İDARE MERKEZİ
İSTANBUL BÜROSU İstanbul, Ankara Caddesi N* — 87
Fiatı her yerde 15 kuruş
seneliği, posta ile 7,5 Türk Lirası (Ecnebi Memleketlere 7,5 Bollar)
Abona ve ilan için İstanbul bürosuna müracaat edilir
mercii
Cilt: V
Ankara ,
Musahabe:
Sayı: 113
*
istatistik mefhumu bir zamanlar bize nekadar yabancı kalmış ise şimdi de her sahada rakkam toplamak temayülü görülmektedir. Devletin her şubesi faaliyetini rakkamlarla izah ve mukayese ediyor. Ziraî, malî, iktisadi». Vaziyetimiz toplanmış rakkamlara bakılarak anlaşılmak isteniyor. Mevcüt vaziyeti bir bilanço hassasiyetiyle ifade edeceğine inanılan bu rakkam levhalariyle hatta istikbale ait tedbirler aranılması ve bulunması
düşünülüyor.
Hiç şüphe yoktur ki bu yeni temayül içtimaî hadiseleri îhtıbarî (empirique) bir tarz ile izahtan
mm
arzu ve
bariz alâmetleridir. Empirisme beşerî malûmat sahasının bir kısmında müfit olsa bile tekevvün halinde bulunan cemiyetlerin kanunlarım bulmaya ve hele istikbale ait tedbirler almaya hiç te kal değildir. Görenek yolunun vazıh bir yol olmadığı, ve hangi sebepler altında hangi meçhul yollara sevkedeceği malûm değildir. HalbuM Fr. Camii Jaokar'ın dediği gibi: «îstatistikçi-lik ve içtimai hayatta tetkik
olarak tadat itiyadınım .gayesi, ancak maskeli bir cehil olan
müphem bilgilerin yerine vazıh ve müspet bilgiler ikame etmektir». Hakikat halde, 1927 nüfus tahriri, ve son zamanlarda neşrolunan smaî tahrir hulâsası bizi memlekete dair müphem bilgilerden kurtarmıyor mu ? Muasır ilmin istinat ettiği böyle vazıh ve doğru malûmat olmayınca her hangi bir hadisenin izahı mümkün müdür? Henüz muayyen bazı sahalara ilmî bir şekilde tevcih olunan bu istatistik projektörü ayni sağlam esaslar dahilinde millî faaliyetimizin diğer sahalarına da tevcih olunmak lâzımdır.
İstatistiğin tarihi filhakika nispeten yalandır. Ve bu ilmin intişar eylediği memleketlerde de seyri
bati olmuştur.
«ön sekizinci asırla on dokuzuncu asrın başlangıçlarında bir memleketin nüfus, istihsalât, adetler gibi kayde şayan her neviden mütalâaların hey'eti umumiyesini göstermek için kullanılan istatistik tedricen tıbbı, hayatî, ruhî vakıalara da tatbik olunmuştur; daha genişleyen ihsaiyat, muayyen bir şekil yani - nispeten çok mütenevvi olan -maddelerin muayyen bir irae ve yahut bir tetkik tarzı olmak üzere temayüz etmiştir. Bu suretle istatistik o muhtelif ilimlerde ve
muhtelif mevzular üzerinde kendisinden istifade olunabilir bir
tetkik usulü olmuştur.» [1]
Şu kısa malûmat, ihsaiyatm kazandığı, ve tecrip ile edinilmesi mümkün olmayan bilgilerin iktisabı hususunda temin ettiği mevkii göstermeğe kâfidir.
Yalnız mühim nokta şudur ki istatistik tam bir sıhhatla toplanmalı, ve toplandıktan sonra da ondan istifade edebilmek için de kullanmasını bilmelidir. Yoksa, yanlış, usulsüz, hiç bir kon-trola tabi tutulmadan toplanmış istatistiklerin nasıl kıymeti mev-en ...........
anlamak hususunda yoksa yanlış ve hatta manalar, istihraçlar
manayı
Bununçündür M biz de Camii Jackar' la beraber «Çocuklarda müşahede zevkini, şe'niyet hassesini inkişaf ettirmek, doğrudan doğruya gözle görülemeyen ve ancak akıl ve zekâ ameliyeleri ile idrak olunan şeyleri teferrüs ettirmek» ile başlayan istatistik terbiyesine ta ilk mekteplerden başlanmak lüzumuna kani bulunuyoruz.
JET. M.
[1] «İstatistik ve Tecrübe". Mütercimi M. Servet
Müverrih «Hammer»in « Osmanlı tarihi » nden sonra yazmış olduğu eserler arasında en mühimi olarak «Osmanlı şiir san'ati tarihi» atlı büyük eseri gösterebiliriz. « Gibb » in haklı mütalâası veçhile, taşıdığı un-
ellif, velev küçük olsun, hakkında
iğü her şairi
eserinin
Fakat
muanm sonuncu
vana nazaran daha basit kalan bir bu eser bir « Edebiyat tarihi» addedilemez; çünkü, daha ziyade, bir «Tercümei haller mecmuasından ibarettir. Bunun böyle olduğunu söylemekle beraber, ne lisanımızda nede diğer Avrupa lisanlarında osmanlı edebiyatına ait buna mümasil ikinci bir eser gösterilemez.
«Hammer», belli başlı tezkerelerde mevcut şairlerin tercümei halleriyle şiirlerinden müntahap parçaları zaman sırasiyle tercüme ve tertip suretiyle bu eseri vü-cude getirmiştir. Bu esere mehaz nlan tezkerelerin ekseriyetle «yazma» olduğunu ve binaenaleyh büyük bir ekseriyetin onlardan istifade edemediğini düşünürsek «Hammer» in himmetini daha iyi takdir edebiliriz. Onu haklı olarak tenkit eden «Gibb» bile, bu eser hakkındaki takdirlerini şu suretle ifade eder:
«ilk tecrübede kaçmılaması imkânsız olan bir çok hatalara rağmen, bu kitap, lüzumu halinde müracaat için büyük bir kıymeti haizdir. Mukayese ve temyiz hususunda noksan bırakilmışsa-da, diğer cihetten tezkerelerde ve mehaz olan sair türkçe eserlerde bulunan hemen her türlü tafsilât burada mevcuttur.
_ •) ----— ———
ikiyüz baba ayrılmış olup her i ayrı bir şaire tahsis edilmiştir. Binaenaleyh bu eser tab-
ı nice
r. Yani/Osmanlı edebiyatım tetkik ve tetebbu etmeyi emel 1 ittihaz edenlerin başlıca
«Gibb» bıı satırları yazalı, yirmi beş yıldan fazla zaman
zarfında ne Avrupada ne memleketimizde • Hammer » in eserini kıymetten düşürecek o tarzda hiçbir eser intişar etme-
. mistir. Osmanlı Şairlerinin tercümei hallerini öğrenmek için müsteşriklerin müracaat ettikleri başlıca eser hâlâ odur. Halbuki «Gibb» in bu eser hakkındaki takdirlerinde çok mübalâğa vardir: «Hammer» in müracaat etmediği, haberdar olmadığı bir takım tezkereler ve daha pek çok tarihî menbalar vardır. Bundan başka «Hammer» doğrudan doğruya şairlerin eserlerini tetkike zaman ve imkân bulsaydı, daha pek mühim tafsilât bulabilir, düşmüş olduğu bir çok hatalardan kurtulurdu. Hele eski devirler hakkında tezkerelerin verdiği malûmat çok eksik ve çok yanlış olduğundan, «Hammer» de onları aynen tekrarlamıştır.
■ 162 —
bir asır yerine bir eser İşte en hazin
Bundan galiba on dört sene kadar evvel, elime bu eserin «medhal» kısmının — tahminime göre eserin neşrinden pek az sonra yapılmış — eski bir tercümesi geçti. O devre ait meşin bir cilt içinde adî bir rik'a ile yazılmış olan bu risaleye o zamana kadar hiç tesadüf etmemiştim. Mütercimi, müstensihi, tercüme ve istinsah tarihleri hakkında hiç bir kayda tesadüf edilmiyen bu tercüme acaba kimin eseridir? Acaba mütercim yalnız bu kadar mı tercüme etti? Yoksa eserin hepsini tercüme etti de bize yalnız bıı kadar mı kaldı ? Bu
suallere cevap vermek maalesef
kabil değildir. «Hammer» o esnalarda memleketimizde iyiden iyiye taninmış, hatta «Encümeni Daniş» in tesisinde fahrî aza intihap edilmiş olduğu cihetle, eserinin Almanca,ya vakıf bir zat tarafından tercümesine teşebbüs edilmesi pek tabiidir.
"bil"'
iptida şiirin islâmiyette ikrahla görülmediğini anlattıktan sonra, Osmanlı Türklerinin asıl ve menşei hakkında biraz malûmat vererek, Osmanlı Türklerinin Oğuzlardan olduğunu, «Oğuzname» leri bulunduğunu, ve Selçukiler zamanında vücude gelen bazı eserleri kayt ediyor. Sonra,
Sayı : 113 -
Ruhiyat tetkikleri
Herkesin başına geldiği için bunüiî neden olduğuna merak edenler pek çoktur. Dikkat edilirse bu uçuşlar şaşılacak derecede yeknesaktırlar: meselâ herhangi yüksek bir yerden bir uçuruma doğru yavaş yay% düşmek veyahut daha ı tadir olarak yerden havalanıp fezada bir kavis resmettikten sonra tekrar yere inmek. Her iki uçuşta da sanki bir tay kadar hafifsiniz; .ne,-,uçmak, nede düşmekte hiç bir ceht ve nuz.
Bu hadiseyi çalışan faraziyeler az değildir. Bunlar içinde en esaslıları Berg-sonun faraziyesinle-, bunu bir daha tamamlamak isteyen Jacob M. Levy'nin «Journal de Psych-ologie» nin 15 teşrinievvel 1928 nüshasında teşrih ettiği faraziyedir;
İlk faraziyeyi «Brgson
VA.Ufî O:
siniz. Bu faraziyenin hülâsası şudur: nıya. mantık ve miziu en çok zaii zaman d ır. LT vtırken
. e/
cismau! ihsasları m rumuz mantıki ve suretle tefsir edemez, ister istemez mu
nuz. Fakat iniz bihabersiniz.
tefsirlere oğrai Jıavvel rehberlik eden kuvvet dahi, uvanılc iken tatmin
7 *J
mis olan his ve Meselâ paraya rine uyurken
sarı ıener zr ru ruyasma
ınesı
uçmaya g şöyledir:
«Biraz uzanayım
ayaklarınızın artık yerde olma-âlivorsunuz. Derken, ha-
fini de kendi kendinize söylüyoı sunuz; işte uçmak rüyanızı inkişaf ettiren bu kanâattir. Dikkat ediniz uçtuğunuzu hissedarken kollarınızın bir kanat darbesiyle vücudunuzun havalanarak sağa yahut sola" doğru
, atıldığınızı zannettiğiniz taraf, tam üzerinde uyuduğunuz taraftır. Hemen derhal uyanınız, göre-ceksinizi ki uçmak için sarfetti-
, ve iği
tazyik ihsasından ibarettir. Hakikî sebepler uykuda, düşünülej-mediğine ve şuurda yalnız müphem bir yorgunluk ihsası kaldığına göre bu ihsas, artık pekâlâ uçmak cehdine haml-olunabilir. Şimdi bu ceht vehminin ayaklarınızın yerde bulun-
cinizi sandığınız ceht

Arap, Acem ve Türkler arasındaki şiir nevilerinden, nazım şekillerinden, şehname ve zafer-naıııelerden, mensur kıssalardan, manzum hikâyelerden biraz bahsettikten sonra, Osmanlı devleti zamanında şiirin inkişafım ve muhtelif vadilerde yazan üstatları gösteriyor. Ona göre ilk devirde Ahmedi Daî», ikincide «Zati», üçüncüde «Baki», dördüncüde «îsefi», beşincide «Nabi». altıncıda «Süubülzade Vehbi», yedincide «Şeyh Galip», en maruf sairlerdir. «Hammer» bu izahatı
s
müteakip Osmanlılar devrinde şiirin ne kadar mergup olduğu-
,.airlere iltifatlarını, hükümdarlar ve devlet
. En sonra, ile Viyana bü-asakiri hassa feriki hakkında bazı me-
mutavazı bir mütercim tarafından yapılan bu tercüme, bize, Avru-pada memleketimize dair yapılan tetkikatm, daha dedelerimiz tarafından da az çok takip edilmekte olduğunu gösteriyim 'Ecnebi lisanlarının Istanbulda pek az intişar ettiği bir sırada gösterilen bu gayret, ecnebî İr larma pek alâ cins
biraz intibaha davet
w
bir lisanla, ismim söyl
lüzum
kadar

■Mnmhıı
madiği kanaatiyle de birleştiğini düşünürseniz kendinizi gayet tabiî olarak uçmaya cehteden bir ihsas içinde bulacak ve uçtuğunuzu zannedeceksiniz».
Bu faraziyeyi tamamlamak isteyen ikinci faraziyeye göre adalelerimiz uyamkken gergin ve mütakallis bir haldedir. Hiç $ çalışmayan adalelerimiz bile uyamkken bir parça olsun gergindirler. Uyanık bir adamın adaleleri hiç bir zaman bir ölü adalesi gibi gevşemez. Gerek ayakta ve j gerek otururken mm vazenemizi hep adalelerimizin gerginliğiyle temin ederiz. Başımızın dik durması bile ense adalelerimizin gerginliği sayesindedir Baştan aşağı otomatik gayrişuurî olan bu vaziyetimiz bize gayet tabiî geldığiçin hiç farkında olmayız. Fakat uyku başlayınca adalelerimiz gevşemeğe, vaziyetimizdeki gergin muvazene bozulmağa başlar. En evvel gevşeyenler en zaif adalelerimiz; olduğu içindir ki uyku bastırınca evvelâ göz kapaklarımız düşer; daha sonra baş ve nihayet bütün gövde öne düşmeye başlar. Artık nekadar cehtetsek uyku ihtiyacının şiddeti nisbetinde bu düşmeler tekerrür eder.
Şimdi yatağında uyumak isteyen bir adamı müşahede altına aldım: adam, yatağa uzandıktan sonra vücuduna en rahat gelecek vaziyeti buluncaya kadar sağ ve soluna bir kaç kerre dönecektir. Bütün bu hareketlerin gayesi, azadan hiç birini adalelerin himmetiyle durmağa mühtaç bırakmamaktır. (Bütün bu hareketler bittabi gayrişuurî ve insiyaki bir surette olmaktadır). Bu vaziyet bir kere bulunduktan sonra, araya başka bir mani girmedikçe, adam rahatçacık uyuyacaktır. Şimdi bu adamın her hangi bir sebeple rahatsız bir vaziyette yatup uyuduğnnu
«lOt'ıfa^ıairt,
farzedelim. Vaziyeti öyle ki uykuda bir müddet sonra ya sırtı üzerine veya yüzükoyun düşmeğe mecbur bir vaziyettedir; yahut ta farzedelim ki uykuya dalarken
duracak bir vaziyette bıraktı. Uyku bastırdıkça adalelerin kuvvet ve gerginliği kalmayacağından kol ve bacak gergin muvazenelerini kaybedefdk birer uzuv gibi
sıçrayıp uyanabilir, rımızdâ arasıra vaki olan râ'şeli uyanmalar işte bu sebeptendir. Hâlbuki muvazenenin böyle Birdenbire ve şiddetli bîr surette bozulması az vaki olur. Ekseriya vaki olan hafif ye.tedrici düşmelerdir. Adalelerin cehtteıi kurtularak vücudun kendini bırakması ve rahatlaması hislerile birlikte olan bu tedricî düşmeler birde
yorganın temasa gelirse büsbütün tatlı bir
adam birdenbire uyanacağına, bilâkis tatlı bir rahavet içinde
İU
i?
muş ve
düşmek vücut parçalarının şuurunda uyandıracağı zahmetli cebüerdteiı kurtühimş bir vüOTdun aşağıya
olmasıdir. Ekserisi yukarıdan aşağıya. doğru olan rüyadaki uçmalar, ikinci faraziyeye göre işte bu suretle izah olunur. Aşağıdan yukariya doğru uçma rüyaları nadirdir. Ayni faraziye, bir az zaif olmak üzere, bunları şöyle izah etmek istiyor: malumdur ki uyku daima bir şiddette, olmaz. Adalelerin gerginlik ve uykunun şiddet ve değişir,
esnasında vücut veya
üzere
bir müddet sonra muvazenesini
muhtemeldi. îşte aşağıdan yukarıya uçmak rüyaları da bu sebepten olsalar gerek.
Burada deyeceksiniz ki rüyada uçmak büyüklerden çok çocuklarda neden oluyor ?
Ayni farziye bunu şöyle düşünüyor: MyiMetiÂ. uykuları birdenbire gelmediği ve yatağa uzandıkları zaman etlerini gev-
vaziyet almayı
uçma rüyaları enderdir.
geçirmeleri gergin bir
âza ve nevahimn birden-
bir halde uyumaları bu
dahafazla ve sık vaki olmaktadır, îşte bu farklar yüzünden çocuklar büyüklerden daha çok uçma rüyaları görür.
Burada deyeceksiniz ki hu vücut düşmeleri pek kısa bir zamanda olur. Halbuki rüyadaki uçmalar uzun da sürebiliyor. Bu suale verilecek cevap şudur: Ruya zamanı uyanıklık zamanına benzemez. Uyanik zamanın gün
9 9
• ••
münasip bir miktarda p zaman makûs, yani şifaî tesirler husule getirirler.
fayda ve zarar kat'î hudutlardan
hyetine müdahale eden
edebilir. Tecrübe bize, ancak nispeten az miktarlarda kullanıldıkları vakit muayyen tesirler yapan cisimlere «zehir» ismim
üretmektedir.
ve uyku
sem» tesirleri, evel-
emirde Mze çarpan hucum nok-
îığı zaman müsait tesirin asıl mekanizması henüz malûm değildir. Biz hatta
ceyrelerine nevilerine
ve
rm ise niçin ârini
ruz.
ancak yekdigerinden muhtelif' olan ilp mübim
Pek mühipı ve pek büyük n mezkûr
şuurun büsbütün
temini hususunda da çok mühimdir. Bu cisimlerin lıüceyre sathı üzerine fizikî,? kimyevî noktai nazardan tarif edilmesi mümkün bir tesir yaptıklarını ve bunların adeta asıl haizi ehemmiyet olan hüeeyreleri muvakkat bir zaman için faaliyetten mahrum ve muhitlerin-deki âlemden tecrit ettiklerini biliyoruz. Bariz bir semmî tesirin ikinci bir şekli bir kaç seneden beri tavazzuh etmiştir. Mevzuu bahs olan tesir Hamızı kiyanosı ma'nm ve emlâhmm yaptıkları ûrdir. Bu cisimler gaz muba-
manı olmak suretiyle hüceyrenin hayatını ani olarak imha ettiklerinden tekmil hayatî faaliyet birdenbire durur. Mezkûr hamız hüceyrenin muayyen ve fakat hayat için kat'iyen lüzumlu bir kısmını, yani teneffüs «ferment» ini zehirler. Bu tesemmümde kiyanos fermentin derdiyle: birleşerek demiri esas
a
z-
Hakikî zehirler hakkında bil-şey varsa o da
kendilerinin hususî bazı ittihat şartları dahilinde yalnız muayyen hüceyre gruplarma musallat olduklarıdır. Bu hakihat yalnız hususî asâp zehirleri, kalp zehirlerinin niçin mevcut olduğunu izah etmekle kalmayup aynı zamanda eski devirlerden beri insanların pek ziyade merakını mucip olmuş olan küçük miktarların tesiri ni de izah eder.

Hayat----—
birlerden bedenî sikletin beher kilogramı başına öldürücü bir tesir yapan miktarlar, doğrudan doğruya şiringa edildiği taktirde, O, 1 — 1 milgram arasında mütehavvildir. Bu miktarlar bilkimy af tarif ve etraflıca tasvir edilmiş olan semim maddelerin müessiriyet hududunu teşkil etmektedir.
Buna mukabil son zamanlarda çok daha az miktarlarda bariz tesirler yapan bazı maddelerin mevcut olduğu da anlaşil-miştir. Bunlar arasında en ziyade dikkate şayan olanlar Toksin
(Toxin) lerdir. Bu maddeler birinci derecede bakteriler ve bazı hayvanlar (meselâ: yılan, akrep, arı ilâ.) tarafından tevlit edilmektedir. Ancak bu mevât hiç bir vakit saf bir halde tecrit edilmemiştir. Bundan mada ken-
a
dilerinin kimyevî struktürü hakkında hiç bir şey bilmiyoruz.
Müspet olarak bildiğimiz bir şey varsa o da bu maddelerin esas
itibarile bizzat müessir olmayan bazı maddelerden ve bilhassa Kolloit mevadi zilâliyeden mürekkep olduklarıdır. Asıl semmî maddeler bunların arasına yayil-mıştır.
Fevkal'ade küçük miktarların bedenjüzerine yaptığı tesirlerin tetkikine zikrettiğimiz taksimler üzerindeki tetebbuattan mada diğer bir sıra müşahedeler de sevketmiştir. İstikbalde tamamen tenevvür edecek olan bu tetkik sahasına Ultra- Farmakoloji namı verilmektedir. Bu makalemizde ancak en ziyade ehemmiyeti haiz olan bir kaç nokta mevzuu bahs olabillir. Evvelâ ağır maadin emlâkinin fevkal'ade memdut bir halde iken mikroorganizmlerin canlı cevheri üzerine yaptığı te'sir zikre şayandır. Meselâ içine bir bakır para atılan bir kapta yosunların neşvü nema bulmadığı malûmdur. Bu hadisenin kâşifi olan ( C. V. Naegeli) hadiseye «o 1 i g o d y n a m i q u e tes i r» namını vermiştir. Bundan bir çok seneler evvel (Bichet) na-
Sayı: 113
mmdaki zat milyonlarca misli bir temdit halindeki maadin emlâ-hmm hamızı leben ihtimarı üzerine yaptığı tesir hakkında vasi mikyasta tecrübeler yapmıştır. Bu tetkik sahası sonraları Hormonlar ve Vitaminler nazariyesi ile daha büyük bir ehemmiyet kazandı. Mezkûr iki sınıftan müş terek olan hassa bunların hayvan vucudundaki normal vazifelerin cereyanı için elzem olmalarıdır. Şimdiye kadar bu iki
fark hormonların hayvan vücudunun muayyen hilî ifrazatta bulunan kendiliğinden m
leri, vitaminlerin âleminden neş'et etmeleridir.
farkın ne dereceye kadar olduğu tamamen vazıh
lerin de tasavvur derecede az miktarlarda
ettikleridir. Bu güne ettiğimiz malûmata göre ■lan iki grupa ayırmsk
kür cisimler tesirlerini
fetlerde icra ederler. Mesalâ
miktarı Kg. başına 14 milij dır. Fakat bu grupta öyle cisim-
az miktarlarda bile müessir ölü-
lerde olduğu gibi burada da bil-kimya tasvir edilmiş cisimlerin tesirleri mevzuu bahs olsa ge-
görüyoruz
tecanis ve mübelier yanı
Fantazi
si hormon' unun hiç saf cisim olarak telâkki edilemeyecek olan müstahzarlarda
TcTcTo nıiligramlık bir bile şiddetli tesirler
- Canlı istikbal
Yavaşça kalktı.. Takviminin son yaprağını da koparrttı. Takvimin üzerindeki tutkal bulaşığının kurumuş izleri, dişleri dö Mufeıîiş; suratı buruşmuş, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar gibi kendisine güldü.. Geçen bir sene, yok olan bir yıllık ömür,
tıpkı bu takvim mukavvası gibi çürümüş kaybolmuş, sönmüştü....
li yeni bir seneye giri-Ani sene, fonu.
ligi, tanımadığı,, keşf ceği yeni bir âleme Geçen bir senenin hatıralarını
binde bu bir sene zarfında iz bırakmış simalar gözünün önünde bir duman halinde geçiyordu» Koyu siyah gözlü genç bir ka-, dımn tebessümlerini canlandırırken, geçirdiği buhran anlarını düşündnü.Onu kaybettikten sonra, hayatla alâkasını keseceğini zannetmiş, göynünü aşkın azgın ve yırtıcı dalgalarına teslim etmişti. Onu bu bir sene zarfında kaybetmiş , fakat hayatla alâkasını kesmemişti..
Takvimin rengi uçmuş, resimleri solmuş mukavvasına baktı... Bir seneyi bu solgun yüzlü mukavva parçası mı yaşatıyordu... Onun rengin ve zengin hayallerini, bu yıpramış kâğıt mı can-
Dıvardan takvimin mukavvasını aldı... yırttı, parçaladı... Onun ber seneyi canlandıran, her geçen günleri yaşatan ve izlerini taşıyan ) her gün biraz daha kanayan, her sene biraz daha kuvvetten düşen kalbiydi. O her sene ilk güne girerken
mez, geçen senelerde yıpranmış,
o zaman goz ve teb essümler süslemez,
elem: çizgileri canlamrd ve ıztıraptan gıda alan hayatın
yeni bir dçrvresine en canlı bir istikbal, ancak göz olabilir...
Terbiyede ekseriyetle idealist temayüller, natüralist ve ya realist temayüllerin makûsu olarak gösterilmektedir .Bunlardan birincisi terbiyeyi ahlâkî, dinî, hedîî, yahut diğer bir mefkûreden çıkarıyor; diğeri de terbiyeyi çocuğun tabiatine istinat ettiriyor. Bu zıddiyette güzel bir tenasüp vardır, fakat bu tenasüp vakıat-tan ziyade, kelimelerden, daha doğrusu kelimelerin müphemiye-tinden doğmaktadır.
Taaruzun bir ucuna çocuğun tabiat ve ihtiyacını nazaridikkate almiyan mahdut kafalı muallimi, diğer ucuna da terbiyenin ağır meselelerini görüp bilmeden, pedagojik ilmi yalınız ruhiyattan çıkarmiya çalışan kabine pedagogunu koymak lâzımdır. Tabi-ati beşeriyeyi tanımadan çocukları terbiye etmeye kalkışmak, yahut ta çocuklarla hiç meşgul olmadan pedagojiyi ruhiyattan çıkarmaya çalişmak kendini aldatmak olur; çünkü her iki taktirde de meselenin cephelerinden biri ihmal, edilmektedir. Terbiyeyi tama-mile bir mefkure üzerine koymayı deniyecek olan adam, şeniyetin ve tabiatın mukavemetine maraz kalacaktır.
Şu halde mutlak idealizm ile natüralizm arasındaki muhalefet bir vakıaya istinat etmiyor; çünkü tezat anasırından biri, vücudu rivayet edilen idealizm mümkün değildir.
Fakat diğer taraftan natüralizm idraki mümkün bir şeymidir?
Filhakika, natüralizm binna-
zariye mevcuttur; ve bu nazariyeye göre, ancak çocuk tabiatı terbiye için bir azimet noktası olabilir. Çocuk hakkındaki malûmatımız,. heme hemen muıılı-
müs
kaç şeye istinat birincisi zaiftir.
henüz ilmen müsavi kıymeti
haiz görünmüyorlar. Ekseriyetle ilmî bir usul ve salabet yokluğu
içindedirler. Taksimi mümkün olmiyan bir «küll» ün parçalarını teşkil eden vakıalar birbirinden ayrılıyor; zarurî bir surette çocuğun enfüsî şeraiti-zihanî mükte-sebatın, teessürî seciyenin, ferdî
alâkaların tenevvuu-tecrit ediliyor. Halbuki bunların nazaridikkate alınmaması, tefahhuslarımızm ne-tayicini önceden mahkûm bir
Alfred Binet, ruhî anasırı
tecrit etmenin Bu noktainazardan kendisinin zekânın mikyası hakkındaki Test sistemi bir modeldir. O hafızayı, dikkati, tedaiyi, muhakemeyi aynı zamanda tetkik ediyor; doğrudan doğruya • zekâyı değil/ çocuğun kabiliyeti hakkında bir netice almak için onun, umumî inkişafını ölçüyordu; her hangi bir melekesini tecrit ederek tetkik etmiyordu. Çocuğu her devirde tatbikatçıların yaptiğı gibi terkibî şeniyeti içinde görüyordu. Bununçündür ki Binet, nin Test sistemi umumiyetle kabul edilmiştir. Hiç bir
ameliye bu kadar maruf olmamış, ve bütün dünya yüzüne bu kadar süratle yayılmamıştır.
Ruhiyat çocuk ruhunun tam bir tahlilini yaptığı zaman, pedagojinin bellibaşlı yardımcısı olacaktır; o zaman bilâvasıta müşahededen kaçan bazı şeniyetleri izah edecek, tesadüf edilen müşküllerin sebeplerini, bunların önüne geçecek vasıtaları bize bildirecektir; yeni ders şekilleri/ hafıza, dikkat, muhakeme, v.s
temrinleri ilham etmek suretiyle hususî usullerin tertip ve tanziminde esaslı bir rol alacaktır; fakat yapacağı iş bu hususî anasırın fevkine yükselemiyecek, kendisinden terbiyeyi çıkarabileceğimiz bir mebde hazırlaya-miyacâktıf. Terbiyeyi çocuk tabi-ati yahut umumiyetle tabiat üzerine nasıl istinat ettirebiliriz?
Çocuk tabiatinin neresinde ona okumayı, hesap yapmayı, öğretmek, yahut cografiya târih malûmatını, ilka etmek, fgörme,
işitme v.s.. hasselerini inkişaf ettirmek için bir muharrik bulabiliriz? Onu intizama, saye, doğruluğa, hayirhahlığa, âlicenaplığa, ve itidale ne için alıştıracağız? îşte terbiye buradan itibaren? işe § karışıyor.
Tabiatin bu hususta bize öğrettiği bir şey yoktur. Bütün hisler ve gırizeler karma karışık bir surette, hiç bir imtiyaza malik olmiyarak
çocuğun beşiğine atılmıştır. Tabiatin bize,her yerde gösterdiği jşeyhayat mücadelesinin manzaralarından başka bir şey
Hayat ——---—
değildir; her yerde açlığın ve ya cinsî iştihaların şevkiyle şikârı üzerine atılmış bir hayvan görüyoruz; kuvvetli olan zaifi öldürüyor, mecruhlar düşmanlarının dişine düşmemek için kaçmiya çalışıyorlar. Tabiatin bize teklif ettiği şey budur. Çocuk bir istisna mı teşkil edecektir? Hayvani iştihalar ve gırizelerle doğan çocuk ta tabiat tarafından, elinin altına düşeceklerin üzerinde arzularını ve gırizelerini tatmine sevkedilecektir. Bundan nasıl bir terbiye çıkarabiliriz? Terbiye tabiatten istihraç edilmez, bilâkis terbiye demek, tabiati terbiye ve tanzim etmek ve hatta ekseriyetle bir istihaleye tabi tutmak demektir. Bunu tabiatin tezahüratından bazılarım genişletmek, bazılarını tadil ve bir kısmını da temini mümkün vasıtalarla tenkil ede-
I
rek yapacaktır. Yaşayan her kes bilir ki hayat, her gün ümitsizlikle, tabiatin hamleleri ve fan-tezileriyle terbiyenin kendilerine verdiği silâhları kullanarak mücadele etmek demektir, işte terbiyenin bizi bu mücadeleye hazırlaması lâzımdır. Esasen terbiye bize ne hakikiyi, ne eyiyi ne de güzeli vermiyen tabiatle, çocuğun hayatına; bu mebdeleri sokmak ve onu bunları takibe muktedir bir hale getirmek isteyen müreb-binin meş'ur müdahaleleri arasında bir çarpışmadır. Bu çarpışma pedagojik amelden sonra da devam edecek, bütün hayatın nizaı-m, terbiye ile irsiyet arasındaki mücadeleyi vücuda getirecektir.
Bazan terbiyeye tabiattan te-ferru etmiş gibi görünen bir takım gayeler izafe edilir: şah
si
lekelerimizin ahenktar bir surette inkişafı gibi. ■
Fakat bu formüllerde pedagojik edebiyatın mutat mübhemiyeti görülür. Melekelerimiz arasında hatta pek kudretli olanları vardır ki mürebbiler bunların inkişaf etmesi hususunda müttefiktirler, inkişaf mevzu bahs olduğu zaman nazari dikkate alman diğerleridir. Bu istifayı bize telkin! eden tabiat değildir. Bu demektir ki bütün zavahire rağmen terbiye gayesinin bu tarifinde azimet noktası olarak alman şey, çocuğun tabiati değil, mü-rebbinin ilk hükmünün onda yaptığı istifadır.
Ancak tabiat zaruretlerine itaat
- ....." -—— Sayı: 113
bulunur. Bir taraftan çocuğu hazırlayacağınız hayatı idrak etmeksizin terbiye etmiyeceğiz: ve bütün cehtlerimiz onu bu idrak ile işba etmiye çalışacaktır; diğer taraftan yapacağımız her ameliye çocuk tabiatiyle meşrut olacak, onun tabiatı tarafından tanzim edilecektir.
Hayatta mefkürenin elzem olduğu muhakkaktır. Bu hakikat hiç bir* zaman fazla tekrar edilmiş addedilemez. Onu hiç bir dakika gözümüzden ayırmamalıyız. Mefkure otmâdığı ve yahut sukut ettiği zaman hayat donuk ve
iğimiz için bu zaruretleri tetkik etmemiz, çocuğu tanımamız lâzımdır. Fakat nasıl biraz evel terbiyevî bir idealizm faraziyesinin abesliği dolayısyle bertaraf etmek lâzım geldiyse, terbiyeyi çocuğun tabiatına istinat ettirmek isteyenf natüralizm için
de ö
felsefesini veren, mutlak mana-siylemefkûre değildir, amel mebdeleri mizdir, mefkureden aldığımız düsturlardır. Bu manada, bize bir değil yüz mefkure lâzımdır. Ahlakî mefkure yoksa, [din mefkuresinin kıymeti olur mu?
mefkûreden ne çıkar? işte
yaşadığımız için, ve
ona kabul vülleri bize
Demek oldu ki terbiyede idealizm ve natüraîizm arasındaki tearuz, (
Dğru
lerin müphem olması» bu iki temayülün muhtelif şeylere, yani
Romantizm
ve Esası
«F. Fluü'cden —
Şöyle böyle yüz. yüz elli yıldan beri gürültüleri, Avrupalım muhtelif milletlere mahsus edebiyat tarihlerini dolduran bir telime görüyoruz. Etrafında ateşli ve bir türlü sönmek bil-ıniyeıı münakaşalar yapıldı. Garpte harareti eskisi gibi şiddetli olmayan bu münakaşaların bizde başlaması lâzımdır. Bir taraftan millî Folklor alâkalanılın uyanması, diğer ' tarafian gar]) edebiyatından tercümelerin, iktibasların başlaması, edebî ve fikrî bayatımızı yeni l»ir m ikbal karşısında buhuıdurm ıkindır. Bıı neviden fikir müdavelelerme . ." \ ' yardımı olur dü-Sîmcesiyle Fransız, Alman, İngiliz romantizminden bahis birkaç yazı neşredece-ğ(iz. Fikirlerle beraber alâkadar resimleri de ihtiva1 eden bu ma-kalelerin karile-rimizçe takip (edileceğinden eminiz.. " ■ ' ■
umumi
İl ha sn
I.'»'l\ İV iıMİ/r Güde!
}fv* .
mjm
w
Romantizmi Fransaya ait gösterir. Halbuki Fransız Romantizmi bir neticedir; daha evvel "Alman ve İngiliz Romantizmi vardır ve, bunlardır ki Fransada müessir olmuştur, Fransada "Ramâııtizım 1820 sıralarında başlıyan ve 1850ı ya kadar devam eden edebî hareketlerin adıdır. Bundan, muhayyile ve hassasiyetin diğer biiliin ruhî melekelere hakimiyeti manası, dalıa umumî olar at XVI-XV VlIIi nci asırların tlasik dediği-rni/ ■siiıdd ınn ım.lîulif f'»(-in! illeri LiHrdilir. L-ıkiıı !)ıı in-ııın, Ro-
! 1!: 111! İ I M İ11 r|| ^ın'|ı ili;! I';i-ldir.
İh] -sil;111;ıî ise |M'k i «İde « dıli-lıîldi. I'üba-
İ^^^^^H^H^P- " İtti '
UlMİ. J i*; İ İ İ SİZ ('d('Lj\ 'I! 11iI i I co-
ı u; I i 11 i t b'l! 1| Ql,
'■«»k I i! 111! IM i iiiail I'İI* 11 H i ( ki'l İl) \ alın/ bir .-ı-piıe--uiMİî'M il»;ırclîir.
İhı li;ıii'ki'l kı'ildiğini \ \ İ l 11 ırı ııııa II.illi!.-lir ıııcmle-
k *11 I('I*iim!«' his-^i'tIıi'ili. Krnn^a-(la ^Millin
oralarda da bir
Romantizm vücuda geleli. Hatta,


daha evvel Ramantizmiıı ışıkları Almanya ve İııgilterede görüldü. Bunun içindir ki Hügo ismi daima bir Bayron'u, bir Göte'yi, bir Tolstoy'u... hatırlatır. San'atta bundan az müteessir olmadı. Delacroix, David D'Anjers, Berlioz, Wngneı\
') - -i'' ..V
Romantik san3at mücedditlerinin başlıcalarıdır. Diğer taraftan bu
hareketin menşelerine bakacak olursak, onun 1820 den çok evvel başladığını görürüz. Kelimenin kendisi lrayli zaman mukaddem mevcuttu. 1737 de bir rahibin mektubunda şu satırlar görülmüştü: «....o, kendi bahçesine İngilizlerin romantik dediği ve bizim pitoresk dediğimiz zevki vermeğe çalıştı.» Görülüyor ki bu tarihlerde romantik kelimesine verilen mana, sonradan verilen manadan büsbütün başkaydı. Bugünkü sarahati . almak için bir çok telekkiler geçirdi. Bunların tarihine'Rakmak faydasız olmasa
biyatm adı olarak kullandılar. Bu zihniyetten yeni bir san'at çıktı: hayalî, esrarlı harikalı mevzulara teveccüh eden, namütenahiye
■ j
ŞlaM
JflE
111

m
İMİ

m
Mnota \«: l'i;ı\*or lat'aYınrhın
1\(»--."!11 i »iı m ;11 — İ lallnıki kadım -an'a'ı. \ ;iııi klnri-İ'/m, akh. \ ii/uhıı. GuİIÜlm. tkııtııı ;ın\ ı.rdıı. Buna mnlınlil' ulan iÖMiMMii/ııı, bıı* lakını derin dinî

gerektir.
İlkin kelimenin lügat manasına bakalım: Romantik «Cenubî müşrik» klasik edebiyata muhalif olarak doğaıı «Gar-bî- hirstiyan» bir edebiyattır. En geniş manasımda bu kelime (Roman) a münhasır olan, onların dastanî yazılarında akisleri bulunan bir hayatın mefhumunu taşır. Roman kavimler sonra inkişaf eden dehalarına bu ismi verdiler ve klasik zihniyete zıt, tamamen ilhama müstenit bir ede-


ÜÜ

^m
t- -s «•(* *»» • w, v. * «■ ^ . ,..L,... __..)__..., .. .,. «g
Faust Meîistoîelesle beraber (Oelacroix ■ tarafı ada t. Albeı
Stapferin tercüme ettiği Faust için yapılmış litoğralı.)
İlişleri, şovalöresk bir cemiyetin ; vecdi, mucizeli aşkı ile vustaî
i)ir; ruh taşıyacak akıl ve tenkit-
ten»|iygde hayat, his, iman... ile
eriSiplr: bulunacak, hasılı , bir
kelime ile, makul görünen klasik-
-170 -
lere tabantabana muhalifi temayüllerin ifadesi olacacaktı. Bunu anlamak için Mbelungen lerin şiirleri, Rolan şansonlarmı, İspanyol romanserosunu, İlâhî komediyi... tetkik ediniz. Orada romantik seciyeler açık bir "surette görülecektir.
Ş i ıı ı( li romantik san' atın felsefesi gösterilebilir: fert, artık lıürdür, iradesinden başka bir kuvvet tanımıyor, ilâhî hakimiyet
bundan sonra maddeden manaya geçmiştir. Fert, artık bir ruhdur, beden eheminiyetini kaybediyor: .kadercilik yerine hudutsuz, beşerî bir hürriyet ! Uzvî ıstırap artık facianın , mevzun olamaz: Bunun için değil midir ki Filoktet ve JPromete; fenayâp olmiyan bir beden içinde ıztırap çeken -mustariplere yer veriyorlar. Aşk, hassî olan her şeyi bırakıyor, tamamen hayalî oluyor. Böyle
bir aşk, daha ziyade zaman, mekân, ve ölüm arasından iki ruhun
karşılıklı birleş-
/ b b
melerinden bas-ka bir şey midir?..
Tabiat tajıaricî manzarasını değiştiriyor; o da tıpkı insan gibi , İ mustariptir.» Ro~ j mantik saıı'âtkâr, j|j|| tabiatta ıztırabı-^H. " nin. aksettiğini Jjjl . görüyor. Böylece ruh, eşyayı Rize ^m anlatan, hasselerin yerine ]îgeç-■H.' mektedir. Burada ■■ neşredilen resim-
mmm ^
ler,^tabiatın nasıl romantik bir adese ile göründüğünü acık \ e müşahhas bir surette uuMcı ınelJ edir. «Mantomun litoğ-raiiöi, cirzettiği mizahtan tecrit edilerek düşünülürse,[tam bir romantik tip karşısında bulunursunuz. ZİYAETTIN FABÎ
Sayı : 113
11
Hayat
Nakleden: VAHİT
Luxernbowg müzesinde Bo- belli etmeğe ealı-tnn: büsbütün
din'mn iki heykeli vardır ki be- istiraln^ti tasvir eimis olmakLığım
ni bilhassa cezp ve bendedirler. pek nadirdir. - Donınî hissiyatı
Bunlardan biri «Tunç Devri », daima adelalnı miiteharriklığıyle diğeri de « Saint Jeaıı-
Baptiste » dir. Bunlar —kabil ise— sairlerinden de daha canlıdırlar. Sanaatkârm müze dahilinde bunlaraerefik olan diğer eserleri şüphesiz hep zindedirler: kâffesi
hakikî et tesirini husule getirmektedirler; cüm-adeta teneffüs yor, fakat bu ikisi cidden y müteharrik gibi görüniyor.
Bir gün üstadın Meudondakı atelyesinde bulunurken benim bu iki şekli tercih ettiğimi kendisine bildirdim.
Dedi ki :
— Vakıa bunlar vaz ile] tavru en ziyade
şekiller meyamnda sayılabilirler. Bununla beraber canlılık hali bunlar-dakinden aşaği kalmayan daha başkalarım da [ihdas ettim: «Calais eşrafı»,«Balzac»,«Yürüyen adam» uııvanındaki eserlerim gibi...
Hatta hareketi o kadar gös termemiş olduğum eserlerimde bile el/kol ve ya bedenin vaziye-tivle buııu bir dereceye kadar
göstermeğe çalıştım.
Simanın . manasını tezyit için yarım heykellerime varıncaya kadar kâffesini yerine göre inhi-
raf ettirdim, meyi dendirdim, on- . lara manidar bir istikamet verdim Hayat olrnaynıca sanaat ta olmaz. Bir heykeltraş eğer sfıru-] ru, elem ve ıztırabı. her hangi, bir ihtirası şerh ve tefsir etmek isterse, -evvel be evvel nahtet- 0 tiği şekilleri canlandır^ mayi bilmediği takdirde.; bizde hiç bir tesir husule getiremez. Zira ruhsuz bir maddenin... bir taş parçasının sürür ve ya elemi, bizim, için ne gibi bir kıymeti, haiz olabilir? Halbuki hayatın tey siri bizim sanaatımızda ancak iyi bir / temsil tarzı ile, bir de harekat ile istihsal olunabilir/ Bu iki meziyet? ise bütün güzel eserlerin adeta kanı ve nefesi mesabesindedir.
Dedim ki: —Üstat, bana bir az evvel temsi 1 tarzından bahsettiniz. Gördüm ki o zamandan * beri heykeltraşlığırı şaheser-ler inden daha ziyade zevk alıyorum. Şimdi ehemmiyet cihetiyle onun aşagismda olmadı- ; ğını-■ hisettiğim «hareket ) hakkında size bazı sualler' iradetmek isterim,
«Tunç Devri »ni tecessüm ettiren ve uyanmakta ve ciğerlerini hava ile doldurarak kollarını yukarıya kaldirmakta olan hey-
Hayat--—--—_
kelinize, yahut sanki kaidesini terk edecek de itikadının yazlarını her tarafa gidip neşredecek gibi görünen Saint Jean-Baptiste' inize baktığım zaman duyduğum takdir hissine hayret dahi karışıyor. Bana geliyor ki tuncu bu kımıldatmak ilminde bir az sihirbazlık var. Zaten şanlı eslâfinı-zm eserleri olan leri, ve
peanxy nün Raks' }m, Barye'mn yırtıcı hayvanlanm çok defa ted-kik ettim. İtiraf ederim ki bu menlıutatın benim üzerimde hasıl ettikleri tesirin esbabını hiç bir vakit kâfi derecede anlayamadım. Taş ve tuııç kütlelerinin nasıl olnp ta hakikaten kımıldanır gibi göründüğünü, gayrı müteharrik oldukları zahir ve aşikâr olan şekillerin ne için harekette buluniyor ve hatta pek şiddetli olarak çabalaniyor zannedildiğini hâlâ kendi kendime sorarım.»
Bunun üzerine Rodin:
— Mademki beni bir sihirbaz yerine koyiyorsunuz, dedi , öyle ise benim için tuncu canlatmak-tan da daha güç olan bir vazifeyi ifa etmek, yâni buna nasıl muvaffak olduğumu size izah eylemek suretiyle bu şöhrete lâyik olduğumu ispat edeyim.
Evvel emirde şunu kaydediniz ki «hareket» bir vaziyetten diğerine intikal ve istihaleden ibarettir.
Adî ve müptezel bir hakikat gibi .görünen bu basit mütalâa, doğrusunu isterseniz,, işte bu sırrın anahtarıdır.
cırıa,
gıca tahavvül ettiğini şüphesiz Lâtin şairlerinden Omdem eserinde okumuşunuzdur. Bu lâtif edip, şu iki kızdan birinin vücudunun kabuk ve yapraklarla örtüMüğünii. ötekinin de beden azasının tüylerle kaplandığım
nm nasıl tetne ağa-e? nin de bir kırlan-
öyle cazibedar bir surette tarif ediyor ki her birinde hem kadının zail, hemde fidan ve ya kuşun hasıl olduğunu insan adetâ göriyor. Bir de Bante nin Cehennem/inde azaba uğrayanlardan birinin cismi üzerine yapışmış bil* yılanın bizzat insana
172
--— Sayı : 113
ve insanın -da yılana nasıl ..tahavvül ettiğini kezahk hatırlarsınız. Büyük şair bu vak'âjı öyle hünerle tasvir ediyor ki yekdiğerini tedricen kaplayan ve sonra da birikirinin yerine kaim olan iki mahlûk arasındaki mücadeleyi insan bu ikisinin her birinde meşhur olarak takip eder.
nakış ve ya ııâhit dahi ettiği şekilleri müteharrik göstermek için nihayet böyle icra eder, bir vazi-diğeriııe intikali tasvir birinci vaziyetin ikinciye hissohmm ayacak surette kayuphülûl ettiğini gösterir. Eserlerinde evvelki halin bir kısmı seçilmekle beraber sonraki bal dalıi kısmen keşfoluııur. : Buna dair bir misal sizi dalıa iyi tenvir
Demin ikide' üıı Mareclial Net/ ini zikrettiniz; Bu şekli recede hatırlıyor musunuz?
— Evet, dedim. Kahraman komandan, -kılıcını-: kaldırıyor, ve askerine de bütün kuvvetiyle «ileri! » d ey e bağırıyor. ., ) :
— Pek doğru! Öyle ise bu heykelin önünden geçtiğiniz vakit ona daha iyi. bakınız. Göreceksiniz ki: MaredmV in bacak-lariyle bir de kılıcın, kınını tutan eli, kılıç çekmezden evvelki vaziyeti haiz bulunmaktadııiar, yani kılıcı sağ elin daha kolay çekebilmesi içiıı sol . bacak ; biraz geriye âlmmiş, sol ele gelince; bu da güya kını lıâlâ öbür ele yakın götüriyor gibi biraz ı
kalmıştır?
Şimdi de bedene balanız. Bu söylediğimiz hareketin icra olun-: duğu anda şüphesiz sola doğru
Sayı : 113 —---
hafifçe meyletmekte idi; fakat derakap doğruliyor, göğüs kaba-riyor, baş dahi askere doğru çevrilip hücum emrini gürle-yerek veriyor, elhasıl sağ kol yukariya kalkarak kıbcı havada salkyor.
îşte demin söylediklerimin doğru olduğu burada tamamiyle tahakkuk eder. Şöyle ki: bu heykelin hareketi ancak ilk bir vaziyetin diğer bir vaziyete, yani MarechaV in kılıç çekerken aldığı' tavrun, silâhını yukarı kaldırarak düşman üzerine saldırdığı andaki vaziyete istihalesidir.
Sanaatin tasvir ve teşrih ettiği vaz ve tavurlarm bütün sır ve hikmeti de bundan ibarettir. Heykeltraş,. bir vak'anm bir şahısta bütün vücudun aksamından geçerek ne yolda inkişaf ettiğini takip etmeğe adeta bakanları icbar etmiş oluyor. Netekim intihap ettiğimiz misalde gözler bizzarure bacaklardan başlayarak yukarı kaldırılmış olan kola kadar çıkıyor, ve bu esnada heykelin muhtelif aksamım da bir-birni takip eden an ve lâhzeler-de tasvir edilmiş bulduğu için hareketin hakikaten icra olun-
zan ve
13
yül ediyor.» -
Bulunduğumuz büyük salonda «Tunç devri» ile « Saint Jean-Baptiste »' in alçıdan olan modelleri vardı. Rodin bunlara dikkatla bakmağa beni davet etti.
Mütalâalarının sıhhat ve hakikatini derhal tastik ve teslim ettim.
Bu iki eserden birincisinde»

mm
MM
Mr
Pi^MSİi
m


ÜS



Mareşal Ney
yani tunç devrini tasvir eden heykelde, hareketin tıpkı Mare-chal Ney heykelinde olduğu veçhile yukarıya doğru çıkıyor gibi göründüğünü farkettim. Tamamiyle uyanmamış olan bu gencin bacakları henüz gevşek ve hemen de kararsızdır; fakat na-
Sırtına kanat gibi Fırtınalar takınmış, Azgın bir kır at gibi Köpürdü, şahlandı «Kış".
Uzun, ak yelesini Kabartarak, saçarak «Zaman" merhalesini Geçiyor yol açarak...
Vücudünden, ağzından Savrulan sıcak duman Gökteki bulutlar mı?
Kim bu ejderha gibi Küheylanın sahibi?
bir şehsüvar mı ?
zar yukarıya doğru çıktıkça vaziyetin metanet kespettiği görülüyor. Kaburga kemikleri derinin altında kalkıyor, göğüs genişliyor, çehre semaya doğru teveccüh ediyor, kollar da vücudun uyuşukluğunu tamamen silkip atmak için geriliyor.
Demek ki bu eserin mevzuu, harekete hazır olan bir mahlûkun uykulu bir halden dinçliğe geçişidir. Ağır ağır uyanmayı tasvir etmekte bulunan bu vaziyet ise, maksat anlaşıldıktan sonra, daha muhteşem görünür. Çünkü hakikatte bu eser, isminden de anlaşılacağı üzere, henüz müptedi ve yeni olan beşeriyette vicdan ve şuurun ilk halecanıdır, akıl ve idrakin de, tarihten evvelki devirlerde, behimiyete ilk za-
ve
ır.
VAHİT
Yeni yıl genç, tüvanâ Yeni yıl binmiş ata. Haykırıyor cihana: «Kalkın yeni hayata!"
«Eski yıl, iki büklüm, uVurulsun yerden yere! «Böyle verirler hüküm «Yeniler Eskilere!"
Çığlar ve çağlayanlar, Ümitsiz ağlayanlar Dinliyor nârasını. Yeni yıl, genç Yeni yıl ! Damarlarıma yayıl, Sil gönlümün pasım!
1 kânunusani 1929
Hayat
14
Sayı : 113
Almanların en büyük ve şöhretli ediplerinden Herman Su-derman yakınlarda vefat etti.
Suderman hem büyük bir tiyatro müellifi, hem de yüksek bir romancı idi.
Suderman fakir bir ailenin çocuğuydu. Gençliğinde ezzacılık, tahsildarlık, gazetecilik gibi işlerle geçiniyordu.
Otuz iki yaşında iken yazdığı «Namus»piyesi ona emsalsiz bir şöhret temin etti, «Taşlar arasında» isimli bir ikinci piyes bu şöhreti bir kat daha artırdı. 1860 ile 1900 seneleri arasında Almanyanm hemen hemen rakipsiz bir san'atkârı addedildi.
Sonradan yazdığı «Sodomun akıbeti», « Sokrat inkilâpçı », «Kelebeklerin muharebesi» piyesleri evvelkilerden çok kıymetsiz olmakla beraber ehemmiyetsiz eserler de değillerdi.
Suderman'm romancılığı tiyatro muharrirliğinden aşağı değildir. «Sincabili kadın» romanlarının en güzeli addedilir. «Bu oldu» ismindeki romanı ezelî bir davayı bir kere daha ortaya atmıştır: însan maziyi unutmağa, tamamiyle hafıza ve hayatından silmeğe, talimin kitabındaki bedbaht' bir yaprağı yırtıp atmağa muktedir midir?
«Sessiz deyirmen» ismindeki büyük hikâyesi de kuvvetli bir eserdir.
Suderman büyük muharebe esnasında mütaassıp bir milliyetperver olduğunu gösterdi; meş-
sene içinde yedi roman sahibi olmuştur.
Fransız münekkitlerinden biri onun hakkında şu izahatı veriyor:
Dominik Dünva'nın mevzuları birbirine benzemez. O bu mev-
hur «Fikir adamları » beyannamesini imzaladı.
Sulhtan sonra Almanyanm Alzas Loreni kat'iyen unutmasına, fakat bıma mukabil Şarkî Prusya ve Sileziya gibi Alman topraklarmının Fransaya ilhakını
tanımamasına taraftar oldu.
Yetmiş beşine yaklaşmış ol- emniyet ve heyecan ile kaleme
masına rağmen iki sene evvel «Deli muallim» isimli bir roman ve «Tavşan derileri tüccarı» isimli bir piyes yazdı.
Sudermanm Yersay muahedesini müteakip vücude getirdiği «Alman talii ve Üç Dram»
verir.
ve kızlarına romanlarında
ve
«zevce» erkekle genç bir
ve
da «Letanue» ismindeki romanında
ru
man bu kitaplarda 1914 ile 1918 arasındaki Almanyayi sarsan muhtelif ve mütenakız ihtirasları kuvvetli bir surette tasvir et miştir.
Bu sene Femina mükâfatını kazanan Dominik Dünva (Domi-nique Dunois) Fransada bile pek mahtut kimseler tarafından tanına bir kadın romancıdır. Bu mükâfat onu birkaç gün içinde, meşhur romancılar, «Jorjet Goru» ismindeki romanını da meşhur eserler sırasına geçirmiş ■r.
sız kızlarının gösterdikleri masum
«Lusil, şaşkın kalp» ismindeki roman bir genç kızın dinî buhranlarını gösteren haşin, acı
anı»
ya
mağa gitmiş, genç kız büyük
annesn
güzel, kuvvetli/ ve
ettikleri menfaat pradan şöhret, nasılsa kendini memiş bazı liyakatli san'
de yazı
eser neşretmeğe başlamış, beş
«Temps» gazetesinde, 25 teşrin-sani pazar akşamı civar hariç olmak üzere Pariste oynanan tiyatroların ilânlarına bakıyorum. Provalar sebebiyle üç tiyatroda bir iki gece oyun yok; kırk tiyatroda oyun oynanıyor ve mukzik-h ollar bu rakkamdan hariç bulunuyor. İstanbul nüfusunu Parisinkinden altı yedi kerre aşağı kabul etsek bile, şehrimizde bu nisbeti medeniyetle ğene yedi sekiz tiyatro bulunması lâzımdı, ilâveye lüzum yok ki, bu tiyatro çokluğu Parise has değildir. Ziyareti bana nasip olan yüz, yüz elli bin nufuslu her garp beldesinde, iki üç tiyatro ğördüm.
Fakat bu adet mukayesesi mevzuun dahilinde bulunmadığından, başka bir maksadın "teşrihi için Paris sahnelerine avdet ediyorum. Bunları hemen her kes bilir ki iki kısımdır, ve bir kısmı resmî, diğer kısmı hususidir.
Büyük anne kızmağa, söylenmeğe, efkârı umumiye tenkit ve alay etmeğe başlar.
Jorjet bir çocuk sahibi olmak maksadıyle bir gün kendini bir tarla kenarında serseri bir dilenciye teslim eder. Bir zaman sonra vak'a duyulur; köyde bir gürültüdür kopar. Köylülür kıskandıkları insana karşı asla müsamahakâr değillerdir. Yavaş yavaş her kes, hatta namusu bahasına elde ettği çocuk bile kendinden yüz, çevirir. Kadın ni-
Resmiler Maarif nezaretinin Gü- niş gecesini
ve Operakomik gibi bir kaç sahnedir ki, klasik eserlerle bu
arlar, ve bn iti larda, hemen her başka piyes vaz'ı sahne olunur.
set, Portsenmarten, Yariete, Teatrdöpari ve saire teşkil eden gayrı resmî sahnelerde ise,
muayyen yanı
) namiyle lisanımıza (Metr Bolbek e sonmari)
seneden fazla zaman oynandı.
Gene o
kurnaz, inatçı insanlar ki hayatlarını istinat
^ 175 _
az çok bildiğim
hayatını payitalı-yaz mev-
ötekiler ise kısa
mi olan kıs a
bu
Temps nüshasında işte Portsen-
martenin bir ilâm (dördüncü Napolyon) pyesinin yüzüncü oyna-
hayet isyan eder, fen defa çocuk için deyil fakat sırf kendi zevki için! Kendini güzel bir, gence ve onunla kaçar, münakkit diyor ki: «köy ve köylüler hakkında ya-zılmış hiç bir kitap bizde bu kadar kuvvetli bir tesir hasıl etmedi. Bu nevi eserler kölüyü ya çok haşin yahut ta çok şairane dir.
şen pij , ve azamî
ise, şehrin uda deği-asgarî üç
istilzam eder. Ve bu piyeslerin ettirdikleri iki üç umdeden biri
,CH m er
Şehirle köy arasındaki şid-li rekabet te bu kitapta gayet güzel tasvir edilmiştir.
ve cesur bir eser-
)i sert ve mez arızalarla dolu bir akisi
BEŞ AT NÜBÎ
cümlesi, ilk önce bazı davetlilerle ^ beraber tiyatro münekkitlerine
gösterilir. Parisiıı, adedim doğrusu bilemediğim bütün gazete ve mecmualarının birer temaşa münekkidi vardır ve hepsi de intibalarıni piyesin ve muharrinin ehemmiyetine göre kısaca ve ya uzun uzun anlatırlar. Fransada tiyatro asırlardan heri manzum ve mensur olarak ve dram ve komedi şeklinde nice hayat safhasını göstererek devam edip gitmekle beraber, tabiî vaktiyle tiyatrolar böyle çok değil ve her sınıf halk için tiyatroya gitmek âdet değildi. Ye alelhu-sus gazete okumak yemek içmek gibi bir ihtiyaç haline geleceği tahayyül bile olunmuyor, daha gazete pek çıkmıyordu. Hele Korneyin(Corneille), Rasinin (Ra-cine), Molyerin (Moliere) piyesleri mahdut ve güzide zümreler huzurunda, ve çok defa ilk önce saraylarda oynanmış ve makaleler değil leh .ve aleyhde dedikodular tevlit etmiştir. Tiyatro tenkidi edebiyatı gazetelerin taammümünden ve gazeteciliğin zaferinden sonra başlamış ve geçenlerde , yüzüncü senei velâdeti hatırasının tazelenmesini mucip olan Sarseyle kat'î bir nev'i edebî şeklini almıştır. Tâ ölümüne kadar, ilerilemiş yaşma rağmen bütün gecelerini yâz kış tiyatroda geçirecek ve on kerre gördüğü piyesi gene seyredecek kadar bu işe aşık olan Temps gazetesi temaşa münekkidi Sarsey, tiyatro âleminde hâlâ unutulmamış, Temps'nm tiyatro münekitli-ğini ise ailesine miras bırakmıştır. Netekim şimdi bu işi yapan|Pier Brison (Pierre Brisson) kızının oğludur. Sarsey' tiyatronun yaşamak için dolması icap ettiğini düşünür ve piyesleri halkın rağbetine mazhar olan ve ya olmayan
piyesler şeklinde ikiye ayırarak bu rağbeti temin edebileceğine
hükmettiği piyesleri medheder, ve takdirini de, zemmini de muayyen düsturlara istinat ettirerek, temiz fakat heyecansız bir lisanla yazar, ilmî bir mesele teşrih ediyor gibi muhakemeler yürütürdü. Halbuki bir çok münekkitler hiç bir usul ve kaide vaz'ına
kalkmayarak, sırf oyundan ne gibi bir intiba almışlarsa bunu anlatırlar. îşte meşhur Jul Lömetr (Jules Lemaître) böyle bir münekkitti. Elyevm Figâro gazetesinde yeni piyeslerden bahseden ve Hanri dö Renyenin (Heııri de Regnier) zevcesi olaıı şair ve
romancı Jerarduvil(Gerard d'Ho-uville) bunlardan aldığı intibaları o kadar şahsî görüşler ve şairane düşünüşler şeklinde yazmaktadır ki, makaleleri çok kerre birer mensureye benziyor.
Bizdeki tiyatro tenkitlerine gelince, bunlar hiç bir maziye malik değil. Ancak Abdulmecit ve Abdulazız zamanlarında tiyatro haşlamış, fakat münekkit doğmamış, meselâ (Yatan) piyesi oynandığı tiyatro binasının
temellerini sarsacak bir ateş tevlit ettiği halde, tenkit maka-laleri yazılmasına sebep olmamış, Abdulhamit zamanı ise tiyatroya da matbuata da harple geçtiğinden, bu nevi edebî tiyatro ile beraber 10 temmuz inkilabını beklemişti. O zamandan beri ise azamî bir inkişaf ;ini kabul, fakat
temaşa tenkidi vadisinde hiç bir terakki olmadığını itiraf etmeliyiz. Daha Darülbedayiin teşekkül etmediği ve Burhanettin B. isminde bir aktörün Fransada bile tamnmmş olduğu davasiyle meydanda rakipsiz kaldığı zamanda bu aktörün ovnadiâı
hakkında Celâl Sahir beyin Serveti Fununa yazdığı makalelerle şimdi yazılanların çoğu arasındaki fark Celâl Sahir beyin gayrı kabili münakaşa surette lehinedir. Hatta Sahir beyden evvel Saffet Nezihi beyin yazdıkları da şimdikilerden daha kuvvetli ve ihtimamlı yazılardır.
Yunan ve Roma tiyatrolarından bahsetmesek de gene dünyada tiyatronun bir kaç asırlık ve ne zengin bir mazisi var. Tiyatro münekkidi bütün klasik eserleri ve tiyatronun son geçirdiği bütün safahati okumuş ve bilmiş olacaktır. Ve bizde "oynanan bir oyunun iyi ve ya fena oynandığını ancak uzun tetebbuler ve hatta dikkatli seyahatlar sayesinde gösterecek ve fikirlerini meselâ (Deyus) piyesinde olduğu gibi bir münakaşa açılınca esaslı bir şekilde izah ve ispata muktedir olacaktır. Münekkit, karie ve sahneye karşı ağır mes'uliy etleri yüklenmiş bir adamdır. Ve memleketimizde Avrupai bir matbuat hayatı, artık başlarken, bütün gazete ve mecmualardan, sade tatlı ve temiz yazan değil fakat tiyatronun mazisine de bu günkü vaziyetine de bihakkin vakıf kimselere, ve ancak onlara temaşa tenkidi yazmak hakkım vermeleri talep olunmalıdır.
NAHİT SIRRI
Sayı-: 113
17
İsveç sosyalistlerinden ve kadın cereyanında yegâne muharrir olan «Ellenkey" in 23 Nisan 1926 ya tesadüf eden ölümü, Dünyanın her tarafında umumî ve büyük bir teessürle karşılandı. Hemen her millet bu meşhur kadın için gazete ve mecmualarına sütunlarla yazı yazdılar.
Çünkü „ Ellenkey " şahsiyetin ve manevî tekâmülün serbestisi için yarım asırdan fazla mücadele etmiş bir mütefekkir ve muhrrirdir. Her serbesti müdafii gibi o da manialı yolları çiynedi, aştı. Mamafi hayatının sonuna doğru kazandığı büyük şöhretiyle beşeriyet üzerindeki azîm tesiri ona epeyce pahalıya maloldu.
Kendisine insafsızça verilen sıfatlar « Ellenkey" i şüphesiz çok müteessir etmişti. Fakat onun bu haksız tecavüze yegâne cevabi yarasının sızısını içine akıta akıta sükünetle îstok-holmdan çekilmek oldu. Bu suretle hali infilâkta olan efkâri umumiye ve edebiyata kulaklarını tıkadı ve sakin bir
yerde çalışmak, yazmak suretile kendini avuttu.
Mamafi inzivağâhı olan «Strand" hayatının son senelerine doğru adeta bir edebiyat kâbesi oldu. Oraya dünyanın her tarafından büyük mütefekkir ve ediplerin akını başladı. Fransızlar, İngilizler, Ruslar, Amerikalılar, hatta Japon ve Çinliler bile „Strand"i ziyaret etmeden geçmediler. Büyük ve müşfik «Ellenkey" burada kendisiyle mülâkata gelen her kesi nezaketle karşıladı.
İsvecin taçsız Kıraliçası ünvanım alan «Ellenkey" uzun mücadele hayatında yeni bir fikir müdafiinin ekseriyetle zulüm ve haksızlıkla karşılaşmasını tabiî bir hadise telâkki etti. Taşdığı büyük azim, insanlar hakkında beslediği itimat tesadüf ettiği bütün maniaları bertaraf ederek yolunda ilerlemesine yardım etti ve uzun ıztıraplı senelerden sonra o büyük şuhretinin sahibi olabildi. O zamanın muharrirlerinden «Strinberg" «Ellenkey" e izafe ettiği bir romanında kahramanını Ce-
hennemde doğan basit ve Şeytan kadın diye tavsif etmişti. Bu roman yazılalı bugün yirmi seneyi geçtiği halde bunu ne «Ellenkey" ne de İsveç edebiyatı el an unutmamıştır.
Mükemmel bir konforu havi müte-vazi evinin kapıları her zaman her ziyaretçiye açıktı. Yetmiş üç yaşında «Strand" ta ziyaretine gelenler onu zmde, saatlarca yol yürür, kürek çeker, dağlara tırmanır, bütün yeni cereyanları' dinler ve takip eder buldular.
„Ellenkey"in büyük meziyetlerinden birisi te benimsediği bir mevzuu kuv-
ıraflû _ ı ... i
ın
«
— T6SS t
Koııgrasmda nutuk irad eder-samiini
- — bir düşmanı olarak heyecan ve asabiyetle müdafaa edereken sesinde çok derin bir elemin ihtizazları vardı. Hatta samiin-den bir muharrir kendini tutamıyarak «işte benim tam istediğim şey ! kitabımda kuvvetle bahsetmekten âciz olduğum nokta!" diye takdirle alkışlarken «sulhu yalnız «Ellenkey" kud- . retle müdafaa edebilir" dedi.
«Ellenkey"in sulhtan mada müdafaa ettiği bir çok fikirler daha vardı-kadınların içtimaî ve siyasî haklarının yorulmaz bir taraftarı idi, feminizim cereyanına karıştı, edebiyattaki huşunete isyan etti, insaniyetin en ideal ruhunu meydana çıkarmak için didindi Feminist «Ellenkey" aynı zamanda ideal aşkın da müdafiiydi. İlk zamanlar gazetelerde eylence mevzuu olarak cemiyetin istihfafiyle karşılaştiysede yaşının yetmiş beşinci senei devriyesi sanki bütün İsveç matbuatına kendisini tahlile vesile hazırladı. Kiliseler kendisini ahlâkın en mümtaz miyar ve
müdafii kabul ettiler. Memleketin en münevver ve en kibar halkı namına rekzedilen âbidenin merasiminde bulundular. Diğer bir tabirle geç kalan zaman ona yetişti.
Diye biliriz ki hiç bir İsveçli hem-asrı «Ellenkey" kadar muhitine müessir olamamıştır. Ba, ne diğer muharrirlerden iyi yazdığından, ne şöhretinden ne muhayyilesinin fazla zengin ve fikirlerinin kuvvetli olmasından, ne de beşeriyet hakkındaki malûmatının de-rınlığindendir. Bütün bu noktalarda kendisine faik bir çok kimseler mevcuttur. Bu, sırf zamanın manevî cereyanını ruhunda en kuvvetli ve en ateşli
hıssetmesindendir..
Bugün «Ellenkey"in müdafaa ettiği kadın hukuku, aşk, aile ve çocuk hakkındaki noktai nazarları hemen her erkek tarafından kabul edilmiş gibidir. Fakat ne yazık ki bu fikirler asıl menbamdan intişar ettiği sıralarda bir çok itirazlara maruz kalmıştır p I k zamanlar «Ellengey" fazla serbes fikirli, hatta belki ahlâksız
;m ve
yegâne
müdafii olarak kabul edildi, ıvyada olduğu kadar dünyanın her tarafında büyük bir şöhretin sahibi o du. Bugün memleketinin kadınları elde ettikleri hukukun saadetini hissederlerken onun aziz ismini hürmetle hatırlarlar.
Müdafaa ettiği Liberalizm - serbes-tıyet siyasî olmaktan ziyade ferdî idi Bu beşerî ve tabiî mecburiyetlerden değil, kanundan, meşruiyetten kaçmaktı Bu fikre nazaran «Ellenkey"in felsefesi, yerleşmiş adat ve kanaatları tadil edici bir-Doctrine-akidedir. Aksi cereyanların hâkim olduğu bir devir ve yerde doğmuş olmasına nazaran gayesi dünyanın kanun, adat ve telâkkilerini azamî serbestî dahilinde görmekti. Başlıca emeli memleketinde izdivaç talak, hakkı temellük, hakkı vesayet meseleleriyle kadın hukukunun ideal bir şekilde serbestî ve tekâmüle doğru yürümesini görmek onuu sönmez bir arzusuydu.
^ «Ellenkey"in ruhundan taşan inki-lâpçılık fikrini ve hürriyet temayülünü tetkik edersek bunun irsî olduğuna
namını taşıyan, olan ceddi otuz
■Col.
ruhu ve lisanı İskoç
şöhreti hitap etti. inikat eden
vazifesinin kadın için birinci ve siyasî

mantığının en kuvvetli noktasını tahlil
edilmiyen, muallakta kalmış bilhassa
aşk gibi mes'elelere tevcih ettiğini
görürüz. Meselâ nazarında izdivaç, yerleşmiş, an'ane şeklinde ahlâkî ve
kanunî bir teamül olmaktan ziyade
zekâsı da yeni yetişen nesle aşılandı. aksı
ferdi müdafaa edip cemiyeti
de aşağı fikirli cessur
bunlar arasında «Ellenkey" in . kırım
cinin serbes fikirlerine tamamen ı
i. İşte
ve sim
siyası,

u

v
natıra.
O / /1C1VP
" ""her şeye akıl ve muhake-
terbiye edilmişti. Her
• a
fertten en büyük iman
î idi. Gerçi bunu kanun iyor, fakat cinsî müna-: olan kanunları tabiî
sk izdi
en


vazifesini muvaffakiyetle yapabilmek için kadının siyasî ye içtimaî hukukuna sahip olması lâzımdır. Fakat bunlar kendisi için başlica gaye değil muazzez
dünyada en çok malik olması lâzım hak, aşk ve an
ses verir
Uzak bir saat vurur dokuzu tane tane.

Canlarım sallayan bir kervan halinde bu
5 _ I T • ______»V11V11 ni 1 «
en t!
ic
* *
Kımıldar saatların sesini işittikçe.

u

ı; 13 - X -
I
Sayı r 113
Hikâye
„Jan£Kristof" 1926 senesinde Eserin kahramanı olan Jan Kristof j
........,. Altı yaşında iken memleketinde
sebep olmuştur. Başka çocukla— şırdı. Büyük babası bir gün bu
m
O bütün çocuklar gibi müte-iiyen şarkı söylerdi. Günün her saatinde, ne işle meşgul bulunursa ^bulunsun daima ağzım kapayarak, yanaklarını öı
tü yapmak ihtiyacini duyduğu vakit bir takım besteler uydurarak bağıra bağıra söylerdi. Hayatının bütün vak'aları için böyle musiki parçaları icat etmişti. Sabahlayın leyeninin suları içinde bir ördek gibi çirpmdığı yahut annesinin çorba kâsesini getirdiği zamanlar için ayrı ayrı
havalare vardı. Annesinin önünde yürürken fanfar havaları, yemek salonundan yatak odasına giderken zafer marşları çalardı.
Bazan bu yatma merasimi için iki küçük kardeşile beraber bir alay tertip ederdi. Üç çocuk sıraya dizilirler, vakur bir tavu-rla birbirlerinin arkasından yürürlerdi. Her birinin ayrı bir marşı vardı.
Jan Kristof bir gün büyük babasının odasında J
ve çocuğa
Çocuk evelce söylediği parçayı tekrar etmeye çalıştı, fakat eski havayı bir türlü çıkaramadı. Büyük babasının gösterdiği dikkat onun koltuklarını kabartmıştı. Güzel sesini ona beğendirmek için
Romam Rolland" in meşhur bir romanıdır bir yaşta musikiyi sevmeye başlamıştır )u ondaki istidadin vaktinden evel inkişafına ı bir yaşta o musiki parçaları bestelemeğe çali-" bir sürpriz hazırlar.
a
Jan Mişel sustu ve onunla meşgul değil gibi göründü. Fakat çocuk yanındaki odada kendi kendine eğlenirken o aradaki kapıyı açık bırakmıştı.
Bir kaç gün sonra Kristof etrafına sandalyalar dizmiş, tiyatrodan kalmış hatıra kırıntılarından vücude getirdiği bir şarkili komedyayı oynıyordu.
Arkasını döndüğü zaman aralık kapıdan büyük babasının baktığım gördü, ihtiyarı kendi-sile eğleniyor sandı; utandı ve
siyle yazılmıştı. Adamcağız yazının güzelliğine bilhasea dikkat etmiş, işaretleri son derece süslemişti. Kristof'un yanma oturan ve sahıfeleri çeviren büyük baba bu musikinin ne olduğunun sordu. Kristof bütün dikkatini piyanoya verdiği için çaldiği şeyin ne olduğunu fark edemiyordu. «Bilmiyorum» diye cevap verdi.
«Dikkat et. Bunu tanımıyor musun?»
Evet, onu tanıdığını zannediyordu Fakat nerde işittiğini bir türlü bulup çıkaramıyordu.
Büyük baba gülüyordu.
— Ara bakalım!
Kristof başını sallıyordu :
ye koşarak yassılttı
yere vurarak dolaşıyor, basını kaldırarak karnını çıkararak kendi icat ettiği bestelerden birini
meşgul oldu.
şey
Doğrusunu söylemek lâzım gelirse zihninde , bir takım ışıklar parlayıp sönüyordu. Ona öyle geliyordu ki bu havalar... J akat hayır, cesaret edemiyordu. Bunlarda kendi nağmelerini bulmak istemiyordu.
Büyük baba, bilmiyorum. Çocuk kızarıyor, renkten ren-
Q)- -------1
Aynasının karşısında sakalını tıraş etmekle meşgul bulunan
büyük baba durdu ve yüzünün sabunlarila ona bakarak:
Nedir o söylediğin şey
memnun olduğunu gördü.
Bir hafta sonra her şeyi unuttuğu vakit büyük baba esrarlı
yorum»
cevap verdi. Jan Mişel:
—Bir daha söyle bakayım, dedi.
mek istediğini söyledi. Dolabını açtı, bir nota defteri çıkardı, piyanonun önüne koydu ve çocuğa çalmasını söyledi. Kristof
İN ota parçasını hece-leye heceleye çalmaya uğraştı.
Defter büyük babanın iri el yazı-
havalarm kendi çıkardiğin havalar olduğunu görmiyor musun?
Kristof bundan emindi. Fakat
hakikati büyük babasının ağzından işitince kalbi şiddetle çarptı:
— Ah büyük baba, büyük baba..
ihtiyar onu göğsüne çekti Kristof onun dizlerine atildi ve başini göğsüne sakladi, saadetten kıpkırmızı olmuştu.
REŞAT NURİ
H. B. D. neşriyatından — Sayı : 2 — 6 nci malzeme — sayla : 32
Halk Bilgisi Derneği irşat encümeni geçen hafta bir eser neşretti. Bn eser seçme halk şiirlerinden mürekkep küçük bir risaledir. Eserin baş tarafındaki mükaddime eserin niçin neşredil-diğini anlatıyor. Başlıca üç madde üzerinde toplanan sebepleri biz de buraya nakledebm.
1 — Şiirimizin, edebiyatımızın yükseliş ve ilerileyişi için kuvvet alacağımız kaynaklardan biri halk edebiyatıdır. Bütün muasır san'atkârlar gibi türk san'atkârı da, bu edebiyatın içinde işlenecek bir çok güzel ve zengin hayallerle beslenmiş mevzular
bulacaktır.
2 — Yeni Alfabe üzerine
eserler, çalışmalar birteviye çıkıp durmaktadır. Bunları okuyabilmenin bir abşma olduğu şüphesizdir. Mekteplerde okuyan çocuklardan ziyade hayata atılmış olan nesil, bu abşma içinde güçlük çekecektir. Bunu için arası kesilmeden bir okuma idmanı yapmalıyız. İşte Seçme halk şiirleri bu idmana yardım edecektir.
3 __ Geçen yıl mektepler için kendimizin ve medenî milletlerin edebiyatından seçme eserlerin tercüme ve hulâsaları yapıldı. Edebiyat hocaları ve talebeleri, bunları derin bir zevk ile okudular.' Bu çeşit işlerin yanma
bir de halk edebiyatlarından numuneler katmak düşüncemize göre, iki kat fayda doğuracaktır.»
Derneğin irşat ve terbiye işlerini üzerine alan encümeni, bu mütalâalarla eserin neşrini istilzam eden sebepleri açıkça gösteriyor.
Eserde şiirler bir tertip da-hihnde dizilmiş. Evvelâ Maniler görülüyor. Bunlar oldukça güzel seçilmiş olmamakla beraber içlerinde orijinal olanlar yok değil-ir. Şunlar oldukça güzel:
Ey pınar eşme pınar Yaramı deşme pınar, Yarım hurdan geçende Su ver dertleşme pınar!
Bu parça bize Anadöhmun, Anadolu yollarının bütün şiirini gösteriyor. Şu parça da hayat kavgasının minnet ve tezelzüllerine karşı acı bir feryattır: Bu dağı aşam dedim Aşam dolaşanı dedim, Bir vefasız yar için Herkese paşam dedim.
Kitaptaki türkülerde eyi seçilmiş. «Turna» ve «Zeynep» türküleri memleketin her tarafında yaşar. Eserin ihtiva ettiği on üç koşma, en meşhur halk
şairlerine aittir. Bunların arasında Karacoğlana ait olanlar çitten güzel ve orijinaldir. Seyranî,
Dertb, Dadaloğlu.... gibi şairlerden birer numune abnnuş. Sonadoğru bir Ağit bir Des-
tan bir Nefes, bir de Atasözleri var. Atasözleri arasında dil ve mana itibariyle göze çarpanları mevcuttur. Meselâ: Çekişmeyince pekişmez. Okumadan hoca, kazanmadan hacı.
El atına binen çabuk iner.
Gibi, hakikaten bir fikir ve bir öğüt verenleri, karii üzerlerinde düşündürüyor.
* I
s
Halk Bilgisi Derneği bu eseri ile tam zamanında bir iş görmüş oluyor. Yeni harflere alışmak, yaşlı olanlar için bir itiyat meselesidir. Diğer bir itiyadın teessüsü ise kolay bir şey değileir. Bunun için ruhun hoşfaştağı bir yolda hareket etmelidir. Dernek, bu işin " ruhiyatım çok eyi kavramış, ve fikrini tahakkuk ettirmiş. Kitapta bazı tertip yanlışlıkları Olmasaydı eseri daha güzel bulacaktık. Bu hususta derneği biraz daha ihtimamh görmek isteriz. Bu küçük noktadan vaz geçibrse eseri vücuda getiren himmet ve gayreti alkışlamamak imkânsızdır. Gerek Dernek encümenini, gerek, eseri neşreden İstanbul H. B. D. mümessilliğini bn işte tebrik eder, içtimaî faydaları aşikâr olan bu yolda yürünülmesini isteriz.
«» « P
*K!tW
Mes'ul Müdür: Faruk Nafiz İstanbul — Devlet Matbaası