yerde 15 kuruş ile 7,5 Türk Lirası 7,5 Dollar)
ilaa için İstanbul
Türkçeyi okuyup yazmanın adedi pek mafıdut bazı insanlara nasip olan bir imtiyaz olduğu zamanlar, bugünkü nesle'okadar uzak bir mazi değildir. Bundan daha yarım asır evvel bile türk-çeyi okur yazarlar s mahduttu; hele: şehirler haricine çıkılınca bu nasipliler parmakla sayılacak dereceye inerdi.
Türkçemizin yayılması -için bir taraftan medrese ananesinin yıkılması lâzim geldiği gibi diğer taraftan da münevverlerde halk-çdık temayülünün doğması ve kuvvetlenmesi icap ediyordu.
.v. ;
Medrese nasıl yıkıldı ve halkçılık nasıl doğdu ? ' . .. s
, Büyük inkılâbımızın tarihi, ile
alâkadar olan hu hadiselerin tarihini burada yapacak değiliz. Bugün müşahede ettiğimi?; pıe'sırt bir hakikati ifade etmek istiyoruz.Bu hakikât da inkılâbımızın esaslârinda
mündemiç bulunan halkçılık cereyanının "vûs'atlâ"' ve:" kudretle yürümekte büluhmaSıdırr Hâlkrn
■e.'
prensibini tazammum eden demokrasi, her şeyden evvel halkın tenevvür aleti olan okuma ve yazma ihtiyacının tatminini, yani
ümmilikten kurtulmasını; âmirdir. Henüz, mevsuk istatistiklerle ümmî vatandaşlarımızın miktarını sıhhatla bilmiyoruz: fakat tahmin etmek giiç değildir ki okumak yazmak bilmeyen vatandaşlarımızın kemiyeti de maal'esef küçük denilecek bir rakkam da bulunımyor.
Bu vaziyette yalnız ilk tahsil ile, yani ilk tahsil yaşmda bulunan çocuklarımızın tahsillerini temin ile iktifa edebilir miydik ? Yaşıyan nesle geçmiş nesillerin ihmali yüzünden düşen bir çok' vazifeler arasında, bir'taraftan ilk tahsil mecburiyetini tamamiyle tahakkuk ettirecek tedbirler almak, diğer taraftan da ümmî kalmış vatandaşlarımızı feyz ve nuruıi aleti olan okuma ve yâznıa ile teçhiz etmek vazifesi de düşü-' yör. - İşte bundan'bir ay evvel talimatnamesi neşrolunan Millet Mektepleri halkçılık - vazifesini müdrik olan bumeslin bu maksatla Vücuda getirdiği teşkilâttır. Başmuallimliği Büyük Gazimiz tarafından deruhte olunan ve 16-40 yaşma kadar her sene
— 141 -
şımızı
ûmmi vatanda-aracak bu teşkilâtın i ve halk neşriyatı ;'ine mem-
nuniyetle muttali oluyoruz.
Halkın ekseriyeti cahil olması itibariyle bu ümmilik mücadelesine şiddetle devam eden memleketlerden biri de Basyadır. 1920 nufus tahririnde 117,000,000 elıa-liden 54,500,000 kişinin ümmî olduğu anlaşılmıştır. Kezalik Çeko slavakyanın bir kısmında da bu ümmilik felâketi vardır. Muayyen bir teşkilât ve programla her sene bu miktarın okumak ve yazmak bilenler lehine tenkisine çalışılıyor.
Bizde Halk Dersaneleri şek-: linde başlamış bulunan ve,fakat, hu defa 1 kânunusanide ' daha: muayyen bir teşkilât ve programla harekete geçen bu fâaliyetin vasatî seviyeyi yükselteceğine^ hiç şüphe yoktur. Vasati seviye-. nin bu yükselişinin millete yeni! hamlelerle dolu bir istikbal ha-zırhyacaği muhakkaktır. ' V
m m.
Tanzimat Devrinde pllî Edebiyat Ceryanlan
' «Tabsıra» sının bazı parçalan ve «Şeyh Müşfik» mektubu, torununa hece vezniyle yazdığı mersiye-siyle ;«Akif Paşa» yi «Tanzimat»-dan sonra inkişaf eden «Avrupai türk ;edebiyatif nııı ilk mübeşşiri saymak, «Ebîizziya- ıım «Numunei Edebiyatı Osmaniye» sinden soma adeta bir an'ane haline gelmiştir. Halbuki, munhasiran şark terbiyesi alan ve Avrupa medeniyetine bigâne kalmış olan «AkifPaşa* yi eski kilasik edebiyatın son mümessillerinden addetmek şüphesin daha düğnı-dur. Onun bazı nesirlerinde gördüğümüz sadeliğe .eski asm lam? .nesrinde- daima tesadüf edildiğini, hece vezni ile yazmasına gelince, bir taraftan saz , şairlerinin diğer taraftan « mahallileşme» temayülümin neticesi olarak bunu «Nedim» den itibaren daha bir takım klasik şairlerimizde de gördüğümüzü düşünürsek, bunu daha iyi ânlariz. « ADEM Kasidesi» sahibini, « İdeoloji V itibarile «Şinasi, Vıyapaşa, Kemal»
mektebinin mübeşşiri addetmek aslâüiümküh değildir; ^ " ^ '
»Akif Paşa »liın5 Şahsiyeti, eski şark mektebinin sırf dahilî tekâmülü malışülüdür; halbuki eskisinden bü^bütüh " :lfarklı bîr «İdeoloji» ye istinat edeıı yeni «Tanzimat» edebiyatı, ancak
haricî amillerin tesirile meydana gelmiştir. .i^'r
Burada, «Tanzimat» dediğimiz « Osmanh imperatorlüğunun Avrupa medeniyeti dairesine
girmesi» yahut daha doğru bir ifade yle «Avrupa medeniyetinin Osmanlı imperatorluğuna cebrî bir surette hulul ve nufuzu» hadisesinin siyasî ve iktisadî sebepleri hakkında hatta en kısaizahata bile girişecek değiliz. Bu devrin ve bu devir edebiya-
tmm yalmz. «JFikrî» cephesini nazarı itibara alırsak, bu «ideoloji » nin doğrudan duğruya büyük Eıransız ihtilâlinin neşret-diği prensiplerden ve XVIII — XIX inci asır Fransız edebiyatından alınmış olduğunu vazıhan görürüz. «Saray»a ve onun mesnedi olan «medrese» ye, «tekke» ye, devlet adamlarına, âyan ve eşrafa, istinat eden « Feodal » eski klasik edebiyata mukabil, «Şinasi - Ziyapaşa - Kemal» mektebi .«Vatan, millet, halkçılık » mefkûrelerine hadim ve temamile franşz edebiyatından mülhem yeni bir «Burjuvazi edebiyatı» yaratmak isteyorlardı: gazetecilik siyasî ve edebî tenkit, tiyatro, garp edebiyatlaımdan tercüme, işte bu. suretle başladı.
- Vürk e cemiyetinin hayatında belki en .mühim bir intikal dey-resi i olan bu «Tanzimat devri » nde « millî lisan ve
'.KV j
zetesinin lisanım: «giderek umum halkın kolaylıkla anhyabileceği» bir hale sokmak istediğini söyle-yordu. Mensur eserlerinde bu
temayül pek sarih olduğu gibi,
şiirleri arasında da «safi türkçe» yazdığı bazı parçalar, sonra « Karakuş yavrusiyle karga »
hikâyesini «bililtizam lisanı avam üzre» yazması, türkçe darbımeselleri toplaması da manidardır.
«Şinasi» nin «safî türkçe» didiğj şey «Mahremi» ve «Naznıi» nin « Türkii basit» inden başka bir şey diğildir; fakat «Şina-
si» bu hususta onlar kadar muvaffakiyet gösterememiş, mey dana hiç bir şey koyamamıştır; Şinasiden sonra o devir îideba-
smdan «Halet bey »in de şüphesiz onu takliden böyle «safi Türkçe» bâzı parçalar yazdığmı biliyorsak ta, bu başlangıç kuvvetlenmemiş, adeta başlamadan bitmiştir. Esasen «nazım Şekli» ve hatta «lisan» itibariyle «Şinasi» eski klasik edebiyatın ananelerinden büsbütün kur-
Tanzimat devrinin edebî şahsiyetleri arasında «millî lisan ve
en iyi an-
en doğru ve en derin mütalâalar serdeden,
manr ahval
kılmak için ». «Terem ga-
«şiir ve inşa» makalesindeki fikirlerin, bilhassa o zaman için ne kadar cür'etkârane olduğu, onların ancak şu son zamanlarda anlaşıldığı düşünülürse, daha idrak edilir. Eski san'at
'T
iııayr«i7.wliı,irifiıir-ıiııiiıf:attı«aıa
ve edebiyat telâkkilerini yıkmak için «Necati, Baki» gibi şairleri
bile «Türk şairi» addetmemek derecesinde ifrat gösteren, ve edebiyatımıza millî bir istikamet vermek için «tabiate, ittibâ c|mek» yani halka doğru gitmek've halk lisanından, halk edebiyatından istifade etmek esasını koyan «Zıya paşa», bu suretle «Müstat-raf mütercimi» nden daha ileri gidiyor, ve millî edebiyat için daha şuurlu ve daha cezri bir porgram çizmiş oluyordu. Bu
fikirleri ortaya atan «Zıya paşa» nın biraz «Ruso» dan, biraz
Frasız «Romantizm» inden mülhem olduğu, ve bilhassa eski
klasik edebiyat taraftarlarına hücum etmek istediği pek sarihtir. Yokşa, muhtelif eserlerinde «Aşıktarzı» şiirden vd «saz şairleri» iıideri muhakkirane bahseden «Harabat» sahibinin, onları müdafaa fikrinde olmadığı açıkça söylenebilir. Hece vezniyle yazdığı
cereyanının tesirile 1 yazılmış addetsek bile, halk şiiri an'anelerinden taiüamen uzâk olan «Tartüf tercümesi» rii sırf Avrupadan aldığı telâkkilere tebean yazdığı muhakkaktır: çünkü hele o zamanki Aruz ile, manzuıp piyes yazmak imkânsızdı. Bütün bunlara rağmen, diğer M? makalesinde türkçe yi « üç lisandan mürekkep» bir halita addetmesi, türkçenin istiklali mes'elâsinilâ^ yıkile anlayamadığına delildir.
Her ne bahasına olursa o-Isun, eski klasik edebiyatı yık* mak ve îrân tesirinden kurtûlmak isteyen «Namık Kemâl» de de garp fikirlerinin bu tesirini gö* riyöruz:«îtfaıi paşa» ya hitaben yazdığı meşhur rhektüburıdâ, z
«Allah dedim yatağana dayandım ben seninçün al kanlara beyandım» beytini Acemane cinaslarla dolu esrlere tercih eden «Namık Kemal», aşık tarzını müdafaa etmek fikrinde değildi: o, bu suretle, yalnız îran mukallitliğine hücum etmek ve binnetice eski
«edebiyatı yıkmak»isteyordu, 1283 de «Tasviriefkâr» da neşrettiği «edebiyat hakkında bazı mülâhazat » ünvanlı makale, eski
edebiyatın sahte ve cansız öldu-
dolu olan o sahte lisan ile halk arasında maarifi yaymak imkânı
bulunmadığını, hattâ bu itibar la türkçehm —henüz elifbâsı bile olmayan—Arnavut ve Laz lisânlarını bile unutturamadığım, türkçenin eczayı terkibi olan üç Hsanın, ekanimiselâse gibi sözde göy a müttehit ve hakikattâ zıd-dıkâmil olduğunu pek haklı olarak izalıdan sonra, bunun
çarelerini de gösteriyor: evvelâ kavaidi lisanın mükemmel surette tedvin ve temhidi; saniyen kelima-tın istimali umumî dairesinde
tahdidi; salisen, imlâ ve manaca eczayı lisan beyninde ki irtibati surinin ittihat! hakikî haline gelecek kadar teşyidi; rabiah, rabtı kelâm ve ifadei meram şivelerinin tabiatilisana tatbikeiı
tadil ve tecdidi; hamisen, ifadenin hüsnü tabiisine hâil olan külfetli san'atlardan tecridi... görüliyor ki «Şinasi» ve «Zıya
«türkçenin istiklâli» esasmı ıpü* dafaa etmektedir* Daha sonraları
cakları bultindüğunü ve- eğer öhlarinK ikincitâb'ıkâbil olursa
rı «
kalacağını Kemal»
rımıiıl I -ır.'-'-ıllİVj »t 'Imni iiım I Hayat
«lisanin sadeleşmesi» ne şiddetle taraftardır. Âbdülhak Hamide yazdığı bir mektupta, Aruz ile manzum piyes yazmak kabil olamiyacağindan bu hususta «Parmak hesabı» na müracaatı tavsiye etmekle beraber, aruz ile safi türkçe yazmak mümkün olmadığını da; itiraf ediyor. Hece vezni ile o yolda bir eser yazmak niyetinde olduğu halde;-«Namık Kemal» ih bıraktığı eserler arasında, hece vezniyle yazılmış üç dört türküden başka birşeye tesadüf edilmiyor. «AbdüL hak Hamit» in «Nesteren» ilâ «Liberte» si, «Reeaîzade Ekremrin hece vezniyle yazılmış bağzı parçalan, bütün bunlar, *Ziya paşa» nin ve «Kemal» in aynı tarzda eserleri gibi, garbtan alınan yeni fikirlerin tatbiki de meydana gelmiştir; lisan, şekli nazım, edâ, hatta ekseriyetle duraklann ihmali gibi kusurlar, bu eserlerle aşık tarzı mahsulleri arasında hemen hiç bir müşabehet ve münasebet bulunmadığını gösteriyor. Mamafi, teceddüt devrinin bu büyük edipleri, millî hece veznini, cahil saz şairleri kadar muvaffakiyetle kullanamaımşlar -dir. O sırada manzum piyeslerde ve operetlerde hece vezni kullanılmasının âdeta bir moda haline geldıgıni Âlî beyin «Letafet» operetindeki izahatından da an-
Profr Dr. KÖPRÜLÜZADE M. FUAT
Hamiller biri «Duyunu Umu-miye Meclisi» diğeri «Hamiller Meclisi» isminde iki teşekkül tarafından temsil edilecekler ve mehfhatlarının muhafazası «Meclis»' tabiriyle • ifade: edilen bu teşekküllere tevdi olunacaktır'/ Meclislerin ? merkezi badema, Paris'te olacaktır. Hükümet seneyi 29450 altın Türk lirası vererek bu meclislerin masrafına iştirak edecek ve Paris 'teki merkezde hükümetimiz tarafından Bîr komiser bulundurulacaktır.
m
bir Türk, bin İngiliz,, bir Fransız: bir İtalyan âza ile . Osmanlı Bankası tarafından tayin edilen bir Azadan terekküp eder. Bu meclis yalnız Duyunu Müvâhhade, İkram, Tahvilât, Mütedahiller ve Hazine Bonoların konsolit tahvillerini alâkadar eden meselelerle meşgul olacaktır.; . Bunlardan mada, sabık .Osmanlı İmparatorluğunun taksime uğrayan Duyunu Umumiyesi hamillerinin ; meclisi ise 8 Fransız 2 Alman ve 1 Belçikalı Azadan terekküp eder. :
A; Türkiye tarafından tastik-Metinde muşarrafı olduğu veçhile .; mukavelename 1 kânunuevvel 1928 'târihinde ' Büyük Miltet Meclisinin tastikma iktiran etmiştir. Şukâjlff # esas madde ve hükümlerd^İlbpi olmamakla beraber ikr$hhyâ| tahvilât ve ihtiyat sermaye hakkında bir kay di ihtirazı vaz'ına lüzum görülmüştür.
: Mükavelenamenin ikinci mad desinin bir fıkrasında «6 Agustus 1924 tarihinden mukaddem meclis tarafından mubayaa olunan ikrami-yeli tahvilât için bu tarihten evvel veya" sonra bunlara isabet etmiş veya edecek olan ikramiye veya itfa bedelleri keza ikramiyeli tahvilât mubayaası için istimal edilecektir. Bu ikramiy eli tahvilâtın: ikramiye ve itfa bedellerinden Türkiyeye raci olan. °/o .62,284539,34 hisse-,
deki ikramiy eli tahvilât mubayaasına tahsis edilecek ve bunlar Türkiyeııin hususî dosy esine
vâzölunacaktir,
Bü veçhile satın alman ikramiy eli tahvilâtın ikramiye ve itfa bedelleri münhasıren Türki-yeyi müstefit? ••edecektir»"- diye yazılmıştır, kezalik mukavelenamenin 15 inci maddesinde ve bu mukaveleye müzeyyel itilâfna,. menin dördimçü ve.beşinci mad? delerinde [*j Trablusgarp Sermayesi» denilen mebahg ile Duyunu Muvalıhade ve ikramiy eli Türk tahvilâtı servisine mulıasşas «İhtiyat Akçası» ndaıı Türkiyeye - isabet eden hisselerden bâlıs-olünmuştur. Bü hisselerin miktarı da ikrarnif eli Tahvilâtta olduğu gibi °/0 62 olup' mezkûr mâdde-lerde bize ait olduğu tarafa tealini edileıı , işbu â, hisseler . haricinde kalan kışım pıeskût kalmıştır.
Bu kısımlardan bahsolunma-iüâsı bunlardan hükûmetimizçe "sarfınazar'1 edildiğine dair bir
|*|. Bu maddeler hakkında itilâfrıamenin tetkiki sırasında izahat verileektir.
nazarı ihtiva etmemekle beraber maksadı daha ziyade vazılı göstermek için Büyük Millet Meclisince mukavelename «îşbu tahvilât ve sermayelerden Türkiyeye ait olduğu teslim edilen miktarlar haricindeki aksam üzerinde yani °/0 38 den ibaret olan tahvilât ve sermayelerde dahi Türkiyeııin hukuku mahfuz kalmak ve bunlar Türkiye, ile alâkadar devletler arasındaki ihtilâf lıallolummcaya kadar «meclis» tarafından muhafaza edilmek kaydi ithtirazisi ile tastik ve kabul edilmiştir.
B; Hamiller tarafından tas-Bu mukavelename mucibince hazirandan evvel tediye edilecek olan bir kopon bedelini alan bir hamil mukavelenameyi bilâkayduşart kabul etmiş add-olnacaktır. hediye muamelesi görmüş - olan uzun vadeli istikraz tahvilâtile ikramiyeli tahvillerimiz ve bonoların itibarî sermayesi yekûnu bu borçların hey'eti umumiyesi için Osmanlı Duyunu Ümumiyesini taksimi komisyon târafindan , medyun devletlerin kâffesine ait olmak üzere tespit edilen itibarî sermayenin 0/° 40 na baliğ olduğu zaman işbu mukavelename derhal mevkii mer'iy-yete vazedilmiş olacaktır. .
Geri kalâıı J9 60 nispetindeki sermaye sahipleri de tamamen mukavelenameyi, kabul etmiş sayılacaklardır.
Hükümet mukavelenamenin bu suretle hamiller tarafından kabul edilip edilmediğini anlamak için
112
5
tastiki tarihinden itibaren altı ay hekliyecektir. İşbu müddet zarfında mezkûr 0/° 40 nispetinde tediye muamelesi yapılmadığı taktirde hükümet muvafık görürse bu müddeti tahdit edebilir/Tahdit edilen müddetin hitanımda da. tediye muamelesi gören tahvilât ve bonoların itibarî sermayesi yekûnu matlup miktara b aliğ olmazsa mukavelenama hüküm-
den sakıt olacak ve tarafeyn her türlü, taahhütten heri addolunacaktır. Yalnız biz bir taksit vermiş yarii borçlarımızdan bir miktar ödemiş olacağız.
Lausaıme Muabedenamesinde mülga Osmanlı Devletine ait istikrazların mukavelenamelerine
dair alıkâm bulunmaması o zaman nasıl temin edildi ise hü-
kümetimiz bu noktai nazarını bu defa da Duyunu Umumiye hâmillerine' kabul ettirmiştir. Binaenaleyh bundan sonra Türkiye cumhuriyetinin haricî borçları h'akkmda hükümetle hamiller arasında yegâne hukuki râbita bu mukavelenameden ibarettir, yani eski iztikrazat mukavelenameleri artık tamamen hükümsüz kalmıştır.
Büyük Millet Meclisi 1 kânun-evvel 1928 tarihinde koponlar mukavelenamesi ile birlikte buna müzeyyel ve yine 13 haziran 1928 tarihinde Paris'te murahhasımız Paris sefiri Fethi Bf. ile Duyunu Umumiye Meclisi idaresi reisi M. Deklozie arasında tanzim ve imza edilmiş olaıı bir îtîlâfnameyi de yiııe kaydi ihtirazı vaz'ı ile tastik eylemiştir. Bu ititâfhame mukavelenamenin mütemmim cü-z'ii olduğu cihetle mukavele ile ayni zamanda ve ayni şerait altında tastik edilmesi itilâfnanıe ahkâmından biridir.
Meclisin Pcırise nakli.— Bu itilafname mucibince Duyun U-
mumiye Meclisi merkezinin Parise nakli mukavelenamenin tastiki tarihinden değil, iktisabı mer'iy-yetiııdeıı itibaren bir sene zarfında itmam edilmiş olacaktır. Hükümet bu nakil masrafı içiıı * Meclis ) e m aktuan bir defaya mahsus olarak 5000 İngiliz lirası verecektir.
«Meclis» Türkiyedeki gayri menkul — sonradan tavzih olunduğu veçhile — menkul emval ve eşyasını hükümete terkedecektir.
Hükümet meclis masarifindeki hissesi namile meclise senevi vereceği 29450 altın Türk lirasını hükümetin borçlarının itfası için karşılık gösterdiği varidattan racihan ayrılacak ve hükümet bu tahsisata tekabül eden türk kâğıt parasının ecnebi parasma tebdili muamelesini hiç bir sebeple tehir
Meclis nezdindeki Tnebaîig — Duyunu Umumiye Meclisi hezdin-de mevduat olarak bulunan ve cem'an 2.981.404,01. Türk lirası ve 24.118.089,47 fransız frangına baliğ olan mebaligi hükümetle diğer alâkadarlar arasında akti itilâfa kadar (Meclis), en muvafık şekilde nemalandıracak ve haziran 1929 tarihinden itibaren işliyecek faizler işbu mebaliğe ilâve olunacaktır.
Traplusgarp ve ihtiyat sermayesi — : Oşi Muahedenamesi •mucibince İtalya hükümetinden Trabulıısgarp ; hissesi namiyle alınan meblağdan Düyunu Umu-hıiyeyb ; rhuhassas ^varidata tekabül etmek üzere tefrik' ohı-naiı 1. 765.341,78 lira ve Tevhidi Düyun kararnamesi mucibince muhtelif meııabiderı U550. 088, 71 lira sermaye konularak teşek-. kül eden ve: faizleriyle beraber iki milyon liraya iblâğı ılıukarter bulunan ; ihtiyat akçesi şimdi mevcut olan şekilde nakte tahvil olunarak Türkiyeye isabet eden hisse-ki °/0.62 den ibarettir-îıükûmetimizin hesabina yukarda
hazirandan evvel yapılacak te-
lünden bahsettiğimiz «Sermayei mahsus)a teslim oluncaktır. Mukavelenamenin tastiki sırasmde vazedilen kaydi ihtirazide tavzih olunduğu veçhile mütebaki °/08S üzerinde dahi hukukumuz mahfuz kalacak ve bu kısım serraa-
1er arasındaki' ihtilâf hâlMüûün-maya kadar - «Meclis» tarafından .saklanacaktır. ,.Bu sermayeler buğun aynen mevcutolmayıp birtakım esham ve tahvilâta inkdap eylemiş vö bunlârıh^bîr kısmmıiı kıymetlerinde 4ıaylı tenezzüller vukua gelmiştir. ■Mâtİak ibra— 4tilâfnamenin mühim maddelerinden biri de taraıey mıx yekdiğerini ibra etmesine dair
^olandır. Bu maddeye nazaran lıukünıetimiz ve «Meclis» 5 yâni
hamiller hey'eti temsiliyesi mü-tekabilen yekdiğerini tamamen
ye mutlak surette ibra edecek ve (Umumiyetle- : ve . bilhassa) varidati muhassasa ve varidatı mevduadan cibayet edileiı meba-
liffiıı istimal ve tahsisi
B bir suretle yek-digerinden mutalebede . bulun-miyacaklardır.
Bu ibra keyfiyetinin mutlak veMmümuî suretle ölmasi da
Meclisinin nazarı xı eelberîerek itilâfuanıe «işbu mukavele .ve itilâfname ahkâmının hiç, biri 1914 ve müteakip senelerinde ihraç olanan Osmanlı evrakı nakdiyesine ait muaniblattan dolayi hükümet ile ümümiye arasmda yapı-mıhasebede ve tasfiyede Türkiyeye taallûk eden hukuku hiç bir vebMleU takyit ve talil eylemeyeceği kaydi ihtirazisi ile tastik olunmuştur.
- Evrakı r nakdiye muamelâtı
unu
idaresi ile yapılan mukavelelerin Duyunu Umumiye hamilleriyle
imzalanan bir mukavelenamenin tamamen haricinde ihraç edilmiş
olan eski evrakı nakdiyenin hıfzına, mübadelesine mutaallik
bilcümle muamelâta dair hesa-batm ruyet ve tasfiyesi netiçe-
sinde tahakkuk edecek huküku-muzun tamamen mahfuz bulunduğunu sarahaten ifade etmek için bu kaydı ihtirazinin ilâvesi münasip görülmüştür.
JJaulü to/^im—Hükümet ile Meclis arasında gerek bu itilâf-- namenin gerek asıl mukavelenamenin tefsir, tatbik ye icrasından dolayi bir ihtilâf zuhur ederse evvelâ bir uzlaşma sonra
hakem komitasına ve nihayet bir hükmü alelhakeme müracaat edilecektir. Ancak (a) devletin hakkı hakimiyetini istimali sırasında ittihaz edilen umun! mahiyetteki bir tedbirden mütevellit mesail, (b) mukavelename ile tayin : edîimiş. olan müddetler, nispetler
ye eşaslar hakem huzurunda hiç biç halde münakaşaya zemin
edilmiş olan (tekasiti seneviye) cetvelinde en son taksitin 86
ncı senede verileceğinden yukarda bahsetmiştik. Bundan,
borçîarımızm tamamen itfası için mutlaka 86 sene lâzım
olduğuna derhal hukûm etmemek icap edpr. Çünkü:
Borçlarımız tahvilât adedi esasına müstenit olduğunu ve
hükümet mubayaa veya kur'a keşidesi suretiyle ne miktar
i: 112
tesviye etmiş olacağım ve itfaya tahsis edilen meblağla her sene piyasadan tahvilât mubayaa olunacağını biliyoruz.Alelumum tahvilâtın borsada kıymetleri getireceği faiz miktarına göre değişeceği de malumdur. Mukavelename mucibince hükümet ilk yirmi üç sen zarfında bir kısım börçlarmın faizlerini tamamen vermeyip evvelâ ancak
yüzde otuz sekizini vermek suretiyle bir koponâ ait faiz
borcunun tamamını tediye etmiş olacağına ve bil miktarı tedricen
ır mukavelenamesiyle buna müzeyyel itilâfaamenin tahlil ve tetkikine nihayet vermezden evel börciann itfası müddetine
ve
almağa lâyık bir noktayı izah
ne
tahvilleri de piyasada noksan İbymeti haiz olacgğı şüphesizdir., Meselâ hu gün 100 Türk veya 100 ingiliz lirahk bir düyunu muvahhade tahvilinin borsadaki kıymeti 225 Türk lirası yani takriben' 22 ingiliz lirasıdır. Halbuki altın para °/04 faiz getirecek olan bir tahvilin kıymeti bu mıktann bir kaç misli olmak lüzumu pek aşikârdır; Bu gün 22 İngiliz lira kıymetinde olması faizinin ilk yedi sene zaHüıda 38 zini
vereceğimizden dolayıdır. Bu halde hükümet noksan faiz tediyat yapacağı 23 şene zarfin-ımktar Türk. lirası verilece- da piyasadan başa baştan dun
üzere tertip fiaatlaria meselâ sübugün« 100
Hükümet, haziran 1929 şene-itibaren ilk iki mali sene
anı
etmeksizin öıukavelena-tespit edilen şerait daire-muntazaman tediyat 107 küşur mil-borcunun faiziyle tesviyesi için her sene
lirahk bir tahvil 22 liraya satın alabilecek yani yirmi iki lira ile
yuz ralık b o rç ödemiş olacaktır. Bu suretle 23 senede hükümet itfayi deyne tahsis ettiği meba-liğ ile piyasadan pek çok tahvilât mubayaa ederek borcunun mühim bir |ısmmı ödeyebilcektir. İşte bundan dolayı takribi bir hesap ile diyebiliriz ki muntazam tediyat ve itfa yapma şartıyle hükümetimizin bütün borçlarından 86: sönede değil fakat 40 veya 35 senede hatta daha evvel tamateeıi kurtulabilecek -tir. Bu müddeti şimdiden kat'î surette tayin kabil değildir. Arz-ettiğinpz veçhile bu müddet, nrnbayaa edilecek tahvilâtın bqrşa kıymetine, her sene iştira olunan miktarına göre değişir.
Bir kaç seneden beri devam .eden * müzakerelerden sonra Türkiye Cumhuriyetinin malî ve
ıharım ' bir kat daha kuvvetlendirerek neticelenen koponlâr mukavelenamesiyle buna müzeyyelitilâfnamesinin en esaslı„ hükümleri hakkında verdiğimiz izahattan, - başlarken de söylediğimiz veçhile tamamen maziden bize intikal etmiş olan borçlarımızın mahiyet ve miktarı ve bunların tediye ve itfası şartları hakkında lüzumu kadar malûmat alınmış ve Türk milletinin bıı borçlar dolayisiyle ik-tibam otmeğe ı mecbur kaldığı
m
u
şılmış olacaktır.
M. M.:A,.: NİYAZİ ASIM
Sayı: 112
7
Hayat
) *
.r/.;/. i ...... . 'î : • •. İ « ' "
■'I '
Mefkûre meselesinde diğerle-lerine nispetle belki en ağır olan bir hatayı da zikretmek lâzımdır. Hükümet bazan kendi menfaati, bazan da çocukların eyiliği için terbiye rejimi ile alâkadar olmak vaziyetîndedir. Çocukları, gerek ebeveynin ihmaline, gerekse bir takım ispekülas-yonlara karşı himaye etmek ve en eyi usullerle, en faydak tedrisatı aramak hususundaki idarî faaliyetlerin terbiyevl bir .mahiyeti . vardır. Fakat /ekseri ahvalde hük-ûmet kendisi .ile, kendi menfaati ve, kendi ihtiyaç-lari ile meşgul olur.
Hükümetin menfaatlari hususî eşhas tarafından da tetkik ve münakaşa olunur; bu kimselerin hükümetin rief ini ve zararım istilzam eden hususatı takdirde görüşleri deyişir. Bundan başka hükümette her ferdin, komşusunun zararına olarak bir jtakım menfaatlari bulunabilir. Şüphesiz ki yüksek zekâlar, uıhumî üıenfa-atlari, hususî görüşlerinden ^ üstün tutarlar. Fakat bir çokları kendi arzu ettikleri şeyle cemaat için şayanı arzu olan şeyleri biribirinden tefrik edemezler. Diğer bir kısmı, daha ilerlere gidecek, kendileri ile çocuklarının menfaatlenna uygun olan tarzları hâkim kılmağa çalışacaklardır/ Bu münakaşalar, bir takım kararlar ve fiillerle neticelenir; fakat bu artık hakikî terbiye değil, pedagojik siyasettir.
Ziraatçi hasadım satmak için
tica-
ret yapar. Biyolojinin neticelerini ticareti için faydalı bir hale getirmeğe çalışır. a Aynen, müstakbel vatandaşın hazırİanmasıhdan siyaset de kendisi için veya hükümet için pedagojinin neticelerinden istifade eder;" âiyaset
mevcut iltibasİardan kurtulmak için şu İki mutayı ihtimamla tefrik ye temyiz etmek lazımdır: 1 - Çocuğun menfâatim "istihdaf eden terbiye; 2-^îerbiyeyı' mittetin menfaatma müfit olacak bir şek-
£n
hatta mutlak surette lüzumludur; hükümetlerin simasını ve mukadderatını düzeltmek için terbiyenin menbalarma müracaat etmek suretile hayatın ve millî müdafaanın esası olur. Bu siyaset vatanın kalbi ve ruhudur. Umumî hizmetlerin eyi bir şekilde işlemesi kısmen halkın fikrî ve ahlâkî terbiyesine istinat ettiği gibi bir milletin bütün saadeti de kendini vücudâ getiren vatandaşların kıymeti üzerinde durur. Bü mebde hiçbir yerde Almahyada olduğundan daha eyi Mlaşıîma-nüş ve tatbik edilmemiştir. Orada az ^çok her işe karıştırılan «mefkûre» nin himayesi altında daima yeni bir takım ıslâhat teklifleri ileri sürülür: dahilî ve haricî vaziyetinde Almanyayı kuvvtlen-dirmek için- yalnız eyi askerler hazırlamakla iktifa edilmeyecek, eyi vatandaşlar, sanayii kuvvet-
lardan her ikisi de^haizh kıymettit; fakat yekdiğerinin aynı addedilmemek f âzım gelir.» Feda-
uyandırdığı sur tefehhümler/pek
istihsalâtı uzaklara gönderebilecek akıllı tüccarlar yetiştirilecektir. Hükümetin icrayi tesir ettiği her sahada olduğu gibi bu sahada hususî menfâatleri ünümü menfaatlârdan ayıfüıak müşkül-
Asrıhazır müelliflerinden ;bir çoğu terbiyede içtimaî noktai nazardan hareket etmektedirler» «Cemiyeti öyle insâhlardâh?" teşkil etmelidir ki» cümlesi on&rm formülüdür. Amerikalı profesör «Bagley» (kendi şahsî ağırlıklarını kaldırmaya muktedir insanlar yetiştirmek) tir diyor. Bü noktai hazar ferdiyeci olan diğeh ffiü-rebbilerin noktai nazarlarm& muarız ğibi görünmektedir;. Fakat
bu taaruz tabirlerin müphemi-yetine,;, istinat eden zalıırî bir şeydir. . \.. ' '.;„' .
Terbiye huâüsunda, fördin
mehâfii ile cemyeîihMler Ekseriyetle müşterek öldüğündün iltibas imkânı daha fazladır.ri.-Içti-nıainazlardan ^düşülürken terbiyenin çocuğu cemiyetin faydalı bir çarla haline getirmesini.. istemek, en ziyade ferdiyeci olan noktai hazâf sahiplimin
bile itirazlarım celbeder. Fakat kelimelere nüfuz edilecek olursa mes'ele mübimleşir. Bir defa
8
vı ; 112
için faydalı olan şey nedir? İçtimaiyatın şeyi telâkkisi ile cemiyet bir vakıadır: vakıa bir gayeyi tazammün etmez; demek oldu ki «faydalı» olan şeyi tayin etmek müşküldür. Cemiyet için de insanın faydalı adam mevkiini elde etmesi — bahri muhit sahillerinde oturanların, eyi, yüzücü oldukları gibi — sadece 'bir intibak vakıasından başka bir şey midir?
Bü müşkülün bertaraf edildiğini farzetmek bile öyle zane-
ıçm iv al e
la
liyoruz ki çocuğu cemi; yetiştirmek fikri: yine bir istinat eder. Bunu \nu çıkarmak için fertle cemiyet meııfaatlarınm tehalüf hangi bir vakıayı nazari alalım. O zaman terbiye bizden ne ister? Başka i türlü hareket
etmek imkânı; varken, çoc nğu cemiyete feda etmemize müsaade eder mi? En bariz misaller bu süale menfi bir cevap verir: çocuk mahdut kafalı, , zararçı :ve ya gayri tabiî olursa cemiyetin menfaati mümkün olduğu kadar sür'atle bunu elden çıkarmayı yahut ta bununla meşgul olpıa-mayi ve kuvvetlerini kendisi için
iü faydalı olaıı şeyin ne olduğu tayin edilmemiş bulunuyor. Fakat, cemiyet, millet, ve ya hükümet mevzuu balıs olunca her şey tavazzuh eder. Hükümet bir irade tezahürüne istinat eden içtimaî bir Mhıredir. İradenin
a
mevcut olduğu yerde gaye de yardır. Bu gaye: her şşydçû jevel yaşamayı tazammün eder. Hükümet fertlerin saadet menbaları ile yaşar. Milletin müfit bir çarkı çlacak insanlar,"yâlnız hükümete darılmayanlar, kendi yükünü kendi kaldıranlar değil, aynı zâmaııdâ rhalıaretleH ile gayenin
temini içiıı umumî kudreti artı-
j, - 1 - ■■
r;
Terbiyeye ' böyle bir vef
mek hakîmane bir
ver-
lag(
yapmak üemeıaır. yinılaı-metin meııfaatlahm temin' ettiği kadar ferdin de teııefînmıâ yârdım edeıı ve bu sur etle ûçtinıaî bir manzara alan pedagojik ânie-
; ki halderevaçta bulunan «kendi
kendini idare usulü» ile «izçilik» teşkilâtını zikredebiliriz. Bunlar memleketin menfaati için hami-yetperverliğe, ferdin ııef'i için de içtimaî hayata hazırlıklardır. Yani hem pedagojik siyaset, hem de ferdin muhıta intibakını temin ameliyeleridir. O halde içtimaî ^terbiyfe demek, cemiyet içinde yaşaniaya hazırlayan bir ameliye demektir. Fakat bu tarif tehlikelidir. Çünkü pedagojik bir tatbikat olmak itibarile, ferdiyetçi terbiyenin bir kısmım teşkil 1 ettiği halde, onun" makûsunu 'r ifaçle eder gibi görünmektedir.
Hangi ııoktai nazara iştinat ederse etsin/ terbiye ferdi teşkil etınek için ferdehitapeder; ve /içtimaî» vasiinı, ; ya .ferdi yaşayacağı muhiti içtimaiye intibaka çı zaman, yahut ta terbi-lehine istifade gojik siyaset rolünü ıih vakit, alır.
IfeKıii ; KADRİ
la Dır unsuru saadet-bul-ı insanlara saklanıayi istilzam eder. Fakat aslen ferdiyetçi olan terbiye, cemi yetin bu zaaf unsurlarını muhafaza etmek için hiç bir
cehdi ihmal etmez; ve menfaati içiıı ifna ve etmekten ziyade ferdin nefine olrak elinden geldiği kadar tamir eder. Ruhan hür ve salim hiç bir baba cemiyetin eyiliğini oğlunu eyiliği fevkmda görmemiştir. Bu nevi nazariyelerle haraket eden lıiç bir muallim kendisine talebe bulamaz; lıadisat meydandadır.
Terbiyenin içtimaî rolü doktrininde - ekseriyetle bir az evel mevzuu . bahs ettiğimiz hataya doğru bir inhiraf olur: terbiye ile pedagojik siyaset biribirine
karıştrılıyör. Cemiyetin faydalı bir çarkı olmak haddi zatında
fena tarif edilmiş bir idraktir,
uzun ihtızark'kalmadı tehammülüm.
1, ey
sinsisinsi ezme, al beni biı damla damla içildiğin zehirden... kararmış bir yazm bir derdiı köpmuş kuru bir yaprak gibi hazin, şu kurşun renkli yollar tükensin !
Bu uzun ihtiyara yok benim tehammülüm, ■ Geleceksim birden gel, ey yılan yüzlü ölüm!
NİHAL
Sayı: 112
9
Hayat
Fransanm büyük heykeltraslarından (Houdon)un ölümünün yüzüncü yıl dönümü bu sene Fransada büyük tezahürlere sebeboldu. 1741 de Versaille da doğarak, 87 senelik uzun bir ömre mazhar olan bu san'atkâr, tarihte silinmez izler birakmış bir çok büyük adamların muasırı olmuştu. Bunlardan bir çoklarının heyk ellerini yapan (Houdon) Âmerikayı ziyaret ederek bir müddet (Philadelphia) da Amerikalım ilk reisicumhuru George Waşington ile beraber bulunmuş ve orada Waşingtonı model ittihaz ederek bir büst yapmıştır, bilâ-here bu büstü nümune yaparak meşhur Richmond heykelini vü-cude getiren san'atkâr, o sıralarda Benjamin Fraklin'le de tanışmıştır.
Bu son günlerde (Houdon)un heykelleri Fransa san'at aleminde olduğu kadar mecmualarında da çok alâka Uyandırmıştır. Fran sız muharrirlerinden M. Jean Louis Yaudoyer san'atkâr hakkında şu sözleri söyliyor. «Hou-don'un heykeltraşideki kabiliyeti kendisini çok erken gösterdi. Fakat bu kabiliyet kolay kolay, verasetle izah edilemez. Babası değerli bir adamdı. îlk zamanlar
bazi yerlerde hademelikte bulunduktan sonra oğlunun doğumunun ikinci senesinde «Ecole
des eleves proteges» ye kapucu oldu. Jean Antoine Houdon bir (studio) havası içinde büyüdü. Onun ilk oyuncakları kil topak-larıydi. San'atkâr, kendisi hakkında şü sözleri söyliyor: « Akademi basamaklarında doğmuş olarak, «9.% yaşımdan itibaren heykel yapmaya başladım ve 16 yaşımda büyük mükâfatı kazandım. Bunun üzerine Houdon genç yaşında Italyaya gitti. Talebelik hayatında meydana getirdiği eserlerden en büyüğr meşhur ( Ecorclıe) heykelidir. Bu eserinden anlaşıhyor ki Roma te'siri onun tabiatı müşahededeki zevkini değiştirmemirtir. Fran-saya döndüğü zaman Houdon Akademiye kabul edilmiştir. Akademiye girmek için meydana ğetirdiği eser uyuyan bir adamı gösteren(Morpheus)dır. (Houdon) sade tahlilci değildir. O mefkûre âlemlerinde yaşayan insanları tasvir etmekte talîli olduğu kadar çocuk heykellerinde de muvaffak olmuştur. Houdon uzun bir ömür yaşamiştı, fakat sevdiği her şeyi öldüren inkilâba bir türlü ısmamamıştı; Napoleön zamanı onda bir alâka ve heyecan uyandıramamıştı. Çünkü o, onsekiziııci asır salon adamla-rmdandı.» înkilâp esnasında bir gün, Houdon'un (studio) smda Aizzeden birinin heykelini - 149 -
askladığı, ( Corıvension )a ilıbar edilmiş; nihayet mahkeme âzası arasında bulunan bir dostunun.
.7
bu heykelin (Felsefe)yi temsil ettiğini söylemesi üzerine kur-tıılm ustu. 19 yaşında (Roma mükâfatı) nı kazandıktan sonra Italyada geçirdiği on sene zarfında (Pompei) *ve (Hergülaneum) daki ilk hafriyatı görmüş, bu onda büyük bir alâka uyandırmıştı.
Buraya dercettiğimiz resimlerinden (Mirabeau) (JNapoleoıı 1) heykelleri mühim olduğu gibi
çocuklar üzerindeki etütleri de çok kıymetlidir. Çocuk simala-
rmdaki saffet ve masumiyet, büyük bir maharetle tersimedil-miştir. «Yaz» isimli heykeldeki olgunluk, ve (Soplıie ArnauldJ (ÜDmtessede Sahran) daki derin ifade çok takdiri celbetmiştir.
Hulâsa, Houdon, ölümünden beri geçen bir asrın, kendisine ayrı bir zafer çelengi hazırladığı üstatlardan biridir.
w
Öteden beri hey'etşinaslar arasında merihin meskun olup olmadığı bir mes' ele olmuştur. Her firsat düştükçe bu sual
5 5
ortaya atılır. Sir Robert Ball isminde bir ingliz, vaktiyle mizahî bir şekilde, şöyle tuhaf bir teklifte bulunmuştu: Sahrayı kebirde, büyük vasıtalara müracaat ederek merihlilere (Siz orada mısınız?) sualini tevcih
Hayat
t
Sayı : 112
—----—-----
H F_ C. L. A S
Sayı: 112
11
Hayat
Sophie Arnauld Houdon'im Eserleri Napolyou
- 151 -
Hayat
12
. Sayı : 112
«
■ ğ|BfH|
jipl
ıs
«
iPl
SR
m
"Si
#1 |§Mİ|P
İSS «Iftfiİ
Yapma Adam
152 -
Yazısı metinde —
Sayı : 112__:_
edelim. Eğer merilıte zekâ sa-lıibi insanlar varsa onların da kendi varlıklarım anlatmak için buna mümasil işaretlere müracaat etmeleri muhtemel görülmüştür. Şimdi ortada tuhaf bir hadise vardır ki merilı arzımıza enyaküı bir mesafeye geldiği zaman : tezahürediyur: ilk defa Harvart Darülfünununun rasathanesinde görüldüğüne göre merih üzerinde Hey'etşinaslarca (Hel-las) ve (Elysium) isimleri verilen işaretler göze çarpmaktadır. Bu işaretler merihin bize en yakın olduğu son bir kaç ay zarfında da görülmüştür. Bu hendesiî şekiller, resimde görüldüğü veçhile çok muntazam olup 1892, 1909,1924 senelerinde müşahede edilmişti. Çizgileri mütenazırdır. Eli aslar 900 mil, Elysiuııılarl200mil kutrunda-dır. Bunlar elli milyon millik bir mesafeden göründükleri vc sebep ve rnenşe'lcri anlaşılmadığı için birer sun'î işaret addedilmektedirler. Böyle, büyük hiyeroglif işaretleri basıl etmek için büyük bir sahradan su cereyanları geçirilmesi akla gelebilir Su mecralarının etrafında nebatat nesvu-
s
ııema bulur. Bu yeşillikler koyu bir hat halinde uzaktan görülebilir. Tabiî su, az bir yer tuttuğu için görülemez. Belki nil vadisi-
-13
ler makineden sun î bir adam yapmışlar ve bir çok işler i ona gördürmüşlerdi. Şimdi de insan vücudunun bütün uzuv ve cihazları makineler vasıtasiyle gö rilmiş ve m yapma bir adam mey rilmiştir. Bügibi şekillere ismi verilmiştir.
Bu
1 andır. Bir telefon gösterir. Kulak mikrofondan ol-duğıi gibi burun vapurların bava borusu şeklindedir. Hafıza fotoğraf camı ve kamerası ile temsil edilmiştir/ Hava bir boru vasıtasiyle ciğerlere geçer, cihaz şu numaralara göre mıştır. 1: Ağız bir
geliyor.
ile ciğerlere fış
sini gösl eriyor. 13 : Hava-ış ve temizlenmiş kan, deve-
ran ıçm
'ar ciğere geliyor. ıa adam (Ne w Hor-he) daki mektepliler kâmmevvel 29 mıdaıı
bazım Dorularına gidiyor, tücü makine ilk ameliyeyi
yemekler, mahrukat
Hayat
14
. Sayı : 112
organı — Ankara 1928, S : 190
Geçen yıl Ankarada kurulan halkbilgisi derneği bu ay başında meçmuasmı neşretti. Mecmua, lıakıkatta, büyük bir kitap halindedir. Baş tarafta görülen mü-sahabesi mecmuanın yürümek istediği yolu çiziyor. Buradan anladığımıza göre, H. B. D. ve
mecmuası sistemli ve programlı bir faaliyet üzerinde çalışacaktır. Memlekette avrupaî bir mesai plani ile çalişacak olan dernek mecmuasının zengin münderecatı hakkında karilere bir fikir vermek istiyoruz.
verrihimizin kaleminden çıkmış-tir.
* «
Mecmnanm yazıları dört çer-çive içindedir. İlk çerçive tetkiklerden ibarettir, Bazılarını tercümeler teşkil ediyor. H.B.D. irşat encümeni azalarından Sait Nazif ve Hüseyin Avni Beylerin iki fransız halkbilgicinden yaptıkları nakiller hususî ehe-miyeti haizdir. İçtimaiyatçımız Ziya Gökalpm bir tetkiki de mühim. Derneğin muhabir aza-larınden Mahmut Ragip ve Mehmet Şakir beylerin musikiye ve dilimize dair yoklamalarının elıemiyetleri dikkata şayandır. H. B. D. umumî merkez idare hey'eti azasından Hasan Fehmi beyin (Ahiler)e ait yazısı yeni keşifleri ihtiva ediyor. Mehmet Halit ve Sadettin Nüzhet beylerin, edebî halkbilğisine ait makaleleri ise esasen bu sahade çalışmakta olan iki edebiyat mü-
îkinci çerçive maddelerden ve vesikalardan teşekkül etmektedir. Ali Haydar B. in itikatlara, Cavit B. in düğünlere taallûk eden tetkikleri, Niğdede toplanmış kelimeler, Bayburtta cem-edilmiş maniler, halkbilgimizin kıymetli malzemeleridir. Ahmet Kütsü B. yin Pariste iken millî kütüphaneden topladığı Eöroglu ve Cezayir şiirleri çitten nevinde orijinaldir. Kütsü B. bizi yeni bir (Köroglu ) ııdan haberdar ediyor. Eedip B. in neşrettiği Turna türküleri halk şirinin ince hislerini arzetmektedir.
w * *
Üçüncü çerçive halkbigisinin terbiyede münasebetlerini araştırmaktadır. Derneğin irşat encümeninin reisi terbiye doktoru Halil Fikret B. içtimaî terbiye için, dernek kâtibi umumisi Ziyaettin Fahri B. millî birlik
ve İsmail Hüsrev B. de iktisadî hayatın tanzimi için Halkbilgi-sinin lüzumunu müdafaa ediyorlar. Bu kısmın sonunde bediî hayatımız için halk türkülerinin yapacağı tesir anlatılmaktadır.
* *
Son kısım halkbilgisi kitap-lariyle haberlere hasredilmiş. Organı bulunduğu H. B. D. hin de bir yıllık faaliyetlerini burada
154 _
görüyoruz. Hey'eti umumiyesi ile mecmua sistemli bir Folklor faaliyetini gösteriyor. Her nevi yazılar hep bir mihver etrafında dönmektedir. Bir taraftan ilim ve tetkik mecmuası olmakla beraber diğer taraftan hayatî ve terhiyevî heyecan ile meşbu bir sıcaklık bütün sayfalarda kariin gözlerini ve dimağını ısıtmakta-dir. Mecmua dernek umumî merkezi idare hey'etî tarafından hazırlanmış ve istanbul H. B. D. mümessilliğince neşrolunmuştur. Memleketin muhtelif noktalarında çalişan millî harsçılarm maşerî, bir tarzde eserlerini ortaya koymaları, böylece halkbilgisi derneğinin dağiııik çalışmalarını bir noktada ilmî usul altında toplamakta kısmen muvaffak olması takdire şayandır.
Halk bilgisi mecmuasının en
uhlu ve manidar tarafım Da-
daloğlu» isminde ki halk şairinin
iki misi anıda buluyoruz:
Ferman padişahım, dağlar bizimdir Kaypak Osmanlılar size amanın !
Bütün bir tarih olan bu iki mısraı taşıyan mecmuayı karilerimize ehemmiyetle tavsiye ederken Derneğin îstanbulda çaliışan faal mümesilliğini de tebrik ederiz.
c Z. FAHRÎ
Sayı 112
15
Hayat
Bir akşam Rodin9 i atelyesin-de ziyaret ettiğimde kendisiyle sohbet ederken pek çabuk karanlık başmıştı.
Birdenbire bana dedi ki:
— Atîk bir heykele bir lambanın ziyasiyle biç baktınız mı ?
— Doğrusu hayır!» deye bir az hayretle cevap verdim.
Venüs de Medicis [Floransa Müzesindedir]
— Galiba sizi hayret ve taac-üpte bırakıyorum, ve bir heykele gündüzün ziyasından başka bir suretle bakmak fikrini de garip bir heves ve hayal olmak üzre telâkki ettiğinizi anlayorum.
Elbette tabiî ziya güzel eseri umumî hey'etinde temaşaya en müsait olan ışıktır.... Fakat bir az durunuz... Size bir tecrübe yapayım ki sizin için şüphesiz faydalı olacaktır...»
Bu esnada bir lamba yakmıştı. Bu lambayı aldı ve beni atelyenin bir köşesinde bir kaide üzerinde bulunmakta olan mermerden bir insan gövdesine doğru götürdü.
Flpransa müzesinde kâin meşhur Venüs de Medicis 1. eykelinin ufak ve fevkalade latif eski bir kopyasiydi. Rodin bunu orada, ancak çalışırken kendi sünuhatmı tahrik ve ikaz için bulunduri-yordu.
— Yaklaşınız!» dedi.
Lambayi heykelin yan tarafında ve onun mümkün olduğu kadar yakınında tutarak yandan sıyırıp geçen bir ışık ile karnını aydınlatıyordu.
— Ne göriyorsunuz? deye sordu.
— İlk bakışta ben, nazarıma birdenbire çarpan bir şeyden sön derecede hayrette kaldım. Filvaki bu suretle gezdirilen ışık mermerin sathı üzerinde bana bir çok hafif'kabartılarla çukurlar gösterdi ki bunların orada bulunacağı hiç bir vakit aklıma gelmezdi. Bunu ifoc?in'e]söyledim.
— Alâ! deye tasvip etti.
Sonra devam ederek:
— İyi bakınız! dedi, ve aynı zamanda bu Venüs'ü taşıyan müdevver tabloyu hafif döndürdü.
Bu dönme esnasında karnın bütün sathı üzerinde hakikaten görünemeyecek ve hissolunama-
155 -
yacak derecede ufak bir hayli çıkıntı ve kabartılar gözüme ilişmeye devam ediyordu, iptidada basit görünen şey, hakikatta emsalsiz bir surette karışıktı. Bu gördüklerimi ve fikirlerimi nahit üstada söyledim. Tebessüm ederek başını salladı:
— Nasıl ? Gerçekten harikül-ade değil mi ? dedi.
Bu kadar teferruatı keşfedeceğinizi ummadığınızı teslim eder-
Atik gövde [Pariste Millî »kütüphanededir]
siniz ya ? İşte!... karnı uyluklara rapteden namütenahi mütemev-viç hatlara b akmız... kalçanın bütün cazibedar inhinalarını temasa ederek zevkalmız...
Hayat -- ■ ——
Simdi de burada... belin üze-
b
rinde bütüıı perestişe sayan ufak çukurları görünüz.»
İbadetimi* bir iştiyak ile yavaş söyliyor ve bu mermer üzerine sanki ona aşik imiş gibi ey diyordu: — Adeta hakikî ettir! » diyor
6
1
Sonra da sen bir halde devam ederek:
— Bunu insan, öpüş ve ok-şayişla yoğnrulmuş zannedecek! b dedi.
Derken birdenbire elini heykelin kalçası üzerine götürerek:
— Bu gövdeye el île dokununca insan adeta onu sıcak bulacak zannediyor» dedi.
Bir az sonra da:
— Ey! Şimdi Yunan sanaatı-ııa dair alel'ade verilen hüküm hakkında ne mütalâada bulunursunuz? dedi.
Derler ki —ve bu fikri en ziyade ııeşr ve tamim edeıı bilhassa academique meslekine tabi bulunanlar, yani asarı atikayı tıpkı tıpkısına ve soğuk ve tesirsiz bir surette kopye etmek meslekini ittihaz etmiş olanlardır— derler ki eskiler ideal'e pek ziyad( hürmet ve itibar ettikleri için insaıı *
gorın
ise siz şimdi gözünüzle gördünüz.
Şüphesiz Yunanilerin fikri pek mantıkî olduğu içiıı en esaslı ciheti sevkıtabiî ile belli ederlerdi. îıısaıı çehresinin galip olan alâimiııi kuvvetle ifade ederler idi. Fakat canlı olan teferruatı da hiçbir vakit hazf etmemişlerdir. Banları umumî hey et dahilinde setr ve meze etmekle iktifa eylediler. Sakin ve mütevazin ahenklerin meftunu olduklari için tavır ve vaziyetin sükûnuna halel verebilecek talî teferruatı gayn-ihtiyarî olarak tahfif ederler, azaltırlar, ve fakat oııu hiç bir vakit büsbütün hazfetmeklerdi.
Yalanı onlar lıiç bir vakit usul : ve kaide ittihaz etmediler.
Tabiata tamamen hürmetkar ve âşık oldukları için onu daima gördükleri gibi tasvir ettiler ve her vesiledç de ete olan pereştiş-lerini f evkaf ade gösterdiler. Çünkü onu hor ve hakir görmüş olduklarını zannetmek cinnet olur. İnsan bedeninin güzelliği hiç bir kavimde onlarda olduğundan da-lıa ziyade zevk verici bir rikkat
gııya zelil deve namr ve eserlerinde de maddî hakikatin binlerce teferruatını göstermekten çekinmişler. İddia ederler ki onlar yalnız zihin ve fikre hitap eden ve havâssı okşamaya müsait olmayan bir güzelliği, sadeleştirilmiş şekiller ile ihdas ederek bu suretle tabiata ders vermek istemişler.
Bu lisani kullananlar atık samiatta mevcudiyetini tahayyül ettikleri misale istinat ederek tabiati taslıih, tenkis ve tahdide kalkışıyor ve onu hakikatla hiç bir münasebeti olmayan tesirsiz, soğuk, adî ve muttarit bir silhouette? yani bir şekil çevresi haline getiriyorlar.
Ne derecede aldandıklarmı
Çömelmiş Venüs
ve şefkat hissi uyandırmış değildir. Onların vücude getirmiş oldukları bütün şekiller üzerinde bir istiğrak hissi gezer gibidir;. 1 İşte eskilerin asarını tamamı
olan idealini yunan sanaatinden temyiz eden fark dalıi böylece
anlaşılmış olur.
i i
Eskilerin indinde- hatların anıumileştirilınesi, bütüıı teferruatın yekûnu ve mııhassılası olduğu halde eskileri taklit edenlerin sadeleştirmekten ibaret olan usulleri ancak bir fakır ve zaaftır, valıî bir tomturaktır.
Yunan heykellerinin titreyen adalâtım hayat canlardırdığı ve ısıttığı halde, aeademityıte denilen o taklitçi sanaatm metanetten mahrum bebekleri adeta ölüm ile donmuş bir lıale gelmiş gibi-
Bir müddet sükût etti; sonra d- ki:
—'""Size büyük / bir , sır tevdi edeceğim. Şü d%ws'ün karşısında şimdi hissetmiş olduğumuz hayat tesiri bilir misiniz neyle hasıl oluyor? Modele yani temsil ilmi ile. Size bu kelimeler nıüp-tezel gibi görünür, lâkin bunun olanca elıemmiyetini şimdi takdir edeceksiniz.
«Temsil ilmi»' ni bana, hey-keltrâşlık mesleğine iptidai dulıu-vaın etmekte olduğum çalışan Constant namında biri öğretmiştir, /
Bir gün yaprak şekilleriyle müzeyyen bir başlığı çamurdan imal ettiğimi görünce bana demişti ki;
— Bodin, beceremiyorsun. Sen yaprakları hep diiz ve yassı gösteriyorsun; onun için hakikî görünmiyorlar. Bunlardan bir kaçını da uçları sana doğru müteveccih bulunduğu hâlde göster ki insan onlara bakınca
Sözünü dinledim ve istihsal ettiğim neticeye de kemali takdir ile hayret ettim. Bunun üzerine Constant dedi ki:
— Sana söyleyeceğim şeyi eyice hatırında tut. Bundan böyle nahtedeceğin zaman şekilleri
12
hiç bir vakit sathan değil, um-kan görmeğe çalış... Bir satıha ancak bir hacmin müntehası, ve bu hacmin sana doğru tevcih ettiği az çok geniş ucu nazarile bak. îşte «temsil» ilmini sen bu sayede iktisap edebilirsin».
Bu esas kaidesi benim için hayret verecek surette semere-dar oldu.
Bunu insan şekilleri vıicude ketirir iken dahi tatbik ettim. Bedenin muhtelif aksamım az çok müstevi satıhlar tarzında tahayyül edeceğime onları dahilî hacimlerin çıkıntıları olarak tasavvur ettim. Gövdenin veya azanın her bir kabartısında derinin altında umkân tevessü eden bir adalenin ve ya bir kemiğin deriye temas eden sathını hissettirmeğe çalıştım.
Bu suretle de şekillerimin gerçekliği sathî olacak yerde —tıpkı hayatın kendisi misilli— adeta içeriden dışarıya doğru inkişaf eder gibi oldu.
Halbuki eskilerin tamamen bu temsil usulunu kullanmış olduklarını keşfettim.Eserlerinde-ki dinçlik ve ihtizazkarane olan yumuşaklık dahi elbette bu teknik sayesindedir.»
; Rodin tekrar Venüs'ün lâtif heykelini temaşaya daldı. Birden bire dedi ki:
— Fikrinizçe, Gsell, renk esasen nâkışe mi yoksa ııâhite mi mahsus bir meziyettir?
—. Tabiî nâkışe
— Öylemi? O halde şu heykele bakınız.» ,
Bunu demekle beraber atik gövdeyi yuakrıdan aydınlatabilmek için lambayı mümkin olduğu kadar yukarı kaldırdı.
— Memeler üzerindeki şu şiddetli ışıklara, tenin büklümler rindeki şu kuvvetli gölgelere, birde bu lâtif cismin en nazik kısımları üzerinde adeta buharlı
ve titirek olan yan aydınlıklara, havada eriyor zannedilecek derecede gittikçe kuvvet ve şiddetini pek ince olarak kaibeden şu tabakalara bakınız. Ne dersiniz? Adeta siyah ve beyaz renklerden mürekkep harika nevin'den bir ahenk değil mi?»
ik ve teslime mecbur oldum,
—• Ne kadar mubalegalı görünürse görünsün denilebilir ki büyük nâhitler cidden en eyi nâkışalr ve daha doğrusu en eyî hakkâklar kadar coloriste, yani renkşinastır]ar.
Cismin kabarık yerlerinden
-— Hayat
okadar meharetle istifade ederler, ziyanın cüretini gölgenin mahviyeti ile okadar güzel imtizaç
ettirirler ki husule getirdikleri heykeller, en parlak mahkûk resimler derecesinde zevk verirler.
Halbuki renk — işte maksadım da zaten sözü bu mülâha* zaya nakletmek idi — güzel
bir temsil tarzının çiçeği gibidir.
Bu iki meziyet daima birbiriyle
beraber bulunur; heykeltıraşlığın
bütün şalı eserlerine canlı bir
tendeki ateşin hali veren de işte bunlardır.
Denizin öyle tatlı bir lâcivert
i var.
Sordum ufka : Yurdumun acap
var
Sevgilim, bu lâvhayı anlatacak misal yok; «Tabiat" gibi zira, dilber olan hayal yok. Bu deniz ancak senin aşkın kadar güzeldir.
AT.
•s *
Esen rüzgâr siliyor alnımdan kederimi. Okşuyor saçlarımı, yüzümü, ellerimi.., Güllerin koynunda mı bürünmüş taravete ? Gençliğin füsunu mu gıdıklıyor derimi ?
Bu öyle bir lezzet ki, sevgilim, aynınıben Alırım yalnız senin gül buğulu teninden; O ipek tenin gibi, burda rüzgâr güzeldir.
Baktım Denizkızınm alevden çelengine. Gözüm daldı ürperen kızıl yakut engine. Dağlar menekşelerle, leylâklarla duvaklı... Mezcoldu varlığım da renklerin ahegine.
içimden yana yana, sessisliği dinledim. «Bahçecik" pınarından su içtim, serinledim.
Sandım ki ben, sevgilim öptüm dudaklarını!
* *
Her şey güzel: ufuklar, deniz, akşam, su, rüzgâr. Bütün bunlarda senin aşkın, güzelliğin var. Gözlerimin içinde senden ışıklar saklı, Her yerde seni gördüm gezerken diyar diyar...
Fakat bu güzel Yurdum öyle yorgun, hasta ki, Hüzn ile her dakika o kadar temasta ki Bekliyor hasret çeken gönlüm gibi Yarm'ı.
Kuşadası, Teşrinievvel 1928
ENİS BEHİÇ
Hayat
18
Sayı : İt:
Nobel Edebiyat Mükâfatını Kadanan
Onun ismini ilk defa olarak duyalı dokuz seneyi buluyor. Romada idim, ve pek aziz bir Norveçli arkadaşım vardı ki, İpsene (îbsen) olan aşkıma tahammül edemiyerek, memleketini nim bütün başka edip ve şairlerini, kelimeleri zahmetle yakalıyan ve şivesi epi bozuk fransızcasile uzun uzun anlatır, sayfeler tercüme eder, bunlarda İpsende gayrımevcut güzellikler ve derinlikler bulmak ve hele bunları kabul ettirmek için yorulmaktan üşenmezdi. îpsenin artık seneyi bulan velâdetinin yüzüncü y ıl dönümü münasebetile yazılmış hesapsız etütlerden birinde görmüştüm ki, büyük adamın ilk piyesleri leh ve aleyhte müthiş heyecanlar uyandırdığından, tara-fdarlarile aleyhdarları arasında pü-rihtiras münakaşalar olurmuş, ve keyfiyetten yani bu münakaşalrm
sekil ve neticelerinden bizar kalan b
ev sahipleri, toplaşma davetiye*-lerinde «îpsenin yeni eserinden bahis memnudur.» diye hassaten yazmağa başlamışlar. İpsen, zaferini milletine ve dünyaya tastik ettirtikten sonra hayatına da veda edeli seneler geçmişken de, bu arkadaşımda halâ o eski zamanların kendisine aleyhdar, saflarmdaki ruh ve zihniyet kalmıştı. Ye îpsenden çok yüksek birer sanatkâr diye isimlerini saldığı üdeba meyanmda, eskilerden Björnsonu (Bjoernson) ve yenilerden de tam o sene Nobel
edebiyat mükâfatını almış olan knnt Hamsunu (Knud Hamsun) daima zikrederdi. Bir kerre de, henüz genç olmakla beraber, büyük bir istikbale namzet bir
şahsiyet olarak işte bu kadını, îsveç Akademisi tarafından bu defa Nobel edebiyat mükâfatı kendisine verilen Madam Zigrit Unseti anlatmıştı. Beş seneden beri toprakta toprak olan o arkadaşım berhayat olaydı, hüküm ve tahmininden dolayı kendisini tebrik etmek isterdim. Ve bu çok nakıs yazıda, hatırasmıyada kendimi borçlu bildim. Şunu da ilâve edeceğim ki, lisanını bilmediğim gibi bir tarihte pek
yaklaştığım halde maaFesef ziyaret te edemediğim bir memleketin edebî bir şahsiyetinden bahsetmek elbette hakkım değildi. Fakat, ve kimbilir kaç sene, Norveççeyi öğrenmiş ve norveç edebiyatını hihakkin tetkik etmiş bir türk muharriri istemek manasız bir hayal olacaktır. Ve ancak bu düşünce ile dir ki, bu kısa makaleyi yazıyorum.
Untsetin ismini 1920 senesi içinde ve daha genç bir kadın diye duydum, demiştim. Bu sefer garp matbuatımn verdiği bibli-ografik malûmattan anlıyorum ki, o zaman otuz dokuz yaşında imiş, çünkü 1882 de doğmuş. Ye ilk eseri olan (Madam Mart ulje) isimli bir kısa romanını 1907 de neşrettiğine göre, o zaman ondört senelik bir hayatı edebiye sahi-
— 158 —
bimiş. Bu, ve bunu takip eden (Bahtiyarlık çağı), en meşhur eserlerinden biri olan (Jenni), (Zavallı adamlar), (îlk bahar), (Sihirli aynanın şaşaası) gibi romanlarında içtimaî hedefler varmış, ve bunlarda daima çehrei esası olan bir kadın, çocukluğunda terbiyesine gösterilen lâkaydiden dolayı hayat yollarında azap çekermiş.
Ben onun hüviyetini tanımağa başladığım zaman, Untset tema-mile yeni bir sahaya girmiş ve içtimaî roman yerine tarihî roman yazmağa koyulmuştu. Eserleri için dekor olarak, Norveçin on üçüncü ve on dördüncü asırlarını intihap etmiş ve (Loransm kızı Kristin) isimli büyük silsilenin (Gelin tacı/ unvanlı cildini neşretmiş bulunuyordu. ıBil'âhara (zevce) ve 1922 de (Salip) atlı ciltlerini neşretti. Bunlar, üçü de kaim ve beheri beş altı yüz sahifelik birer kitaptı: Ye bunları, aynı silsilenin (Olaf Odunsön )
isimli iki cildi takip ve ikmal etti. Muharrirenin pederi înguvalt
Untset (îngwalt Undset ) isminde ve maruf bir müverrih olduğu için, kurun vustadaki Norveç hayatına ait malumatı ondan alınış olduğunu söyleyen münekkitler, bu romanlarda tarihin pek te hakim olmayarak uzak bir dekor şeklinde kaldığını de beyan etniktedirler. Norveçli
romancı
ve
tarihten çok ziyade, kendi mah-
lukâtmı sevmiş ve onlarla meşgul olmağı tercih etmiş. Ve hele bütün bu ciltlerde ve ta çocukluğundan beri her safhasile hayatı takip edilen asıl kahraman îngun isimli kadının, her memleket edebiyatının kıskanacağı kadar kuvvetli ve güzel bir kadın siması olduğunda ittifak edüiyor. Fakat bir iki kahraman için beş kabn cilt! Gayrı ihtiyarî, pek velût bir romancı olan Şerbüleynin (Cherbuliez) Fransız akademisine kabulünde meclis namına onu kabul ve nutkuna cevap veren Rönanm (Renan)
bir cümlesini, iğneli bir cümlesini, « romancıların en büyük saffetlerinden biri de insanın her yazdıklarını okumağa vakitleri olduğunu zannetmeleridir», demesini hatırlayorum. Ve alelhusus ki, bütün şimal edebiyatlarında gördüğümüz bir kusurla, bn tarihî romanlarda bir az fazla uzatıl-miş ve hatta tekrarlarla dolu sahnelerin mebzuliyeti inkâr olunmpyor. Fakat, aynı zamanda da, münekkitler, Zigrit Untsetin hakikî bir şair ruhunun heyecan ve ateşlerde yazdığını söylemekte mütte f iktirler. Ve eserler inin hepsinde, bütün mahlûkatmı, Alîaha itirafı günah ile huzur ve süktine erişmek hakkındaki katolik felsefesine riayet ve ya ademi riayet suretile bedbaht bırakıyor yahut saadete iriştiri-yor. Ve Nobel edebiyat mükâfatlarında san'at için san'at nazariyesinden ziyade ahlâk nazariyelerine hizmet eden ediplerin tercih edilmesi, Untsetin intihabında müessir olmuş olsa bile, kendisinin de dîn değiştirip katolik olması, sade hikâyeler ve vak'alar yaratan bir dimağa ve cazip bir lisana değil, hem de coşgrnı ve ateşli bir ruha malik olduğunu gösterir.
Untsetle .Fransa yeni tanışıyor. Fakat memleketleri de hele lisanları da yakın olduğundan, gerek Almanya ve gerek ingiltere, romancının eskiden beri
aşinası bulunuyorlardı. Memleketimizde ise maatteessüf henüz hemen bütün Norveç edebiyatı meçhuldur. Köprülüzade Fuat bey-fendinin Björnson hakkında eskiden Servetifünunda çıkan kuvetli bir makaleleri ile îpsen hakkında Hayatın ve Knut Hamsun için Milbyetin neşrettikleri birer makaleden başka, bu hususta bir yazı hatırlamıyorum. Ve mütercimlerimizin bir kaç oynak fransız muharririne hasrettikleri kalemlerini bu edebiyatın sert ve bâkir havalı iklimine sevk-etmeleri, bizim edebiyatımız için, pençereleri kalın perdelerle kapalı ve havasız bir hasta odasına taze bir ziyanın hücumu kadar faydalı ve güzel olacaktır.
NAHİT SİRRİ
Hamiş :
Untsetin, (Bahtiyarlık çağı) isminde ve muasır Norveç hayatı ve bir genç kızm izdivacile sukutu hayallerini gösteren bir romanı, şu son günlerde Fıan-sızcaya tercüme olundu. (Revue-des deux Mondes) mecmuasının son nüshasında, Leon Pmo (Leon Pineau) imzasile bu romancı hakkında değerli bir makale vardır. Gerek Norveç ve gerek bütün İskandinav edebiyatları hakkında ve nisbeten etraflı malûmat almak isteyenlere, Lüsiyen Mori (Lucien Maury) namındaki muharririn (L'ima-gination Scandinave) atli kitabını tavsiye ederim.
N. S.
Gördüm bir çift göz gibi gözlerin yandığını, Tek baş gibi başların göğse yaslandığını Oiü bir çocuk sesi çıkarınca kemanlar.
Hava çıplak bir tenden daha ılık bir şeydi : Bilekten kesik bir el gibi alnıma deydi Zamanlar, O arkamda bıraktığım zamanlar.
Duydum bir kuş sesile can veren fülütleri; Sallandı gözlerimde bahçemin söğütleri; içimde bir kuş öttü örselenmiş sesile.
Hep benim bu teîlerin^üstünde gezen eller; Büyüyor nefesimle şimdi viyolonseller. Dinle bu benim şarkım, bu benim şarkım dinle
Nasıl şaha kalkarsa bütün bir gölün suyu, Dinle, şimdi yayları boğan bu uğultuyu; Hisset dudaklarına gelen kanın tadını.
Yanağında yer eden bir tel kızıl saç gibi, Henüz kana bulanmış sıcak bir kırbaç gibi Yüzünde duyacaksın sesimin tokadını!
SABRİ ESAT
arasında bir
münakaşa:
» İŞ
mı? İki
lar
gore ^şnrsız fabrika
şey
nm şevKi
a rl «a
arrır
ığu gibi görecek ve heyecana düşmeden, hayalâta kapılmadan ona
iki tarafın bir
n
. Her ine yaklaştığı ve
Yalnız bu cemiye-işten nakadar, şu
etmeli ki çeşni tam olsun. Bilmem bu
4~
f/r:
ım(
yeni yeni
atı
öğre-
niyoruz ki şimdi de bir sefer hey'eti seyahata çıkmıştır ve
malolacakmış. insanların azimkârhkla-
tini ifade eden bu seyahatlar )inin seciyesini d(
yen, didinen azmi önünde yenilmeyecek
mama mı
ikinci içtimaını yapti. M. Emin Beyin tebliği üzerinde münakaşalar yapıldı. Celse reisi Yusuf lal B. ile, Hakkı - Baha ve Hüsrev beyler münakaşaya iştirak ettiler. Akçora Oğlu Yusuf B., münakaşa usuluna dair olan fikirlerini söyledi. Memleket terbiyesine taallûk eden bu toplanmaların bizde uyandırdığı sevinç büyüktür. Aııkaranm bn gibi fikir cereyanlarına sahne olması çitten insanı sevindiren bir hadise değil midir?.
Bu hafta «Hakimiyet» te, Nobel mükâfatı alan Bergson ile inkılabımızın temasına ait bir yazı
ül sebepsiz değildir. Ruha ve Sayrureye dayanan Fransız feylesofunun fikirleri bizde o zaman ruhî ve içtimaî bir rol oynadı. Geçenlerde bir müsahabenıizi yazan Pr. Şekip B. de bu noktaya ehemmiyetle temas etmişti. Bu noktainazardan Nobel mükâfatının bizi ayrıca
100 -
memnun etmesi hadisesi karşısında kalıyoruz.
isi derneği bu hafta
konferanslarına başladı. İlk konferansı veren Reşat Şemsettin Beyin, « Hakimiyet» te çıkan sözlerinden şu cümleyi almaktan kendimizi menedemiyoruz: «İleriy h alketınek için maziyi bilmek, maziden hızalmak lâzımdır.»
Dernek Yunns Emreye ait broşürü, memleket şiirlerini, mecmuayı hazırlayor. Bütün bu faaliyetler buradaki umumî merkez ile, İstanbul mümessilliği arasında taksim edilmiştir.
icarıımız, diyor ki: —«Bergson bizde en çok tanınmıştır. Mütefekkirlerimiz şöyleböyle onunla alâkadar. Geçen hafta Fransız gazetelerinde Bergson ile/ alâka* dar İtalya, İspanyol muharrirlerinin, Bergsonizme dair tetkiklerini gördük. Acaba bizim âlimlerimizden de birisi Turk-Fransız fikir müşareketine tercüman olamaz mıydı...» Kariimizin düşüncesi çitten mühimdir. Beynelmilel fikir hayatına neden iştirak etmeyelim ? Nerde kaldı ki Nobel ve Bergson böyle bir iş için eyi bir vesiledir. Fakat, diğer taraftan hakikata avdet ederek vaziyeti fikriyemiz yakından görülürse böyle bir alâkanın bizde henüz vakitsiz olduğu kendiliğinden anlaşılır.
. Mes'ul Müdür: Faruk Nafiz , İstanbul _ Devlet Matbaası,