1948 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1948 Kasım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

İtirafname
Aşağıda okuyacağınız manzume, bundan 41 sene evvel (26 Şubat 1327 de) Karagöz gazetesinde neşre-dilmştir. Bu manzumenin başında, (Valilik yapmış bir müstebidin Millet Meclisine verdiği itirafname) denilmektedir.
B r zamanlar millet hayrına muhalefet organı olan ve mizah edebiyatının en iyi örneklerini veren Karagöz,ün ne garip talihi varmış ki, bugün C. H. P. nin köylü arasında propagandasını yapmak vazifesi ona düşmüştür.
istiklal şuuru
«Bugün Asya kendisini ida re edecek vaziyette değild'r. Çok iptidaî bir haldedir. Avrupa ve Amerikanın yardamı olmazsa ayakta duramaz.»
Bu yazı Hürriyet isimli bir İstanbul gazetesnjn 26/XI/ S48 tarihli nüshasında çıkmış tır.
Mütareke yıllarını hatırlayanlar, o zaman da, tıpkı böy le fikirlere, emperyalistlerin kuklaları gazetelerde rastlandığına bilirler. Bunlar Tlirkle rin iptidaî oduğunu ve Ttirk-lerin müstakil b'r devlet idare edecek maddî ve manevî elemanlara malik olmadıkları, onun için büyük bir Avrupa veya Amerika devletinin man ■dasına tâbi olmayı ileri sürer lerdi. .
Türk Kurtuluş Savaşının emperyalistlerle beraber, bıv mandacı zihniyeti de Türk vatanından silip süpürdüğünü biliyorduk.
Fakat yukarıda tırnak içil ne aldığımız yazılar biraz bizi düşündürmedi değil. Çünkü Asya milletlerine geri, kendi kendilerini idareden â-ciz diyen muharrir, acaba Tür kiyenin Asyada olduğunu, ve Türk milletinin de Asyalı bir millet olduğunu bilmiyor ımu?
Bir millet istiklâlini kaybet meden evvel, istiklâl şuurunu
Yasan: ••****»
(Kemâl Yalazkanj
kaybeder ve bütün emperyalistler boyunduruk altına aldıklara milletleri hep kabili-yetszlik ve idaresizlikle itham eder, onlara kendilerini meşru bir vâsi olarak kabul ettirirler.
Hakikatte ise, Asyalılann geril ğl, sırf uzun yıllar emperyalistlerin sömürgecilik siyasetlerinin neteesidir. Yoksa o kabiliyetsiz denilen, Hint, A rap( Çin ve Türk kavimleri henüz Avrupa yontma taş dev ri yaşarken parlak medeniyet ler kurmuşlardır. *
Hem Asyaya gelen Avrupa lılar, Asyahları adam etmek için değil, ya bir kumpanya
kurmak, ya petrol kuyuları açmak, ya afyon satmak, veya ham madde toplamak için a-yak basmışlardır.
Sonra, bir milletin yardıma muhtaç olması âyn bir mesele, kendi kendini idare etmesi yani istiklâli ayrı bir meseledir.
Yalnız Asya milletleri değil, AvrupalI ve Amerikalı bir çok milletler de bir birim n yardımına zaman zaman muh taç olurlar. Fakat bu yardım onların istiklâl fikrini öldür-
mem
Hürriyet gazetesindeki bu hür r' yet ve istiklâl düşmanlı ğl yapan bu küçük yazı, oldukça kıt ve küçük bir idraki destekliyor, fakat Türk Milletinin istiklâl şuuru kuvvetli ve büyüktür.
Türkiye sııyıllzmı nıd»n euktaçlır? |
Bu haftadan itibaren, Tür) yenin sosyalizme ne. den muhtaç olduğunu ve bunun tarihî bir zaruret olduğunu izah eden kıymetli ve İlmî bir yazı seris>e başlıyoruz. Bilindiği gibi-, bu konuda pek az şey yazılmış ve söylenmiş olduğundan, sosyalizm nıevzuunvta-ki bu yazıların, okuyucularımız iri alâkasını çekeceğini ve faydalanacaklarını umuyoruz. İlk yazı, İkinci sehi-femizdedir.



Devletin
15 inci sayıdaki iş kanuni, arımız başlıklı yazının devamıdır:
2— Şimdi iktidarda emek sahiplerinin olduğunu kabul e delim. Bu takdirde pek tabi-
iktisadi
Yazan
( Âbidin Nesimi f



!

zelmedi.
Vaziyetin böyle olduğunun en bariz misali: AÎmanyada,
idir ki, devlet, emekçiler le- Franscda ye îngilterede, İşç:
hine iktisadı hayata karışacak ze iş kanunu da, emesçi 1er i .»•e bir manzara gösteıecek ve işçi saıulmın durumu düzei-i-oektir.
Tam? mile muıtiku gözüken bu görüş, hayata ve ilme uygun değildir. İşçi partisi iktidara gelse bile, bu tarzda işçi nin durumu düzelmez. Zira: îşte Almanyada Muller ve Scheideman idaresi... Hattâ AJmanyada o devirlerde Cum hur Başkanı olan Ebert bir işçi idi. Buna rağmen Alman yada işçinin durumu düzelme mişti. Fransada Millerand ve haîk cephesi hükümetleri dev rinde işçi sınıfı ikt:darda idi. Fakat Fransız işçilerinin durumu düzelmedi. îngilterede Mac Donald ve Atlee idarele ri bir işçi idaresidir. Fakat İn giiterede de işçi durumu dü-
partisinin iktidarda bulunduğu devirlerâe yine grevlerin devam etmesi, işçilerin kend kuvvetlerine dayanarak durumlarını düzelupeğe kalkma lan ile de sabittir. Demek olu yor ki iktidarda ' işçi pams: olsa bile, devletin iktisadi ha yata müdahalesi yolile, işçinin durumu düzeltilememektedir.
Bunu; işçi partisinin işçinin İktisadî durumunu düzenlemek isteyişi şeklinde anlamak mümkünse de, bu realiteye uygun değildir.
İşçi partisi, işçinin durumu nu düzenlemek istemesine rağ men, bunu devlet kuvveti ile, kapitalist nizam içerisinde yap mağa muvaffak olamamaktadır. Bu da şu demektir: «Dev let, mevcut kapitalist nizam içerisinde, ne kadar arzu eder se etsin, mevcut sınıfların dii
zenini değiştiremez. Nasıl ki devlet bir emirle, yağmur yağ dıramaz. güneşin batıp doğma smı, kadınların üç ayda doğurmasını kendi arzusuna gö re düzenleyemezse (1) tıpkı bu tşbii hâdiseler gibi, sosyal hâdiseler ve bunlar.n da şartlan vattır. Bir cemiyette de iktisadi hayatın kendine hâs kanunları vardır ve bu kanunlarla İktisadî hayat gelişir veya geriler. Devlet bu kânunlara aykırı bir yol tuta maz Ancak bu iktisadîLve iç tiftıaî kânunların gösterdiği yolda yürümek vatandaşları sıkıntı içinde bunaltmaz ve böyleoe âdil ve hukukî bir devlet vasfını kazanır. Cemiyetin ve İktisadî hayatın umu mî kanunu nedir?
Bunu bir başka yazımızda inceleyeceğiz. •
-----
(1) Nitekim Mümtaz Ök-men devrinde, iktisadi hayata yapılan devlet müdahalesi, müsbet bir netice vermemiş, bu müdahaleler ancak bir a-vuç muhtekirin milyonlar ka-zanmastm sağlamıştır.

"Milletin bir fikri varmış hakkını ihkak gibi Ehli istibdadı mebusanda istintak gibi Başka hiç çare yoktur affı isticlâb için Cürmünü ikrarla saymak, muterif olmak gibi Söyleyim ahvalimi siz merhamet eylersiniz Eşki çeşmirn daima akmaktadır maslak gibi İtirafım mertçedir cidden buna kani olun Söylemem asla yalan söz b'r kötü, kaltak gibi Terbiyem yok, görmedim tahsil; yetiştim böylece Benzerim insana gerçi bir kabataslak gibi Gasb -ü sirkat hadetimd r tâ sabavettenberi Reddi müşkül bir nasibe var mıdır ahlâk gubi? Sureta pâk olmayı arzularım amma ki hayf Simsiyahtır dahilim şehri Zonguldak gibi Bunca yıldır para aldım mülke hizmet etmedim Millete ettim hıyanet bir denî, alçak gibi İzzetin tuttum elinden sımsıkı yaltaklanıp Öyle birleştik ki muhkem et ile tırnak gibi Kendi engin bir nehir, cümle vilâyet menbaı Bendeniz ettim vesatat arada azmak gibi Hainin gönderdiği evrak bütün nezdimdedir Kıymeti çoktur benim için saklarım tiryak gibi Yan yatıp ezvaka daldım bakmadım asla işe Ehli hacet bağrışırken kuş gibi, îshak gibi Mir - i defterdarı ikna eyledim ortaklığa Aksilik ettikçe vurdum başına tokmak gibi Topladık birlikte daim yüzde doksan kâr ile Her ne varsa sergi, stıret, eski istihkak gibi Eylemem ömrümde inkâr ben rejinin hakkini Doğrusu birlikte çaldık ayni bir ortak gibi Zaptiye, jandarma, polis emrime münkat idi Oynadım anlarla satrançtaki paytak gibi Pek mühim irad idi ekseri cinayat zatıma Nehib-ü garet, gasb-t rkat, kast ile ihrak gibi Hangi memur çalsa, rüşvet alsa da bir hissecik Arz - ü takdtm eylese, ofdum ana yardak gibi Cezb-ü oelbettim umvmun şulei ümidini Bende toplandı tamamen noktai mihrak gibi Bir dolap kurdum sızdırdım memleket âyanım Zerre hassa kalmadı ânlarda kıkırdak gibi Mal - ü servet, her ne gastgeldimse aldım cebir iÜe Belki kalmıştır biraz eşya, çanak, bardak gibi Merhamet bilmem sinir zafım dahi yoktur şükür îç sıkar avazı imdat nağmei vakvak gibi Sayei sirkatte hep şampanya içtim rûzuşeb Halkı tesmim eyledim amma rakı, konyak gibi Fikri ahraraneyi her kimde ki sezdim ise Derakap boğdum tıkanıp sadrına hunnak gibi K mde servet, kimde tmval varsa çektim bütün Hepsi kalmıştır bugün hamamdaki çıplak gibi nffeam ettim bütün h rsazlan ortak olup Saye saldım bir gölgeli çardak gdbi
Hep cesaret gösterip yaptım ne ki yapmış isem Çalmadım asla ve kafa aczile korkak gibi Buldu bir câyi kabul zatımda hiç reddetmedim Hepsini aldım tavuk, kaz, at, keçi, oğlak gibi Sui icraata âlet eyled tm casussan Hokkabazın destini tezyin eden şak şak gibi
. .Hepsini! soydum müffıvaten adalet eyleyip Emrime tâbi ne vars köy, kaza, sancak gibi tin. irfan kalmadı sürdüm bütün erbabını Şimdi kalmıştır vilâyet öyle cascavlak gibi ^an - ü malı mi İletin bir baziçe olmuştu bana Bunca yıldır oynadım anlarla oyuncak gibi Oldu memnun yaptığımdan ruhu Cengiz şüphesiz Eyledim hep mülkü altüst bir yığın toprak gibi Ansızın idbara mağlup oldu ikbalim benim Canbazın sakin dururken attığı taklak gibi Çıktı kanunu esasî halk biraz sersemledi Kaçmadım hayfa o anda bir alık, ahmak gibi B r derin hâbdan uyandı hep ahali bağteten CümTesi tebdlili etvar ettiler allak gibi Dâmenim takbil edenler gelmez oldu yanıma Kıymetim hiç kalmadı bir kirli bağırsak gibi Vurdular sille tokat, kokmuş yumurta attılar Şişti her yanım kabardı âdeta bir parmak gibi Gerçi üryan eyledim ben bir vilâyet halkım Rahmedin siz b'r vezire kalmayım şallak gibi Affedin bizler git» mücrimleri âti sizin
Milletin ikbali gayet rûşerut, parfhk gibi
1
t-

t
1
1 t
I
t
Sahife: 2
RAŞDAN
30 Kasım 1948
Türkiye Sosyalizme neden muhtaçtır
| İNSANLAR ve KİTAPLAR
Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasından doğan Türkiye, Mısır, Suriye, Irak v.s. gibi cemiyetler batı cemiyetlerinin geçirmiş olduğu ekono mik ve polit-k tekâmülü, ge-çirmemişlerdir. Bunlar monar şik cemiyet tipine girmeksizin imparatorluğun parçalanmasından ortaya çıkmış bulunuyorlar. Monarşi basamağını, yani temerküz devresini yaşa madan imparatorluğun feodal bünyesinden millet dediğimiz çağdaş cemiyet tipine atlıyan bu cemiyetler ya tamamen çö zülerek sömürge haline gelirler, yahut politik b r tazyik al tında varlıklarını devam ettir meye muvaffak olurlar. Normal sosyal tekâmül po'itik bünyenin ekonomik zaruretler tarafından tayin ediimesile ce reyan eder. Monarşi basamağını, dolayısile burjuvazi ve endüstri • inkılâplarını geçir memiş oldukları için muasır mânasile endüstriel bir alt ya pıya malik olmiyan bu cins cemiyetlerde ise tam aksine olarak politik bünye, ekono-m k yapıyı yaratmak işine girişir. Bu hal, burjuva cemiye- | tini örnek alan Ortaşark milletlerinde inhisarları, gümrük duvarlarını, devlet kapitalizmini ve bunlara muvazi olarak aşırı m.lliyet cereyanları nı ortaya çıkarır. Sosyal tekâ mülle yaratılmamış olan ekonomik yapıyı bir siyasî prog ramla yaratmağa, daha doğru su o yapıya malik olan normu! tekâmül milletlerini taklide gi rişmek kendiliğinden total’ter bir rejimi yaratır. Ya bir yarım müstemleke vaziyetine düşmek, veyahut gümrük du-varlarile «millî endüstri» y; korumak zarureti vardır. Birinci şıkta burjuva sermayesi hâkim hale geleceği için kesm br siyasî diktatörlük açıkça hissedilmiyebilir. İkinci şıkta, devlet her şey olmağa mecbur dur. Ve sosyalist bir yapıya malik olmayınca, devletin mü dahalesi devlet kapital zmine, oligarşik, zümreci bir nizama müncer olur. Filhakika bizim bugünkü durumumuz H. P. etrafında toplanan mahdut bir zümrenin oligarşik hâkimiyetinden ibarettir. Bu suretle burjuva cemiyetlerinde serveti temsil edenler hükümeti elde eder, ikinci şıkta ise, hükû meti elde tutanlar serveti tem sil eder. Aradaki istikamet far kına rağmen netice br olduğu için tröstçülerle oligarşi mümessilleri arasında kendiliğinden hazırlanmış bir «anlaşma imkânı» mevcuttur. Bu politik münasebetler sahasında muahedeler, dostluklar ha linde belirir. Önoe zımnî iken sonra politika tezahürlerile a-şikâr bir hal alan bu netice imparatorlukların p?rçalanma sından doğan endüstriden mah rum milletlerin basındaki züm reyi derhal kap tahst endüstri devlerde anlaştırmak sure tile yeniden kapitalistlerin ku cağına düşürür ve artık yarım, yahut tam müstemleke haline doğru sürüklenmek ka çımlmaz bir netice olur.
Sosyalist cemiyet şeklini
hiç gözönüne almıyarak inhisarcılık ve devletçilik yapan «her siyasî parçalanma cemiyeti» devlet kapitalizmine ya ni ol'garşik bir nizama sürük lenecektir. «Halkçılık» iddialarına rağmen devlet mahdut bir zümrenin menfaatlerine hizmet etmek suretile o zümrenin devleti olur. Halkçı de-ğ 1, tarh aksine halk düşmanı çehreye bürünür ve çok esas lı bir hâdise onu menfaatinin sarhoşluğundan uyandırınca-ya kadar bu halinin farkına da varmayabilir, halkçılık şar kıları söylemekte devam eder. Muayyen bir devreden sonra bu halkçılık şarkıları şuuruna varılmış bir ist smara perde vazifesini görmek ister.
Feodal nizamdan monarşik merkezleşme safhasına geçe*-miyerek doğrudan doğruya millet safhasına atlamak kaderine düşen cem yetler için «siyaset yolile endüstrileşme» hali, zarurî olarak siyaseti ellerinde tutanların hâkimiyetime yani ol garşiye müncer o-lur: Devletin altın stoku o zamana kadar hiç görülmemiş bir miktara yükselir, yani dev 1-et zenginleşir, servet le böbürlenir, fakat halk kütleleri açlık, sıkıntı içinde kalır. Ar tık «siyasetle endüstrileşmek» yolunun halikçılık neresinde d r bilenler varsa söylesin. Si yasî oligarşide tröstler, Ford-lar yoktur, onların yerini siyasî zümrenin, partisi tutar.
Sonradan Kapitaiistleşen Memleketlerde (
Yukarda batı Avrupadaki burjuvazinin doğuşunda ve ö lüşünde devlet kuvvetinden a çıkça kendi lehine istifade et tğini ve devletçiliğe baş vur duğunu gördük. Nitekim bilâ
hare kapitalist gelişmede geç ne gelmiş ve hatta onları one ran ou ıcKeıcı gıup ouyun nur kalmış olan memleketlerin geemi^r. Alman ve Japon 1ar temm eder ve evvelce de burjuvalar; da kendi sanayile burjuvazisi de aynı himayeler gordugumuz gibi bu sermaye rini bir an evvel kurmak ve den j^tilade edertk kısa b r za yı hariçte işletmem ihtiyacını bu gelişmeği hızlandırmak manda inkişaf etmek fırsatını şiddetle^lnsset^ğe ^başlar, maksadile ayni^ şekilde, açık bulmuşlardır (1) ça devlet teşkilâtından istifa- Kapital st gelişmede geç kal de etmişlerdir. Bu ekonomik m.ış o'ian memleketlerde bur-siyaset .te, batıdaki burjuvazi, juvazinüı.,deylettLen gördjiğü linin gelişmes’nde’ devletin oy- yardım yalnız gümrük? hıma
nadığı role benzer. Hattâ bu e konomik siyasete birtakım muh ırrirkr, bu yüzden, neoo merkantlizm (yeni merkan|i lizm)! demişlerdir.
Buhmemleketlerdcki burjuvazi Ingiliz, Fransız burjuva-sinin takip ettiği libera İzm siyasetini güttükleri takdirde bu eski kap talist memleketle rin ucuz malları ile rekabet e demiyepekler ve bu memleket ler kapitalistlerinin elinde birer müstemleke olacaklardı. Bunu anlayan burjuvazi derhal devlet kuvvetinden ist fa-de ederek hariçten gelen mal lara yüksek gümrükler koy mak suretile bu malların reka betinden kendini korudu. A -merika onsekizinci asır sonun da İngiltereye karşı açmış ol duğu istiklâl harbini kazan -
Baltacıoğlu ve Türkedoğru
İNSAN DEĞİŞİYOR/
Baltacıoğlu, bir zamanlar, «sol» neşriyatı Anadoluda can la başla yaymayı saadet biliyordu- ve henüz, Mecliste, matbuat hürriyetini boğmanın teknk inceliklerini öğretecek duruma yükselmemişti. İnsan değişiyor!.
Yeni adam’ın «olanlar, bitenler» sütununda, şu sabırları okumuştuk: «Neye Türke Doğru yalnız bizlerin olsun? Neye enternasyonal olmasın? Baltacıoğlu’nun eserleri ... dünya ayarında değerlerdir.» Ve, gafil muharrir bu çeşit e-serlerin, saniye kaybetmeden, Devlet Bütçesi yardımile, me denî dillere çevrilmesini öğüt lüyordu.
W
Türke Doğru’ya acıyorum. Göbels’in aksak ruhunu şad e decek nutuklarla ikbal basa -maklarını hazırlamağa çalışan Baltacıoğlu, bu eserin başında «fikir adamları» nı «gerçek ü zerinde ilmî metodla çalışmağı bilenler» diye tarif etmiş Tekra r Yeni Adam kolleksiyo nuna baş vuruyorum, ve bir daha öğreniyorum ki, Peyami Safa Türklerin yetiştirdiğ:
hemen bir kaç kapitalistin eli ne geçmiş olur. Yani bu mem leketlerde kapitalzm liberal devresini geçirmeden tekelci kapitalizm devrine girer. îç pi yasada malını isted ği fiata sa ne gelmiş ve hattâ onları bile tan bu tekelci grup büyük kâr
diktan sonra İngiliz ye Fransız mallarına yüksek gümrük leı koymuştur. Bu yükseg gümrüklerin himayesinde geli sen burjuvazi kısa bir zaman da eski kapitalistlerin sev yesi
yesinden ’baret değildir. Biliyoruz'ki kapitalizmin gelişme si için lâzım gelen en. büyük şartlardan biri de sermayes -nin birikmiş olmasıdır Gerçi gümrük duvarları ile himsye edilen yerli burjuvazi kısa b:r zamanda büyük kârlar temin ederek sermaye biriktirir amma, ne de olsa bugünki büyük sanayii ic’n lâzım olan p^ra -nın kısa bir zamanda birikme si zordur. İşte devlet halktan aldığı, muazzam bir yekûn tu tan vergilerle vakit geçirme -den bu sanay i kurar ve sonra dan burjuvazi kuvvetlendikçe ona devreder. Memleket piya sasının ihtiyacını karşılamak üzere kurulmuş olan bu fabri kalar esasen tekelci bir halde çalışmakta olduklarından dev letin elinden tutan bu sanayii
«büyük mütefekkir» lerin en seçkinlerindendir.

insan tarihinde benzeri gö -rülmemiş bir işkence çağım, kuduz canavarların yirminci asrın yapraklarına kan ve a -teşle yazdıkları «yeni nizam») yorulmadan alkışlıyan «bü -yük mütefekkir» i arıyoruz Dostarı onu «müsbet realist», «cins bir kalem kahramanı» di ye okurlardı. O, Gestaponun baltasına methiye yazmış «Frankonun vaftiz babası ve mirasçısı» «Petain’i en büyük faransız» diye putlaştırmış: kalemini, yıllarca kanlı bir bı çak gibi, faşizmin emrine ver mişti. İkinci cihan savaşının «altı yıllık cehennemi dersi» nden sonra da, halâ, yelesi a-levli bir arslan karikatürü gibi, «günlük politikacılar»a ve ideoloji yobazları» na saldıran odur. «Zamanımızın tarihî maddec lik ve buna benzer sistematik ve doğmatik düşün çelerinde Avrupa rasyonalizminin tutulduğu hastalığa hâ ,zik bir doktor gibi parmak I basan» yaman şaklaban, «mad de kalıplarının dışında hakikat tanımayan» larla «güdük | maddeci felsefe» yi şişliyor;
_» başlar. Hele sanayii, Japon yad a oMu ğu gibi, umumiyetle iht yaçla n dar ve fakir bir yarı köylü tabakasına dayanıyorsa bu ih tiyaç büsbütün ehemmiyet ka (Devamı 4 de)
(1). Dür.yada, henüz payla şı laoak boş pazarlan bulunduğu sırada kapitalizme kapatılan « bu kapılar kapitalizm tarafın dan şiddetle açılmağa zorlanmadı. Halbuki sonradan kev& istiklâllerini alardk sanayileş mek isteyen müstemleke ve yaramüsteml ebelerin almak isttedikleri bu koruyucu tedbirler tekelci kapitalizm şid detle meni oldu ve hattâ bu hususta, harbi bile göze aldı. Çinde, H İndis tanda, Yakınşark ta ve nihanjet TiirkÜyede takip edilen emperyalist siyaset bun tarım, misalidir. Buaün de A -me^Hkamn tekelci kapitalistle ri bütün gümrük duvarlarını yıkarak dünyanın her tarafı -rit iktisaden ele geçirmeğe ça Uçmaktadırlar
«batının büyük zekâları - yal nız şairler ve ruhcu filozoflar değil, tabiat bilginleri, hattâ sofu Marksistler - Allaha doğ ru yöneliyorlar..» diye vâzedi yor «metafizik tefekküre lya katli büyük zekâlar... günlük makale edebiyatının işporta mefhumlarile düşünmekten kaçak halis tefekkür...»

«Halis» kelimes nden «altım» atladım. Önümde Signal’in 15 Haziran 1940 tarhli 5 inci sayısı var. Dieter Hermann, bu sayıda, «Bunca altın bugün de bir servet midir?» baş lıklı bir makale yazmış. Bu makalede, Amerika altın kül .çeleri ortasında açlıktan öl-: rneğe mahkûm bir zavallı gi-bi tasvir ediliyor. Cumhur yet ı kolleksiyonlarını karıştırıyorum. Signal Köprüde satılırken, ayni yazı, «Altına veda» başlığı altında ve Pevami Safa imzasile karşımızdadır.
işte size bir altın fıkra, «büyük bir mütefekkir» ve potadan geçmiş «halis tefekkür» örneği!.
YALANCI PEHLİVAN
Danışıklı dövüşe çıkan Celâl Bayar’a, D. P. kurulurken ilk sorulian sual şu olmuştu: «Bu Parti bir muvazaa partisi midir?»
Eski politka kurdu ağır hakareti anlamamazlığa geldi ve sadece: Hayır! diye cevap verdi. Halbuki sonra, muvazaanın «namussuzluk» olduğu nu söylediği zaman, muarızları, vaktile bir muvazaa partisi kurduğunu hatırlattılar.
Zarurî y yecek maddelerinin ateş pahasını çoktan aştığı bu günlerde, milyoner Bayar gene sahnededir ve, her zaman ki gibi, yalancı pehlivan rolü nü oynamağa hazırdır.
BOYUNDURUK
Halkın demokratik hakla-— ndan bahsediyor; bunları is tiyorsunuz. Unutuyorsunuz ki otoriter, bir demokras de, demokratik haklar prensip olarak kabul ve ilân edilir de, halk yığınları gene sürü gibi güdülür. Böyle bir demokra-ide, ancak, boyun eğme hakkının, boyunduruk hakkının tanındığını bilmiyor musunuz?
GÜVERCİN SIRTINDA
Zaptiye kafasile yürütülen bir memlekette ve terörün hüküm sürdüğü devirlerde yazı yazmak güvercin sırtında cephane taşımak demektir. Zira, her suçsuz kelime maskeli bir haydut, her ileri fikir dişlerinin arasına kanlı bıçak sıkıştırmış azılı katil muamelesi görür ve kitap en büyük suç delili sayılır.
Böyle devirlerde, kalem, ancak, hürriyet ve hayat pahasına kullanılsbil r; ve iktidarın nazarında, kalem kul-anmak silâha sarıİtıp dağa çık makla birdir.
30 Kasım 1948
BAŞDAN
Sahife: 3
Devlet müessesesî ve Sendikalizm
Yanlış kullanılan keMmeler-Devlet miie>se-sesl ne(llr?-I)evlet müessesc’lne ihtiyaç var-mHİır?-Sosyalizm, Sendikalizm ve Anarşizm nedir?.
Demokrat hayatın icaplarına daha yeni uymağa başladı ğıinız için, İçtimaî hayata ait bir çok kelimeleri hakikî mânalarından farklı bir mânada kullanmaktayız. Bu mevzuda bir misal vermek kâfidir: O da, sendikacılıkla, send ka’izrtı kelimeleri... Bu iki tabiri, ma alesef, biz birbirinin müteradifi olarak kullanmaktayız. Halbuki bunların arasında dağlar kadar fark vardır. Sen dıkacılık, kısaca şu iki vazife yi yapan meslekî teşki.’âttır:
1— Azalan nam ve hesabına koilektif mukavemet akte-der. ..
2 — Azalarının menfaatini korumak üzere, bir iş borsa-si tesis eder.
Sendikalizm ise, bir sınıfın diğer sınıfı ezmesi için kurul muş sun’î bir müessese olan devletin yerine, İçtimaî haya tın sevk ve idaresi için sendi-• kaLar koyan İçtimaî bir doktrindir. Görülüyor ki, sendika cılık ve sendikalizm arasında ciddî ve esaslı fark vardır. L>e mek oluyor ki, her sendikalıst yani sendikacı, mutlaka seıi-dikalizm taraftarı değildir.
Sendikalar hakkında dilimiz de, son devirlerde epeyce ya zılar çıktı. Fakat sendikalı z-me dair, hemen hiç b’r yazı neşredilmiş değildir. Bu ba-ktmdan, kısaca sendikalizm üzerinde durmak, bu mevzu ile alâkalı arkadaş’arımiz için faydalı olacaktır.
İstanbullu okuyucularımızdan çok, taşralı okuyocul arımızın her zaman dikkatler'ni çeken, üç İçtimaî müessese var:
1— Hükümet, yahut uydur ma Türkçe ile ilbaylık.
3-— Hususî muhasebe, yahut uydurma Türkçe ile özel say manlık.
3— Belediye, yahut uydurma Türkçe ile şarbaylık...
Bu üç müessesenin vazifele ri nelerdir? Neden böyle üç ayrı teşekküle lüzum hasıl olmuştur? Bir nin yaptığım diğerleri yapamaz mı? Bu üç müesseseyi bir.eştirmek müm kün değil midir?, gibi birçok çeşitli sorular, vatandaaşları-mızın her zaman aklını çe -inektedir. Hattâ çok kere, bü1 çede tasarruf yapılması bahis mevzuu iken, ilk akla gelen şey de, bu müesseslerin bir-leşmesile, yarı yarıya memur kadrosundan bir tasarruf yapılacağıdır.
Hakikaten, bu üç müessese ye ayrt ayrı lüzum olup olma dığı münakaşa mevzuu olabilir, Fakat bunu yapab lmek i-çin, bu müesseselerin içtimai
vazifelerini bilmemiz zaruridir. Bunlardan hususî muhasebe i'e, belediyenin vücuduna lüzum olup olmadığı mev zuunu bir kenara bırakalım, devletin vücuduna lüzum o-up olmadığını inceleyelim. Devlete lüzum var mıdır? Bunu da tesbit edebilmek için devletin ne yapmakta olduğu nu, sosyal vazifesinin ne o’du ğunu bilmemiz icabeder. Bir çoKİarı (bayındırlık, sağlık, veteriner, en niyet, maliye, jandarma, savcılık, eğitim) müdürlükler’ni içine alan İçtimaî teşekkülü devlet olarak tsntr.
Şimdi bu (müesseseler! birer birer inceleyelim:
Amerikan yardımı aleyhinde bulunduğum için resmî bir makamın huzuruna çıkarılmış mistik? tim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti.
— Size antrparantez şunu hatırlatayım ki diyordu, siz Paris konferansını biliyor mu sunuz? Başımıza Kudüs meşe leşi yüzünden kimlerin belâ açtığını biliyor musunuz?
— Fakat efendim...
— Höt!, yine antrparantez söyleyeyim, Hünkârıskele.-i muahedesini bilir misiniz siz?
— Evet amma...
— Hött! Size antrparantez d’yeyim ki, tarihteki Prut mu ahed'esini okudunuz mu?
— Doğru... Fakat...
' sen Osmanlı mu?
— Höttt! Sen Pasarofçayı, Karlofçayı... agı A ’
— Arzetmek isterim ki...
—— Hötttt! ’ ine antrparantez söyleyeyim, tarihini okudun
— Okudum, yalnız...
—• Höttttt! Antrparantez bil melis n ki, bizim.tarihî diişma nımız..’.
Sayın kodaman, mademki böyle hem lsorarsm, hem de söyletmezsin, ben de içimden oevap' veririm. Söylediklerini zin hepsi doğru, hepsini kabul ediyorum. Ben de s ze antrparantez cevap vereyim. Tari hi ben de okudum. Pasarofça ları, Karlofçaları ben de bili yorum. Ben de size, antrparantez sormak istiyorum:
«— Mîrim efendim, tarihimizin o kadar uzak yıllarına gitmeğe lüzum yok. Bizzat i-
Bu müdürlükler, hususî muhasebenin, belediyenin ge-Iirler'ne dayanarak, yol, köprü... ve saire yaparlar, bozuk yolları tamir eder, ilk okulla rm masrafını öderler.
Malûmdur ki yol’, köprü, hastanelerden... şehir içine rastlayanlar belediyeye, vilâyet hududu içine rastlayanlar ise hususî muhasebeye attır. Vliâyet hududunu aşıp ta diğer vilâyetleri de ilgilendirirse (millî yollar) gibi olursa devlete aitt r. Fakat dikkat e-dilirse bu keyfiyet pek sathidir, zira pekâlâ millî yollar, ayrı ayrı vilâyet hudutları i-Çİnde olduğuna göne, her vi
möt, yok çiöde bulunduğunuz İstiklâl 'hâfbini biz kimlere kargı yap
i K'r
,X>aha yakın tarih mizle gele lim, iki gözüm efendim. Kürt isyanında devleti içinden y k ma ( isteyenleri kimler ! ayaklandırmıştı? Onların eline silâhları verenler kimlerdi nu-ruaynim efendim? O silâhların markası, hangi imparator luğun damgasını taşıyorduysa ym kodaman. Lütfen antrparantez Cevap verir ÜiîsThiz?
; Daha, daha yakına gelelim. Amma öy'e höt, möt yapma-
..yın, korkarım zira.Ben, dimi b lirim, siz beş söyleyin, b’z bir söyley^’im. Bugün dn Isrcıklarile. sinsi sermayeleri, naylon kasık bağları, plâstik .
tıngırtı bszlerile istiklâlimize nı olduğunu ne çabuk unuttu göz diken’er Kimlerdir? Bu nuz? memleketi İktisadî müstemleke, pazar yeri, ham madde kaynağı ve harp bekçisi yapmak îstiyenler kimlerdir? Lûl fen antrparantez cevap verir misiniz nutuaynim efendim?
Siz haklısınız, biz tarih; in kâr etmiyoruz. Aramrzdaki fark şu ki, siz tarihi yalnız o-kudunuz, biz okuduk İve bun dan milletimizin hayrına derj .. 'ler çıkardık. Eğer noÇ möt yapmazsanız antrparantez anlatalım.
Tarihte olan olmuştur. B ze yapmışiar, biz de yapm’şız. Bugün yaşamakta olan halka bir faydadi varsa, o zaman ta rihin yapraklarını açalım. Ta rihin kanlı vakalarını hortlatıp, bir hiç yüzünden, büyük bir İktisadî buhrana düşen hal kı, milletçe kan dâvalarına sü rükiemenin faydasını anlamıyoruz. Milletler arasında kan dâvası güdenler, yalnız ve yal
lâyetin hududu içine rastlayan, o vilâyetin hususî muha sebesine ait olabilir. Hastaneler, mektepler için de ayni şeyfer söylenebilir. Bir v lâ-yetteki devlet hastanesi, pekâlâ o vilâyetin hususî muhasebesine ait olabilir. Başka vi âyetlerden hasta almak bahis mevzuu olursa, d ger vilâ yet hususî muhasebesi, o vilâ yet hususî muhasebesine yar dım edebilir. Mektepler için de ayni şey düşünülebilir.
Demek oluyor ki, bu mües seseler yani müdürlükler, pekâlâ bo’ediye, hususî muha sebe müdürlüğü .yolile yürütülebilir. Gelelim, emniyet, jandarma, savcılık, profesyonel ordu kısmına: Bunlar pek abiidir ki, ne belediyenin ve ne de hususî' muhasebenin va z fe'eri arasında değildir. Em niyet, savcılık ve profesyonel ordu, mevcut İçtimaî nizam: korumak için veya dtşarıdan gelecek bir - tehlikeye karşı memleketi korumak için ku-
■ nız harp meydanlarına merm:, • tank, top satacak o^an silâh i fabrikatörlerde, menfaatlerin: insan kanları üstünde tüne-mekte gören Ceş kargaları vc bezirgan milyonerlerdir. Bir de bunların satılmış uşakları yani çoban köpekleri ve kar dirilmiş zavallılardır.
Bugün dünya yüzünde bin bir sıkıntı ile yaşayan insanlar, babalarının, dedelerinin, analarının yaptıkları hsta'a-nn hesabını soracak olurlarsa, dünya yüzünde birbirinin yüzüne dostça bakacak iki in san bulabilir misiniz?
Ben tarihimizi okudum. Fa krt siz bugünkü Türk dostu Çörçilin, daha geçen Büyük Harpte en azıiı Türk düşma-
Yooo... Öy’e gözlük camlarınızın üstünden hiddetle bak mayın. Höt möt te yok. Tatili bize^şunu Öğrdt’ycr ki, bu mil letiıı tek dostu' vardır; oJua yalnız ve yalnız^ kendisidir.
İşte bizim dediğimiz ve istediğim z de budur.-BıPmi’le Jtin kendi mukadderatına hâkim olmasıdır.
Anladık söz büyüğündür amma, bırakın biz de nefes alalım, yoksa boğulacağız. Bu milletin öz evlâdı yalnız siz değilsiniz. Biz’m damarımızda da Türk kanı çarpıyor. Bi zim babalarımız da bu toprak lar için can verdi.
İnsanlar sulh istiyor, sulh paşam efendim. Aç insanlar ekmek, hastalar ilâç, ç plaklar giyecek istiyor. Yalnız harp istemiyor. Ne o, kaşlarınız çatıldı, peşin söyledik iki gözüm, höt möt yok.
rufmuş varlıklardır. O halde bunların fonks yonu, mevcut nizamı İçtimaîden faydalanan ların menfaatini korumağa ma tuftur. Asıl devCet denilen müessese de, işte budur. Dev letin diğer vazifeleri, yani belediyeler ’n veya hususî muha seba'Crin yapabileceği şeyleri yapması, onun asıl hüviyetini gizlemek iç’n yapılmıştır.
O hafde İlmî şekilde tarifi ile devlet, bir sınıfın menfaat lerini koruyan, ve o .■sınıfın menfaatlerini bozmağa çalışan diğer sınıfların mücaadele ha reketlerni önleyen bir müessesedir. İşte- bu sebeptendir ki, sınıf mücadelesi tarih boyunca devam etmiştir. Devlet ’müessesesi ile bu bakımdan mücadele edenler, yukarıda adı geçen vazifelerin, befedi-zelere, hususî muhasebelere, sendikalara veya daimî mün-ıhap heyetlere devrini isterler. Buna göre, çeş tlj, İçtimaî ve İktisadî doktrinler doğar. Bunlardan sendikalizm, devle ün sosyal vazifelerini sendika lara yaptırmak istiyen dokti-r indir.
Bu doktrinlerden, devletin ortadan kalkmasını ihtifâlle yapmak isteyen doktrine «a-narşizm» derf r. Hakikî demokratlar ve sosyalistler ise, devretin ihtilâl yolu ile kalka cağını kabul etmezler. Bunlar ancak, sınıfların ortadan kalk ması Te devletin de yavaş ya vaş, yalnız bir sıntfm menfaatlerini koruyan ve sınıfın or tadan silineceğin? kabul eder ler.
Âbidin Nesimi

A A A A
Türkiyede ileri fikri temsil eden tek haftalık gazetedir.
1 Salı günleri bayiden isteyin.
Beşiktaşta Tahsin isimli mek tup gönderen okuyucumuza:
Üzü’meyin, mektubunuz ay nen neşredilecek ve cevap ve rilecektir. Sıra bekliyor.
Okuyucularımızdan S. Toker ve V. Saysert’e:
Mektubunuz, cevap verilmek üzere sıraya konmuştur.
Tarihî maddecilik gözile MÜLKİYET VE İDEOLOJİ Kemal Yalazkan İstanbulda Üniversite ve An karada Çankaya kitapevlerin. de bulunur.
TÜRK KLEOPATRASI
Yazan: Kerim Sadi
Kitabın içindekiler: Darvin ateizme karşı silâh olabilir mi?— Baron d’Holbachbn bir eseri — Ahmet. Şuayp ve Gustave Le Bon — Biergso-nizm — Marx’la Durkheim’in «akrabalığı» meselesi— Marx ve Elngels*ten çevirmeler. 50 kuruşluk posta pu u karşılığında kitap adresinize yollanır. !
Bahife: 4
HASDAN
30 Kasım 1948
Bedava Düşmanlarımız
Geçen sayımızda b ze dört sual soran bir okuyucumuzun ilk sorusunu cevaplandırmıştık. Diğer sorularına da şimdi cevaplar veriyoruz:
2 — Sizin de söylediğiniz gibi, iç politika tenkitleri, satış yapmak isteyen her gazetenin sermayesi olmuştur. Ve diyorsunuz ki siz, BAŞDAN, bu çeşit tenkitlerle fazla bir iş yapmış sayılmaz. Bunda kısmen haklısınız. Size iki madde hai nde cevap verelim:
a) Memleketimizde maalesef iktidar tarafından dış polit ka bir umacı haline getirildiği için bu konuda kalem yürütmek hem zor, hem de tehlikel:dir. MiKî birlik ve millî beraberlik namı altında, aslında zorla yapılmak ve gösterilmek istenen, birlik ve beraberliğin dış politika bakımından tenkidi hemen hemen imkânsız gibidir. Resmî ve siyasî brer teşekkül olan partiler b'le, iktidarın korkusundan, daima ve ilk söz olanak «dış politika» tenkidi yapamamaktadırlar ve Türk halkı dünyanın durumundan, meselâ Çinden, Almanyadan haberdar edilmemekte ve gelen bütün ha- | herler de, muayyen maksatlı tek kaynaklardan gelmektedir. Bu durum karşısında, Türk halkı dünya hâdiselerinden haberdar olup, üzerinde tahlil yapmak ve düşünmek ten mahrum bir hale getirilmektedir. Bu tazyik, sözüm ona (matbuat hürriyeti) namı altında, vatandaşları hep br kalıp gibi, standart düşünmeğe mecbur bırakmakta ve iktidarın dost olduğu ile dost, düşman olduğu ile düşman hale getirmektedir. Fakat akh başında herkes görüyor ki, bugün takip edilen dış politika, Atatürkün takip ettiği politikadan, tam tersine olarak, yüz seksen derece ile bir geri dönüş yapmıştır. Bu hususu gazetemizi devamlı ve dikkatli olarak takip ediyorsanız, muhtelif makalelerde anlatmaktayız.
b — Bizim iç politika tenkitlerimizle, gayeleri yalnız ve yalnız para kazanmak olan gazetelerin iç polit ka tenkitleri arasında mühim bir fark vardır. Bu farkı sizin gibi münevver arkadaşların anlamasını çoş isterdik. Anlatamamışsak, bu bizim ku-surumuzdur. Biz sadece iç politika tenkidi yapmıyoruz, ayni zamanda bu tenkitleri yaparken, tenkit ettiğimiz hâdiselerin gerçek sebeplerini, bugünkü net celerini ve yarın da alacağı istikametleri meydana
koyuyoruz.
Bugün bu memlekette inkılâp olarak, ne görüyorsanız bunları, çok rica ederiz dikkat edin, hep kendilerine bir takım kötü damgalar vurularak susturulmuş olan
D E V L E»~ K A P-t 1
(Baş tarafı 2 d*)
zanır. Dünya pazarları eski ka pitalistler tarafından taksim e dilmiş olduğuna göre bu yeni tekelci kapitalistler için bir tek çare kalmıştır, HARP.
İşte sonradan kapitalist çer

çeve dahilinde sanayileşen memleketlerde kapitalizm ba şmd^n sonuna kgdar devletle berafeer gelişti. Ve nihayet elele veren bu tekelci kapitalistler milletlerini kısa za .manda dünya harbine sürük-
Sah günleri çıkar halk gazetesi Gazetenin kurucusu ve sekreteri: Azaz NEStN
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Rifat İlgaz
Adres: Kumkapı, Derinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
Telefon: 21131 ABONE: Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fiatı: 10 Kr.
Yal I — Sayı: 17 30 Kasım 1948 Sah
Dizildiği ve basıldığı yer: Osm an bey Matbaası
muharrirler ilk defa söylenişlerdir. Meselâ polis vazife ve salâhiyet kanununun 18 inci maddesinin, halk aleyhindeki durumu, matbuat kanunu aleyhindeki tenkit, ve nihayet Demokrat Partinin şiar ed ndiği meseleler, tek dereceli seçim, bunlar hep ilk defa, bugün susmağa mecbur edilmiş kalem sahipleri tarafından meydana konmuş ve o zaman bu meseleler tehlikeli görüldüğü iç n, bu adamlar türlü nikbetlere uğramışlardır. Sonradan bu fikirleri, başkaları benimsemiş ve orta yere çıkarak, bunların şerefini de, millet önünde üzerlerine almak istemişlerdir. Uzun zaman sonra, bugünün tarihini yazacak olan namuslu insanlar, bu günün gazetelerinden bunu kolaylıkla anlayacaklardır. Fakat hakikî vatanperverlik ve milliyetperverlik, milletin hayrına iş yapmakta, yoksa bu işi ve bu işin şeref ni şunun veya bunun alması değildir. Binaen aleyh bu muharrirler, bîr şeref iddiasında değillerdir, feragat sahibidirler. Millet lehinde neticeler alınsın da, kim alırsa alsın. Fakat bunlar öyle kolay kolay olmuyor. Bu müceadeienirj zoru, gerçeği b*e, parsasını toplamak ta başkalarına düşüyor. Buna rağmen hâdiselerin gidişinden çok memnunuz.
Üçüncü ve dördüncü sualinizin cevabım da vermiş olduk sanırım.
Biz, düşündüklerimizi gizleyip, saklamadan söylemek ve konuşmak arzusundayız. Buna rağmen bize, bedavadan düşman olanlar var. Bu bedava düşmanlarımız, fikirlerini söylemiyorlar, veya bizim f kirleri mizi tenkit etmiyorlar, sadece iftira ediyor lar ve sadece küfrediyorlar ve meselâ ara-sıra yaptıkları gösterilerle, pazularınm biz den kuvvetli olduğunu, seslerinin bağırma ğa müsait, gür olduğunu isbat ediyorlar. Biz de böyle kuvvetli, gür sesli vatandaşlarımızın bulunduğuna memnun oluyoruz. Biraz da şöyle oturup, birbirimizin ne dediğini anlasak... Gerçek milliyetperver ve vatanperverlerin kimler olduğu, kimlerin sahte ve kandırılmış olduğu elbette gün gelince, anlaşılacaktır. Korkumuz, geç kal mış olmamızdır. Çünkü, dünya, biz istesek te istemesek te, ileriye doğru «id yor ve bu millete daima dünya hâdiselerini kuyruğundan takip etmek müyesser oluyor. Muayyen ve zarurî neticelere varacak olan hâdiseleri, insanlar arzularına göre tanzim edemezler» bilâkis hâdiseler insanları yola getirir.
Gazetemize gösterdiğiniz ilgiye teşek kürle, selâmlar ederiz.

e 30 Sbbh evvel bönle diyorla'dı ■>
Celâl Nuri Beyin (Tarih-î Tedenniyat-ı Osmaniye) J adlı kitabından alınmıştır: V
* Bir şahıs veya bir aite farzedelim ki, bütün Ç
hayatı mücadele , kavga, gürültü, dâva ve muhakeme J ile geçsin. Bu şahsın veya ailenin başka şeylere bak- Y mağa, başka işle uğraşmağa vakti olur mu? Diğerle- f rin'n intikamına karşı gelmek, mahkeme kapılarında > senelerce sürünme veya hakkının çiğnendiğini gör- 1 mek insanın rahatını büsbütün kaçırır. İşte tıpkı bu- / nun gibi, Türk milleti de asırlardır, huzursuzluk için- ı de bulunduğu içindir ki, ilerleyemiyor. (
★ Türker üç devletle (Arap, Acem, Bizans) te- f
masa geçtikten sonra, zaten medeniyette pek o kadar 1 «ileri olmadıklarından, bu üç milletin tesiri altında li- % san, medeniyet, idare, ahlâk metaneti ve saireyi mu- / hafaza edemediler. Onun için sırasle Arap, Acem, 1 Bizans nüfuzu Türklerin iliklerine kadar işledi (1). ( Bir zaman oldu ki, Osmanlı cemiyet nde İran mukal- J litliğinden başka hiç bir şey yapılmazdı. Her şeyin y nümunesi İrandan gelirdi. Bozuk bir ahlâk, hususile r büyük bir medeniyeti olmayan bir millete sirayet et- 1 tiğinden zavallı Osmanlı Türklerinn teşkil ettiği o Ç ikbal devrinde, o azamet devrinde, kokmuş cemiyet- J lerin ahlâk bozukluğu ile bozuluyor, çürüyordu. Ko y lera mikrobu gibi Bizans ahlâkı Osmanlı cemiyetime / girdi. ■
işte, O.mıanlılar, bu uzun uzadıya bahsettiğimiz y nüfuzların birleşmesi ile hasıl olmuş acayip bir un- / surdur. 1
[î] Celâl Nuri Bey, butnla-^ı otuz sene evvel f
mıştt. Otuz sene evvel bahsedilen (Acem, Arap, Bi- f
zans) yerimi bugün de (AlnKT-r. İnciliz ve Amerika) ya \ btınalimnştır. Otuz sene sonrc da ayni sözler (Ingiliz ve f Amerikalılar) vn tesiri olanak yazılabilir. >
Elisabetin doğumu münasebetle:
Ne zaman^öğreneceğiz
verir, sekiz atlı saltanat araba
Yüzyıllar önce Roma imparatorlarından — Diyoklesya- şuıa kurulur, kraliçe ile el-e
le verip resim çektirir.
A.L t Z Mil lediler. Almanya, İtalya, Japonya bu polit' kanın en bariz misalleridir. Bu memleketler de burjuvazi başından sonuna kadar devletçi kaldı, »hazan devletçilik, ve sonunda da Fa şizm vc Nazizm is:mleri altın da, hemen daima liberalizm a' leyhtan ekonomik bir siyaset takip etmiştir
O halde kısaca diyebiliriz ki, burjuvazi kendisinin başa çıksmıyacağı haricî ve dahilî müşkülât ile mücadele etmek mecburiyetinde kaldığı zaman devletçiliğe baş vurmakta dev let teşkilâtını ele alarak bu teşkilâttan açıkça kendi leyhi le İstifade eylemektedir. Ken dişini, bu yardıma muhtaç his setr.ıiyecek kadar kuvvetli bul duğu zaman liberal bir siyaset takip etmektedir.
nus — saltanatının eteklerini toplayıp îstanbula göçerken:
«Nasılsa Anadolu sekenesi despotizme alışıktır, ora halkı hakkın değirmende olduğunu kabullenmiştir; ağızları var -dır, dilleri yoktur; gözleri var dır, görmez; elleri vardır, tut maz, yumşak başla insancıklar dır»
Diye düşünür, dünyanın cennet yerinde kuşunu nasıl tatlı — tatlı öttüreceğini kurar, yüreciğine su serpilirmiş.
Geçen Salı, gazeteler, kahvehanelerde pul çatlatan birtakım yakası rozetli gençlere, okuma bilen ham; llaria, küçük esnafa, büyük sermaye sa kiplerine, baş müdürlere
«İngiliz kralının kızı doğuı du»
Diye haber saldırdılar. Rad yo da söyledi. Okumak bilme yip te Türkçe bilen vatandaş lar da Ankara radyosundan öğrendiler. Bilmem köylerde davul da çaldılar mı?
Kaç aydır gebe idi prenses-cik! Zaten işi gücü bıraktık, Hzirn prensese ha doğurdu, ha doğuracak diye hep bekli yorduk. Doğurur ya! Kadın kısmı doğurur; Erkek doğu -rur, kız doğurur. Senin karın, benim karım da doğurur. Bizimkiler «Buckingam» sarayın da doğurmazlar, fakirhaneler de ebesiz doğururlar. Sonra bi z’m yumurcakların adları (son altes) le başlamaz; «Ali» olur, «Velî» olur.
Yarın, bir bakarsınız bu se vimli çocuk başınıza püsküllü bir kral oluverir; tnce bıyık bırakır, sırmalı elbise giyer, resmî daireleri gezer, orduları teftiş eder, selâm alır, selâm
Yirminci asrın ortasında halkımızın — Diyoklesyanus — zamanını yaşıyan dedelerin den hiç farkı yok! Kimb'lir, hâlâ kendimizi «imtiyazsız», sınıfsız kaynaşmış bir kütle» mi sanıyoruz?
Biz taş mıyız? Dağ başında [kör kaya mıyız? Kimin kim -den haberi var? Kimin dünya dan haberi var? Kendimizi, hâ limizi, ihtiyaçlarımızı, istisma rın mânasını ne zaman öğreneceğiz?
Kapı - karşı komşumuz Haşan ustanın karısı hafta başla rın d a pastırma ile yumurtayı bulabilirse bayram yapıyor. Terlikleri yanm, elbisesi kirli, bacakları sefaletten çarpık, suratı hastalıktan san..,
Çarşamba günleri mahalle -mizden çöpçü geçioyr. Haşan ustanın karısı bir haftanın so ğan kabukları ile dolu çöp tenekesini eline abp kapıya çıkı yor. Çöpçü lâfı uzatıp,
«hanımefendiciğim»
Diye aptal - aptal iltifat e-derse Haşan ustanın karısı zekvinden bayılıyor, ağzı kulaklarına varıyor, koltukları kabarıyor, eli - ayağına dolaşı yor. Haşan ustanın karısı oldu ğunu, yarım şipıtık terlikleri ni, hattâ amansız hastalığını u nutuyor; Vallaha kendini «ha nımefendi» sanıyor.
Halk kendi davalarına karşı böyle alâkasız kaldıkça, kendi sınıfını ve sınıfının menfaatle rini idrak etmedikçe daha se nelerce, anasından emdiği süt burnundan gelecek ve aç ts -vuk gibi kendini buğday anba rmda sanacaktır.
Yazan: F. Kabadayı

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

I


A.
Safa çünfiftri çıkar halk fUFîftt Gazeten_n kurucusu ve sekreteri; Arz NESİN
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare ada»; Rıfat İlgaz
Adres: Kumkapı, Derinkuyu Sok. Ne. 4 İSTANBUL
Telefon: 21131 ABONE: Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fiatı: 10 Kr.
Yıl: I — Sayı: 15 16 Kasım 1948 Salı
Dizildiği ve basıldığı yer: Osmanbey Matbaası

I
Demokrasi

münakaşası
Şükrü Kaya, Cumhuriyet’ • te Eskiçağ Demokras leri ve Şef meselesi başlıklı bir ma • kale neşretti. Diyor ki:
«Demokrasilerde Şef olmaz diye bir iddia ve olmamalıdır diye de bir dâva var. Fakat ne o iddia gerçektir, ne de bu dâva gerçekleşeceğe benzer»
Îlmî bir eda ve r yazî bir keskinlikle düsturlaştırılan «demokrasilerde Şef olmaz» id diası demokrasi tarihinin ta -lifinden çıkarılmış bir mantık neticesi...
Halk için rahatlıklar ve ko laylıklar tem n eden Şeflere mazhariyet...
Gariptir ki Yunan Muczcsi diye cihanın bugün dahi hayran olduğu Atina demokrasisinin o muhteşem eserlerle do lu altın devri bu adem1 arın feflikleri sırasına tesadüf e -der. İddia ed ldiğine göre bü adamların şeflik otoriteleri A» tin a'da demokrasinin tabiî ge
lu bir ahenk ve n:zam teşki • lâtı» kurulacak; ve sonunda «ferd egoizmi Devlet otoritesi ne karşı gelemiyeceği gibi, Devlet de yurttaş şeref ve hakkının en esaslı bekçisi o • lacaktı.»
Demokrasi, bugün de, mat»
bu kâğıt piyasasının en sürüm lü matalarından biridir: «İktisadî demokras » «siyasî demok rasi», «liberal demokrasi» «çok pıartili demokrasi» , «hakikî ve «sahte demokrasi», «aristok ratik demokrasi», «kitle, yığın ve halk demokrasisi», «vasıta-
PARİS mekiuplari
Mühim bir toplantı
Paris (Hususî muhabirimiz kûnıet bu yabancıların greve den)— On beş gündenberi iştirak etmemesi için «grevle Fransa br sulh mücadelesine m iştirak eden yabancılar, sı öî r*ı cm i T^ı m r» • ( C11 V» \ ! J J ' I ... J _
il demokrasi» «Roma demok • demokrasisi», «uydurma de -rasisi», «Batı t pinde demok • mokrasi», «akrobatik» ve «eli rasi», «Anglo — Amerikan de- sopalı demokrasi» gibi feryat mokrasisi», «Ruslaşmış demok lar yükseliyor.
rasi», «atom bombası ve dolar ! Yeş 1 cübbesinin altında Me demokrasisi» «halkçı demok • hı Kampf taşıyan gazetelerde rasi» İlh. î _ - ---------—
Totalitarizm jenerik adı al- »demokrasi oyunu istemeyiz!» - tındaki nazizm ile komünizmi kabaca karıştıran psödodemok ratik propagandanın Türkiye pazarındaki Batıcılarından «Vatan taciri» Yalman, «de • mokrasi meydan muharebesi kazanıldı» diye şenlik yapar ve «Türk sc malarında yükse • len hürriyet ve hak güneşinin yalnız Or4aşark ve Asyaya nur vermiyeceğ:, Garb âleminin yorgun ve yıpranmış de • mokrasi imanını da tezeleme -ğe yol acacağı ümidini» sunar dia etmektedir, ken her köşe başından «şekil
bağımsız millet vekillerinin
diye kükrediği, fıkracıların «her derde deva demokrasi» ile halkı eğlendirdiği bu pa • nayır günlerinde, mend 1 hac mindeki vilâyet gazetelerinin, büyük bir ciddiyetle, demok rasi etrafında polemiğe giriş • tiğini görüyoruz.
Bazıları demokrasi olmadığı iç n Adliye Sarayının yapıl madiğini ileri sürmekte, bazı lan da demokrasi olduğu için ■ türbelerin açılamayacağını id-
girişmiştir. Buna: (Su.h ayı) jnır dışı edilecekler» d ye bir kararname çıkarmıştır. Hükû metin bu tehdidi altında ya bancı işçi’er, grevlere katılan malda beraber, desteklemek bedirler. Yabancı işçilerin teh dit altında çalışmalarına rağ Imeı bir buçuk aydır yeryüzü jre#lbir gram köi-tfiî bil^jıka
da diyebiliriz. Bu münasebetle «Action» mecmuası bir top lantı tertip etmişti ve Fransa nın bugün kalburüstü gelen bütün entelektüelleri bu top I lantıya davetli idi. Bu toplan tının mevzuu «12 leri kurtar •p-.-*(■ ■ - •- •
Bu toplantıdan maksat 1
(Defamı 2 de)
tçlfıeSİTfe narla îTerTMsm». ’Tnw
mani olmamış. Demokrasi ka- -
Dunları yürürlükte kalmış, Kasımda Nevyork da başla-
mani olmamış. Demokrasi ka-
halkın sivil haklarına ve hür« riyeter ne ilisfmenTş. Aüna-nin o devirlerdeki gürültülü pa tırül) meclislerdin Hali. Sofok lisin «Karılar Meclisi» korred yasının alaylı ist'hzph sahne Herinin zengin mevzuland^*... îlh.»
B r mermer direk sandığı Yunan Mucizesini Avrupa se yahatlerinin tatlı intihalarına karıştıran ve Comeddie Anci-enne denilen janrın en ünlü mümessili Aristofanes’e ait ese ri meşhur Yunan trajiğine armağan eden eski içişleri baka «ıı, bu makalesinde, sal+an atı zamanında basılmasına him -met ettiği bir konferansın tezini, on yıllık fasılayla, aynen tekrarlamaktadır. Hukukçu gözü ile milliyetçilik ve Halk çılık adını taşıyan bu konfe -ransta, Doçent Yavuz Aba -dan Şef sis*emile demokrasinin mükemmelen bağdaşa bile-ceğ ni isbata çalışıyor; demok rasiyi «Devlet = Halk ve mil îet» formülde tarif ediyordu. Bunun da adı «yeni demokrasi» idi. «Millî hümanizm» e-'tiketi altında nazizmin ben - | zeri b r ideolojiyi işlemeğe çalışan Doçent, konferansta, «sağ, sol veya klâsik demokra ■i» ye dokunmuş; «disiplin i -cap etüren demokrasi» den dem vurmuş ve nihayet «Türk Demokrasisi» tabiri üzerinde karar kılmıştı. Bu öyle mesut bir demokrasi rej mi idi ki, orada Halk Partisi «halk kit • lesile Devlet cihazı arasında siyasî — dinamik bir organ» vazifesini görecek; «Halk, par ti ve Devletten ibaret üç uzuv
1 yan 12 komünist liderinin iddianamesine münakaşası idi.
B r çok partilere mensup a-’ukatlar, hâkimler, gazeteciler ve siyaset adamları söz ’dılar. Hepsinin konuşmalarda müşterek bir nokta var 1ı: «Komünizmle mücadele namı altında yapılan propagan daların çoğu, hür fikirlere kar şı mücadeled r. Bu noktayı iyice ayırmak lâzımdır. Çün kü H i er de ayni yoldan, ik tidara tırmanmıştı.»
irılamamıştır.

Marsilyada başlayan limam işe' _ri grevi on beş gündü* .levam ediyor. Bugüne kada-68. gemi hareketsiz o’arak bek lerhektedir. Hükümet askerî kuvvetlerle bu gemilerdeki kömürleri boşalttırmak istedi ise de, bu sefer de kamyon so förleri askerlerin boşalttığı kömürleri nakletmediler.

Kömür işçilerinin grev nden şimdiye kadar üç işçi öldü:
Bayan Rooseveıt te dahil ol Bunların mesuliyetini İçiş eri
duğu halde, bir çok Amerika lılar, bu toplantıya çağırılmış tı. Fakat hiç b;nsi gelmedi.
*
8 Kasımda maden.Jşcilçrinin altıncı grev haftası başladı. Geçen hafta hükümetin bü tün tazy:k, tehdit ve oya’ama sına rağmen, bu altıncı grev haftasının başında, maden işçi lerlnin yüzde doksanı greve deiam ediyor. Geri kalan y’*? ide onu da yabancılardır. Hü

Iş kanunlarımız
Dikkati bir okuyucumuz (Başdan Sayı 11) ae çıkan bir mektubunda «devletin işçi dâvasına müdahale keyfiye tini» incelememizi istiyor. U-kuyucumuza göre, devlet, eş ya fiatlarını, işçi yevm yesini, | çalıştırma şeklini, iş müddeti ni lay n etmek suretile kapita I.stin kârını tahdit edebilir. Gerçi bu okuyucumuz gibi bir Çokları, hattâ bunlar arasında Üniversitedeki kürsü sahibi o.aniar bile devletift emek sahipleri lehine, iktisadı hayata ’müdahale erebileceğini kabul edenler vardır. İl m müessese leri meyanında İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Enstitüsünü
Bakanı Jules Moch, grevcile re yüklemek istedi. Fakat hâ dişe yerinde bulunan muhtelif gazetelere ve film şirketle zikredebiliriz, rine mensup yirmi iki foto | Gerçek ilim mensupları bu muhabiri, hâdisey' fotoğraf ar kanaatin tamamile aksine sala teşbit ettiklerinden, bir be yanname ysyın’.ıyarak, İçişleri Bakanını yalanladı'ar ve ilk ateş edenlerin polis kuvvetleri olduğunu haykırdılar. Jw.es Moch bunları tevk f ettirdi ve
- (Devamı 2 de i
J Bir işe nin ha?in romanı
Geçen haftaki sayımızda A bu ilk kazadan on beş gün li Konuk isimindeki bir işçi vatandaşın, bir iş kazası so nunda et ve kemik külçesi ha line gelince, çalıştığı fabrika dan nasıl b r sofra gibi kapı dışarı edildiğ nin hikâyesini anlatacağımızı söylmeşFik .
Ali Konuk 932 de Nuri Kil liğil’in fabrikasında çalışma ğa başladı. ’m«dât kıs
unda usta idi. 938 senesinde bir bomba kazası oldu, el bom bası Ali’nin elinde patladı. Ali
hastanede yattı. Ve bermutad bu hâdiseden dolayı tazminat filân da almadı.
942 yılı 23 Ekimde Nuri Kil ligil fabrikasının yaptığı si lâhların Ankarada Zir poligo nunda tecrübesi yapılacaktı. Ali Konuk, bu iş n ustası ol duğundan fabrika tarafından tecrübede bulunmak üzere va zifelendirilmişti. Bu tecrübe 1 de bir infilâk oMu. Ali Konuk
• (Devam* 2 det
hiptirler. Devlet iktidarda bu j lunan partin n temayülâtmı . ifade eder. Kapitalist bir idarenin temayülü de pek tabiidir ki, işçi lehine olamaz. De mek oluyor ki, emek sahipleri nin iktirarda olmadığı bir yer de, devletin emekçi» lehine ik tisadî hayata müdahalesine imkân yoktur.
Bu gün gibi aşikâr bir key fiyettir gerçi, kapital sahip lerinin iktidarda bulunduğu ülkelerde de bir iş veya işçi kanunu vardır. Fakat bu iş veya işçi kanunu, evvelki ma kalelerimizde izah ettiğimiz gibi şu dört noktayı yani (gündelik, çalışma müddeti, çalışma şekli ve eşya fiatı) keyfiyetlerini bir arada ve ayni zamanda halletmemekte dir. Bu suretle kapital sah’bi için daima b’r acık kapı kalmaktadır. Bu durumda olan
f
Yazan; Abidin Nesimi
İŞÇİ veya iş kanunu itibarî (nominal) bir iş kanunudur. Varlığı ile yok.uğu arasında işçi için b r fark yoktur.
Bizdeki iş kanununa gelince; maalesef bu da nominal bir iş kanunudur. Gerçi bizim iş kanunu (gündelik,’ çalışma müddeti, çalışma şekil ve eş ya fiatı) nın bir arada incelen mesi lüzumunu duymuş ve bu hususu temin için îcra Ve killeri Heyetine bir kararname çıkarmak salâhiyeti vermiştir. İlk bakışta bu kararname ile iş kanunumuz, nominal bir iş kanunu olmaktan çıkarak, hakikî b r iş kanunu olabileceği zannı hasıl olabilir. Fakat derhal söyleye im ki, böyle bir şey de olamaz. Zira 0U şekildeki bir kararname son tahlilde, sermayedarın kâr hürriyetini tahdit ettiği iç n, kararname olamaz, ancak kanun olabilir. Zira ka nun ile kararname arasındaki fark, vatandaşın hürriyeti ni tahdit edip etmeme noktasında belli olur. Şayet Bakan lar Kurulu, bu tarzda kâr hürriyet ni tahdit için bir ka rarname çıkaracak olursa, sa lâhiyetini aşarak bir kanun çıkarmış olur. Bu takdirde, yüce divanın, yapı’acak mü -lacaat üzerine, mezkûr karar nameyi iptali lâzım gelir. De mek ki bu keyfyet kararname işi değil, bir kanun işid r. Ohalde bu şekli i’e bizim iş kanunu da, itibarî bir iş kanunu olmuş olur.
(Bu mühim yazının devamı nı gelecek sayıda bulacaksa nız).
Bahife: 2
BAŞDAN
16 Kasım 1948
Bir Gazeteyi batırmak ve yaşatmak
Bir işçinin hazin romanı
Geçen yazımda bayilerin, bir gazete üzerinde mühim rolleri olduğunu söylem ştim. Bunu başımdan geçen bir vaka ile anlatmağa ça.ışacağım.
946 yılında (Markopaşa) yı çıkarmağa karar verdim. Ser mayem olmadığı için, gazetenin tesisi için 12&0 lira veren bir arkadaşla ortak olmağa mecbur kalmıştım. Gün.er ve gecelerle uğraşarak gazetenin İlk sayısını çıkardım. Gazeteleri bayiler, her sabah erken, saat 4,30 da d ger gazetecilere verirler. Ben de o saatte, Markopaşaian yüklenerek, ev velce konuştuğum bayie götürdüm. Bayi şöyle bir dudak bükerek gazetelere baktı,
— Vallahi alamıyacağım, ma nur gör, dedi.
Evvelce konuşmuş olduğumuzu, beni böy.e sıkışık zamanda yapayalnız bırakmasının doğru olmıyacağıni uzun Uzun anlattım, hattç rica ettimse de, hiç oralı olmadı.
Mecbur oldum, gazeteleri artıma vurup, başka bir bayie gitmeğe. O da şöyle bir istihfafla gazeteleri elledi:
— Bunlar satılmaz, beni beyhude uğraştırma, dedi.
Şunu da söyleyeyim ki, bayiler gazeteleri peşin para ile almazlar. Sattıktan sonra parasını verirler. Böyle olduğu halde, ikinci bayi de almadı. Esasen, bütün Türkiyen’n ga nete dağıtılmast işi topu topu ^edi sekiz bayiin «indedir. Ben o gece, sabahın sekizine kadar bütün beyilere gidip dil döktüm. Markopaşanin iyi bit gazete olduğunu, mutlaka satılacağını, para kazananacek farını anlatmağa çalıştım dur dum. Fakat hiç biri kâr etmedi ve ben tersyüzü, yavrusunu taşıyan bir ana kedi gibi, tekrar gazetelerimi sırtlay’p, İdarehaneye döndüm, tki gece de uyuyamadığim için gazetelerin başında elimi şakağıma koyup, p s pis düşünmeğe başladım. A’tı aydır kur-duğum hayal, bir aydır yaptı ğım hazırlık ve hepsinden, beteri de, arkadaşımın 1200 li-

Piri] mıktııp'an
(Baş tarafı 1 dr) bir kaç saat sonra da serbest bırakmak mecburiyetinde kal dı.
* *
Grev halinde bulunan maden işçilerine, dünyanın her tarafında bu’unan muhtelif maden ve kömür işçileri sendikaları tarafından mühim miktarda para yardımı yapılmaktadır.
Bu para yardımında bulu-nanTardan, Polonya, İngiltere, Macaristan, Çekoslovakya, A-merika, İtalya maden ve kömür işç'leri sendikaları başta gelmektedir.
Fransız halkı da, grev yapan maden işçilerine şimdiye kadar, 58 milyon frank para yardımında bulunmuştur.
Büfün dünyanın tanıdığı meşhur ressam Pablo Picasso, tek başına bir milyon franklık bir bağışta bulunmuştur.
(Baş tarafı 1 de) un sağ ayağı kırıldı. Vücüdu mermi parçaları içinde kaldı.
| Kazadan sonra Ali Konuk bir yarım insan halinde beş ay hastanede yatıyor. Vücu dündeki mermi parçalarından bir kısmını çıkarıyorlar, fa kat şimdi halen beş parça vü
1 cüdünde et ve kemik arasın ' da durmaktadır.
I Ali, bacağını açıp gösteri ı yor, içinde mermi parçası du ran, şekli, değişmiş bacağa ba kamadım, başımı çevirdim. O ' vücüdünün başka yerlerinde ki yara ve mermi parçası bu
İlunan yerlerini göster yor.
Ali, hastaneden bir bacağı beş santim kısa, topallıya to pallıya çıkıyor.
Patron iki ayrı doktora gön deriyor. îkisi de «çalışamaz» diye rapor veriyor. Ve altı ay (istirahat veriyorlar. Altı ay sonra patrona gidiyor:
rası mahvolmuştu.
Biraz sonra, bin iki yüz lirayı veren arkadaşım otomo-bike geldi. Hiç bir yerde, hiç bir gazetecide Markopaşayı göremediği için, küplere binmişti. Bana çok asabi adam olduğunu, şimdi hırsından raf lan kırıp yıkacağını haykırdı. Haklı idi, sesimi çıkaramıyor dum.
Hâdisenin buraya kadar o-lan kısmı gösteriyor ki, bayi ler bu gazetenin ölümüne â-deta elbirliğ Ie gayret ediyor lardı. Şunun sebeplerini ileri de anlatacağım. Bayilerin esiri olmamak için yapılacak tek çare kalmıştı. Ben de öyle yaptım. Gazeteleri koktuğu-
mun altına elıp, bütün Istan I bulu dükkân dükkân dolaşıp gazeteleri bıraktım, bir yan-dan da kendim köprü üstünde sattım.
Gazetenn bir günde âdeta kapışılır gibi satıldığını gören bütün o bayiler, yanıma gele rek, gazeteyi kendilerine vermemi rica ettiler.
işte bayilerin bir gazetenin yaşamasında ve ölümündeki rd’leri. Bu memlekette neşriyat dâvasının halledilmesi lâ zım gelen en mühim derdi de, bu bayi meselesidir. Fırsat bul
îsmi mahfuz bir okuyucu-muz yazıyor:
(Bısdan) gazetesini okuyo mm. Hem okuyor hem de her safımndan arkadaşlara birer ane gönderiyorum. Ya’n z ŞU dukça, bu hafif konuşman- |varki bugün olgun Türk tntel
miza devamı faydalı buluyo- ] lektüelinin kafasında sırala-rum. naa birçok sorulara, Başdan
Demokrasi münakaşaları

(Baş tarafı 1 de)
Senelerce gamalıhaçin rek • lâmını yapan başyazarların gö zönünde, Führerin argosunu kullananan en hais demokrat, Peker olduğu hal teşbihlerine varıncaya kadar de; Ergenekon’a gö re yine ayni Peker «demokra siyi boğmak emelile iktidara gelen bir numaralı demokra • si düşmanı» sayılmakta.
Kimi eski Türklerin yaşa • dıkları yüksek yaylalardaki saf demokrasi havasına muh -taç olduğu?'uzu, kimi ilâhî de mokrasinin beşiği oku Ara -bistan çöller ne dönmek ge • rektiğinl öğüUüyor.
Mezhep ihtilâflarını körük lemek fırsatını bulan bir Ye -şil Hoca, alevî — sünnî kavga sında, Muavıyenin altına «demokrasinin koyu düşmanı» damgasını basmakta tereddüt etmemiş ;bütün ömründe Şar kı müdafaa eden Ömer Rıza, «Doğ|l demokrasisi» derken ke limeyi en ez:ci bir hakaretle çiğneyip geçmiştir. k
«Kızıl veya kara bütün totaliter rejimlerin daimî düş -manı» olduğunu göğsünü ka • bartarak ilân eden, «sahte hür riyet kahramanlarından» düz me demokrat Köprülü, üstü le altı birbirini tutmayan ma kalelerinde, «Batı demokrasi si» ni örnek gösterdiği halde yağlı boya tablo yerine boş bir çerçeve uzatmakta yani parlmanter burjuva demokrasisini bütün icaplarından sı -yirmak istemektedir. «İH numaralı Halk Parisiırn Şefi» ve «göstermelik muhalefet» in t lideri Bayar’a gelince, o da,
— Bana bir mikdar para ve j — Sen bu kadar istiyorsun amma Ali, diyor, ben sana da ha fazlasını vereceğim. Senin bana bunca yıl emeğin, hak kın geçti.
; Ali saf ve temiz kalblidir amma, kazık yiye yiye, artık bu patron milletinin ne mal ol duğunu iyice öğrenmiştir. O nun için, bir sırasına getirip fabrikanın işçi mümessilleri yanında da, patrona ayni sön leri söyleüyor. Bu konuşma dan sonra hakikaten altı ay maaş işliyor. Ali yedinci ay maaşını almıya gidince,
— Sen.n maaşın ke.(Mi, dJ yorlar.
İAli de içinden,
— Eh diyor, maşımı kestik lerine göre demek ki Ankara dan bekledikleri para geldi. Şimdi bana ikramiyemi verir i ler.
Fakat umduğu gibi çakım yor. Patronun Aliye verdiği cevap şudur:
— Ne parası?... Sana meta lik bile veremem. Şimdiye ka cevap verecek bir durumda de ^ar a^!ğm maaşlara say. gildir. Hiç savsaklamadan şu taş kesiliyor. Yapacak
nu size söyliyebÜirim ki hü- nesi var> Bu ret cevabında* ’i a .« ■ i • • • v * 1 Q 14* 1 îivr ra iıÂmcM
rin de h ç olmazsa evimde o turduğum yerde çalışayım, di yor.
Ali Konuk patronu Killiği le bunu söyediği sırada, oda da fabrika müdürü Naim Ce vat da hazır buunuyordu.
Patron şu cevabı veviyor:
— Bu sırada paramız yok. Sen hiç merak etme. Evinde rahatına bak Maaşın tıkır tı kır işilyecek. Yakında Anka radan sipariş parası gelecek. Alır almaz veririm.
Ve Aliye soruyor;
— Ne kadar istiyorsun?
— Siz ne münasip görürse niz.
— Yoooo... sen söyle.
Ali, utana utana, alil kalan vücudü için, «iki bin» diyebili yor. g
Fakat merhametli ve insaflı patron.
j
Bir okuyucunun tenkidi !
Ali taş kesiliyor. Yapacak
’ sonra altı ay daha uğraşıyor. En sonunda belki bir faydam olur diye, Nuri Killiğil’in ana cası Halil Kut paşaya br mek tup yazarak halini anlatıyor. Halil paşa, bu mektubu Nuri paşaya vermiş. Nuri Paşa da Aliyi çağırtıyor. Fakat kendi si konuşmuyor. Yeni fabrika ımüdiAÜ
— Ali diyor, ne kadar para istersin, söyle...
Artık Ali için hayat memat meselesidir. Çünkü derhal a meliyat olup, vücudündeki mermi parçalarını çıkartmam mutlaka lâzımdır. Ali kaza dan az evvel evlenmiştir. Genç evlilerin bir dilim ekmeğe muhtaç oldukları günler çok olmuştur. Sırf hayatını kur tarmak için pazarlığa girişi yor. Ve zavallı Ali beş yüz B racığa razı oluyor. Onlar da kabul ediyorlar. Fakat para yerine vait veriyorar. Ali ye di ay bu beş yüz lira için eşik aşındırıyor. Fakat daima ka pı yüzüne kapanıyor. Şimdi haklı olarak, insanın aklına şöyle bir sual gelir:
Nuri Killiğil, bizzat kendiri şahitlerin yanında 2 b n lira vereceğim dediği halde, niçin şimdi böyle yapmaktadır. Bu nun sebebi mahkemede anlaşı lıyor.
Ali başka çıkar yol göreme yince mahkemeye müracaat .ediyor. Fakat daha ilk celsede ’ mahkemeyi de kaybediyor. Çünkü hâdise mürur—u za mana uğramıştır.
Her zaman kasasının arkası i na sığınan patron bu sefer de mürur-u zamanın himayesine yolu i glr vnr* Ve hangi sebeple Ali bir yı bu i al 4 zamandır güler
kûmetin iç politikasını tenkit etmekle bir iş yapmış sayıla mazsınız. Çünkü bu iş o ka dar tavsamıştırki süistlmaller den dem vurmak, hayat paha lılığmdan acı acı şikâyet et mek artık bir marifet sayıl mıyor ve aydın gençlik, bu nun bir tenkid meselesi ve bu işlerin önüne geçmenin de bir niyet ve istek meselesi de ğil hattâ Celâl Bayar ve Ha san Saka ve bilmem k m işi de ğil, bunun doğrudan doğruya bir sistem ve rejim meselesi olduğunu çok iyi biliyor. Yani iç işlerimizi tenkit etmek geli işi güzel bir ticaret konusu ve ' burjuva basınının bir alış ve riş mataıdır. Hayat pahalılığın dan şikâyet, ve devrimizin yüz karası olan (Gecekondu lar) işini hiç sıkılmadan ay laröan heri geveleyen ve bu nu gazete satmak için bir istis mar vasıtası yapan, kendileri ni Milliyetçiliği inhisarları al I tında tuttuklarını zanneden bir sürü mürteci ve ruhları kapkara gazeteler varken
kongrelerde Davalaciro rolü -ne çıkarak, Finten’deki mtsra-lara mensur nazireler yarat -makla meşgul görünüyor: «Ba şımıza gökten ateşler yağsa dahi demokrasi yolunda omuz omuza yürüyeceğiz-...»
Hürriyet heykeline şal ört tükten sonra, omuzlarına eğ -reti iki melek kanadı takâ rak, «İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma» Ce -miyetlerini kuranlar, şanlı de mokrasi bayrağını hasımları-na kaptırmamak için, hokl4a-bazlara parmak ısırtacak hü nerler gös+eriyor. v
Öyle anlaşılıyor ki, «ileri demokrasi» ye karşı cephe a' lanlar, memlekette, «gerçek ‘ demokrasi» yi kökleşt rmie şe refini, hiç bir zaman, payla • şamayacakl
«Irkçı —Tur; ncılar»m avu katı — «İnsan Haklarını Ko -rurrta Cemiyeti» sabık kurucu larmdan—, Demokrat parti tsfanbul İdare Kurulu Baş -kanı Prefesör Kenan Öner’e karşı açtığı hakaret dâvasın -da, adaleti temsil edenlerden, haksız akıttırılm’ş gözya^arr nı.n hakkını istiven» Haşan Âli Yücel, Suphi Nuri’nin ha-valefne gözlerini yumarak, en eür sesile: «Tam bir demok • rat ruh taşımaktayım!» diye övünmedi mi?
Sairin dedi&i gibi:
Her dilde bir terane ve her te’de bir şada...
Hem de, çember çeviren çocuklardan seksenlik omuzun da firari efkâr ;le malûl bir ruval kâğıt taşıyan «sevimli Feylesofumuz» a kadar.
A. N.
' (Başdan) gibi Türk gençleri nin özlediği bir gazetede bun larır bulunması artık fazladır.
Şuraya sıraladığım. Sorula rın hepsini hemen Istanbulda çıkan bütün gazetelere sor dum. Abidiıı Da verin ev adre sine yazmak suretiyle bunları açıklamasını istedim. Onlar o ralarda bile değil. Nihayet si ze baş vurmak zorundayım. J Bu gün Amerikanın ıkuyru ğuria bağlanmış olan ve onun düdüğünü öttüren matbuatı nıız, uyarma gelmediği için ba zı memleketlerin adetâ düş manı kesilmiş ve bizim gazete çiler ve idareciler de o ; tutmuşlardır. Amerika L.. - -
memleketin rejimini iş ne gel i yüz, tatlı dille oyaladığı anla mediği için sevmiyormu, o (şdıyor. Yani bir kapitalist tak memlekete biz Amerikadan tigi.
daha fazla düşmanız. O memle | Tıpkı Demokrasi gelecek di ketin halkı ve d plomatı ve ye nutuklarla, yem borulari herşeyine akla gelmedik tez le oyalandığımız gibi.
yif ve ift râları yepma’ıyız Şu ' Gelecek sayılarımızda Nuri raya bir parçasını eklediğim KilliğiVin başka marifetlerini (Devamı 4 de) ( de neşre gayret edeceğiz.
RAŞDAN
S«hife: t

«S
Ingilterede İşçi Mücadelesi L
îngilterenin işçi teşkilâtları yahut sendikaları olan Tra -de — Ünion’ları (treyd — ün yon) tanımaya girişmeden ön ce bir an unutulmaması gere ken bağzı temel noktalar var ur.
Önce gözönünde tutulması ge reken nokta Britanyadaki sen dikalarm bir sınıfın hak vt menfaatlerin yalnız korumak değil, fakat bu hakları işve -Tenlere ve aynı zamanda dev Jete tanıtmak için meydana gelmiş kurumlar olmalarıdır. .Yani katıksız ve düpedüz sı -nıf teşkilâtlarıdır. Mahiyeti ve mevcudiyeti icabı sınıfidirler.
İkinci önemli nokta treyd — ünyonTarın yahut sendikala -nn Britanyanın hususi şartla Tl içinde doğup geliştikleri ve herşeyden önce kendi günlük hayatlarının amelî ihtiyaçları te meşgul olduklarıdır.
Üçüncü nokta İngiliz seçeli kalarınm faaliyet ve hareketlerinde doğrudan doğruya ve müstakil olarak kendi aldık -farı kararların kend.leri tara fından gerçekleştirilebilece -ği inancıdır. Yani kendi ihti -yaç ve menfaatlerini dışardan bir müdahaleye müsaade et -meçten kendi mücadelelerde elde edilebileceği düşüncesi bu sendikaların temel taşların -dan biridir.
Dördüncü ve diğerlerinden daha az önemli olmayan nokta, Ingiltere işçi sınıfının, her memleketin sosyal mücadele -ter tarihinde görülebileceği gi bi, teri yürüyüş temposunu gevşeten ve bağzanda köstek lemeye muvaffak olan engel -terin mevcut oluşudur. Gene başka yerlerde görülebileceği gibi bu engeller işçi sınıfının kendi saflarından çıkmıştır. İşçi sınıflarının inkilâpçı yü -rüyüş temposunu köstekle -mekten b rinci derecede me -sul, temsil ettikleri sınıfın ha yati menfaatlerini sermaye -dar sınıfile uzlaşmakda bulan birtakım işçi liderlerinin türe menidir. Meselâ, 1869 — 90 a Tasında sermaye ite emeğin u yuşmacılığmı yapan treyd — ünyon l derleri bu opurtünist hareketleri yüzünden işçi sini finin büyük menfaat kayıpla nna sebep olmuşlardır.
Bu gibi hareketlere o tarih tesn sonra tekrar rastlıyoruz. Son olarak ta bugünkü işçi partisi liderleri opürtünizmin en son model tipleri olarak karşımızda bulunuyorlar.
Beşinci ve belki de en mühim nokta Ingilterede Semdi kalann hak ve gayelerini ta hakkuk ettirme yolunda mem lekelin siyasî hayatında tesir li bir rol oynamalarıdır. Yani Ingiltere'de Sendikacılık sade ce işçi sınıfının menfaatlerini korumakla yetinen teşkilât lar olmayıp memeketin ve do ayısile imparatorluğun idare -sinde faal rol sahibi olmak iddiasındadırlar. İngiliz Sen dikaları azalarının hak ve menfaatlerinin ancak siyasî mücadeleterte elde ekmenin mümkün olduğuna ncnmış’ar ve bunu tarihî tekâmülleri bo yunca ispat etmişlerdir. Bu -günkü işçi hükümetini iş başı
Yazan: Necdet ALTINAY
na getiren de İngiliz emekçi sınıfının siyasî faaliyete ver diği önemin neticesidir.
Grevin verimli olabilme -sini sağlamak için başka işçilerin yerlerini almasına engel olmak maksadile iş yerine ken di adamarından bir kısmini nöbetçi olarak bırakıyorlardı. (Piketing)
Fakat sendikalar daha o za man siyasî ve sosyal meselele re gösterdikleri ilgi bakımından da dikkati çeker. Bir defa teşkilâtlanıp kuvvetlenme ğe başlayınca seslerini daha kuvvetle işittirmeğe muvaf" fak oldular. Umumî ve parasız tedrisat ve İçtimaî kalkınma yolunda şiddetli mücadele lere giriştiler. Küçük çocuk ların çalıştırılmaması ve ka dınların çalışma saatlerinin azaltılmasını sağlıyacak yasak ların konması için çalıştılar. Bir borçlunun alacaklısı tara fından hapse atılmasına im kân veren kanunun kaldırıl masına yardım ettiler. Herke s n reyini kullanmak hürriye tinin bütün yurttaşların en tabiî hakkı olduğunu hayki rarak, yalnız mal ve mülk sa hibi olanlara rey hakkını tanı yan kanunun değişmesine â mil oldular.
1860 yılında kömür ocakları s?h:pleri ücretleri keserek iş çilerin birçoğuna yol verdiler.
Liberalizm ve Kapitalizm
(Gecen sa-utAm denem)
Yukarıda bahd ettiğimiz geliş menin sonunda İngiltere Fran sa, Amerika ve sonradan Almanya ve Japonyanm ekb-nom k hayatı bir avuç kapitalistin «/ ine düştü. Tepeden tırnağa kadar silâhlanmış o -lan bu memleketler bütün
dünyayı da ellerine almışlar, jküsadî hayatın bu surette dünyanın bir kısmım kendile bip elde toplanması bir an rine tabi, ter kısmini da ya- jnsanhn aklına git gide re-n tâbi b x hc.ılo g., tiriTiişIoT - K,Bİ>vtiıı tı^ı fikri
ni getiriyordu. Halbuki, bilâ kis tekelci kapitalizm rekabeti kaldırmadı, onu daha şiddet lendirdi. Artık yüzlerce ve binlerce küçük kapitalistler a-ras ndak’ küçük ve zararsız rekabet değil, bir iki 'büyük kapitalist gıirubu arasındaki şiddetli rekabet mevzuba sdi, bu gurupların şiddetliş ye ba-zan kanlı rekabetinden bütün bir cemiyet müteessir ekiyor Tekelci kapitalizmin oetice-ve çevrilen büyük dalavere - si yalnız yirminci asırda mil -lerte halk b:rbrine düşmaı. . •, ki kısma ayrılıyordu.
Emperyalist devrede tekelci kapi’alistter dahilî piyasayı istediei gibi elinde oynatır ve çıkardığı mallara istediği f atı kor. Bu yüzden ayrıca bir kâr temin ederek sermayesi bir çiğ gibi artan kapitalist yeni yeni kâr membrğlıarı bulmak mecburiyetindedir. İşte onıdokuzuncu asır sonuna doğru bu devreye giren k®pi-
di, artık kapitalizm bir iki memTeketm değil bütün dünyanın sistemi idi. Newyork borsasmdaki bir fiyat, düşmesinden Orta Anadolıitnm jpö -beğındeki mehmsdçikde, Afri kanın ortasındaki zenci de Alrı anyadakl HdtB’ta mütee$» sir oluyordu.
Bu bir kaç «ileri» ve «mede nî» memleketteki kapitalist-ler bir tekel teşkil ediyorlardı, aırtık b r çok- küçük kapitalistler arasındaki «erbej/ rekabetten eser kalmamıştı, çünkü birbirini takibeden buh ranlar bu küçük kapitalistleri ya mahvetmiş veya büyük ka pitalistlere tabi bir haile koymuştu. Küçük kapitaliste büyü mek imkânı tamam 1e ortadan kalkmış bulunuyordu.
Bu devrin başlıca vasıflarından biri de, yukarıda bahsettiğimiz gibi, kapitalistin istihsalden uzaklaşması ve faizle geçinen tüfeyU bir sınıf ha- falistter bu kân, geri memLe-I'ne gelmesidir. Faizle geçinen ketlere yüksek fazile para ver bu kapitalistler bankalar ha- mek suret le temna ediyorlar linde teşkilâtlanmışlardı. Bu dı. Bu faizcilik okadar çok

»A II - ImSm İİmbEXÎÎ
Bunun üzerine işçiler bu ha reketi protesto ettiler ve gre ve başladılar. Fakat ocak sa hipleri grevi akamete uğrat mak için her çareye baş vur dular ve nihayet bunda mu vaffak da oldular. Burada en dikkate değer işçi mukavemet terinden biri vuku buldu. Sen dikalardan yalnız bir tanesi 16 sene patronlarla olan mü • caddesine devam e*ti. Yıllar ca patronların haksızlık ve zorbalığına şiddet ve dehşet 1e mukabele ettiler. Nihayet
1876 da Şefleri casusların ıha netine uğradı, yakalanıp mah kûm edildi. Önce hapse gön derildi. Sonra da idam edildi. Bundan sonra teşkilât ta ken diliğinden dağıldı.
Demiryolu Şirketleri 1873 te ücretleri %de 10 azaptılar.
1877 de ikinci defa olmak üze re bir daha % de 10 kesinti yaptılar. Demiryolu işçileri bu keş ntilerin iadesini istediler. Şirketler bu istekleri redde dince tren işçileri grev ilân ettiter ve trenler tren seferle rinl durdurdular. Grevciler de miryollarile ilgili bütün d'ğer sendikalardan sempati grevi şeklinde yardım görüyorlar -dı. Kondüktörler sendikası, a-teşçiler sendikası, lokomotif makinistleri sendkasi gib: 1870 senefci etrafında teşekkül e-den teşkilâtlar grevcilerle ga-
bank ılar istihsal yepartlara kred; veriyor ve bu suretle tufeyli kapitalistlerin cemiyeti sürnürmeterine yarıyordu. Artık fabrikaların başında ka pitalist değil înaâşîı memur veya bankaya borcundan ömrünce kurtulamiyacak olan bir kapitalist uşağı vardı/' ,
ye birliği edinerek müeesir î H f i j 11 n yardımlarda bulundular. Ame * 1 '11 ’ d 11 *1 1 1 111
r_kan proteryasi cn şiddetli mücadele safhalarından birine g rnıişti. Grevi bastırmak için Pennsylvania ve Msryland va lileri önce milis kuvvetleri top lıyarak grevcilere karşı gön derdiler. Kısa bir zamanda bunların kifayetsizliğini a»lı yarak Federal kıtaatın yardımını istemeğe mecbur oldu • lar. Grev deha fazla yayılıyor ve grevcilern mukavemeti ar tıyordu. Umumî br grev ha vasi memlekete yayılmıştı. Ni j (Aşk ahlâkı’ndan) Engelse hayet askerlerle grevciler ara göre ihtilâlin tarifi şudur: sındaki kanlı çarpışmalar bgş |. «îhülâl bir kısım halkın ladı. Muntazam hükümet kuv -—
vetlerine karşı grevciler tüfek tabanca, sopa, balta, ellerine geçen her vasıta ite kendileri ni müdafaa ettiler. Amerikan tarihinde buna meşhur Büyük Demiryolu Grevi ismi ve rilir.
Yukarda pek kısa olarak işaret ettiğimz noktaların pe şinen kavranması mühim ve faydalıdır. Çünkü önümüzde ki bah sterin tahlili ve tenkidi bir gözle okunarak, kuru ve cansız malûmattan dinamik de müsbet hükümler çıkarmağa yardım eder. Yani diyalektik bir kavram temin etmeğe ya rar. Şu noktayı da hatırlatma dan geçmiyelim; burada esas konumuzu teşkil eden îngilte re İşçi Partsi değil doğrudan doğruya İngltere’nin işçi ieş kilâ’ı ve Sendikalarıdır.
kâr getiriyordu ki nihayet bü ! tün sermayeler bu sahaya dö-külmeğe başladı. Dünya mil ' letleri borçlu ve alacakı ola • rak ikiye ayrıldılar. Bu suret 1e tekelci kapitalistler yalnız memleketlerinin ekonomik ha yatını cfceğil, aynı zamanda maîVr ’ia alıcı olan ve ham maddeler:ni temin ettikleri memleketlerin ekonomik hayatlarını da elîerihâ geçirmiş oldular.
Yirmin asnn başında her büyük kapitalist devlet dün -yada boş kalan sahaları ve memleketleri nüfuzu altına al mıştı. Artık başkasının malı na dokunmadan genişlemeğe imkânı yoktu. O halde tekel© bir kapitalist gurubu iç>n tek çare kalıyordu: D ger kapitalist.‘gurubun elindekini zöt • lar yani, harple abnâk.
yanlarca unsan hayatına mal-olan harpler değildir. Bu dev-re âyn: zamanda bir ihtilâller devresidir. Müstemleke ve ya n müstemleke halkı tekelci kapitalizmin zalimce siyasî ve İktisadî sömürmesine, dalavc relerine, ana vatandaki işçi sı rvfı ise bu kapitalizm n artan sömürüşüne karşı isyan et mektedirjer. Tekelci kap’t* • lizmin doğurduğu bir üçüncü netice de Faşizmdir. Onseki -z:nci aısrın başında devtetin müdahalesin’ istemiven libe -ralizm taraftarı kapitalizm bu devrede devlet teşkilâtını bü-
«İhtilâl bir devri tahrip et mek, yarının binasına temel olaoak bir binayı kökünden yıkmaktır. İhtilâl ağacın köklerini kesmek, fakat çiçek ver meşini beklemektir. İhtilâl vahdet için ve hakikat aşkı i-çin.yapmayıp... Ak.bet ihtilâl benlik dâvası ve gurur içinde, eşyanm hakikatinden ve vah detton tcgafül ederek... Bir Çocuk gibi etrafındakiler! do • küp saçmak, İlh.
kendi iradesini diğerine top, tüfek ve süngüyle cebren kabul ettirmesine derler.»
HAK VERİYORUM!
Hiç kimse — büyük idealisti ’ler ve «deli» 1er müstesna — İ babasından miras kalan mükellef bir yalıyı çıplak bir ha pishane hücresile ve Paris ter zilerinin makasından çıkmif gardrobunu kürek mahkûmla rının üniformasile değişemez. I Eski bir Nazırın yem vekillere dalkavukluk eden oğluna bunun içir* hak veriyorum; Zira, o, ne büyük bir idealist ve ne de bir «deli» djr.

Adnan — Adıvar gibi sözde münevverler vardır ki, Cam» panella’ya işkence eden Gior-dano Bruno’yu ateşte yakan ve Galile’yi zindan duvarına mıhlıyan engizisyon zihniyetinden nefret ederler. Bunla • ra sorarsanız faş zm ile nazi» me düşman geçinmek övünü -lecek bir şeydir; Hitîer ile Mıtssolini’nin kemiklerine hücum ise en büyük şeıef-
Bunlar, «matbuatı hür, irfanı hür, vicdanı hür olan Garba» hayrandırlar; Ameri * ka demokrasisinin muazzam i» lukla bahsederler; ve her fır» İ m mabetlerinden» coşkun « şatta, «imin hürriyetini müde faa» etmeği kahramanlık ©a • yarlar. Gerçekte ise, bunlar, Atom bombası ve dolar de • mo^rasisinin işportacıları Ame rikan milyarderlerinin birer hizmetkârland ır.

KRAVCENKO’NUN MUHAKEMESİ
Paris, 8 (R.) — «Hürriyeti ‘seçtim» adlı kitabın müellifi Kravçenko, kendisine ve ai’.esine hakaret etmiş o-
i lan, Fransa’nın haftalık
gazetelerinden «Les Letfrea Françaises» aleyhinde tazminat dâvası ikame etmek istedi ğini bildirmiştir. Bu teki fi gö rüşen Fransız mahkemesi davanın Fransa d a görülmesini kakül etmiş, fakat şu şartı ile ri sürmüştür: «Krab(enko,
Fransada davasını açabilmek jiçin 2 m İyon frank teminat yatırmak mecburiyetindedir.» Kraveçenko bu şartı kabul ettiği takdirde davasına önümüzdeki ayın sonunda bakı te çaktır.____________________
yüyen tekelinin içine almış ve merkantilizm devrinde oldu » ğu gibi devletm teşkilât ve hi mayssindçn istifade ederek memteketi ve dünyayı kanlı bir harbe sürüklemiştir.
anbdfe: 4
BAŞDAN
16 Kasım 1948

Rabia hatun meselesi
Alâettin Gövsa okur ve lüzum görürce mecmuada tenkitler yazardı. Gönderdiğim manzu meler lehnde de bir. kaç yazı ile beraber bu manzumeler neşredildi. Ben o günden son
Son bir sene.ik edebî haya tımızda bir «Rabia Hatun» meselesi ortaya çıktı.
Rabia Hatun meselesinin kı saca hikâyesi şu: İsmail Hâmî Danişment bazı arkadaşlarına bir takım şiirler okumuş. Bu ra 1943 senesine kadar Yedi şiirler çok beğenilmiş, zaman dilden di.e dolaşmış.
Yapı Kredi Bankasının veya o Bankanın müteşebb s he yeti başkanı Kâzım Taşkent-in sermayesile, Kâzım Taş-„ kentin arkadaşı olan Vedat Tor, Aile ismile bir mecmua çıkarmağa başlamıştı. Bu mecmuada ilk defa olarak bu şiirler neşredildi ve bu ş irle-rin altında ilk defa o zaman Rabia Hatun imzasını gördük.
940 senesinde çıkan «Şiir demeti» isimli mecmuada da bu imzaya rastlanmışsa da, o zaman bu kadar alâka topla-mamıştı.
Ayni mecmuada arkaarkaya şiirleri neşredilen bu imza bir çok dedikodulara, edebî münakaşalara vesile ol n hapishanenin bir odasına du. Hemen her muharrir Ra- kapayarak, kapıyı üstümden b:a Hatun üzerine yazı yazdı. ( kilitlediler. Burada aylarca kaldım. Tek başına bir insan k tapsız, kağıtsız, kalemsiz ne yaparsa, ben de onu yaptım. Duvarlara yazılmış yazıları > okumağa başladım. Benden evvel bu odada bir Bulgar teğmeni varmış. Faşist olduğu anlaşılınca serbest bırakılan bu tevmen, odanın duvar larına Bulgarca bir şeyler yaz rdıştı. Bu yazıların arasında
Bu gidişle
uzun Gün mecmuasına Vedia Nesin I imzasile manzumeler gönderdim ve bunların bir çoğu neş redildi ve nihayet yine Yedi Gün Mecmuasında, iyi kalbli ve dürüst bir patron olan Sedat Simavinin yanında bu sefer gazeteci olarak çalışmağa başladım.
j Aradan seneler geçti. Ame ’rikan yardımı aleyhinde yaz* aykırı görüldüğünden, askerî dığım bir broşür, Sıkiyöne4im I tarafından millî menfaatlere tcezaevine hapsedildim. Ye-i mek yemek, su içmek, tenef j füs etmek gibi sarih ve kanu nî hakkım ve hürriyetim ol* ; duğu için hapishanede yazı yazıyordum. Sırf bu sebepten hattâ 1 yani yazı yazmamam için be
Ada, her ada gibi denizıe çevrilmiştir. Eyübümün bir . tek sahili var, Haliç...
| Ah bu Haliç, ne bitmek tü kenmek bilmez b.r hazinedir o... Onu siz bana sorun, onun ! ne olduğunu size benden baş ka kimse anlatamaz.
Sorun bakalım adası olan hikâyeciye, adasını Eyübüm le değişir mi değişmez.
Eyüpte yaşamak çok güçtür. Her babayiğit nefes alamaz E yüpte.
Edebî kabibyet, san’at, şöh ret, isim sökmüyor Eyüp‘e...
Püfür püfür esen rüzgârla rın Halice girmesine mani
zim yaşamadığımızı düşün mezler?.
1 — Yaşıyan öyle bir yaşıyor
ki... Çık şöyle Beyoğluna, Taksim, Şişli, Maçka tarafla rina, git Adaya, bak yaşıyan nasıl yaşıyor?. Püfür püfür rüzgârlar ipek gömlekleri şişi rir. Göğsümüzün onların göğ sünden ne farkı var?. Şu siyah kıllar mı?. Onlar gibi biz traş etmesini biliriz be şim, eğer iş o noktaya ınırsa...
— Tam bir aydır iş rum yok yok...
— Iş var amma dayı
İYazsf.: S%brı soran]
$ —iwgBJiwniBiıııı mı ■■ S
olan dağlar ne zaman yıkıla çaktı?. Ben niçin hikâye yazı j .»ordum?
\ Neden Eyüple Ada iki düş man gibi birbirlerinden u zak duruyorlardı; ikisi de ay | vatan üstünde değiller miy di?
Eyübün karanlık uykusu da ha gündüzden başlamıştı. Fab ’ rikalardan siyah dumanlar çı kıyor, kayışlar dönüyor, çark lar uğulduyordu. Bu «mesai» ye rağmen işçiler yine sefalet çinde bunalıyordu. Doğanlar doğduklarına pişmandı. Ço ! cuklar mektep yüzü görme den serseri olup çıkıyorlardı. Hava yoktu Eyüpte. Hava «Kurşun gibi ağır» dı; bulut lar yağmursuz,■ kunc derecede
Adaya giden hikâyecinin kıllı — veya kılsız — göğsü I n: püfür püfür rüzgârlar gi riyordu. Moda,-Kınalı, Büyük ada sarı ışıklarını karanlık denize akrimıştı. Bu ışıklarla denizin dibine gidilirdi. Deni zin dibinde ne vardı? Balık lar, yosunlar, yengeçler, kaya lıklar, bataklıklar, ismini bil mediğim binbir hayvan, b n bir nebat ve batmış gemiler, dünyayı birkaç defa satın a lan inciler vardı. Cennet nere de idi?. İnsanlığın özlediği hür dünya nerede idi?.
Adaya giden hikâyeci z n d bine doğru uzanan şikarla oyalanırken ben ci mevki insanlarının, Halicin ve Eyübün günlük ve geceilk hayatını hayatımla birleştir miştim. Cennet, insanlığın öz lediği hür dünya denizin di b nde değ İdi ve sarı ışıklı yo lun sonunda sadece denizin di bi vardı.
— Kasımpaşa!...
de karde daya
anyo
yok. Ayıların dayı olduğu zaman da bile biz dayısız kaldık. Ne yapalım?. Alnımıza böyle ya zilmiş, kader...
— Ne kaderi be?. Ben boy le kaderin içine...
— Ben de, bütün sülâlemle beraber...
— Oku bak.
Sarı saçlı, ince, uzun bir gençti. Elindeki izmariti açık pencereden karanlık Halice fırlattı. Halice değen izmari tin ateşi birdenbire söndü, kâ gıdı ıslanıp yırtıldı ve tü’ün leri Halicin suyuna karışıp kayboldu. Vapur Feneri, Has köyü gedmiş, Eyübe doğru ilerliyordu.
| Arkadaşının uzattığı gaza teyi aldı ve gösterdiği yeri o
i kudu. Bu diğer haberler ara (sına sıkışmış «alâlâde» bir ha berdi: Haşan ve Yusuf ismin
; de iki amele toprak altmd* i kalmış...
— Ne dersin buna sen?.
!. — Bu gidişle daha çok top İrak altında kalırız.
i — Eyüp!...
I İkinci mevki insanları ile beraber Eyübe çıkıyoruz. îkin . ci mevki insanlarının gündüz leri gecelerinden farksızdır; uykularında bile boş durmaz., çalışırlar. Sabahleyin, sisli bir ........................................................ ı za - Bizimkisi yasamak m. be vücutlarım herbir par
• . _ _ — ’ .« kuru tantavsı nıvılpnmı^
gibidir. Bu çiviler nasıl sökii uür, kollar, ayaklar nasıl kı mıldar, evden nasıl çıkılır, sis içinde yoran ve doyurmadan .çalışmaya nasıl g dilir ve gün düz koca bir gün ve koca bir gece — nasıl geçer, bütün bun lan ben Eyüpte öğrendim ve öğreninceye kadar neler çek tim, neler?
Kayışlar dönüyor, çarklar uğulduyordu. Adaya giden hi kâyeciyi unutmuştum. İkinci mevki insanları ve hikâyele rimle beraber Eyübün karan, lık uykusuna karışarak her zamanki yerime uzandım. Yo ran ve doyurmayan mesai, dö nen kayışlar ve uğulduyan çarklar benim de mafsallarımı kuru tahtaya çVledi.
«— Bu gidişle daha çok top rak altında kalırız..»
«— Bu böyle devam edemez arkadaş, pıçak kemiğe dayan dı artık’..»
Çiviler çatır çatır sökülil yor, daha doğrusu mafsalları mızı oynatarak kırıyoruz çivi leri ve uyanıyoruz. S’sli bir günece acılan gözlerimizde ha rikulâde bir ümit parlamakta dır, koca bir gün ve koca bir gece, nasıl geçerse geçsin, ge çeoek—tir.
Bir okuyucunun tenkidi
| (Baş caraft 2 de)
gazete parçasından çıkan bu yazının nasıl yazı.dığını ve ne den bu şekilde yazıla bildiğini açıklamanızı rica edeceğim.
Cumhuriyetn 25 nci yılını :d rak ettik. Bu rejimin iyiliğini bildiğ miz için bunun diğer milletler arasında da yayılma sini istemem"z lâzım gelmez mi idi Şu halde ikinci dünya harbinden sonra yıkılan taçla rın arkasından bizim Türk! ba sini neden bukadar göz yaşı düktü’ Sonra bu iş Amerika da da böyle kendi feyizlerini Cumhur yette buldukları hal de Japon İmparatorunun kuy j ruğuna öyle bir' yap:şmışlarkj Japonyada ve Yunanistanda Cumhuriyet olacak diye ödle ri kopnvor Bu i’eri ge
iyor. İşte bu günkü Türk mü nevverlerinin kendisine açıkla masını ve daha serbest bir tar tışma konusu olmasını istedi ği şey er bunlardır. Siz halk muharriri iseniz ki bunda şüp hemiz yot’tur, ce^^p^'7. b’.rak ayacağınızı, ümid eder, say gılarımı sunarım.
I B a ş d an — Bu okuyu cuya cevabımızı gelecek sayı mizda bulacaksınız.
«tarla» 1ar kor susuzdu.
İsmail Hami Danişmendin söylediğine göre, Rabia Hatun on üçüncü asırda vasamıs bir kadın şairmiş. Fakat gerek tezkirelerde, gerek edebiyat tarihinde böyle bir isme rastlanmıyor. Bir şehzede annesi olarak tarihte ismi geçen Rabia Ha’unun ise şiirle ünsiye ti tamamen meçhul.
Gerek bu nokta, gerek bu w şiirlerin on üçüncü asrın eda bir de Türkçe şu kıtayı oku-«ını taşımamış o’ması sebebi- dum: le Türk edebiyatile meşgul o- Bİr kâsedür alav dolu lanlar birbirlerine girdiler. ■ gönlüm yana yana
N hayet pek sıkışık vaziyete Men tâ senin yanında dahi hasretem sana
( Yaşlar geçende söndüremez t ateşimi su
Sunsan elinle kanımı içsem kana Jcana
Hafızamın zayıf olmasına rağmen bu şiiri on sene ka! dar evvel benim yazdığımı, Yedi Güne gönderd ğimi, Yedi Günde neşredilmemekle beraber, İbrahim Alâettinin bir küçük tenkit yazdığını ha tırladım. Fakat şiir tanı be nim yazdığım gibi değildi. Bi raz ( _ _
ıim yazdığım zamanda Vezin geıaım sana
düşüklükleri vardı. Bu da be Sunsan alev alev yine âh j Ekmeğimiz yine katıksız, .-it-. ■ \ hasretim bitmez çocukarımın b’ri kan kusma
- 7 ya başladı, ayakta ölecek, so
hasretim sana kaklarda sürtüp duruyor, . miz.,* uıumuıgj ; Rabia Hatun imzasile çıkan eşşek gibi çalıştığım halde.
1 n m yazdığım şiir olarak, bu; şiirlerden yalpız bu zikretti- * - - -
ıraya nasıl geldiğini merak et i tim. Ve ben o zarflan, yakın zamanda hapisten çıkıncaya
Auın vutvıjauıv uıcçguı w lanlar birbirlerine girdiler. I f__________t _ _ı_v . .
giren İsmail Hami Danişment, | bu şiirleri karısı merhum Nâzan Danişmendin yazdığını, fakat Nâzan Hanımefendinin bu şiirleri kendi yazdığını kimseye söylemediğini ve baş ka Zarına da söylememek üzere kendisine vaziyet ettiğini itiraf etmiş.
Mesele, bu kadarla kapanmıyor. Çünkü, Nâzan Daniş-mendi yakından tanıyanlar, ©nun böyle şiirler yazamıya-cağmda ittifak ed:yorlar ve bütün bu münakaşalar arasm ca, İsmail Hami Danişment, Rabia Hatun vesi esile yazdığı bir yazıdan dolayı bir gazete muharririni de mahkemeye veriyor.
Buraya kadar Rabia Hatun hikâyesini şöyle bir anlattıktan sonra artık bu yazıyı yaz mamdaki sebebi açıklayabilirim. Eğer mesele bu kadar dallanıp budaklanmasaydı, bu kadar da edebiyat piyasasın-mevzuda kalemi elime bile da böyle bir Rabia Hatun me almazdım. | selesi olduğunu da bilmiyor-
Bu düzensiz cemiyefn ha- dum.
yat zaruretleri ve icapları yü zünden, bundan cn küsur sene evvel istediğim mesleğe, yani gazeteci'ik ve muharrirliğe girememiştim. Fakrtt bu alâkamı matbuatı yakından takip ederek devam ettiriyor dum. Ve b r yandan da k*ndı kendime şiir’er, hikâyeler ya zıyordum. Fakat bütün bu amatör denemelerini neşretmece cespret edemiyordum. Nihayet 937 ydmda bir kaç manzumemi Yedi Gün mecmuasına gendeıdim. O zaman Yedi Güne gelen amatör ve okuyucu yazılarını, İbrahim
deni san ikin
Kasımpasaya «kanlar çıktı, «uneşe gözlerim açt.klan
— -DizırıiKisı yasama» mı dc . , . . .. - .
kardeşim? Şu yüze, su ellere. .«als!,ku™ tan.taya çıv‘ en.™.’ şu ayaklara bak. Bunlar insan eli, insan ayağı mı?. Ağzımız
. y®”*! ^i] de vok: konuşamayız.
— o-~. —---- — , . , no. cin a? vok: Konuşamayz.
değiştir İmişti. Esasen be! TDöştum şahap misalisemadan Hele bir konuş, soluğu delikte
geldim, sana
nim aruz veznine hâkim ola- I i
mayışmadandı. [ Ben tâ senin yanında bile
Bu duvardaki şiirin altında
imza olmadığı için, bunu be
ya başladı, ayakta ölecek, so
> duruyor,
şıırıeraen yaınız ou ziKretu-i ğim bir tan esil e münasebetim ’ ' var, diğerleru hakkında malû ı matım yok.
I Şimdi bu ş’ rin sana ait ol-‘ duğunu veya şenin şiirinden i değiştirilerek kopye edildiğini I nasıl lisbat edersin?
.................. « —-----— diye so- alıyorlar. I Yine hapishanede duvara rarlarsa, üstad lbrahm A’âet i
bu şiiri mahkûmlardaki bîr*’ ( nin yazdıihnı öğrendim. O mahkûm bana,
— Bu şiiri bir kadın yazmış, ismi aklımda kalmadı. Bunun hakkında Halkevinde konferans verdiler, dedi.
Ne- yalan söyleyeyim, ben de Vedia Nesin d ye ayni şiiri yazdığım için, hani biraz, hak kımda konferans verilmiş olması ihtimali aklımdan geçmedi değil.
Benim Yedi Güne gönderdi ğim şi rin aslı şu şekilde idi: Bir kâsedir alev dolu gönlüm
1
tin Gövsamn (
her gün gelen yüzlerce oku-
■ yucu mektup’arı arasında bu nu da hatırlayamıyacağına gö i re, berim de isbat edemiyece ğim bedihidir. Ancak şu var ki, esasen bu şiirlerin hakika ten Rabia Hatun isminde mu . hay yel veya yaşamış bir kadı na mı, yoksa Nâzan Hanıma mı, veya İsmail Hamiye mi ait olduğu da isbat ed İmiş değildir. Mesele bu kadar dal lanıp budaklandığı için bun-i lan yazmak lüzumunu duydum.
— Günden güne daha beter oluyoruz. Hani harpten sonra herşey' ucuzlıyacaktı/?.
— Patronların eteğini öpe öpe adamakıllı kopeki eştik.
— Güya zam yaptılar, bir elden verdiklerini bir elden
—. Doksan lira maaşlı bir rre on sene evvel > murum, bu gün ayın ikisi, bakalım kaç param var?
— Karnımız doymadan mnkrasi oyununa kalktık.
İkine1 mevki insanları, yatımı hayatları ile birleştir diğim insanlar konuşuyor. A ğızarında dil yok, konuşmaya baslıvanlan hemen deliğe tı kıyorlar amma yive. korucu yorlar. Onlar susmıyacaktır. Ön’arı ben nasıl susturabili rim?.
— Neyimiz var bu toprak üstünce?. Harp çıkar, b:z ölü rüz. Sulh zamanında niçin bi
sor
de
ha

I
I

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

i
—— »J1L-1LM-JU-Jİ-Ü..JJ-1 r. . » — ■■ ■■ I .. —. . İlil ■■■ I ıııııı
Umumî af bir zarurettir
5

Kanunlar, ihtiyaçların, zaru rî neticesidir. Bu ihtiyaç halk kütlesinin içinde duyulur.
Geçen sene Cumhuriyet bay ramında, Büyük Millet mecü sine umumî af için iki millet vekilimiz tarafından iki ayrı tasarı verilmişti. Üzerinden bir yıl geçtiği halde, bu tasarı ların mecliste konuşulduğu nu. gazetelerde okumadık.
Bu yıl yine af için Büyük millet meclisine üç kanun ta sarısı verildiğini gazeteler yaz dı. .
Bir yıl içinde beş ayrı mil let vekilimiz tarafından veri len bu tasarılar da gösteriyor ki ,artık bir af kanunu, halk kütlesi içinden taşan bir zaru nettir.
Hapishanelerdeki vatandaş larımızın yekûnu kesin olarak ! söylenmemek! e beraber, 200 binden çok aşkın o'duğu tah ~~ GEVEZE GAZETESİ SAHİBİ MEVKUF
Geveze gazetesinde çıkan «Derdini Sarı öküze anlat» başlıklı bir manzumeden dolayı, gazetenin sahibi Remzi Gürcan 12 Ekim arife günü tevkif edilmiştir. Muhakeme nin ne zaman başlayacağı henüz belli değildir.
Tramvay işçilerinin zam isteği
Tranvay işçileri uzun zaman evvel gündeliklerinin arttırıl ması için müracatta bulunmuş tu. Bu müracaat İstanbul vi lâyetinde hakem komisyonun da incelenmişti. Hakem ko misyonun verdiği karar tranvay işçilerde, tranvay idaresini uz’aştırmak istiyen ara bulu cu bir karar vermiştir. Bu karardaki zam mikdarı tamı vay işçilerini tatmin etmediği için itiraz etmişlerdir.
Amansız bir patron rolü oy nıya.n tramvay idaresi de, işçi leri tatmin etmiyen bu zammı bile fazla görerek o da karara itiraz etmiştir.
Bu sebeple İstanbul hakem komisyonunun verdiği karar. Başbakanlığa bağlı yüksek ha kem heyetine gönderilmiştir. Alınan haberlere göre, yük sek hakem hayeti’nln bu kararı tasdik edeceği sanılmak tadır.
İstanbul halkına daimî bir işkence çektiren tramvay ida resinden, İstanbullular mer nun değildir. Çalıştırdığı işçi ler idareden memnun değildir. D aima açık verdiğini söyliyen idar-a bile bizzat kendi kendi sinden memnun değildir. Bu na tramvay idaresi değil, tramvay idaresizliği dense da ha doğru olur.
çrıin edilebilir. Hapishaneleri mizin, ceza infazındaki ana »maksattan çok uzak birer or taçağ çilehanesi olduğu da malûmdur, ceza eklerimiz bi rer ıslah yuvası olmaktan çok suç stajı yapılan yerlerdir.
Bineenaleyh, bir af kanunu nun, bütçemiz, vatandaşların ıslahı, istihsal gücümüz gibi sayılamıyacak kadar çok fay dalarını, bir kere daha tek rarlamağı fazla buluyoruz.
Henüz Bakanlar kurulunda görüşülmemiş olan tasarılar son şeklini almamış olmakla
(beraber ümidimiz, çıkacak o ian kanunun, duyulan ihtiyaçl tam karşılamasıdır.
Bir kısım siyasî suçların af dan ayrı tutulması, bir kısım ağır* suçluların da aftan mah ruın edilmesi, (m beş senedir af yapılmıyor memleketimiz de, bu yolda duyulan ihtiyaç ların tam karşılığı olmıyacak tır.
Bütün temennimiz, af kan(u nunun, bütün mahkûm ve tu tuk vatandaşlarımızı ve on la rın kederli aileleri yâni mille ti sevindirmesidir.
1
Adanalı Ziya
Adanalı Ziya, istibdat devrinde zulüm ve istibdada en er" kekçe ve şuurlu olarak haykıran kudretli ve cidden hürriyet âşıkı bir şairimizdir. Ne yazık ki, şimdiye kadar değe-rince ne duyulmuştur, ne de bütür eserleri toplanıp tam ve mükemmel bir tahlil ve ten kitle neşredilmiştir. Yapılan bir iki kalem tecrübesi pek noksandır. Biz, olsuyucu’aıum* na Adanalı Ziyanın devrini tenkit edeıı mertçe yazılmış bir gazelini sunuyoruz:
Fehmeylemek ne mümkin ahkânı-ı kâinatı?
Ahkâmı kâinatın hayrân ed er diihâtı.
HalLi ukuud eden var zu’munca şöy’.e böyle.
Kim dinler öyle ammâ türrehâtı?
Bir âcizi görürsün, bin mu ktedi. zebûnu.
Vâbesteû rızâsı mecmuunu n hayâtı.
Bir ahmağı bulursun bezme tasaddur etmiş,
Güyâ ki peyk - i devlet ednâ bir iltifatı.
Fırsat gelir ki bir leng sâhi b _ hûruç olur da.
Lerzan eder sitemle sükkâ n-1 şeş cihâti.
j jDağ-ı elîm dildir âh ey Ziyâ bu hikmet:
Bilmem ki halleder mi hük m_i zamân-ı âtî?

30 sene evvel | Bursunâme : C rÂvl#» rlîvnrîavrlı İ V
böyle diyorlardı I
Celâl Nuri Beyin «Tarih-i Tedeııniyat-ı Osmaniye» adlı eserinden: _
A
Osmanlı hükümeti bir askerî hükümet oP mak üzere te şekki^t’ etmiş, o suretle de j devapf etmiştir. .Halbuki hii kûmet.yalnız askerlikten ib$ j ret oZamaylp idare de demelt olduğhaıdan iç meseleler, ma j lî ve İktisadî dâvalar ele alın ‘ mayıp- yalnız orduya dayanıl dı. öu *gtb cemiyefer ızmîb’â le uğrarlar. Malî istinat gana im ve yağma olunca bunun ilerisi gelmez. Milletleri istih salâtta bulunmak için serbest bırakmak iktiza edeler. Hükümet hiç bir zaman örfî idare, kumandan, memur, maaş, ver gi ve ganimet menzilesine in dirilme melidir.
Bir kere İçtimaî inkılâp olmadan, bu İçtimaî inkılâbı, hazırlamak için İktisadî ve terbiyevî ilerlemeler meyda na gelmeden siyasî inkılâp yap mak seraba aldanmaktır.
orsanın Kutusu
Sevgili kardeşim, insanin benim , gibi isi gücü olmazsa, işt# Hoyıe1 'te|f rikji halindeki kası ge-eetk haftaya ^mektuplar yazar. Açtırma kutuyu, söylemime kötüyü. Ne çare ki, Buç-sanın kutustı açıldı bir kere. Bir takım insanla^ver ki, kafalarına oturdukları koltuğu geçirmedikçe içim rahat et-meyecek; o^ür dünyşjyr da gözüm açık Jpîdeoeği'm»
Geçeıi mektubumda Bursatutn:7lyrp. y erinde kaimjştık değil mi? Kt’dğiımu yerden haşlayalım,. (Bilmediğin bir şehre gittin ini, en kplay bulacağın yer. g'BgJ evlerdir. O-tohıobnr bin, arabâyafıh, «çek KârhaneyöT» diye emri ver din mi, merak etme, arabacıdan evvel atlar anlar. Hani bindiğin otomobil şoförsüz bile olsa, tekerlekler harekete gelir, kendini doğruca aradığın yerde bulursun.
Bursanm genel evleri, Istanbulunkilerden bile mazbut. Şöyle yüz, yüz elli metre kutrunda bir daire çiz. Bu dairenin. etrafına üç dört metre yüksekliğinde duvar çek. Yalnız bir tar^fmı açık bırak ki kapı olsun. Kalhaneye damdan girilmez ya... Şimdi bu dairenin etrafına on beş ev sırala. Kapıya da bir bekçi iüe bir polis koy. Ne olur, ne olmaz, eloğu buraya keyfini yapmağa ayık kafa ile gelecek değil ya. îşte Bursanm genel ev [mahallesi oldu.
Bak sağdaki evin kapı önüne bir kız çıkmış. Fistanını yukarı kaldırmış, reklâmını yapıyor: «Her yerde var amma, böylesi yok.»
fDemme 4 ncü de)

ATATÜRK öldü
Yarm, Atatürkün ölümünün onuncu yıl dönümü dür. Bu münasebetle üzüntümüz sonsuzdur. Bizim üzüntümüz Atatürk’ün vücudunun aramızdan ayrılı şı kadar, fakat ondan daha çok, her sene Atatürk in kilâbının ölmesidir. Her yıl bir az daha iyi görüyor ve anlıyoruz ki, Atatürk inkilâbına ihanet edilmekte dir.
Atatürk’ün ölümündenberi her sahada ters yüzü ettiğimizi bütün millet anlamıştır. Ve asıl için en fecî tarafı şudur ki: Atatürk inkilâbına asıl ihanet eden lerin her biri birer büyük Atatürkçü kesilmişlerdir. Onların çalımlarından geçilmez olmuştur. Allahı kan dırmak için her sözüne besmele ile başlayıp her keli me başında yalan yere yemin eden zındıklar gibi, bu sahte Atatürkçüler de, Atatürk kalkanının arkasına gizlenip mel’anetlerini yapmaktadırlar.
, Emperyalizm boyunduruğuna karşı mücadele e den Atatürk’ü, Emperyalizm uşakları kalkan olarak kullanmak istiyorlar.
Laisizmin memleketimizde kök salması için uğra şan Atatürk’ü, mürteciler, yobazlar bir bayrak olarak kullanmak istiyorlar.
Halk menfaatleri için büyük bir halk hereketine önderlik eden halk kahramanı Atatürkü, istismarcı para babaları bir silâh olarak kullanmak istiyorlar.
Atatürk inkilâbından ne kadar geriye doğru gitti ğimizi anlamak için, Atatürk zamanında sesi kısılanla rın bu gün nasıl birer kahraman kesilmiş olduklarını ve bulundukları mevkileri görmek kâfidir.
Maddî bir deil olarak da on senedir, hâlâ ve hâlâ Ataürk’ü miuvakkat kabrinde yatırdığımızı hatırlat mak kâfidir. O on senede ki, ne asfaltlar, ne geziler, ne plâjlar, -ne saraylar yaptık yalnız Anıt — Kabir’i yapamadık. ,
O on senede ki, otuz lira maaşı olanlar milyoner oldu, .yabancı bankalarda atın yatırıldığı haberleri çfkü.
Oteller ve yeşil sahalar, ve merdivenler ve daha neler yapıdı. Yalnız ve yalnız şu veya bu bahanelerle Anıt — Kabir yapılmadı.
Ve Atatürk inkiâbına asıl sadık kalan, ileri fikir-Ii, hamleci ve inkılâpçı olanlar da mağdur ve mazlum bir halde türlü iftiralara uğradı,.
Bütün bunların sebebi şudur: Haksız kazanılmış, halkın sırtından çıkarılmış servetleri haklı göstermek ve halkı, buna inandı nmak. yani halkın uyanmasına mâni olmak için, olup bitenlerin etrafına duvar, çevir mek. îşte bu duvarlar da: Emperyal:zmi allayıp pul layıp yutturmak, Allahın lânetlediği hareketleri irti kâp edip sözüm ona dinci «olmak ve Atatürkün inkılâbına ihanet ederek Atatürkçü geçinmek... Asıl A-tatürkçüler bütün bunların farkındadırlar. Aziz Ata türk! hatıran önünde saygı ile eğiliriz.

BİR YANLIŞLIK
10 cu sayımızda «Başımız-dakiler nasıl zengil oldu?» başlıklı bir yazıda Kılıç Aliden bahsetmiştik .
Kılıç Ali’nin oğlu, gazeteci arkadaşlarımızdan Altemur Kılıç’ın verdiği malûmata gö • re ımezkûr hâdisenin faili Kılıç Ali olmadığını bildirmiştir. Özür dileriz.
Esat Adil ve Aziz Nesim’İn mahkemeleri Esat Âdil ve Aziz Nesin’in evvelki sayılarımızda bildirği miz mahkemelerine bilir kişi olanak tayin edilen İstanbul üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı profesör Hüseyin Nail Kübalı 5 Kasımda gelerek, dâvâ konusu o;an yazıyı ve Türkiye Sosyalist partisinin programını almıştır. Bilir kişi raporunu verecek ve 11 Ka sim Perşembe günü saat 16,30 da Asliye ikinci ceza mahkemesinde dâvaya devam olunacaktır.
Sahife: 2
BAŞDAN
Bir işçinin
X
Büyük bir bankaya giriniz. Orada veznedarın parmakları arasından her gün on binlerce liranın geçtiğini göreceksiniz. Fakat bu paranın hiç biri vez nedann değildir. Bir ayda elin den milyon-a yakın para geçen veznedar, kendisini, belki de kıt kanaat geçindiren maaşını alır. Bu da gayet tabiidir. Elin den bu paralar geçiyor diye, veznedarın bu paralar üstün de hiç bir hakkı olamaz. Çün
Bir okuyucu mektupu
Merdi Bay kal isimli bİT o-kuyucumuz yazıyor:
Emeğin ne demek olduğu herkesçe malûmdur. Bilhassa bileğinin, vücudunun enerji* sinden istifade ederek çalışan lar bunun mahiyetini daha i-yi takdir ederler. Takdir ha* mam kubbelerinde çın çın ö* ten boş seda gibi bir taraflı olursa, emek sadece boş g^y* retten ibaret kalır. Emeğin bu kötü duruma düşmemesi için teşekküller vardır. Hak her yerde nasıl aranıyorsa e* inekte de aranmış hakikî e* inekçilerin teşekkülleri mey* dana çıkmıştır. Bunlara «Sen dika» adı verilir.
Bütün dünya emekçileri en hür teşekküller sayesinde ken dileri için daha iyi hayat şart lan hazırlamaktadırlar. Emek vazifeden daha mukaddestir. Çünkü vazifenin başarılma* smda emeğe İhtiyaç vardır.
Ne yazık ki memleketimiz nüfusunun yüzde 80 ini geçen emekçi zümresi XX asrın kendilerine bahşetmiş olduğu o nimeti boC. yollardan istifadeden mahrum bulunuyorlar. Bunun günahı ve vicdanî mes uliyeti aydınların, idarecilerin dir. 2—3 gün evvel kutladığı* rnız 25 inci yıldönümü ile Cumhuriyet tam olarak bu problemi ele almamıştır. Sadece şatafatlı, yaldızlı sözlerle kuru vaatlerde bulunmuştur. Kurulan Çalışma Bakanlığı memleket şubeleri, maalesef kendi teşekkül kadrolarına iş bulmuş bulunmaktadır. Diğer hususî iş yerlerinde de patronun «man dinlemi yen pençesi altında yok paha sına çalışmakta, hattâ fazla mesai yaptırılmakta olmasına rağmen buna ses çıkarılmamaktadır.
Kurulan ımillî sendikalar da Icuklâ oyuncaklar gibi rahat insanlara tâbi hareket et -inektedirler. Gürültü patırtı ile hemen toplantılar dağıtılmakta bir karara varılamamaktadır.
Ey memleketimin emekçileri... Uyanmalısın. Senin iradeni morfinleyenlere karşı yekpare bir vücut olmalısın. Kaybolan hak öteki dünya gi bi aslı olmayan yerde ödenemez. Bu dünyada onu kurtar (mak azminde olmalıyız.
İstismar yanan ocaklarımı zı söndürüyor. Senin hakkın olan her şey, sana ait fikirlerle temin edilecektir.
Kelimeler, sözler yerine iş iste. İstemek hakkmdır. Yaşa mak hakkın olduğu gibi
kü bu paraların üremesinde ve kazanılmasında, vezneda nn hiç bir emeği geçmemiş tir.
işçiler bir veznedara benzer yainız aralarında şu mühim fark vardır. Veznedarın elinin arasından geçen paralarda e meği, yani hakkı yoktur. Hal buki yapılan mamuller doğru dan doğruya emeğin mahsu lüdür. Emek olmasa, ne ser maye, ne ham madde, ne âlet ler emtea istihsalinde başlı başına bir âmil değildir.
• İşçi elinin emeği olan oto mobili başkaları için yapar. Toprak işçisi tavuğunu başka larl için besler. Veznedar gibi, avuçlarının arasından hem de kendi hakkı olan para kayıp gider, başkalarının kasasını doldurur. __________
Bu günkü şartlar altında
Bunada beşinda-n geçen hazin n-maoeraszm okuyacağınız
Ali Konuk
işçi buna da razıdır. Kendisi ni patronun istismarına arzet iriştir. O en az ayakta dura cak kadar yiyecek, başını so kacak bir yer ve hiç olmazsa çalışamıyacağı günler için ha yatının sigorta edilmesini is ter. Fakat gözleri doymıyan ve işçinin sırtından mi.yonlar yapmaya alışanlar, işçilerin
9 Kasını 1948
Ihazin romanı
bu en mütevazi haklarını bile gasbetmek için türlü yollar bulmuşlardır.
Memleketimizde binlerce işçi gösterilebilir ki, bunların
• meselâ kolları fabrika kayı
■ şmda kopmuş elleri dişli ara
smda kalmış, gözleri bir kaza ya kurban gitmiş ve bir insan posası hal'nde, hiç bir hak da verilmeden bir safra gibi fab rika kapısından atılmıştır. Bu binlercesinden bir misalini ve rıyoruz. Burada zavallı Türk işçisinin romanını yacaksmız.
Şu karşınızda yaşayan clü halinde duran genç Konuktur .vücüdünün muhte lif beş yerinde mermi parça larl vardır. Yapılan bir ame liyatta ayağının biri kısa kal dığı için işte böyle aksiyarak yürür.(
bir oku
bir Ali
Ali Konuk 1932 senesinde, Enver Paşa’nın kardeşi eski adı,ile Tevhit paşa, yeni aidi ile Nuri Killigil fabrikasında çalışmağa başladı. Onun hay* tını .mahveden feci hâdise 1942 de olduğuna göre, demek ki ayni fabrikada 10 sene işçilik etmiştir. Şimdi başına gelen bu kazadan sonra hiç bir yer de, hiç bir iş yapamıyacak ve malûl bir halde, hiç bir hak da almadan kapı dışarı edilmiştir
Gelecek sayımızda han -gi oyalama yollarile Ali Ko nuk’un alatıldığını, ve kanu nen dahi hakkını arayamaz bir hale getirildiğini mufassa lan anlatmağa çalışacağız.
Ali Konuk’un hayatı Türk işçileri i:in ibretle okunacak hüzünlü ve olmuş bir roman dır.
LİBERALİZM NEDİR ?
(Geç ev sacdan devaım)
Liberalizm veya Liberal kapitaliz min gelişmesi: Derebeylik zulümlerin den ve toprağa bağlı kalmak mecburi yetinden kurtulmuş olan serfleri, lon çaların sika kayıtlarından âzad ka->an işçileri ve çırakları şehirlerde yeni bir esaret bekliyordu: Ömrünün so nuna kadar gündelikçi olarak kalmak esareti. Burjuvazi istediğine kavuşmuştu. İmalâthanelerini kurmuş harıl harıl işletiyordu. Denizaşm memleketlerden gelen uauz toprak mahsulle rinin rekabetine dâyanamıyan ve zaten ihtilâller neticesinde fakir düşmüş olan köylüler, şehirlerdeki lonca teşkilâtlarının himayesinden uzak kafan çrraklar ve fabrikaların ucuz malları na rekabet edemiyerek küçük imalât hanelerini ve tezgâhlarını bırakıp ze-naatkârlar akın akın patronun kapısına gelip iş dileniyorlardı.
Bu kadar iş isteği karşısında, kapi talist işçiye istediği parayı veriyor, iş çi de açlıktan ölmektense bu yevmiyeyi alarak, hiç bir sıhhî tesisatı ol-mıyan karanlık, izbe, tozlu imalâthanelerde, günde 16 hattâ. 18 saat çalış mak zorunda kalıyordu. Yedi, sekiz vuşmuş, liberalizm devri başlamıştı, du. Kapitalini istediği hürriyete kavuşmuş, liberalizm delvrı başlamıştı. Kapitalist elindeki bu ucuz ve bol işçi ile Hindin, Çinin, Yakın Şarkın, Af-rikanin Ve Amerikanın milyonlarca alıcısına mal yetiştiriyor, bu memleketlerden elde ettiği ucuz ham maddeleri işleyerek muazzam kâzlar temin ediyordu.
Bütün on dokuzuncu asır ; Avrupa fabrikaları, geoe gün | leyerek ucuz ucuz çalıştırdıkları mil yongarca işçiden elde ettikleri kıypıet fazlaları ile geliştiler, büyüdüler. Bü bir servet kapışma devri idi. Para kâ zanmak için herşey mubahtı: Dolandırmak, başkasını iflâsa sürüklemek,' müstemlekeleri yağma etmek, zayıf ve hakkını koruyamayanların hakları nı yemek, ezmek v.s.. Hulâsa gemisini kurtaran kaptandı.
Fakat bütün bu istihsal faaliyetine rağmen hemen hemen on senede bir doğan ekonomik buhranların önüne geçilemiyordu.
Kapitalist ekonominin tezatlarından doğan bu buhranlar emekçi sınıfını yeniden sefalete sürüklüyor, küçük sermayeli olanları ortadan kaldırıyor
ve bu suretle kapitalin mahhdut eller de toplanmasına sebep oluyordu.
Bu buhranları ( oğuran kapitalist başlıca ikidir:
a — Kapitalizm istihsali şahsî ol raıaktan çıkarmış, sosyal hale getirmişti. Halbuki mülkiyet şahsî olarak kalmış, sosyalleşmemiştl
Orta zamanda bir zenaatkârm kendi aletleri ile ve kelindi ailesile beraber alışarak çıkardığı mal tabiaıtile kendisine aitti. Çünkü o mal kelndisi nin ve ailesinin şahsî çalışmaları mah sulü îdi. Dolayısi2e^mülkiyet te şahsî idi.
Halbulki kapitalist istihsalde mal bir çok işçilerin çalışmaları mahsulü idi. istihsal sosyalleşmişti. Dolayusile çıkan malın da emekçiye ait o'tması icabettiği halde, bu sosyal çalışmanın mahsulü şahsa, kapitaliste aitti.
b — Fabrika dahilinde p.ânlı
istihsal olduğu halde cemiyette bir ist ihsal anarşisi, bir keşmekeş mevcut tur. Halbuki bu geniş istihsalin buhran doğurana masa için plânlı cemiyet te plânlı bir istihsale lüzum vardır.
Kapitalist çemiyetin bu iki ana tezadından bir çok neticeler ve buhran lar doğar. Bir misal ölmek üzere tek ni'k bir terakkinin kapitalist cemiyete tesirini ve bu cemiyette doğurduğu neticeleri tetkik edelim:
bir
ır
Kapitalst daha fazla kâr etmek i-çin istihsalini arttıracak ve iş gücünü daha fazla sömürecek yeni yeni makineler kullanmak ister. Halbuki her yeni icat, edilen bir makine işçilerin
1
İŞ-
bir çoğunun kapl dışarı edilerek işsiz kalmaları ile ve işsiz ordusunun art . (Uaasilc neticelenir. jr 'H
İşsiz ordusu da çoğaldıkça iş talebi-artacağından gündelikler yeniden dü şer. Bu suretle cemiyetin terakkisine ve istihhsalin artmasına yardım edeni, teknik bir terakki, kapitalist oefmiye tin tezatlarından dolayı işçi sınıfına .felâket getirir.
Fakat, yine ayni tezatlar dolayisile bu felâket emekçi sınıfına inhisar et m ez. Bütün bir cemiyete yayılır ve buhranları doğuran sebeplerden biri ni tenkil eder. Yine teknik terakki mi şalini takip edelim:
Emekçi sınıfı kapitalistin kâr men baı olduğu gibi, ayni zamanda en bü yük müşterisidir. Emekçilerin elinde para olmazsa, geçim seviyeleri çok aşağı olursa kapitalist en büyük müş
berisinden birini kaybetmiş olur. Malı elinde kalır. Halbuki yukarıda ver diğimiz bir teknik terakki misali nte ticesinde bile emekçilerin gündelikle rinin düştüğünü gördük. Kapitalist fazla kâr etmek için emekçiye daima az gündelik venmek temayülünde ol duğuna göre bir taraftan da kendi ku yusunıu ikazmış, emekçilerin geçim seviyesini düşüpmeklıe müşterilerinden büyük bir kısmını kaybetmiş olu: yor. Fakat kapitalist cemiyetin yuka rıda adı geçen tezatları yüzünden ka pitalist bu fedâkf tin önüne geçeirriez. Bir an gelir ki, kapitaliste ait ola-n mallar, gerek anavatanda ve gerek müstemlekelerde halkın azaltılan ge çim seviyesi yüzünden elinde kalır. Bu suretle fazla istihsal1 buhranı doğar. Aİlci bulamıyan malların fiatlan bindelnbire düşer. Bu yüzden fabrika lar kapanır. Milyonlarca emekçi açık ta kalır. Buhrana dayanamiyan küsçük sermayeler büyükleri tarafından kapışılır. Halkın artan sefaleti kapitalist mallarının yeniden satılmaması neticesini doğuru • ve fiatlar bu suret le başaşağl düşmeğe başlar. Bu iktisadı buhran cemiyette sefalet, ihtilâl, hattâ harp gibi facialarla neticelendik ten ve milyonlarca kurban verdikten sonra nihayet bulur.
Kapitalistlerin elindeki mallar satılmış. m?.l flsteği artmıştır. Bu yeniden bir buhran, doğuracak olan yeni bir İktisadî faaliyet başlamış olur.
Kapitalizmin ana tezatlarından do ğan bu buhranlar bütün liberal kapi taHiztn devrinde on senede bir tekrar edip' durur.
Her buhr,an diğerinden daha şiddetli ve daha fecî oluyordu. Kapitalizmin cemiyeti gitgide felâkete sürük lediği ve artık cemiyet için zararlı bir sistem olduğu anlaşılmağa başla m işti, tik zamanlarda fabrikasının ba çından ayrfımıayarak hiç olmazsa, bu suretle bilfiil çalışan kapitalist gitgide zenginleştikçe istihsalden tamamite ayrılmış, parasının getirdiği faizle ge çiniyordu. Bütün bir cemiyet âdeta onun için çalışmakta öd i. Liberal kapitalist cemiyetin gelişmesi neticesin de kapitalist zararlı ve tufeyli bir sınıf hadine gelmişti.
işte Liberal kapitalizmin, on dokuzuncu asır zarfındaki gelişmesi neticesinde vardığı bu devreye Emperya lizm devri denir.
9 Kastın 1948

BAŞDAN


Sahife: 3
Uzun etek kısa etek
Oamokrasi kahramanı Jores
Kadıköylü Leyla’nın AksaraylI Fatma kızın eteğinin ucu Amerikalı milyonerin parmakları arasındadır
la kalan mallara müşteri mak için, moda kralları hare kete geçti ve dünyanın moda merkezi, dünyaya iktisaden hâkim olan Nevyorka taşındı. Ve etekler de bugünkü gibi sokakları -süpürür cesin e uza-zadı. Mantolar bollaştı. Bu bol kumaşlara uymak için o zaman rahat ve keyfine göre hareket eden sınıfın estetik kanunları harekete geçti ve ona göre ve ona uygun saç modası, kundura modası, şap ka modası meydana geldi.
Çorapsız gezmenin moda ol ması, çoraplı gezmek, Naylon ve saire hep bu İktisadî sebep le rahat rahat izah edilebilir. Görülüyor ki, moda kralları da, bütün diğer krallar diktaibrıer gibi, müstakil, hâkim birer insan değildirler. Onlar hakikatte paralı sınıfın, patr.opjaj^ zenginlerin otomatıkman ve ra herleri bile olmadan uşakları ve hizmetkârlarıdır.
Bu meseleyi böyle izah ede meyenler, kadın etekleri kısalınca, beyhude yere,
• — Namus elden gitti, din elden gitti, kâfir olcuk- gibi aptalca döğünürler ve»:ahlâkın namusun iadesi için ahlâk ve din vâızlarinda bulunurlar.
Sonra etelkler ızayınca. karılarına, kızlarına kumaş jparası yetiştirmek iç® çırpınır dururlar. Eskiden meselâ bir kadın elbisesi 2,5 metreden çıkarken şimdi dört beş metreden çıkıyor. Her kadının her elbisesi için artan bu iki metrenin, bir kırnaş fabrikasında kaç metre olduğu-
nuzdan neler kazanıldığım anlar ve gözlerimiz„faltaşl gibi açılır.
Eğer namusun.1'âhlâkın elden gitmemesini hakikaten u halkı daha fszla kazıklaması, tiyorsak, bu işin kuru vâız -ceplerini doldurması lâzımdı, farla, nutuklarla olmıyacağt Yine moda kralları harekete nı anlamalıyız. Ve asıl sebep geçti. Bu sefer etekler uzadı, olan iktisadı ahenksizliği >bi-elbiseler bollandı.
turan moda krallar,, keyifle. Ne zaman o müthiş hinci Ç rine göre mi hareket edip. ,fel«ketl başgosterdı. >
omun uunya taşanlarım emir Aynı sebepler nencesınde, ay > lerini dinleyecek birer köle »■ neticeler, gördük. Mesela \ haline getiriyorlar. Acaba bu k»(bnhrın mantoları iki veya J moda dediğimiz belâya sadej üç ayn ronk ve cins tamaş- .
ne etekler kısaldı. /
îkinci Cihan Harbi sonun- \ da, fabrikatörlerin elinde
I
I
Bir zamanlar dünyanın mo da merkezi Paristi. Sonra bu iş Londraya havale edildi. Bil hassa erkek modasının merkezi Londra oldu. Dünyanın bütün rahat sınıfına mensup insanlar, hiç olmazsa elbisele ri ve süslerile, sırtlarından ge çindikleri halktan üstün gözükmek için, tayyarelerle Londradan, Paristen elbise madelleri getirtirler, yahut ölçülerini telgrafla vererek, Paris ve Londra terzilerine el biselerini diktirirlerdi. Her şeyde olduğu gibi, son senelerde dünya moda merkezinin Nevyorka taşındığını görüyoruz.
İngiltere, şu üzerinde hiç bir zaman güneş batmayan muhteşem imparatorluk, müs temlekelerini elde edip te müstemleke halklarının derilerini soymağa başlamadan çok evvel, dünyanın moda merkezi muhteşem Osmanlı imparatorluğunun paytahtı îs tanbuldu. Baha biçilmez şark kumaşları, şarka ait süsler, Avrupalı zenginler için çok ekzantrik bulunmaz Hint kumaşı idi.
Görülüyor ki, dünya moda merkezi, dünyaya iktisaden hâkim olan devletin merkezine taşınmaktadır. Bugünkü İktisadî nizam, yani kapitaliz me meme veren liberalizm devam ettikçe, bu da böylece devam edip gidecektir.
Bu moda merkezleri, zaman zaman yeni modalar çıkarırlar. Meselâ son yirmi sene i-çinde elbise modellerinin yal nız etek kısımlarını bir gözden geçirelim. Evvelâ kadın etekleri, oyluk kemiklerinden bir karış yukarıya kadar a-çılmıştı. Sonra dizkapaklan-tıa kadar indi. Tekrar yuka rılara çıktı ve bugün hep gör düğümüz şekilde, kadınlar paçalı tavuklar gibi, süpür süpür uzun eteklerle gezmeğe başladılar. Acaba bunun sebepleri nedir . Londrada, Pariste, yahut Nevyorkta o-turan moda kralları, keyifle, rine göre mi bütün dünya insanlarını emir
bireT
haline getiriyorlar. Acaba bu
estetik kanunlar mı hâkimdir?
Filhakika modavı doğuran «=ebepler arasında şüphesiz esj
tetik te bir sebeptir. Fakat başlı basma ve en mühim sebep değildir. Bütün sosyal me selelerde olduğu gibi, moda meselesinde de asıl rol oynayan unsur, iktisadidir. Bu id diamızı isbat için, uzun etek, kısa etek, bol elbise, dar elbise, dar paça, bol paçaların moda olduğu zamanları ve o zamanların İktisadî şartlarını şöyle bir gözden geçirelim:
Birinci Dünya Harbi sırasında milyonlarca insan, savaş meydanına gönderilmişti.
Bunlar istihsal sahasından ayrılmış, üstelik istihlâke geç miş unsurlardı. Bu milyonlarca insanı giydirmek için de milyonlarca metre kumaş dokumak lâzım geliyordu. Bütün kumaş fabrikaları, cephe deki omdu l ana kumaş yetiştir mek mecburiyetinde idi. Devletlerin bütün bütçeleri, millî müdafaaya ayrılmış, mil lî müdafaa bütçesi de, harp levazımı, harp silâh ve vasıtaları ve kumaş fabrikatörle rinin cebine akıyordu. Bu hengâmede, fabrikatörler, elbette harp dışındaki insanlar için fazla kumaş çıkaramazlardı. Dünya kumaş ihtiyacını azaltmak için, moda kral ları, elbiseleri daraltmağa, pa çalan büzımeğe, etekleri kısaltmağa mecbur olmuşlardı. Birinci Dünya Harbi sonunda dünyanın malûm İktisadî buh ram yüzünden, kumaş istihsali büsbütün azalmış ve etekler de kadınların baldırlarına kadar kıssf.mıştı. İki Dünya Harbi arasında istihşalin alabildiğine arttığı, bu sefer mal fazlalığı yüzünden buh - ; Tanların doğduğu, fabrikatörlerin alıcı bulamadığı devirlerde ise, istihlâki arttırmak lâzımdı. Yani fabrikatörlerin, patronların fazla mal satarak ,
bul
ve hakikatte
Fransanın Kastr kasabasında bir küçük borjuva a~ ilesi arasında 1842 de do’ ğan Jores Fnansız sosyaliz* minin şeflerinden biridir. Tufuz da felsefe profesörlü ğü yapan Jores evvelâ idealist (fikirci) idi. Daha sonraları idealizm ile sosyalizmin arasını bulmağa çalış* tı. Lâtince olarak «Sosya* lizmin kökleri» ni araştıran bir tez hazırladı. İlk defa 26 yaşında mebus seçilen Jores, parlâmentoda solların tarafını tuttu. İ kinci seçimde kazanamaym ca Tuluz üniversitesindeki kürsüsünün başına geçti.
1885 de radikal mebus ve 1892 de müstakil sosya* list mebus seçilen Jores 1902 den itibaren Fransız meclisinde sosyalist grupun lideri o'du. Fransanın en büyük hatiplerindendi. Sos yalistliğini ısrarla ve iftihar la ilân ettiği nutuklari’e bü yük bir şöhret kazandı. Bü tün haklı dâvaların avukatı olan Jores, Emil Zola ile birlikte masum Dreyfüs meselesinde gayet faal rol oynadı.
^Jores parçalanmakta o-
■■■««
lan sosyalist partisinin birliğini sağlayarak Fransız sosyalizminin şefi öldü. Ba rış uğrunda elinden gelen her yy i yaptı ve bu uğruda hayatını da verdi.
1904 te gündelik Huma nite (İnsanlık) gazetesini kurdu. Harbi önlemek için Filansız — Alman yanaşma sının taraftarı idi. Bu yüz* den mürteeilerin kinini ü-zerine çeken Jores, 1 ağustos 1914 te yani Birinci Cihan Harbinin ( arifesinde, harp kundakçılarının parmağı ile Wiliam adında bir nasyonalist tarafından öldürüldü.
Cesedi harpten sonra Panteon millî mabedine naklolundu.
Jores demokrasiye derin bir surette bağlı idi. Sosya list bir görüşle cihanın demokrasiye doğru yol aldığı nı görüyordu.
Jores vatan sevgisinde» ilham alan bir beynelmilelci (enternasyonalist) idi. Nutuklarından birinde «va tanını sevmeden, nasıl bir beynelmilelci ou ma bileceğine akıl erdiremediğini» söy lüyorcıu.
“Basın Yayın işçileri» sendikasının çayı
Dün «Basın yayın işçileri sendikasının çayı Marmara lo katinde verilmiştir, veftlîierin neşeli havası içindu som ermiştir. Bu çaya bilhas sa gençlik itibar etmiş, salon
da mühim ekseriyeti teşkil est inişti.
Çay d(&- KlnLn maksadı ve gayesi mor»


lip, onu ortadan kaldırmalı yız.
Şunu iyice bilmeliyiz ki Ak saraylı Fatma kızın, Eyüplii Ayşe Hanımın, Kadıköylü Bayan Leylânın eteğinin ucu bugün Amerikalı milyonerin parmakları arasındadır. Biz
istesek te istemek te, o milyc ner istediği zaman bu etekleri tâ yukarılara kadar açıp bizi dünyaya rezil edebi^p.
lekette işçi dâvasının tahfifk. me çalışmak ve merrieket eko nomik hayatında endüstri» en ileri memleketler seviye®: ne erişmemize hizmet etmektir.
Çünkü Hendıkalizm bugünkü dünyanın en dinamik nizamı dır. Bu nizamdan ayrı ve u-zak olan m i İletiler daima küçük ve boynu bükük kalmağa mahkûmdur.
Basın ve yayın işçileri sendikasının en bariz vasfı hür şendikaLizmi ve işçi dâvalarını vatanseverlik olarak efe al mış olmasıdır.
faz
halk gazetesi
Salı günleri çıkar
Gazetenin kurucusu ve sekreteri:
Azız NESİN
Sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden: Rifat İlgaz
Adres: Kumkapı, Derinkuyu Sok. No. 4 İSTANBUL
Telefon: 21131 ABONE: Bir yıllık: 500 Kr. Altı aylık: 250 Kr.
Fiatı: 10 Kr.
Yıl: 1 — Sayı: 14 9 Kasım 1948 Sah
Dizildiği ve basıldığı yer: Osmanbey Matbaası
î
9
Nasıl sevmezsin Heybeliyi, Ne evim, ne bahçem var, Ne iskelesinde sandalım Ne param var savuracak
( : ı . denizin», mehtabına.
Ne asfaltını tırmanacak dermanım Rüzgârında payım var olsa olsa Bir nefeslik. _Bk
Ben insanların belki en yorgunu, Denizli, güneşin hasreti bende. Bende yaşamanın, çalışmanın hasreti... Mevsimsiz sevmesini bilirim. Vakitsiz düşünmesini, Düşünüp te üzülmesini.
Gülüşüm, bakışım ayrı, Belki üzgünüm biraz, yılgın değil, JFlırkındayını olup bitenlerin.
Nasıl sevmezsin Heybeliyi, Herkesin bağı, bahçesi ayrılmış. Denizde kotrası, yalısı. Ayırmış ayıran hastanesinde, Bbr m de yatağımızı.
♦***•**• Rıfat İLGAZ
TÜRK KLEOPATRASI
Yazan: Kerim Sadi
Kitabın içindekiler: Darvin ateizme karşı silâh olabilir ini?— Baron d’Holbach’ıın bir eseri — Ahmet Şuayp ve Gustave Le Bon (— Bcrgso-nizm ■— Marx’la Durklıeim’in «akrabalığı» meselesi— Marx ve Engdbs’ten çevirmeler. 50 kuruşluk posta pullu karşılığında kitap adresinize yollanır.
Tarihî maddecilik gözil»
MÜLKİYET VE İDEOLOJİ
Kfimal Yalazkan
İstan bulda Jniversite ve An-karada Çankaya kitapevlerin, de bulunur.
I
I
Sıhıfe: 4
BALDAN
9 Kasım 1948
Hikâye:
Bnrsaname:
Çingene
Yazan: Sabrı soran
— Maşalarım var, iyi maşalarım var!.
Kalamışı Fenerbahçe caddesine bağlayan ve daha çok arsalar içinden geçen ince top ratk yolda, ellerim ceplerimde, kasketimi arkaya atımış. ağır ağır yürüyordum.
Uzun müddet susuz tepeler arasında, binbir mahrumiyet ve meşakkatle hürriyetten u-zak yaşamış, onun yokluğunu iliklerime kadar duymuştum. Şimdi her şey ne kader güzel di.. Deniz, gök, kumsal, eteklerini kaldırmış ve iri meme lerini bir torba gibi sarkıtarak denizde yürüyen şişman kadın, kumsalda oynıyan çocuk lar — bunların çoğu donsuzdu — ve onların bir kenarda duran elbiseleri — bir yığın paçavra — benim çoktanberi boyarunıyan ayakkaplarım, pan talan umun aşınmaya başlamış paçası, ince belli genç faz, yanık derili delikanlı, kar puz ve kavun yığınları, şişeden bardağa boşalan gszoz. garsonun bembeyaz ceketi, her şey, her şey, bütün dünya ve hava gibi göğsüte dolan hürriyet ne kadar güzeldi.
— Maşalarım var, iyi maşa tarım var!.
«Ve sen, sevgilimiz, gözbebeğimiz hürriyet; Senin aşkın yanıyor gözlerimizde. Senin aşkın söyletiyor bize
Hürriyet şarkısını.. Uğrunda dökülen kan
helâl olsun. Canlar feda olsun sana..»
Ve bu şiir ne kadar güzeldi..
Ve gravatım, bu güzel günün ılık rüzgârında, bir bay rak gibi dalgalanıyordu.
•— îyi maşalar...
Ve bu kız ne kadar güzeldi. Bu kız çok çirkindi, suratına bakılamıyacak kadar çir* kin, kara, pis bir Çingene kı* zı idi. Yalnız göğsünde titreyen iki nokta gözCeri çelkebi-lirdL Fakat ben bu kıza «çirkin» diyemezdim, dostlarım.
Her şey o kadar güzeldi ki.. — Falına bakayım mı;
— Falıma mı? Bizim fallımıza bakılmış kızım.
■— Bir de ben, bakayım. S’-" fantin varsa dağılır,, feraha çıkarsın...
— Sevgilin de bu civarlarda.
— İşte bu sefer yanıldın.
— Ben hiç yanılmanı. Sevi yorsun ve sevgiline çok yakın da kavuşacaksın, amma biraz daha sabretmen lâzım. Arada düşmanların var.
Derhaf bir şiiri hatırladım: «Biraz daha sabredelim ço -cuklar..»
Civarlar kübik, zarif apar-tımanlar, büyük ağaçlar arasına gizlenmiş köşkler ve yalılarla çevrili idi. Şişman kadın, donsuz çocuklar, karpuz ve kavun yığınları arkada kal mıştı. Befvü bahçesinde pan-talonlu kızlar dansediyordu. Tenha bir köşede yanık derili delikanlı ince belli genç kızı sarmıştı muhakkak.
— Bana iyi bir karpuz seçer misin?
— Beğendiğini al; hepsi iyi. Beğendiğimi aldım. Bu iyi bir karpuzdu, kıpkırmızı idi. Kumsalda oynıyan çocukların göz.eri alabildiğine açtı. Ah, gözerle karpuz yenebilse!.
— Alın çocuklar, yiyin bu karpuzu!..
Çingene kızından uzaklaş" mıştım, daha doğurusu Çinge ne kızı benden uzaklaşmıştı.
— îyi maşalarım var...
— Ne olursa olsun ben bu Çingene kızını takip edece -ğim.
Böyle söyledim amma aksi istikamete yürüdüm. Ve sels, Çingene kızının sesi, yavaş yavaş kalyboldu. Şimdi ortalığa Belvü bahçesindelki caz hâkimdi.
«— Demek âşığım ha... Hem de selvdiğim bu civarlardal. Sakın şu pantolonlu kızlardan biri olmasın?»
Güldüm.
«— Çingene kızınn hakkı var. Ben âşığım, yüreğim cayır cayır yanıyor. Gravatımm de sevdiğim bu civarlarda, mi?
(— Sevgiline çok yakında kavuşacaksın.
(ç— Elbette. Sana verdiğim on kuruş helâl olsun.»
Kızı
Cebimde on kuruş vardı, onu da Çingenel kızına vermiştim. Belvij/ bahçesindeki tarife bir kahvenin doksan kuruş olduğunu söylüyordu. Bir kahve doksan kuruş, bir Çingene kızının falı ise on kuruş... Bu muazzam ihtikâr ve açıklık karşısında bu gü" zeEik nasıl oluyor da isyan etmiyor, bu tarifeyi parçalamıyor ve bu cazı susturmuyordu? Yoksa pantalonlu kız 1 ardan mı korkuyordu?
Çingene kızı, karpuzcunun yanındaki hasıra oturmuş, karpuzcunun falına bakıyordu. Çocukların gözleri af.abil" dığine açtı. Karpuzcu Çingene kızına bir karpuz verdi. Çingene kızı karpuzu çocuklara uzattı:
— Alın çocuklar, yiyin bu karpuzu.
— îyi maşalarım var, iyi maşalar satıyorum.
Çingene kızı, bir boyacının arkasına takılarak, Kuşdili ta rafındaki tenha kırlara doğru giderken ben soyunup denize girdim. Elbisemi «bir yığın paçavra» nın yanma bırakmıştım. Çocuklar karpuz yiyordu.
• Ve her şey o kadar güzeldi ki...
Hkrriyeti kucaklar gibi denizi, göğü ve bütün dünyayı kucakladım.
Okuyucularımıza
Bundan. evvel muhtelif isim ler altında ve başka başka ko nularla çıkardığımız çeşitli neş riyatın mevcudu kalmamış ve kolleksiyonları kıymet kazan mıştır.
Bu sayısı ile, üç buçuk ay dır fasılasız neşrettiğimiz ve 14 üncü sayısını idrak ettiği miz ( B a ş d a n ) gazetesi de her kütüphanede bulunma sı gerekli ve sık sık açıp baki lacak gazetelerdendir.
Eksik sayılarınızı şimdiden alarak, kolleksiyonlarmızı ta marnlamanızı tavsiye ederiz.
Adresimize yollıyacağinız 10. kuruşluk pul karşılığında iste di-ğiniz eski sayılar adresinize gönderilir.
•— Uzat bana sağ elini.
Gözlerimi Çingene kızının siyah, çapaklı gözlerine diktim:
— Sol elimi uzatsam olmaz mı?
— Olmaz.
— Neden?.
— Olmaz işte...
— Öyle ise ben de baktırmam.
Çingene kızına sol elimi u~ zattım; .maşalarını yere bira karak dilerinin içine aldı, c>-kudu, üfledi, avcumdaki çizgilere uzun uzun baktıktan sonra,
— Şen âşıksın, dedi.
•— Âşık mıyım?
«— Hem de nasıl? Yüreğin cavır cayır, çıra gibi yanıyor.
— Yapıma Çingene kızı.
HÜR ~——
f
i
s
«Işıklı günler bekliyoruz» sevdiceğim. Bembeyaz ve nurdan..
Daha güzel günler gelecek bir gün, Buram, buranı insanlık tütecek gözlerde Omuz, omza, saf, saf
Bir şarkı tutturacağız alabildiğine hür.. «Işıklı günler bekliyoruz» sevdiceğim..
Bana öyle uzak kalmıyacaksıfl yâdellerdc Yanıbaşmda beni buluvereceksm bir gün Kolbınm çığlık, çığlık açılmış..
Dudaklarımda çocukluğumu anlatan bir şarkı Şaşıracaksın ne yapacağını..
Gözlerin dolu doluvert’cek
Ama ağlamanı istemiyorum..
Üzerinde o dallı basman olmalı
Sevinçten çılgın, atılmalısın kollanma Hür olmanın zevkini1 çıkarmalıyız seninle.. Katmer, katmer...
*-**•**•***•■*■-** *-^« T;ınk Dursun
i
I
Bur sanın
Kutusu
(•Baş tarafı 1 de)
— Tuh Allah cezasını versin. Ne memlekette yaşıyoruz. ahlâk kalmadı.
Neden böyle söylüyorsun birader, ticaret serbest değil mi bu memlekette? Kârhanecilik te resmen tanınmış bir ticaret değil imi? E, insaf et, kızcağız reklâmını yapıyor.
Çok istiyorum, ki, bu mektubumu bütün kadınlar oku sunlar. Belki bana kızacaklar bulunabilir. Fakat benim ne kabahatim var. Fotoğraf makinesi her zaman Uludağm karlı çamlarından güzel manzaralar çekmez ya. Biz o işi sayın BursalIların — tabiî resmî makamlarının — misafiri olarak Çelik Palasta ikamet eden asaletlû muharrirlere bıraktık. Eğer fotoğraf makinesi bir çirkefin resmini çekti ise, makineye kızıp yere atmak doğru olur mu?
Ey Türk kadını Ey ak sütünü emdiğim anam, ey kız kardeşim, karım, ey üzerine titrediğim kızım. Cinsi lâtif diye pazara çıkarılan hemcinsinin, hoyrat ellerde, belediye nin resmî tarifesi üzerinden mıncıklanmasına nasıl müsaade edebiliyorsun? Hâkim oldun, hekim oldun, yargıç oldun, dalkıç oldun. Bu suretle ağzına bir parmak bal çalıp, çarşaftan ve peçeden kurtulmakla kadınlık haklarım elde ettiğini söylediler. Erkeğin cinsî suç işlemesi mübah görülen memlekette, neden erkekler sermaye olarak kârhsneye düşmezler de, senin... affedersiniz, kalemim kaçtı, yine u kalâlığa başladım, biz gelelim kârhanemize. Şu küçük eve girelim. Burada beş sermaye var. Kart sesli pezevenk kan, kerevetin üzerinde kasasının önüne oturmuş. Pezevenk karının pezevenk kocası, işlerin kesatlığından şikâyet ediyor. Galiba Yed'i Eylül kararları kârhanecileri de müteessir etlmiş. Bu evin en güzel kızını, başka bir evin patronu a-yarttığı için adam fena halde içerlemiş: «Zararı yok diyor, orospuluğu ondan öğrenmedik, biz ona öğrettik!» Sonra ilâve ediyor: «Gün olur ayı besler, ay olur yılı besler.» İlk defa işittiğim bu darbımesele bayıldım. Haydi buradan, çıkalım. Tam karşıdaki beton bina, buranın en lüks evi. Hakikaten buradaki kızlar bir içim su. Her genel evde bir besili köpek veya güzel bir kedi var. Belediyenin duvarlara asılı resmî tarifesine göre, bir vizite iki buçuk lira. Eğer gecelik kalırsan on bir lira vereceksin. îki buçuk liranın bir buçuk lirasını, on bir liranın da altı lirasını patron alıyor. İstismarın bu derecesi hiç bir yerde görülmemiştir. Bir patrondan bahsediyorlar, üç evi, bi apartımanı varmış. Bir başka patronun da fevkalâde bir otobüsü ile üç yüz; bin lira nakit parası varmış. Ben hesapladım, bir patronun, yirmi dört saatlik vasati kazancı, yetmiş lira ile yüz lira arasında. Yüz elliyi bulan da var şüphesiz. Demek ki bir kârhaneci karı, orta derecede bir memurun bir aydaı kazandığını, bir günde kazanıyor. Tevekkeli değil, memleket te günden güne kârhaneciler çoğalıyor.
Haydi diyelim ki, yüz liradır, yirmi de vergisine algısına çık, safî kâr 80 papel. Ne oldu sanki, taş atıp ta kulun mu yoruldu? Üstelik kızların odalarına mangal bile koymuyorlar. Kömürleri, sabunları, yiyecekleri, giyecekleri kızların üzerine. Orospu bu, kendini beğendirmek iç:n güzel giyinmeğe, sürtüp sürüştürmeğe de mecbur. Busada en fazla kazanan sermaye günde on lira kazanabiliyor. Sermayeler de iki türlü: Bir kısmı anlattığım gibi, patronla ya-rıcı olarak çalışıyor ve marka üzerinden hesaplaşıyorlar. Fakat bir kısmı var ki, artık geçmiyor zavallılar. Onlara patron aylık hesabı veriyor. Hattâ boğazı tokluğuna çal— şanlar bile var.
Bursa genel evlerine ve bir genel ev kadınına ait notlarımı başka bir mektupta yazmak istiyorum.
Aşağı: yukarı, medenî memleketlerin çoğundan, bu şeki.de yani resmî surette kadın kiralanması ve satışı kalkmıştır. Fakalt maalesef Fransada hâlâ var. Fakat Fransız kadınlara, bu işte çok hassas davranıyorlar ve müth:ş bir kampanya açmış’bulunuyorlar. Bu hususta ileri düşünceli Fransız kadınları. muhafazakâr erkek ve kadınlarla amansız mücadele halinde. Bundfen beş altı ay evvel Fransada bu mevzuda toplantılar oldu, yapılan münakaşalar bir hayli çekişmeli oldu. (Sabahattin Eyüboğlunun Varlıkta çıkan Paris mektupları).
Kafası Örüm çekli evli erkekleı- zannediyorlar ki, eğer kârhmeler kalkarsa bütün zanpara herifler, karılarının • üzerine çu 11 anacaklardır. Yine namuslu geçinen evli kadınlar da. kârhaneden boşalan fâhişelerin kocalarım ellerinden kapacaklarını sanıyorlar. Her ne hal ise, bu mevzu, bana kalırsa mühiim bir memleket dâvasıdır. Maalesef şimdiye kadar üzerinde durulmamıştır. Hiç bir resmî makam-den kapacaklarım sanıyorlar. Her ne hal ise, bu mevzu. Görülüyor ki hâdise aslında çirkin ve yüz kızartıcıdır amma, maalesef vardır.
Yine daldık ukalâlığa be kardeşim. Eşe dosta selâmlar eder, gözlerinden öperim.