaca itaatsidik mânası mı veriyorsunuz ? Ne yapıyorsunuz ? Ne oluyorsunuz ? Bizden ne alacaksınız ki. ne ;st . yorsıınuz? Bize adliniz, insafınız yoksa gözünüz de mi yok? Halimizi göımüyoı musunuz? Kör -lüye hükmünüz galebeniz varsa hakkınız da livar? Tarihe müracaat etmiyor musunuz?' Siz ne ■ saniyeti hakkaniye' mi zannediyorsunuz? Siz zulme, ihanete adlû siyanet mi dersiniz ? Carı s-zin indinizde cani demek midir ki herkesin kanın dökmeği kanun sanıyorsunuz?
İnsaf insaf !.. Gaddaı adamlar I
Sir Bortel
(Yine saatına bakarak fütursuzlukla)
Beş dakika kalmış. Ya vergi yahut ceza !. Ne diyeceksiniz ?
Birinci ihtiyar (Başı dönmüş gibi)
Ah I.. Kud. . Kudretim . mec. . me .. rııecıı. . mecalim kalmadı. Uç günden beri, biı, bir toku a (bağırarak) ab yemek yemekl. (sendele) vır k yıkılır).
Sir Bortel (askerlere)
Şu hiylekâr ihtiyarı alınız götürünüz. ağzın dakı dişleri sökünüz, hır tanesini bırakmayınız k ! şimdiden »onra da yiyecek bulursa yiyemesin (askerlerden birkaçı bilinci ihtiyarı götürürler:.
Abdal hak HA MİT.
+4İKÂVE g ö ç m e n
Cevdet Kudret SOLOK
İ , . | U D U D l) geçince hepsi birden yere kapanıp toprağı öptüler. Vatan toprağına kavuşmanın sevinciyle gözlerinden yaşlar boşanıyordu Atları, öküzleri, iki yanı parmaklıklı uzun urebalarınea tıklım tıklım dolu eşyalarırle işte lıocudun beri yanında bulunuyorlar, Öbür tanıtta hep h^psi birer tarla, birer de ev bırakmışlardı, Gerçi tarlalar çok verimli idi ; evler de bir zat üzerinde bir kaç odalı, içi beyaz badanalı, dışı sıvalı, çatın bu-cali, kutu gibi şevlerdi. Kışın o bacalardan dunca» tütmesi i'e g-izel görünürdü. Bunlardın ayrılmak biç d>- kolay olmamıştı. Kendileri, hiç değıtae çocukları, onların içinde doğmuştu, irili ulaklı fiililerce hatıra ı;e bağlı bulundukları bu yııv ılaı, bıı'tkmlnre yüzüstü bırakmak elbette aolav değ'idi Keudilerinden sonra içlerinde kim buir kimler oturacaktı. Ambatar hududa doğru gıcırdayarak ilerlerken hepsinin bt.şı geride, artık İıı,i4tı: keşifmiş bacaları görünmez oluncaya x-ıd*» onları ieyretmışlerdi. işteş dillerinde yeni bir haout açılıyordu. Bundan sonra yabancı bir ıj.kede azınlık ota-lak yaşamaktan kurtulacak, kendi milletleri mu arasındi: çog-ııılu* oimaıııu verdiği gururla. başları -ukaria dol •Şf.c-skt Jar M-İyoolarca inan ti. koîiacıuı açm-ş Onları bekliyordu. Gide çekleri yere b ç. de sığıntı olarak gidecek değildiler. Oraya «anutlarını götürecek, bandan böyle beraber yaşayacakları yeni hemşerilerine bütün dünyaca meşhur olan güze) tütün yetiştirme bilgilerini öğretecek, verleşecekleıi kalabaya bolluk ve saadet verecektiler.
Hudutta teshin alma işi tamamlanıp iki memleketin memurları arşımda kâğıtlar imza landıktan sonra oo.ari, hayvanlan ve arabala-riyle beraOer, flstü açık v a goniara bindirip trenle evvelâ A ■ şeh-ıne taşıdılar, oradan da, büyük bir vapurlu. Ege kıyısındaki B . . . kasabasına gönderdiler.
Karaya çıktıktan zaman haya adamakıllı bozmuştu. Denizden esen soğuk bir rüzgâr,yerlerde sürünen dönülmüş yapraklar: ve tozları havalandırıyor, dallarda s «lianan sarı yaprakları koparıyor, bepsıui birbirine katıyor, sonra topunu birden ağaçlına, telgraf direklerinin, evlerin, bacaların arasından, ta uzaklarda gö-rünets dağlara doy u Savuruyordu. Göçmenleri karşılamak içn isarlrye kadar inmiş olan kaymakam. beiedıyr b»|k9nt ve kasabanın ileri geltrılenndeo Üç k:şi. uar-ıle«ûleri;>n yakalarını kalaırm-ş -ıı;r»*sı-, diye- i>r eller yle şapkaları-nı ’.akaiumış, t"-pr-JR-i >,^ak bütanlarla çabuk çabuk - “ lîoş Jjeidıııiz. hoş geldiniz ! „ diyor I a - dı
Vapurdan çıvan erkekler kendilerine çeki düzen vermeğe ç ( ( 41 ■ v or, kadınlar atkılarına sarınıyor, çocuklar aaneiı-rsnin ikide bir savrulma tehlikesi göster-n eteklerine tu tünüyor .sonra hepi: garip gft,'P birbirlerine sokuluyor, “ — Hoş bulduk boş bulduk !„ diyorlardı.
Göçmenlerin vapurdan boşalınası tamam olduktan sonra kipiıOsaı ya.ımdsk- arkadaş tanırdan 'k> adım k«-i( . eriye çır.tı ve “Azız
ırkdaşlanm 1 i, d s v •* b r -ıcika başladı, bir e-liyle kalkık yakasım t. • (1 p bir eliyle şapkasını bastırarak, oniara. m- ıiu-k luı nüfusunu çoğalt tıklarını, hepsine bı-'lcu vatan n şefkatli ve sıcak bağrını a,t ğ>n, (.-•r jır rüzgârla açılmak Üzere olan yAı>r>.-ı bu -t. dalı* sıkı tuttu) ken dilerine gtç mirrim s-gi >a«uk hmiar zeytinlik veril.-'-: r““. bürün şu-ı ki tepeleri kaplıysa
yabani zeytinliklerin aşılanmak için şimdiye kadar onların çalışkan ellerini beklediğini söyledi ve yakın zamanda evlerinin ve .»tirahatleıi ııin temin edileceğini, henüz esasi-, bir hazırlık yapılamadığı için şimdilik kısa bir zurnan için - çadırlarda oturacaklarını bildirdi.
Rüzgâr kaymakamın sözlerinin çoğunu 11-çuruyor, göçmenlerin kulaklarına arada bir “zeytinlik,., “aşı„, “çadıı„ ke)imele«: çarpıyor, açık bağırdan bahsederken göğüs-.-. : ı;t sımsıkı örten şu adamların karşısında şaşk 11111 ktar 1 daha çok artıyor, soğuk rüzgârın a’itıuda hepsi Üşüyor, arkalarındaki örtülere daha sıkı »arınıyor, birbirlerine daha çok sokuluyorlardı.
Kaymakamın nutku bittikten sonra belediye başkanı, onlara, çadırlara kadar kendileriyle beraber gelmelerini söyledi. Ha-.-va.ilnr ko şuldu, erkekler üvendirelerini ellsrine aldı,kadınlar ve çoçuklar arabalara, eşyalarının arasına oturdu, kafile hep birden hareket etti. Denizdeu doğru deli deli esen rüzgâr arabaların gıcırtısını, bir İnilti halinde, kasabanın içi ne kadar ulaştırdı, bu ses bütün sokaklarda, gittikçe çoğalan bir sel gibi, evlerıı. duvarları nı yalayarak, açık pencere ve kapılardan içer lere dolarak, aktı. aktı.
ciğerleriyle ısıtması icap ediyordu. Hele geceleri, sabaha kadar yağan kırağı ite çsdı-rjarıa bezi nemleniyor, ipleri geriliyor, göçme.ilerin toprak üzerine serili döşekleri, sırtlarındaki 5 -tüleıi. bohçalarındaki yedek çamaşırları, -.-vtaj-keu ayaklarından çıkardıkları çorapları, -.Lliİ-ları sinsi bir nemle rutubet eniyordu Çcn-c.kbı-rm çoğu, kadınların da bit kısmı Öksürmeğe başlamıştı Sabahiarı hemen herkesin n. 'salları taş gibi katılaşıyor, hele çoğunun belirt- şiddetli ağrılar giriyordu. Arabkİkrıııip ®e?abe r getırd-kieri kaba hasırlar, altlarına n :-sei--c ho-nn biraz Önleyebilirlerdi ama. ontatı tıs hm vanların üstünü örtmek için kullanmış--:■•>-d Gerçekten, hayvanların durumu (Ssh:r kot” id Onlar için hiç bir ver hazırlanmamıştı, Gece İtri sabaha kadar açıkta, rutubetin a tn d- k*.. ması demek, hepsinin ölmesi demekti j’-uuıı Önlemek için göçmenler ebesindeki bazıvlarıı birbirine ekleyip üstü Öıtüiü. yanları da art-batarlr çevrili yerler, tu- t»kuzı sözde bLijtIM! yapmışlardı ama bn yetmezdi. Araşır» t.i.- öküz veya bir atı, sabahlan, bağlı bulunduğu verde ölü olarak buluyorlardı
♦ee
♦ot
Göçmenlerin geleceği kaymakamlığa aucak bir hafta evvel haber verilmişti. Kaymakam da belediye başkaniyle beraber, çalışmış çabalamış sadece yetecek kadar çadır bulabilmişti. Daha ne yapabilirdi ? Memleketten çıkarılan azınlıklardan kalma evler vardı ama, onların kapısını, çerçevesini, hattâ damının kiremidini, odalarının döşeme tahtalarını halk çoktan atmış, kullanmıştı. Ortada kala kala her tarafı delik deşik dörder duvar kalmıştı. Bunların tamir edilerek tekrar oturulabilir hale getirilmesi hem zamana, hem de paraya bakardı. Kay-maka m vaziyeti olduğu gibi merkeze yazmış, genel bütçeden bu iş için özel tahsisat gönderilmesini istemiş, kendisi, şimdilik, gelenlere yalnız birer çadır, birer de gemici feneri verebilmişti
Memlekete, böyle, aşağı yukarı bir mahalle dolduracak kadar insanın gelmesi çarşıda pazarda fiatlarıu birdenbire yükselmesine sebep olmuştu. Esnaf bundan memnun ise de halk hoşnut kalmamıştı. Ucuz ucuz almağa alışılan eti, sebzeyi, yemişi iki misline almak hiç de çekilir şey değildi.
eee
Göçmenleri yerleştirmek için, kaymakamın yazısından tam on beş gün sonra, merkezden B... ye beş kişilik bir Göçmen Yerleştirme komisyonu gönderildi. Komisyon kasabaya geldiği zaman ekim ayı da girmiş bulunuyordu.
Haralar adamakıllı soğumuştu. Çadırların kapısı ne kadar sıkı kapanırsa kapansın, dışarının soğuğu yine içeriye kadar işliyordu. în sanların soluğu ile arasıra biraz ısınır g.bi otan bava, gündüzün insanlar dışarıya çıktıktan son ra, çadır bezinin mesamelerinden yavaş yavaş sızıp gidiyor ve onun yerine, hazan yağmurlu baran kuru bir rüzgâr, kapının her açılışında içeriye şiddetle doluyor, bütün köşe bucağı kaplıyordu. O zaman beş altı insanın yeniden bir araya toptar.ıp soluması, çadırın havasını
Komisyon ilk iki gün durumu luceletneKİe vakit geçirdi ; göçmenlere verilecek zeytinlik leri, meraları dolaştı ; gidec Bzıiıhkiardaz. ks lan harap binaların tamiri ite yeniden yapıl* eakiarın masraflarını, betap etti ; bütün bunlardan sonra kaymakam ve belediye başkaniy le yapılan resmî bir toplantıda komisyon baş kanı, arkadaşları adına, fikrini söyledi :
— Merkezden bu iş için Özel bir pars ve rilemiyecektir ; göçmenlerin ancak yerinde el de edilecek çarelerle yerleştirilmesi lâzımdır.
Bu büküm üzerine, merkezden tahsisat verilirdi, verilmezdi diye uzun uzadıya münakaşa edildi, »onunda kaymakam kestirip attı .
— Bütçemde bu iş için aynımış ten biı kuruş yoktur. Başka fasıldaki bir parayı buraya harcadığım takdirde hem o faşta ait: kamu hizmetleri yüzüstü bırakılmış olur, Hem de ben bir faslın tahsisatını izinsiz olarak baş ka bir işe harcadığım için kanunca sorumlu O-lurum. Bunu» yapılabilmesi için, merkezde verilecek bir kararla, tahsisatın fasıldan fasıl* geçirilmesi lâzımdır ki. bu d» en aşağı bir kaç ayda tamamlanabilecek bir Jiuatnclrıl.-,
Komisyon başkanı, bu haklı açıklama Zat şısında diyecek sözü ol aradığını, kanun önünde ■ kar suların duracağını söyledi, vaizıt İt- epey ilerlemiş bulunduğu için öbür çarelerin ertesi giin konuşulmasına karar verdi, topıantı t kapadı. Komisyon şerefine belediye bınatrt«cta ha zırlanan akşam ziyafetine gitmek içitı. belediye başkanınıu daveti üzerine, hep nird-311 hasırlanmağa koyuldular. Komisyon, burada ça lıştığı müddetçe, belediyenin misafiri sayıhyc- dıı.
Belediye binası iki katlı idi. Üst katta,kup lautı salonunda, büyük bir masa kurulmuştu. Komisyon üyeleriyle, kaymakamdan başsa,«avcı, yargıç, hükümet doktoru, posta müdürü, okul müdürü gibi ilçenin ileri gelen ırıeılu.'ta ti, bir de ünlü bir kaç zeytinyağı tüccarı Zıya fete davetli idiler Hepsi on beş kişi kadar edi yordu.
D A R W I N
3'üncii sayfadan:
özel ncelememi neşretmeyi faydalı buldum „ diyor. Fakat buna rağmen Dmwin mürteci lerip, pa-pasların »on haddine r»rn kin ve nefretlerine hedef olmaktan ken dini kurtaramadı. Daru'în’in yukarıda bahsettiğimiz üç eseri, ııa-zarıvesınitı bütün esaslarını kavrı-yan başlıca eserleridir. Büyüklü küçüklü daha birçok eterler yazdı.
D»rwiu ua/.aıiycsiııın kuvveti, ilcriiiği vc delilleri o kadar açıktır ki zaunaınn bütün ileri bilginleri oıu derhal benimsemişle r re müdafaa etmişlerdir, Fakat ınets-fizıği ve eski ilim geleneklerini yıkan bu ileri nszaripe, ve bizzat Darvin, mürtec'lerin ve papasla-r:s amansız hücumlarına uğradı, b(: hücumlar ka-şısmıla o, bir za-nısn.ar papa» olmak için ilahiyat f .kültesine girdiğini hatırlıyarak, "Sonraları kili»* mensuplarının bana ,;ıe»il kudurmnşcarına saidırdık-itıanı düşündükçe kendimin de bir tuUKaht papsslığa niyet ettiğimi hatırlamak bana güiiinç geliyor, „ demekten kendini alamıyordu.
Darwtn 1882 Nisenıuın İftunda Öldü. Büyük bilg ııı fabiatle o kadar bağdaşmış. Onun kaııunlarıua o kadar alışmıştı ki «on »özü ştı nldu . “ Ölümden hiç korkulıyorum. ,
Oarwin uzvi alemin gelişme fcsaunltırrm keşf.tmiş, bugünkü te küsûül ilminin iuıucutu olmuştur. Dervin'e gelinceye katisı bütün «ı «tsu ve nebat mevtleri Allah ta-r-.fın intı yaratı.mış değişmez »ey telâkki dururdu. Darvin bu görüşü yıktı, hayvanların, nebatların, tarihî birer varlık oldukları aı, baritteo mürekkebe doğru dur-naadv.. değiştiklerini rededııosez bit şekilde i*bal; etti. One göre yesı şekderin zuhuru ds, etkile rm vok oluşu g bi . Alıahuı »“iMıeı ve trubved'ei faaliyetim u e .teri drğd. tabiî ve tarihî «ir inkişafıu zuruıi neticesidir. Darwıu deıı Önce de uzvî âlemde tekâmül fikrine taraftar olanlar, bsıitâ tekâmül nazanyesi kurunlar vardı-: Lamarck gsâi. Fskar Dar »in uzvî âlemi zengin materyelie-re dayanarak etraflıca inceledi, îlrui bir tekâmül nazariye»! kurdu, Bsgün Darvin naznrıyesini kabul etmıyecek hiç bir hakikî ilim adamı yoktur denilebilir. Hayvan ve nebat fosilleri, eski uzviyetlerin daha eski uzviyetlerden bünyece daha basit olduklarını, yani uzvî âlemde gelişmenin basit şekilden daha mürekkep şekle doğru bir seyir takıp ett ğıni açıkça gösteriyor. Darvvıu bu gelişmeyi Var-
hk uğranda mücadele ile izah ediyor.
Hayvanlarda ve nebatlarda sık sık tesadüfi değişmeler olduğu meydandadır, Darwi» isbat etti ki, varlık uğranda miicadeledefajAa-lı olan değişmeler birleşip kuvvetlenmekte ve biriken bu değişmeler veraset yoluyla nesle geçerek yeni hayvan ve Debat nesillerinin doğmasına yol açmaktadır. BÖyle-ce menşeleri bir olan uzvî şekiller yüz milronlarca yıl devam eden bir gelişme seyrinin mahsulleridirler. Bugünkü uzviyet şekillerini biz ancak tarihi göz önünde tutmak suretile anlıyabiliriz.
Darwin tekâmül seyrinin »e heplerini, muharrik kuvvetlerini de meydana koydu, ve canlı tabiatın gelişmesinde esas olan iç tezatlara vardı. İrsi değişme seyrinde doğa» yeni şekillerle eski şekiller arasında ve nevilerie onları çevreleyen uzvî muhit arasındaki tezatlar varlık uğrunda mücadele şeklini alıyor. Bu tezatlar ancak muayyen bayat şartlarına uyguıı olan değişme sayesinde muhite hâkim olmak imkânım elde eden uzviyetin tabii istifaya uğra-maziyle çözülüyor ; eski nevilerden yeni neviler doğuyor. Muhtelif hayat şartlarına uyan yeni neviler ban hususiyetler ve alâmet lerle bi( birlerinden ayrılıyor, akrabalıklarını muhafaza etmekle beraber birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Uzviyetlerin tabiî manzumesi bu tarihî akrabalığın muhtelif derece terini aksettirir..
Bu suretle Daru’inîsm uzvî tekâmülün esas lak t ölünü meydana koymak uzviyet nevîlertnin çeşit ve hayat şartlarına uygun olmala rının sebeplerini izah etmektedir.
Dsruı.o canlı tabiatın fasılasız b.r seyri, Pasıtteu oıürek
kebe doğru daimî bir gelişme halinde olduğunu gösteren nazariye-»iıe cnetafızike, idealizme, ve dine ÖİdÜıUCÜ bir darbe vurdu. Bu darbeden ayni zaroanda insanın kâîr.atııı merkezi olduğu ve dün yanın ancak insan için yaratıldığı yolundaki ( antroposa o tr i k ) dinî telâkki de hissesini almıştı. Çûn kü bizzat insanlu da mılyonlaıca yıl »Üren bir gelişmenin mahsulü olduğu isbat ediliyordu.
Dawm canlı tabiata maddenin hareketi kanunların» göre gelişen, esası maddî olan bir varlık gibi bakar. Bugün bir çok anti darwı-nıst ler de gelişmeyi kabul ediyor-
lar ; fakat hepsi de uzviyetin tekâmülüne, hamlesini tezahürlerin iç tezatlarından alan maddi bir seyir olarak değil, bir “ruhu külli „ tarafından idare edilen esrarengiz bir seyir olarak bakarlar. Bu telâkkiler tekâmül seyrini ilmi ve akla yakın bir surette izah etmekten uzaktırlar.
Darwin meseleye maddeci bir cepheden yanaşmaktadır. Canlı varlıkları tekâmülünde irsi değişme, varlık uğrunda mücadele, tabiî istifa ve ilb. gibi amiller maddî amillerdir.
D ar w in uzviyette olgunluk meselesini de tam bir maddeci gibi çözdü ; idealist teleolojiyi temellerinden çökertti. Uzviyetlerdeki uygunluk, düzen ve hayat şartlarına uyma meselesi çok eıkidenberî filozofları meşgul edegelmiştir.Buna Kant, Cuviell gibi büyük kafalar bile cevap butamamışlar,te-leoiojık bir izah yoluna sapmışlardı. Dar.vin meseleye bir maddeci gibi yanaştı ; uygunluk deyince Önceden kurulmuş mutlak bir a benli değil, uzvî varlıkların hayat şartlarına nisbî bir uygunluğunu anladığımızı belirttikten sonra bu uygun hususiyetlerin tabii seyirler sayesinde kanunî olarak doğduklarını, bunların uzviyetle yaşıt olmayıp zamanla değişen, gelişen tarihî hususiyetler olduğunu isbat etti. Bu suretle tabiat ilminin en mühim meselelerinden biri daha kesin olarak çözülmüş oluyordu.
I V
Darwin de, nazariyesinin Özüne, esasına dokunmıyan bazı noksanlar, bilhassa bu nazariyeniu insana ve insan cemiyetine tatbikinde bazı yanlışlar müşahede etmek mümkündür :
1 — Darwin, hayvanların en mürekkebi, en gelişmişi olduğunu isbat ettiği insanın hayvan âlemin den ayrı bir mahlûk olmadığını, diğer hayvanlarla insan arasında bir halka, bir boğ mevcut olduğunu reddedilmez ilmi deliller ie isbat ederek bütün dinî telâkkileri kökten baltaladı ; fakat bu konuda öz biyolojik esastan ayrıiamadığı için insanın doğuşunu tam ve doğ ru olarak çözemedi. Sonradan isbat edildi ki, imanın hayvanlar âleminden ayrılmasında en büyük rolü iş âleti kullanması oynamıştır. iş aleti insanın bedence değişmesine, onu öteki hayvan lordan aynan en keskin hususiyetlerin, ellerinin ve dimağının, değişmesine yol açtı. Bu suretle insanın iç
t ■ m al bir varlık olarak gelişmesinde asıl rolü oynıyan. coğrafî muhit, dış hayat şartları değil, maddî istihsal seyri oldu.
2 — İnsanın doğuşu meselesini sonuna kadar vardiramadığı içindir ki, Darvin, insan cemiyetinin hayvanla- âleminden başka bir şey. yeni bir keyfiyet olduğunu, bu cemiyette biyolojik değil, kendine has sosyal bir kanuniyet hüküm sürdüğünü de aıılıyamaçtı; tabiî ısfi/a nazarîye»:ni insan cemiyetine de teşmil etmek istedi. D«rwin in bu temayülü «sosyal darvınismf dene» bugünkü mürteci cereyana yol açmış bulunuyor. Bu cereyanın taraftarlarına göre kuvvetliler zayıfları, ileri milletler geri milletleri ezmekte, bo-yundmuk altında tutmakta haklıdırlar. Çünkü varlık uğrunda mücadelede muzaffer olmuşlardır. Bu nazariye ancak wsy.il müsavattız-lığı, zayıf milletleri ezmek içi» *.m-peryaiist harpleri »aklı ve .ııeşrsı göstermek isli yenle: in işine »Derir ; ilimle bi, bir ilgisi yoktur. Insau tarihinin muharrik kuvveti biyolojik bir h aynt a ûcadeieıı ve istifa değildir. Beşer Çsrasyetiuiu kendine has değişme l .aı>u;>btrı var ki uzviyet âleminin biyoîojik kanunlarından farklıdır.
3 — Darvvin tablette sıçramayı kabui etmîyetek yanlış bir for mül ileri sürmüş fakat bütuıı araştırmaları onu kendi formülüyle tezada düşürmüştür. Çünkü bu sıç-ramanın en parlak misallerini bizzat ktnlisi vemrçtîr.
S Jyd iğimiz bu noksan!» r Darvin'in dehasını ve tauii 'hinlerde inkılâp yapıtı ııaz&riycsiı i» ıvlııı-cu İncitecek mahiyette değriir Darsviu nazariyisin:» (ioğru:c.ğu hakikati» en büyük kt>toyı>»ıo oıau pintinde teyit zdiln.-şt t İnsan bugün kendi pratik ısaıı- f tinde: değişme tezabu'derme d--j ,marslı. su’nt istifa yoluyla yen- ehil hayvan ve nebat ciosıerı viı u-da getiriyor, ş-jüriıı z-arak fkâ-müie hızmel ediyor. Bu cnuy l)ar-uııı'in lekâmü; naza-iyesiı.nı d*' ğeriui ve kudretini sulatın -s yete»
Tekâmül uizasiyesi. D»rwıpys »*• de kendim zuls.'tk tını; bir zater kazandı. Çünkü o, uzvî alemin düğümlü meselelerini çözerkeıı tekâmül seyrinin kanunluluğucu bü tün açıklığı ile meydvna koydu. Darw:n Öleli altmış dört yıl üıdu. Bu müddet zarfında ilim bir cok yeni ıns.teryeiler biriktirdi, l-.tnın gelişme»' Danvıtıiscn’ı feyıi etmekle kalmadı, onu geliştirdi, derinleştirdi ve tamamladı. Bugün Dır» wınism, sadece Darwin’ıu şahs.yle bağlı olan İlmî faaliyetin verinı.e-rile hudut iandırıimıyor, umu in;/etle uzvî âlemin İlmî tekâmül laza-riyeai diye kabul ediliyor.
Zeliha YAKUPLU.
I I I
FİKİR,SANAT VE TENKİTPE^İSI
Harman Yangını
(Y »tın Halil A^tek u )
ALİL Aytekin kitabına u hikâyeler, adı m vermiş; tik on* ister hikâye kitabı diyin, iater, utun yıllar lüreo bir Aun
lolo gerilinden “ reportage„l ar diyin... Yazar kendili ianat iddian göıetmediğini löylûyor ; ama bu kitapta toplanan yazılardan bazıların da hikâye çeşidinin, bazılarında da “reportn^e„ çeşidinin en güzel örneklen arazına kıtılnııığR değer o kadar çok örnekieı var ki, iman, bel ki ııınıd iddialını âuçümrivea yaıarıa bu diı şüaüşünûu neticen', »ayabileceğimiz üslup ib mu ileri ne teknik inatlarımı esefleniyor Halil AytekLı aslı köylü olan ve bütilu meslek La yatım köy çevrelerinde geçirmiş genç bir ya zardır. Onda, büyük yazarlardaki cevherlerden ikisini . sanatçıya er. gerekli unsunlar! kaçır mıyan bir müşahede kabiliyeti, ve insan zaaf farını en gülünç yerlerinden yakaliyan bir ou zab sezişini buluyoruz. Bunlardan daha az mü bitn ohnıyau, malzemen ölçü iie harcama : ne lüzıımtından fazla israf, ne de bulanıklığa ve zayıflığa götürecek kadar hasistik gösterme den kullanma melekesini, bıı kelime ile sanat yaratmasında kiteknîği ve dili en duru ve ra hat bir ifadeye elverişli şekilde kullanma mr dekesin- kazanmak için, sanat hayatının bu İlk denemelerinden sonra gayretler gösterirse ede biyatımıza çok şeyler kazandırır.
Kitapta 13 hikâye toplanmış . “Harmm yat» gıuı„, “ Sarı ceiep„, “ Kana sulayan toprak,, köy ağalarının, köylüyü kendilerine muhtaç ve esir hale düşürmek için başvurdukları çeşitli entrikaları anlatıyor.
“Toprak hasreti, daba çok bir “reportage, dır. Burada bize, “toprak kanunu, üzerinde tartışıldığı sıralarda, topraksız köylünün bular tışuaaiaı ve kanun takkmdaki düşünceleri nak [edilmektedir.
H?.l;i Ariekin’iı kitabında, anlatışta ya valilik ve kontlarda kısırlık yok. Bunlar el bette b-.r yasar için küçüruseumiyecek meziyet ‘erdi1-. O. baştı işaret ettiğim kusuriar Üzerin de durup san atını olgunlaştırsa, köyü içinden görüp anlıya» ve duyan bir hikayeci romancı olmanın ilk şerefini kazanabilir ; ve böylece Türk loaoanmda yep yem bir çığır açar.
RciGsevelt
2'ncl sayfadan
Roosevelt, şahsiyetinin kudreti, politikacılıktaki mahareti ve halkın uesteğile belki o senelerde başkanlığa gelebilecek başka bir şahsın yapamıyacs-ğını yapmıştı!, ama fertleıin kudretinden çok daha Kg.r basan cemiyet nizamı şadları, onu gitiik-çe artan tavizlerde buJunmıva götürmüş, milletin üçte birine ev, giyecek ve viyecek temin etmek. İktisadî alanda demokrasiyi gelçekieştirnıek gaye sine hiç yakınlaştumaınıştır
Ne olursa olsun. Eıank’.in D. Roosevelt'in ölümü demokrasi davası için bir kayıptır ; onun,bugün havaU-ı olmasını isterdik.
Tercüme
34-36 inci sayıları bîr aradtı yayınlanmış olan (Ter-ciııtıeı dcr^istıiın bu özel sayısı yalnız manzum şiir ter-cıirtıelarine ve bazı ünlü garp ya/arjarınıu şiir lıakkırî-dâki yazılarına ayrılmıştır. Dergide, bunlardan başka türkçede manzum tercümenin Urfnine ait de iki makale va rdtr.
Eski Mısır şiirinden haşlayıp, Y'uııar Latin, Ç:ıı, Japciî, İspanyol, Fars. Inpiliz, Ameıikaıı, Fransız. Al-man ve Rum edebiyatlarına ait e i İlden toz şRi.-dcn yetmiş kadar şiir çevT’inıiştir Bunl.iT arasında Orhan Veli Kanrk'fn ûfu?t tiayy&m’dan -ki nihaî, Fraııçnıs Vıllon-dan Asd'.nîş’artn Rafındı. Theophile Gmlier'den Çin işi, ChaHrs Grns'dan Çırozname: Melih Cevdet Annay ın Laii-istın HugrlıesMm Ben de, Edgaı' Püe’daı» Annııhel Lrr, Sabahattin Eyiiboğhfjmn RnnMcd’dan. Mezaı Taşı, Pilli E;•!a ni dan Kafurunu. J. S ip•■r«ıe'.lr den Ma'.einn-(ik, Jıiiiiaifiiie Apjuinahe’den Msrizibii; Yiişaı Nabi Nayır'id Laın.ırtine' trn Göl; Cahit Sıtkı Tar?.ncıTtîin Ge-rar i de Nurvarden t alitary.ı tercümeleri bîlham başa-rjlıdır Okuytıeu anınıza hır fikir vermek için bunlardan bazılarını Ktibas ediyoruz.
Fakat Akııan ve Rus edebiyatla-incin ; yapılan ter-turnelerin çoğu ne yatık ki zaittir; heîe bıtnîaı arasında S?iâiıat’in Balu nıır. asm t taşıyanlar, asıliarımn değeri hakkında en uzak bir fikir vermek en bile ıııahrumdıır
M A R I Z 1 B I L L
Büyük caddesinde Kolonya’nm
Bir gider bir gelirdi akşam vakti. Herkese cömert, şirin, cana yakın ; Bitince kaldırım gider içerdi Basık meyhanelerde yorgun argın.
Kuru tahtalarda yafmıya razı, Alyanak kumral bir oğlan yüzünden ;
Bir yahudi, sarmısak kokar ağzı, Çin dönüşü Şanghay kerhanesinden Çıkarıp getirmişti kızcağızı.
Çok görmüşlüğüm var böyleferini, Omuzlarına ağır gelir kader ; Kararsız, rüzgârda yaprak misali ; Gözleri kısık lâmbalara benzer ;
Kalbleri işler kapıları gibi
Guillaume Apollinaire: S Eyiiboğla - N. Cumalt (Tercüme, N. 34 - 36)
autliaume Apollinaire 11880-1918;! Aslı Po'onya’hdır. Almanya’da uzun müddet do
iflnazio Silona
taştıktan sonra Paris’te yerreştl. Yeni şiir, resim, tiyatro hareketlerine karıştı. Birinci Cihan Harbi’ne katıldı, harbin sonunda Ispanyol nez’eslnden Öldü. Fransa ve Avrupa’ da asrımızın en büyük şairlerinden sayılmaktadır.
Ben de
Ben de Amerikayı överim.
Ben en esmer kardeşiniz.
Misafirler geldiği zaman
Mutlağa dehliyorlar yemekte beni Ama ben buna gülüyorum,
Karnımı doyuruyorum güzelce Büyüyüp kuvvetleniyorum
Yarın
Masanın başına geçip oturacağım Misafirler geldiği zaman Kimse cesaret edip de “Hadi sen mutfakta ye,
Oiyemiyecek.
Bir hoş görüverecekler yanlarında benî Utanacaklar da...
Ben de Amerika’yım.
Langston Hughes: Melih Cevdet Andag (Tercüme, No. 34 - 361
LANGSTON HUGHCS : Ze.ıci Itîi * .leriMo şairi. '.ıı. HL. eseri 1926 da y»y.riaı»m»ft:
Karartma
Kapılar tutulmuş neylersin Neylersin içerde kalmışız Yollar kesilmiş Şehir yenilmiş neylersin Açlıktır başlamış Elde silâh kalmamış neylersin Neylersin karanlık da bastırmış Sevişmezsin da neylersin.
Paul Eluard: Sabahattin Eyüboğtu (Tercüme, No. 34 ■ 36)
»'•AUL ELUARD (1ö'.>5i ■J’ran.ıv ş-.ıir». B.urc’ ı> han harbinden sonra (ti-ıda:-. d?ı«a scura :.ur realiste) ha ekete i. .-».t: id i Surru-fhiflied'») Ltlli-havı nazadyecilet indendir ? ranrcıii?! işfj .»ndç (Mıikave'.ıet karekfitı’ni d»** ek! oh.
Biraz da gülelim
Dil çorbası
Harp b teh bir yıl o’dıı, anıı umulan jv.’z.ak hüU. geimed . pahalılığı Kendini r ı çok yiy^tek
içecekle duyu cincimi Herkes. rııirnîam cıdugıı kada-licuz geçinmek denlinde, hcuı uca/ iıeıtı de heslvvıfi gıda W.w.uı yolunu aruşi.'T.r,?kta t; a.’i'«r bu işi pek ucuza mr/i ordıi&ıı söylenen bir verrekk ’na•,Mm(?Fİr, yol ur. i bı.Lnuşkır ; dti çı::i'(iı.s iıct'u ı-orze yııotr c.?y» iıcnılü h;i yemedi - işittiğim »iKi - Lı.'.'i rde/İTt : büyük ;u‘î tencere veyj kaz ım ahf, tç.ne hol ?•(■*-
lavca duğrarsınn; buna - mikran kai. - e’i’uo vji, tilr-lop ilâve ettikten sonra sııkırcıVra r«k - >dîjî f der.>*c*; zevke ^öre de*»işmvktrdr ’ - İm ■> ah -m*
de kaynatırsınız. Kivamsnt düşünmeye lûz ı:n -ok. ı.-’i: diğijfiz kadar su îc.ldtnr ıo*. .ti'-ı;*-.ror1 t-l-oor.
im çorbanın pe;f nefis cddu^ur h eıoabı .ık-«y.c; ir/.temc.
tler r.rkadar nekreler, fc-.dj ı iih r hu yr
rneğin kalcrisini ve vıiar. r. k.-’jıiL'ti’ıi İKtii»/. i-ıy/n ( Vnr njiş iseler dr, ûuydus jıuiıiza y?re »d-.ı ç;:ı ” i»t htt beslenip, kemirenler van'.ıış1.
Ekmek ve Şarap
F*?î»t terörü altında ioliyen *Cafone»terin , Cenup Itülyafıı" Pin çorak top* r&ilarâ üstünda ümitnifc bir hayat mücadelesi y^pen ırgatların destanı.
250 kr. — Batı Yayını - P, K. 1ö, Şişli
Basıldığı tarih : 18 Muyıs 1946

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Varı lok Gösterenlere Cevap!
---------000--.... — .
Türkiyede emeğinin kira bedelinden başka geliri olmıyan-ların sayısı en az 12 milyondur
l Bu muazzam emekçi hafit kütlesinin cemiyet içindeki rolünü, sınıfı varlığını, kültür ve refahl hak’annı inkâr etmenin deoekuşuvari gizlenmekten ne farkı vardır?
Avukat
ESAT ADİL
Mehmet A. C.
Ahmet Haslmden, Refik «•9vk*'i
bir rnrtktup
Haşan Tanrıkut Tekâmül vs müsavat
Behçet Atılgan Sosyali* Müsavat
Fehmi Yazıcı
Sosyetenin İnkişafı ve turlhl
materyalizm
Aziz Nesin
BU dejııokratmiviz (io»tlur
M. Kuzugüdenli Kaynuıkam adaylarımızın trzllvri
Iim, gerçeği yayar, politika ise işine geleni rumak, hem sınıf tezatlarını afyonlamak, uyuş-söyler. Bu bakımdan, Türkiyede sınıflaş lurmak davasındadır. Bu müşterek gayeye bir: ma olmadığını, sınıf tezatları diye bir şey bulun- şiddet ve itisaf metodu ile, diğeri de hileli hür-madığıru, Türk milletinin «imtiyazsız, sınıfsız bir riyet yolu ile erişmek niyetindedir, millet» halinde yasaya geldiğini ilen sürenler, bu yalana gerçek süsü verenler ve bu sahte gerçeği de maske edenleri düşman sayanlar sadece polli tika madrabazlığı ile geçinenlerdir Onların lâfü güzafının İlmî gerçeklerle hiç bir ilgisi yoktur.
ün’ün geçen haftaki baş yazısında da açık-ladığımız gibi, «imtiyazsızlık» hukukça nazarî bir eşitliktir. Böyle bir eşitlik Fransız ihtilâlinden sonra bütün milletlerin ana yasalarında yer almıştır, işin garibi şu ki. sınıflar arası tezatlar, boğuşmalar işte asıl bu fertler arası eşitliği nin hukukça kaideleştirilip kanun haline getirilişinden sonra keskinleşmiş, emperyalist sistemli istismarcılıkta asıl bu hukukça ve milletler arası eşitliğin ilânından sonra azgınlaşmıştır.
Görülüyor ki, sınflı cemiyetlerdeki hukukça eşitlik lâfı, ekonomik iktidar imtiyazcılığmm yüzünü gizliyen bir maskeden başka bir şey değildir.
Her hangi demokrat ve sımflı bir cemiyet- de y'a51yan”Türk prolet^yL',
teki refah seviyesi
Çeviren: Deniz Stalincrnddaıı röportaj
Halil Aytekin Körler diyarı
20 Kuruş
— — teki refah seviyesinin diğerinden yüksek
veya düşük oluşu; istismar edilenlerle, istismar edenler arasındaki mücadele ve tezatları ayarlıysa bir ölçü olmaktan ziyade iktisadi istismar mekanizmasının servet kaynaklan üzerihde henüz tam isabetle monte edilemediğini gösterir Meselâ Amerikan, porleteryasının Türk prole-teryasmdan çok daha üstün bir refah seviyesine ulaşmış görünmesi, Amerikan sosyetesindeki sınıf mücadelesini gevşetici bir sebep olarak ileri sürülemez. Çünkü istismarcı sınıfın refah seviyesi de o nisbette yüksek ve aşırıdır. Mücadelenin varlığını ve azgınlığmi ardi arasi kesil-miyen milyonluk grevlerle ispat etmek pek kolaydır. Sınıf mücadelesini gevşetmekte Amerikan demokrasisinin gelişmesi ile herhangi bir faşist baskısı arasında netice bakımından hiç bir fark yoktur. Çünkü her ikisinin de gayesi istismarcı sistemi daha iyi organize etmekten iba rettir ve yine her ikisi de hem sınıflı cemiyeti ko-
Türk sosyetesine gelince; bizde derebeylik istismar çarkının dişleri pek aşınmış olduğundan, onun yerine daha modern bir istismaı çarkı yerleştirilmiş bulumaktadır. Kapitalist oligarşinin Türk sosyetesinde henüz gelişmemiş olduğunu ileri sürerek. Türk sosyetesinde sınıflar arası tezat ve istismar azgınlığı bulunmadığını zannedenleri son derece yanlış bir görüşe saplanmış olmakla töhmetlendirebiliriz. Bunlar, hem iüıkıyenin yan müstemleke halinde yabancı kapitalist oligarşisini istismarına sahne oluş devresini hatırlamamakta, hem de iç istismar mekanizmasının hususiyetlerini bilmez görünmektedirler.
Devlet kapitalizminin iç ve dış kapitalist oligarşisile nasıl bir işbirliği edegeldiğinı ve Türk proleteryasnın gerek şehirlerde, gerek köylerde hâlâ nasıl bir istismar mevzuu olduğu nu ispat etmek için, en düşük hayat şartları için-_ ı sayısının on iki milyondan aşağı olmadığını söyliyebiliriz. El vs kafa emeğinin kirasından başka hiç bir geliri oi-mıyan bu iki buçuk milyona yakın ailenin hemen yanı başında, küçücük sermayesi veya toprağı ile emeğini birleştiren ve yan proleterya halinde yaşıyanlan da bu yekûna eklersek Türkiyenis tam ve yarı proletersı on beş milyonu aşar.
Tamamiyle istismar edilen bu on beş milyon luk emekçi halk kütlesinin karşısında hâlâ sınıfsızlık, ve imtiyazlılık palavrası savuranların, başını kuma sokmakla vücudunu da gizliyebildi-ğini sanan devekuşlanndan bizce hiç bir farkı yoktur.
erçek olan.-bu on beş milyonluk kütlenin var oluşu ve tamamile istismar edilmekte oluşudur. Kapitalist ve emperyalist nizamın kara sevdalısı olan sayın baş muharrir Hüseyin Cahit Yalçın vs onun peykleri «bu dilsiz hakikat» karşısında bilmem ne buyururlar?
V
İH Hasimien Refik Şeıket Inceje biı mektup
O zamanlar henüz ilk okuiun beşinci sırufşndaydım. Şişman bir hocamız vardı. Bize bir takım şarkılar öğretirdi. Hafızam zayıf oldiuğu için, öğrettiği bir yığın şarkıyı şimdi maalesef unutmuş bulunuyorum.
Yanlız unutamadığım, umıtamıyaca-ğım bir şarkı var ki, onun bir kıt’asını size de sunayım okuyucularım:
«Sen ne güzel bulursun,
Gezsen Anadokryu, Dertlerden kurtulursun, Gezsen Ana($oluyu».
Hazırlayan: Mehmet AC.

Kamı tok, gözü kör, vicdanı rahat As lanlı maslaniı kitaplar şairi! Beni iyi dinle ve kulağını aç. Senin, Alemi Fildişi kuleden seyreden AHMET HAŞİMİN bile A-nadc'Juyu senin gibi görmemiş... Ve dünyanın en büyük yalanını savurmamış şiir diye.. Gözlerim 4 üstü namütenahi kerte aç, bak Dostu Refik Şevket İnce’ye N iğdeden 3-9-1933 yılında yazdığı mektupta neler yazmış:
«... Gördüğüm Anadolu hakkında bil mem sana ne yazayım? Evvelâ bu kıtayı arazide kimler yaşıyor? Görülen harabelerin banisi hangi cins mahlûkâttır? Bunu, koy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. Anadlolu köylüsünü tasnifi mahlûkatta karıncalar nebine ithai etmeli fikrindeyim. Gündüz amaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en. güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin namütenahi sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, (gıda) fikri sabitiyle sersemleşmiş, neş esiz ve yorgun bir insaniyetin mesai müşküle -sine tesadüf olunur. Sanki, cehennemi bir furun karşısında’n yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya maddei gıdaiyeyi biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlerine doğru çekip götürmekle meşgul görünür. Tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi...
Fakat boğazlarının karma olarak aklın bütün melekâtını red ve iptal eden bu,a damların boğazı da memnun etmekten pel. uzak bulundukları en zenginlerinin evince" geçirilen bir gecenin sabahında, nefiâ bı yemek diye Safraya getirilen su ile pişmiş menhus bir fasulyanın barsaklarda tevd’t ettiği gazat ve istirahat ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin mak
satsız hayatına, boşa giden gülâne mesai sine karşı derin bir elem duymamak kabil değildir. Refik; Ankarada, Almanya Impa ratorunun Anadolu hastalıklarını tetkik ermek üzere gönderdiği bir heyeti tıbbiyenin bazı büyük rütbeli erkânı ile görüştüm. Bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar tetkikatlarının sıhhatli eşhas üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki. Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla mahmul ve kanları bu kurtların ifraz ettiği tüfeyliyat ile meşbu bulunuyor. Cinci, yakın bir inkıraz ile tehdit eden bu halin sebebi ne imiş bilir misin? Noksanı Tagaddi...
Her ne kadar garip görünse de Anado lu Türkleri henüz ekmek imalinden bile bihaberdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğuhu yiyenlerin midesine bir sormalı.
Bilâ istisna vasrtai çerleri kağnıdır. Ellerinde esir olan öküzler ve bu neviden hayvanat -için en zalim bir muhayyilenin bile icadından aciz kalabileceği - bununla beraber bati, dar ve maksada gayri salih bu alet-hiç şüphe yok ki. devri haceri keş fiyat ve alâtındandır. Kağnı bir araba değil, fakat hayvana yapışıp cnun ana sırt hafiyyeyi hayatına hortumunu sokan ve bu suretle -kanını ve canını çeken bir canavar dır. Uzaktan görüldüğü zaman heyeti u-mumiyesiyle bir arabadan ziyade azim ve hevlengiz bir karafatma hissini veren vr tarihe aşina bir göz için üzerindeki uzun
Haşim, Anadoîuyu sevmemiş ‘ beyefendi,, tavrile ondan iğreniyor. Bu onun ezeli gafletine uygundur. Ama şu yazıda da hakikatin hissesi çoktur.
deyneği ve ayakta duran arabacısı ile Dara ve Keyhüsrev devirlerine ait' taşlar üstünde menkuş iptidaî arabalaı't hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanatın çektiği azabı gördükçe cnu seviceden asude köylünün insanlar gibi b'i ruhu olup olmadığından şüphe ettim.
Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini istimalde ve onu kabili istifade bir hale sokmak için buldukları çarelerin te-ııevvüünde görülür. Tezeğin bu .adamlar fıezdindeki kıymeti şayanı hayrettir. Sürülen meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk gözleri bir nokta ziyaya cezibediimiş gibi öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmıyarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla se
ri adımlarla keşarak. öküz götünden düşen en ufak girambaha bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan hadekaları fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. Bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın hamiresi yuğurur gibi, altın geı-danlıklı genç kadınlar beyaz koilariyle onu yuğururlar ve muntazam yuvarlaklı haline koyup kurumak üzere duvarlara yapıştırırlar. Anadolu’nun bütün duvarları bu öküz müzahrefatiyle sıbalıdır. Bütün havalarında o rayiha teneffüs olunur. Yemekleri sütleri ekmekleri hep tezek dumanının kokusu ile ele alınmaz bir hakledir. Eski Mısırlılardan ziyade Anadolu’lar Apis öküzüne hürmet etmeliydi, öküz. burada halı umumiyenin zembereğidir.
Evlerine gelince onlar da öyle; Duvar-■ ar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpı um leylek yuvasına olduğu gibi, gelişi güzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Odalar çamurların bir (okunamamıştır) haline ge t bilmiştir. Baca nedir bilir misin? Dibi kırık bir testi... Kızılırmak havalisinde büsbütün hane inşasından da feragat ederek, toprağın mahiyeti hususiyesinden bilistifade dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi imran hayat ederler. Nevşehirden yarım saat beride (Güvercinlik) namında kovuklardan müteşekkil bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmıya şayan bir köydür.
Anadolu, küliiyen temizlikten mahrum dur. Sakallı Celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. Kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda inkiiâp edeceğini sen de bilirsin.
Anadolu, hemen serapa firengilidi,'. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakilsa heyeti umumiyede o kadar topal, topalların o kadar muhtelif envai o kadar cüce kanbur, kör ve çolak görülür ki: msan şekli eşyayı bozan muhaddep bir camla etrafa bakıyorum zanneder. Mamafih, güzel oldukları zaman da, güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. Siyah derin ve titretici gözlerle insana ba kan, şalvarlı, mevzun Anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? Gençleri, insanın bazan en mükemmel nümunesini temsil ederler. Fakat bunlar nadirattandır. Refik. Anadolıılar hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu bahsi burada kesiyorum. Anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. Bundan da mahzun değilim........»
— 2 —
Tekâmül ve müsavat
Tekâmülle müsavat arasında bir tezat olup olmadığı meselesi üzerinde duTmak istiyoruz. Son günlerde bu iki mefhum arasındaki münasebet tam bir «demagoji» ye dökülmüş bulunuyor.
«Tekâmül» deyimi daima «daha mükemmele ulaşmak» manasını ifade etmeyip Çoğu kere de «değişme» manasını ifade eder. Binaenaleyh önemli olan nokta tekâmülün ne zaman «mükemmele varma» ne zaman da «deği-me» anlamında kullanıldığıdır. Bütün tekâmüller birer değişme iseler de, bütün değişmeler birer tekâmül (daha mükemmele gidiş) değildir. Almanya ve Italyada Faşizmş sosyal bünye içinde bir «değişme» idi ise de bunun «tekâmül» olmadığı meydandadır. Şu halde cemiyetlerin mütemadi oluş haline «tekâmül» değil de «değişme» mi diyeceğiz5 Hayır I Burada önem verdiğimiz mesele «değişme»yi doğrudan doğruya «mükemmele gidiş» olarak anlayan ve bu suretle faşizm g.bi irtica hadiselerine «tekâmül' diyenlerin hatasını meydana vurmaktır.
Sosyal tekâmülün Nietzche tarafından izah edilen ve esası bir çok mistik cereyan larda bulunan bir «ebedî dönüş» yani dairevî olmadığı ne kadar hakikat ise, tam bir müstakim olmadığı da öylece bir hakikattir. Tekâmülün daima «ileri doğru» ( I ) olduğu insanlığın tarihinden sarih olarak istidlal edilebilir. Ancak ileri doğru olmanın mutlaka müstakim üzere bulunmadığı da yine insanlığın tarihinden İst id -lâl edilir. Cemiyetlerin liberal ekonomiden sosyalist ekonomiye doğru tekâmül ettik leri bir sırada korkunç bir irtica olan faşiz min belirip yayılmaya çalışması tekâmülün ileriye doğru olan istikametinin düz bir hat değil zikzaklı bir hat olduğunu-bize en yakm actuel bir misal teşkil ettiği için faşizmi alıyorum - göstermektedir. Bu tıpkı, denize doğru akan bir ırmağın kavisler, zikzaklar çizmesi gibidir. Bununla beraber nehir hiç bir zaman tersine, yani membaına doğru değil ileriye denize doğru gider. Faşizm ve bütün irtica hareketleri tekâmül nehrinin kavislerinden biri yani genel istikamete aykırı olarak neticesiz bir «geriye dönüş» cehdidir. Binaenaleyh cemiyetlerin umumî oluş hali hiç şübhesiz bir «dana mükemmele gidiş» tir. Fakat bu genel «mükemmele gidiş» bütünü içinde kendilerine sadece «değişme» diyebileceğimiz bir takım «kavisler» vardır. Her irtica hareketi genel istikameti ileriye doğru olan tekâmül vetiresinde bir kavis, yani genel istikamete mukavemet ederek aksi istika mete doğru dönmek isteyen neticesiz bir cehittir. işte «insanlar hadiseleri geciktirebilir, fakat lonları değiştiremez» diyen tarihî maddecilik bu büyük hakikati ifade
‘ İnsanlar hâdiseleri geciktirebilir, fakat değiştiremez,, Bir softa bozuntusunun yaygarası: ‘■Tekâmül müsavatı yıkar !„
etmiş oluyor. İrtica hareketleri, beşerî bütün imkân ve kuvvetlerle mücehhez oldukları zaman bile genel tekâmül nehrinde ancak bir kavis yaparak işi bir müddet geciktirmekten başka hiçbir şey başaramaz lar.
1 ekâmül esası ve asli itibariie ileriye doğru bir değişmedir. Fakat bu «bütünün içinde muvakkat geriye doğru değişmeler de vardır. Bu sonuncu değişmeler, ana değişme' nin bütünlüğü içinde bulunduklarından onun daimiliğinde kaybolan muvakkatlik terdirler.
Şu halde, ileriye doğru olan daimî değişmeye tekâmül; geriye d|oğru olan muvakkat değişmeye irtica diyebiliriz. Birincisi insan iradesini kuşatan tabiî bir oluş İkincisi insan iradesinin kuşattığı ferdi beya maşeri bir zorlamadır.
(Bu zorlamanın mutlaka ferdî olması icabetmez. Alamanyada olduğu gibi zorlama bütün bir kavim tarafından desteklenebilir. irtica hareketleri faşizm gibi kanlı, işkenceli ve medeniyeti tahrip edici oldukları halde bütün bİT kavim tarafından desteklenirlerse bundan «maşerî suç» diyebileceğimiz manası faşizmden sonra anlaşılmaya başlamış olan yeni bir hukuk ve sosyoloji problemi de doğar.)
Şimdiye kadar yürütülen fikirlerden sonra; tam bir demagoji yaparak ve değişmeyi behemehal «mükemmele gidiş» ma nasında anlar görünerek faşizm gibi irtica hareketlerine «mükemmele gidiş» diyen ilim sarraflarının oyunu yeter derecede anlaşılmıştir sanirim.
Ancak mükemmele gidişin, İzafî olduğunu ve ancak bir evvelki safhaya nisbet-le bir sonrakinin mükemmelliğinden, bahsedil ebileceği de hatırdân çıkarılmamalı
dır: İnsanlığın tarihinde Rönesan, Ortaçağa nazaran «daha mükemmel» dir. Bu nok tada takvim zamanile değil de Sosyolojik zamanla düşünülünce mükemmelliğin ev-vellik - sonralık ile ilgili bulunmadığı da muhakkaktır. Filhakika, bu gün Avustral-yada yaşayan bir klanı, eski Yunan dan sonra gelmiştir diye Yunandan daha ileri saymak mümkün değildir, (n) Cemiyetle
rin tekâmülünde ölçü takvim zamanı değil sosyolojik zamandır. Takvim zamanile sosyolojik zamanın paralel olduğu, birleştiği noktalar çok olduğu gibi ayrıldığı noktalar da pek çoktur.
İnsan, cemiyetinin tekâmülle başarmağa çalıştığı realitelerden biri müsavattır. Biyolojik tekâmülü ve Spencer'in sakatlıkları çoktandır anlaşılmış olan tekâmülcü felsefesini ele alarak - bilhassa Darvvin’e istinaden - «mademki tekâmül zayıfların kuvvetliler tarafından ezilmesini» zarurî kılıyor şu halde tekâmülün, mevcudiyeti müsavatı imkânsız kılar, korkunç hatasına gelince:
Cemiyetle tabiat mütemadi ve karşılıklı bir mücadele içinde bulunurlar. Sosyal realite ile fizikî realite arasındaki bu hiç kesilmeyen kavga insanoğlu ile tabiat kuvvetleri arasındaki kavgadır. Tabiat kuvvetlerinin ağır baskısı altında bulunmuş olan ilk insan ancak sosyal teşkilâtı kuvvetlendirmek sayesinde tabiata karşı koyabileceğini anlamış ve o yolda yürümüştür. Soğuğa ve sıcağa karşı ,bir ev, vahşî hayvanlardan korunmak için bir alet, gıdasını sağlamak için tehlikeli av partileri v.s. yapmış olan insan maksatlarında muvaffak olduğu anda tabiatı, tabiatın, onu en can alacak yerinden yıkabilecek olan en korkunç kuvvetlerini kısmen yenmiş oluyordu. Fizik kuvvetlerle insanın sosyal kuvvetleri arasında cereyan eden karşılıklı çatışma, tabiatin mekanik ve insanın şuurlu bünyesi arasında devam edip gider. Tabiatın za yıfları ezip ortadan kaldırmasına karşılık cemiyet zayıfları korumak için darülacezeler, şefkat ve hayır kurumlan, ianeler, v.s. tesis etmiştir. Bu cemiyetle tabiat arasın -daki tezadın başka .bir görünüşüdür.
Tabiatın, durmadan müsavatı imkânsız kıldığı kabul edilse bile - ki bu da ayrı bir inceleme konusudur — insanın durmadan müsavatı tahakkuk ettirmeğe çalıştığı sarih bir hakikattir. Müsavat sosyal bir realite haline gelinceye kadar dinlerde, ütopyalarda, hayalî sosyalizmde, ahlâk felsefelerinde her devirde belirmiş; tarih boyunca isyanlar, ihtilâller ve çeşitli mücadelelerle durmadan devam etmiştir. Max Beer in
«Sosyalizmin ve Sosyal mücadelelerin umumî tarihi» adlı eseri insanlığı her devirde işgal etmiş olan müsavat endişesinin dem toplu bir besikasıdır. Nihayet Fransız ihti-lâlile Hukuk sahasında tahakkuk eden müsavat, Kari Marx tan beri de ekonomi sahasında tahakkuk yoluna girerek evvelâ S.S.C.B. de sosyal nizamın esası haline gelmiştir. Böylece tekâmülün olduğu yerde müsavat bulunmamak şöyle dursun tam (Devamı 11 inci sayfada)
— 3 —
»1UU1UCV
Sosyalist müsavat .
İş ve emek jnüsavatı nedir?;
Yazan : Sehçet ATILGAN . f
c-u muayyen Emekin |bir gaye üzerine yanı doğrudan dhğruya veya dçlayısıyla istihsale yatırılmasıdır.
Şimdi değer teorisini kısaca anlatalım:
Marks, Değer teorisini işe bağlamaktadır. fşin maddî ölçüsü--zamandır. Fakat unutmayalım ki. bu ’Zamanla ölçüleni basit iştir. Halbuki bir Emteanm değeri-ki buna iş gücü de dahildir - ona harcanan içtima-iyen basit işlerin—yekûnu-,ile ölçülür. İçti-maiyen basit işlerin yekûnunu tasrih edişimizin sebebi şudur: .Meselâ: Köylü tarlasından pazara malı.- yolu dolaştırarak getirse yanöüç günde- kat, edilecek bir yolu on günde’katetse o Emteanın değeri on gün üzerinden olmaz. İçtimaî olan tarafı önün üç günlük olmaşıdırtu.Keza, bir. avcı dağa çıksa ve iki saatta ve,, meselâ. nadir bulunan bey.az bir.,Tilki..VUISA hu Tilkinin derisi değeri^iki saatlik ;iş .gücü değildir. Buna şimdiye kadar gerek, kçndisinip ve gerek diğer avcuların dağa, çıkıp boş geldikleri günlerde harcanan emek, ide katmak lâ-ji....................:, ....
zrmdır. Değeri bu şekilde tarif ettikten şçnra- bunu bir maddî misal ile açıklayalım,; Bij kunduracı bir kundurayı üç günde yapsın bir hamal da üç gün bir eşyayı mavnadan karaca çıkarsın ilk nazarda bu işler arasında maddî zaman bakımından b>r müsavat vardır. Her ikisi de üç günde yapılmıştır. Halbuki hakikat böyle değildir. Kunduracının yaptığı kundura ile hamal’m taşıdıği yük arasında bir muadelet Mark sizme göre yoktur. Zîra: Kunduracı o kun durayı üç günde yapâtıiİmesilçin 1 — iki. üç sene bir çıraklık devresi geçirmiştir. 2 — Muayyen bîr’ takım âletler kullan-, mistir. Yani kunduracının işi basil biı iş değildir. Mürekkeptir.

'■'"Frahsız inkılâbının ideolojik yapıtını (Hürriyet1,- Müsavat,ı Adalet Karde-lik^ prvnsibleri-teşkil ediyordu. Bu prensıbler o-eartıan'tamamile açık bir -mâna taşfmı yotrlaah. Bu- preasibler zamanla, burjuva zirlln inkişafma - müvazi olarak muayyen şekiller' aklilar-.- Hürriyet prensibini başka bİŞ'-yiHnmızda i.'incelemek üzere, şimdilik günün mevzuu olmak, itibariiu müsavat prensibi üzerinde durmak istiyoruz.
' ’ Fransız--inkılâbında- müsavatcılar birliğini -kuran 'Babeuf ve arkadaşları, müsa Vifttan-? ayni mikdar. yevmiye, ve standart hâyat şeklini -müdafaa ediyorlardı. Bu tez. Hayali sosyalistler tarafından da bir hayli savılmış ve tutulmuştu. Ezcümle. R. Owen-iri tasavvur ettiği; lcarie komünist sosyete sinin- Ana.yasa’sınjda.jda, durpm bu şekilde idi.. Bu. Ana.ıyasa’da: bu husus . herkes ayni .yemeği yiyecek, hiç bir yemeğe karşı: istikrah hisşi beslemiyecek, . heVke3 ayni işi-.dovri,olarak yapacak, yani bir devrj iş bölpmü .hüküm sürecekti'» şeklinde ifadc-Utıdirjlpıiştir. _ , x:.- Bu tez|er kısmen .1871 Par is komüna-sında- bir. kısım komünaristler tarafından terviç, edildi. , . ;
..Bolşevik, ihtilalinde de bazı komünistler; bu.tezç meyi ederek; devri iş bölümü sistemini; ayni miktar yevmiyeyi müdafaa ettiler . I enin kpmünizmiıî çocukluk devi, hastalığı adıyla sıfatlandırdığı bü--şekil, sosyalizmin en Son ilmi tezahürü müsavatı çılığın; .Marksizimie bugünkü safhaSmda bir ilgisi, y,$ biç münasebeti olmadığını: bu leşin, tamamile bir küçük burjuva görüşü olduğunu,, işçi şınıfının bugünkü marksisl da,vasiyle bir münasebeti buhımr.zdığıuı il-mi çlarak izah etmiştir. Ü u .....,
O. halde; jşçi sınıfı müsavatçılığı ne- >ar*jrsu
dir? S ’’ -• .. . Fakat, bu mürekkep işi, basit jş« irca
Bunu, izah için Marks’ın. Engels’in. mümkündür. Şöyleki kunduracı, vasati o-Lenin'in,ç.kpnomik ,prensiblerini hatırlama larak yirmi" sene iş yapabilsin! bu takrjir-, ' ” c}e $jr?klık müddetini iki sene kabul eder-sek çıraklıkta geçen müddeti beher güne; 2 20 nisbeti üzerine isabet" eder. Yani 1 10 ış günü eder. Üç'gün çalıştığına gö-
re İx2^ 10=7.2' saat Cder. Sonra bu ipte kullandığı aleffer ve vasıtalarında meselâ 20 günde yâpıldığinî kabul edeljm. ,Bun-larih da ÇaT/şfha' mîadı meselâ: 2 sene olsun !>u takdirde ’bû aletlerin bir güne isabet eden miİcdârı '20/2x3'60 — I 36 iir gün çâlıştîğmSİ göre "3x24 36 = 2 saat etmiş^olut. • *■-£,. .
Ö halde kunduracının üç günde yaptığı
mız .lâzımdır, tylalûmdur ki Marks değer teorişi’pi.işe bağlamaktadır, gerek Türkçe -de •.'te., gerek Fransızca’da tek kelime ha,-linde İfade edilen iş için. A İmanca’da( bir bifindep farklı jki kelime vardır. Arbeıt., Werk; zRusçada, da bu şekilde iki kelinıp vardır. .Trud. J Robot, biz yazılarımızda ^imanların Arbeit. Rus’ların Robot kelimelerini karşılık olarak iş ve Almanların Werk ve Ruslar’m Trud kelimelerini Emek şuretile .ifade edeceğiz. Emek, insanlın fizik bünyesinde mevcut olan, kuvvetin muayyen bir şekilde harcanmasıdır. Ve iş ise.
2 saat
—o O O——O O' O O--------------O--0—0—o-
Müsavat, yevmiye müsavatı şeklinde olursa müsavat değil, müsavatsızlık olur İşçi sınıfının özlediği müsavat ve küçük burjuvanın sahte müsavatçılığı
----O—O----‘O--rO--O—rO-rTT(İ7T—O—°---°---° iş şöyle bir safha göstermiş olacaktır. Kunduracının harca' ĞUfT Saat dakika dığı emek miktarı Kunduracının teknik bilgisinin karşılığı emek miktarı Kunduracının teknik ' - -
vasıtaları karşılığı ‘ ’
emek miktarı n" ’■ ° 2 • 00
• 1 ..-(.■■■ i:. . ı
Yekûn •’ • njı .} ..........9 12
Demek ölüyor kv kunduracının üç gün lük emek’!,- hamal’m üç gün dokuz saat on iki dakika çalışmasına ‘muadilmiş. Buna karşı,' kuhdurâcm ıntiiç 'gün çalışma karşılığı alacağı'ye'btiliye 'hamal’m-üç .gün d'okuz saat öri’ikî dakika Çalışması halinde alacağı miktara müsavi olması lâzımdır ki. sosyalist müsâ vatta'budur. (■ >ı
Buna mukabil. -meâelâT bir doktorun, bir saatlik işblf^Vanf bu işte ’ harcadığı e-mek’i de biı Basiförrifek'e irca etmek mümkündür. it,- y.. ., — ■, ı
Şöyle ki. doktorun-erişi yapabilmesi, on yedi senelik brr tahsile. Ve insaniyetin şu kadar senelik biri'tecrübesine, ve şu kadar teknik vâsıtaya bağlıdır ki, bunları ba sit emek'e irca mümkündür. Bu vaziyetler karşısında hatıra şu suafler gelebilir:
T" — Kafa ife. kol ile veya insan vücu-dünün muhtelif âzalârile yapılan işler arasında bir müadeîet ölâbiliV. ’r''
2 — Her 'ışte vâki' psikolojik yorgunluk aynı mıdır? ÎTh... şüphe yok ki. deniz suyunda, bir köprü ayağında veya bir kanalizasyonda hâîcatfâh basit emekle, bit tayyarede veya “bi: sinema kişesinde harcanan basit emek arâsırida"~müddet bakımından bir muadeföt meıfcüf değildir. Fakat bunları muayyen Bir emsal ile muadil kılma mümkundiİr Şöyle kî:
Fizik'de kudretlerin Bir birine istihalesi bir kanun halindedir. Mâyer ve Jul bunların muadelet1 emsalini 'b’ulmüştur.
Meselâ: HaYâkı kudretin hararete inkılâbı 1/4.2 giKi. diğer’ kudretlerde de bu muadelet fizik rakkaslarla ölçülmüştür. Her işteki yorgunluğa gelince, bu yorgunlukta meselâ Witanberg f’sıko teknik mektebi tarafından ölçülmüştük Öu da insanın çıkardığı C?O2 İfe* ölçülür. "Zira yorgunluk insandaki Emoglöbînîn yanması oksid dö Emoglobine inkılab etmesi derecesine bağlıdır. İşte bu müad(nİ*fr’şekİi üzerinde Sov-
11 Vbevanu* 1V inci sayfada)
i. ı. :ıt> i
Güft Saat
S
■I J
• iK
00-
■*" 7.
dakika
00
12

Atomun parçalanmasını materyalizminMası diye alkışlıyatı insanlar! Siz ne kadar zayıfsınız ki, kolaycacık bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalarsınız, kızmetli hediyeden bihaber tarih bilginlerine ! , nin inkişâfını tetkik ederken, nasıl bû? istihsal âletlerine bağlı olarak bir takım ka-tagorilere bölündüğünü (iptidai cemiyet, kölelik, derebeylik, kapitalist ve Sosyalist sosyete tipleri), birinden dfiğenne geçişleri. sınıfların teşekkülü ye inkişafını, alt ve •• u .1 n T
ust yapı münasebetlerim, daha geniş oTa-rak izah edeceğirpiz için,'
(__. . —•’ -A*" »«rattı* u
girmiyoruz. ,
• (-.? JU > j-yeı ,m -m
Sınıflı -sosyetelerde sınıfların îSfinŞfhî âletleri kargandaki durumlarımın: tdğfffyll: hasıl olan menfâat şuurıTve' W1 Şubriııı hareket, söz}.ve pazıya inkılap, 'etmeliyle sınıf mücadelesi ve sınıf fikriyatı’doğmak -tadır. Bu mücadeleden "galip çıfteHı’“sınıf m fikriyatı hakim ye carî «yat miyetfe ideolojik karakterini (*usl *yapi) verir. Bu izahımızdan cemiyetin maddi ya-pisinin kı buna alt yapı j istihsal aletleri) denilmektedir - fikri yapışır?! Yösf“yapıyı) nasıl tayin ettiği ve cemîyetinr,fikrî~hayatı-nirt hakikaten istihsal âletlerinirirbiî“înikâ-sından ibaret olduğu açık olarak anlaşılmaktadır.
Kâinatta herşej l^ir akıj^birşekilden başka bir .şefclp gejiş h^lin^edir. ,
Efesli Heraklit «bir nefurde fİa’jlefa yıkanılamaz» eliyordu.. 'Eski fransız^ff ei.ui Cumhuru «Poincare - bugîin ^>âuteon*mey-danınoa. bir dostumuza, bir sene spnra, bulaşmak üzere çarvdevü yerseniz, bir sene sonra -randevunuza ^ge^diğinig^^aman* dostunuzla randevüyi yerdiğiniz mah,al,(j(:n bil-mem-kaç metre vzşıkta bihuşmuş yjş^aksı-
»..r.-» «.jpm “ * **- -A £9(2
İstihsal âletleri ve tarzı da hiçbir zâmaıı bir noktada saplanıp kalmaz. Yjannî bir değişme manzarası gösterir. Buna uygun , , . . -m•» «o ara ».
olarak cemıvetm Jikır yapısı ve sosyal mu-* ..&>%« ...«(1 o CİP.
:essescleri'*leğişiyiklçje₺uğr^ ve.^ istihsal »atam, -o-j ...s ,h u âletlerinin başka Şekle ijıkilâbjTe^. c^emiye-
Bu cemiyet-lipi.'raMntflaiTitı-leşekkü'l >et-’ tin fikir si-teıııj. dejreııidgp kurulur.
Bütün bu inkişâf ve intıfâplâ'n' sağlayan tezatların gerginleşmesi ve çarpışmasıdır. Bu suretle içtimai savaş bütün sistemde (istihsal âletleri, pemiyetin maddî ve fikir sistemlerinde) durmadan Ve hep birlikte devam eder. 1
— nevamı 10 uncu »ııyladn —
Veyl, Marxın verdiği
II "
wı>«.l >r
Bundan önceki yazımızda, muhtelif tarih felsefelerine kısaca f'enias ederek, buu-
'•'•»I •
ların, tarihî hadiseleri izahda bir değer, yeter bir değer taşımadıklarını anlatmaya çalıştık. Tarihî Mataryalizm hakkındaki bu yazımızla, aynı zamanda bu cihet dah4 iyi belirmiş olacaktır. »
Tarihi Mataryalizril; diyalektik matav yaiizm prensiplerinin, cemiyet hâdiseler» nin ve tarihinin tetkikine, teşmil ve tatbil olunmak suretiyle'izah -: olunmasıdır. De mek ki. tarihî mataryalizmi kavramak, an1 cak diyalektik mataryalizmi bilmekle mümkün olacaktır. - ■
inikası, ve inkişafında ulaştığı bir tekamül derecesini temsil ediyorsa; tarîfu 'matâfya-I- ... /
lizme göre de, cemiyetin maddi yapısı ve varlığı da opjeklıf bir realite olarak mev-z ..tr.. «/»»»e rrâ.vı^, - ı cut plup, cemiyetin ruhi ve fikri hayatı bu opjektif realitenin inikasından ibarettir -.e , , '• «('711,0 cm.ıhi-
ondan çıkmadır. Bu izahımızdan sonra,' tarihî mataryalizm ile daha yakından tema- j sa gelebiliriz. Şöyle ki:
-a cu. r w«>, e-»v
larihi mataryalizme göre; cemiyetin,
■ ' r* ’ .'.r.u'l -w • k*»'Jı
(
Kısaca söyliyelim: Diyalektik mataryalizm; bir bütünlük arzedenj’tabiat hadise terini, münasebet ve şartları içerisinde ele alarak, onların, bünyesinde mevcut tezad ların çarpışması yolu ile nasıl hareket ve değişme halinde olduklarım1, ’kertimî tera küm sonunda nasıl .keyfiyet^ inkilâp ettik lerini, tesbit eden metoddur.
e, rnruılıee n ... . .
Tarihî mataryaljıçfn ise: aynı yoldan, aynı şekilde, tarih, hadiselerini tetkik ve izah eden ilimdir. Yukarıda, diyalektik mataryalizm hakkmdajci tarifimizde geçen tabiat kelimeleri .yerine cmiyet beyahut tarih kelimelerini koyduğumuz zaman, tarihî mataryalizmin bir tarifini elde etmiş oluruz.
/o* i
Şu noktaya dikkat olurrrtıa'hdır ki; Diyalektik mataryş^ijtrp; nasıl, tabiatı ve tabiatta olanı biteni olduğu gibi. hariçten bir şey katmaksızın, anlamak ve anlatmak tan başka bir şey değilse; tarihî mataryalizm de, cemiyet hadiselerini. Hcldukları şekilde, hariçten bir şey katmadan, görmeğe ve anlatmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, tarih felsefeleri arasında İçtimaî kanunları tesbit etmekle yalnız tarihî mataryalizm İlmî bir değer kazanmıştır.
maddî hayat şartfarının sistemi’4 «ferisln’de. çehresini, içtimai kuruluşunu. İcâralcter ve mahiyetini, fikriyatını.’ taşk'a' bîr rejime
doğru, inkişaf ve inkilâbını tâyıı?*eden ilk etas-kuvvet «ISTl’H’SAL Âl.l.l dir.
istihsal âletleriyle münasebettar olarak, istihsal maddeleri, istihsal' tecrübesi ve usulüdür ki, bunlar hep birlikte «İSTİHSAL. KU-VyEfffiR derler.
İnsanlar: hayalarını idame için, lüzum 1 lu maddeFerrfi istihsallerinde istihsal alet-1 lerinin mahiyetine uygun olarak, istihsal 1 aletlerinin inkişafı seyrinde, ijoihsal âletleriyle ve dolayısTyle birbirleriyle karşılıklı iradelerinden miKtâliî)Rlm'M»1$'ydn'V>e'^aruri 1 bir takım istihsal mnıfÜMriıetferme-— ğirişir-ler. işte bu münMsabtttistV'smıflarî-te^ekküi eder; İptidaî cemiyette Irt^ıdk-cyd?). bir' ferdin kullanacağı isriliGrt'“âleti - (-öZcüm)e'
.... . cemiyetin ‘ 1->' ni te'şkil e-
taşdan âletler yâty'Ve f'a-ve-Bû İstih-' diyordu...
sal âletine bağlı olârSÎ?, febthşv^ıdaSını te nıin ve yırtıcı haytiâhk?r6,1'karşı '-korunma ve miicadele('aczftAfhsn,;4ft‘f> otA'liktÖ müca-’ dele zarureti (miistereft1 eHrek*). *Oistihsal vasıtaları vJe*%ıîılf^tıllKWsüZerinde''riçtimai mülkiyet uı
itoo . p
Nasıl ki; diyalektik mataryalizme göre, madde, tabiat, şuurumuzun dışında,' ondan müstakil, opjektif bir realite olarak, ihti saslarımızın ve şuurumuzun kayrağını teşkil ediyorsa ve şuurumuz maddenin bir
memesi -ve intmnıtr inamı.- tajg^urian isti* mar edilmemesiyl«f>rtemayıüzi ed»r.ı
—-1—>>(- 04rJ-- ı
Görülüyor .ki». hu-sşısj^.r zamanki istihsal âletlerirynfBiftljiy^ne (,ÇflÇ£mi|ejuy-gurr düğmektedir.
Bundan sonraki yazılarımızda sosyete-
— 5 —

GÜNÜN ŞAKASI :
Bizim Türkümüz
Biz demokratmışız dostlar
a
Son günlerde bize birşeyler oldu dos-lw, bir acayipleştik. Bir hara güredir gidiyor. Kapan kapana, vuran vurana. Kavganın sebebi, şu meşhuuuur demokrasi meselesi.
— Ban demokratım,
— Hayır ben demokratım..
Canım gavga etmeyin, hepiniz demokrat cfun. Adamakla mal tükenmez. Zorunuz ne, ne oluyorsunuz? Dağlar taşlar bile, denizde hamsiler, havada serçeler, toprakta karıncalar bile demokrat oldu. Dururlar mı hiç? Günün geçen akçesi demokratlıktır. Softalıktan bopsitilliğe intikar e-denler şimdi demokrat oluverdiler, olur a.. Eloğlu bu, sırası gelir, işte böyle demokrat bile olur. Yaşasın deomakrasi!
Demokrasi yiyor, demokrasi içiyor ve demokrasi... bütün bu demokratlaşma hadisesi memnuniyeti muciptir, göğsümüzü kabartıyor. Fakaaat... İşte işin bir fakati var. Bütün büyük bildiğimiz adamlar şöyle nutuklara başladılar:
— Artık demokratlaşmalıyız.
— Demokrasi icaplarına intibak edebilmeliyiz.
— Demokrasi şartlarını kabul etmiye mecburuz.
Bakırı hele.. doslar bu nasıl iş. A-yol biz zaten demokrat değilini idik? Yine aynı büyük adamlar bize senelerdir ve senelerdir demokrat olduğumuzu söylemi-yorlarım idi? Şimdi büyük bir mesele ile karşılaşıyoruz. Bundan böyle demokrat o-luyorsak, ya bundan evvel ne idik? Biz kendimizi demokrat biliyorduk. Hatta o zaman demokrat olmadığımızı söyGyen ler, Allaha taam eden kâfirler misali taşlanıyorlardı, dövüKiyo’ Cardı, hapsedililiyor-lardı. Bakın hele!.. Şimdi ne olacak biz meğer demokrat deyilmişik ayol, bundan böyle demokrat olacakmışız. Veminel-garaip!..
Ya bugün de, yabundan sonra da demokrat olmadığımızı söyüyenCer çıkarsa, sakın ha... Demokrat olduğumuzu da, olmadığımızı da söylemek hakkı zatı fahima-nelerme aittir. Bize, yani size, yani hepimize, yani onlardan gayriye ancak aıncak hahetmek düşer...
SÖZ
Bu demokrat kültür dergisini okuyunuz!
Bekliyorum
Elim açık, yoflum açık,
Gideceğim maviliklere..
Sofra IJcuracağım,
Ve kana kana doyuracağım,
Ayni topraktan yaratılmış hemşerilerimi.. Bağrıma basacağım adı belirsiz çocukları,
Gözlerinden öpeceğim körlerin,
Ve bir bir bölüşeceğim varımı
yoğumu cnlaıiâ!
Mavi .meşalemi yakacağım,
Mum gibi kalacağz.
Sevinçten çılgına .döneceğiz, çoluk çocuk.
Ve saadet gözlerimizden dökülecek Boncuk boncuk....
Bekliyorum:
O güzelim hürriyetin ellerinden
öpeceğiz, Günah sayıdan sevaplarımızı önüne
' dökeceğiz,
Cenge gidiyorum heeyyyy!
Dalgalanan meşalemden nurlanacak
j dünya,
Yan rüya yan hayat içinde
Kanat açarak,
Kellem koltuğumda cenneti getireceğim.
Yaalınayak!
Cenge |gidiyorum heyyy:
Dev boylu cücelere diz çöktürteceğim,
Koyun sürüsü gibi süreceğim
onları,
Sevgili toprağımdan,
Ve sonra dal budak salsın ,diye
Güle güle düşüreceğim kellemi.
KOLTUĞUMDAN! Nazım ŞENER
Günel’e Şiir
Yine böyle kar yağacak,
Ben kimbilir hangi bir dağ başında Sirtonda yakalan kalkık asker kaptrtu, Omzumda tüfek;
Nöbet bekleyeceğim.
Postalılarım kara batmışta-, Ama ayaklarım sıcak;
Yün çoraplarım semin
ELceğızinden çıktı muhakkak. Rüzgâr vurur, rüzgâr üstüne, Dudaklarımda şarkı durmaz;
Ovalar beyaz,
Yollar kapanmıştır kardan, istersen vakit akşam olsun,
Bu daha çok Romantik olacaktır.
Çünkü önündeki çorba
Her zamankinden daha sıcaktır.
Lokmalar tıkanıp kalacak, Geçmeyecek boğazından.
Hayat o vakit daha gaddar gelecek Sana şimdi anlattığımdan.
Arif BARİKAT

I

I
Avuçlarımdaki nasırlara bak.
Benim gibilerin, sürüklediği asırlara bak. Harman yabam gibi ellerimin,
Yan yanu, gelişi, iki kanatlı kap unu dur. Asırlara giden yolun .
Gel
İstersen seni,
Bu kupudon sokup. Bir nehir gibi akan. Tarihin, kaynağına kader götüreyim.
Ista hak.
Buradan öteye.
Maymun oğulları.
Şimdikinden başka çal ıstı lar' Bu günkünden, ayrı yasadılar. Tae devri ile tunç devri,
Çok uzun sürdü.
Biz, olgunlanan tarihten başlujahm.



Esaret devri. j
Şu gördüğün Ehramları,
ben de gezerken,
Miyoplu,
Burjuva seyyahları gibi, dolanma.
Keskin ve ışıklı gözlerle bak.
Beline sağlam bir İp tak.
Çünkü, Ehramların.
Birçok mağartdarı. Sayısız, delikleri vardır, ipin ucunu kaçırır, Yolunu çağırırsan, Sonra ben, karışmam.
Bıı gezişin.
Bir etüt tür.
Belimdeki ip,
Kaybolmam.ak için, bir metottur.
Demek İsterim ki,
Hayat tu» beyledir.
EUİtsüz, birşoy ezilmez,
Metotsuz, hadiseler, çözülmez.
Lâkin.
Kupunun dışında okuduğumuz tarih, Kloopahra’nııı, aşkını, ita İlandı ra ballandıra, Sayfalarını doldurup,
Bu, Firavun mezarlarını yaparken.
Her tasın altında.
Böcek gibi ezilen.
Ve beş argınlık kırbaç: Önünde
büzülen eğirleri,
Kısa ve gÜdiik,
Bir şekilde kaydetmiştir,
Yunanistandu Akropol
Burada «Venüs»
GüzelligUe,
Alemin babını döndürüp.
Sarhoşları yerlere sererken^
Demokrit
Maddenin en küçük parçası olan atomu
— buldu.
Buna kızan Eflâtun,
Hırsından budarım yoldu. Çünkü o,
Kendi kafasına göre.
Öteki dünyadan gelen gölgelerin
filozofuydu.
Amma,
Asıl İşin iç yüzü,
Taci rler namına.
Denizlere açılan,
Germilerin küreklerini, kendilerini. Denize atıp boğmasınlar diye, Küreklerinin başın»,
Zencirle çakılan esirler çekerlerdi.
Bak.
Roma harabeleri,
Romanın tarihi,
V
«
I
Uhuliya türlerin akın yapıp, Sadece kılmc çakırlıları, Sezaria Antuvan’ın,
Burada.
De A, bey i uludur. Her toprakbond’ln gelinini,
Rleopatrnnııı Memeleri arasında buluşmaları değil. Asıl tnrlh.
Ispurtoküs ihtilâli, yani.
Hürlerle esirlerin dövüşmeleridir.
Ortaçağ,
Toprak üstüne kurulmuş,
Derebcyler diyarı,
Paylarına,
Yaprak kadar bile toprak düşmeyen serilerin tarihi.
Evvelâ. Kaynana salıp. Kızlığını alıp. Sonra kocasına yollardı.
Yeni zaman,
I eretli enirler devri. Burada ihsan hürdür.
Çölde başı bos dolaşan deve gibi. Amnut.
insanoğlu diken yemez. MLraston mirasa geçen herşey, Tutulmuş, yutulmuş, Örümcek ağı gibi, Kabriknlar kurulmuştur.
Aç, susuz hür insan, •Sersemleyip ujfca düşmektedir. Kıvra bir örümcek gibi. Ağa düşenin.
Kanını «inmeği bekler patron. Onu ücretle ballar, Ve bu ağa düşen, Sonunu kadar altlar.
Kurtuluş yoktur artık Balık sudun çıkarsa yaşar nuî Sözde hürdür onlar
Aslında, Zencirleri görülmeyen. Ücretli esirler.
işte:

Bunca asırların boyu, Ve uzandığı yolu ırezdik. Gördük kİ tarih, kendine uysun, Durmadan yatak açan, Ve onu, Durdurmak isteyenlerin. Önünden kaç^n bir akistir. Acılan yatağın zikzakları çoktur.
Devirlerin,
Dönüm noktasını gösterir. Bu kıvrıntılar, Asırların uzun yolunda. Zaman, zaman, Denizler gibi köpürüp,
gördük.

Kahırdıt sıtmadan taşan Merhaleler asan milyonları Fakat: Aynı ıstırap aynı mızrap. Temposu içinde kıvranan, Nasırlılar ordusu. Her devirde, Ayn isim taşıyan, Aynı parmaklarla .bacını kaşıyan iş| ordusu.
Her devirde.
Medeniyeti geliştiren. Ve gömlek değiştirir gibi. Efendi değiştiren yoksullar ordusu. Evrile çevrile, Devirler devri i e devrile, Bu günü bulan tarih, Gene, Dönüm noktasının virajında l'utinnj yapmaktadır.
Hürriyet
Dost işitiyor musun
Ovalarımız üstünden,
Uğursuz uçuşlarını Kargaların?
Dost işitiyor musun
Sağır çığlıklarını
Zincire vuruîan Memleketlerin ?
Siz hey partizanlar işçiler, Jcöylüler Silâh başına. Bu akşam düşman Kanın ve göz yaşlarının Ne demek olduğunu Tanıyacak.
Madenlerden çıkın
Tepelerden inin
DostSar...
Samanların prasından
Mitralyözü, silâhlan
Bombalan çıkarın.
Siz jkurşurl veya bıçak Kullanacaklar, Çabuk öldürini.
Seti ]ey ayaklanın sürüyerek
Yürüyen,
Yüküne dikkat et
Dinamit.
Biriz kıran
Kardeşlerimiz için
Demir parmaklıklarını Hapishanenin.
Burada herkes
istediği ive yaptığı şeyi
Bilir.
Dost, düşecek olursam
Karanlıklan bir başkası geçiyor Yerine.
Yarin yolların üstündeki
Siyah kan
Büyük güneşte kuruyacak.
Islıklarınızı çalın |
Arkadaşlar,
Gerenin içinde hürriyet Bûi jdânliyor.
P. Eluvar’dan çeviren
N. l'3ıan BERK
Yalnızlık
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir
_mkmk. yerdesin,
Su olsan kimse içmez,
Yol olsan ikimse geçmez,
Senin basınadır cümle âlemin derdi; insanoğluna sen yanarsın,
Elin adbmı ne anlar sendbn.
Çıkarsın dağlar başata,
Bir ağgç bulur gelin eylersin, Allarsm pullarsın;
Üstünden akı giden bulutlara
mendil sallarsın, Başka ne geür elden.
Kemal S. Göğceli
Kaymakam adaylarının gezileri
İnceleme gezisine çıkan ikinci devre kaymakam adayları, öğle yemeklerini Yük sek Köy Enstitüsü öğrencileri ile yedikten sonra Enstitünün bağlı bulunduğu Hasa-noğlan köyünü idareci gözüyle teftiş ettiler. Teftiş çok öğretici oldu. Kaymakam adaylarımız, toplu ve disiplinli bir halde Hasanoğlan köyünün çamurlu, gübre ko-kâtı, dar kokaklarından, bu sokaklarda oynaman çamurlu çocuklara hayretle bakarak köy odasına vardılar. Daha köy odasına yaklaşmadan; köy muhtarı, üyeler ve köy korucularıyla beş-on köylü, elpençe gelenleri karşıladılar. Kafile başkanı sayın Maliye müfettişi, başından şapkasını çıkararak bu kirli, yüzleri kırtış kırtış insanların suratına neşeli bir (merhaba) fırlattıktan sonra köy odasına girdileT. Bu iyi konuk iarın sayısı kadar sandalye ile bir ma3a çok önceden hazırlanmıştı. Konuklar sandalyelerine yerleştikten sonra; sayın müfettiş, mendili ile terini kurulayarak:
— Köy muhtarından gayrisi dışarı çıksın ve kapıyı kapatın!. Dedi. Konuklarını elpençe karşılayan köylüler ve idarecilerin bir köyü nasıl teftiş edeceklerini merak e-den yirmi kadar Köy Enstitüsü öğrencileri kapıdan çekilip gittiler. Müfettiş, muhtardan salma defterini, Mükellefiyet defterini, sarfiyat defterini istedi. Muhtarın getirdiği yırtık pırtık kağıt tomarlarını parmaklarının ucuyla karıştırarak:
— Bu sayfa kirli, bu (2) rakamı böyle yazılmaz. (1.) harfini sbla yatırmışsın halbuki sağa yatıracaktın. Şu sütunu doldurmamışsın, bu adamın soy adı yok. Şuraya imza koymamışsın, burada bir üyenin imzası eksik. Mühürün yazısı iyi okun-
muyoır, iyi müıekkeplemelisin. Şu sayfayı numaralamamışsın! Şeklinde bir köyün, ideal bir kaymakam tarafından nasıl teftiş edileceğine dair uzun uzun açıklamalarda bulundu. Genç adaylar kahve ve ayranlarını içerek can kulağıyla dinlediler. Kahvelerin içilmesi ve defterlerin sayfalan bitince hep beraber dt-arı çıktılar, muhtara ve köylülere candan veda ederek köyden ayrıldılaı. Çamurlu sokaklardan ve is kokan, badarasız kümeslerin yanından geçerken; genç ve ateşli adaylardan bazıları, kahvenin az şekerli olduğunu, bazıları ise ayranın «bir tuhaf» koktuğunu, uzun boylu, iri-yarı biri de: ,
— Ben kahveyi şekerli içerdim, be bi
rider!, Diyordu...
— 7 —
((
a.n-ı ..1
Yazan: Boris Agapov
Ölüm muharebesi,, şehrinde geri gele ri^h ay at
|
t
(
Stalingtada geldikten son-
Sabahleyin
ra şehrin içini dolaşmağa çıktım. Bu olduk ça güç bir tecrübe idi. Bana, dünyanın çöküşünü, kültürün mahvedilişini, .insaniyetin sonuncu günlerini daha evvel görebilmek için, sanki diğer bir seyyareye veya diğer bir çağa fırlatılıp atılmışız gibi geliyordu.
Sekiz katlı bir bina, kırılmış yüz pen-ceresile boşalmış göz çukurlarını bana doğru çevirmişti. Loş dehlizden içeri girdim, yer kâse kırıklar!. mermer parçaları ve şamdanların mavi camlarının -pırıltılarilr örtülü idi. Geniş merdiven bana, çakıl taş-larile örtülmüş bir cümudiyeyi ha tırla 11 yordu. Paslanıhaz -çelik 1 trabzanlar. ağır bir toz tabakası altında soluk ışıklftrile pa-rıldayordu.
Beşinci kata, hatta taraçaya kadar çık-, tim; önde bir zamanlar mamur olan bir şehrin panaroması duruyordu. Aşağıda düz ve asfalt satıhh geni- bir,, halk meydanı, bu kadar harabeler arasında tahar bir şekil gösteriyordu. Güneş, buluttan ve tayyareden temizlenmiş -masmavi bir gök yüzünde parlıyor, harap sahnenin üzerinde sıkıca bir sükût hüküm ürüyordu.
Birdenbire, asfalt meydana çıkan yolların. birinin nihayetinde jbir hareket far-kettim. Bu, iki insanın çekmekte /olduğu bir-yük arabası idi; jbiriısihtiyar bir, kadın,
. diğeri hemen hemen pn. i|lu yaşlarında genç bir kızdı. Yük arabası paketlerle ve torbalarla dolu idi, küçük bir çocuk bu paket ve torba yığınının üzerinde tünemiş gibi oturuyordu. Büyük meydana gelince dur -dular, genç kız bir şeyler ara. gibi etrafa uzun uzun bakındı. Sonra onun tekrar ilerlediğini gördüm. Bir iki saniye sonra meydanın öbür uçunda bulunan bir ağacın gölgesindeki sıraya doğru koşmağa başladı, orada benim iyice farkedemediğim diğer krp kızıldı. Kalbi büyük bir endişe ile ya-bir genç kız 'oturuyordu. Bakıştılar ve birbirlerinin kollari arasına atıldılar... Sonra yette değildi; -müteakip günler imalathane gülüşerek, şakalaşarak ve birbirlerinin om zuna vurarak ellerini bıraktılar. Mücadeb nin ilk dehşeti, o korkunç, aylar maziye ka nşmıştır... İki genç kız oturdular. İşte Sta lingradın bir tesiri: Mücadele şehri, tekrar birleşme şehri haline geldi.
Stalingrad atelyelerinde
Stalingrad atelyelerinde yürüyordum. Bütün atelye şubeleri açık değildi, çünkii oralarda henüz silâhlar ve Alman cesetleri duruyordu. Birdenbire bir makina harabe

sinin arkasından iki ayali ftküğlVıı gördüm. Bu, apuletli genç bir adamdt Batıa1! (define arayorum. Bu hara&ild^içinde gömül -müş eski aletler arayotûm'.') Dedi.
■Mrumrijo a (....
İsmi Samokin idi. Alet yjıpan, bir fabrika işçisiydi. Beni, bomfoftjr^ımpnlpr^ karşı korunmuş olan imalathanenin, yemek salonunda kurulan atelyeye götürdü. Bir çok işçiler, tam bir intizam içinde çalışıyorla--dı. Aletler, küçük iş evinin duyarına inti-
zamla sıralanmıştı. Her şey ^yerli.jrerindey-, vev m.......:ı s
Samokin, mücadeleden sonra-imâletha-f neye avdet eden ilk işçilerden biriidi. imâ-' lathaneyi, cesetler, kar ve lâğımlar kapla-» mıştı. Fakat Samokin bunlara .aldırış etme di. Yere gömülen -aletleri ,çıldırtmağa uğraştı. Çatısız binada, kar içinde bir dağ pa-risi gibi durmadan toprağı, kazarak çalışıyordu... ■ ' ■ -.»> v' - ■>
Onun hikâyesi şöyledir:
Samokin Volga sahillerinden birinde karısıyla beraber yaşıyordu. Harb.' atelye-lerine kadar gelince, arkadaşl'ârile'beraber müdafaaya koştu. İşler, fena gidince, atelye teçhizatının bir kısmının karşı 3ahile geçiril meşine hazirlanmak için imâiathanenin idaresi kendisine verildi. Atelyeyı kamyonlara yükleterek nehir salına kadar getirdi ve karısni beraberinde götürmek için evine döndü.
Karısı da bir imâlathanede-.ıçalışıy’ordu. gün, evde-başka vazifeyi üzerine almış-Kocasiyle beraber gidenrijîBceğinden. sonrası için
O
tı.
buluşmak üzere ona iki gün
randevü verdi.
Samokin nehiri geçince şehir üzerine müthiş bir hava nÜcûmu yopıldı. Kadısının çalıştiği imalathaneden korkunç alevlerin yükseldiğini, gizlendiği siperin içinden gor dü. Gece oldu müthiş bir gece... Gök yüzü
ralanmıştı, fakat hiç bir şey yapacak vazi-
: demek «rhatte idi. -Karısı" kıymeti?
de çalışmak için tekrar nehri geçmeğe meç bur oldu. Vapur iskelesinde karısına rast geldi
li eşyaların uzak “bir şfcliire'tlakledişine re
fakat'etmjye 'friPtrtur' ediltTÜpih' Ko( âsinin da kendisile beraber gelmesini arzu ediyordu. ' Andrey Sambkih,* birlikte tğidemivece-ğini karısına’ yavaşça bildirdi. Karısı ağlı-yarak: (Andrey. beraber öleceğimiz^ ka-rarlaştırmamışmiydik? Şimdi ayrı yerlerde olursak beraber ölemiyeceğiz değil mi And ley?) dedi. Samokin, ona bagaj eşyaları
M,
Çeviren: DENİZ
için yardım etti bir çok fuzuli şeyleri' atrfiı*' ya mecbur oldular. Karısı, (onları .bahçe,-ye gömelim) diye telkine çalışıyordu. Sa mokin gülümsedi, fakat karısı o derece rar etti ki, nih&yet kocasını ikna ettûHŞa mokin bir kürek alarak büyükçe bir çuku: kazdı, ve büyük bir sandığın içinde küçük hatıralarını o çukura gömdü. ,
Karısı, çamaşırları ihtimamla katlıyor, bardakları ve tabaklari sandığın b'oş'ko^e-lerine yeTİeştirmiye uğraşıyor------»Samojç.M.ı
de onu hayret ve tecessüzle tetkik ediyordu. Derhal, akordiyonu da oraya"kbyrrff? 'ı
• •• •>. • .«!•-. , hatırladı, l.leri bitince birbiriyle acele, vedalaştılar »e karısı yaşlı gözlerle ayrildı. -•>
Stalingrad kurtuldu ''
• —— - *•*»'• ’f»
Şubatta. Stalingradm kurtullî’^ 4iab’feVi bütün Sovyetler diyarında. derhajf,(İMXuIdu. Samokin ikametgahına yani imalathaneye koştu, zira kendi küçük evte^i * ifruhâkkak surette harap olmuştu.
Çünkü, evinin harabe yığıni haline- gei-diğini kalbi ezilerek kendi gözleriyle ğijv müştü. Gündüzleri imalathanede çalışıyor, bütün gece eski hatıralarını ziyaret ediyor, kaybolan evinin harabeleri etrafında dolaşıyor. •
Bir akşam, ağır ve kederli' adımlarla harabe haline gelen evinin nin
etrafında biri-. ua .*»’(■
-t r •TFtimrtft
Yi) tUift
*•***•. .'■ «ri jr
gezindiğini gördü.
Bu. kendi karısiydi.
ilk göz yaşlarından ve ilk kucakiaşm.-.
dan sonra onlar,-yeni bir ümidin, geVFğel-uü'Nf t'.-lH Itif len yeni bir hayatın doğduğunu hjsspt,(iler.
Ertesi gün. gömdükleri sandığı dradı
• ı> ırHı
lar ve onu bıraktıkları gibi buldular.
Samokinin ilk hareketi akordiyonu almak. oldu. Ruhunun bütün çeşkunluğile çalmağa başladı.,. Hırçın ye kudretli bil müzik etrafa yayılıyor, kalbini. &(jraş ve neş’e ile dolduruyordu. ■ mu
M".. . .. «Zl/»»*. ş|(
ııessısı : ■ a
Esat Adil Müstecapkoğl#.., t

İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdiîrü HAŞAN TANR1&.UT
Muhabere adresi P.-K.-5-I9 İstanbul
Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400,
üç aylığı 200 Krş. „ «.
Basıldığı yer: Stad Matbaası
KÖRLER DİYARI
b
1 * *
( »ı> ml.
Evvel zııman içinde, kalbur sanıııİi içinde çok, çok eski zajnan İçinde; güne-j gerie böyle «çök» kubbede yer yüzüne alpıı «»ıklar »açarak doğar. Bütü kalnn.t'f ^kucaklayıp ışığa boğduktan sonra aynı yerdeî? İHvt4M*ırttş,fc O1 damanda tlttııyıı:yîlziıu-* de şTmdl olduğu gib çalışan. didinen insanin* ya-, »»T. GünHik rızLklarını topraktan çıkarırlarmış. Fakat kinme kimsenin1'kazancına köz dikmediği, kimse* kimSetUn. hakkını «yemediği için »imdik! za«-nıuııin tu ma nüyle akşbıe, bütün insanlar döğüşsüz, kavgamız huzur içinde kaygıısuz bir ömür sürüp giderlermiş::: !•'»( ,»*h
lâkin ıçel gelekbü. Bu -ıanuct .dünya üzerinde öy,ie bir nıend^ket, varmış ki, burada da topraktan feyiz, ve bereket taşar. ağaçları dünyanın en nefis ve ballı yemişlerini yetiştirir sırları tabu ha-yat>: «karmış,,« vatı: . ... ... ■ •«
Güneş, ^ay bu d^^jyjvy a( da başka diyarlar gibi, ışıklarını müsavi surette serptiği; insanlarını da başka diyarlardan luı£siz olarak yarattığı halde yalnız. bura sakinlerinin• yılkurdu^Mıejji t4çyktlği bir dert varnnş kl„ o da bıı ülke,insanlarının Közlerinin baştan aşağı kör olmasında imiş. (Emir biiyıik yerden» Kekliği için kfm(c bu'talihsizliklerinin sebep vb hikmetinin sorup aninıpMii(i|tb, Gen» de nasıl arasiıılıur; memleketleri, çetin ve başları dııiuıa karla, örtülü dağlar arasına sıkışmış olduğundan ite ıburaya'brr fek yabancı gelir, ne de bu memleketten »ek kişi, bu fcorkMnv uçvrundaria dolu dağları aşmağı Köze alıjı başka illere gitmek cesaretini kendinde bulabilirmiş,,,
Yıllar böyle »geçe dursun, günlerden bir giin, nasılsa bu kanlı üçurumlü strtlan asarak körler iilkesljio su-iLariMdut j*bi|, el^çrlnde unu. bızır kılığında üç dyrviş çıka gelmiş..
• tfitl 11..- ... .,,1« t
işe ba,k k^, o gün de o memleketin büyük bir buyrumı tıniş. Dervişler Bakhıışlar ki, sıığ»ı, solıi itişip kakışan bıı insanlarda , .-tuhaf bir hal vuı;; caddeleri, meydanlıkları dolduran halk, deve katarı halinde bir bir peşine sıralanmış Mr öndekileriıı peşine takılarak. Düşünüp mukavemet etmeden sürüklenip gidiyor,,, Önceden halkın bu Karip harekeli yabancıları şaşırtmış, sonradan biraz daha yanlarına sokulunca, mesele'îtrhfnşıİmiş!,,
Meğer birbiri peşine dizilir İm ih.anlarm -hep-sinlndu Közleri körmüş. Onhırıp bu körlüklerinin aiuule.ıı doğma mı, başlarına sonradan gelme bir dert mi olduğunu üğrcnrtvök" için yanlarımı sokn-larak,,, ,
_______ Bu ne bul bö^le (-y Tjiıırı kulları? Gözleriniz neden, yok, diye önde giden birini durdurup meraklarını gidermeğe çalışmışlar..
Hiç duynmdıldarı yabuncı karşısında ..körler kafilesinin hepsi .birden atallıyarak oldukları yerde dikilip kalmışlar.. Bir müddet susarak ürkerek sesin geldiği fara fa diijıüp bakmışlarsa da bir şey farkedememllşer. nihayet ön saftan eli değnekli körün biri şakınlığşinı •mklantıyıirajc.
— Bu »miti sual. Elbette yok: Demek ey.iu-san oğulları sizin de bize bakan gözleriniz vlr. diye ke-ndini ileriye atmak, bir taraftan da. bu yabancı senin sahibini konuşturmak arzııs'ûna kapılmış. İt..
Birinci derviş, kendini bulmak' için, sağa, »ola kıvranan körü, elinden yıika-hyattık:
Bak Tanrı kulu, gözlerim açık olduğu İçin ben seni daha Önce b.uldum.dlye cevap vermiş. Ya bancıların hu sözleri üzerine merakları büsbütün arttın ’ diğer körler-de birer ikişer «ıtılmışlar:
_______ Demek gözlü insanlar du olurmuş. Bak hVr; nun lâzım bir »ey olduğunu bilmiyorduk, başka biri:
— Kulaklarımız -duy.uypr, anızlarımız. ko'nuşu-vor, burıııılarınuz da koku alıyor ya!.- Gözlerimiz.;
t.K ••■3 11, •. u .
görürse hayatın ne tadı olur?..’Lâzım bir şey olsa Tanrı onları elimizden almazdı, bir üçüncü kâr:
Çabuk söyleyin siz inmişiniz, cin misiniz?., diye duyduğu hayreti saklaMııyanuımış.
Dervişler, körlerin verdiği ;i/u cevaplar karşısında. ıılıklaearak birbirlerinin Közlerine bakmışlar, sonunda içlerinden biri dayanamamış:
— Ey Tanrının ahmak kulları, bizi yanıtını hepimizi dünyaya göz.iü olarak getirdi.. Su mavi gök yüzünde, güneşin ayın güzelliğini, yıldızların günıtiş parıltılarını, dünyânla ’ çeşitli, ballı yemişlerini velhasıl yer yüzünün türlü türlü, güzelliklerini görmeden yaşamağa .nasıl tahammül ediyorsunuz?.. Körler hep bir ağızdan:
— İyi ama bu say'diklarıntlan körlere ne
Ttintı bunları bizler içiıı ' yu ratın anlı» ancak
bıı türlü nimetler billur köşkte oturan kralımızın hakkı. Biz kral değiliz!. D« nııız sifkip yollarına devlim edecöktori bir ısımda. Dervişler büsbütün şaşırma i arsa J^.nu’raty bu ya körleri de bırakmamışlar.. İlk söze başlıyım derviş kemlin! bir kore dulıl ileriıttını'ş:
— Demek sözlerime imin iniyorsunuz ey bahtsız adam oğulları . Gözlerimiz ointasu bu karlı dağlan nasıl geçer de çok uzak''illerden iilkcîftzP Kelebllirdik. •*
işte tam 4» sırada körle/in dinarında dervişleri bile iliklerine kadar titreten korkunç bir şey olııuuk gök yüzü birden kıı nifak',' güneşin doğduğu taraftan, simsiyah bulut kümeleri halinde bir »sürü kuş peyda olmuş. Korkunç sesler çıkararak körlerin üzerine doğru gelmeğe başlamışlar. Bu kuşların İri pençeleri, siv^i, üz.uıı gagaları, korkunç başları•; yarmış.; .-y^anüar seslerini 'kısarak kımıldayıp hareket etmeden oldukları yerde put gibi kalınca, herkesin bhşı hsthİH»Qır«rr tane kuş konarak, gözlerinden sonra bu sçtçr de körlerin dillerini koparıp yemeğe başlamışlar.. Herkesin hiç krpırnuuian |kuşlaral teslim olduğunu gören dervişlerin şaşkınlığı büsbütün artmış Kuşlar işlerini bitirip de geldikleri yola geri dönünce, dervişler de körlerin yanlarında sakladıkları birkaç kişi İle çalılar arasından fırlayıp çıkmışlar..
(_ıkinişir »ma, ne çare kİ. gözleri kör olan insanlar bu defa da dilsiz oldukla rindıuı onlarla bir türli^ anlaş'anv.vnu4lıir-T Önlr srtğa. »ola çabalayıp gözü, dili, kulağı beyni bütün âzası sağlam kalmış bir insan araya dursunlar, dervişler bu defa da kuşlardan daha büyük bir felâkette karşılaşmışlar. Birdenbire karşiıarındu peyda o hu» üç tne hayalet, onları bellerinden kaptıkları gibi göz açıp yıımunciya kadar doğruca biilflr köşkte* otu* ran hükümdarlarının huzuruna çıkarmışlar; .Jiöşky şehrin en manzaralı, en lıâkiın bir tepesi üzerinmiş İmiş.
Hükümdar her tarafı ipek örtüler ve halılarla süslü odasında, oturduğu altın taht üzerinde dervişleri acı, ve asık bir yüzle karşılamış. Gözlerini yerinden oynatarak yumruklarım sıkmış. Gayet sert lbr tavığ;-takınarak:
_______ Siz bilmiyor muydunuz ey şeytan diyarın, şeytan kılıklı insanları?. Benim ülkeye giren yabancıların hakkı ölttmdiir.
Dervişlerin üçü Aliden hlj te. İstiflerini hoy.-^ mudaiı metin bir sesle:
— Biz sey yahız Imeni’ötH' krlü^hazıetlerf: hem do dünyada bnyte bir iilkcnia,.Malığını tUsavvur bile etmemiştik Biz hem size zararsız kimseleriz, vazifemin Insanhırın iyiliği ve doğruluğu için çalınmaktan tblırattlr.
Bu söz üzerine hükümdar büsbütün' ifrit kesilerek Kükri.ven bir sesle:
_______ Bak, bak şunlara, küstahlıklarını ağızla-rlle» ikrar ediyorlar. Beni dc asıl kızdıran nokta bu-
- Çocuklarıma masallar -
rası ya! Dernek.siz, benim sadık ülkem halkını, öğretip «yarlnınğu, bjr ySÜTp , bozguncu, şeytanca sözlerinizle onları baştan çıkarmağa geldiniz. Bilmiyor musunuz al, hükümdarı 'olduğun» b'u halka unca-k ben söz süyijyel)Uixlm? Söyleyin siz bu kudreti nereden .^Ijdımz.*^..Dervişler susmak nijetimle olmadıkları İçin:
— Hnşmetpemıh hazretleri, biz insanları kardeş olan bîr' di^ ardını,, geliyoruz. ıB|zıten« ülk.'-uîze biz zarar gelmez., .(.'-obanı olduğunuz insanların kör ve dilsiz bir ömür sürmelerinden şüphesiz siz de bizim kadar a'/iıp düymaktasınız. Şimdi İsterseniz, siz de burjuln içe U âtları niza emir eder, kellelerimizi uçurtabilirsiniz? Fakat burada saltanu-tınız.-A yakışatn bir şey varsa ö du, hüküımlarhııı-iui. biilûr köşk İçerisinde «lünyldıın ^çeşitli ve ue-fi» nimetlerini bağışlayarak; . altın tahtlurııır üzerinde oturtturalı zavallı bedbaht ülkeniz halkını bu z:U:m ye yırtıcı kuşların pençesinden kurumaktır.
Dervişlerin Irn ' pervamz. sözleri karşısında büs bütün çileden çıkan hükümdar, odayı sarsan bir şiddetle yere vurmuş o zaman zümrüt ve s(xlrf kakmalı kapı tırd’nfa ka'ı^dF iû'thırak fçeriyc dev cb^li^sitinsij^h cıçf,jyauiîi ıi.^lıy .ginntfşi Yerlere kadar^ eğüenık (i-ıni| t haşmetlim» diye kralın karşısında put gibi durmuşlar. Kral yabancılım parmağile İşaret eılerek aıthn götürün, sadık tebc-«miıı içine nifak sokup, ceıım't ülkemizin nizamını bozmak istiyen »a üç yabancıyı. Cezaları kemikleri çıirüyünciye kadar zindanlarımdan kementlere asılı kalmaktır. «Baş us'uTdb haşnietpenah hazretleri» diye cellâtlar kementleri takıp dervişleri dışarı surukliyecekk ri bir sırada'işle o zaman bek-leıımiyen bir şey olmuş, dışarıda müthiş bir gürültü koparak yer, gök yerinden oynamağa, billur köşk temelinden .sarsılmağa başlamış. Kral ve cellâtlar dervişleri unutarak, ,çp.p hevliyle pencereye fırladıkları zaman gördükleri maıızaır.ı karşısında hayret ve korkuıl'ân' İİİliferine kadar titremişler. bakmışlar ki,. JMr -aw*jr- kör ve dilsiz ellerine geçirdikleri Vaşlurlj^ sopaloçp^ sel gibi akarak, saraya doğru yürüyorlar. Bir taraftan d«:
—• Eratı İsteriz, kral hazretleri dışarı çıksın diye içlerinden beş on iane gözü dtli olan «ulamlar
avazları çıktıkları kadar bağırıyorlar. Krlın evvelâ, korku ve hey «'candan paçalar: dolşınış, çünkü, alayın öne düşürdügil s.Huz on kişinin ellerindeki nuzraklarda o "korkıfm- ((uşuıı kelleleri asılı duruyormuş. sola kıvrauak hemen sara-
yın en güzel söz «öyliyen sadık bir nedimini «propaganda nazırım» imrada çağırirfîş, kalabalığın içerisinde gözii açık ulanlar, nzırt eli kıçında balkımda» görünce büsbütıü|f.Iprshırı artmış ve sesleri çıktığı kadar bağırmağa başlamışlar «biz kraldan gözlerimizi isteriz, dillerimizi isteriz. Lâf istemeyiz.» Nazır halkın susturarak giir ve yrtrcı bir »esle konuşnmğn haşlamış:
— Ey cennet davarımızın sadık ve çalışkan İnsanları; bu sözleriniz ve hareketlerinizle hem kralı gücendiriyor ve hem de Allahın kudretine
ve emirlerine karşı geliyorsunuz. Siz güzel ve şirin yurdumuzda bozgunculuk çıkarıp mukaddem birlimizi boamuğu y«*ttcnen yabancıların sözlerine ka-pıiııuıym!.. iyi bilhıfz ki, hu gibiler, öz yurdumuza «Köz dilden haydutlnr ve çetecilerdir, gayeleri asli halkımız arasımla, karışıklık çıkarıp Allahın en Sevgili, «funyanın cA İldlV1 îl>aiın3ân yurdumuzu mahrum «Mmektir Haydi dağılan hakliyim, kral haz rolleri böyle .ferman buyuruyor.
Bu kiM, nutuk üzr^ıç eijziçrl donen halk biU-hfttttn Citırrmlan '«ikini,,' oopalnr, «aslar bir bir peninden bililir 'kbsktttr rh(«..|e-yarlerine inmeğe başlamış. «
v• - — •- -
Biz lâf iste.nj|yprıy.,^ ,|)|z üzerimize zalim kuşları saldırt4tn "kralı istiyoruz, biz şu fani dünyanın güzelliklerini, ayım, güneşini doya doya gö-( 3« riaH 11 incide ___
9 —
V
Canik’ten
Yağmur inceden inceden yağar. Canik dağlan ağlamaktadır. z Neylesin günü yalnız güneşle
görmektedir, Mağaralara sinmiş taş devri insanları. Yücelerden yüce Canik dağlan, Rüzgâr ılgıt £gıt esmektedir. Suyundan, havasından, güneşinden Gayn hakkı olmayan insanlara. Avrupadaî açlık vardır derler; işitir. Kendisi çayır otlasada tokatlarda, BIş kabak mısırını buğdayını tok insanlara verir. Çailşmaktan zevk duyaın ’Canikli.
Buna rağmen Ağası zengindir gayri, Irgatı mısır tarlasında Kansıile, çocuğule çalışmaktadır. Canik ovası karınca yuvası gibidir. «Çarşanbay sel aldı» yı söyler insanları Mısıra, buğdaya orak şadlarken Uyan artık uyan sesleri duymaktadır.
1. K. TOK'SAL
Kafesteki kartala «Çıkacağım bir gün» diyorsun.
Ama ne zaman? Hâlâ Kıramadın Demir tellerini kafesin. Aldırma..
Bağlı kanadınla Kafeste olsan ila lal (I) Adın yine KARTAL.
Ne çıkar
O ufu dağlar Yine çınlıyorlar
Senden olanların
ŞARKILARIYLA.
Ece SEÇİLMİŞ (1) Lâl: Dilsiz.
Ne istiyorlar ?
İRGAT: Efendi - Köle münasebetleri nin kökünden kazınmasını,
TOPRAKSIZ KOYLU; Ağa metresliğinden kurtarılmış hür bir toprak,
TOPRAK: İsterik bir burjuva dişisi gibi değili, sıhhatli bir emekçi kadının normal arzusile Makina,
MAKINA: Kafalarının içi, ışıl ışıl yanan şuurlu Emekçi,
EMEKÇİ: Namuslu ahnterinin en yüksek insanlık kıymeti olarak tanınmasını,
Ve bütün muztarip kitleler de: Zîncirsiz HÜRRİYET, İnsanhk haysiyetine SAYGI, İSTİYORLAR!
Yazan: (ŞAHİN K.)
Sosyetenin inkişafı ve tarihi materyalizm
— Bas tarafı S inci saytadaı —
Kari Marx; «cemiyetin inkişafı tarihî, her şeyden evvel, istihsal âletlerinin, istihsal kuvvetlerinin, istihsâl tarzının, istihsal münasebetlerinin, değişmesi ve son merhalede sınıfların mücadelesi tarihidir.» Dediği zaman, müstakbel «Tarih bilginleri» ne tarihin hâdiselerinin kapısını açacak kıymetli bir anahtar hediye etmiş bulunuyordu. Veyl bu hediyenin kıymetini takdir ve idrâk edemiyenlere:
İçtimaî inkişâf tarihinin tetkikinde (İra-kuva çağı hariç) daima üst yapının alt yapı ile tezat halinde olduğu, bir türlü alt yapı ile tam uygun hale gelmediği görülür. Bu cihet sınıflı cemiyetlerde görülen buhranlarla kendini belli eder. Buna sebep istihsal âletleri üzerindeki ferdî mülkiyet ile, istihsalin İçtimaî oluşundaki tezaddır.
İstihsâl vasıtaları üzerindeki İçtimaî mülkiyetin kurulmasiledir ki. bu tezad ortadan kalkacak, İktisadî buhranlar ve bilcümle krizler bertaraf edilecektir. Bu se bepden bugün istihsâl prosesinin, istihsâl münasebetlerine uygun düştüğü ve bundan dolayı İktisadî buhranların bulunmadığı yegâne yer, Sovyet Sosyalist Cümhuriyet-
leri Birliği ve onun halk ekonomisidir.
Aceba cemiyetin hayatına ve inkişâfına tesir eden başka kuvvetler yok mulduT? Tarihî mataryalizm bu suale müsbet olarak cevap verir. Bunlardan bazılarına işaret edelim:
Derecengîvel şu noktaya işaret edelim-ki; Marksizm, cemiyetin varlığı ile «içtimai şuur» arasında daimî bir münasebet görür.
Fikrin tesiri: Bir takım İçtimaî fikirler ve nazariyeler İçtimaî inkişafa tesir ederler. Bir taraftan mürteci fikir ve nazariyeler cemiyetin ilerlemesini kösteklerlerken diğer taraftan ileri fikir ve nazariyelerde cemiyetin maddî hayatına tesir ederek inkişafına yol açarlar. Fakat fikrin cemiyetin hayatına tesiri fer’î, dolayisile bir tesir 'olup, tayin edici mahiyette değildir.
Tabiat ve coğrafyanın tesiri t. Tabiat ve coğrafya şartlarının da cemiyetin inkişafına tesirleri vardır. Fakat bu tesirler de tayin edici mahiyette değildir. Meselâ; Avrupa’da iiç bin sene içerisinde üç, As-yada Sovyetler B. inde dört rejim değişikliği olduğu halde, bu devre zarfında tabiî ve coğrafî şartlar hemen, hemen hiç değişmedi.
Nüfusun tesiri: Nüfusun artması veya
azalması da tarihi inkişafa tesir eder. Bu tesirde tayin edici mahiyette değildir. Böyle olmasaydı, nüfus kesafeti fazla olan memleketlerde İçtimaî terakkinin daha yük sek mertebelere ulaşması lâzımdı. Halbuki vaziyet böyle değildir. «Çin»de nüfus kesafeti Birleşik Devletlerdekinin dört misli olduğu halde. İçtimaî inkişaf bakımından Çin. B. Devletlerden geridir. Belçika -da keza nüfus kesâfeti, Amerika dan 19 misli fazla olduğu halde, Amerika, kapitalist inkişâfının en yüksek mertebesine ulaşmıştır. Demek ki. nüfusun artması da İçtimaî inkişâfın başlıca âmili değildir.
Bütün tarih felsefeleri, Marx’ın maddeci telâkkisile yaptığı kat’î neticeli bir cebhe taarruzu sonunda iflâs bayraklarını çektiklerine bunca zaman olduğu halde, irticaın fikir cephesi mevzilerinde kımıldanmalar. tertipler göze çarpmaktadır.
Ezcümle matbuatımızda Peyami Safa, atomun parçalanması hadisesini, matarya-lizm’in iflâsı ve idealizm in zaferi olarak
ticam fikir cebh-esi mevzilerinde kımıldan-alkışladı. 70 bu kadar yaşınadek. matar-yalist olduğunu iddia eden (?l) Filozof (?!) Rıza Tevfik, Yeni Sabah gazetesinde yazdığı yazıda, atomun parçalanmasile idealist safta mevzie girdiğini ilândan çekinmedi.
İnsanlarl siz ne kadar zavallısınız ki. kolaycacık bir otarafa. bir butarafa yalpa edebiliyorsunuz.
Fikirler; o kadar maddenin eserisiniz ki, atomun parçalanması zaferinizi değil, iflâsınızı, hem de, ideal ahmaklara anlatacak. vuzuhla iflâsınızı ilân etmiş bulunmaktadır.
Fikir, maddenin içerisinde ve onun hareketindedir be inkişafında ulaştığı bir tekâmül derecesinin ifadesidir. Atomun parçalanmasile hasıl olan «Enerji» atomun bünyesindedir. Ve onun hareketindedir. Atomun maddî yapısı haricinde böyle bir «Enerji» görülmemiştir.
Atomun parçalanması, idealizm artıklarının. faltaşı gibi gözlerini açarak, bunca zamandır zeminsiz bir sahada Köçek dansları yaparak elâlemi eğlendirmekten artık vaz geçireceği beklenirken iş böyle olmadı.
Engels, «Tabiat ilimlerindeki her yeni inkişâf, bizim diyalektiğimizde de bir inkişaf kaydedecektir» diye yazmıştı.
Fehmi Yazıcı
— 10 —
V
Körler diyarı
— Ba.> tarafı 9 un e ııdıı —
rüp, hemcinslerimizle doya duya konulmak İçir». Közlerimizi, dillerimizi istiyoruz, diye «üçleri yettiği kudur Imğırm-ığa banlamışlar.
Tııeı, tahtı tehlikeye giren kral bakmış ki, (»-iacak gibi değil, bir taraftan saray muhafızlarına: «tetikte durmaları» için emirler verirken, diğer taraftan da kendisi zırhtan bir elbise giyerek, elinde birkaç turba aitunlu derhal sarayın balkonuna çıkmış, tebesina dönerek:
Ey cennet diyarının melek yüzlü, «melek huylu insanları, şayet gözünüzün görmesi, dilinizin kuuusmaMi mukadder olsaydı. Mutlak surette bütün emirlerini yerine getirmekte kusur etmediğim âdil Tanrı böyle bir nimeti benim saf ve neciı» tebeamdan esirgenıiyecekti. Bilirseniz bu da adaleti mutlak olan Tanrının bir zulmü değil, sîzlere bahşetmiş olduğu bir lütufkârlıktır, gayet gözleriniz görse, dilleriniz de konuşsaydı, ülkemiz, düşmanları kıskandıran şimdiki birlik ve huzuru ku-vuşınıyacak, o zaman herkes dünyasından nefret edecekti, lluz.ıır ve sükun içinde çalışmak imkânlarından mahrum ulacaktı. Öyle ise, haydi hep beraber kralınızın sesini size duyurmaktan dünyanın en leziz ve kokulu yemişlerini bize bahşetmekten esirgemiyen Tanrıya hep birlikte hamdü sena «telim, Peşinden uzun bir duaya başlayınca, halkın sustuğunu gören kral:
— Bak kazancınız boşa gitmedi, aziz tebeam. Belki gözleriniz olsa bu kadar ucuz ve bolluk içerisinde yaşağuıynoak, lmzlnelerkmiz altın, anbar-iarımiz erzaklarla dolup taşmıycaktı. İşte kazancınızdan bir kısmını'gene sizlere dağıtıyoruz» diyerek torbalardaki ultuıılan sağu sola serpmeğe başlamış, son aarı altunlnn üzerine döküklüğünü fark eden birkaç kişi:
«Yaşasın kral, yaşasın körler diyarı» diye bağıracak olmuşsa da halk tarafından derhal gırtlaklaşarak işleri bitirilmiş,, ve gittikçe hınçları artan halk homurdanarak blllûr köşkün etrafını muhasaraya almışlar, o zurnan sarayın muhafızla ril e urlrınılâ kânlı l>lr boğuşma başleunış..
Muhafızların gözleri açık, silâhça üstün olmalarına rağmen, halk dnha kalabalık ve içerlerinde daha çok kin ve hınç dolu olduğu için kuvvetler denk gelerek boğuşma saatlerce sürüp gitmiş faakt bir de bu arada vukua gelen beklenmedik bir hâdise körlerine canına yetmiş,,
Gözü açık olanlardan birkaç kişi bakmışlar ki. sarayın pencerelerinden kendilerine ip merdivenler uzatılıyor ve peşinden dervişlerin kafalarını da pencerede görünce,sevinçleri iniş Derhal blllûr köşke tırmanarak,
cariyeler dolu bir odada basmışlar ve derhal sorgusuz, sunisiz kelesini uçurmuşlar.
Artık başsız ve sahipsiz kalan suruydu fazla dayanamamış, efendilerinin peşinden mütihlş bir şangırtı ile dünya yüzünden göçüp gitmiş.
O meslıur, uğurlu günden şuura körler diyarı ne başlarına bir kral seçmiş, ne de korkunç pe*ı-çdl kuşların hücumlarına uurna, kalmış. Yavaş yavaş halkın arasında, gözü gören, dili söyllyen inanlar çoğalmağa başlamış.. Bir zamn körlerin ve dilsizlerdi. meskûn oldıığıı bölge, elele vererek kardeşçe çalışıp kazandıklarını itfalarında kardeşçe pay eederek yiyip, içmeğe başlamışlar .İma, bir taraftan da, kralın ve onun korkunç kuşlarının işle dikleri cinayetleri unutmamak İçin, kitaplar yazıp masallar düzmüşler.
Gelgeldim, kendilerini karanlık bir dünyadan, aydın bir dünyaya kavuşturan' üç yabancı dervişin ııdlan da hiç bir zaman unutulmamış. Yaptıkları İşler ağızdan ağıza dolaşarak zamanımıza kudur uzayıp «elmiş..
Tekâmül ve müsavat
(Baştarafı 3 üncü sayfada) aksine insanlığın tarihi müsavatsızlıktan müsavata doğru olan bir tekâmülden ibarettir.
Sosyal tekâmül müsavatı tahakkuk ettirmeğe doğru giden çeıhresile; müsavatı yıkan fizik tekâmüle tamamen zıttır. Tabiatla cemiyet arasındaki tezat kendini bu noktada da göstermektedir. Fizik kuvvetlerin irrihaya çalıştığını sosyal nizam ihyaya çalışır ve insanın tekâmülü tabiatla :e-miyet arasındaki bitmez tükenmez tezatlardan doğup durmaksızın devam eden mücadele sayesinde ebedî bir aktiflik ve harekiyet içinde bulunur; İnsanoğlu tezatlardan doğan aktifliği kendisine hükmeden kuvvetleri yıkmak üzere bu kuvvetlere tevcih eder.
Birinci sınıf bir demagog olan adama insanoğlunun tahakkuk ettirmeğe çalıştığı müsavatın fertlçr arası bir müsavat olmayıp sınıfları red eden bir müsavat olduğunu söylemek, öğretmek lâzımdır.
Evvelâ «Tekâmülün olduğu yerde müsavat olamaz» sözünü söyleyebilmek için insanin en basit sosyolojik malûmattan mahrum olması icabedeT. İnsanlığın tarihi adâletsizliğe, müsavatsızlığa, hürriyetsizliğe, sömürmeye karşı girişilen ve menfi kuvvetlerin adım, adım yenilerek adâlete, müsavata, hürriyete doğru yol alındığını gösteren bir tablodur. Bu tablodaki geriye dönüşlere rağmen umumî istikamet daima ileriye doğrudur. Böylece her safhada bir parça daha tahakkuk eden müsavat sosyal tekâmüle aykırı, olmak şöyje dursun bilâkis onun mahsulü, çocuğudur.
Klânda, en iptidaî cemiyette beliren sınıfsızlık ve müsavat iptidaî bir şekil olup kralı çıplak bir tekâmülün mahsulü değil cemiyetin ilk
sel halinin yapılış ve mahiyeti gereğidir. Müsavatın, bir kıymet ve ideal haline gel mesi için aşiret beylerde onların etrafında toplanan ve şecerelerinin eskiliği nisbetin-de mal. mülk kazanmak hakkını iktisap e-den dar zümrenin ortaya çıkması icabet-miştir. Böylece müsavat, keskin bir realitenin reaksyonu olarak ortaya çıkmış daima ezen, istismar eden zümre ile. ezilen ve istismar edilen zümre arasındaki mücadelenin gayesi olmuştur. Bu mücadele aristokrasinin burjuvazi denilen dâha geniş bir zümre tarafından kuşatılarak onun-bünyesi içinde eritilmesi suretile hukukî safhayı başardığı gibi; Proleterya denilen en geniş sınıfın burjuvaziyi kuşatarak onu kendi bünyesi içinde eritmesi suretile de
Sosyalis müsavat
Baştarafı l üncü aayiadn)
yet iktisatçıları bir hayli çalışarak Truda-dung yani işler arasındaki muadeleti tayin ve tesbit etmişlerdir. O halde, sosyalist müsavat, ayni yevmiye değil, muadil işlerin muadil yevmiyeye tabi olması esasına dayanır. Şu halde, müsavat, yevmiye müsavatı şeklinde olursa müsavat değil mü savatsızlık olur. Ayni yevmiye şeklinde bir müsavat ancak kabiliyetsiz, ihtisastan mah ıum. tertbel elemanların arzu edeceği bir müsavatçılıktır ki. bu da işçi sınıfının özle yemiyeceği bir müsavattır. Bu müsavat ancak küçük burjuvaların istediği bir müsavattır. Netekim bunun böyle olduğu da Sovyetlerdeki âıtahanofcılann (fazla ran-duman veren işçi) (Udarnik = Darbe indirici) tipi kalifiye işçilerin gün geçtikçe miktarlarının çoğalması ile sabittir. Sovyet işçilerinin tek arzusu Sitahanofüt olabilmeleridir. Ve sosyalist kuruluşta diğer işçi ar kadaşlarını geride bırakmakdır. Buda kali-fiye iş sahasında sosyalist yarışını ifade eder. Burjuva sahte müsavatçılığı, hakiki, sosyalist müsavatçılıktan nasıl farklı ise sosyalist rekabetde yine öylece burjuva rekabetinden farklıdır. Bunu da gelecek bir yazıda inceleyeceğiz.
Behçet Atılgan DÜZELTME:
Geçen nüshada çıkan yazımızda anla şılmıyacak kısmı yeniden veriyoruz:
Kapitalist cemiyette üçüncü rezilel Harbdır. Acaba sosyal politik kapitalist cemiyette Harbin önüne geçebilir mi. Profesörlerimizin ümit ve zanları hilâfına maalesef hayır. Harb; yaşamakda olduğumuz kapitalizmin .emperyalist safhasında mali sermayenin kendine işleyecek saha bulmasıdır.
Sosyal politikle kapitalist cemiyette harbi önleme ancak mali sermayenin dünya mikyasına muslihane olarak çalışma sahalarını paylaşmasile mümkündür. Bu da dünya piyasasını bir tek Tröst tarafından idare edilebilmesi demektir. Bunun vücuduna kapitalizmin müsavatsız inkişâf kanunu mânidir.
ekertömik safhayı başarmaktadır. Şu halde cemiyette müşahe edilen sınıflar arası mücadelenin en dar sınıfın hakimiyetinden en geniş sınıfın hakimiyetine doğru
old ıığu meydanda iken (xx) müsavatın tekâmüle aykırı olduğunu söylemek korkunç tir cehalettir.
Biyolojik tekâmülde buldukları «zayıfın kuvvetli tarafından ezilmesi» meselesini bir
— JLûtfen sayfayı çeviriniz —
— 11
w >
Cahit Saffet lrqat
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI
ŞİİRLER
OKUYUNUZ
__ ■ ■ __
gljini
Haftalık Kültür ve Aktûalite Dergisi
Rıfat llqaz
YARENLİK
Şiirleri
İkinci Baskı
OKUYUCUMUZ DİYOR Kİ:
Gazetelerde gördüm: Ankara Tıp Fen fakülteleri binalarının inşaatı için milyon liralık tahsisat kanunu tasarısı meclise verilmiş. Tıp ve Fen fakülteleri de birer okıri'dur. Ankara gibi büyük bir vilayette iki okul binası inşaatı için hâzineden 15 milyon lira ayırmağa ne lüzum var?
ve
15
Kırk elli köye ilklerimizin eğitmen meskenleriyle beraber modem mekteplerini, hazîneye hiç yük olmadan kendi kendilerine inşa ediverdikleri bu kalkınma devrinde, Ankara gibi kos kocaman bir merkez halkı kendi okullarını kendileri inşa edi-verseler ya?..
O Aııkaradaki 50 milyon Türk lirabk salmayı ineğini, öküzünü mezata çıkarmadan, bir saatte ödemeğe muktedir en az 20 bin zengin, hasadı, harmanı yüzüstü komadafn imeci, angaryaya konulabilecek 50 bin aylak var.
Kadıköy Söğütlü çeşme caddesi 77 2 diş tabibi Muhlis Küni .
kelime oyunu yaparak bundan «cemiyette de tekâmül - müsavat tezadı hakimdir .' neticesine ulaşmak, manası bir türlü anlaşılmayan. bir meseledir.
Tekâmül, müsavatı yıkmakta ise hukukî müsavatın Fransada gökten düşmüş olması icabettiği gibi sosyalizmin de bugünkü dünyada esrarengiz cinler tarafından ya radılmış olması lâzım gelir.
Tekâmülün, müsavatı hergün biraz daha yaratmakta olduğu aşikâr iken bir softa bozuntusunun «tekâmül müsavatı yıkarı diye bağırması çok önemli bir komplekse dayansa gerektir.
İnsan cemiyetinin tekâmül istikameti müsavata doğrudur. Öyle ki bu noktada tekâmül ve müsavat kelimeleri birbirine karışacak kadar yaklaşıyor..
(1) Tekâmülün 'ileri doğru» bir değiş-tahakkuk ettir-
me olması sosyal müsavatı
mesi demektir. Sosyal (değişme, müsavatı sağladığı nispette ; ileri ve kaldırdığı nisbette geridir.
onu ortadan
(x) Hatta Orta - çağ da Yunan’dan ileri sayılamaz.
(xx) Ve bittabi bu tekâmül müsavatsızlıktan müsavata doğru sarih bir gidiş iken
Oğluma vasiyetim Haftanın kronolojisi
Aziz NESİN
bir
Beni .ayva oğlum, güzel çocuğum I Yaşamaıc güzel şey, fakat uzun bir ömür den ümidim yok. Sana bir kaç sözüm var. Tutarsan ^utarsın, tartmazsan, tprçmazsm. . Baba vasiyetidir, yerine getir emi oğlum?
Benim babama, yani senin dedene hayatında vâidlerde bulunmuşlar; hürriyete kavuşacağını söylemişler, dedeni son şefe rine gözleri açık selâmetledik oğlum. Hürriyete hasreti vardı onun ve bu sebepten öbür dünyaya ve bu sebepten Allaha inanırdı deden. Dünyada ne ki yapamamışsa, neler ona . ı ' Tuiba ağacının göl
gesinde, Allah diye akan ırmakların kenarında yapacağına 5e söyliyeceğine inanırdı.
O öldü, bir hürriyet hasretini miras bı raktı. Bana da yıların yılı hürriyet vâde-dildi.. o'oh! Canım hürriyet. e iki
kolum daima açık kaldı. Hak vehürriyet verilmiyor 'oğlum; sadaka değildir. Ve biz onu almasını beceremiyen miskinler... Sevgilim hürriyet! Onu beyler dağa kaldırmış oynatıyorlar. Ve biz dağdan da korkuyo- , ruz, beyden de... Elimizi beye uzatmış, di lenir gibi hürriyet istiyoıuz.
Sen korkak olma oğlum. Sana hürriyet vâdedenler oldukça dedeni ve beni hatırla Beni de bir dönüşsüz sefere gözleri açık götüreceksiniz. Ve eğer sen hürriyete kavuşursan, gel beni ziyaret et, bir avuç toprak olmuş babanı, yat kabrimin üstüne.
ağzını Çorağa:
— Baba, dedi bana.. Matbuat kanunu değişecek, polis kanunu değişecek, cemiyetler kanunu değişecek, değişecek, deği- ı şecek.
— Ya hürriyet oğlum.
— Verecekler, baba;. vârediyorlar. komisyonlar toplanıyor, inceİeyorlarmış baba. .
Yeter oğlum. Sen de oğluna, beııim to». runuma vasiyetini unutma. Neslimizden biri toprağımıza:
— Hürriyet var! Biz aldık hürriyetimizi, diye haykırırsa, biz, bütün miskin ölüler kalkacak ve topraklar ve taşlar can lanacak. İster tut, ister tutma vasiyetimi oğlum.
¥•
Bu kronoloji züıüiik jruzeteJcrde yayınlanan haftalık zabıta ve Adliye \ aklilarına aittir.
£ Şarköyünde Mehmet Ali kend.sini toku t-tayan 60 yadındaki babasını öldürdü. Otluk köyünde bir sltaru yüzünden bir kişi öldürüldü, iki kişi de yaralandı.
£ iki esrar kaçakçısı ikişer sene a$ır hapse mahkûm oldular. ç
0 Bursada Mehmet Çavuş tabanca ile metresini yaraladı ve kendisi de öldü. Adanada kumar ve münakaşa Sabahattin “ * dürdü.
Bayındırda Haşan, karısını ve
yUzilnden
Saban! yaraladı, Hüse.vlnl öl-
kendisinden ayrılan • bacanağını öldürdü.
£ Kasımpaşah Yaşar teklifini yen Emineyi yaraladı. Slvasta azılı bir hırsız çetesi
£ Şarkışlanın bir köyünde bir mer öldürüldü, İki kişi de yaralandı.
£ Söfcüt nahiyesinde bir çiftçi bir tarla yüzünden dlfer bir çiftçiyi öldürdü. Ispartada üc kişi 14 yaşında bir kızı zorlu kaçırdılar.
£ İzmirde bir xenç Poligon tabancaslle öldü!..
Zonguld*akta Mehmet gebe karısını öldürdü.
Bakırköy ünde Hilmi met restle oturduğu evinde bir kurşun y araşite öldü.


kabul etme-
yakalandı, kavgada O-
Anadolu
Sigorta Şirketi
Hsr nevi sigortalar
Yazan: AZIZ NESİN
10 Kuruşluk posta pulu ile isteyiniz. P. K. 519 — İstanbul