"•v v,)-/yı,. «r
dünyaya * alım !...
Nletzsche
ayı : 135
Yazılar ve Yazanlar
I'lAvo : Ö^Şvekil İsmet Ilz. mixx n^ıtııl^laı-i
.....- t ;
Mektepten çıktıktan sonra
Okadap y akna mı ?
Kul Mehmet , # -
İlim ve| demokrasi
___ f- v
Türk-Fîfansız iiilâfnamesi Bir kaç manzume Altıncı resim sergisi-Resimli Oda»Şîîr
İngilizMesai Fırkası'mn beyannamesi Kreman kemanı-Hikâye
'X' ' -
Mımister-Tefrika* 6 Hayat ve neşriyat
' W
Vv
15 Kuruş
Mehmet Emin Mustafa Şekip Köprülüzade M. Fuat
Dr. Galip Ata * * *
Rıdvan Nafiz-Celâl Sahir
Sabri Esat * *
A. Hamdi-Hoffmann Dostoîevski - A. Ragıp Hayat.




Sayı
135

ANKARA
I ■
tu r
Ta
ihterem Okuyucularımıza
Mecmuanın on beş günde bir defa neşriyle abo-ımizin hakları zayi olmamıştır. Fiat artmadığı için jmua sayı hesabiyle gönderilecektir.
2 — Abonelerimizden bazıları bilhassa muallimler adreslerini değiştirdikleri ve yahut tatil dolayısiyle başka taraflara gittikleri halde idarehanemizi haberdar etmiyor lar. Bu yüzden yanlışlıklar olduğundan abonelerimizin bu gibi ahvalde bizi haberdar etmelerini ve adres değiştirenlerin ayrıca 25 kuruşluk pul göndermelerini rica ederiz.
Hayata, daima hayata., dünyaya daha çok hayat katalım /...
Mietzsche
mektepten çıktıktan sonra
1929 tedris senesi nihayete erdi. Birçok genç artık hayata atılacaklardır. Girecekleri cemiyet içinde çalışırlarken mektep sıralarında o kadar kuvvetle duymadıkları müte-zat hislerle karşılaşacaklar, içlerindeki ihtiraslarla, hariçte görecekleri mukavemetler arasında kendileri için açacakları bir yolda yürüyüp gideceklerdir.
Liseden çıkan gençler önlerinde « ne olmalıyım» hangi mesleğe girmeliyim ?„ suali karşısmdadırlar. Yüksek mektepten çıkanlar ruhlarında bir an evvel bulundukları meslekte en yüksek mevkie çıkmak, en menfaatlı işi bulmak ateşini taşırlar. İçlerinde cemiyet ve tabiat içindeki tezatlar karşısında bocalıyanlar da olabilir, yahut bugünün cereyanları karşısında kayıtsız, kendilerine verilecek işi makine gibi yapmağa yarayanlar da vardır. Bu gençlerin duygular: arasında dolaşınız, azçok istikbali görürsünüz .
Xe olmalıyım, hangi mes-
leve girmeliyim?» Endişesi içinde kalan lise mezunları
kendileri için doğru bir yol bulmak istiyorlarsa istidatlarından başka hiçbir tesire kaoılmamalıdırlar.
A
İstidattan maada gençler üzerine tesir yapacak binbir amil vardır. Yapamıyacağmız işlere bugün için daha kârlı olduğunu ileriye sürerek girmeği teklif edenler, istidadınız olan meslekte kuvvetli ve liyakatli olmak için uzun çalışmak lâzım geldiğini söyleyerek sizi yese düşürenler bulunabilir; bunların hiç birine kulak asmayarak en liyakatli olabileceğiniz mesleği tereddütsüzce tercih etmelisiniz, o mesleğin en kuvvetli adamı olmak ihtirasını daima duymalısınız. Bilinmelidir ki her meslek kuvvetli ve liyakatli adam bekliyor. Tebellür etmiş istidadı olmayan gençlerin meslek aramalarıdır. Çok yazık ki mekteplerimizin bir kısmı gençlerde hakikî istidatların açıkça belirmesine müsaade edecek vaziyette değildir. Gençlerin çoğu en ziyade hangi yolda liyakat gösterebilecek bir haldedir, bunu bilmiyerek hayata girmektedirler.
Tabiat ve hayat çok merhametsizdir. Yapamayacağınız işe girerseniz mütemadiyen ezilirsiniz, eğer kalbinizde yükselmek hırsı da varsa o vakit liyakattan, ehliyetten,
— Mekteplerini bitirenlere —
doğruluktan başka tariklerle ilerlemek isteyeceksiniz. İşte o zaman cemiyete muzır bir insan olursunuz.
Mektepler, talebesinin günün birinde muhtelif yollara gireceğini düşünerek onları bir kalıptan çıkmış insanlar haline getirmekten ziyade en ziyade beliren istidadının inkişafına yardım eylemeli, o yolda hakikî mürşit olmalıdır. Bunun için onlara beğendikleri işle uğraşmağa vakit bırakmak, isteklerde kitap seçmeğe ve okumağa hevesli yapmak lâzımdır. Bunun lâzım olduğuna samimiyetle inandığımız ve yapabildiğimiz gün gençlere hakikî yardımı yapmış olacağız.
Yüksek mekteplerden çıkan gençler hayata atılıyorlar. Her şeye muhtaç bir memle-tin istikbalini teşkil edecekler. Onun için emel elbette şu dur: daha evvel geçenlerden fazla ehliyetli olmak... Bunun birinci şartı girdikleri meslekte daha evvel çalışanların yaptıklarını iyi bilmek, yapamadıkları noktaları iyi takdir eyliyebilmek, onların zayıf ve kuvvetli taraflarını bulabimek.. Böyle bir muvazene yaptıktan sonra liyakat ve kuvvetı-
-Lütfen beşinci sahifeye bakınız-
HAYAT, 2.
jngiliz nazırının dediği gibi suıh
6 kadar yakın mı?
"oeo Sulh şeniyetîne hiç olmazsa menfi tesirler yapmaktan sakınmalı, ve hilelim ki onun yaklaşmakta olduğu günler her halde bugünler değildir*,,
Geçen hafta iktidar mevkiine gelen İşçiler Kabinesi Hariciye nazırının, gazetecilerden birine: Milletlerin harp için sarf ettikleri milyonları sulhun terakkisi yoluna akıtabilirsek bundan millet müteşekkir olacak ve biz de bu teşekküre lâyık olacağız !„ tazrındaki beyanatını okudüğum zaman, birdenbire bütün hafızasını kaybetmiş bir adam gibi oldum ve içinde yaşadığımız bilgi ve kıymetler âleminin bir saniyede muhitimizden kaybolduklarını zannettim. Yalnız bu kaybolan âlem yerine bir başkasını göremeyince kendimi toplayarak söyledim : "Acaba bu büyük iş bir kabine veya fırka meselesi olacak kadar ne vakit ve ne çabuk kolaylaştı? Dünya bu kadar değişmiş te bizim mi haberimiz yok? Böyle olsaydı o müthiş içtimaî tazyiki duymamak kabil midir? En küçük bir zelzeleden bütün dünya haber alırken bütün insanlığı coşturacak muazzam bir içtimaî inkilâp böyle yalnız
bir ağızdan mı fışkırıyor? Yok bunda her halde bir yanlışlık
olacak. Yalnız mühim şahıs ve
mevkilerden ruhlara akseden fikir
ve ümitlerin tesirleri yabana atıia-— =-. = - = 2i7. bu beyanat vaki
olmamış dahi olsa gazetelere aksettikten sonra üzerinde bir az durmak lâzımdır zannediyorum.
Vakıa insanların şeniyet (Realite) dünyaları ötedenberi yalnız müspet bilgi âlemlerine münhasır kalmayarak bunun yanında bir de ümit, meîkûre ve iman âlemleri mevcut olmuş ve en iptidaî medeniyetlerden zamanımıza kadar gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerde bu hal bir kanun gibi hüküm sürmüştür. İptidailerin Totem ve Tabu'ları kendileri için birer şeniyet olduğu gibi Yunanilerin esatiri, ortazamanin Allah, Oğul, Ru-hulkudüs, Cennet, Cehennem, Şeytan... gibi mefhumları dahi asırlarca birer şeniyet olarak yaşanılmalardır.
Bunun için anladığımız şeniyet hududunun yalnız gördüklerimiz ve müspet bir surtte bildiğimiz bir âlemle mahdut saymadığımızdan insanların en uzak ve hatta en müsteb'at dileklerini bile vahî sayamayız. Yalnız bu dileklerin bütün beşeriyette olmasa bile hiç olmazsa bir medeniyet sahasında galeyanîı bir içtimaî kıymet halinde yaşaması lâzımdır ki buna içtimaî bir şeniyet deye-
bilelim ve ondan anlaşılabilecek
gibi bahsetmek imkânını bulalım. Hiç şüphe yok kı zamanımızın da şeniyeti sadece ilim ve tecrübelerinden ibaret değildir. Terakki, Tekâmül, Rekabet v.s. ğibi umumî inanmalar haline geçmiş şeniyet lerimiz de vardır.
Bunlar müphem ve hatta cehlimizin eğreti remizleri bile olsa biz bunların tesirleri altında yaşıyor ve bunun için onları bir şeniyet gibi hissediyoruz. Yalnız bukadar mı? İçtimaî bütün müesseselerimizi inandığımız bu şeniyetlere göre kurup işletiyor;
mâzi hal ve istikbali ayni şeni-yetler zaviyesinden izah ve
istifsar ediyoruz. İşte bu şeni-yet'ıer arasında Sulh, Kardeşlik, İnsaniyet gibi arzular da görülmemiş değildir. Fakat bunlar henüz hiç bir din ve medeniyet tarafından ve bir Cennet, bir Cehennem ve hatta nede bir Şeytan kadar olsun içtimaî bir galeyanla yaşanmış ve yaşanabilecek şartları idrak etmiş değillerdir. Hakikat bu merkezde iken milletlerin harp için sar-fettikleri milyonların yakında serbest kalabileceklerini işitmek kulaklara hiç te hoş ve ciddî bir ses gibi gelmiyor.
Müstemlike, manda, kapitülasyon, bir kelime ile Emperi-
HAYAT, So
XW1 inci asır sazsairlerimizâen:
»
Kul fHehnıet
"... Genç yaşında öldüğü anlaşılan Mehmet Paşa, yüksek bir sınıftan yetiştiği halde saz-şairleri silsilesine katılması itibarile unutulmaz bir simadır."
alizmden vazgeçemediği için daha dün milyonlarca gençleri birbirine kırdıran bügünkü içtimaî şeniyet o büyük Sulh kahramanına nasıl gebe olabilir? İstikbalin bu mukaddes şeniyeti sulh nakaratından bıkalı çok
olmuştur. Onun cidden duyulup isteneceği gün geldiği zaman biz ve bizler değil, o söyleyecek , o yapacak ve o yaptıracaktır.
Bugün ne ilmimiz, ne felsefemiz, ne din, ne siyaset, ne ahlâkımız bu işe müsait olacağa hiç benzemiyor. Bunu açıkça itiraf edelim, ve bu itiraf o büyük ümidimizi ağlatmaz, bilâkis memnun eder. Çünkü hiç olmazsa samimiyet ve ciddiyetimizi görerek bizden tiksinmez ve korkarak uzaklara kaçmaz.
Müsbet ve müessir bir surette hizmet edemediğimiz sulh şeniyet ine hiç olmazsa menfi tesirler yapmaktan sakınalım; ve bilelim ki onun yaklaşmakta olduğu günler her halde bu günler değildir.
Kendimizi aldatmakla onu da aldatmayız. O kendi şartlarının bizde olmadığını pekâlâ biliyor. Neremize ve neyimize baksa bunu pek güzel görüyor;
ve bize bütün ciddiyet ve samimiyeti ile şunu tavsiye
ediyor: "Benimde sizinle birlikte çalışmamı istiyorsanız bu günkü bütün kıymet ve itiyatlarınızdan evvelâ şüphe, sonra da bunları d ir müddet inkâr ederek yeniden doğmağa ve benim kiymet-- erimi yaşamağı göze almağa
ve dunda muvaffak oluncaya kadar cehtü sebat göstermeğe
cesaret ediniz. Bu esaslı hare-
neıe başlayabilecek bir kıvama :r.-e:er. de beni bir ashz sakızı
■— o
j ^m il m bir şey çıkmayacağını
• 1 ~ "T—• JJ
Mustafa Şekip
Bski bîr mecmuada, «Uveys paşazade Melımet paşa'ya ait olduğu bilhassa kaydedilen iki manzumeye rasgel 111 iştim. Hece vezniyle vesazşairlerinin eserleri tarzında yazılmış olan bu manzumelerden birinin «Dügâhılıüsey-nî) makamında bestelenmis
y
olduğu da ayrıca zikredilmiş idi. Bestelenmiş elan manzume şudur•
Siyah ebruların dııruben çatma Gamzen oklarını âşıka atma Sana gönül verdim beni ağlatma Benim gözüm nuru gönlüm süruru
Bir ot düşmüş dağlar gibi yanarım Ma'zul olmuş beyler gibi dönerim Ay efendim senin yolun önlerim Benim gözüm nurü gönlüm süruru
Yemeden içmeden külli beriyim Senden ayrılalı cansız diriyim Sinem üstünde bir kuru deriyim Benim gözüm nuru gönlüm süruru
Öğüttür verdiğim tut benim sözüm Severim demeye tutmadı yüzüm Ay efendim benim ay iki gözüm Benim gözüm nuru gönlüm süruru
Her kıt'a sonundaki mısra*-ların tekerrüründen bir lıâlk türküsü olduğu anlaşılan bu giizel ve samimî manzumeyi yazan Uveys paşazade Melımet paşa acaba kimdir ? nerede ve lıangi devirde yaşamıştır ? yine aynı şaire ait olan diğer bir manzume, Mehmet paşanın Kul melımet* mahlasını kullandığını, ve «Aydın taraflarınca
oturduğunu göstermek itibarile birinci noktayı biraz aydınlatıyor. Şarap yerine «Sucu® kelimesinini ku1 lanılması gibi XVI nihayet XVII inci asra âit lisan hususiyetini ihtiva eden bu gazel, sade bahar manzumesini de naklediyoruz :
Be yaranlar gine evvel bahardır Bülbül intizarlık kılar durmayup Kuşlar âlıenk edup çığrişup öter Kalbin kasavetin siler durmayup
Kadir m evlâm kudretini bildirir Daim ağlar kullarını güldürür Menekşeler külahını kaldırır Yeşil çimenlerde yiler durmayup
Her ağaçlar sucu dolmuş içilmiş Yer yüzüne abıhayat saçılmış Gök sünbüi kırmızı lâle açılmış Güller ağzın açmış güler durmayup
Misali ravzadır cenneti rıdvan Firdevs bahçesine benzemiş cihan Kırmızı hülleler giymiş erguvan Selvi dalı başın salar durmayup
Bizim ellerimiz Aydın elleri Çifte çifte bülbüllüdür dalları Kul Meemhmet eder seher yelleri Yârin siyah zülfün böler durmayup
Bu Melımet Pasa'nm kim
y
olduğunu ve ne zaman yaşadığını müverrih «Naima» Anado-ludaki Celâliler'den bahsettiği
bir sırada, bir münasebetle zikrediyor. O izahata göre, Uveys Paşazade Mehmet Paşa, Aydın mühassılı imiş ; hazineye ait şeyleri muhafaza etmek
y J
için orada bir kale yapmış
Vefatında kâhyası Yusuf Paşa kaledeki emvali gasbetmiş ;
isyan etmiş; Gelâlî olmuş:
"Biri dahi Ynsui Paşa nam Türki bediika idi ki Üveys Paşa-oğlu Mehmet Paşa Aydın muhassılı iken emvali sultaniye hıfzı içün bina ettüği kal'eyi vefat ettikte mezbur Yusuf Paşa kethüdası olmağla zabtedüp ve emvali sultaniyeye desti tasarruf urup cem'i eşkıya, gasp ve fesada memur oldukta istimalet içün kendüye Beylerbeğilik payesi verilüp Anadolu serdarına iühuka memur oldukta taallül ve kendi gibi bazı serkeşler ile harp ve müşacereye iştigal etmeyi behane edüp fermana imtisal etmemişti. Bilâhere izale olundu (Naima, eski basma, C I, S 230; yeni basma C2, S 5).
Bu Yusuf Paşa'nm 1018 de nasıl lıîle ile îdam edildiği hakkında Naima'da uzun tafsilât vardır(yeni basma, C 2 , S 67 ve müteakip). Bu idam hadisesin n 1018 de olmasına nazaren, Mehmet paşa'nm ondan bir kaç seneler evvel vefat etmiş olması ve binaenaleyh XVI mel asır şairlerinden addedilmesi pek tabiîdir. Birde, yukardaki manzumede, şaririn Aydın ellerinde oturduğunu söylemesi de, Naima'nın verdiği malûmat ile tamamen tetabuk ediyor. Bu izahattan sonra, artık Kul Mehmet mâhlaslı Üveys paşazade Mehmet paşa'nm, Naima'da zikredilen Aydın muhassılı olduğuna kat'ı suret-te hükmedebiliriz.
Mehmet paşı'nın babası Üveys paşa hakkında on altıncı asra
ait tarihî menbâ'larda kâfi derecede malûmat olduğu gibi, «Sicilli Osmanî» de de ondan bahsedilmiştir (C I, S 445). Mâmafî, bu son eserdeki bazı senelerin yanlış kaydedilmiş olduğunu da ilâve edelim. Bu malûmata göre, Üveys paşa da Aydın Güzelhisarlıdır. Babası Melımet efendi isminde bir kadı idi. İstanbul'da maliye memuriyetlerine girerek başdefterdar-' lığa kadar yükselmiş, 19 Şevval 982 de divanda şiddetlice bir muahezeye mâruz kalmış (Selânikî tarihi, S 140) 983de Budin beylerbeği olmuş (E. de Zambâur, Manuelde gener. et de ehron. poıır l'histoire de Vislam, 168), Şam ve Halep beylerbeği de olduktan sonra beylerbeği unvanını ve mulıas-sasatmı muhafaza etmek ve defterdarlık haslarını da ayrıca almak üzrere tekrar başdefter-dar tayin edilmiştir Î0 Re-biülahır 994 (Selânikî, S 204). 995 Rebiülev velinde Sinan paşa yerine Mısır Beylerbeği olup (Selânikî, 218), 998de Mısır'da tahaddüs eden bir hadise kapandıktan sonra kendisine vezaret rütbesi verilmiş (Selânikî, S 260), ve 999 Recebinin altısında Mısır'da vefat etmiştir (Selânikî, 281;
Zambam\ Man. de genĞ' 166; Kâtip Çelebisinin Takvimüt-tevariJiinden naklet m iştir S 220). Halep'te beylerbeği iken müverrih Ali' ye karşı da lutufkâr davranan (tbnüVemin Mahmut Kemal, Menakibi
HAYAT, 4.
Hünerverân, S 28 ) Üveys paşa'yi Süheylî efendi de methetmekte, ve vefatından sonra ku-rafe de hazreti Kbülleyse civarında defnedildiğini söylemektedir
( Tarihi Mısır, V 58).
İşte yukarda neşredilen manzumeler bu Üveys Paşa'nm oğlu Mehmet paşa'ya ait bulunuyor. Diğer bazı mecmualarda yine Mehmet namına bazı koşmalar bulduğum gibi, Kuloğlu, Gevheıî, Âşık Ömer kabilinden sazşairlerinin eserlerini muhtevi bir mecmuada da yine Mehmet namına dört parça divan gördüm. Arzu ile ve oldukça zararsız bir şekilde yazılmış olan bu divanlar, şairin Melek, İbrahim, Alınıet Süleyman atlı sevgilileri için tertip edilmiştir. Acaba bütün bu Mehmet mahlaslı eserler de bizim şairimize mi aittir? biz bu ihtimali oldukça kuvvetli buluyoruz. Çünkü, saz .şairlerimiz arasında böyle sadece Mehmet yahut Kul Mehmet ismini kullanan diğer bir şair hakkında malûmatımız yoktur. Birde bu divanların birindeki şn kıt'a:
Ey deriğa yine bir canana düştü
gönlümüz
Mısr içinde Yusufu Ken'an'a düştü
gönlümüz
Ruzüşep feryada agazeyleyim şimden
geru
Andelibim goncei handâna düştü
gönlümüz
Şairin — belki de baba siyle beraber gitmiş olduğu — Mısır' da ki bir aşkını ima etmiş olabilir. Mâamafî, « Misrıçinde
HAYAT. 5.
15'jf'j Ken'ana düştü gönlü-Ir mısraınm, Mısır'la hiç r h.î.kası olmaması da çok amkündür; biz, birinci ihtima-Mehmet Paşa'nm babasiyle rıber Mısır'a gitmiş olabiîe-ğini de düşünerk, ileri sürdük. ■ .k bu ihtimalin aslı olmasa zikrettiğimiz eserlerin Mehmet Paşa'ya ait olması k ziyade varittir.
Mveys Paşa'nm hayatı hak-r, M kâfi derecede malûmata alık jldnğıımuz halde, yazık-. : ğlu hakkında kâfi derecede ı lûmatımız yoktur. Her • 1 îe genç yaşında öldüğü ılışılan Mehmet Paşa, eserleri-.n tabii güzelliği ve yüksek sınıftan yetiştiği halde .ispirleri silsilesine katılmak-n ihtiraz etmemesi itibariyle, \T:ncı asır sazşairlerimiz ararı i ı unutulmayacak bir sima-
Prof. Dr. Köprüliizade M* Fuat
[Baş tarafı birinci sahifede] mize dayanarak girdiğimiz meslekte yürüyebiliriz. Elverir ki daima şu cümleler hatırımızda olsun: her gün bir parça daha öğrenmiye muhtacız, bilmediklerimiz -hudutsuzdur, bildiklerimiz ise çok
azdır. Muvaffak insan, bütün diğer insanların tecrübelerinden istifade eylemek yolunu bulandır. Buna çalışmak vazifedir. Öğrendiklerimiz yeni öğrenmeler için bir vasıta
telâkki edilmedikçe bilgimiz ilerlemiyen,katılaşan bir yığın kelimeler haline gelir. Mektepten sonra her vak'ayı tefsir eden, ondan bir netice çıkarmağa çalışmıyanlar başkalarının tecrübe ve ilminden istifadeye tenezzül eylemiyenler
daha genç yaşta ölmüş demektirler. En acıklı ölüm budur.
Sizden evvelkiler liyakatsizce bir iş idare ediyorlarsa bunu söylemek bir vazifedir. Fakat söyliyen o sahada daha malûmatlı ve tecrübeden istifadeye daha çok kadir olabilmelidir. Her sevileni yıkmak, kendimizden evvelkilerin her faziletini inkâr etmekte hak görmemeliyiz.
Bir cemiyette sevilen ve
tapılan olması yarın bizim yapacağımız işlerde sevgi halesi vücuda getirmeğe ve cemiyet üzerine müessir olmağa
yarar. Cemiyeti her şeyden şüphe edenler haline sokmaktan korkunuz : Her fert eyi
bir münekkit değildir. Az çok başkalarına inanır, siz herkesin karşısına geçer de, hiç bir şeye inanmayınız, daha evvel ki şöhretleri yıkınız, diye bağırırsanız öyle bir muhit doğar ki yarın da size inanmazlar. Cemiyette inanmak ve sevmek kabiliyetini körükö-rüne yıkmağa çalışmak çok zararlıdır. Bundan sakınmak borçtur. Putları yıkmak çok lâzım... Fakat biliniz ki bazen putlar içtimaî bir rol oynarlar. Putları kırar, selim bir akıl eyi bir bilgi vermez, müsbet bir işte görmezseniz cemiyet içinde kargaşalıklar doğurursunuz. Putları kıracağınız
yerde herkese doğru akideler veriniz, o vakit kimse puta tapmaz. Fakat bu ikinci şık malûmat ister, çalışma ister.
Tapalım diye bağıranlardan nekadar kaçmak lazımsa böyle müsbet meziyetleri olmaksızın «kıralım» diye feryat edenlere de inanmayınız.
Her sene bu ay Türk cemiyetinde hayata atılan gençlerle kuvvetli bir mevsimdir her vatanseven sizi hayat yoluna teşyi ederken sevinir, buna inanınız; bir meslekte yıllanan insanlar için en kuvvetli muhabbet, işine ve eserine karşı muhabbettir. O işin, o eserin yeni yetişen gençler
elinde daha kuvvetle parlayacağım düşünmek dakar tatlı
zevk olur mu?
Yeni hayata atılan gençleri sevmemek evladını kendinden daha iyi olmasını istemi-yen babalar, büyük kardeşler demektir. Bukadar dalâlete düşmüş baba ve kardeş ancak anormaller arasında bulunur. Etrafımızda bir sevgi halesi olacağına inanarak
mesleğinize giriniz, orda mücadele yapacaksınız, ihtirasla ilerlemek isteyeceksiniz bu sizin hakkınızdır, böyle
olmak lâzımdır.
Ancak mücadeleyi iyilik
için yapınız, ilerlemek için
eser yaratınız, bekleyiniz.
İsmet Paşa hazretlerinin
geçenlerde Hukuk fakültesinde söyledikleri sözler hayata atılan bütün gençler için, bütün muallimler için en büyük rehber mahiyetindedir. Muvaffak olmuş insanların sözleri, âlemin nizamından bir parçayi ifade ederler. Bu nizamı bilen yeni nesil gidecekleri yolu daha iyi görürler. Hayat, bu maksatladır ki Başvekilimizin orada söyledikleri nutku ilâve olarak veriyor. Hiç şüphe etmiyoruz ki gençler için bu sözler daima hatırda tutulan bir düstur olacaktır.
Mehmet Emin
HAYAT, 6.
İlim tarihinde
İlim ve demokrasi
«Bir milletin demokrat olması zaten fikir itibarile, bir yükselme hadisesidir. Demokrasinin lüzumunu anlayan bir millet ilmin ve sâyin lüzumunu takdir eder.»
İlim, bir tarife göre, hadiseler arasındaki rabıtaları aramaktır. Galiba bundan dolayı olacak -ki, âlimlerden bazıları ilimin kendisi ile içtimaî vakıalar arasında münasebetleri de bulmayı düşünmüşlerdir.
Acaba bir memlekette ilmin inkişafı için hükümet usullerinden hangisi müsait olmuştur?
Yalnız son bir iki asırlık tarihe bakılınca, demokrasi usulünde ilim pek çabuk ve evvelki asırlara nispetle pek ziyade genişlemiş olduğu derhal görülür. Fakat bu kadarla kanaat getirmek biraz basit olur. Zira, şimdiki m -deniyete tabi olan memleketlerin hepsinde demokrasi vardır. Kskizamanlardaki müstebit hükümdarlar, yahut derebeyleri bu medeniyetin hiç bir tarafında yoktur ki, mukayese kabil olsun ve daha kuvvetli bir hüküm verilebilsin.
Diğer cihetten, ilim şimdiki derecesinde, hükümet şekillerinden de müstakildir. Memleketler arasında ihtilât ta o derecede ziyade dir ki, muhal b'r tasavvur olmak üzere, eski zamanların istipdadmı, bir yerde tatbik etmek ıııüıııkün olsa bile, ilim gene üstün gelir. Bütün milletler zulmette kal mak :::n ıtmak etmedikçe, ilim
kendi kendine terakki edecek ve genişliyecektir.
Binaberin, o sualin cevabını daha emniyetle verebilmek için, pek eski tarihlere, en iydsi, ilmin başladığı zamana kadar
çıkmak lâzımdır.
*
Vakıa ilmin ne vakit başladığını söyle3rebilnıek kolay bir şey değildir. Ancak, ilk satırda yazdığım tarifi kabul eden ilim adamları, bu manaya göre ilmin eski Yunan milletidne başladığı ■ nı da kabul ederler.
Şüphesizdir ki, eksi Yunanlılardan evvel kendilerinden bahsetmiş olan şark kavmi erine, bahusus eski Mısırlılara' cahil denilemez, onların da medeniyeti, san'atları bulunduğu gibi, ilim için unsurlar teşkil eden bir çok malûmata vakıf idiler. Fakat eski Yunanlılardan evvelki kavııılerde mevcut olan malûmat adeta birer ilâhî sır gibi telâkki olunur ve bu sırlara vakıf bulunanlar da ilâhın }7alıut şeytanın rahipleri addolunurdu, müteferrik malûmata sahip olandan bazıları, sebeplerini anlamak istedikleri vakit, gene dinî bir mezhep gibi, hikmetinden sual olunmaz, mutlak ve değişmez bir hakikat olarak yerleşmiş zannet-
tikleri faraziyelerden mana çıkararak müşahede ettikleri hadiseleri o suretle izaha kalkışırlardı : hastalıkları ahlâk farazi-yeşile izah etmek gibi.
Aristot, bildikleri şeyleri böyle birer sır gibi telâkki eden ve hadiselerin sebeplerini gene esrara atfeden mütefekkirleri (İlâhiyatçılar) diye tavsif etmiştir. Bunun mukabili olarak (tabiiyatçı) dediği mütefekkirler ise tabiatı tetkik ederek, müşahede ettikleri hadiseleri birbirine raptetmeğe ve bu rabıtalardan tabiat kanunlarını anlamağa çalışan filozof ardır.
Bu filozoflar için sır yoktur; her şey insan aklı ile izah edilmelidir. Hülâsa ilim ancak beşerî olabilir.
İşte ilmin ilâhî bir sır halinden çıkarak, en 3reııi tabir ile lâik olması eski Yuna-nistaııda vukua gelmiştir. Bundan dolayıdır ki, eski Yunan medenİ3'etine Yunan muciz si derler. Tabiri ilk defa yazan Krnest Renan, şüphesiz, bunu ilâhİ3ratçı mütefekkirlerin verdikleri mana gibi, sebebi anlaşılamaz ilâhî bir sır dİ3'e kullanmamış ; o vakte kadar görülmemiş, hayrete şa3-an bir hadise manasında yazmıştı.'
O halde bu hayrete şayan
HAYAT. 7o
sr niçin eski Yunanistanda
_. i-i:iyatçı zihniyette bulunan vvkkarler bunu da kolayca i in : iri er : Yunanlılar, ilâhların ıır ıh ettikleri kavın oldukla-nriır ilâhlar ilmin beşerî ol-. sı r: irerini de onlara bahşet-- - er "iverek zahmetten kur-
_ik:n herkes o zihniyette m iığ:n :ian, Yunan mucizesini ı : ışebbüs edenler de vardır, rniı.r'an Hipokrat, tababetin . ıının: = :anda sedyesini değiş-û I' ini daha doğrusu tıp ilmi-. unanistanda başladığını 5"y.erhen bunun sebebini bir ı ime ile demokrasiye atfeder, n r.n gayet 'tabiî olarak, baş-- i-rsire lüzum gömleksizin sırner. Büyük hakimin, her şeyi rıınek mutadı olduğu halde, ımı ı kısa geçmesi, şüphesiz, irim herkesçe münakaşasınan-5 i - m ak kadar aşikâr görmesin-lien üır.Zaten Hipokrat demokra-; yı ilimden de 3'üksek tut-myr ve demokrat olmıyanlara y :ımk hakkı bile vermediği ura. kendini davet eden bir şark mum carını tedaviden - biraz n - ımetleristinkâf eylemiş idi. uır demokrasinin maarif na-daha sonra reisi ve çok Ida başvekili, binaberin demok-r .mı i e: anı mütehassıs demek olan i- ? ncarre (Puankare) de de-—: : smin lüzumuna yegâne, m: ş i: :: aşma kâfi bir sebep varak aemakrat bir millet ara-sar:m ner teram yalnız şahsî me m e aer mevkie vasıl olabile-- i v -a; a a i a ğa t r ki:. Hipokratm ma_ m aersar etmiş demektir, -tam ika z'yade ispata
- nüsü i ğeri aaaera-
fi-iki kuvvetli misal daha gösterilebilir : müspet misal Atina, öteki İsparta.
Eski iYtina, Yunan memleketleri arasında demokrasiye doğru en evvel ve en zi}^ade tekâmül eden kısım idi. Arada sırada zuhur eden muvakkat müstebitler, Atina halkının ruhundaki demokrasiyi izaleye kadir olamamışlardı. Onun içindir ki eski Atina'da ilim her yerden dalıa çabuk, daha zi}vıde inkişaf etmişti. Perikles devri denilen kısa müddet içerisinde ise, zamanımızın büyük demokrasileri müstesna, tarihin hiç bir devrinde görülmenr'ş bir derecede parlak ve «cihanın mektebi» vasfına lâyık olmuştu.
Ispartaj-a gelince, eski Yunanın bu derebeylik memleketi demokrat olamadığı için oraya ilim girmemiş ve İsparta ilim tarihinde bir iz bırakmamıştır.
Atina ve İsparta tarihleri bize iki şey daha gösterir : Atinadâ ilmin en ziyade Perikles devrin'-de inkişafı, demokrasi içerisinde de zaman ayırmak lüzûmuna delâlet eder. O devirde Atina ruhen gene demokrat idi; fakat Perikles demokrasiyi inzibat altına almış, mezİ3)retini bütün cümlırİ3?-ete tanıttırarak memlekete lıakim olmuştu. Binaberin, ilim noktasından demokrasinin en iyi zamanı (umumun rizası ile bir kişinin hâkim olduğu zaman) demektir. Zaten bugünkü demokrasilerde dahi hep böyle değil midir?
İsparta misali ise derebe3'lik usulünün, yani kendini nesebinden dola 3u imtİ3'azlı tutan bir ekallİ3retin hâkim olması uşkunun ilim için en fena olduğuna delildir; nitekim Avrupa'nın
derebe3Üik devrinde de öyle olmuştu.
y
Voltaire (Volter) in dediği gibi, hükümdar bir kişi olursa, onun kendisine intisap mümkün olamasa bile, aşçısına yahut., gözdesine intisap kabil olur. Halbuki hükümdar müteaddit olunca, onlardan her biri geçerken iğilip selâm vermeğe insanın beli da3ranamaz.
İlim için de İadedir : âlimlerin bir hükümdar önünde irildikleri görülmüştür, bazan bizzat ilme hizmet etmiş hükümdarlar da geçmiştir. Lâkin ilmin dere-be3dik ile imtizaç ettiğine delil
olacak misal 3'oktur.
*
* *
Demokrasi usulünde ilmin inkişaf ettiğini sÖ3Üemek tabiidir ki, ilmi demokrasi çıkarmış demek değildir. Bundan, her hangi bir memlekette demokrasi olunca, ilim kendi kendine inkişaf eder manası anlaşılmamalıdır.
y
İlim için, şüphesiz, bilhassa çalışmak lâzımdır.
Şukadar ki, bir milletin demokrat olması, zaten fikir itibarile, bir yükselme hadisesidir. Demokrasinin lüzumunu, memlekette 3ralnız meziyetin faide verdiğini anla3vm millet [ilimde noksanını ve bahusus çalışmanın lüzumunu da daha iyi takdir eder.
Go Âta
HAYAT, 10.
Memleket siyasetine bir bakış
Gürk-Jransız itilâf namesi
Hayat, beynelmilel münasebatımıza art mesaili de muntazaman takip ve okuyucularını salâhiyettar kalemlerle haberdar etmeği kararlaştırmıştır. 10 Temmuzda her iki memlekette neşredilen Türk - Fransız itilâînamesine dair bir yazıyı dercedıyoruz.
Millî hükümetin fransızlar-la ilk aktettiği itilâfname 20 teşrinievvel 1338 (1921) tarihinde Ankara'da imza edilmiştir Ankara itilâfnamesi ismi verilen bu vesika fransıziarla hali harba nihayet vermekte ve Türkiye-Suriye hududunu Payastan başlayarak Cezirei ibni Ömer'de nihayet bulan bir hat iledahdit eylemekte idi.
Bu itilâfnameyi 30 mayıs 1926 tarihinde imza edilen Türkiye-Suriye dostluk ve iyi komşuluk mukavelenamesi
takip etti.
Bu mukavelename ve merbut protokolle başlıca iki taraf arasındaki iyi komşuluk münasebetlerinin tanzimi, hududun kat'l surette tahdidi, ihtiyarî tabiiyet muamelâtı, tarafeyn tebaasının diğer taraf ölkesinde haiz olacakları haklar, konsolosluk muamelâtının tesisi, hudut üzerindeki şekavet ve tahrikatın önüne geçilerek bu mmiakada asayişin tekarruru, kaçakçılığın önüne geçilmesi, hudut halkının tabi : . anacağı usul, iadei mücri-? rzanti-Nuseybin hattm-ve sivil nakliyat
: . - — - _ -: mukavelenamesi
hakkındaki ahkâmı ihtiva
etmektedir.
Bu mukavelenameden sonra bilhassa hudut üzerindeki kaçakçılığın önüne geçilmek maksadile 23 Teşrinisani 1926 tarihinde Halep'te bir gümrük itilâfnamesi aktedilmiştir.
İşbu mukavelelerin aktin-den sonra bunların bazı hükümleri tatbik edilemedi ve yani bir takım ihtilâflar baş
gösterdi.
Bu ihtilâflar başlıca şunlardır.
1 — Hududun Nuseybin-Cezire aramdaki kısmım tahdit edecek olan eski yolun tesbitinde uyuşulmadı. Komisyonun bitaraf reisi yolun tayini kabil olmadığını bildirmekle beraber hakem sıfatını takınarak bir hat çizdi. Bu hat şimdiye kadar işgal ettiğimiz arazinin çok şimalinde idi. Bittabi selâhiyet haricinde verilen böyle bir kararı hükümetimiz kabul etmedi. Hudut ihtilâfı bu sureile neş'et etti.
2 — Hudut civarmde bulunan çeteler her iki tarafın huzur ve asayişini ihlâl
etmekte idiler. Alman tedbirler tek taraflı ve iki memleket mekamatı arasında bir teşriki mesai yapılmadığından müs-mer olmamakta ve her gün yeni yeni ihtilâflar doğmakta
idi.
3 __ Suriye'de Türk tebası-nın ve bilmukabele deTürki-yede Suriye tebasmm mülkl-erindeki tesarruf haklarına mütekabilen bazı idarî tedbirler vazedilmişti. Bu tedbirler el'an davam etmekte ve bittabi alâkadarların büyük zararlarım mucip olmaktadır.
4 — Ankara itilâfnamesi mucibince bir fransız şirketi tarafından işletilmekte olan Adana-Mersin hattının, Türki-yenin hattı imtiyaz sahibi olan şir ketten satın almaş ıüze-rine Hükümetimize devri lâzım gelmekte idi.
İşte son defa 22 ve 29 haziran tarihlerinde imza olunan itilâfname ve Protakoller yukarıda zikredilen bu ihtilâflara nihayet vermektedir.
1 — Türkiye-Suriye hududunun tahdidine müteallik bulunan protokol ile hududun
r.cü kısmı olan Nuseybin :re kısmı her iki tarafın ısıma muvafık olarak ve kiye'nin bu havalide emni-ni temin edecek şekilde "i: edilmiştir.
— 22 haziran tarihinde olunan iki mektup ile
na-Mersin hattının Türki-Hükûm etine teslimi kabul .i ektedir.
— Ayni tarihli müşterek beyanname ile iki Hükû-m dostluk ve eyi komşu-münasebetlerinin teyit ve iyesi arzusu izhar edile-hudut üzerinde asayişi
eden çetelerin tenkili lâzım gelen bütün tedbir-ı ittihaz edileceği beyan miştir. Ayrıca Türkiye umeti Pozanti-Nuseybin mm Nuseybin'den ileri iye arazisi dahilinde tem-ne muhalefet etmeyece-bildirmiştir.
4. — Yeni müşterek bir anname ile emlâk meşenin eylülde müzakere ile sureti tesviyeye raptı tein. edilmiştir.
3
4 haziran tarihinde imza er. Protokol 30 mayıs 1926 ir.I: dostluk ye eyi komşu-mnkavelenamasinin tatbik derine dair olup hududun arerlne, hudut rejimine, ray
için hududu geçen sürülere tatbik edilecek malî usule, göçebe ahalinin kontrolüne ve bilhassa hudut mıntakasın-da komşu devlet aleyhine müteveccih ve o devlete zarar verecek bilcümle ef'al ve tahrikata mani olunacağına dair ahkâmı ve bu hususlarda alınacak tedbirleri ihtiva etmektedir.
Cümhuriyet Hükümeti başvekil Paşa ile Hariciye veki-liriin Büyük Millet Midisinde son irat ettikleri nutuklarda bütün serahatile tebarüz etmiş olduğu veçhile devletlerle arasında tehaddüs eden ihtilâfları muslihane bir surette halletmek için azamî hüsnü niyet göstermek siyasetini takip ettiği ve Türkiyenin cenup komşuları olan Suriye ile eyi geçinmeği de samimiyetle arzu ettiği cihetle bu defa fran-sızlarla imza edilen ve mevcut mukavelelerin tatbik şekillerinin tavzih ve tasrihi mahiyetini haiz bulunan itilaflarda ayni hissiyat ve mülâhazattan mülhem olduğu şüphesizdir. Fransızlarla senelerden beri devam eden hudut ihtilâfını, Hükâmetin esaslı umdelerinden biri olan şimendifer siyasetini ve cenup hududunda sükün ve asayişin tekarrurile mevziî ihtilâfların pratik bir
HAYAT, 9.
şekilde hallini, hudut üzerindeki yerli ve göçebe halkın bazı hayatî menfaatlarmın da tatminini temin etmiş olmak itibarile yeni itilâflar sırf tatbikî mahiyette olsa bile hayırlı ve muvaffakiyetli bir eser telâkki edilmek lâzım gelir.
Cümhuriyet Hükümetinin eski zamanlar bekayasmdan olan bir takım çetin ve müş-kil vaziyetleri birer birer hal ve fasla muvaffak olması hariçte kuvvetine ve istikrarına atfedilmekte olan krediyi gösterir ki bu noktayı nazardan bu son bakiyelerin de yoluna girmesi Hükümet için hem esaslı bir muvaffakiyet ve hem de amili kuvvet ve kudret telâkki edilmelidir.
Ufak tefek ihtilâfların tekerrür ve temadisi ekseriya halli müşkil vaziyetler ihdas eder. Siyasetleri ve gayeleri itibarile birbirlerile hoş geçinmek kendilerince menfaat icabı olan iki devletin bu kabil ihtilafları sürüncemede bırak-mamalarmdaki zaruret aşikâr iken bilhassa iki komşu memleketin hududun tesbiti gibi esaslı bir ihtilâfı ortadan kaldırmağa muvaffak olmaları şüphesiz ki münasebetlerinin inkişafı itibarile çok memnu-niyetbahş bir tesir hasıl edecektir. * * *
HAYAT, 10.
Tarihî kıymeti haiz
Bir kaç manzume
Çıldır muharebesi için yazılan bir halk şiiri, Tokmak hanın mağlûbiyetini kuvvetle ifade ediyor.
Ankara Umumî kütüphanesindeki mecmualardan birinde muhtelif devirlerde yaşayan halk şairlerinin tarih noktai nazarından kıymetli sayılabilecek şiirlerden, bir kaçı (1577) İran seferine aittir. Malûm olduğu veçhile o zaman Sadrazam olan Sokullu Mehmet Paşa bu seferin müşkilâtmı ve elde edilecek menafim, ihtiyar edilecek masraf, ve zahmetlere tekabül etmeyeceğini nazarı dikkate alarak harp fikirlerine muhalefet etmiş, fakat Padişah üzerindeki nüfuzunu kaybettiği ve kuvvetli muhalifler karşısında bulunduğu cihetle çok haklı ve makul olan mütaleasım kabul ettiremem ış, yalnız kalmış, İran harbi de başlamıştı. İran seraskerliğine vezir Lala Mustafa Paşa (Kıbrıs fatihi), tayın edilmişti; Harbin safahatı tarihlerde tafsil edildiği veçhile Sokollunun haklı olduğunu göstermiş, dökülen kan, yapılan masraf ve sarfedılen himmet ile mütenasip bir netice istihsal etmek mümkün olamamıştı.
İran harekatının en kanlı ve bizim için şerefli muharebesi Çıldır muharebesidir, bu muharebede Tokmakhan kumandasındaki Iran ordusu fena bir mağlubiyete uğramış, fakat Türk ordusu da mühim zayiat vermişti; aşağıya aldığımız şiir (Çıldır) muharebesine dairdir:
Turnam gider olsan bizim ellere Vezir Ardahan'dan göçtü diyesin Karşı geldi Kızıl başın hanları (Çıldır) da da dövüş oldu diyesin
Al kana boyandı (Çıldır) dağları Gaziler (okunamadı) tuğları Gözü kanlı Diyaribekir beyleri Din yoluna şehit düştü deyesin
Çamur dize çıktı kan ile yaştan Atlar dalamaz oldu serilen leşten Kaleler yığıldı kesilen baştan Ak gövdeler kana battı deyesin
İki alay bir araya gelincs
Ara yere Çarhacılar girince
Bes bir. beş yüz belli atlı 'dolunca
Haberimiz iletsin dosta gidenler Varup dostun didarını görenler Şahin, Şahin paşaları soranlar _ Din uğruna şehit düştü deyesin
İran seferine Kırım da iştirak etmiş, fakat tatar süvarilerinin basında bizzat Han değil Veliaht Adil girayla kardeşi Gazı giray
gelmişti.
Adil ve Gazi girayların yararlıkları, ve esaretlerini intaç eden hadise hakkında tarihlerden malumat alınabilir. Biz burada Adıl o-iraya ait olduğunu kuvvetle tahmin ettiğimiz bir manzumeyi nakledeceğiz; manzume aruz vezinledir ve Hayalî adında bir şairindir.
Hazu olun gaziler düşmanımız
vardır bizim;
Kızılbaş Cumhuruna meydanımız * vardır bizim,
Sadır oldu emri âli inkıyadetmek Uğru açık bir veli sultanımız vardır
Yürüsün sahibi hatem sancak
çekup tuğlar ile
Başı üsküf, sırtı kaplan postludan Dem çeker cephanemiz ejd^dehen Düşmana nisbet azîm^vanımız
Geymiş ol Davut Zırhı meyanmda
Sevreden âdayi dinin aklı oldu y tarumar
Saniya alî menendi düldüle oldu ° ■) ■ suvar
Sahibi seyfu kalem arslammız
vardır bizim.
Asitani bendesidir Âli Osmanm
mudam
Sadıkana kullarına hiç
Olyezidin sinesin gözler müdam y suphu şam
Bir şehi adil kemankeş Hanımız D 9 vardır bizim
Ey Hayalî çok Çekerler^gaziler Sinesin eyler siper düşmana^karşı
Pençesinden kahraman olsa halâs
olmaz adu
Yırtıcı kırk bin bebir arslammız __
vardır bizim.
Bu manzume mecmuada (Çıldır) muharebesine dair olan manzume ile van yanadır; manzumenin İran seferine ait olduğu muhakkaktır,
bazi mısralar delâletiyle Kırım hanlarından biri için yazıldığı da anlaşılıyor; bir (Şehi adıl kemankeş hanımız) kelimeleriyle de Adıl giraydan bahsedildiğini zannediyorum.
Mecmuada Kuloğlu'nun bir Cezayir türküsü de var. Türkiyat mecmuasında Jan Deni'nin (Cezayir yeniçerilerinin Türküleri) ısmılı eserine yazdığı tenkitte Muhterem profesör Dr. Köprüluzade Fuat B. Ef. kuloğlu'nun (Cezayir) ile bir
alâkası olmadığını söyleyerek bu şairin esere alınmasını aniamaaı-ğmı beyan ediyordu; mecmuada bulduğum türküyü kendilerine göndererek mütaleasım rica ettim. Fuat B. Ff. bu türküye nazaran ya meşhur Kuloğlu'nun CezayiFde bulun duğunu veya Cezayirli Ku-loğlu isimli başka bir şairin yaşamış olduğunu kabul etmek icap edeceğini cevaben bildirdiler; Turku
şudur:
Badı saba İstanbul'a gidersen ; İste Cezayirli geldi deyesin ; Arza gidüp padişahı görürsen ; Kâfir gemilerin aldı deyesin ;
Yetişip ardından ortaya alup, Balyemez topların üstüne salup, Bayrağın tersine eğup aman dileyüp Yezitler miktarın bildi deyesin.
Deryaya çıktılar gaza kastına. Gani mevlâ saldı şikâr üstüne , Her biri seyfin alup destine , Hazreti Ali gibi saldı deyesin
Kılıcın , kemendin atmış solundan, Seksen dirhem tüfek atar kolundan, Kimi mecruh olmuş gaza yolundan, Kimi hakka teslim oldu deyesin.
Selâm eylen bizden dosta yarana , Sevdiciğin sinesini sarana , Kuloğlu'nun ahvalinden sorana , Dört duvar arasında kaldı diyesin.
Rıdvan Nafiz
HAYAT, 11.
San'at hayatı
«Esefle gördük ve açıkça söylüyoruz kf 1029 Resim sergisi, bir yıl öncekini nispetle daha çok kusurludur ! '»
Türk güzel san'atlar birliğinin resim şubesinin altıncı sergisi geçen ay açıldı. Bir buçuk ay evvel etnografya müzesinde açılan genç ressamlar sergisinden sonra bu, Ankarada, yılın ikinci san'at hadisesi oldu. Genç ressamların ilk sergisi dikkati kendisine
' ____v
saplandıran bir san' at hareketi idi. Ayni zamanda, hiç şüphesiz, bir iddianın ifadesi olan bu sergi o iddiaya ne kabar hak verdirir, onu burada tedkik edecek değiliz. Yalnız yeniliği ve benzersizliği garabette arayan yahut ham bir yemişin dudağa verdiği fena ilk tadı eksik doğmuş levhalarında duyuran hasta kompozisyon ve taslak meraklılarının eserleri yanında asıl san'atın istediği kendini daima tenkit eden ve eserle sevinmeyen çalışmaların meydana getir-diği gerçekten güzel lâvhalarla bu serginin güvenilebilir bir vaadten daha fazla bir şey olduğunu söylemekten geri d ramayız.
Evet, altıncı resim sergisi veni ilaarif vekilimizin sanatkârlarımız hakkında çok şevk verici ve alkış-Iayıcı sözlerle dolu nutkıyle açıldı, demisaj gününün Vekiller, Mebus-iar. Sefirler, Hükümet büyükleri ve san'at meraklılarından mürekkep kesif kalabalığı ile hıncahınç dolan salon ve dehlizin duvarları
da o kadar hıncahmçtı denilebilir, îki yüzü çok geçen lâvhalar iğne atsak duvara değmeyecek surette sıralanmış ve bu yetişmiyor gibi fena duran ışıklar da onlarn hakikî kıymetlerini zedelemişti. Hele dar dehlizdeki lâvhalar bir çilehanede
acı şeyler söyleyeceksek bunun sebebini ancak o derin ve jtenıiz sevgide aramak gerektir. Geçen yıl beşinci sergi için düşüncelerimizi yazarken şöyle demiştik :
«Resim sergilerimizin tekâmülü için iki şartı esaslı görüyorum.
Bunların biri san'-atkâr şahsiyetleri artık taayyün etmiş kıymetli ressamlarımızın yavaş yavaş uyanan muhitin ve bilhassa ilim ve sanat işinde himayesini esirgemeyen hükümetin teşvik ve takdirlerile mütenasip bir faaliyet ve itina göstermeleri, ikincisi ise fteşhir olunacak eserlerin intihabında her yıl daha sıkı bir ölçünün hakim olmasıdır. Genç resim üstatlarımız imzala-
- rının şerefini heye-kaç resmini gördüğümüz: Kurbağlı Dere (Vecih B.) canla kıskanmak
gibi idi. Bu münasebetle gelecek kendi eserlerinin ilk merhametsiz
resim sergilerinin resme bakmak ve güzelliğini seçmek için yetişir genişlikte birde ışıktan zarar görecek değil kazanacak surette tertip olunmasını dilememeğe imkân yoktur.
O gün ilk resmî ziyaretini yaptığımız sergiyi kapanmasını önceîe-yen günlerin birinde saatlerce gezdik, gördük. Fikirlerimizi söylemeden önce hir noktaya işaret edelim ki biz de bir san'at şubesinin hevesliyiz; ve san'atla san'atkâr için yalnız sevgi duygumuz vardır. Bununla beraber bu resim sergisi için yine
münekkitleri olmalıdırlar. Kendisini bile memnun etmekten uzak olan eserlerini teşhire razı olan bir san'atkâr san'at hayatının bir günahını işliyor demektir. Sergiye eser intihap edilirken kemmiyete verilecek en küçük kıymet san'at namına zarardır.»
Kendimizde bir irşat hakki ve hele bu işte kat'î bir hakem selâ-hiyeti görmekten çok uzağız. Ancak her sözün kıymetini gerçekle uygunluğunun derecesind arar ve o kıymeti bununla ölçeriz, işte onun içindir ki bu çok doğru sözün
işiticisi de çok olmasını istedik.
Esefle gördük ve açıkça soyuyoruz ki 1929 resim sergisi bir yıl öncekine nispetle - yukarı da işaret ettiğimiz iki bakımdanda - daha çok kusurludur. Ve pek az istisna ile, tanınmış ressamlarımız, bu yıl, geçen senekilerden daha fena eserler meydana koymuşlardır. Sergide, az bile olsa, güzel eserler yok değildir. Bunlardan bir kaç örneği okuyanlarımız bu sahifelerde göreceklerdir. Fakat iki yüzü çok geçen lâvha içinde bu küçük ekalliyet bızı
kandırmaktan uzaktır.
Ali Rıza beyin bütün teşhir ettiği ^
resimler arasında geçen senekÇPen-dikte kaynar caddesi" lavhasına uyar kıymetinde bir eser yoktur, "inekler,, ve "ev,p atlı lâvhalar ancak küçük güzelce lâvhalardır.
Halil Paşa'nm resimleri arasında Ankara manzarası güzeldir. «Fellâh portresi» ve "çiçekli tarlalarla nü kenarı,, İstanbul sergisinde de teşhir olunan «Vani köy sahili» gözelce
eserlerdir.
HAYAT, 12.
Namık İsmail'in: Yalı'sı
Celal Beyin: renkli kâğıtlardan yapılma bir tezyini resim
Şevket'in: Kapalı Çarşısı
Namık İsmail'in s bir pertresi
Hikmet'in lâvhalarından «Kasımpaşa deresi» nefistir. « Harbiye sırtlarında akşam» gözü alan çok güzel bir resimdir. Fakat ön plânın bir tarafı sevimsiz bir çıplaklık gösteriyor. «Ankarada dabakhane deresi» ve «akşam güneşi» güzel-cedır. Bunlara mukabil «Harman» Hikmet gibi bir üstadın teşhire hiç bir zaman razı olacağına inanılmaz berbat bir şeydir.
Namık ismail'in istanbul sergi-sindede görmüş olduğumuz «yalılar »ı çok sevimli ve güzel bir eserdir. Ağaçların koyu zemin perdesi önünde yalı ve denizdeki parlak akisleri gözü okşiyor. Yine ayni sergide görmüş olduğumuz Beyaz vapur» başka bir «etüt»gibi gözden kaçabilir. «Kadın portresi» fena olmamakla beraber insana tamamlanmamış hissini veriyor. «Çıplak kadın etütleri» ise biri poz fenalığından dolayı, bizce, iyi bir esere dönmesi imkânsiz, ötekileri tamamlanırken çok tashihe ve itinaye mühtaç eserlerdir. Ve Namık İsmail'in böyle etütleri teşhir etmemesi daha iyi olurdu.
İbrahim Feyhaman'ın eserleri arasında birinciliği, fikrimizce, « Yeni Ankara » lâvhası alır. Bu belki serginin en yüksek eserlerinden biridir. Güzel bir gök üstünde Gazi'nin heykeli, evlerin renkleri, fabrika dumanları... Bu lâvhada her şey resim güzyelliğinin yanında
HAYAT, 13e
Feyhaman'ın s Gazi heykeli
Çallı ibrahim'in Balıkçıları
Vecih Beyin s Kanalı Ada'sı
büyük inkılâbı yaratanla beraber yaratılan şeylerden bir kısmının da göz önünde hayalını çizerek ruhun derinlerine hitap ediyor. Küçük kar manzarası güzeldir. «Mavi vazu» lâhasında vazu ne kadar eyi ise portakallar okadar itinasızdır. Portreler ressamın, asıl ihtisası olan, bu sahede tekâmülüne bir delil teşkil etmemekle beraber güzeldir. Çehrelerin renklerini fazla « bronze » bulduğumuzu ilâve etmek isteriz.
Sami beyin Dabakhanede bir köşe ile Lüksenburg manzaralarından ikisi çok güzeldir. Hele bu manzaralardan birinde havuz üzerinde akisler pek hoştur. Çiçekler geçen senevilerden daha az güzeldir. Cansızdır. "Anadolu yollarında» lâvhası Sami beyin ebedî mevzuunun bir tekrarıdır. Öküzlerinin başları bu sene daha çirkinleşen bu kağni ile eski ahpabız. Bize öyle geliyor kı memleketimizde yollar, nakl vasıtaları tamamile değişip asrileşecek; fakat atsız yollarda hiç durmadan yol alan bu kağni menziline varmıyacak.
Şevket'in lâvhaları içinde Süley-maniye camii manzaraları şimdiye kadar gördüğümüz bütün bu mev-zudaki- eserleri gibi çok güzeldir. Haci bayram camii tafsilatı fazla vuzuh ile güzükmesine rağmen güzel bir eserdir. Geçen senede bir kaç görünüşünü beğendiğimiz Çuhaci hanının "resmi çok canlıdır. Öteki manzara lâvhaları için geçen seneki fikrimizde duruyoruz, kendi sahesi okadar geçiş ve bunda muvaf-fakiveû : •uzır emin olan Şevket
bey için başka sahalarda firçasını tecrübe etmek mutlaka lâzım değilidr.
Çallı İbrahim'in dört lâvhası var. Bunlardan küçük bir lâvha dikkatimizi hiç üstünde alıkoymiyor. Balıkçı lâvhası nefis bir eserdir. Yukarı bugazin haşin ve vahşi sahili, açik denize yaklaştığı duygusunu veren ıssız denizi; sonra kayık ve gölgesi ve suda hayat arayan balıkçılar çok güzeldir. Bu lâvha İbrahimin çoktanberi aradığımız san'atını bize gösteriyor. Fakat bunun yanında "dansöz,, ve "çarliston,, atlı lâvhalar
HAYAT, 14.
o san'ata hiyanet eden malûllerdir. Çalışma odasında, cep defterinde birer hatıra gibi, kalmağa mahkûm olan bu zavallıları resim sergisine niçin getirmişler?
Nazmi Ziyanın eserleri arasında, bizçe, en güzeli Limandır. Sandalların suyun yüzünde bir az iğret duruşlarına rağmen bu resim muvaffak olmuş bir eserdir. "Parmak kapı" ve «Paris» manzaraları güzeldir. Fakat öteki lâvhalar bir san'at meraklısını memnun edecek şeyler değildir. Hele «sabah, deniz» ve «köyün sabahı» lâvhalarmdaki renkler insanı şaşırtıyor. Renkleri bu kadar istediği gibi görmek hürriyeti, bir ressam gözünde bile, yoktur. «Nu etüdü» teşhir olunamıyacak kadar fenadır.
Ruhi beyin lâvhaları içinde yalnız küçük bir iki kar manzarası güzeldir Çok eyi bir mevzuu olmasına rağmen «harf inklabi,, lâvhası çok
kusurludur.
Hasan Vecih bu yıl bize ğuzel resimler vermiştir. Bizce bu yıl resimlerinde tekâmül gösteren tek ressam odur. Kınalıada ve deniz manzaralarının hemen hepsi güzeldir İçlerinde bir ikisi birinci derecede nefistir. Kurbağalı dere kenarındaki yalıları gösteren lâvha çok şirin bir hazinlikle güzeldir.
Geçen yıl dikkatimizi kendine çok çeken bursalı Şefik bu sene yalnız "tarabye" ve "boğaz,, içinden lâvhalarile bu dikkati üzerinde saklıyor. Birincisi heyeti mecmua itibarile çok cazibeli bir eserdiri ikincisi de güzeldir.
Altıncı resim sergisinden 5 Bir kış
Daha güzel eserlerini öteki sergide teşhir eden Eşref beyin "Sen nehri sahili,, Sadi beyin "Beykoz çayırı,, ve "Cöksu,,, Cevat beyin «Fırtına" Tahsin beyin "Çam limanı,, lâvhaları güzeldir. Ali Halil beyin "natürmort,, larını, bilhassa birini çok beğendik. Nevzat hanımın "krizamtemleri,, çok canlıdır.
Makorin'in îstanbuldaki sergide de gördüğümüz "derviş,, leri maziye karışan insanları hayalileştirerek ve arkalarında uzanan mezar taşlarına yaklaştıran beliğ bir kudret gösteriyor. "Nefret,, kendi nevinin güzel bir örneğidir.
Serginin heykel kısmı her sene'ki
zaıfını muhafaza ediyor.
Muallim Celâl bey bize yapıştırma resimlerin eyi bir kaç nümu-nesini vermiştir.
Sabit Muhlis'in "ispanyol kadını,, başta olmak üzre güzel resimleri var.
Afiş resimleri kısmında Ihap Hulûsi kendisini ; aratıyor. Bununla
beraber güzel afişler yok değil.
Sergi resimlerinin bir çoğu hakkında susuyoruz. Yalnız tanınmış san'atkârlarımız için yaptığımız işaretlerle kalıyoruz. Bence öteki resimlerin kusurlarından da mes'ul olan onlardır. Çünkü bu acibelere sergide yer vermeselerdi bizim onlardan haberimiz olmayacaktı.
Türk resminin sanatkârlarının kudreti ile uyğun ilerilemeyi gerçek-leşdirmesi için derin düşünmek mecburiyetindeyiz. Ve yavaş yavaş inanıyoruz ki tuttuğumuz yol bu yol olmamakla kalmiyor, buna aykırı bir yol oluyor. Eyi kötü her resmin teşvik maksadile satın alınması ressamları san'at endişe sinden ayırarak daha amelî düşüncelere saptırıyor. Gelecek senelerde her resmi satın almak yerine Maarif Vekâletince veya hükümet müesseselerinin müşterek vardımiyle bir kaç büyük mükâfat tesis olunarak bunların sert bir jürinin takdirini kazanacak, bîr kac resme tahsis edilmesi ta-mnmıs ressamların müsveddelerinin
9
"z istidade ve sâye makes olmayan her türlü resimleri sergide görmekten bizi kurtaracak bir tetbir olur k an aalin d e y iz.
Celal Sahir
Çizgilerimden 14
ODA
I
Ayna, bir kuyu ağzı gibi duvarda, Gölgem, bir ağaçlıklı yolda yürüyor gibi içinde adım adım benden uzaklaşmada.
Nasıl bir karı damlası perdede genişlerse. — Bir el cama bir kızıl boya sürüyor gibi — içinde şeklalıyor narçiçeği bir terse.
Paravana tüneyen japon bülbüllerinden, Kadife bir şezlongun yamyassı güllerinden Bir fısıltı duyuyor gibiyim bu akşam da.
Bir köşeyi dönüyor aynada adımlarım Ve yine görünüyor aynada adımlarım. Serseri bir kırla ngiç nasıl gezerse camda.
D işarda yaz, hafifçe sallanan bir yelpaze; Gölgeler yere doğru sarkan bir dutağacı; Rutubet, yarı kesik bir turunç gibi taze.
Aynada kayboluyor gölgemin Son çizgisi; Odada, halı gibi bütün bir günün isi, içimde, bir şamdanı üflemek ihtiyacı..
II
iNasıl havalanırsa bir yumak tüy rüzgârla, Kırlardaymışız gibi halıların üstünde Seni kovalıyorum çırçıplak ayaklarla.
Pancurdan iplik iplik sızan öğle bugün de Perdeye damla damla düşüyor gibi ılık; Senin de gözlerinde eriyor bir tatlılık.
Esneyor tozlu yollar, evler, kilise ve çan.. Karşı damda bir kedi gölgede pinekliyor, Karşı damda bir kedi saatleri bekliyor.
Duvarlar beyazlıktan genişledikçe böyle, Dizlerine düşüyor halsiz kaldığın zaman Sıcak bir havlı gibi omuzlarından öğle.
Dakikalar oluktan damlıyan sular gibi, Akıyor ağır ağır üstüne gölgelerin.. Şimdi gök daha mavi, sokaklar daha serin.
Şehirden yükseliyor Öğle buğular gibi.. Sense parmaklarımı alnında duya, duya Daliyorsıın ueniden dizlerimde uykuya..
Sabri Esat
Son İngiltere intihabamöa
HAYAT, 16.
mesaî fırkasının beyannamesi
İngiltere'de amele fırkasının iktidar mevkiine geçmesi, siyaset âlemi için çok ehemmiyetlidir. İngiliz amele fırkası kendini seçen ingliz halkına ne vadetmiş-tir? Bunu dünya işlerini takip eden her münevver bilmelidir. Onun için amele fırkasının intihap beyannamesini yazıyoruz? Bu beyanname bize ayni zamanda İngiliz hükümetini düşündüren içtimaî ve siyasî mes'eleleri de öğretmiş olacaktır. Beyanname diğer fırkaları şiddetle tenkit ettikten sonra şöyle devam ediyor:
Mesai Partisinin programı
Mesai partisi işsizlik meselesi ile derhal ve amelî bir şekilde meşgul olmağı taahhüt etmiştir. Bu hususata evvelce göstermiş olduğu parlak misal mezkûr taahhüdün tutulacağını zamindir. Mesai partisinin daimî yardımı sayesinde Muhafazakâr ve Liberal partisinin ihmal ve muhalefetlerine rağmen işsizlerin mutalebatı siyasî meseleler sırasında birinci mevkii işgal etmiştir. Mesai partisi hükümeti eline aldığı zaman Parlemento huzurunda mevkii icraya koymuş olduğu vasi plânları izah etmişti. Fakat diğer iki parti derhal birleşmişler ve mesai partisi hükümetini iskat eylemişlerdi. Bunlar mesai hükümetinin siyasetinin muvaffakiyetine tahammül edemiyorlardı. İşsizliğe müteallik olan plânlarımız bir çok seneler zarfında memleket muvacehesinde teşrih edilmişti. Bu piânlar, görüleceği veçhile üç sıfatı haizdir.
Millî inkişaf ve sınaî refah
Mesai partisinin kendisine tahmil edeceği vazife şunlardır:
Mesken meselesinin halli, zeredilmiyen arazinin ekilmesi,
kövlerin elektirikle tenviri, si-
• 1 »
mendiferlerin ve vesaiti nakliyenin yeniden tanzimi, yeni yollar yapılması ve mevcut yolların ve limanlarln ıslahı. Bütün bunlar arazinin parçalanması, meslekî tedrisatın inkişafı ile müştereken icra edilecektir.
İşsizlik meselesinin müsmir bir surette halli elyevm inhitata doğru giden sanayiin refahını ve memleketimiz menabaımn inkişafını temin eylemek demektir. Bu programın tatbiki yalnız elyevm işsiz kalmak mecburiyetinde bulunanlara iş tedarik etmek neticesini değil belki diğer sanayiin derhal ve tabiî olarak inkişafını da temin etmiş bulunacaktır.
Amele sınıfının iştira kudreti arttıkça ehemmiyeti tezayüt edebilecek olan büyük bir piyasa memleketimizde mevcuttur. Denizlerin diğer tarafında ve bilhassa Hindistan ile müstemlekelerde daha büyük bir piyasamız vardır. Mesai hükümeti ihracat tacirleri lehine tediye teminatı ve krediler küşadı suretile ihracat ticaretini teshil etmek için derhal faaliyete geçecektir. Bu suretle elyevm memleketimizde ehemmiyetini kaybeden demir, çelik, makinalar ve iplik sanayii mamulâtı ihracatını tezyit edecektir. Yeniden gemiler inşası, hariçle olan münasebatı tica-riyenin artması neticesi olarak ticareti bahriyemizin inkişafı
ve bu sanayide büyük miktarda amele sınıfının iştira kudretini mahsûs derecede artırmış olacaktır.
Amele partisinin işsizler hakkında tatbik etmek istediği plân amelelere iş bulmak gayesini istihdaf eylemektedir. Fakat amelelerin muntazaman iş bulabilmelerine intizaren bunların halihazırda maruz bulundukları ihtiyaç ve sefaleti tahfif edecek teda-bir ittihaz olunacaktır. Bunun neticesi olarak işsizliğe karşı sigorta kanununu işsizlerin iyi bir şekilde ihtiyaçlarını temin edebilecek surette tadil edeceğiz.
Mesai partisi gençlerin mektebe on beş yaşma kadar gidebilmeleri için bunlara icap eden tah sisatı tedarik ve ihtiyar amelelere münasip pansiyon temin eyleyecektir.
Beynelmilel sulh
Sulh müntehiplerin nazarı itibara alacakları en büyük meselelerden biridir. Mesai hükümeti fikri sulhperverane içinde bıraktığı Avrupa'yı mütekabil bir husumet neticesinde inkısama uğramış bir halde bulmuştur. İktidar mevkiinde bulunduğu esnada göstermiş olduğu parlak misal sulh aşkını perverde edenlerin emniyet ve itimadına mesai hükümetinin müstahak bulunduğuna delâlet eder. Bı-
HAYAT, 17.
rakmış olduğu eserine tekrar devam ve memleketimizin 1924 senesinde haiz olduğu itibar ve nüfuzu iade etmek arzusundadır.
Muhafazakâr hükümeti tes-lihatın tahdidine mümanaat etmiş ve Cemiyeti Akvam meclisile beynelmilel mesai bürosunun faaliyetine karşı hail olmuştur. Mesai partisinin siyaseti tamamile aksi bir istikamet takip etmektedir. Ayni zamanda siyasî ve iktisadî bir teşriki mesai ile milletteri j^ekdiğerine sıkı bir surette birleştirmeğe uğraşacak ve Cemiyeti Akvam ile beynelmilel mesai bürosuna bilâ kaydü şart ve en samimî bir şekilde muavenetini bezl-eyleyecektir. Mesai partisi hakem ve tahdidi teslihat taraftarıdır. Cemiyeti Akvam tarafından ihzar olunan hakem, uzlaşma ve müzahereti adliye hakkındaki umumî vesikayı kabul edecektir. Çoktan beri teslihatı vasi miktarda tahdit etmek icap ediyordu. Mesai partisi Amerika hükümeti tarafından bu hususta vaki olan teşebbüsü alkışlar. Bahrî tahdidi teslihata dair olan muahedenin yakın bir zamanda mevkii tatbike konulmasında ve umumî tahdidi teslihat mes'elesinin tetkikile iştigal etmeke üzere bir konferansın içtimaa davet edilmesinde israr eyleyecektir.
Mesai partisi Rusya ile mü-nasebatı siyasiye ve ticariye-sini tekrar tesis edecektir. "
Ziraat
Mesai partisi ziraat mes'e-lelerile de pek yakından meşgul olacaktır. Şehir siyasetile müterafık bir ziraat siyaseti takip etmek icap eder. Ziraat menfaat temin edecek bir şekil almalıdır. Hususî arazi sistemi vazifesini ifa edemi-yecek bir hale gelmiştir. Bu sistemin memleketin servetini mahva devam etmesine müsaade olunamaz. Binaenaleyh arazinin işletilmesi devlete intikal etmelidir. Ziraat amelesi asgarî bir yevmiye almalı, işsizliğe karşı himaye edilmeli. eyi meskende oturmalı ve e-, inde serbest olmalıdır. Mesai hükümeti bu İslâhatı istihsalde menfaati bulunanların
mümessillerile teşriki mesaiye amadedir.
Maarif
Mesai partisi kezalik memleketin bütün evlâtlarına tahsil imkânını temin için daima sarfı gayret etmiştir. Çocukların on beş yaşma kadar mektepte kalabilmelerini temin için kendilerine lâzım gelen tahsisatı tedarik ve orta mekteplere serbestçe girebilmelerini teshil eyleyecektir. İlk mektepten darülfünuna kadar tahsil devrelerini takip etmek istidadında bulunanların yolunu açacaktır.
Mesai partisi mükeliefle-rin tediye kabiliyetine tevfikan ve âdilâne bir surette vergileri tevzi eden bir vergi sistemi taraftarıdır. Mevad-dı gıdaiye ve sair ilk ihtiyaç mahsulâtı üzerine mevzu tekâlifi ilga edecektir. Büyük likânelerden tahsil olunan ve varidat üzerine mevzu bulunan vergilerden icap eden menabii varidatı temin eyleyecektir. Mesai partisi sayın temin ettiği varidat ile diğer varidat arasındaki muamele farkını teşdit edecektir. Hususî emlâk sahipleri tarafından nahiyelere ait emlâkin işgali keyfiyetine bir nihayet vermek için bütün şiddetile çalışacaktır.
Pansiyon
Mesai hükümeti eramiîe eytama ve ihtiyarlara tahsisolu-nan pansiyonlara dair olan kanunun açık haksızlığına karşı derhal tedabir ittihaz edecektir. İşsizlik buhranını izaleye matuf kanunları kabul ettirdikten sonra pansiyonlar hakkında mevcut ahkâmı bunlardan, istifade etmi-yen bir çok sınıflara da teşmili suretile tadil edecektir.
Mesai hükümetinin par-lementoya kabul ettiereceği sair tedabir meyanmda mesai şaatlarınm sekize tenziline dair olan Washington mukavelenamesinin tasdiki, amelelere verilecek tazminat hakkındaki kanunlara "Trad - U-nions„lere müteallik kanunun tadili meseleleri vardır. Kömür sanayiile demir ve çelik sanayiinin cüçar olduğu inhi-
tatın esbabını tahkik etmek üzere, vaidlere tevfikan, komisyonlar teşkil edecektir.
Mesai partisi kadınların reylerine de büyük bir emniyetle müracaat ediyor. Muhafazakârlar ve liberaller partileri tamamen muhalefet ettikleri halde mesai partisi kadın ve erkeklerin müsavi hukuka malik oladukları davasını müdafaa etmiştir. Uzun bir mücadeleden sonra kadınlar hukuku siyasiyede müsavatı istihsal ettikleri halde emansipasyonları için girişilen mücadele henüz hitama ermemiştir. İçtimaî ve iktisadî nok-tai nazarlardan kadın ve çocukları zarardide eden diğer bir takım gayri tabiilikleri izale etmek lâzımdır.
Mesai hükümeti memleketimizin içtimaî ve millî teceddüdünün kolay bir iş olduğunu ve bunun bir gün veya bir senede mevkii icraya konulabileceğini iddia etmek suretile halkı iğfal etmiyecektir. Fakat mesai partisi bu büyük eserin husulüne heyecan ve faaliyetle çalışacak, ve ekseriyet temin ettiği halde sanayiin refahına cemiyetin muhtelif sınıflarının saadetine ve sâyin semerelerinin adilâne bir surette tevziine şahit olacağız.
İntihabatta müntehipler muhtelif intihap dairelerinin mümessillerini değil belki bir hükümet intihap edeceklerdir. Ancak bir mesai hükümeti elyevm mevkii iktidarda bulunan muhafazakârlar hükümetini istihiâf debilir. Liberal partisi parlementoda ancak zaif bir ekalliyet teşkil edebilir. Müntehipler muhafazakârlar hükümeti ellerinde tuttukları takdirde husul bulacak felâketten memleketi kurtarmak istiyorlarsa reylerini mesai partisi namzetlerinde vermlidir.
Mesai partisinin programı memleketin içtimaî inkişaf ve teceddüdünün sulhperverane fakat kat'î bir surette teminine matuftur. Mesai hükümeti büyük Britanyamn refah ve saadetini ve cihan sulhunun hâkim olmasını temin için bütün gayretini, malûmatını, faaliyetini ve tecrübesini bu büyük eserin hakikat sahasına girmesi hususuna hasrede-
HAYAT, 18.
TToffmaıın'daıı hikâye
Kremon kemanı
Müşavir Krespel tesadüf edilebilecek insanların en garip ve acibi idi. «Haydelberg» e Felsefe tahsili için geldiğim zaman ondan ve onun garabetlerinden başka bir şeyden bahsedilmiyordu. Hukuk ve Diploması ile çok meşgul olduğu için gururu memleketinden büyük olan küçük bir Alman prens' onu paytahtma davet eimiş ve kendisine, mini mini hükümetine komşu olan bir arazi hakkındaki iddialarını «Diyet» meclisi huzurunda isbat edecek bir muhtırayı yazmak vazifesini vermişti.
Krespel tarafından serdedi-len sebepler Prense davasını kazandırdı. Bunun üzerine sevincine nihayet olmıyan Prens müşavirine kadar fazla olursa olsun her istiyeceğini vereceğini söyledi.
Bütün hayatınca arzusuna muvafık bir ev bulamadığından şikâyet eden Krespel kendisine devlet hisabma bir ev yaptırmak istedi. Bunu ma-almemnüniye kabul eden Prens ona bir miktar arazi de vermek istedi ise de Krespel kabul etmedi. Şehrin dış mahallerinde küçük bir bahçesi vardı. Evinin yeri olarak burayı seçti.
İstihzarat ve ilk mesai sadece Krespelin kendi elile çizdiği temel sahasını doldurmaktan ibaret kaldı. Bir sabah müşavir bir divarcı ustası buldu, arsaya getirdi ve dört diyar çekmesini söyledi. Usta başı kendisinden plânını görmek istedi.
—Ne lüzum var ? siz dediğim: .muiniz ben bu diyarla-
rın kireç ve kumla tutturulmuş taştan olmasını ve kalınlığının da iki kadem olmasını istiyorum. Yüksekliği -25- kadem olunca ne yapılması lâzım geldiğini size söyliyece-ğim. Baııa şaşkın şaşkın ne bakıyorsunuz? haydi işe baş-' layın..
Amele:—Ya kapılar?.. Pen-çereler?.. dedi.
- Bunu sonradan düşünürüz. İlk önce dıvarlar yapılsın. İtaattan başka çare yoktu. Parayı pazarlıksız verdiği için bu garip tarzı inşa üzerine gevezelik ede ede çalışıyorlardı. İşin ilerlediğini görmekten memnun olan Krespel daima orda idi. Yirmi beş kadem yüksekliğe vasıl olunca ameleler durdular ve müşavirden emirlerini vermesini rica ettiler. Krespel binayı uzaktan görmek için geriledikçe ame-leri iterek:
—Yol verin ! yol verin! diye bağırdı. Sonra Murabbaı dolaştı kâh gayri memnun, kâh memnun bir çehreyle gitti geldi; nihayet hali galeyanda olan kafasına parlak bir fikir doğmuş gibi dıvarm bir cephesini tekmelemeye başladı ve:
— Buraya! buraya! diye bağırdı, bana burada bir kapı açınız! ve divara siyah taşla kapının ebadını çizdi: kazmalarınızı vurunuz, bu kapı derhal açılsın !.
İki amele kazma ile dıvarı deldiler ve delik açılır açılmaz müşavir derhal dört dıvarm içine girdi ve ellerini oğuştu-rarak yukarıya, aşağıya baktı. Aynı sür'atla çıktı, binanın etrafında deli gibi koştu; U-
zaklaştı, yaklaştı, zaman zaman: Bir pençere buraya., bir tane de oraya., tepeye bir yuvarlak pençere... Şu zaviyeye bir delik., diye bağırıvordu.
İtaata müheyya duran a-meleler dıvarı işaret edilen yerlerden deliyorlardı. Bu keyfî delikleri hiç bir intizam ve hiçbir tenazur birbirine bağlamiyordu. Bir yığın şaşırmış halk yüzlerini parmaklığa dayamış her pençere açıldıkça bağırışıyorlardı. Bununla beraber dahilî taksimat ilerleyip te haricen bu kadar gayrı muntazam olaıı bu evin içindeki kolaylıkları ve kullanış-lığı meydana çıktıkça artık kimse müşavirin çıldırdığını söylemiyordu. Bizzat ameleler de körcesine yapmış oldukları bu işin san'atlarma temin ettiği faydayı takdir ettiler ve müşaviri memleketin en büyük mimarı ilân ettiler. İnşaat bitince Krespel hepsini bir sofra etrafında topladı ve yemekten sonra eline bir keman alarak gecenin geç vaktine kadar onları kadınları ve kızlariyle dan-s ettir d i.
«Haydelberg» e bu esnada gelmiştim. Beni davet eden Profesör Merklinin evinde ona rastladım. Çehresi bana tasavvurumdan daha garip göründü. Harekâtı o kadar şiddetli ve asabî idi ki her an bir felâkete sebep olmasına intizar ediyordum. Meşhur bir muganniyenin bahsi ka-patılalı bir çeyrek olmuştu ki birdenbire bağırdı: —O ahenk meleğidir; teganninin dehası-dır! ve gözleri yaşarıyordu. Çünkü musikiye çılglnça meî-
tundu. Yemekte tavşan var-dı. Krespel ayaklarını istedi "."e Profesörün beş yaşındaki sevimli kızı neş'eyle ona getirdi. Bütün çocuklar Müşavire muhabbet gösteriyorlardı. Ben bunun sebebini yemekten sonra cebinden içinde çelik alât bulunan küçük bir kutu çıkararak onunla tavşan .:emiklerinden oyuncaklar ya-sevinçlerinden haykıran çocuklara dağıttığı zaman anladım. Krespel onların saadetlerinden böylece memnun olurken birdenbire Profesör Merklin'in, yeğeninin . bir sözü üzerine, titrediği görüldü. «Sevgili Antonya ne yapıyor?» Krespel kaşlarını çatarak «Antonya! Antonya!» diye tekrar etti. Bu acemice sualin tesirini izale tmek isteyen profesör ona kemanlarını ne halde olduğunu sordu. Krespel'in çatık çehresi derhal açıldı:
— Kemanlar iyi gidiyor; dün birtanasine ben başladım. Gerisini Antonya yapacak.., Profesör cevap verdi :
— Antonya sevimli bir kızdır.
Gözleri yaşla dolan Krespel :
Evet, O bir melektir, diye bağırdı ve gizlemek istediği heyecandan utanarak şiddetle şapkasını aldı ve hepimizi bu garip hareketile müteaccip değil, müteessir ederek çıktı.
Sebebini öğrenmek istedim.
Profesör:
Bu bir sırdır, diye cevap verdi. Vaktile Müşavir Krespel yalnız başına bir hiz metçile şehrin içinde bir evde oturuyordu. Tabiaten münzevi olmasına rağmen bazı kimselerin kabul etti. Dost oldu, ziyafetlere davet edildi; bununla beraber garabetleri kendisini daima yalnız yaşattığı için herkesçe bekâr olduğu zan-
nediliyordu, çünkü kafiyen ailesinden bahsetmezdi. Bir kaç ay kayboldu. Avdeti gecesinde apartamanm kuvvetle aydınlatıldığı görüldü ve bir kadın1 sesinin bir klavsen ve bir keman refakatmda teganni ettiği işidildi. Gece yarışma doğru bu taganni Müşavirin sert ve tehditkâr sesile sustu. Bir başka erkek sesi ona şiddetle cevap veriyor ve zaman zaman genç bir kızın iniltileri bu kavgaya karışıyordu. Sonra merdiven acele adımlarla sarsıldı, ve kapının açılıp evden ağalayarak çıkan genç bir adam üzerine şiddetle kapandığı görüldü. Bu adam kendisini yakında bekleyen bir posta arabasına bindi ve derhal hareket etti. Krespel'in evinde ışıklar söndü ve herşey muzlim bir sükûne gömüldü. Ertesi günü kimse siması her zamanki gibi sakin olan Kres-peli isticvaba cesaret edemedi. İhtiyar hizmetçi bu sahnenin sırrını muhafaza edemedi, fakat bütün bilgi efendisinin Antonya atlı güzel bir kızla avdetinden; kızın sesinin ha-rikulâde güzel olduğundan ve onları takip eden genç bir adamın eve geldiğinden ve krespel tarafından pek fena kabul edildiğinden ve çok heyecanlı bir sahneden sonra kapı dışarı edildiğinden, ve nihayet o andan itibaren Krespel'in genç kızı gözden key-betmediğinden ve ona teganni etmeği ve "Klâvsen,, çalmağı men ettiğinden ibaretti. Hizmetçi başka birşey bilmiyordu. Şu halde Antonyanın güzel sesi yalnız bir defa işidi-lebildi. Fakat o zamandan itibaren şehirde hiçbir Muganniye kendisini alkışlata-madı. Herkes: «hiç kimse Antonya gibi teganni edemez!» diyordu.
Müşavir Krespel'in hayatını ihata eden sır benim üzerimde böyle bir tesir yaptı.
HAYAT, 19.
Her gece rüyamda onu görüyor ve mukavemetsiz bir kuvvet beni bu eve girmeğe sevkediyordu. Bu husustaki güçlükleri mübalâğa etmiştim, Krespeli ancak iki üç defa Profesörün evinde görmüş ve keman hakkındaki ihtirasını okşamıştım ki birgün ani bir surette beni evine davet etti.
Bana birbiri arkasmca bütün Kemanlarını gösterdi. Bunlar otuzdan fazla idi. Bir-tanesinden bile affedilmedim. İçlerinde güzide bir mevki işgal eden ve çiçekten bir çelenk taşıyan eski bir Keman vardı ki bunun için bana meçhul bir ustanın eseri dedi.
— Bunu pek az, yalnız Antonya için çalarım; onu çok mütehassis eder.
En ricakâr sesimle: "Bana çalmak lûtfunda bulunmaz mısınız?,, dedim. Müstehzi bir tarzda ve heyecanı üstünde "Hayır, benim iyi talebe efen-diciğim,, dedi.Ben şaşırmış bir vaziyette sustum, ve o kabinesinin eşyasını göstermekte devam etti. Ayrılırken bana bir çekmececikten çıkarttığı katlanmış bir kâğıdı verdi: "Genç adam, dedi, siz san'atı seviyorsunuz, bunu kıymetli bir hediye olarak kabul ediniz... "ve cevabımı beklemeden beni yavaşça kapıya kadar sürükledi, kapıyı burnuma kapattı. Evime gelince kâğıdı açtım, içinde şu kelimelerle iki satırlık bir nota parçası vardı: "İlâhi Stamnizin son konserine başlarken çaldığı Kentin ilk parçasıdır.,,
Müşavirden almış olduğum biraz lâübali müsaade, tecessüsümü eksilteceği yerde ar-tırdı.Çünkü ikinci ziyaretimde Antonyayı onun yanında, Kres-pelin dağıtmakta olduğu bir Kemanın parçalarını tanzim ederken gördüm. Bu genç bir kızdı ki mermer kadar soluk yüzü en hafif bir heyecanla firari bir kırmızılık alıyordu.
HAYAT, 22.
Müşavirde beklediğim müstebit kıskançlık yerine çok mu-habbetkârane ve babaca bir itina gördüm. Antonya onun hoşnutsuzluğunu celbetmeden mükâlemeye karışıyordu. Ziyaretlerimi devam ettiriyordum. ve daima iyi kabul ediliyordum. Bu, kavgacı tabiatının cilvelerine ara sıra maruz kalmıyordum demek değildir, bilhassa müzikten bahsettiğim zamanlar... o zaman bende kızdırılan bir kedi tesirini yapıyordu. Fakat bütün bunlar bende tekrar avdet arzusunu izale edemiyen geçici bulutlardı.
Hele bir akşam Müşavir çok keyifli idi. Bir Kremon kemanım dağıtmış ve san'at için çok ehemmiyetli bir sırrı keşfetmişti. Bu neşesinden istifade ederek ona müzikten bahsettim. Usulünü ikimizin de beğenmediğimiz bir kaç muganniyeyi tenkit ettik. Antonya büyük ve güzel gözlerile bize bakıyor, -mükâlememize şiddetle alâkadar olduğu görü lüyordu. Birdenbire ona dönerek :
—Değil mi, Matmazel? dedim, Siz ne teganni ve nede refakat için bu usulü kullanmazsınız... Ani bir kızıllık genç kızın solgun yanaklarını kapladı. Bana cevap vermeden, elektriklenmiş gibi kalktı, piyanonun başına geçti... Dudaklari açıldı... Taganni etmek üzere idi ki birdenbire Krespel bir sıçrayışta onu Klavsenden uzaklaştırdı, ve beni omuzlarımdan sürükleyerek keskin bir sesle «küçük, küçük» dedi. Ve Sonra birdenbire ifadeyi değiştirerek nazik bir tonla «Talebe efendi; şeytanın sizi boğmasını temenni için çok nazikim; fakat vakit geçtir, hava karanlıktır, merdivenden siz: fırlatmama hacetkalmadan bcynunuzu kırabilirsiniz, binaenaleyh lütfen hanenize
: - -; t: t:~. a: sduğunu göste-
riniz ve tesadüfen... anlıyormu-sunuz.. Tesadüfen onu bir daha evinde bulamazsaniz ihtiyar dostunuzdan iyi bir hatıra saklayınız.
İki sene sonra yaptığım bir seyahatta yolum Haydeîberge düştü. Şehre yaklaştıkça tarifi kabil olrnıyan bir his Göğsümü eziyordu. Akşamdı, şehrin çan kulelerini ancak seçebiliyordum. Rahatsızlığım o kadar ziyadeleşti ki arabada boğulmak dere çelerine geldim. İnip mütebaki yolu yayan yürümeğe mecbur oldum yavaş yavaş ihsaslarım başka bir şeklaldıîar; uzaktan tatlı fakat çok fantastik bir sesin teganni ettiğini işidirg ibi oluyordum. İlerledikçe sesler daha vazih oldu. Benim tedehhüş etmiş halimden şaşıran bir yolcuya sordum:
«Bu sesler nedir?» «görmi-yormusuuz, diye cevap verdi bir ölü gömüyorlar!» filhakika yol mezarlığa hâkimdi, ve ben bir çukurun doldurulduğunu gördüm. Kalbimin kırıldığını hissettim: içimde bilmediğim bir şey bana bu mezara bütün bir saadet ve ümit hayaıtnm gömüldüğünü şöylüyorudu. Şehrin kapısında Profesör Merklini gördüm, yeğeninin koluna dayanmış ağlıyordu. Onlar beni görmeden yanımdan geçtiler. Sabırsızlığımı yenemi-yerek hizmetçimi, tanıdığım bir ötele eşyamı götürmek için yolladım sür'atle Kres-pelin nasıl yapıldığını yukarıda anlattığım küçük evine koştum... Koluna giren iki kişi tarafından sürüklenen Müşavir bahçeye girmek üz-reydi. Sırtında bizzat kendisinin biçtiği elbise vardı. Şapkasından sarkan uzun siyah tülle beline doladığı kemerden başka kıyafetinde bir değişiklik yoktu. Bu kemere bir Keman yayı kılınç gibi sokulmuştu. Çildırmış san-
dım. Dostları evinin kapısına kadar götürdüler; Krespel döndü acı bir tavurla onları kucakladı ve beni görerek; «Siz misiniz, diye bağırdı, mektepli efendi, giriniz! siz benim kederimi anlarsınız!» Şiddetle kolumdan tutarak kemanlarını dizmiş olduğu odaya soktu. Hepsi siyah bir tülle örtülmüş, yalnız üstadın kemanı yoktu onun yerinde servi dalından bir çelenk vardı. Her şeyi anladım, ağlayarak «Antonya! Antonya!..» diye bağırdım. Krespel ayakta, kolları kavuşmuş, gözü sabit ve kuru, önümde duyuyordu.
Mustarip bir sesle anlattı.
— Antonya teslimi ruh ettiği zaman bu kemanın ruhu hazin bir ses çıkardı ve ahenk safhası kırıldı. Bu ihtiyar alet ondan fazla yaşıyamazdı, Antonya onu seviyordu, ben de onun için beraber gömdüm!»
Bu sözlerden sonra Müşavir titrek bir sesle tuhaf bir şarkı söylemeğe çalıştı, onun böyle hareket ettiğini, işaretler yaptığını, odanın etrafında döndüğünü görmek insanı altüst eden bir şeydi. Bir an siyah tülü yüzüme değdi, ben titredim ve acı bir çığlık çıkarmaktan kendimi menede-medim. Bu çığlık üzerine birdenbire durdu: «ne diye böyle bağırıyorsun, küçük yoksa meiekülmevtimi gördün? Sonra salonun ortasına geldi, belinde sarkan yayı alarak iki elile havaya kaldırdı, parçaladı ve fırlattı. «Ah! diye bağırdı, artık hürüm, hür., hür.. Artık Keman yapmıya-cağım, Keman yok artık., yok., yok..»
— Sonu gelecek sayıda —
Nakleden: A. Hamdi
HAYAT, 21.
Tefrika: 6
Dostoıevski
Büyük Hikâye
rJ
MUNİSLER
Türkçeye nakleden : AHMET RAGIP
Tefrikanın neşredilen kısımlarının hulâsası:
[Bir adam, sarraflıkla meşgul fakat münevver ve hislerini tahlile oldukça muktedir bir zevç, intihar eden zevcesinin cesedi karşısınde bidayette karmakarışık fakat bilâhare sarahatla onunla nasıl tanıştığını, nasıl evlendiğini anlatıyor, samileri boş bir odanın sağır duvarlarıdır. Muharrir, bir stenoğraf sadakatile bin türlü teessürler ve hatıraların içinde bunalan adamı söyletiyor ve kaydediyor:
intihar eden kızcağız bidayette mürebbiyelik aramak için ğazetelere ilân verecek para bulamıyor ve sarrafa rehin eşya getiriyor, ne verirse bunu mütevekkiline alıp gidiyor. Getirilen rehinlerin bazıları para etmez, ehemmiyetsiz şeyler olduğu halde sarraf, çocuğa karşı duyduğu merhamete benzeyen hislerle bunları alıyor. "Munise,, sığındığı münasebetsiz teyzelerinin yanında çok rahatsızdır. Gazetelerdeki ilânı gittikçe mütevazi şekiller alıyor, bir taraftan da baba yadigârı ne varsa bunları sarrafa getiriyor. Bu sırada sarraf munise ile evlenmeği tasarlarken, civarda iki büyük mağaza sahibi çirkin ve yaşlı Kremer, kızla evlenmeğe talip olur, bu haber sarrafı harekete getiriyor ve teyzeler kızı bakkalla evlenmeğe teşvik ederlerken sür'atle kararını vererek kızcağızla evlenmeğe muvaffak oluyor. Nişanlılık devrinde olduğu gibi evlilik devrinde de sarraf kendince zevcesine karşı muayyen bir plân tatbik ediyor, ona hâkimiyetini ve sertliğini duyurmak arzusundadır]
Başka türlü 3'apmazdım. Hususi ve mücbir
bir sebepten dolayı ben bu sisteme malik olmaya mecburdum. Niçin kendime iftira
edeyim? Sistem her halde doğru idi. Hayır, dinleyiniz: bir insanı mahkûm ettiğiniz vakit bütün mes'eleyi bilmeniz lâzımgelir... Öyle ise dineriniz : nasıl anlatmalıyım? Bu kola3r bir şey değil. Kendi kendimi terbİ3Te3^e kalkıştığım gibi derlıal müşkülâtla çarpışıyorum.
Bakınız... Meselâ gençlik parayı istihfaf
eder; ama ben merkezi sikleti derhal paraya intikal ettirdim, para üzerine o kadar muanni-dane bir ısrarla bastım ki, o... mütehayyir... gözlerini kaldırdı... dinledi... sözleri dudaklarında kaldı. Bakınız... Gençlik âlicenaptır, iyi
gençliği kastediyorum. Gençlik ulvücenap sahibidir ve süratli kararlar vermeğe mütema3rildir... Buna mukabil, amma pek az müsamahakârdır;
işine gelme\-en her şeyi istihfafla cezalandırır. Ben bu sabır ve tehammül eksikliğini ortadan kaldırarak onun yerine tamamile makûs düşünüşleri, geniş, her şejn anlıyan görüşleri ikame etmek istiyordum. Maksadımı anlıyorsunuz değil mi? Pek basit bir misalle bunu size anlatacağım ben bÖ3*le bir mahlûka karşı, meselâ ikraz kasam için ne gibi bir mazeret
bulabilirdim ? Tabiî, sözlerimi sağa sola saptır-
maksızm doğruca kasaya götürmedim. Bu suretle kendisinde, kasam için sanki ben ondan af
telep ediyormuşum zannı tevellüt edebilirdi. Ben daha zİ3râde mağrur rolünü oynadım ve onunla daima sükût ederek konuştum, derunî facialarımı da ben hep sükûtla yaşadım. Bir zamanlar ben de insanların en bedbahtı menzilesine
düşmemiş midim? Herkes beni itmiş, kovmuş
ve sonra unutmuştu: kimsesiz kalmıştım! O on
»
altı yaşındaki to3T piliç âdi insanlardan birdenbire mazime ait bazı malûmat almış ve her şeyi
öğrendiğini zannetmişti. Halbuki sırrım bağrımda saklı idi. Onunla yaşadığım müddetçe
daima sustum, çok şeyler söyleyen bir sükûtla sustum; dünkü güne kadar sustum' Ne diye sustum ki? Evet, zira ben mağrur insandım, istiyordum ki o beni, 3-ardımmıa hacet kal-mıyarak ve âdi insanların sözlerini kale almaksızın tanısın, beni teşhisle muammayı halletsin. Ben onu evime kabul ettikten sonra o bana hürmette kusur göstermemelidi. Bütün çektiğim ıztıraptan dolayı onun önümde ellerini kavuşturarak diz çökmesini istiyordum ve ben buna lâyıktım. O... ben daima mağrurum ve daima
da istediğim «Her şey ve ya hiç»-tir. İşte bundan dolayı saadetin yarısile iktifa etmeğe razı değildim. Saadeti toptan kazanacaktım. Nihayeti gelmiyen sükûtumla kendisine: «Sen her şeyi
kendin keşfettikten sonra beni takdir etmeği 'iğreneceksin!» diyordum. Hak vermelisiniz ki eğer ben bizzat ona her noktayı anlatmış ve
aydınlatmış olsaydım, hürmetini celp için her şevi teşrihe kalkışsaydım; bu dilencilik olmaz da ne olurdu? Bundan başka... Fakat şimdi ben ne diye bunlardan bahsediyorum ki ? Budalalık... budalalık... ne kadar budalalık!.. Yüzüne karşı, merhametsizce ve damdan düşercesine, gençlik ulvü cenabının güzelliğine rağmen beş para etmediğini, söyledimdi. Niçin ıııi? Çünkü hakikî hayatı henüz tecrübe etmemiş olan gençlik her şeyin ucuz olduğunu zanneder; zira gençlik ' ilk mevcudiyet ihsaslarının tesiri
altındadır. Asıl ciddî hayat baş gösterince ulvü cenap nerede kalır, sorarım size!... Böyle ucuz
bir civanmerdani göstermek hiç te giie değildir. Taze ve genç kanda hayat kudreti taşarak kaynarken, insan bütün ruh ve mevcudiyetile güzelliğe doğru çırpınarak akarken, hayatını bile feda etmek marifetten savılmaz. Hayır, âlicenaplığı daha güç, daha mensi ■ e daha sönük bir nümtın esin i göz önüne alınız. Düşününüz
ki, siz, lekesiz bir adam, bir giin bir alçak gibi muamele görüyorsunuz, siz ki dünyanın en namuslu insanısınız. Bu şeraitte, haydi... ulvü cenaplık gösterin bakalım!... bayır... bundan vazgeçersiniz!... ve ben; bende hayatını ıııüd-" etince böyle bir damganın izini alnımda taşıdım.
Evvelâ fikirlerime karşı koydu... hem fe ne şiddetle... fakat sonraları git gide daha
sakiııleşti; beni o fevkalâde büyük gözlerile hayretle süzdü... dikkatle dinliyordu... bundan mada... evet, bundan mada bir tebessüm; itimatsız, durgun, eyiye alâmet olmıyan bir tebessüm çehresinde belirdi, ve bu tebessümle o evimin kapısından içeri girdi. Fakat doğrudur... Övle va! başka nereye gidebilirdi ki?
'VI
Boyuna plânlar kuruluyor.
İkimizden hangisi daha evvel başladı? Kimse. Her şev kendiliğinden başladı... daha ilk adımdan. Ben ona daha birinci günden, sert muamele istediğimi vukarda da söyledim amma
a seril isi 'aha ilk günden itibaren hafiflettim. O nişanlı iken kendisine benimle beraber eakşacağuu, yani rehin alıp para vereceğini
fcafeer 11 ıı"jT" r" o zamanlar o, buna karşı hiç ter «v nPvdksneaBsstî - (Ba noktaya son derece
HAYAT, 22.
dikkat ediniz!) Mesele berakis!.. îşe büyük bir şevkle sarılmıştı. Evimin içi ve tarzı ^ tertibi, tabiî eskisi gibi kaldı. İkametgâhım iki odadan ibaretti; bir tanesi büyük bir salondu, öteki hem oturma hem de yatak odasidi. Odam oldukça fakirane döşenmişti; teyzeler bile daha iyisine maliktirler. Benim azizlerim, kandille beraber, kasanın bulunduğu kuytu yerin arka tarafında asılıdır. Odamda, içine bazı kitaplarımı koyduğum bir dolap ta varYr. Sonra, anahtarını daima üzerimde taşıdığım sandık. Bundan başka bir de karyola, bir kaç sandalye, masa, ve işte insana ne lâzımsa. Nişanlı iken yemek masrafı için (Yani bir o, bir ben birde Lükerya) günde bir Rubleden bir Köpek fazla veremiyeceğiıui kendisine bildirmiştim. Önümüzdeki iiç sene zarfında, demiştim, otuz bin Ruble birikmiş olmalıdır ki bu da son derece idare ile kabildir. İtiraz etmedi. Fakat ben
kendiliğimden bu miktarı otuz Köpek arttır-dıııı. Tiyatro için de böyle oldu. Ben her türlü zevkten mahrumiyete katlanması lâzım geleceğini evvelden lıaber vermişken, bu kararı da değiştirerek ona ayda bir defa tiyatroya gideceğimizi, hatta koltukta oturacağımızı da
vadettim. Hakikaten üç defa tiyatraya da gittik-«Saadete doğru...», «Perikola» ve... neydi hatırlıyamıyorum. Konuşmaksızm gider ve ko-nuşmaksızm eve dönerdik. Niçin? Evet, ta baş-langiçtanberi niçin biz böyle birbirimizle konuşmazdık ki? İlk zamanlarda aramızda hiç ihtilâf çıkmadı, yalnız sükût hükümran oldu.
O, sadece, büyük siyah gözlerile, bana taaccüp ve istifhamla ~bakardı. Bu bakışı farkederetmez ben daha anııdane sükût ettim. Programa sükûtu ithal eden her halde bendim, o değil... Hatta o, bu hale bir nilıa\et vermek için bir iki kerre
teşebbüs bile etmişti: niyazkârâne atılmıştı. Prikat kadınlarda telıeyyüeün bu
nevi boşaııışları marazı ve lıısterikdir. tabiî ve salim bir saadetten ayrılmamak isterim. Bu sebeple, bu gibi ahvalde daima souk davrandım; hakkını da vardı: böyle sahnelerin
ferdasında kavga mutlaka başgösterir. Yani kavga başgöstermedi, gittikçe daha anudana bir sükût
başgösterdi. —Onun tarafından da gitgide daha mütecasir ve daha küstah nazarlar... Onun sistemi «İsyan ve istiklâl»—di; fakat pek iyi beceremiyordu. Büyük siyah gözleri bulandı, munis siması günden güne hırçınlaştı ve değişti. Ben onu çok iyi tanırım, inanınız: şahsını ona tahammülfersa gelmeye başladı. Eâkat bazen onun da haddini tecavüz ettiği inkâr olunamaz.
— Devanı ediyor —
HAYAT, 23.
On beş gün içînöe
Hayal ue neşr
HayatTn yeni şeklî
«Hayat» mecmuası matbuat âleminde ilk göründüğü zaman gayesi şu idi; İlim ve san'at için en nafi bir unsur haline gelmek. Bu maksatla her türlü fedakâlığa katlanan Hayat, üç seneye yakın bir
zamandan beri, memleketimizdeki mühim bir boşluğu,
tek başına doldurmağa çalıştı. Bu emelinde ne kadar muvaffak olduğunu uzun uzadıya tahlile lüzum görmüyoruz.
Arkada bıraktığımız beş büyük cilt, beş büyük eser sayılmasa bile, üç senelik bir uğraşmanın ağır ve canlı birer mahsulüdür.
Geçen sene, gene bir cildin nihayet bulması münasebeti ile, "Hayat, kendisi ile alâkadar olantek bir münevver kalıncaya kadar neşriyatına devam edecektir,„ demiştik. Bu geçmiş sözü burada da ayni kat'iyetle tekrar edeceğiz. Başka memleketlerde henüz bir
imtihan devresi alan uç senelik bir hayat, bizde, hemen
her mecmua için elim bir ih-tizar teşkil etmektedir. Bununla beraber, Hayat, bu üç
senelik mesaisinden birkat daha kuvvetli, bir kat daha
genç olarak çıkmakta, ve bitmez tükenmez bir faaliyet için
kendisinde yeni ve taze bir kudret bulmaktadır.
Hayat'm ilim ve san'at muhiti için en faydalı bir mecmua haline gelmek maksadından başka şey gözetmediğini kaydetmiştir. Fakat bu maksadı en güzel ve en müsbet bir - - etmenin de nasıl
lâmna geldiğini düşünmek mec-
buriyetinde idik. Üç senelik neşriyatımızdan doğan tecrübe, bu şeklin daha mükemmelini bize öğretti. Bunun için Hayatın neşriyatında ve şeklinde bir değişiklik vücuda getirmenin lüzumuna kani olduk.
İşte bu kanaatin verdiği kuvvetle Hayatı bu sayısından itibaren yeni bir şekilde neşretmeği kararlaştı rdık.
Arada geçen iki üç haftalık bir müddeti, tevakkuf devri değil, yeni bir hamle için hızalma telâkki etmelerini aziz okuyucularımızdan rica ederiz.
Putları Kırıyorlar
Edebî tenkitlerde başlıca şart şudur: Bir eserin iyi taraflarını göstermek, kusurlu cephelerinin nasıl tadil olunacağına işaret etmek. Hiç bir güzelliği olmayan baştan başa noksan ve zevksizlikten ibaret bulunan bir eserin tenkit edilmesine imkân yoktur. Tenkide hak kazanan bir eserde muhakkak bir meziyet var demektir.
Son aylar içinde matbuatımızda garip ve ölçüsüz bir tenkit baş gösterdi. Bu tarz tenkidi, bir gazete satışı gibi hafif ve dürüst olmayan bir maksada atfetmiyerek, samimî olarak kabul ve münakaşa etmek istiyoruz. Bunlar: «Putları kırıyoruz!» diye haykırıyor-lar. Kırılan putlardan birincisi Hâmit, ikincisi de Mehmet Emin Beylerdir !
Bu neşriyattan maksat, edebî vs hissî bir muhit uyandırmak ise. tutulan usul ve
kullanılan vasıta ancak kötü bir kargaşalık tevlit eder, hiç bir iyi netice vermez. Ne o put kırılır, ne de o puta hücum edenler iyi bir şöhret kazanır. Zaten bu tenkitlerin husule getirdiği tesir de gösteriyor ki vaziyet, putlardan ziyade, kendi aleyhlerineJir. Şu halde buna «put kırmak» değil, «pot kırmak» demek daha doğrudur. Yalnız bu hücumları yapanların zekâsı ve zevkleri hakkında menfi bir hükme malik olmadığımız için, meselenin edebî cephesi bu kadar zaif olduğuna göre,
büsbütün başka bir maksat ariyoruz.
Bu tenkitlerde aradığımız maksat varmıdır, bunu kuvvet ve kat'iyetle tahmin etmek te mümkün değildir. Bizce içtimaî ve iktisadî prensip takip edenler, o prensipleri ve onların istinat edeceği muhiti anlatmalıdırlar. Abdulhak Hâmit ve Mehmet Emin Beylerde istediklerini bulamayınca onların bütün can damarlarına neşter vurmak, lüzumsuz ve faydasız bir hiddettir. Onlar memleketten, halktan uzun uzadıya, acı acı bahsetmişler, fakat bu bahislerinde belki buğun tenkit eden bir kaç kişinin arzusunu tatmin edecek noktaları hatırlarına getirmemişlerdir. Onlar işçiden bahsetmemişlerse bu edebî bir
kusur değildir, nitekim bugün işçiden bahsetmek te tek
basma edebî bir meziyet
addolunamaz. Kim bilir, belki
de Türkiyenin bu noktadan vaziyeti «kırılan putlar» in
ideallerine daha uygundur.
Bir edip, bir san'atkâr, eğer muayyen bir zamanda bir nesil üzerine tesir yapmışsa şöhret ve hürmete hak kazanmış, edebiyat tarihine girmiş temektir. Hamit Bey de böyle değil midir? Mehmet Emin Beyin tesiri olmamış mıdır? mâm it Beye dâhi dedirten sebep, etrafta vücuda getirdiği, büyük muhabbet ve hayranlıktır. Emin Beye, Millî sair dedirten sebebi de o zamana kadar «Ben bir türküm, dinim, cinsim uludur !» deyişinde bulabiliriz. Unutulmamalıdır ki bu söz 313 har-, hinde söylenmiştir. Bunlar üzerinde durmak doğru de-ğildir. Her nesil kendisinden hır evvelkini inkâr ede ede giderse ortada okuna cak eser ve sevilecek şahsiyet, bir şey, bir şey kalmaz. Bunun böyle : iması lâzım geldiğinde ısrar edenler varsa bilsinler ki zeşiklerdeki çocuklar da ken-diîerinden bir, hatta bir kaç ev-velki nesildir! Diyorlar ki bugünkü edebiyatı yapan inkişafın mantığıdır, ve e emek istiyorlar ki bu ede-biyatla beraber her değişen şeyi bu edebiyatın mantığı vücuda getirmiştir. Ortada yalnız zamandan ve bu manii-itan başka bir kuvvet yoksa bütün bu idealleri aşılamak ün yaptığımız cehitler, bütün yazılar faydasız demek-: r: Zira bu hamlelerde şahıs-v.r ve şahsiyetler zikrolun-mıyor. İnsanlar olmasa ne zaman düşünülür, ne de inkişaf mevzubahsolurdu! İnsanlar olmasa, put kıranlar böyle bzşluğa bağırıp çağırmazlardı!
Her asalet gibi kelimelerin asaletine de düşman oldu-ğ unu söyleyenlere tavsiye sderiz: Halkın, Türk milletinin abura, kullansınlar. Bu dil, her sınıf türk halkının dili, mezbele dili çiğlidir. Halkımız put kırarak pot kırmaz, konu-u rker. kü rretmez.
Bir makale
İstatistik mudiri umumisi M. Kamil Jakar. İstanbul gaze-tele rinden birinde, senenin en mühim iktisadî makalesini neşretmiştir. IH. Kamil Jakar bu makalesi ile Türkiye'yi müstehlik vazıyetinden kurtararak onu müstahsil memleketler sınıfına ithal etmiştir.
İlmî bir görüşün ne olduğunu bir daha anlamak için kat'î rakamlara istinat eden bu makaleyi okumak lâzımdır. Şimdiye kadar, her sene sonunda Gümrük istatistikleri intişar eder etmez gazetelerde korkunç bir şikâyet yükselirdi: İthalâtımız, ihracatımızdan on milyonlarca lira fazladır. Bu gidişle memleketimiz beş altı sene sonra para sız kalmak tehlikesine maruz kalacaktır. Türkiye'yi müstahsil yapabilmek için ne zaman
anlaşılacaktır?
M. Kamil Jakar'm yazısı.işte
bize bu hayırlı rüyayı müjdeliyor: Türkiye, bugün, ihracatı ithalatından fazla, müstahsil bir haldedir. Telaşa, endişeye hacet yoktur; yarının ufukları açık ve parlaktır! O halde Gümrük istatistiklerinin aleyhimize ve yanlış olan rakamları neyi ifade ediyor? Basit bir tüccar hilesini!.. Zira, bizde ihracat yapacak bir kimse, vergi ve rusumdan tasarruf için, beyannamesine maliyet fiatmı yazıyor. Halbuki o gün borsa, satılan eşyanın bedelini daha yüksek kaydetmektedir, îşte Gümrüğü atlatmak için Türk ve ecnebi tüccar arasında yapılan bir antant, bizi, senelerden beri düşündürmekte idi.
Hakikatin yüzü acidir derler. O, eski devirlere ait olacak ki artık bize hakikatin yüzü hayalden daha tatlı gelmeğe başladı!
Ergenekon
Değerli edibimiz Yakup Kadri Bey, mütareke sene-
HAYAT, 24.
lerinde, İkdam'da neşrettiği makalelerden bir kısmını «Ergenekon» ismi altında ve güzel bir mukaddemeyle, kitap halinde çıkarmıştır. On sene evel bütün memleket gençlerine yakın bir şafağın müjdesini veren bu çok özlü ve çok ümitli yazılar, bugün, Ergene-
kon'da hazin bir hatıra gibi yaşıyor. Türk milleti, etrafını çep çevre saran demir dağı eriterek, son Ergenekon'un-dan fışkırdığı gündenberi hür ve ferah ruhunda yegâne üzüntü olarak o kara günlerin hatırasını taşıyor.
Türk nesrinin en san'at-kârı Yakup Kadri Beyin kudretli kalemi ve metin üslübu, Ergenekon'u ile, bize o hatıraları bir az daha yakından ve bir kerre daha yaşatmaktadır. Biz bu tahatturla bulunduğumuz şu zaman ile geçirmiş olduğumoz o devir arasındaki
büyük farkı bütün havassı hamsemizle anlıyoruz, ve yenilik, dürüslük, fikir ve kuvvet ifade eden son rejime candan bağlanıyoruz.
Tenkit sayhalarımızda tekrar bahsetmek hakkını muhafaza ettiğimiz bu değerli eser, Yakup Kadri Beyin, şüun ve hadisattan yaşayan bir cevher çıkarmak kudretini gösteriyor.
* * *
On beş günde bir çıkan ilim, Felsefe ve san'at mecmuası
o
idarehanesi i Ankara Maarif E mini iğ i yanındaki daire
istanbul Ankara Caddesinde 87 numarada
Abone: Seneliği 375 kuruş. Mes'ul Müdür: Faruk Nafiz
türkiye 15 e) a fi kas
SER M AYE S I:
Tamamiyle tediye e dimi ş
liradır
Müsait banka muamelâtı
m
kasalar, kumbaralar.
m)
UMUMİ MÜDÜRLÜK
t- *
SpTT BELER I:
İstanbul
Balıkesir
Mersin
Adana
Bursa
Giresun
Edremit
İzmir
Zonguldak Trabzon
Samsun Ayvalık

11