Şu son haftaki* zarfında bütün iğ&tietû îsütmıları hararetli İMr Münakaşaya sahne oldu. Türk hekimliği ye onun başlica merkezi olan Tıp Fakültesi terakki mi ediyor, tedenni mi? Tıp Fa kültemiz Avrupa tıp fakültelerine nisbetle ne haldedir, profesörlerimiz niçin hayatlarım ilme hasretmiyorlar? Tıp alimlerimiz beynelmilel tıbbî hareketlere iştirak eidyorlar mı, etmiyorlar mı?.. Bizde daima mutat olduğu veçhile şahsî ve çirkin bir şekil almak istidadını gösteren bu mesele, Büyük Millet Meclisi kürsülerine kadar intikal etti; ve Sıhhiye Vekilimiz bu hususta çok dikkate şayan beyanatta bulundu.
Efkâr umumiyenin ilim meseleleriyle ve memleketin ilim müesseseleriyle alâkadar olması, bizçe, memnuniyetle karşılanacak bir hadisedir. Yalnız, Necati beyin ölümü gibi kalblerimizi dağdar eden elim bir hadisenin bu münakaşalara vesile ittihaz
edilmesi, hiç boğru değildi. Bu noktayi ehemmiyetle işaret ettikten sonra, bu münakaşalar hakkındaki umumî fikirlerimizi açıkça söyliyebiliriz.
Evvelâ, büyük bir teesürle. itirafa mecburuz ki, ilmî münakaşaların tamamiyle gayrışahsî ve cidden ilmî bir surette icrası için icap eden seviyeye henüz vasıl olmamışız. Hemen bir fırlat bularak birbirimize şahsî hücumlara başliyoruz; en haklı olabileceğimiz noktalarda bile insaf ve itidalden ayrılıyoruz. Meselâ Tıb Fakültesine hücum için, onun Viyana, Berlin, Paris fakülteleriyle aynı seviye •de olmadığını, oradaki büyük alimlere îstanbulda tesadüf edilmediğini söyliyoruz. Medeniyet dünyasına yeni girmeğe başlıyan bir memleket için bundan daha tabiî bir hal tasavvur edilebilir mi? Memleketimizde hangi müessese Fransadaki, Almanyadaki emsaliyle ayni seviyededir ki, Tıp Fakültesini bu hususta geri kal-
dığı İçin tafatfeye hak kazanalım; her: memleketin ilim müesseseleri, o memleketin içtimaî, iktisadî şartlarına göre, az çok bir biriyle ahenkdardır; bazı müesseseleri ileri, bazıları çok geri hiç bir memleket tasavvur edilemez. Türkıyed© diğer ilim şubeleri ve ilim müesseseleri Avrupaya nazaran ne halde ise, tıbbî müesseselerimiz de zarurî olarak o nisbet dahilinde inkişaf etmiş bulunuyor. Hakikati itiraftan çekinmiyelim : ilim müesseselerimiz «tedris» vazifesini Avrupa: daki emsallerine az çok yakın bir muvaffakiyetle yapabiliyorlar, ', fakat beynelmilel ilim hareket-: lerine iştirak hususunda henüz; çok geriyiz. Memleketimizin umumî hayat şartları itibariyle bunun başka türlü olması da imkânsızdır. Daha üç beş sene ; evvel, serbest düşünenleri «tekfir» eden resmî din müesseselerine malik olduğumuzu ne çabuk unutuyoruz! Bugün bu cins . maniler artık maziye karışmış

Hayata, ıdaimaı hayata-^ Düîıyaya^dahaı çok hayat katalım!
« ^MltirZSCME—;
Ci It: V Ankara , 31 Kânunsani, 1929 ~Sayî:.....™114
Musahabe: *
bulunuyor. Lâkin bu gün de, bayatlarını ilme hasredebilecek insanlar, iktihamı çok defa imkânsız iktisadî maniler karşısında kalmıyorlar mı ? Bugün bir Profesör muavininin ve hattâ bir Profesörün aldığı pâra, ancak takibe mecbur olduğu kitap ve mecmuaları tedarike kâfi gelir; bunlar en askarî, 'en mütevazı bir şekilde olsun yaşamak hakkına malik değiller midir? Öüm-huriyet hükümetinin kaç senedir gösterdiği müzaheretlere rağmen memleketin malî ve iktisadî şartları henüz bu mes'elenin halline imkân vermemiştir. Profesör muavinlikleri, asistanlıklar gibi darülfünunun müstakbel ilmî kuvvetlerini hazırlıyacak mevkiler, bu gibi maddî sebeplerden dolayı, ekseriya münhal kalıyor.
Mazhar Osman Bey arkadaşımızın, vaktiyle tip lisanını Türkçeye çeviren büyük adamları bu hususta büyük bir hata irtikâp etmiş gibi göstermesine itiraf edelim ki akıl erdiremedik. Tıp tedrisatının Türkçe olması, Tıp Fakültesinde okuyan gençlerin ecnebi lisan öğrenmesine, o lisanlarda yazılmış eserlerden istifade etmelerine neden mani olsun ?.. Cümhuriyet hükümetinin bundan dört beş sene evvel yapmış olduğu bir talimatname, darülfünunun bütün fakültelerinden mezun olacaklar için bir ecnebi lisanı bilmeyi birinci şart addetmiştir. Bu talimatnamenin tatbiki Mazhar Osman Beyin tasavvur ettiği mahzurları izale ye kâfidir sanırız.
Bu münakaşalar esnasında teessüfümüzü celbeden diğer bir '
nokta da «ilmî selâhiyet» meselesinin henüz anlaşılmamış olmasıdır. Meselâ ismini kimsenin işitmemiş olduğu bir adam kalkıyor, bütün bir fakülte tedris heybetini techil ediyor ; onlara akıl öğretiyor; Avrupadan yalan yanlış misaller getiriyor; ve
işin en fecii, bütün bu manasızlıklar ciddî gazetelerin sahıfâlâ-rında yer buluyor... Kendi sa-helermde salâhiyetleri tanınmış insanlar, birbirleriyle ilmî müna-
kaşalarda bulunabilirler; fakat her aklına gelen bu münakaşalara iştirake selâhiyettar değildir. İlimde gayet sıkı bir«Hierarchie» olduğunu, genç ilim münteâipfe-ri asla ı|nutmamalıdırlâr...^Her halde bu son münakaşalar^ nevver sınıfımızın ve ilim mün-tesiplerimizin rüşiü hakkında fazla ümit verecek bir şekilde cereyan etmedi! s
Prof. Dr. KÖPRÜLÜZADE MEHMET P.fJ-AT,
KOLSUZ
Sağ kolu kesilmiş omuz başından, Dev adımlariyle bir yolcu gitti: Solunda bir kılıç gibi sallanan Tek kolu anlattı, bu bir yiğitti.
Bir dağdı, gölgesi karartti yolu; Ardınca yürürken, içim yaş dolu, Canlandı gözümde kesilmiş kolu, Sınırda düşmanı göğsünden itti...
FARUKNAFİZ
ULUYOR.;
Ölüm uğultusudur ufuklarda uluyan, Bu yerlerde var mıdır bilmem bu sesi duyan!... Gecelerden beridir sarsılıyor camlarım.
Gecelerden beridir uykularım hep yarım!.. Yedi başlı bir ejder sanki mezardan çıkmış... Çok kurban verecktir ona bu kapkara kış!... Bir çığlıktır kopuyor uykumun arasında, Diyorum sefaletin işleyen yarasında, Yine hain bir neşter, bir bıçak acısı var... Binbir acın sesini haykırıyor bu rüzgâr...
Ey ışıksız, ateşsiz, damı çökmüş yuvalar... Ölüm size başı boş serseri gibi dalar, Öper solgun yüzünü aç, hasta yavruların, Çocuklarından ümit bekliyedursun yarın!... Genç, veremli bir anne yolunur hıçkırarak, Onun da yolculuğu değil o kadar uzak!.. \ Köşede bir canlanmış iskelet bir ihtiyar.
Aklanmış gözleriyle ölümden ölüm sorar...
*
# *
Uluyor ufuklarda yine rüzgâr, uluyor. Alnına bir cinayet kızıllığı doluyor... Uluyor acı acı bu bir ölüm sesidir... ^ Mezardan baş kaldıran zaferin nefesidir..
ŞÛKÛFE NİHAL
Edebiyat tarihimizde kadm simaları:
İstanbul Erkek Muallim mektebi muallimlerimizden Sadi beyin delâletile ahiren elimize geçen yazma bir mecmuayı, tetkik ederken şu isme mu-zaî iki manzumeye tesadüf ettik:-Seher. Aptal.. Gerek tarih ve teskerelerde, gerek diğer menbalarda görmediğimiz bu ismin bir kadına ait olduğu muhakkak ve kadınların eski müverrihlermizce ne derece ihmal edildikleri meydanda bulunduğu cihetle, üzerinde biraz tevakkuf ederek ona, dikkati celbetmek, her halde faydasız olmaz, sanıyoruz.
Her şeydn evel, şurasını itiraf etmek mecburiyetindeyiz ki, bu şair hakkında, ■ tarihî malûmatımız, maatteessüf, hiç
" şka miras bırakmıyam Seher Aptalın hayatı, pek kesif ve ağır bir . karanlik içindedir. Bupdan mada, etrafındaki bunaltıcı gölgeleri dağıtacak, hüviyetini olduğu gibi, vuzuhla ortaya koymağa vasıta ola-
Şu hâlde onu, bu günlük, yalnız mısraları arasında aramağa, tanımağa çalışmaktan başka bir şey yapilamaz, demektir.
manzume mukayyet olduğunu bir az evel söylemiştik. Bunların ikisi de aruzla yazılmış olup bir çok yerlerinde mühim aksaklıklar mevcut, hatta bazı mısraları vezinle tamamen al-
âkasızdır, İmlâlarında da ayrıca hatalar bulunduğunu nazarı itibara alırsak, manzumelerin acemi bir müstensih eliyle pek fena zabtedildiğini
kabul etmek icap etse gerektir. Manzumeiri, bütün hata ve . noksanlarıyla aynen naklediyoruz:
I
Gine seyyah oluben destime aldım teberi Yine azmi diyar etmeğe kıldım seferi Dönerek ah ederek yarimi buldum seheri Münkirin taşma gerçeğe urdum siperi
Yürü ey zülfü siyahım noktadan aldım haberi Tevbeler olsun bir dahi kimseye etmem kederi
Oleben ehli hicap kimseye halim diyemem
Çekerim her nolursa köhnedir ş alım diyemem
Vaizin pendini ben anlayımam dinliyemem Yari idrâk edemem farkı adet eyliyemem yürü ey zülfü siyahım...... , . .
Varalım kâbei uşşakı tavaf eyleyelim Dem edüp menzil alup gâh tavaf eyleyelim Silelim aynamızı su gibi saf eyliyelim Oturup sohbeti yar ile lâf eyliyelim. Yürü ey zülfü siyahım
Ederiz şükrü hlida kahriie bulduk bu demi Tarafı haktan gör nice eyler keremi Giderek artırır bari hüda ol mertebemi Varalim kırklar ile eyliyelim ayin cemi yürü ey zülfü siyahım.........
Her ne bulduksa cihanda meclisi ademde imiş
Şeş cihet anlamıyan yas ve matemde imiş Seher Aptal hak deyüp hemdem olup demde
imiş
Dert ile mihnet ile yar ile pazarda imiş Yürü ey ziilfu siyahım........ .
II
Başla baştan sakıya sahbayi doldur sun
meze
Geçme can üftadeyi teklif buyurma içmeze Fisebilillah deyu doldur hemen serpayedek Desti mizanın dürüst tut çok ver götürmeze Yek kadehle mest hâl olmaz ise erbab aşk Kâsei camı mükerrer kap yetiştir yetmeze Tanederse gam değil zahit bizi ferda günü Lakaydî mihr, muhabbet meclisinden bilmeze
Seher Aptal ister ehbap daima sözü safa Can feda olsun dili naşadımı incitmeze
Bu manzumelere nazaran Seher Aptalı diğer meslektaşları arasında, hususiyeti haiz bir sima telâkki ederek o suretle mütalâa için hiç bir se-
bir şair gibi duyup düşündüklerini yine orta halli bir şair
Aptal mevkii ■ sırf yakardaki nazımlarına göre, edebiyat tarihimizde, belki aleladenin
'"'dununda " bile ^ kalır. Esasen'
bir çok isimler içinde- kadm
gölgede kalmiş, nur ve şaşa asını uzaklara, asırların arka-"" smdan bize iysal edecek birer güneş olamamıştır. Türk ede-
oîduğü halde," bunların arasm da, maetteessüf, bir. ' kadın
da kadin son zamanlara' kâ-
lamamış, yeni bir hava ile
Edebiyatımızda kadın denilince, ilk evel, hatıra gelen, ■ takip ve tanzırdir.Kadın,, la-
Yaşın ilerlemesiyle fizyolojik takatin zaiflemesi ihtiyarliği tevlit eder. Senelerin ağırlığı beden ve nalı kuvvetlerinin inhitatları, araya marazî haller girmedikçe tabiî bir ihtiyarlığa tekabül eder. Bu suretle husul bulan ihtiyarlık, ne uzvî ne de ruhî bir marazdır.
İhtiyarlık ruhiyatile ilk alâkadar olanlar ediplerle feylosof-; lardır. Burada da edebî ve felsefî ruhiyat, ilmî ruhiyata takaddüm
cetmiştir.
İhtiyarlığın normal bir surette îgfâmesi normal bir ihtiyarlık ruhiyatı getirir. Burada işte bu ; ihtiyarlık ruhiyatının başlica • evsaf Ve hususiyetlerini Paul ;0ourdoıı'un «Journal de Psych-aofie» [15 Mayıs 1927] deki bir
telhisen makl-
Senelerin yükü altında fizyolojik takatimiz tükenmekte ve bunun neticesinde mazi ve istikbale ait alâkalarımızın gevşeyerek bunların daha çok hale intibakımızı muhafazaya masruf
t ^ „ ......... , w , «IH ) IIH» I Ilı» » 'U1P » MI» ' W ll-ll»! ı n ■!-•
sıfatını izafe için sebep gösterilecek, velev ki münferit olsun, hiç bir hadise zikredilmez. Saikı ne olursa olsun, bu bir hakikat, bir vakıadır. İhtimal bundan dolayıdır ki, edebiyatımızla meşgul olan türk teskere ve tarihnüvisleri kadın şairlerimiz üzerinde fazla durmak lüzumunu hissetmiye-
kaldığı görülmektedir. Bu hal, az ço İv vuzuhle, ihtiyarların çoğunda görüldüğünden onların bu suretle valnız hali bizde hotbin oldukları hissini tevlit eder. Hâlbuki onlardaki bu ruhî hal «hot-binlik) kelimesiyle değil «halci-lik» tahinle daha eyi tavsif olunur. Çünkü yalnız hali düşün-ıııek seciyesi ihtiyarlıkta son derecede tahakkuk etmiştir.
Bu tefsir doğru ise ihtiyarlık ruhunun, hakikati halde mevani ve müşkilâtm birikmesinden ibaret olan normal tekâmülü iki merhale geçirir. Yalınız ihtiyarların çoğu birinci merhaleyi aşamadıkları için ikinci merhale na-
mcı
merhalesinin n
ve geçmiş günleri canlandırmaktır. Kuvvetlerinin tükenmeğe yüz tutmasiyle son günlerinin yaklaştığını hisseden adam, kendisine artık ilelebet haram ölmüş günlerin hasret ve rikkatma düşerek bağrını gayri şuurî olarak
y nıy w mry—mm » '11»' ) ■t» •»
rek, eserlerine onların yalnız ismi erini kayt ile iktifa eyle-
ister kadir ve hakim, ister vazî ve aciz olsun,
ve
tarihimizin sayîaları-hâlde bir kaç kadın aksi vardır. Edebi-bütün devireleri saîhalariyle tenviri için,
evvelce geçtiği yollara çevirir. Ruh burada hafıza zeminine çıkacak bir takattan henüz mahrum değildir;, fakat bu çıkış ve mazinin hayallerine dalış bundan böyle, tamamen akim ve yekna-sak bir faaliyettir, çünkü buular-dan istikbal için yeni tahayyül kombinezonları yapabilecek bir halde değildir.
İkinci ihtiyarlık merhalesi halin hayatını yaşamak, mezar hayatının sulh ve sükünuna hazırlanmaktır. Her şeyden ve herkesten el çeken bu merhalede ne mazi, ne de istikbale bakıla-madığı gibi idrak edildiği dakikada unutulan tenbihlerden de bir hayır yoktur. Hayat ve hassasiyeti bu suretle çekilmiş olan insan, ölümün ebedî hissizliğine doğru duygusuz ve bir lâhzada doğup bir lâhzada ölen hislerle ilerler. Sureti kafiyede itiyat zeminine düşmüş olan bu ruhun ahval ve zamanın davetlerine cevap verecek bir iktidarı kalmamıştır. O, şimdi eski tecrübelerinin ku-
kıymetleri mahdut, mevkileri küçük olmakla beraber, bunların da tetkiki zarurî görünür. Bu itibarla Seher Aptalı, onlardan biri olarak kaytederek, ismine dikkati celbetmekte mahzur tasavvur etmiyoruz,
mehme1 halit
gayı 114-----—
rulmış ınakinası içinde yaşamaktan başka bir şey yapamayan bir adamdır.
Elhasıl normal ihtiyarlık ruhunda narazî bir bunama zafiyeti değil, belki teessürî ve zihnî faaliyetlerle hafızanın umumî bir mahdudiyeti vardır. Bunun da sebebi dimağ ve uzviyette senelerin yığdığı fizyolojik sarkıntılardır. İhtiyarlık baş göstermeğe başlayinca insanın alâkası bilâ-ilıtiyar kendi mazisine ve bizzat kendine katlaniyor. Yeni mefhumlar teşkil ve tespit edebilmek için pek takatsiz kalan son faaliyet bakıyyeleri, eski hatıraların hemen kendiliğinden isticlabı gibi kolay işlerde kullanılıyor, Hatıraların isticlabı kabiliyeti bozulmuyor; fakat bunların zaman ve mekânlarını tespit etmek iktidarı kalmıyor. Evvelce imâl edilmiş prensiplerden şuurlu bir surette mülhem hatti haraketler içinde geçeıı bu devre ihtiyarlığın
lâhzavî hassasiyetcikler ve abuk-sabukhklar devresidir.
Daha sonra mahlûkat ve nıev-cüdattan tamamiyle el çekmek, yaşanılan h atıraları lâhzada unutmak ve istikbale hiç tasa etmemek baş gösterir. Artık muhayyile ve hafızasız olan' bu adanı, ebedî bir «hal»e mahkûm olarak otomat bir makina-nin düyğusuzluğu ve itiyatlarının bundanböyle hiç değişmeyecek olan kurulmuş çarkları içindedir. Bu ikinci devre ihtiyarlığın
sükün ve halin damla damla yaşanması devresidir.
Evveldenberi şiir ve edebiyatı alâkadar etmiş ve daha eyi malûm olan devre; ilk ihtiyarlık devresidir.
XIX uncu asrın Fransız ediplerinden Charle Nodier bu devreyi şöyle tasvir ediyor: «tabiatın ihtiyarlara ihsan ettiği en tatlı imtiyaz, çocukluk intibalarıni son derecede kolaylıkla ya: kalamalarıdır. Bu istirahat çağındaki hayat akışı binlerce kıvrımlardan sonra sathi maili, kendisini faydasız bir seyahatta işkal etmiş olan her türlü manilerden nihayet kurtarıp menbaı civarlarına köpüksüz ve berrak bir surette yaklaştırmış ve burada sahillerine evelce aksetmiş olan ilk gölgeleri .durgun ve sakin sularında bir daha aksettirmeden
gözden kaybolmamış bir ırmağa benzer.» - •
ihtiyarlık ruhunun son ta-
havvülünü de ifade etmek için bu hayali tamamlamak lâzımdır. İhtiyarlayan hayat ırmağı, kendi mazisi diyarına bu surett döndükten sonra artık ilerlemekten kesilmiş ve istikbale karşı birdenbire hissiz kalmış olarak «hâl»e avdet eder. Bir yakıtlar dağ taş aşmış, ve kayalarla çarpışıp köpürdükten sonra geldiği' yerlere argın ve durğun bir halde dönmüş olan hayat ırmağı şimdi artık akmayan donuk, gayrişeffaf ve kaypak sathından sahilleri gittikçe belirsizleşeıı in'ikâslarım, alaca karanlıkların artan boşlukları içinde, her şeyin sinesinde silindiği ölüm gecesine
iriyor.
mustafa şekip
Birden, paslı bir çanin ipini bir kadit el, Çekti, çekti bağlanmış bir canavar gayzıyle: Sonra bir duvar çöktü, parçalandı bir heykel;
Dik dağlardan koparak geldi sonsuz hızıyle, Tam yedi kat sedini yıktı bendin suları; İsli göğüsler şarap gipi içti rüzgârı... Kalplerin ateşinde kizdırıldı demirler, Kırıldı demirleri yassıltan silindirler..
Alevlendi yanaklar;
Seslendi birbirine bin hazla: Yürü, yürü, Diye kansız dudaklar.. * Sonuncu dinamonun da bitince kömürü, Bir vücudün ansızın taş kesilmesi gibi, Şehir birden derin bir karanlığa gömüldü.. Her kaldırım taşında sanki bir baykuş güldü: Körler, topallar, açlar... Bir sırığın ucunda Bir paçavra halinde sürüklediler Rabbi; Mukaddes yapraklar herbiri avucunda
Buruşturdu fırlattı.......
...... Bağırdı, kırdı, attı...
I
Dağıldı bu tabloya sonra soluk bir duman: Bir göl nasıl açarsa fidandaki koncadan, Bu haile üstünde ağır ağır belirdi; Yüzün bir şifa gibi bu kanlı şehre girdi...
muhip at al ay
KAFAMDA İHTİLÂL
; --T- EMİL LUDWİG —
zamanımızda sulh
Eski zamanlarda bir vebanın zuhuru yahut bir yanardağın indiler ilahların hiddetlerine alâmet olarak telâkki edilirdi. Hatta bugünkü bizler bile, bütün tenevvürümüze rağmen. Etna yanardağının, Sicilyalım sevimli sahillerine, tahripkâr lâv ırmakları göndermesine, talihi bir cilve ve ihtarı n az arıyı e b akıyoruz. •Bu, bize, insan oğlunun lakayt ve laubali ellerini tabiatın kıymetli nescine uzatarak, ekip biçmemesi için bir ihtar gibi görünüyor. Hadisolan her şeyin arkasında remiz]er aramayı ve görmeyi itiyat edinmiş olanlar, henüz kapanmış olan geçen senedeki kazalar ve zelzeleleri bu neviden ikaz ve ihtarlar olarak tel âkki edebilirler: öyle ihtarlar ki, insanın tabiat kuvvetlerinin saltanatgâhma tecavüzünü, ve onun lıarp vasıtasıyle beşeriyeti ve beşerin icadetmiş olduğu şeyleri tahribetmesini meneder.
Geçen sene tamamiyle harp-siz geçti. Bu, 1928 senesi hesabına kaydedilecek en kıymetli bir noktadır. Bundan ■ başka, gene bu sene esnasmda-dır ki, ' Amerika Avrupaya sulhu (daimî bir surette) muhafaza etmek için bir nota gönderdi; ve harplerden en büyüğünün kapanmasından on sene sonra, büyük kuvvetler ve küçük milletler Pariste harbi kanun harici yapan bir muahedeyi imza ettiler. Her nekadar bunun nakâfi olduğu
münakaşa götürmez bir haki-katse de, gene bu bir çerçevedir ki içerisine güzel bir resim konabilir. Bu bir alâmeti hayırdır, bununçüıı onu lıüsnü istikbal etmeliyiz. Eğer, bu muahede, tehlikeli bir anda, milletlerin vicdanlarını harekete getirebilirse; eğer bir harbin arifesinde âlemi medeniyetten — lakayt, heyecanlı yahut ümitsiz diplomatlara — (Quai d'Orsey) in (saatli salon) undaki o vakur dakikayi hatırlatacak bir sesin gelmesine sebebolabilirse, o vakit Kellog misâkı, (1928) deki büyük işler arasında, insan neslini saadete götüren bir vesika olarak, en kıymetli mevkii işgaledecektir.
Ayni zamanda şunu da kaydetmelidir ki geçen senenin
ehemmiyetli vak'ası Cinde cere-yanetti. Bir (kıt'a) denile bilecek, bu muazzam memleket, büyük bir dahilî muharebe devresinden sonra, Pekin'in işgalini mütekip geçen yaz (fevza) halinden tekrar sükûna avdetetti. Mücehhez olduğu asrî fikirlerle, Cenup saltanat düşünceleriyle meşbu şimali mağlubetti; Dünyadaki en eski iınperatorluk Cumhuriyet oldu; : bu büyük dünyanın kırallarmdaki kuvvet nihayete ardi. Şimdi Çin cumhuriyetinin teşkilâtı esasiye kanunundan çıkarılmış en esaslı maddeler Çinin meşhur şehirlerinin duvarlarında çok büyük
edilem'iyen" senelerden beri sarı olan bu duvarlar ansızın maviye
boyandı, bin yıllık Ejderha artık Çin imperatorunun sarayını beklemiyor. Sernügûn olan böyle bir saltanat, insancı a bir hüzün uyandırmadan seyr edilemez. Çünkü Avrupanmkinden daha eski, belki ondan daha kıymetli olan bir kültüre nihayet verilmiştir. Fakat bizim vazifemiz bir tarih yazmaktır ki, böyle Romantik mersiyelere müsade etmez; : şimdi yeni kuvvetler savletediyor; öyle kuvvetler ki halkın kalbinden
nebean etmiştir.
Şuna eminoîalım ki Çinde hakim olan sadece bir fırkadır; bu, Moskovada ve . ■ Roma'da olduğu gibi, cihan hükümet sisteminin bir nev'idir. Çinde demokrasiden ziyade bir (sınıf hakimiyeti) ne tesadüf ederiz.
Fakat, kat kat üzerine yapılmış eski bir kale azar azar yıkılamaz; o, birdenbire . berhava edilmelidir. Tabiidir ki böyle bir halde infilak neticesi hasılolan enkaz, kale etrafında bir müddet, karmakarışık bir halde^ kalacaktır.
Bir nesillik bir müddet: zarfında nüfusu 3,000,000 dan 25,000,000a, en mühim limam dOmcıden 3üncü mevkie çıkan, Mançuri eyaleti için yapılan mücadele Çin'i Japonya ile harbe sürükliyebilir ve bu harbe diğer büyük devletler de iştirak edebilir.
Ayni haftalarda, cenubî Çinlilerin ordusunun savleti Çin Ejderhasını öldürürken, İtalyanm Lideri, başka bir ejderhaya galebe çalmak için s avletetti. Geçen haziranda Mussofini '6,000
114
san5at adamının huzurunda, bir söiie1-evvel ihzar etmiş olduğu yeni bir sistemi îlânetti. Musso-Iini diyor ki: «Faşist iktisadî sisteminde amele artık istismar edilen fertler mevkiinde olmıya-câktır.' Bunun yerine onlar birer 3Mesai arkadaşı olacaktır. Buhran , zamanlarında yevmiyelerinin azalmasına muvafakat etmek ameler!, nin menfaati muktezasıdır; Fakat buhran zail olduğu zaman da yev-öıiyeleri artırmak patronların öıenfaatma muvafıktır. îtalyada (Ford) un (yüksek ücret) nazariyesini bir hakikat- yapamayız. Bunun gibi (aşağı ücret) nazariyesi de fenadır. Çünkü sanayi, halkın iştira kabiliyet ve kudretini azaltırsa, kendi kendisini mahveder. )
* 1 Musselini,nin, bu kendi nazari-yelerininedereceye kadar, mevkii, tatbike koyacağını söyliyeüıeyiz.
Eğer o, evvelce (Lincoln) m tasavvur ettiği surette sermaye ile sayi telif edebilirse bu 11111-
ryaratılmasma doğru mesaisinden ziyade bize faydalı olacaktır. Çünkü Avrupanm bir parçası, bütün Avrupa kadar ehemmiyetli ve bir milletin büyümesi, * sınıf ■ mücadelesini ilgası kadar mühim olamaz.
Zamanımızın en ağır hastalığı ısınıf mücadelesidir ve bunun ilacı teknik aleminde bulunmuştur. BuJ mücadelenin şiddetlenmesi,; keşfi-yatm çoğalmasma sebeboluyor. Bu keşfiyat insana lâzım olan şeyleri ucuzlatıyor, onları kolayca tevzi ediyor, ve - yüzlerce elişini metruk bir. hale getirerek r fakir ve zengine müsavi derecede zaman kazandırıyor. Çünkü teknik yolu, insan saadetine lâzım olan şeyleri elde ederek tevzi etmek için voneyiıyoldur. Bunu bizden evvelki zamanların tabı makinesine ben-zetebilirz. Kurunu..vustada ruh hazinlerine ancak kırallar, asilzadeler Ve rahipler yetişebilirdi,, çünkü bu hazineler ancak yazı ile neşredilebilirdi; hatta geçen asırda hile maddî hayatın bir çok nimetleri ancak zenginlere müyesser ve; maünhasır oluıyordu.
Mamafih yirminci asırda bütün, nimetler bütün beşeriyetin malı, olmaya haşladı.
Geçen sene, kat'i ihtira ve keşifler gene en ziyade Anıerikan ve1 Almanlar tarafmdajı yapıldı. 1928 de1 Alman Oberth tarafmdam hinnazariye bulunan, ve ondan ayrı olarak, Amerikan Goddard tarafından aynizamanda düşünülen (Fişenk usıılü) nün motör-lere tatbiki fikiri o seneden beri tekâmül ederek ğeÇen sene (Öpel fişek otomobili) yİe ilk fişekli tay ar anlara tatbik edildi! Buıı-' ların muvaffaldyetsizliğe uğraması, istikbal nazaridikkâta alınırsa, hâizi ehemıîıiyüt ^değildir, (tlaıı-over) da fişekli' Motörie ilk mu-vaffakiyetsiz tecrübenin yapıldığı 1928 Senesi Hâzirâhı târihte bu nevi motöıier için bir başlangıç " tarihi -olacaktır.5 Fezaya icra edilecek Uçuşa ait'(Utupiâ) rüyasının ne vakit/hakikât olacağı, bugünj üzerine uçülacaks^ y^ saklı! bir sırdır«(Mümkün değil )• lügatini bilmiyorom )) ir.
Amerikaya gitmeleri, senenin harsî terakkiye hizmet eden vak'alarmdan biridir ve hu Lind-
€ierva),amuden yere inip uçabilen bir tayyarenle Fıraiisa'Ve• îngih tere arasmdaki boğazı ^ geçti. ■ Ondan bir müddet sonra, Sonbaharda Alman havâf ^sefinesi" LZ 127 bahrimuhitl aştı; Şüphesiz bu; uçuş# ilk 1 hahrimuhit uçuşu değildir. İlk tayâfan 9 sene evvel bir İngiliz tarafından ; yapılmıştır; Fakat bn biF" yolcu sefinesinde yapılan ilk Uçuştu,! ve hermekadar Amerikaya gitmek ve gelmek içi 11/ Ssğünltîk bir' zaman sarfedilmişsede; .: şunu hatırlamalıdır ki bu , 1928 de 11 1 günlük bir rekor yapan Gunard'm? buhar , gemisinin sarf-ettiği zamanın yarısıdır.
Bahrımuhiti geçmekte muvaffak olan Dr. Eckener,e göre hava sefinesi henüz kâfi derece de tekâmül etmemiştir. O, tamamiyle farklı ve daha ehemmiyetli olan başka bir balon daha yapacaktır. Burada Faustî bir fikrin tekrar ( doğdıığunn ; görüyoruz: Başanlan -her şeyi, daima taze cehitlerle elde edilmiş bir rakibin geride bırakması mukadderdir.
; Geney Alman tayyarecilerinin1 bir âeroplanla bahrımuhiti geçip
^ 187 -
Son bir kaç! hafta içinde ..îfçiy Yörk'ta bir telefon kablosu icatedılmişiir İki Radyo ile beraber, dünyamızın kıtalarım birbirine raptetmeğe müsait olacaktır.
Bununla beraber, Avrupa kıt aınızla radıvo müraselesi 1928 iptidalarında başlamıştır ki, bu hakikaten büyük bir mazhariyettir. ' Geçenlerde ^Şikagolu kir dostum, koruluktalkf evimde^ Amerika d an bana Ie3 ef011e eftı, 50ÖÖ millik mesafeden sesini işittim; Bu harika hana bütün âzâmetiyle öyle tesirettiki ancak arkadaşımh talak davası açmakta olduğunu söylediği zaman kendime gele-bildim.Bu kesif ve 1928 de macar
; a
Mîhalıj, Alman Konr, ve diğer bir kaç Amerikalı tarafından elektirikle resimlerin uzun me-
büyük lı görü-l, ahlâ-
51 no l^t a t n az arından, ! ayni zamanda, her çeşit zehirli
geçen sene mükemmeliyetleri ; hâkkm&â Çok şeyler!: işittiğimiz tahtelbahirlerden daha ehemmi-yetlidir. Bahâ ileri: giderek diye-r üeğini kii hû' teknik terakki bana
geçen senenin bütün resimlerinden ve1 tâbölünmus kitaplarından
görünüyor, vasıtasiyle musiki nakli, tetkik ve taharri ruhunun, fiıütemadiyen, Rüya görenlerin birsâin ve hayalleri yerine5 kâim Olmasından başka ne dir?
Teknikle san'ât ar asında olan bu sön ihtira geçen sene Rus dahisi Thoremin'im izlerini takip-eden Fransız Martenot tarafın-dâîi islâhedildi. Ses nakleden makinenin sön şekli, ton itibariyle evelkilerden daha mütekâ-r onildir. " Öyleki n ördaki sesler iihakikî bir 1 insandan çikân sesi sandırıyor.
ssFakât bü ihtiraları işletmeye yarayan vâsıtadan mahrum olur-i sakj bütün ^havâi sadâ dalgaları,
ne işimize ya-
Hayat--—---—
rayacak? En ziyade Amerikada bulunan petrol ve temin Âvru-pada gittikçe aralıyor. Her Amerikalıya takriben 600 kilo gramlık gaz isabet ederken, zavallı Avrupalıya yalnız 20 kilo
düşüyor, fakat başka her şeyde olduğu gibi ihtiyaç, muhterileri onun yerini tutacak, başka bçu şey bulmıya sevketmiştir. Y913 de Alman Profesörü Bergius tarafından muvaffakiyette başarılan Kömürün )" temy kadar tatbik sahasına mamıştı? yaYmz 0 sene .an ondan
, ^ oreçen sene ^bıolojik keşfiyata miyor. Fakat şurasını
hyız ki bu gibi tetkikatın inkişafı uzun kısa bir
sene tntu rvus nenatıyonundan Gurvich'iü "ileri sürdüğü bir iddia vardr. Bir nebatın çürüyen
ve üıerinde hiç bir hayat eseri gövülmiyen kökü genç bir kök yakınma konulduğu Zaman tekrar neşvünema bulur. Bu neşvünema gönç köke mücavir cihette görülün Şüphe ile karşılanan bu, masala benziyen iddiası geçen senenin kuvvet kazanmıştır.
Çünkü faal bir surette inkı-şafeden 8 muhtelif bakterya ile yapılan tecrübede yüzde 20 den 60 a kadar neşvünema görülmüştü. Bu ameliye, bizi çok eski zamanların sihirbazlarının hilelerine kadar götürüyor, Ö zamanlarda bir çocuğun bir elini yahut bir neb-atm muayyen bir parçasını bir yaraya koymakla şifa verici neticeler almırmış. Alman masalı «Zavallı Hemrich» de olduğu gibi. Kısa bir zaman evel Teşrinsani 1928"de Alman Profesörleri Sauerbrueh ve Sch-umaıın canlı uzviyetlerde etraflarındaki eşyaya (Radyation) 1er intişar ettiği hakikati kuvvetle ileri sürülmüştür. Bu keşifte yeni olan şey, şurası ki uzviyetlerin dahillerindeki elektrik sahalarındaki tebeddüller civarlarmdaki şeylere tesir yapabilirler.
Bununla yeni bir peri masalı da hallediliyor; böylece tetkik ve
taharri ruhu masal nevinden itika-
tlara Karşı yeni te ;Mer kazanıyor: Belki bu yoidiîı (Sempati ve Antıpatı) nm. ¥İyazî bir surette anlaşılabilen bir izahina vara-ırm; yine bu vasıtayla ve
Şekilde anlatılabilîr ve bü suretle
az fesadüfedilr. Şü dakabuledib
M büyük câ-
orüZ;
_ m, vücüdümüzü kuvvetlendirip hayatimizi uzatamazsak; hayatımızın düşmanlarını adım
adım kuvvetlerinden tecrit ve mahrumedemezsek, serî nakil vâsıtalarının, teleskop ve telefonun bize ne faydası dokunabiliri?
Geçen yaz 18 memleketin en meşhur âlimlerini, Londrada toplayan, kanser tetkikine ait cihan kongrası îlânettriki kanseri, tedavisi kabil bir hastalıktır; bıi hastalık Radyum şuai, Röntgen şuaı ve kurşun tatbiki , Vâsîta-siyle tedavi /edilebilir. Bündan başkây geçen sene, yeni vitamiri-ler ilminde iki nevi yeni vitamin bulunmuştur; Bu keşif îföbel mükâfatını Aliiiân müdekkiki (Wiııdaüs) e verdirmiştir. Bir nesil evvelki dünyayı tacizederi bakterya korkusu yerine, bugün vitamin korkusu kaimolmuştur. Bu korku herkesi çiy yemek yemeye. A, B, C vitaminleri ve (beriberi)ve (Scurby) hastalıkları
hakkında dedikodu yapmıya sevkediyör.
Yeni hihayetbnlaıı sene bizim (gland) 1ar hakkındaki malûmatımızı da artırmıştır. Amerikalı (Evans) erkeklerin dişi haline kalbedilmelerinde yeni
bir terakki merhalesindedir. Geçen bahar Alman profesörü, (Ernst Laqueur) (Amsterdam) da erkek keçilerden süt almıya muvaffak olmuştur. Fakat onların yavru doğurmasını temin edememiştir. İşitenleri güldüren
bu muvaffakiyet, daha ziyade inkişafederse, ileride' süt istihsalinde ve davar yetiştirmede inkilaplar yapılacaktır.
ı 114
Bütün bü köşfiyatâ Mkarkeıi üç şey Uâzâfi dikkatimizi celbede!"
iri terakkiyatı ara; 6ya tesadüf fedeıriiyörüz; Bâriâ bu sönerini
......% yahut beşeriyete
i eseri nedir, diyö sörü
roman yahut tiy îsırii yeririe Berriard Shâvv'ım
. I - L';t ... . i-i . .51 .V
ön

atlı kitabirii söyİöririi.
İkincisi: yazdığını listenin noksanına rağmen yapılan keş
fiyatta bütün milletleriri hisseleri Olduğu görülüyor. Ben, bir Alman olarak şunu ilâve edebi lirim ki yeni Almanya, âlimlerinin elde ettikleri muvaffakiyetlere, komşularını hiç bir surette incitmiyeöek bir şekilde, gururla
ve
üçüncüsü; himidir. —
ne
en mu-
80*
'M -' etmesinin ■ yegâne
-*ar; ve
m
* za-
ili an gülecektir ki hayat üzerine zafer kazanarak meşhur olmuş
cenerallârin değil; ancak böşe: riyetin hayata karşı olan hissiyatını yükselten büyük fizikçilerin
kâşiflerin heykelleri dikilecektir. Eğer hafızamda yanılmıyorsam, New Yorktaki şan ve şöhret salonun da 66 (Olmey en Amerikalı) nın heykeli vardır ki bunlardan yalnız üçü ceneraldır. Bu, Amerika
için bir gurur menbaı, Avrupa için de bir ikaz vasıtası olmalı-dn\
Yeni sene için yapacağımız en iyi temenni toprağı üzerin de az ceneral, çok muhteri ve kâHf ve pek çok mes'ut insan bulunan eski ve yeni dünyalar üzerine gölge salmasıdır,
tercüme eden : KÂZIM SEVİNÇ
(*) Bu kitap, .hakkında beşinci cildimi;/(( bir kitabivat yazılmıştır.
Semanın uzaklıklarında yeni bir yıldız :
■Fcımin her hamlesi bize yeni yeni hakikat ufukları açıyor: Bu gün karilerimize nazariye ile bulunmuş bir seyyareyi tanıtacağız: Profesör (W. II. IVkeriııg) in riyazi letkikatı bizi meçhul bir seyyarenin yoluna sevkehnistir. Bu seyyare, manzumei şemsiyenin hududunda ahzimevki eimistir-. Bu s e y yarenin mevrıı d i y et ve mihveri gîineşien eıı uzak bulunan üç ■ seyyarenin, yani Zuhal l Jraııüs ve Neptümm arz derecelerindeki hususi lallavvill-lerden hesap edilmiştir. Bu sev-yarelerin hesaba, malum olan vaziyetlerinden son yüz seııe zarfındaki inhirafları malûm ()l mıyau bir seyyarenin cazibesine atfedilmiş ve hu üç sevvarenin inhiraf tulleri ve zamanlarından yeni seyyarenin mevkii anlaşılmıştır...
S . ■ ■
Şimdilik (X) ismini vereceğimiz hu yıldızın kutru 7000 mil (arzımızdan küçük) tahmin edilmektedir ve hu haline göre seyyare 12 inci kadirdendir. Demek ki ufak bir teleskopla güçlükle görülebilir. Bu hacımda ve güneşten bu kadar mesafedeki seyyarenin üzerindeki hararet derecesinin sıfırdan aşağı 300 fahranhayt olduğu kabulodilebilmişitr. Demek ki bu yeni tanılan arkadaş
manzumei şemsiyenin eıı souk bir seyyaresi olup üzerinde hayat mefkuttur. Güneşin etrafındaki deveranını 165 senede ikmal
edivor. Bu uzun seyahatinin va-
..'■•'■, «/ */
nsında, bu meçhul yıldız Neptün'ün mahrekinin haricine çıkıyor ve güneş manzumesinin-- hududunu 490 milyon millik bir mesafeyle tecavüz edivor. Bü
■ ■ . • v
seyyare (seretan) burcünda bu-, hunnaktadır. Vaziveti su suretle
■ . 't/ ■ ..'■'* 5. ■:. . ■ ■' •■
hesni»edilmiştir : 1 Eylül saat, 8 i 29 geçe 1 Şubat, 8 i 27 geçe, 16 1/2 derece lıılü şimalide, bulunacaktır.
1 Resmimizde vı 1 d ız m di ğer seyyarelere nazaran vaziyeti ile Sorutan biırcündaki mevkii vt\ Yepiünun (eset) burcundaki vaziyeti gösterilmiş ve bu seyyarenin muhayyel bir resmi konul-, muştur.
Büyük Gazimizin bir iradı; ve deha timsali halinde başardığı Türk inkılabı şarktaki milletleri uyandırmış ve onlara rehber olmuştur. Hurdanla ıı yakın komşumuz olan İranda son zanıiınlarda garp giyiııiş tarzı kabul edilmiş ve şapkalara Peh-levi serpuşu ismi verilmiştir. Bu inkilap garp karikatüristlerine ~ 189 - J
çok güzel ve dikkat a şayan resimler ilham etmiştir. Bunlardan dört orijinal karikatürü derc-ediyoruz. Birincisinde-eski' İran
çn yl ıa ıı e 1 eri cani aiıdırılm ıştır. Gazete okuyan adamın vaziyeti,
çubuğu (dinde, bir ihtiyarın peykede uyuklaması pek tipiktir.
Eşek üzerindeki köylü tipi de çok muvaffak bir karikatürdür. Karikal iu'iste göre ve sahibi bayata ayın ve .emniyetsizlikle bakıyorlar. ) Şimdi tarihe kavuşan taassup timsâllerinden birisini gösteren
üeiincü resim takva
aiiuıdaki rivaımı ııasd sırıttığını !)üviik 1 )ir ımıvaffakivetle ifade etmektedir. Dördüncü ritmimiz de bir sakanın vaziyeli gösterilmiştir. Bu resimlerin lezvina-tından bazılarını güller ve gül yapraklan teşkil etmektedir. Karikatürleri yapan .( Tlıomas Pearsoıı ) dır. (Asio) ismindeki İııglizçe mecmuada-' neşredilen karikatürler _ derhal İngilterede alâka uyandırmış ve diğer mecmualar tarafından iktibas edilmiştir.
San'tkâr görünüyor kiy içtimaî lıayatm lıer safhasında ilham alacak bir şey buluyor ve onu. bir saılat eseri olarak , tecsiriı ve te'bit ediyor .
KAZİM SEVLVÇ
İran inkilâbı münasebetiyle, bir İngiliz karikatüristinin ^tarihe karışan Acem kıyafetlerini
gösteren resimleir
— 190 -
s*yi ir;
11
*
Yeni keşfedilen bir Seyyare: Güneşe en uzak bir mesafede bulunan Zuhal, Uranüs ve Neptün yıldızlarının hareketlerindeki bazı inhiraflar yeni bir seyyarenin bulunmasına yardım etmiştir Bu yıldız Güneş manzumesinin en uzak ve en souk seyyaresidir. .
— 191 -
Bundan sonra Saint - Jeau -Baptiste'i: gene o surette tedkik ettim? ve gördüm ki bir şeklin de ahenk ve mevzmuveti —Itodhim
nazar sağa doğru teveccüh ettikçe, adeta sallanıyor gibi görünmektedir. İşte o zaman bütün bedenin bu istikamette meylettiği ve sonra

pöiiiliii
HBflH
B* il* •
t j*
I; ) ,„ ,. ) *
■BHbhHkSHM
f* „ .v'V' Si
bana dediği gibi - iki türlü tevazün arasında bir nevi istihalenin mevt-ut olmasından ileri gelmektedir. Kvelen lirde olanca
w
mm
Epsom at yarişJarı
kuvvetiyle zemini itmekte plan sol avağma dayanan hu şahıs.
(*) Hayat: Sayı 113
da sağ bacak ilerihpVrek ayağın şiddetle toprağı kavradığı görülür. Ay niza ma uda yoknri kalkan so! omuz sanki geride kalinis olan bacağın ilerilemesine yai'dım etmek üzere bedenin sıkletini - kendi tarafına doğru çekmek istiyor gibi görülmektedir. İste hey kobrasın iluıi de bakanları bütün bu'ahvali —şu söylediğim sıra ve tertipte -görmeye sevkotmekteıı yo bu sayede seklin müteharrik olduğu hissini vermekten ibaret olmuştur.
Ihından başka S. .*/. - /iapti.s] in tavrn T 11:10 'Devri . ismindeki heykelde olduğu gibi ruhanî bir maııavi. tazamımıu etmektedir.
Vakar ve ihtişam ile ilerliyor,, adeta adımlarının çınladığını insan işitecek. Esrarengiz ve müthiş bir kudretin onu yerinden
kliniğinin rak ileriye sev ket t iği liissoliimvor. Eliıasd esasen adî


ve ıımumr bir hareket olan yürüyüş burada bir ihtişam ve azamet.
halini alıyor, çünkü dinî bir vazifenin ifası yolunda vukua
■r.
Birdenbire İtodin bana : — Âüî fötoğfafilerde yürüyüş halindeki insanları dikkatle tetkik
— Bana bir çok kerre tekrar etmediniz mi ki artist daima tabiatı en büyük samimiyetle kopye etmelidir ?
iniz
mu r»
— Evet!
— Peki, ne gördünüz?
—Hiç bir zaman ileriliyor gibi
ğörüniniyorlar.Umumiyetle yalnız bit bacak üzerinde hareketsiz durüyof, ve yahut tek ayakla sıçrayor gibi bükmüyorlar.
— Pek doğru ! îşte size bir misal: Benim Sakıt - Jean im iki ayağı zemin üzerinde olarak tasvir edilmiş olduğu halde ayni
icra eden bir modele
âz, ve bunda İsrar
mrurri.
— 0 halde, artist hareketin teşrihi hususunda eğer anî fotoğrafı ile temamen ihtilâf halinde bulunursa, aşikârdır ki hakikati değiştirmiş ve bozmuştur.
Hayır! doğru söyleyen artisttir, yalan söyleyen de çünkü hakikatta

A A
anı
aJ
göre
belki de arka âyâğııi lıemeu zeminden ayrılarak ötekine doğru gitmekte öldüğünü gösterir. Yahut bil'akis arka ayak bu fotoğrafide şayet benim heyke-limdeki vaziyeti haiz ise ön ayak henüz zeminfe basmış olmazdı.
işte bü sebeptendir ki fotoğ-rafisi âlmmiş olan bu model birdenbire felce Uğramış ve olduğu yerde kalıvermiş bir adamın garip manzarasını gösterirdi. Bu da sanaatta hareket hakkında size söylediklerimi tas-tik ve teyit eder. Filvaki ânî fotoğrafilerde eşhasın, olanca faaliyetleri içinde zapt ve tesbit edilmelerine rağmen, birdenbire havada durakalmış gibi görünmeleri şu sebeptendir ki vücutlarının bütün aksamı ayni zamanda saniyenin yirmide ve ya kirkta biri zarfında tamamen alınmış olduğu için bunda , sanaatta olduğu gibi, tavru vaziyetin mütevalî inkişafı yoktur.
— Pek eyi anlayorum, üstat, dedim. Lâkin bana öyle geliyor ki — böyle bir mütalâaya cür'et ettiğimden dolayı beni affediniz— siz kendi kendinizi nakzetmiş
s
oluyorsunuz.
— Nasıl olur ?
zaman
artist bir Çok anlarda icra bir vaz'û tavur tesirini vermeğe muvaffak olursa şüphesiz eseri vaktin birden bire inkitaa uğramış ©lduğu ilmî tasvirden daha ziyâde tabiî olmuş olur.
işte dört jüâla koşan atları tasvir için ânî fotoğraf ya ile istihsal edilmiş resimleri kullanan bazı modern nakışları mahkûm eden de budur.
Bugün Gericault tenkit edilmektedir, zira onun Louvre müzesindeki Epsom Koşusu unvanlı levhasında bu artist — amiyane tabiriyle — dohi dizgin koşan, yani bacaklarını aynizamanda hem ileri hem geri fırlatan atları nakşetmiştir. Diyorlar ki fotoğrafya camı hiç bir vakit böyle bir şekil kaydetmez. Filvaki ânî fotoğrafyada atın ön bacakları ileriye vardığı zaman ard bacaklar, gerilmek suretile bütün vücudu ileri fırlattıktan sonra, hemen karnın altına tekrar avdet ve yeni bir atlayışa mübaşeret etmeye çoktan vakit bulmuşturlar, ve bu sebeple bacakların dördü de havada hemen de toplu bir haldedirler; bu ise hayvanı yerinde sıçrayor ve bu vaziyette sabit ve gayri müteharrik bulunuyor gibi gösterir.
Binaenaleyh Gericault hakb ve fotoğrafya ise haksızdır: çünkü onun atları koşuyor gibi görü-niyor -ve bu da fşundan ileri
geliyor ki temaşager bu atlara geriden ileriye doğru bakarken evvelâ ard ayakların — umumî siçrayışı husule getiren — kendi vazifelerini îfa ettiklerim, sonra da vücudun uzandığını, ve nihayet ön ayakların uzakta toprağı aradığını görür. Bu hey'et ayni zamanda vukubulduğu farzına göre yanlıştır; fakat aksamına birbirini müteakiben bakılınca doğrudur ve bizim için de işte bu hakikatin ehemiyeti vardır, zira bizim gözümüze görünen ve nazarımıza çarpan da işte budur.
Şunu da kaydediniz ki nakışlarla heykeltraşîar, bir filü hareketin muhtelif safhalarım ayni şekil dahilinde topladıkları zaman ne muhakeme ile nede hile ile iş görürler. Onlar duyduklarını safdilâne ifade ederler. Onların ruhu ve elleri sanki kendiliklerinden tavru vaziyetin istikametinde olarak sevkedilir; bu sebeple o vaziyetin inkişafını tabiatın şevkiyle şerhü tefsir ederler.
Şuhalde, sanaatm bütün sahasinde olduğu gibi, burada da yegâne kâide hulus ve sarııi-
Bu dedikleri hakkında düşünmek içilı hiç lakırdı söy-lemeksizin biraz durdum; Rodin sordu:
— Sizi ikna edemedim mi ?
— Hay hay!... Fakat bir çok an ve lâhzaları tek bir tasvir dahilinde toplu bulundurmağa muvaffak olan nakş ve heykeltraşlığm bu mucizesini takdir etmekle beraber şunu da anlamak istiyorum ki bunlar hareketi tesbit hususunda edebiyat ile, ve alelhusus tiyatro ile acaba ne dereceye kadar rekabet edebilirler?
Doğrusuna bakılırsa fikrimce bu rekabet pek ileri gitmez ve bu sahade nakş ve naht üstatları bizzarure ediplerden^1 pek aşağı kalırlar.»
Hayat -
Rodin bağirarak:
— Bizim namüsait olan vaziyetimiz zannettiğiniz gibi değildir. Nakş ile naht eger1 eşhası harekette 'gösterebiliyor iseler daha fazlasmi istihsale çalışmalarına bir mani yoktur, Ldedi. Hatta hazan ; hirbirinij 4 takip eden sahnaları ayni levha ve ya ayni heykel gurupti dahilinde göstermek suretiyle facianüvisJ lik san'atına muadil olmaya bile müvaffak oluyorlar. )
— Evet amma, o zaman bir nevi hileye sapıyorlar. Zira zannediyorum ki siz bir şahsiyeti ayni levha üzerinde bir kaç defa muhtelif vaziyetlerde göstererek onun bütün tarihini göz 3 önüne koymakta olan eSki terkiplerden bahsetmek istiyorsnnûz. Meselâ, Louvre müzesinde XYci asra ait küçük bir italyan tablosu Avropa5 nın efsanesini hikâye etmektedir. Evelemirde genç prensesin öküz şeklindeki Jüpiter üzerine binmesine yardım eden
- af kadaşlarıyle her ab er çiçeklerle müzeyyen bir tçayır ^ dahilinde oynamaktan olduğu, ve daha uzakta göne bu * prensesin ' korku içinde kalarak bu hayvan Tarafından dalgalar ortasında alup götürüldüğü görülüyor.
— Bu dediğiniz pek4 iptidaî bir ^ usul olmakla beraberf * hatta büyük üstatlar tarafmdân bile ı kullanıldı:; zira Venedikteki Doj-lar. ) sarayında Avrupanm bu efsanesi ; Yeronese - tarafından aynı suretle tasvir olundu.
: 5 Fakat bu kusura 4 rağmen1 Veronesebıin şu esefi5 takdire lâyıktırF Bten bu derece tıflânö 1 metottan bahsetmek istemedim, çünkü siz de anlarsınız ki ben f bunu tasvip1 etmem.
Fikrimi eyice anlatmak için evelemirde size- sorarım1 ki nın Siter adasına azi-
met imrâi tablosunu bilir misiniz?
1 ökadâr bilrim ki gözümün önünde * duruyor; zannediyorum.
Ohalde maksadımı izahta rim. Bu şah-rseniz, hare-^büsbütün sağdan başlıyor ve levhanın iç tarafında ve solda nihayet buluyor.
Tablonun ön tarafinda, serin -gölgelikler i içinde' ve güllerden mürekkep çelenklere sarılmış bir yarım heykelin yanında evvelâ bir geıiç kadın ile aşıkmdan mürekkep bir grup görülüyor. Erkek, maşukasının yanı başina diz çökmüş beraberce seyahate çıkmağa muvafakat etmesini ondan şiddetle rica ediyor. Fakat kadm, belki de ca'lî, bir kansızlık gösteriyor ve yelpa-zesindeki resimlere dikkâtle bakıyor gibi görünüyor...»
Dedim ki:
— Bunların yanında ok kını üzerine oturmuş bir de küçük bir aşk ilâhı var ki genç kadının pek geciktiğine hükmederek onu okadar hissiz olmamağa davet için eteğinden çekiyor.
— Evet, dedi Rodin, tamam böyledir. Fakat henüz bu çift harekete başlamamışlardır ve delikanlının deyneği de henüz yerde yatmaktadır. Bu, birinci sahnedir. İkincisi de şudur: şimdi bahsettğim grupun solunda diğer bir çift daha var. Bunda kadın, ayağa kalkabilmesi için, kendisine uzatılan eli kabul ediyor.
Daha uzakta üçüııcü bir sahne. Erkek, refikasını belinden tutarak alıp götürmeğe hazırlanıyor Kadın ise arkadaşlarına doğru, sanki onları teşci için, yüzünü çevirerek rizamendâne bir inkıyat ile erkeğe peyrev oluyor. Bundan sonra aşık ve maşukalar artık tam bir ittifak içinde sahile iniyor ve birbirlerini sandala doğru gülerek itiyorlar; artık erkekler yalvarmağa bile hacet görmüyorlar; kadınlardır ki onlara asılıyorlar. -r- Elhasıl yolcular^ * muhibbele-rini suyun üzerinde sallanmakta
— 194 -
-—-— Sayı-.: 114
olan ve çiçek ve şallarla, süslenmiş bulunan sandala bindiriyor, sandalcılar1 da küreklerine dayanarak onları kullanmağa hazır bulunuyorlar. Küçücük aşk ilâhları bâvada uçuşarak yolculara ufukta görünen mavi &dâyâ doğru kılavuzluk ediyorlar.
Görüyorum ki, üstat, siz u seviyorsunuz: çünkü en ufak teferruatına varıncaya kadar hatırınızda kalmış.
— Hakikaten unudulmaz bir cazibeye maliktir. Fakat şu umumî hareketin inkişafına dikkat ettiniz mi? Aceba hu bir tiyatro mu? Bir levha mı? .Bunu insan söyleyemez, İşte görüyorsunuz ya, bir artist, keyfi isteyince, yalınız geçici tavru vaziyetleri değil - tiyatro istilâ-batınca - hatta uzun bir vak'ayı bile temsil edebiliyor. !V Buna muvaffak olması için temaşâge-rin evvelâ bn vak'aya başlayanları, sonra da ona devam-edenleri, velhasıl o vak'ayi ikmal eyleyenleri görebilecek veçhile-eşhasım etmesi kifayet eder.
"'-"TMHir .
Yıkayınız yağmurlar Lekelenen içimi Siz kazınız i bir mezar
; sevincimi
Gece sokakta yalnız Bir Gence rastlarsanız alıp hız
t aha ay
15 —■
Hayat
i Efendim,
, Şahsim için nazikâne, merbut
olduğum vazife için;., enteresan,
, :ış,izin için de, izhar ettiğiniz yük-
sek endişeler itibariyle şerefli
davetinize cevap vermemek için
nezaketten nasibedar olmamak-lığım lâzım gelirdi.
Türkiyede İstatistik teşkilâtına ait (Hayat) mecmuasında intişar-' eden makalenizden pek mütehas-sfe oldum. Buna, tamamen şayanı memnuniyet cevap vermeğe ça-; dışaçağım. Ancak bir ecnebi
: ı a; mütehassıs,olduğumdan bu yazi-■■ / yet dahilinde .; memfeketinizde ( u İstatistik işlerini terakki ettirmek için bildiklerimin yaptıklarımın ..hepsini söylemiyeceğim, bunu da şüphesiz takdir edersiniz.
Türkiyede istatistik teşkilâ-, tının kusurlu olduğu dalıa doğrusu istatistik işlerindeki teşkilât - » ■ b - •; .
, noksanı, hakkındaki ııoktai nazarlarınıza ve bunun ıslahı hususıı-daki fikirlerinize umumiyet itiba-. riyle iştirak eylediğimi bilmeniz kâfidir. Bu neticeye vusul için eyelçe yaptığım şeylerin hepsini söyliyemiyeceğim, çünkü muhtelit devair istatistiklerinin ıslahı ga~ yeşile yaptığını teklif ve mütalâaların bir çoğu. idarî evrak meyanma dalıil olmuştur. Bunları hükümetin kararı olmadan efkâri umumiyeyearzetmeğe de kendimi selâhiyettar görmüyurum. Bina-, ; enaleyh ancak hükümetin tasvi-( )' î s bine iktiran eden . tekliflerimden . .bahsedecek ve tasavvur ettiğim ■ j ; diğer ıslahattan da bahsetmiye- : ,
:, Hayat: S. 107
cek,..yahut onlara pek az temas yapılacaktır.
Sorduğunuz suallerin cevapları :
1 — Türkiyede sistematik bir İstatistik hayatının henüz başlamadığı ve hayatı içtimaiyenin bazı sahalarında şimdiye kadar yapılan ihsan işlerin de parça işler olup organik bir (bütün)üıı parçaları addedilmiyeceği hakkındaki mütalâanızın tamamen doğru olmadığını zannediyorum.
Kanaatıma .göre ..istatistik sahasında sistematik bir faaliyet ancak tahriri nüfus, ; tahriri sınaî ve ziraî ile yani .bayatı içtimaiyenini umumî kadro ve eşaslaçınıu; adedî , umütalâasiyle
başlar.
Makalenizi; ygjfeığıpız sırada tahriri ziraî ve/sınaî neticeleri ııeşredilnıemış olduğundan bunlar hakkmda şüphesiz majubıatımz yoktu. Hakikat olan cihet, devair tarafından yapılan diğer istatistiklerin, resmî istatistiklerin mütecanis birli aide, bir sistem dahilinde göstermeğe Hadim ve/ intizamdan ve yeknesak usuller-1 den mahrum bulunmasıdır.
Bu ademi intizam ve insicama nihayet vermek için istatistikleri merkezileştirmek lâzım geliyordu/ bunun içim de bir kanun lâyihası teklif ettim. İşbu kanun Büyük Milfet Meclisinde bu içtima der-' resinde kabul edileceğini ümit ediyoruz. Bu, kanun t ; lâyihasına" nazar.au umunu menfaatarzeden bütün istatistikler m Jştatistik Umum,., t;Mü d ürlüğü / tarafindaıı
si Doğrudan doğruya devairin
faaliyetine taallûk eden diğer ikatıstıklerde de İstatistik Umum müdürlüğü, her tarafta ilmî usul-1er tatbik edilmesini ve bütün istatistik faaliyetinin umumî bir gayeye tabi olmasını temin ^makşadiyle nazaret ve nazındık vazifesini. görecektir.
Bu teklifi kanuninin halk ve devâir tarafından gösterilen mukavemet ve' sui niyetten ve inkısari hayalden mülhem olmadığının bilinmesini rica ederim.
İstatistiklerin merkezileştiril-mesi hakkındaki kanun lâyihası, resmî istatistik işlerinin umumî zaruretlerinden doğmuştur.
İstatistik işlerinin tanzim ve son zamanlarda ıslah edidiği bütün memleketlerde bilhassa, Bulgaristan, Kanada, Rusya, Polonya, , Çekoslovakyada mümasil ahkâm . vazedilmiştir.
Kabul olunan bu kanun ve i; talimatnameler, mukavemetleri, hareketsizlikleri, kırmak için değil, hüsnü niyetle işleri tanzim ye ıslah eylemek, istatistik teknik malûmatından mahrum, gayri mütehassıs kimseler tarafından yapılan hatalarla dolu istatistikleri ortadan kaldırmak içindir. • , Türtiyede işe neden bu kanun , lâyihasının teklifiyle başlamadığıma gelince: bunun için idarî teferruata girmek lâzımdır ki bundan da Bahsetmeği arzu etmiyorum. Ancak bu husustaki feâhhur mesaime asla halel getirmemiştir; zira halihazırdaki
vazıyetin gayrikabili müdafaa olduğuna dair hükümet mahafi-llnde 1±ımat hasıl olmadıkça, mukayeseye müsait iyi istatistikler görülüp diğer devair tarafından yapılan istatistiklerin penşan bir lıalde olduğu anlaşılmadıkça istatistiklerin merkezi-leştiriluıesi hakkındaki kanunun kabulünü ümit eylemiyor ve bir körün bastunundan ayrılmaması gibi devairin de istatistik hususundaki istiklâllerinden vazgeçeceklerini de zannetmiyordum. İşte m tahnHerle, bu kanun projesile başlangıçta değil , sistematik istatistik teşkilâtına doğru şimdiden iyi bir yola girmiş ve bu yolda hayli terakki hatveleri atmış olduğumuza kaniim.
Ahiren neşrolunan ihsaî yıllığın da usullerin tevhidi hususunda bir başlangıç teşkil ettiğini de ilaveten zikredebilirim.
2 — Aziz muhatabım, ihsaî işler için mütehassıs memurlar .yetiştirilmesi hususunda neler yapıldığım da suruyorsunuz.
Dairemiz memurlarmııı meslekte yetiştirilmesini yani ümidin levkında az olan doğru cemi yapılmasını, usul ve intizam dahılmde çalışılmasını, vuzuha malık olunmasını ve bunu tabaların, başlıkların ve diğer mesaiyi ıhsaiyeye in'ikâs ettiril-mesıııı temine çalışıyorum. Bu bapta dairemiz memurları haricimde yapılmış bir şey yoktur
ve bu da benim kabahatim değildir.
Türkıyenin bütün köylerinde istatistik korespondanı bulunma-sim temin edecek bir projeye taraftar olduğumu söyleyenler olursa inanmayınız ve benim mugalâta tohumları ekmiyeceğime
itimat ediniz.
Dairemizin halen hiç bir vilâyette istatistik korespondanı yoktur ve bu yüzden mahallî idareler faaliyetinin kontroluna
16
hadim ihsaî malûmat cemedil-memektedir. Eğer İstatistik Umum Müdürlüğünün altmış üç vilâyetin her birinde, bütün vilâyetin, ihsaî malûmatını cemi ile muvazzaf bir korespondanı olduğunu görürseniz kendinizi bahtiyar
Sayı 114
'SllllZ.
Mütehassıs memur yetiştirmek ıçm yapacağım teşebbüse gelince: evvelce yaptığım gibi, kurlar hazırlamak, istatistik işleriyle tştigal ıçm devairi merkeziye ile vilâyetlerden davet olunacak memurları dairemizde sıtaja tabi tutmak teklif ve teşebbüslerime devam edeceğim.
3—Kur meselesinde Darülfünun ve Ticaret mektepleri
istatistik tedrisatının da islâhi
taraftarı görünüyorsunuz, belki haklısınız.
Halkı idare edeceklere, müstakbel memurlara istatistik fikri zerketmek yani içtimaî sahada yüsıık, fikri hakikat atşı vermek için; iyi istatistik kurlarına ve bunun için de iyi Profesörlere ihtiyaç vardır. Bu Profesörlere malik misiniz ?
Bunu bilmiyorum, bu mesele benim ihtisasım daha doğrusu vazife ve selâhiyetim dahilinde olmadığından bununla iştigal etmemeğe devam edeceğim.
4 — İdarî istatistikler teşkilâtına temas eden süale kâfi derecede cevap verdiğimi zan-"^"mrum.
Gümrük istatistikleri hakkındaki mülâhazalarınıza gelince : _ (1928) senesi kânunusani, Şubat, Mart aylarına ait istatistiklerin şimdiye kadar görülmeyen
bir inkişafla neşredildiğini ve
hıınıın /in ___'1
bunun da tebrike şayan bir terakki olduğunu zikredebilirim.
İhsaî neşriyatla diğer hükümet neşriyatının daha eyi şekilde yapılması hakkındaki düşüncelerinizde haklısınız. Ekseriya bu
196 —
gibi neşriyatı kıymetten düşüreni topoğrafî, cemi hatalanle cocukc» hareketlerin önünü almak içini bu kabil neşriyatın idaresini Inbıl işlerinde mütehassıs, ciddi itim. ilâ intihap olunan vesaiki neşretmedi ğe muktedir kimselere tevdi eti nebi
ve onları hali hazırda malik olma-1
dıkları mükemmel tabı vesait i [el teçhiz eylemek lâzımdır.' Yrnil Türk harfleri her hususta oldiiğu 1 gıhı bu sahada da terakki \ eli hadim olacaktır.
5 — Son olarak Yunaııhlar tarafından hayatı, içtimaiyimiııi
her. sahasına ait muntazam ve i yeni istatistikler neşredildiğini 1 ve Türk İktisatçıları için' Yunml nıstana dair bir eser yazmak, || memleketimize dair bir mak a I. /§ yazmaktan daha kolay olduğunu söylüyor ve bu hususta Yunan i-lerin yaptıklarını neden Türklerin yapamıyacaklarmı sorıyorsumız ve bu vayziyetide gülünç buluyorsunuz. Yunanistanm bu saladaki tefevvukunun esbabı nedir ? *
Pek basit olan bu sebep, ihsaî işlere Yuııanistandan . daha geç başlamamızdan ibarettir. Hatı-nmda kaldığına göre Yunanistanm ilk ihsaî neşriyatının tarihi (1915) tir. Bu teahhur da ne hali hazır hükümetlerine nede nesline atfedilemez.
Bir memleketin istatistik işlerinin o memleketteki maarifi umumıyenin intişarı hükümet ve ilmî mahafil tarafından his-solunan ihsaî malûmat ihtiyacı ile mütevaziyen yürüdüğü malûmunuzdur.
Bu şerait te ancak lüzum ve zarureti anlaşıldıktan itibaren mevcut olabilir. Bunları da yaratmak lâzımdır. Bu vaziyet şayanı teesür olabilir, fakat asla gülünç olamaz. Bir fert gibi bir millet te | cehalet zulmetleri içerisinde I kendisinin diğerlerinden malû- ] math olduğunu, cüz'i bir mede- I
Sayı : 114
17
Doğumunun 200üncü yıldönümü vesilesiyle
Alman tenevvürünün ruhu, alman klasik edebiyatına en kuvvetli ilhamları veren ve bu edbiyatın nazarî esaslarını kuran Lassing[*]18inci asır almanyasında çok derin tesirler bırakmıştır. Lessing Saksonyalı bir rahip ailesinden neş'et etmiş ve ailesindeki an'aneye göre Leipzigde ilahiyat tahsil etmiştir. Daha yirmi yasini doldurmadan Darülfünunu terkederken kuvvetli şahsiyetinin anahatları tebellür etmiş bulunuyordu. Netekim o, kendisine o derece emin idi ki, tabiî ve muayyen bir mesleke intsap etmedi; ve 1748 senesinde Berline giderek muharrirliğe başladı.
Lessing Berlinde, Almanyanın o zamandaki edebiyatını müşahede etmeğe başladığı zaman iki bariz cihetle karşılaşmıştı:
[l]Lesssing 22 kânunsani 1729 senesinde doğmuştur.200üncti doğuş senesi hasebile Almanyanın heman her yerinde hatırası tes'it olunacaktir. Bu münasebetle hem Lessingi hatırlamak ve hem de "Hayat,, m okuyucularına Lessing hakkında bir az malûmat vermek için bu yazıyı hazıladık.
niyet ziyası karşısında tam bir vuzuh ve nura kavuştuğunu iddia ederse o zaman gölünç olur. Bir fert gibi ilim ve hars sahalarındaki noksanlarını bilen ve
* medeniyetin sarp ve yüksek zirvelerine çıkmak için bütün gayretim sarfeden bir millet te
gülünç olamaz. Bilâkis herkesin takdir ve tebciline mazhar olur.
Böyle bir milletin yalnız noksanlarını tarihî sebepler ve diğer coğrafi vaziyetler dolayi-sile medeniyet ziyasına kavuşmadığını ve diğer milletlerden
Bir taraftan Alman edebiyatını iki cepheye ayıran münakaşa ve diğer tarafta, alman, manevî hayatinda Reformosyondanberi
hâkimolan ilahiyata dair münazaa. İşte bu iki şey, Lessingin de faaliyetini tayin etti.
Alman edebiyatının za-ifhalini o zamanda, herkesten evvel
geri kaldığını görmemeli, aynı-zamanda onun tarakkî hususunda attığı hamlelerle sarfettiği şayanı takdir mesaiyi de görmelidir. Bu terakkiler ne olursa olsun aradaki merhaleyi tayyedemez. Ancak tekrar şiddetle yürümek için anî tevakkuflardan ibaret olan bu merhalelerde mevcut azim ve imanı terakkiye doğru yapılan
ileri haraketlerini durduramaz. İşte Türkiyede gerek halkı
idare edenlerde gerekse vatandaşların kısmı azanımda kuvvetli azim ve imân ve hüsnüniyet,
— 197 -
duyan ve gören Lessing, bir cihetten tenkit ile buna çare ararken, diğer taraftan bizzat bir nümune göstermek istedi. 1755 deFrank-furt a.O. de«Miss SaraSampson» namlı dramı oynandı ve büyük bir muvaffakiyet kazandı. Fakat Lessing gibi mütevazı bir kimse bahusus kendisi hakkında «ben ne bir aktör ve ne bir şairim» diyen biHzat, kazandığı böyle bir muvaffakiyet neticesinde etrafini unutamazdı. Bilâkis 1759 dan itibaren diğer iki arkadaşı ile Berlinde neşrettiği Literaturbriefe (edebiyata dair mektuplar) da
zamanın edebiyatını harikulade bir tenkit istidadi ile tahlil
etti. O burada, Fransızları taklit etmenin manasız olduğunu gösteriyor ve Shakespeare,in alman ruhuna daha yakın olduğuna kuvvetle işaret ediyordu. Almanlar herhalde Fransızların «Pol-itesse, tendresse ve amöureuse» lüğünden daha iyi şeylere muktedirdirler. Mamafi Lessing bu fikirlerini tenkit kisvesinden . çıkararak Laokoon unda «resim ile şiirin hududunu»tayin ederek müspet bir şekle ifrağ etmiş ve
terakkiye karşı azîm bir arzu mevcuttur. Bunlar da muvaffakiyet için bir zaman ve istikbal için bir garantidir. Fazla şeyler ^beklediğiniz hüsnü niyet ve azmime gebnce, bu sizde de mevcuttur. Beni mütehassis eden hakkımdaki; itimadınıza teşekkürler ederim.
Benim hüsnü niyetim, sizin itimadınız ve her iki tarafın sabriyle mes'ut neticelere vasıl olacağız efendim.
îstatistik ü. M.
CAMÎLLE JAOÇUART
■ Hayat —
genç nesle, bununla, « rlur » saçmıştır.
«Avrupanm en büyük münekkidi » aynı zamanda Alman tiyatrosunun tecdidine de büyük bir alâka gösterdi ve bir millî tiyatronun tesisi için bilfiil çalıştı. Yedi sene harbindeki bir vak'ayi mevzu olarak alan onun Minna von Barnhelm i, pek çok kimseleri taklide şevketti. Bundan mada Hamburgische IDramatiger de o, dramın esaslarını tespit ederek Aristonun san'at nazariyesine rücü ediyor ve Fransız san'at münekkitlerinin Aristoyu yanlış anladıklarını gösteriyordu. Lessing,in Almanya için en fazla ehemmiyet kazanan fikirleri" Corneille ve Voltaire gibi Fransız ediplerini tenkit ederek, onların zafmı göstermesi ve buna muka-' bil Alman edebiyatına nümune olarak Shakespeare ve Yunan ! şairlerini göstermiş olmasıdır.
Böylece Lessing bir taraftan Almanyanm edebyatı ile meşgul olurken diğer taraftan ilahiyat ile alâkadar oluyor ve bir takım felsefî meselelere temas ediyordu. îlâhiyata dair münakaşalarında, Lessing, Hiristiyânlığın İnçil olmadan da rpevcut olabileceğini iddia ediyor ve încil yazılmadan mevcut olduğuna işaret ederek dinin kelimeden hür aniaşilmasinda İsrar ediyordu. Bu hususta şayanı dikkat olan cihet Hiristiyânlığın ihtiva-ettiği hakikatlerin tarihî ve bundan dolayı tesadüfi bir takım vakıalara istinat ettirilemeyeceği cihetidir. "Tesadüfi, tarihî hakikatlar, hiç bir zaman, zarurî aklî hakikatlarm ispatını teşkil edemez,,. Din vahiye bir çok hakikatlerini medyun olmakla beraber, bunları akil ile anlamak mümkün olabilir. Netekim Yahudiliği ve Hıristiyanlığı/ beşeriyeti terbiye etmek isteysn Alla-hm bir planı olmak üzere telâkki edebiliriz. îşte Lessingin Erzie-
hung des MenschengescKlecJites (Beşerî neslin terbiyesi) ismindeki eserinin esas fikri «Münferit bir insanda terbiye ne ise, vahiy de, bütün beşerî nesilde odur». Netekim terbiyenin insana hariçten bir şey vermeksizin esasen kendisinde olan bir şeyi daha çabuk vermesi gibi, beşeriyet te, vahiy ile, esasen kendisinıfı âkil vasıtasıle bulabileceği şeyleri daha çabuk elde eder. Böylece beşeriyet, belki milyonlarca seneler yanlış yollarda dolâştiktari sonra' bulabileceği hakikatları, Allâhın inayeti sayesinde Musaya nazil olan vahiy sayesinde birdenbire elde ettir Fakat mürebbinin talebesine bütün hakikatları bir anda göstermediği gibi, Musaya nazil olan vahiy de ilk bir merhale teşkil eder. Bundan dolayi Yahudilikteki iptidîa cihetleri hakir görmemelidir; çünkü bunlar dinî tekâmülün yani beşerî terbiyenin ilk halidir. Bu merhalede mevcut olmayan lâyemuti-yet Hiristiyanlıkta meydana çıktı ve «insanlara ahlâkî amelleri için daha lâyık amiller» gösterdi. Çünkü «artık insanların amellerine bu hayatı takip eden diğer hakîkî bir hayatın müessir olması zamanı gelmişti». Mamafi Hiris-
bir ilerleme teşkil ediyorsa da son merhale değildir. Zira öyle bir zaman' gelecektir ki inşan artık iyiyi bir takım mükâfatlar içıii değil, bilâkis ıyfyi, iyî olduğa için yapâcaktır; büdâbnün kemale vâsıl öldüğü' zamâridıh
Lessing bü fikirleri ile zamanındaki düşünüş tarzını çok aşmış ve bahusus tarihî görüşile Hegel için hazırlık yapmış oluyordu. Netekim onun dinlediği hakikati hür bir görüşle tetkik etmesi ve Yahudilik hiristiyan-lık ve Mûslürnanhğı birbirine müsavi addetmesi (Nâthaü der VVeise) Lesâıriğjin; ne: deredede yüksek"saf*bir 'iitfsâîıfjref frKHhe
198
- Sayı ; 114
yükseldiğini gösterir.' Lessifiğ freimaurergesprache , (Masonmu-havereleri) isimli yazısında saf bir insaniyetperverlik için yaşamak isteyen insanların cemaatını masonluk şeklinde tasvir ediyor. Böyle bir cemaat, gayrimer'i bir kilise gibi, bilûmum millet farklarının fevkmda en kâmil insanları birleştirebilir. Zira insanları toplayan devlet bir yandan onları ayırmaktadır; çünkü bütün dünyâyı ihafâ eden bir devlet yoktur ve ancak bir çok, ayrı devletler vardır. Hakiki mâsönlü-ğun gayesi, hakikî inşaniyetper-verliği ve herkesin saadetini teminx etmektir.
Lessing kendine mahsus bir sistemli felsefî kainat görüşüne sahip değildi. O pek çok yerlerde muhtelif noktaî nazarlar saçan ve saçmağa toplamaktan ziyade ehemmiyet veren bir mütefekkir idi. Netekim Lessing için hakikati araştırmak hakikata sahip olmağa müreccahtır. Ta-biatiyle böyle bir kimse sistem sahibi olamazdı; ve bundan dolayı Lessing Alaman felsefesinde sistemi ile bir yer işgal etmiyorsa dâ «muasır Alman ruhunun lâyemut rehberi» olmuştur.
Bayı : 114
19
Hayat
İntibalar
'Annee
ie* toıııe II. Fas? I —
( Lhırkheim ) in ölümünden sonra, yeni seri olmak üzere neşredilen bu mülıim koleksiyonu, memleketimizde içtimaiyat ile
uzaktan falandan alâkadar olup ta tanönâyan; foktur. Yeni serinin ikinci cildine ait ilk parçanın neşredildiği İm esnada, (L' Annee) yi, «Hayatsın kıymetli karilerine tanıtmaktan kendimi alamadım; ve bunu, bir
kaç intiba içinde karalamağa karar verdim. Demek istiyorum ki, maksadım, bir tahlil veya bir tenkit değil, - çünkü bu çok büyük bir iştir ve ancak ihtisas mecmualarına yakışır; - belki
sadece borç olan bir takdirin ifadesidir.
(1/ Annee) vyi x yüçude getiren ruh, (Durkheim) dir. (Bordeau) Darülfünununda evvelâ bir pro-fesör 'ölârak ilim âlepıinde- tanıdığımız (Durkheim),, Fransada,
an'anesi köklü4 olarak mevcut bir cereyanın, yani? pozitivizmin
yeğeni ve en sadık fikir arkada-
ırı
a
kalmış4 olanları, çok heyecanlı
ve uzübvbir ömre malik bir kudretle etrafına topliyor; ve bundan
(1/ Annee ;SQeiolögique) doğuyor. Bu kudreti « ölçmek için, 1896 dan .büyük harbe)a kadar, yani
18 sene, bu insanların, kendilerine, o da ancak dar bir muhit içinde, aş yavaş, bir ilim şöhretinden başka bir şey temin etmeyen bu iş etrafında birbirinden ayrılmamış olmalarını düşünmek lâzımdır: gıpta ile seyre lâyık olan1 bu kudret, bugün hâlâ devanı ediyor; bu defa da (Durkheim) öldü; fakat etrafındaki dostları, yine aynı yolda yürüyorlar; bq d©fa da (Durkheim) in
), bu küçük
şı olan
zümrenin ilim ihtirasına. merkez oldu, onun etrafmda toplandılar.
Bu küçük zümre, 88 selle evvel hakikaten küçüktü: (Annee)nin ilk cildini karıştıranlar içtimaiyat gibi fevkal'ade geniş şubeleri ihtiva ed.en büyük bir ilmi uzaktan yakından alâkadar eden her bahis hakkındaki bütün dünya neşriyatının tahlillerini vermek için, altı yedi kişinin nakadar hummalı bir sây ile çalıştıklarını anlarlar. Vakıa., o zamanki küçük zümre, bugün de çok büyük değildir; * yalnız bir farkla: Bugün artık o bahislerden yalnız her birinde çalışanların adedi, altıdan aşağı değildir. Bu çoğalmanın bir, kısmını, hiç şüphesiz, o şayanı hayret ve mes'ut, insanların yetiştirdi dikleri; olgun .talebe vücuda* getiriyor ; netekim bugün ^ bizim Darülfünunumuzda çqk kıymetli bir uzuv olarak çalışan M. Bona-fous dahi, işte bu içtimaiyat mektebinin yetiştirdiği ve sonra ken: . dişine arkadaş yaptığı gençlerden biridir. Fakat bu uzun seneler
tıktan sonra sırf hakikat aşkıyle (Durkheim )i3 iltihak edenler de az değildir: Bu, koyu bir endi-vibüabst terbiye içinde yetişen bugünkü bizler için, ..hayret verici bir feragat, bir teslimiyet;;; gibi gelir.
Bir roman okurken, veya bir
m,
rimız yaşarırsa ve
msar
nın,
rrl
Yeni serinin birinci cildine, «Mar-çel Mausşj îiun yazdığı (in memo-riam ) ı okuyanlarda da ayni ruhî halin uyanacağına inaniyo-rum: (Mauss), büyük harpte, cephede veya evinde ölen arkadaşlarına tahsis ettiği bu sayfalarda, her birinin metrukâtmı, ailelerinin müsaadesiyle, toplayor ve tahbl ederek karilere tanıtıyor. Bu satırlar arasında kendisini her an duyuran kuvvetli sadakatin vefakârlığın ve temiz bir hakikat aşkının neler yaratmağa müsait ı olduğunu anlamak, güç birş ey
* * •*
Bu büyük vç müşterok! eserin
karii
kak ruhunda şiddetli bir özlentiniıı kımıldadığını duyar: mütevazi, fakat sabur bir çalışmanın, büyük ve hatta muhal kuvvetlere değil, belki sade ve etrafındakileri seven, kendisinden başkasına hürmet etmesini samimî olarak bileıı bir hakikat ; aşkınım aramızda navakıt yaratılacağım öğrenmek İster, ©u istek, ^ şüphesiz her
münevvere bir hâl tarzı tahmin ettirebilir. Bu tahminlerin doğfu -luğuna inanmak herkesin hakkı olmakla beraber unutmamak lâzımdır ki, hepimize bakim olan bizzat hayat kanunlarıdır. Bizim şimdilik yapabileceğimiz, yalnız hiç olmazsa şu ideale inanmaktır:
içimizdeki muhteşem uzleti, yavaş yavaş ve samimî ^olarak başkalariyle doldurmağa çakşmak ve müşterek işten kaçmamak.
müteessir olmaması tabiî olmaz.
Hava Şehitleri
Bu haftanın pazar günü Türkiye, bâyrağini semalarda dalga-landifan hava şehitlerinin mukaddes hatıralarım yadetti. Ankaramızda saat 11 de ordu ve memleket mümessilleri türk semasının saffet ve selâmeti için can veren bu mübarek vatan çocuklarını selâmladılar. Aziz yurdumuzun topraklan ve suları ne kadar mahfuz ise havalari da o derecde gayrikabili tecavüz olmalıdır. Bu oğurda yapılan her hizmet bizce mübecceldir, hava şehitlerimiz de türk vatani için ölen mukaddes insanlara kaple-rimizde ayirdığımiz köşede ebedî yaşayacaktır.
Bir milletin intiharı
Cehlin taassupla çarpışması hadisesi insaniyet tarihinde yeni bir şey değildir. Yirminci asırda bu vakıanın hudusuna şahit olmak ise insana ağır geliyor Ne çare ki ancak tarih sahifele-rinde okumayı arzu ettiğimiz bu cidal Afganistan denilen kar-daş memleketin her tarafını zedelemekte devam ediyor. Hi malayalarm yüksek şahikalarına arkasını vererek Asya millştfe-rinin masum kafalarına saldıran bu riyakâr kuvvet, Afganistanda teceddüt ve ilme karşı kara bayrağını açtı. Bu hafta gelen haberler asilerin mektepleri kapattıklarını, adliyeyi kaldırdıklarını ve nihayet memleketin istiklâlini de diğer bir millete hediye etmek istediklerini bildi:
riyor. Cehalet ve teâssubun ne yıkıcı ve hain bir musibet olduğuna aci ve feci bir misal. Bütün bir milletin faik bir düşman karşısında kahramanca öldüğünü tarihlerde gördük, fakat bir milletin kara kuvvet elinde intiharına ne kadar acısak yeri vardır.
Zulmet ve cehil her yerde ilim ve nur karşısında mağlup olmuştur. Afganm münevver ve inkılapçı kuvvetleri kara kuvvete karşı hazırlıklarına devam edi-yorlâr. Afgan münevverlerine muvaffakiyet temenni ediyoruz.
Felsefe cemiyeti ile. halk
demeği bu hafta içi......
inrer konferans verdiriyorlar. Felsefe cemiyetininki terbiyeye Derneğinin: halkbilğisine dair. Hukuk fakültesi de ayrıca talebe-, sine felsefî ve ruhî mevzulay etrafında konferanslar veriyor, "Diğer taraftan, ^l.T.f ı^r . Emin bey, orta muallimle', - V
hm felsefe kuru açtı. F ;ış ^ çada çok heyecanlı rieçiyor
Tabiatta m^Jim m
kadar müsait Ve güzel, İstanbul-dan yeni ge'
Ankaranm bu
duğu memnuniyeti anlatıyor Bir defa daha anlıyoruz ki mesut ve güzel muhitleri kemüerh ne dır.
Dil encümeni ve Söz derleme-hey/eti faaliyetine devam ediyor.. Bütün Anadolu köylerine, varıncaya kadar derleme işiyle- meş-guldur. Şu muhakkak kp istikbal,, dilimizin hazinesini çok: zenginleştirecek olan bu faaliyetleri takdir ile kaydedecektir.- Hey'etiıı neşredeceği ilk bülten» yakında: çıkıyor. Bültepjde encümen: ve; hey'et azalarının kıymetli; tetkikleri vardır;; Bu dil seferberliğinin feyyaz, neticeleri pek yakında
türlü
lerıhıh
(3S1
biç jmlyopa; Yardı. Evrel^".
mî miktar alto .Vtakvn aza"
^alimin edi-
mmak ve her . ve inkilâp için hamle bütün zan aminlerin f e vkına çıktı. j ak Gazhnin milletin ruhunda sezdiği büyük kudret şimdi onun gösterdiği yoldan yeni bir mecraya akıyor ve büyük inkılabımızın diğer bir cephesini tamamlıyor. Çok uzunı sürmeyecek bir zaman sonra
Türk vatanı ilmmilerin değil kafası irfan nuru ile işleyen okur yazar fertlerin çokluğuyla iftihar edecektir. . Bu mes ut atiye intczaren hadiseyi şimdilik tespit ediyoruz.
Müdür: Faruk Nafrz
İstanbul _ D evlet Matbaası