1948 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1948 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

Sah günleri çıkar halk gazetesi
Gazetenin müessisi ve sekreteri: Aziz NESİN
Sahibi ve nesrivatı fiilen idare eden: Rifat İlgaz
Adres: Kumkapı, Dcrinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
ABONE:
Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fiatı: 10 Kr.
Yıl: 1 — Sayı: 13 2 Kasım 1948 SALI
Dizildiği ve basıldığı yer:~Osmanbey Matbaası

İki Büyük ve Bir Küçük
Cumhur Başkanı
1861 yılı sonunda, Amerikan Cumhur Başkanı Abnaham Lincoln kongreye şöyle hitap ediyordu:
«Çalışma, sermayeden daha eskidir ve ona bağh da değildir. Sermaye ise ancak çalış manın yarattığı bir şeydir. İş Çkıin çalışma gücü olmasaydı sermaye de olmazdı. Kısacası, çalışma sermayeden üstündür ve ondan çok daha şereflidir.»
Lincoln bu mesajında kendi sinin eski usul beden köleliğini kaldırmakla kalmıyacağını, esaretin modern şekli olan ücret köleliği i'.o de savaşıp beyaz ırktan işçi kölelerinin uzat edilmesi için de uğraşacağını belirtiyordu.
Amerikada kö.V.iği kanlı bir harp sonunda hakikaten kaldıran Lincoln, programının ikinci kısmını tatbike va-vit bulamadan bir suikaste kurban gitmiştir. Aradan geçen bir asra vakm zaman içir. d? Amorîkomu nasıl ters bir yoldan gittiğini, bugün o hür riyet! mcm7ekctinde zencilere karşı muamelenin fecaati ve gitgide artan linç vakalarile ve ayni zamanda işçiler a' ey-hınde birbiri ardına çıkarılan kanun’arla ölçebiliriz.
Bundan başka müteveffa Cumhur Başkanı Roosevelt te 1944 yılında kongreye verdiği son mesajda şöyCe diyordu:
«Devletimiz şimdiki kuvvetini bazı siyasî hak ve hürriyetlerin teminatı altında elde etti. Mem’eketimiz büyüdükçe, itibarı arttıkça, endüstrimiz geliştikçe bu siyasî hürri yet ve hc.klar, vatandaşrarın saadet yolundaki mücadelelerine yetmemeye baş’adı. Açık ça kavramaktayız ki, ekonomik güvenlik ve istik-âl olma dıkça hakikî fert hürriyeti mevcut olamaz. «Yoksul.’ar, işin aslı aranırsa, hür insanlar değildir. Açlık, işsizlik işte diktatörlüklerin ham mad desi...
Daha geçenlerde yurdumuzun en meşhur sanayicilerinden biri, şağa doğru bir irticaın memleketi büyük tehfi-kelere sürükleyeceğini belirtti. Aklı başında o!an her iş adamı, o zahn bu korkuşum iştirak etmektedir.
Hakikaten böyle bir ge iş-me olursa, yani tarih tekerrür eder ve 1929 deki gûya «nor mal» şart’ara dönülürse, işte o vakit, dışarıdaki düşmi3n'’_a-rımıza karşı elde ettiğimiz za fere rağmen, içeride faşizmin ruhuna yenilmiş oluruz.»
Bu sözlerinin, he'e son cüm leşinin, ö.ümünden bu kadar kısa bir zaman sonra hakikat olacağını, ve Amerikanın, bu

HAKİKİ
Eski Romada, insan dölü yetiştirmekten başka bir hakka mâlik olmayan zümreye «proleter» denirdi. Zamanla lügat mânasmdan fakrlı olarak «proleter» kelimesi şu mânâya geldi: İstihsal vasıtalarından mahrum ve iş gücünü istihsal vasıtalarına sahip- olan lara kiralamak sureti’e hayatını kazananlar. Bunun gibi istihsal vasıtalarına sahip ve gündelikçi veya toptancı halinde adam çalıştırarak, mutlak surette mahsule sahip olanlara da «ka pitalist» adı verilir.
Dilimizde proleter kelimesi karşılığı olarak «emekçi» ve kapitalist kar şılığı olarak da «Sermayedar» kelimesi kullanımaktadır. Burjuva kelimesi, lügat bakımmdan «şehirli» demektir. Fakat terim olarak, burjuva bütün se hirlere değil, şehirde bulunan ve istihsal vasıtalarına sahip olanlara de İr. Bu bakımdan kapitalist ve burjuva, yan yana kullanılan kelimelerdir. İnsan topluluğunda burjuvaları (harekt t, düşünce ve iş) bakımından iki grupta top’umak mümkündür:__________________
1 — İleri burjuvazi (Volterci burjuva) -
2 — Mürteci burjuvazi (Faşist bur juva)
İleri yahut müterakki burjuva tabirinden, ilerlemeyi, çalıştırdığı işçileri daha fazla istismar etmekte görmeyip tekniği inkişaf ettirerek, daha az işçi çalıştırmakta görenler anlaşılır. Bunun tipik mümessili Volter’dir.
Mürteci burjuvazi ise, terakki veto, feyyüzü tekniği inkişaf ettirm kte görmeyip, ameleyi daha fazla çalıfctır makta ve işçiyi daha ziyade istismarda görendir. Bunların tipik mümessili Taylor’dur.
Şüphe yok ki, Volter’ci burjuvazi terakki ve tefe] “ ‘ kişaf etmediği —
altmıştan aşağı olduğu derecede kendini gösterir.
~30 Sene ^Evvel
Diyorlardı
Ayaoç/lıt Ahmet beyin «üç m edesniyet» isimli kitabından a-İınmıştır.
Yaşamak, ne olursa olsun yaşamak!
Düşmanın alayları, hakaretleri altındıa bin türlü mezelletlerle alûde olsun, yine yaşamak! Devletin mukadderatı ile oynıyacak mevkide bu'un_
EMEKÇİ
•yyüzü tekniğin fazla in-yani, insanın yüzde

Burjuvazi nasıl yekpaıe bir halde değilse, Pro!et|jjj de değildir. Proletaryayı da iki guruba vrn-n^k miimkündür.
- »-mC -------
rya da yekpare bir hal-
dip taşî.n minnet hislerini takdim etmeği, bir şükran vazifesi bildi! Bu nasıl devlet, ııasıl hükümet. Bu nasıl padişah ki, kend evlâtlarını düşmanlara teslim ediyor. Bu nasıl evlât ki. dalkavuk ecnebilerin mü' da halesinden ve kapi tülâsyonlardan kurtulmak niyeti i’e devletin mülkünü büyük bir
muş olan birisi «İngiliz hükû- uçuruma., sürüklemiş yg bu meti fahime ve âdilânesine» yolda mi’yonlarca insanlar: kendisini zaliffi V? cebbar bir teslim ettirdikten scffttS" bn hükümetin elinden a’ıp kur- güruh kendi nefislerini kur -tardığı için, kaalpgâüınm en sa tarmak için müdahaleyi da mimî cihetlerinden feveran e
vet ediyor.
w-
KıbrısıTürkleri
■Kıbrıs Türkleft ve bilhassa-;-maysa son zaman hükümetle.:5 Kıbrıs lı ıTürk emekçileri çok uyanık bir hayat yaşamaktadırlar'. Kıbrıs emekçilerinin teş : kilâtı tarafından çıkarılan «E-mekçik gazetesi. E^aniar ku_ kurulu kararı ile, Türkiyeye. girmesi yasak ediîçgt gazeta-ler arasındadır. İngiliz idare si altında yaşayan Kıbrıs Türk işçileri, Türkiye emekçilerine örnek olabilecek bir çalışma meydana getirmişlerdir. Ana vatana çok bağlı ve Ana vatandaki ekonomik, po.itik ve kültürel hareketlerle çok yakından ilgilidirler. Buna mu kabil, Türkiyedeki Türk halkı ile bile lâyıkı ile alâkadar ola-gün kendisi de itiraf ettiği gibi, göz göre 9?.ğa ve faşizme kayacağını, Roosevelt bile tah min etmemiş olsa gerektir.
I
ri, bağlı olduklar# Ang’o — Saksonşşsiyaseü icabı olarak, Kıbrısa lâyık oldueu ehemmiyeti verememektedirler. M
Kıbrıstan en son aldığımız malûmata göre, Son Posita gazete sinııı muhabiri olduğunu söyleyen rıkret Davran, âoiri-da biri, «Kıbrıs Türk işçiler birliği» nin üye’eri ile bir konuşma yapıyor. Bu konuşmada Kıbrıs işçilerine, grev yapmamaları için ricada ve tavsiyede bulunuyor.
Gazeteci maskesi altında kimlerin emri ve ne maksat1 a geldiğini derhal anlıysan uya-' nık Kıbrıs Türk işçileri de o-na şu cevabı veriyor.
«— İşçilerin hakkını yalnız grev koruyabilir»
Hakiki emekçi (Almanların «Lohn proletariat»
öumpen emekçi (Almanların tabirile «Lümpen pıoletariat) birinci zümreye, yani hakikî emekçi kısmına muayyen bir iş mevzuunda ihtisas yapmış, kalifiye işçiler girer. Lümpen proleterya ise, ihtisassiz, uzviyetindeki kuvveti harcamak suretile eser vü cude getirendir.
Burjuva:7-! en ziyade bu hakiki e-mekçiye muhtaçtır. Lümpen proleter-yadan burjuvazi korkmaz ve on’arın hareketi burjuvaziyi fazla korkutmaz. Halbuki hakikî emekçilerin muhalefeti ise korkuludur. Çünkü ihtisassiz iş çi, işi terk b le etse, yerine getirecek işçi çoktur. Halbuki mütehassıs işçi için durum böyle değildir. Lümpen proleter muayyen bir iş yerine de bağlanmış değildir. Daima iş yerini değiştirmekte ve her kalıba girmektedir. Halbuki hakikî emekçi meslek ve istihsâl şubeleri bakımından sınıf şuurları en ziyade inkişaf etmiş zümre-İDevamt 2 nci de)
ESAT ADİL ve AZIZ NESİN’in MAHKEMELERİ
Geçen sayımızda bildirdiğimiz Esat Âdil ve Aziz Nesinin mahkemeleri, bilirkişi seçilen prof. Hüseyin Nail Kuba-lı’nın mazereti sebebi ile, Asliye ikinci ceza mahkemesinde 4 Kasım Perşembe günü sa at 11.30 a bırakılmıştır.
1 — tabirile
2 —
İşçilerin Dikkatine
îş kanununa göre Cumhuriyet bayrammda, iş yerlerinde çalıştırılan işçilere, gündelikleri iki misli ve peşin olarak verilmesi lâzımdır. Bayram olduğu için kapalı ka’an ve çalışmıyan iş yerlerinin iş çileri de çalışıyorlarmış gibi, her zamanki gündeliklerini a-lacaklardır.
Çalışma bakanlığı tarafından da bıı hu«?ııs. is veri sah’n keriz.
g ler ine bildirildiğinden, işçi o* ^kuyucularımızın dikkatini çe-

Bursanâme :
İtanın Ab Yeri
Burs ı, kendi tarihi bakımından bir çok şehirlerimizden daha fazla tetkik edilip, hakkında eser yazılan mesut bir
; şehrünizdir. Bütün bu Bursa tarihine ait eserlerde, Bursa-nın hanı hamamı, sokağı mahallesi, taşları ağaçları yazılmış, bir şeyi yazılmamıştır. Yalnız Bursada deği1, bütün Trkiyede bu meseleye hiç bir muharrir temas etmek lüzu-mıJrıu duymamış, yahut Bu mevzudan korkmuş, ürkmüş veya îğienmlştir. Karhan elerden, Bursamn kârhsnelerin-den bahsetm k istiyorum. Be'ki kıymetli okuyucularım ara sında tiz perdeden bir aaa!. nidasile elini yüzüne kapayacak ve yapmaçık bir ıhlanma jestile, gazeteyi elinden fırlatacaklar bu'unacaktır. Fakat bence t3yıp olan, bir muharririn mevcut olan bir memleket meselesinden, realiteden bahsetmesi değil; bizzat ınsan’arı utandıran bir rezaletin — eğer böyle ise — mevcut olmasıdır. Herhalde ben ayıp bir iş yapmadığıma kani olarak utanmayı ve arlanmayı, kadın etinin kira’anmasını resmî formaliteye bağlayan makamı aidine havale eylerim.
Evet sayın okuyucularım, mademki Bursada kârhane var, mademki bendeniz de Bursadayım, ilk defa Bursa kâr-hanelerinden bahseden muharrir o’.arak size kendimi takdim ederim.
Bir çok nükte ve hâtıratile anılan Trabzonda Kadri Bey isimli bir vali varmış. Trabzonda kârhane işletilmesine müsaade etmezmiş. Fakat kârhısneciler boyuna valiye isti-(Devama 4 üncüde)
Sahife: 2
BAŞDAN
2 Kasını 1948
Bir Gazeteyi yaşatmak ve batırmak
HAKIK!
Karikatürist Ramizin güzel bir sözü vardır. Babıâli için, bu yokuş öyle bir yokuştur ki der, bir çok adamlar bu yoku şun başında şapkalı, paltolu, bastonlu gözükürler, fakat yo kuşun alt başından donsuz kaçarlar.
Hakikaten de öyledir. Gaze tecilik yapmak için bu piyasaya gelenlerin ancak yüzde biri kalır. Geri kalanları şöyle bir boy gösterip, geçitresmi yapar ve giderler.
Hiç bir iş piyasası, gazetecilik kadar değişik simalar görmez. Kusurlu bir orta o-kul tahrir vazifesile gazete çı karmağa kalkanlar, babaların dan aldıkları harçlıkları toplayıp mecmuacılığa özenenler, bu işi dolandırıcılık vasıtası yapanlar, altmış yaşma kadar büyük bir sedakatle çalıştığa müesseseden bir sebeple atılıp -kuyruk acısına tutulan kart itler... ve daha neler. Bunların hepsi de ayrı ayrı, tetkike değer tiplerdir.
Piyasaya yeni gelmiş bir kadm bilirim. Fasulya tenceresini ocağının üzerinde bira kıp Babıâliye gelmiş, gazete çıkaracak. Nasılsa elli yaşından sonra bu meraka kapıL mış. Küçük bir evini satmış, eline geçen iki bin lira ile gazete çıkaracak. Kendisine bu parayı yazık edeceğini, fasub yasını pişirmekte devamının daha faydalı olıscağmı, Babl-Al 14u—--(—>---U-rior» -a>-
bir kaç kurdun kendisini kazıklayacaklarını anlattım. E d", ■tün anlattıklarımın beyhude olduğunu, bir kulağından girip, bir kulağından çıktığını biliyordum. O nasıl olsa, bu parayı bu yokuşta yiyecekti. Çünkü bu meslek o kadar çekici ve meraklıdır ki, bir kere karar verenlerin dönmesi pek müşküldür. Müsbet rakam olarak bilmiyorum amma, eski adı ile Babıâli, yeni adı ile Ankara caddesi olan bu yokuşta yenen paralar, ne Tvlontekarloda, ne de dünyanın diğer kumarhanelerinde yenmiş değildir kanaatindeyim.
Bu zavallı kadıncağızı da, Babıâlide muharrir ve gazeteci olarak tutunamayıp, geçi mini acemileri kazıklamakta bulan bir kaç kurt kafese koy du. Bir kaç gün içinde iki bin lira kül oldu. Değil bir iki bin bir çok misaller göstermiştir ki, tutturulamıyan bir g3zete için, bir kaç yüz bin lira bile iştetn değildir.
Şimdi kadıncağız, yine fasulya tenceresinin başına dön dü. Fakat biliyorum ki o şim di, muvaffakıyetsizliği için kendi kendine sebepler, baha neler icat etmekte ve ilk seferinde parası gitti ise de, tec rübe ve bilgi sahibi olduğunu sanarak, yeni hayaller kurmaktadır. Ve eline yine bir kaç bin, hattâ bir kaç yüz lira geçerse, yine muhakkak ve muhakkak gazeteciliğe başlı’ yacaktır.
Çünkü bu gazetecilik hasta lığının bir acayip tarafı da, müptelâlarının hastalıktan kurtulmak istemeyişleri ve hastalığın cepte para şıngırdadıkça sık sık nüksetmesidir.
Bir gazeteyi batıran ve yaşa tan âmiller nelerdir? Uzaktan bakanlar, yahut işe yeni başlayanlar sanırlar ki bir ga zetenin en mühim unsuru yazıdır. Mücerret olarak düşü' nülürse böyıedir. Halbuki memleketimizin şartlarına gö re, bir gazetenin yaşamasında, gazetenin yazılarından çok daha evvel gazetenin dağıtılması işi, yani bayi gelir. Bir gazeteyi yaşatan veya öldüren muharrirden çok bayiler' dir. Bu noktayı bilmeyen veya ihmal edenler çok şey kaybetmişlerdir. Siz istediğiniz kadar güzel, faydalı, tesirli yazılar yazın. Bütün bu yazı lar, okuyucunun eline ulaşma diktan sonra. îşte bunu temin edecek olan da bayilerdir. Bundan sonraki yazılarımda gazete dağıtımı işi üzerinde
(Buş fcara/ı 1 de)
leter’ler teşkil ederler. Lümpen proletarya ise, bu gün Sosyalizme mey-letse bile, yarın burjuvazinin bir vadine kanabilir. Nitekim sanayii ileri ülkelerde (Grev kırıcıları) teşkilâtına mensup olanlar hep bu Lümpen prole taryalardır,
İnsanlığın mahvına çalışan Nazi or dularında döğüşen yine bu Lümpen proleterlerdir.
Burjuvazinin hakiki proletarya ile o-lan sınıf mücadelesinde işçi sınıfının sınıf olarak mücadelesini bertaraf ede bilmek için kullandığı en mühim me. tod, işçi sınıflan parçalamaktır. Bunun için de işçi gündeliklerinde nisbetsiz faiklar meydana getirir (Mühendi», us tabası, posta başı...) gibi.
İşte bunlarla işçi arasında derin bir
L i b e r
EMEKÇİ
uçurum açmayı düşünür (x) Bir kısım mütehassıs işçilere, fazla para ver mek suretile işçi sınıfının kurmaylarını uyutmak yoluna sapmaktadır. Bu suretle işçi:
1 — îşçi aristokrasisi
; 2 — Hakiki emekçi.
Gibi iki muhtelif zümre hasıl olmak tadır. Fakat sınıf şuuruna ermiş olan proletarya bu proleter aristokrasi o-yununa karşı gelmekte ve kendilerini mensup oldukları geniş işçi ordusunun kurmayları olduklarını her «an hissetmektedirler.
Türkiye protaryasına gelince, onun da sınıf şuuru bu yol üzerindedir. Burjuvazinin bu şekilde oyunlarına ve burjuva partilerinin şu veya bu şekilde kandırmalarına uymamaktadır Iar.
alizm N ir?
yi teşkil ederler. Bu itibarla Sosyalizmin rehber kadrosunu bu hakiki pro*
İktisadî mânâda Liberalizm, k * saca ve kabaca Devletin şahıslar n iktisdî işlerine karışmaması demek' tir. Böyle bir ekonomik siyaset talup edilen bir cemiyette bir kapitalist ve ya patron istediği kadar ve istediği yaş ta işçi kullanır. İşçilerini istediği kadar çalıştırır. İşçilerine istediği p; ra yı verir. Fabrikası dahilinde işçiyi kır ruyucu tedbirler ister alır ister al* — - raknıtno'u, «ttty çalıştırır is çalıştırmaz çıkardığı mallara istedigi fiyatı kor. Bu mallan ister satar ister satamaz. İsterse denize atar. Yâni, hükümet onun parasını istediği şekil de ve istediği yerde kullanmasına v(c-işçiyi istediği gibi sömürmesine ses çıkartmaz, çıkartamaz ve bu hususta hiç bir kanun koyamaz.
Böyle bir kapitalist cemiyette işçinin de kapitalist kadar hür olması lâzımdır: Yani onun da çalışıp çalışmamakta kapitalistin koyduğu şartları kabul edip etmemekte, ister tek başı- J _ t ~
na ister toplu olanak işi bırakmakta getiren deniz aşırı ticaretten ve Hin. ve dilediği şekilde, teşkilâtlı veya teş* distan ticaretinde faydsanmağa ve bu kilâtslz olarak kapitalistle mücadeeı ticareti teşvik etmeğe başladılar, mekte serbest bulunması icabeder. Fa. üuıujsıaım, nı-
kat hakikatte bövle olmuyor. İşçinin likaya, Amerikayn, gidenler, bu vahşî kendi iş gücünden başka geçinecek memleketlere Avrupa kumaşlarım, Av bir vasıtası olmadığı için hçi mhayet bekliyemeyip sokakta açlıktan ölmek-tense, ne kadar ağır olursa olsun, kapitalistin şartlarını ve verdiği günde- vesaireyi Avrupaya getirip akla sığmaz liği kabul etmek mecburiyetinde ka- fitlarla satıyorlardı. Bu ticaretten kral
mekte serbest bulunması icabeder. Fa_
memleketlerde Liberalizmi doğuran ne kadar fazla «altın, gümüş, elmas gibi kıymetli maden getirmekti. O zamanlar takip edilen bu himaye siyasetine tarihte (Merkantilizm.) ismi verilir.
Avrupanın karşısına muazzam bir dünya pazarı çıkmıştı. Hindistanda, u' zak Şarkta, Yakınşarkta, Afrikada milyonlarca ins m Avrupa mallarına müşteri olmuştu. Halbuki derebeylik zamanın lonca. teşkilâtı içinde çalışan küçük el sanayii bu ihtiyacı karşılayacak durumda değildi. Bu ihtiyacı ancak yüzlerce işe i ile çalışan büyük ımnlfithnın'iı x Jınr^ılınyobiir ve hu lâthanelerden de ayrıca büyük kârlar temin edilebilirdi. Tüccarlar da böyle büyük teşebbüsler için lâzım olan para ticaretin gelişmesi neticesinde birikmiş bulunuyordu.Ayrıca buharın keş fi de böyle sanayi için lâzım olan büyük muharrik kuvveti de temin edebilecekti.
Fakat şehirlerdeki lonca teşkilâtlarının sıkı kayıtları ve köylülerin toprağa bağlı oluşları büyük imalâtha nelerin teşekkülüne ve bu imalâthane ler için lâzım olan büyük bir emekçi yığınının teminine mâni oluyordu.
Derebeyliğin ve loncaların sert kanunlarına rağrn n bu kayıtlardan kurtulan bazı limanlarda yeni teşekkül eden orta sınıfın, yani burjuvazinin eline bu imkânlar geçmişti.
Kralların ve Kral . hükümetlerinin
gibi hâdisejer geçti?.
Onyedi ve Onsekizinci asra kadar bu memleketlerdeki hâkim sınıf derebeylik sınıfı idi. Fakat bu derebeylik sınıfı bu asırlarda can çekişiyordu. Asır, '.ardanberi Serf denilen toprağa bağlı esir köylüleri siimüren derebeyler ve sonradan kırallar artık kendi saltanatlarına, iht.şamlanna, lükslerine para yetiştiremez hale gelmişlerdi. Zavallı serfler de artık sömürülecek taraf kal -anafftiIlcpai çıpjok şehirlerde, dileniyor veya dağlarda eşkiyalık'"?-diyorlardı. Halbuki bu saltanatın, bu lüks ve sefahat in-'deva m etmesi aç ve sefil halkın isyanına mani olan ordunun beslenmesi gerekiyordu. Krallar ve derebeyler kendilerine lâzım olan bu parayı bir müddet Yahudi bankerlerden veya sarraflardan yüksek faiz, lerle temin ettiler. Fakat bunun sonu yoktu. Borç içine batmış olan kral ve dervbeyAer yeni gelir menbağları bulmalı idiler. Bunun için °__ a s ı_r da büyük gelir
Denizaşırı memleketlere, Hindistana, Af-
i-Upa ıııa.lar.uıı götürüyorlar oralardan ucuz ucuz, hattâ bir çok zaman beda-
va aldıkları ‘baHarafzınm eşyası gTHnuş himayesindeki denizaşırı ticaretten is
lıyor. Halbuki kapitalist vereceği aşa ıar ediyor, kendi himaye*
ğı yevmiyesini, gördüreceği ,gn işini Je^nde tertip edilen seferlerirAsonun-4 •’l ▼ 1 • r ___ A-_Â. 1 _ -— I t bl m' ' ■— -
fabrikadaki fena şartlarını kabul etti, o cek işçi buluncaya kadar bekliyebi" lir, ve fakirleşmiş bir memlekette de bu ağır şartları kabul edecek yüzlerce hattâ binlerce insan bulabilir.
Demekki Liberalizmde sözde hem kapitalist hem işçi hürdür amma hakikatte hür olan yalnız kapitalisttir-îşte İçinde bulunduğumuz asırdan evvelki asırda, yani ondokuzuncu a-sırda İngilterede, Fransada ve Ameri” kada hâkim olan ekonomik sistem ve zihniyet bu idi.
Liberalûlm mosrîl doğdu.'. Liberalizmi daha konkre olarak anlamak için bu sistemin tarihte ne gibi şartlar i’ çimde doğduğunu, nasıl geliştiğini ve sonra nasıl öldüğünü ve yerini nasıl Liberalizmin «aksi olan tekelciliğe ter, kettiğini kısaca gözden geçirmek gerekiyor. ,
Liberalizm garbi Avrupada, yani İngiltere, Fransa ve Hollandada onsekizinci asırda doğdu. Fakat acaba bu
dâ*Çdeniraşırı memleketlerden gelen mallarla lüks ve saltanatlarım devam ettire biliyorlardı. Bu yüzden onyedin cı ve onsekizinci asırlarda krallar ve hükümetleri denizaşırı ticaretlerini geliştirmek için ellerinden gelenleri yap tılar. Tüccarlara her türlü kolaylığı gösterdiler. Hattâ bir çok denizaşırı memleketlerde tüccarlarının emniyetlerini kendi orduları ile korudular. Devletle tüccar o kadar sarmaş dolaş olmuştu ki hariç memleketlerde dev letleri bile tücaarlar temsil ediyordu. Bu sırada tüccarlar devletin müdahalesinden şikâyet etmek şöy’e dursun bilâkis bu müdahelenin üzerlerinden eksik olmamasını istiyorlardı. Dev let bu sayede geçindiğinden tüccarlar üzerindeki himayesini eksik etmiyor du.
Bu asırlarca devletin takip ettiği İktisadî siyaset dışarıya mümkün o’du-ğu kadar fazla mal satmak ve buna mukabil memlekete mümkün olduğu
tifade ederek gelişen bu zenginleşen burjuvazi daha çok para kazanmak, imalâthaneler kurmak Poli value elde etmek için derebeylik kayıtlarının kalk masını istiyordu. Devlet benim işime karışmasın. Her insan istediğini yapmakta hürdür diyordu. Zaten asırlar-danberi Derebeylerinin sömürmesinden bıkmış usanmış olan toprağa bağ lı sertler de burjuvazinin bu destekliyorlardı.
Bu suretle genç burjuvazi, ğın o güne kadar vicdaın, söz hürriyeti için, adalet ve müsavat için yaptığı mücadeleyi de benimseyerek etrafına cemiyetin bütün ezilen sınıflarını top’adı ve derebeyliğe karşı şid detli bir mücadeleye girişti. Bu mücadele bir kaç memlekette çok kanlı ihtilâllere sebep odu. Bu ihtilâllerin en kanlısı 1789 Büyük Fransız ihtilâlidir.
Bu kanlı mücadeleler sonunda İn-gilterede, Fransada Derebeylik yıkıl' dı ve bu memleketlerde, yukarıda bahsettiğimiz Liberalizm, Yani, şahsın, Devletin her türlü müdahalesinden uzak olarak istediğini yapabilmesi siyaseti takibedilmeğe başlandı.
isteğini
insani l. ve yazı
BAŞDAN
Sahife: 3
>*
7
(A
>.
$
2
5 a
6 S. o
N
o >>

:3

M
3 O
Cft
J h &
43
? İs
a


a
>
S
2 Kasım 1948
Avrupa medeniyetinden ol mak iddiasındayız. Fazla olarak batı demokrasileri ile de birlik halindeyiz. Bu birliğin gayesi doğrudan doğruya ideolojiktir. Biz kendi malım jz gibi batı demokrasisini, ve Av rupa medeniyetini müdafaa etmeyi üzerimize yük’enmiş bulunuyoruz.
Halbuki bizim ne medeniyetimiz Avrupa medeniyetine benzer, ne de rejimimizin batı doğu demokrasileri ile bir a-lup vereceği vardır.
Avrupa medeniyeti deni'en şey eğer bir cephesinde sadece kapitalist rejiminin bir ifade si ise, bir diğer cephesinde, halk kitlelerinin geniş ölçüde, hükümet ve memleket idaresinde otorite sahibi olması demektir.
Kapitalist rejiminin hakkı i Ie gelişmediği ve halk kitlelerine de muayyen klâsik bir ta kim hakların tanınmadığı bir
Fasit Daire
nankörlüğüne bakarak kasten işlerine ilgi göstermez kendi' lerini ihmalciliğe bırakırlar. İşlerinde usta olmayanar için daha usta olmaya çalışmakta hiç bir perspektif yoktur. 40-50 lira gündelik ile Avrupadan getirtiğimiz usta başıların işini üzerine alan yerli işçiler ay ni iş için on lira bile gündelik temin edemedikleri gibi derd lerini dinletecek bir vasıtaya da mâlik değillerdir.
Fasit bir daire .
Avrupa ayarında iş çıkara bilmek için (akh başında ustalara ihtiyacımız vardır. Aklı başında ustaların Avrupa ayarında iş çıkarabilmeleri için de her şeyden evvel inedonî haklara sahip olmaları icap eder. Ustalarımızın medenî haklarına sahip olmadan yüksek kalitede iş çıkarmayı üzer lerine almaları için akıllarının kıt olması lâzımdır. Kıt a kılla yüksek iş çıkarmayı uzmanların d?, büsbütün budala o1 maları lâzımdır.
Bu fasit daireyi canlandıran Kari Marksın «Olhsteda den güzel bir iktibası vardır. Esaretin daha kalkmasından evvel yani Sesesyon savaşların dan önce (1860) İngiltereden Amerikayı ziyarete giden bu zat orada bir çiftlikte zencilerin bir takım kaba ve ağır ir letlerle bir tarlayı köstebek yuvaları gibi oyduğunu görüyor ve bunların ne yapmak istediklerini soruyor. Tarkyı ek mek için sürmeğe çalıştıklarını söylüyorlar. Adamcağız şaşırıyor. Hiç bıi ağır âletlerle içinde hu is—görülürümü? diyor. Ne yapalım diyorlar esirlerimizin eline daha uy | gun, daha hafif âletler verdiğimiz zaman onları gözle kaş İcrasında parça parça ediyorlar, onlara kıymetli hayvanla-i rımızı emanet ettiğimiz zaman hayvanlarımızı sakat ©di* i yorlar diye cevap veriyorlar.
Karl Marks, Romalıların (enstrumentum mutum) (sessiz âletler) ve (enstrumentum | semi vokale) (varı sesli âletler) ismini verdikleri hayvan-| lardan enstrumentum voksJc diye ayırdıkları işçiler işte bu suretle kendilerine verilen enstrumentum mutum ve enst . rumentum semi vokale’ler cin | sinden bir nesne olmadıkları-
mide sadakati kadar büyük bir yalandır.
Millet bütün cahilliği ve geriliği ile en karışık, en heyecanlı bir anında iyiyi kötüden ayırmasını pek alâ bilmiştir. Bugün daha soğuk kanla u -zun boylu düşünerek seçkisini yapmak durumunda bulunduğu rejimin hangi budala e-yisini kötüsünden ayırd edemeyeceği üzerine politika o-yunlarını yürütebilir. Millet, seciyesizliğini tecrübe etiiği şa hıslarm ağzından bile çık-sn i* yi sözlerle hükümetin idaresindeki kötülükleri birbirinden ayırmasını biliyor. Serbest parti zamanında Fethi Ok yar’in Demokrat Parti devrin de de Celâl Bayarın arkasında yer alan milletin hakikatte neyin ark ısmda yer aldığını Celâl Buyar da hükümet te anlamamış değillerdir. Anladıkları için de yaralı ve sakat gibi koşdukian ara-payı bir tüllü yürütmek istemiyorlar.
Halbuki milletin birliği üze rimize aldığımız ödevlerin başarılması için en birinci şarttır. Bunu zaten devlet ricalimiz de itiraf ediyorlar. Zaten milletin birliğinden ve bu bir fiğin lüzumundan başka bir şeyden bahs ettikleri yoktur. Fakat «sistem Ku» ya uyarak hergiin birliğiz, birliğiz, birliğiz diye tekrarlamakla bu biri -___o____-r- ık elde ediiıiJUZ.1 ATUTOl'k hu
siıtta millet bu efsanenin foya birliğin nasıl elde edileceğini sini korkunç bir şekilde mey*
Hana vurdıı.
I İstiklâl harbinde onu bir monolıt halinde birleştirmek için muayyen özellikleri olan •He ona bütün medenî haklarını tanıyan bir program kâfi geldi. Bu program sayın doçent Mekmed Ali Aybarın tabiri veçhile kâğıd üzerinde kal hdı. Fâsit dairemiz içinde bir devir- yaptık, uzun yıllar kaybettik, hareket noktamıza dön
kanların Racalar, Mihraçalar,Yazan*
Aı ap şehieri ile ittifakları t a ’ i
Hintlileri ve Arapları boyun! S. H..Brİskent 1 duruk atında tutmak inaksa-r---------- - -_____*
dına matuftur. Filvaki halk partisi hükümeti de Türk mil letini boyunduruğa alıştırmaya çalışıyor. Anglo — Ameri kan’ar için de matlup olan bu olduğunda şüphe yoktur. Bununla beraber ortaya sureta ideolojijk bir hedef atılmış bu lunuyor:
Bu tezatı örtmek için biz bir takım mugalatalarla kendi kendimizi inkâr ederiz. E* min Yalman elimize rattık şahadetnamesi kF-?nı*—
Şükrü ___________ ________ hocasını memleket ne Avrupa medeni* dünyada mevcud bütün yetindendir, ne de batı demok rattığının lâfını edebilir. , .
Herkes pek alâ bilir ki Türk milleti bugün İran, Irak ve saire gibi geri mil’etlerirj hat tâ bazı müstemeke milletlerinin bile faydalandıkaı ı bir çok iptidoı haklardan mahrumdur. Bunu bizim devlet ricalimizin bilmediğini sanmamalıdır.. On 1ar da bu aşikâr hakikati her kes gibi biliyor. Onlar da bu duruma bizi bazı üzülüyor, fa kat çok c’tfa bu dünyanın gidişine bakaı*ak müteselli oluyor hattâ seviniyorlar.
Batı memleketlerinde halk kitlelerine verilmiş olan hakların doğurduğu huzursuzluk ları düşündükçe kendi kendi — lerine büyük bir sevinç duydukları hattâ memleketimizde bu demokratik haklardan doğan huzursuzlukların duyul-* maması ile öğünüp böbürlendikleri Avrupanın bazı faşist temayüllü gazetelerine yazdır dıkları, kendi kendilerini poh pohlayan yazılardan bellidir.
p»uA
Saraçoğlu, şahid
V)
5
W
demok-verdi.
İsviçreli göstererek, ı re* kendilerine mahsus
j imlerin
birer demokrasi olduklarını iddia etti. İngiliz, Fransız, İsviçre demokrasisi yanında bir de Türk demokrasisi, Habeş demokrasisi Hotanto demokrasisi bulunabileceğini ima etmek istedi. Bu palavralara biz inanmadığımız gibi onlar kendileri de inanmıyorlar.
Lavrenslerin nüfuz ve tesiri altında olmasalar — takke düştü kel göründü — durumu muza daha bir az çeki düzen vermeği onlar da istemez değillerdir. Ne çareki bir kerre Amerikan çarhma kendilerini kaptırdıkları için artık İra delerine sahip değillerdir.
Hedefe bu suretle yüz seksen derecelik bir zaviye altın da yanaşmayı umarken, dolap beygiri gibi fâsit bir daire içinde dönüp duruyoruz. Biz ya demokratız, her cihet çe müttefiklerimize benzemek zorundayız ya değiliz, bu takdirde sadece bir kaç dolar için uyuşmuşuz. Bütün kelime oyunlarına rağmen istesek te, istemesekte bu duygunun şuurunu almakta gecikmeyeceğiz.
Bu öyle derin bir realitedir
le milletin sultanlara bağlılığından, sadakatında bahs e -derlerdi. Millet sultanların en sıkıntılı zamanlarında onları sıkıntıları içinde yap yalnız bırakarak bunun aksini ispata çok uğraştı. Tuna boylarından sınırlarımız Boğaziçine kadar geriledi fakat hükümet ricalimiz bunu anlamamazhktan geldiler ve milletin padişahına sadakati teranelerini tekrarlayıp durdular. Bu sadakat efsaneleri içinde birinci dünya savaşı hezimetinden sonra vatanın her tarafında çatlak ses ler iridilmeğe ve koca impera torluk temellerinden çıtırdamağa baş!adı. Herkes gördü’ ki millet arasında ne birlik ne de sultana sadakat diye bir şey vprdır. Bu genel çözülüş i-çinde hakiki vatan severler ö* lüm terleri döktüler ve nihayet Atatürk eı. ümitsiz bir zamanda, bir program, bir mişak etrafında bir darmadağın milleti toplamaya muvaffak o’du.
Demek oluyor ki milletin dağılmasına sebep saltanat ida resinin kötü programı idi. Bu kötü program altında bir zor duı umla karşılaşmadıkça tmil' kt bir birlik manzarası sun* m.akla beraber hakikatte bu b lik bir mit. bir hurafeden başka bir şey değildir İlk hr- h
Türkiyede kendisine demok rasi profesörü süsü veren Ah met Emin ikinci dünya savaşından sonra bu memlekette demokrasi bulunmadığına ' dair bir hayli yazı yazdı. Günün birinde İngiliz efendilerinden aldığı emir üzerine, birden ağzını değiştirerek, hükümetimizin demokratik bünyesini o da öğmeye koyfr*^ luverdi. Bereket versin bu suretle rüzgâr değiştirmezden az evvel ustaları îngilizlerin kendi memeketlerinde demokrat, dışarda da en koyu mürteci olduklarını okuyucu’arı* na ifşa etmiş bulunuyordu. Filhakika devlet ricalimize akıl hocalığı yapan «I^avrens ler» Emin Yalmandan evvel onlara direktiflerini vermiş-
ler ve bir nebze demokıatlı- iddia bir korun tu-
ğa bulaşmış olan idaremize dan başka bir şev değildir.
bittecrübe göstermiştir. Hiç bir temele dayanmadan özürlerle bu yoLdan geri dönülemez. Dönülürse üzerimize aldığımız ödevlerden hiç birini başaramayacağımızı ve Tuna-dcn Boğaziçine doğru tuttuğu muz yolda devam etmek az* minde olduğumuzu ispat etmiş oluruz.
Fasit daire.
Gaye ve hedeflerimize 180 derecelik bir zaviye ile yaklaşmak manevrası bizi bu gaye ve hedeflere zıd geçmişin karanlıklarına sürüklemezse ancak hareket noktamıza götürebilir.
Başarılacak büyük işlerimiz nı ispat edecek yolu buluyor* var. Bu başarılacak bindik 1ar kaydını ilâve ediyor, işlerin en başında medenî mem leketlerin yüksek tekniği ve yaptıkları her işte gösterdik- rum et:nek sureti ile leri büyük uştalıği . almaktır. Yerli/ mallarımızın sürümünü temin m ksadı ile türlü propa gandalar için dünya kadar masrai ediyoruz. Fakat bu yerli mallar kendi-kendderr ni reklâm ^etmedikten sonra bizim propagandalarımız bir papağan taklidçiHğidir. Hiç bir yerli matımızın finişi yoktur, albenisi yoktur. Bu neden Bunun sebepleri çoktur.
Bu sebeplerden biri de ustalık noksanıdır. Ustalığımız ne den noksandır? Ustalık aklî bir gelişme mahsulidir. Usta olmak için ayni zamanda a-kılh ohnak icap eder.
Akıllı bir adamın aklını işine koymazdan evvel en müstacel dertlerüıe koyması kadar tabiî bir şey olamaz. Bizde iyi ustalar yaptıkları işin
Bu öyle derin bir realitedir Dün milletin birlik olmadığı ki bütün devlet ricalinin acı iki kere iki dört eder gibi sa-f.ci bunu düşündüklerinden bit olmuş şartlar altında bu* şüplıe Tn bunu ^illetin birlik bir ha’de
olduğunu kabul etmeğe imkân varmıdır?
Hiç bir şey görmek isteme yenden daha kör olmazmış. Bu gün bizim halimiz de budur. Kuruntularımız bile bizi avu' tamaz. Bu millet ya nıisakı millî ve ana yasa birleşmişti, yahud da hayır. Bu takdirde İstiklâl harbinde mil letin yek vücud olduğunu iddia ederken sadece yalan söylüyor kendimizi ve yabancıları aldatmaya çalışıyorduk. Halk Partisi ileri gelenleri benliklerinin en büyük başarılarını bu suretle kalpazanlığı kabul ederek inkâr edemezler. Misakı millî ve daha sonra onun hükümlerini.konk retize eden anayasa etrafında milletin birliği bir realite ise bugünkü birlik, böyle seçimler, aldatıcı huzur ve durgunluklara r?.ğmen bir yalandan başka bir şey değildir. Milletin otuz şu kadar sene’ik saltanat devri içinde sultan Ha*
bunu düşündüklerinden olmuş şartlar altında bu*
düşündükleri vicdanlarını a* zaptan kurtarmak için arada sırada icada yeltendik’eri ö _ zürlerden bellidir» Bu millet cahildir, bu milletin başarılacak büyük işleri vardır bu iş lerı başarmak İçin buzuna ve milletin birliğine ihtiyaç vardır. Demokrasiye aykırı düşen kanunlar ve ondan daha fecii hiç bir kanuna sığmayan fv idarelerle bu birliği bu zuru temine çalışıyoruz.»
key hu'
Bu milletin hakikaten başarılacak büyük işleri vardır. Fa kat bu huzur ve birlik kurun tuşu içinde bu işlerden hiç bi' ri lâyıkile başa çıkarılmış değildir. Biz fâsitdaireıniz içinde bir dolap beygiri gibi yir-mibeş vıl ancak hareket noktamıza varmak için yol yürü' dük.
Bol keseden bir delil gibi ye ile pek alâ ittifak edebilir* her fırsatta ileri sürülen mildi. Halbuki Anglo — Ameri' letin bu birliği nedir? Vaktiy-
dahq evvel Tan gazetesi önün de başlayan rezaletle rüzgâr değiştirmişlerdi.
Anglo — Amerikan demokrasisi ve medeniyeti, beşyüz yıl evve’e ait bir rejimi temsil eden Racalar, Mihracalar ve Arabistan çölerinin bedevi aşiret reisleri ile ittifak hafinde yaşadığı gibi, demok rasiye bulaşmadan da Türki-*■ — __________________________
etrafında
Milletin geniş bir çoğunluğu nu medenî haklarından mah-rahat ve huzura kavuştuklarını sananlar bu kuruntuları ile ay* ni zamanda kendilerini mede-niyetin bütün konfor ve bütün nimetlerinden mahrum et' tiklerinin farkında değillerdir-. Filvaki onlar bu mahrumiyeti giderecek başka bir yol bulmuşlardır; memleketin ka* pınarını haricen bu medenî eş yasına ardına kadar açmak. Fakat bu suretle onlar yine, farkında değillerdir’ki kendi işçilerinin medenî haklarını ta nımamak için baş vurdukları çare i’e, ayni hakları fazlası i-le diğer memleketlerin işçilerine tanıdıktan başka o mem leketlerin kıs pıta Üstlerine krn di kendilerini boyunduruk altı na alacak vasıtaları da ayni za manda kendi elceğizleri ile temin etmiş oluyorlar.
Sahife: 4
BAŞDAN
2 Kasım 1948


■fü*!
Hayat ve kitaplar
ve
i
Behiç Başkurt imzalı adres siz bir mektup aldık, aynen neşrediyoruz.
Sayın Üst ad
Başdan’ı ilk çıktığı günden beri dikkatle okuyorum. Gü" her tarafa Hemen bü" hareketler, berbat ve
rültülü yazılarla saldırıyorsunuz, tün inandığımız sizin nazarınızda zararlı...
.Dış tehlike üzerinde de zaman zaman durdunuz. Fakat Şimaldeki D’ Ayıya işaret ettiğiniz yok.
Acaba:
1 — Deniz aşırı memleketlerin dostluğuna değilde, en yakın komşumuz Sovyetlerin dostluğuna mı inanıyorsunuz?
2 — Sulhün başbelâsı olarak boy gösterenlerin bizi uykuda boğmak için geceyi bek ledikleriııi bilmiyor musunuz?
Bu kısa mektubumu Magazininizde, pardon gazetenizde yayınlayıp küfüre ve mugalataya baş vurmadan cevaplandırabilir misiniz?
Dokuzuncu Başdan da dostlara anlattığınız gibi sapma kadar Halk muharriri iseniz, bunu yapabilirsiniz.
Behiç Başkurt $
B a ş d ıcc m :
Mektubunuza madde madde cevap verelim:
1 '— Sizin inandıklarınız si-
zin için faydah, bizim için za-y^ril—olabilir_Fayda , vra v..»(
nıefhumuarı, müşahhas ve mut lak bir şey değildir. İnsanların içinde bulunduğu şartlara, zamana göre değişir. Meselâ eski Mısırlılar Apis öküzüne inanırlar ve onu mukad des bilirlerdi. Eğer siz, bu gün de mukaddes Apis gibi bir o-küze tapıyor ve inanıyorsanız, bizden de aynı inancı istemr ye hakkınız yoktur. Şu var ki, biz size inandıklarınızın batıl olduğunu anlatıyoruz. Siz ister inanır, ister imajımajt siniz.
Sonra yine siz, İktisadî bakımdan bu milletin çoğunluğu ile müşterek menfaatiniz yoksa, yani bir koy ağasının, bir hacı ağanın oğlu veya onların kendisi iseniz, yahut milleti sülük gibi emenlerden biri iseniz, elbette aynı şeylere inanmayız. Ve biz sinin i_ nandıklısrınıza, siz de bizim inandıklarımıza karşılıklı hür cumda bu’unuruz. İste buna sınıf mücadelesi derler.
Yoook, siz eğer bu saydığımız zümreden değil, Türk mil letinin çoğunluğunu teşkil e-denler arasında bulunuyorsanız, bu takdirde, menfaatlerimi halk aleyhinde arayanlara bilmiyerek hizmet ediyor sunuz demektir. O zaman size, gazetemizi daha dikkatli ^a>' takip etmenizi rica ederiz.
2 — Mektubunuzda bizi küfürbaz bir mevkie koymuşsunuz. Biz kime küfrettik. Halbuki siz şimaldeki komşumuza (Ayı) demekle, bize isnad etiğiniz hatiî.yı yapıyorsunuz Blize göre, ne Ruslar ayıdır ve ne de Amerikalılar Fildir Biz Türk miTeti olarak, dünya milletleri tarafından saygı gör mek isteriz: Bu saygıya hak
kazanmak için de, başka milletlere saygı göstermeği borç biliriz: Bu milletin asaletine (Ayı, köpek, eşek) gibi mahalle çocukları ağzı yakışmaz.
cephe almışsak bu. Amerikan
Biz eğer Amerikaya karşı vatandaşına değil, bu Türki-yeyi soymak ve istismar etmek istiyenlere ve bu zihniyeti temsil eden Amerikalı şah siyasetleridir.
Sizin Ayı dedikleriniz bize aynı şekilde veya benzerile hi tap ederse, bizim millî hislerimiz sizden çok daha fazla incinir ve hemen karşı koyarız.
3 — * Sizin mektubunuzda sorduğunuz suale benzer bir suali bana evvelce biri daha sordu. Verdiğim cevapları da mühimsemeden şöyle dedi:
— Rus köpeği olmaktansa, Amerikan köpeği olmağı tercih ederim.
Eğer biri in|an değil de mut laka köpekse, o zaman daha yağlı kapıyı aramak hakkıdır. Halbuki biz insanız.
Bir asırdır bu millete şu öğ reti'imiştir: «Türkiye büyük devletlerden birinin tarafını, tutarak, anosk politik müvaze nesini tutabilir. Yoksa, tek ba şma kendisini koruyamaz.
Sonra da, aman milletin bütünlüğü beraberliği bozulmasın, hükümete muhalefet olmasın. Çünkü düşmanlarımız ((*-Üll r> ı K. L _ ____
iktidar tarafından halka verilen bu telkinin iki tesiri olmuştur:
1 Daima bir büyük devle tin yanında, onun düşman ol duğu devlete otömatikman düşman olmak. Tabi olduğumuz devletin İktisadî, siyasî ve kültürel tesiri altında kalmak. Sonra, dün dost olduğumuza yarın düşman, dün düşman ol duğumuza yarın dost olmak. Sonra da bunun adı siya -set (!)
İşte bu sebeple körköriine Fransız hayranlığı ve bedava, A'man düşmanlığı. Sonra Alman hayranlığı, başka birmr düşmanlık. İngiliz hayranlığı, Rus hayranlığı ve nihayet bu günkü Amerikan hayranlığı.
T — Lkmcı tesir de, dış tehlike korkusu ile, milleti sun’î bir birlik çenberinde tutarak, dünya fikir ve poîıttka âlemi- 1 ie alâkasını keserek, iktidar j koltuğuna daha -sıkı bağlanmak. Bu sebeple de seneüe&e milletin demokrasi hasreti baumızdakilerin vaitleri.
(gj|iba sorularınıza açık vapîar verdim.
(et ,ce olana ktg >
â) Biz ne Ametik-aya.
ÖU5JUI IIIÜÖKIÖ I
Halide Edip sosyal mesele- ■ nin karşısına, daima elinde İn- ’ cil ve fukaraperver cemiyet lerile çıkar. Onun kuluçkasın; da büyüyen bir gençliğin, iç-! timıai yardım teşkilâtı adına,; başaracağı işler de, tabiatile,! şunlar olacaktır: Çatısı uçmuş, evlere kırık mangal kömürü ! kansız bir yaprak gibi sarı insanlara kupkuru bir reçete ve nihayet işsizlik ve sefaletten ölenlere eğreti tabut dağıtmak!
en şerefli süpürükçü"
mevzuatın

Sevimli feylesofumuz Felsefeyi lâf ebeliğine vasıta yapan Rıza Tevfik’in imzasını attığı en büyük eser Sevr Mu ahedesi, başardığı hizmet de Kâ’be lüğü oldu.

Faşist ve Hitlerci
zincirlerle bağlandıktan sonra, Anayasa’yı çiğneyerek, tarihin karanlıklarına doğru na sil korkunç bir hızla sürüklen diğimizi an’a.mak için Gülhâ" ne Hat*tı Hümâyûnunu ve Feı man’ı okumak kâfidir. Geçen yüz yılda Osmonlı padi-Şiahının tebeasına vadettiği haklar ve hürriyetler, bü gün hal tatlı birer rüya değil m* ‘
Okuyucularla
. Basbasa
...... , ■—
£ Malatyada (M.K.) rumzuile mektup gönderen okuyucumuza:
1 ■— İnsaniyet kütüphane" sinin eski eserleri kalmamıştır.
2 — Sorduğunuz şahıs, uzun bir mahkûmiyetle ceza evinde bulunmaktadır. Yayınladığı eserlerden elimizde maalesef yoktur.
ATsaricakuan b’r okuyucu-
ye
ek-
ne Rusyaya hayranız. Ne Ameri-, ne Rusyzya düşmanız.
b) Bu günkü şekli ile. bu memlekete Amerikan doları yerine, Rus rublesi gelseydi yine biz böy’e mücadele edecek ve bu sefer yine bizi mi0-lî menfaatlere aykırı hareket etmekle itham edeceklerdi.
İşte tazizim, size ve sizin gibi d üşünen’er e, sapma kadar halk muharriri sıfatile verdiğim cevap budur. Selâmlar e* derim
muza:
(Başdan) ı ciddî bir gazete] haline getirmek istediğimiz*. den mizahî yazı ve karikatür koymuyoruz. 29 Ekimden itibaren yeniden çıkarmıya baş-ladığımız (M a r kopa s a ) da değerli san’atkâr Mim Uy-kımız’un karikatürlerini yine bulacaksınız.

| Ankarad'.an Bay Harndi Karabacak yazıyor;
: Ankar^T Zafer^sokağmdakı 'Cihan ve Floryb kahvesine inçler dolar,’ sığmaz sokaklara î kader taşarlar.. Bunlar bir kuru ekmek için «Allahtan bir patron gelse» diye dua eden, biı- kahve parasına bile muh- . i-iç, kahve köşe’erinde dertle; şen. ış bulurlarsa, aç karınla-rmı doyurmak için günde 10-15 saat nasırlı ellerinden k,c.n çıkıncıya kadar çalışan işçiler dir.
Bundan yirmi gün kadar ev vel polisler bu adamları darmadağın ederek, içlerinden bir kaçını sürükleye sürük’eve bir arabaya tıkıp götürdüler.
Bu hareket doğru bir hareket midir?
Başdan:
Biz yazınızı aynen koyduk. Hükmü okuyucular versin. i
i
al* bir
le-
(Baş tarafa 1 de) da vererek, memlekette gizli fuhşu önlemek ve vergi alınmak suret.ile hazinei devlete yapacağı kârdan bahisle resmî kârhanelerin açılmasına izin isterlermiş. Kadri Bey bu istidaların altım ukârhaneci bir valinin vürudna değin dosyada hıfzı» kaydile mektupçuya hava'e edermiş. O kadar fazla istida gelmiş ki, vilâyet kaleminde ayrıca bir kârhane dosyası açmağa mecbur olmuşlar. Bir zaman sonra Kadri Bey gitmiş, yerine bir başka vali gelmiş. Yeni valinin önüne, derhal ayni mahiyette istidaları dayam.ış7ar. Yeni vali, elbette muvafıktır demiş, hem zührevî hastalığın önü alınır, hem kalabalık nüfuslu şehrin ihtiyacı tatmin edilmiş olur, hem de hazine kazanır. Hemen mektupçu valiye,
— Efendim der, bu işin evveliyatı vardır.
— Nedir evveliyatı?
Mektupçu kârhane dosyasını getirir ve istidaların tındaki vali Kadri Beyin şerhini gösterir. Kârhaneci valinin vüruduna değin dosyada hıfzı..

♦ ★
Bir memlekette resmî şekilde kârhanelerin açılması
hinde ve aleyhinde ileri sürülmüş bir çok fikirler vardır. Mevzulumuzu alâkadar etmediği için burasını es geçmeyi tercih ederim. Yalnız şu kadarını söylemek isterim ki her ne suretle olursa olsun bir takım bahanelerle kârhanecili-ğin resmî‘formalitelere bağlanmasını ve kavun karpuz satar gibi, kadın satışına müsaade edilmesini aklım almıyor. Bu suretle hiç bir zaman» ne gizli fuhşun önü alınmış, ne de zührevî hastalılar* çare bulunmuştur. Bir kadının etine buduna, baldırma kalçasına bakıp, hükümetin, yahut belediyenin koyduğu resmî fi at üzerinden onu keyfince mıncıklamak kadar başka bir yüz karası tesâvvur edemiyorum. Bi’mem amma, hani su terkettiğiımiz teaddüdü zev* cat, bundan daha mı adî bir hareketti?.
Çocuktum, Türkistanlı bir akrabam, Türkistandaki bir akrabasına göndereceği mektubun zarfını bana yazdırıyordu. Falan falan yerde kârhaneci deyince duraladım, yüzüm kızardı. Türkistanlı akn-bam izah etti. Orada kârhane demek, imalâtyane. ticarethane, yani kâr getiren yer dernek mis. Hakikaten Turkıyecfe^de öyle. Kârhanecilik Türkiye'de-en kazançlı bir meslektir. Bütün zenginler kârhaneci değillerse de, bütün kârhanecüer zengindir. Ve zave'Iı sermayeler, yani şehvet işçieri kadar istismar edilen başka bir işçi de yoktıur.
Kârhanecilik, beyaz et ticareti mademki müseccel, vergi ye tâbi resmî bir istir; o halde bir kârhanecinin «ben namusumla kârhanecilik yapi}'orum», yahut bir sermayenin «ben namusumda orospuluk ediyorum» demesi kadar tabiî ne olabilir? Bu gidişle nomusum’a çalıyorum, hırsızlık ediyorum diyenleri de duymamız mümkündür. Meselenin mü hini tarafı, çakmak, kârhanecilik etmek değil, bu işi namu su ile yapmak. Yani kaydile, kuyduyüe, resmî muamelesi,, vergisile...
Maamafih kârhane isinin seyyah celbettiği, turizme fay dası olduğu, yabancılara karsı memleketin yüzünü ağarttı*
i??: gı da •sövpenir. Bu yüzden döviz kazanan memleketler bile savarmış. Ancak her iş gibi bunu de yo’unca yordammca yj'pmçJı^Bu isin ehemmiyehni b’zim belediye de anlamış olsa gerek ki. meselâ Amerikalı dosfarımız Mîs'muri zırh-h«?1e «rddiV’er* ?amı?n bahriyeli Coni’lere büyük
bir misafirperverlik göstermişti. îstanbulun en lüks rinci sınıf karhan*»1’erinin bulunduğu Abanoz sokağı letilmis, taımir edi’mis, kârhaneler badana edilmiş, ye’.er tamir edilmiş, kadınlar muayeneden geçirilip ma gönderfmi.T. Sonra misafirperverliğimize nişane
A « ....

ve bitsiniz* mnbil* • hama-olarak iiç giin üç gece kâr hanilerimiz Amerikalı dostlarmuza t?h sis ö’un.mustır*da gedikli Türk müsterüere yasak eddmistL Sokağın dört basma konan polisler, Türk vatandaşları üç gün üc gece mahut sokana sslmamısh. Hattâ sokağın ba~ smcfaKÎ eve bir de Amerikalılara mahsus sağ’ık istasyonu da kurmuşuz. Orada lâvaj mı, banyo mu, şırınga mı, her ne karın ağrısı ise, ondan yapılırmış. ı
Hey Trabzon valisi Kadri Bey, toprağın bol o"sun.
Yine halkın ağzında dolaşan bir rivayete göre, sermaye kızlardan birinin bu hareket gücüne gitmiş te. ben vitaminli herif erle yalamam diye diretmiş. Bizimkiler, sen misin kaltak diye kızcağızın kıçına kıcma vurup, bu serkeş kahbeye misafirperverlik dersi vermişler.
Şimdi kârhanelerin ismi değişti. Nasıl Adliye Vekâleti Acla7et Bakanlığı, Maarif Vekâleti Mifî Eğitim Bakanlığı olduysa, kârhanelerin ismi de dil inkılâbı gereğince genel ev oldu. Ben di'ci değiim amma, genel ev hoşuma gitmedi. Genelhane o’sa daha münasipli gibime geliyor.
Gelelim Bursanm genel evlerine. Başınızı ağrıttım her halde. Bahis tatlı. yerinde kaldı amma, onu da gelecek mek tubumda tamamlarım. Hoşça kal sevgili kardeşim.