ŞUBAT 1950
Fatsa Kongresinden
intibalar:
Başmuharriri: Mümtaz Faik Fenik
Denizeller Caddesi 9 Posta Kutusu: İM ANKARA Telgraf: Zafer Gazetesi Ankara Başmuharrir tel:........ 15619
Yan işleri İdare ....... 15315
Fiyata her yerde 19 kuruştur.
Hugün 2 nci uahifede
Memleket Mes'eleleri :
İş ve İşçi Dâvamız

j
itil
tın
s*
ıat *

elerJ
Mecliste kiraların serbest bırakılması reddedildi
Yollar Kanunu Tasarısı
Bir C.H.P. Mebusu “iktidar köylüyü uyurken hatırlamaktadır,, diyerek tamhakikatı ifade etti
Bu hususta ve Başkanın muttarit müdahalesine rağmen Kemal Özçoban, Kemal Zeytinoğlu ve Ahmet Veziroğlunun yaptığı mühim konuşmalar
Posta caddesinden itibaren, Anafartalar, U-lus, Bakanlıklar ve Posta caddelerinde trafik istikametleri tesbrt edilmiş ve dünden itibaren de tatbikine başlanmıştır.
Bu mevzu üzerinde malûmatına müracaat ettiğimiz Emniyet Dördüncü Şube Müdürü Fethi İnalar şunları söylemiştir:
— Ulusa varacak olan Ibütün nakil vasıtalarının Anafartalar caddesinden geçmesi veya U-lus meydanından Samanpazarı semtine gidecek olan taşıt vasıtalarının Posta caddesini takip et-
mesi buralardan geçen butun nakil vasıtalarının sürat ve emniyetini sağlamak bakımından iyi neticeler vereceğini ümit etmekteyim.
Diğer taraftan gidiş ve geliş istikametinin tayin edilmiş olmasından sonra belediye ve Orman Çiftliği satış mağazası önünde bulunan işaret noktaları dün gece kaldırılmıştır.
Bu işaret noktalarından birisi Posta caddesinin Anafartalar kısmına,, diğeri de Bankalar caddesiyle birleştiği noktaya konacaktır.
Yazan : Mümtaz Faik FENİK
rdu, I — Demokrat Par- çoktu; onları buraya, bu kara tipiye rağmen, toplayan kuvvet neydi? Milletvekili mi olmayı düşünüyorlardı, Bakan mı olmayı kurmuşlardı? Asgari, Fatsaya Belediye Reisi mi seçilmeyi akıllarından geçirmişlerdi? Hayır! Bunların hiç birisini düşünmemişlerdi. Onlan buraya toplayan büyük kuvvet, sadece mem leket sevgisi, demokrasi dâvasına o-lan bağlılıktı. Köylü dört seneden-beri başarılan büyük inkılâpların şuuruna tamamen erişmişti. Bunlar arasında köyden eğreti elbise ile, ayakkabı ile gelenler vardı; fakat hepsinin gözünde büyük inkılâbın X (Devamı Sa: 6 Sü: 4 de)
©rdu, i — Demokrat Par-1 tinin Fatsa kongresi hak-kındaki intihalarımı Anka-raya döndükten sonra yazmayı düşünüyordum. Fakat kaç gündür Orduda tabiat tarafından muhasara e dilmiş bir vaziyette kaldım. Kara yolu, hele Koç Boynuzu denilen dağ, karlarla kapalı. Deniz Ayandon fır tınasiyle dağlara çıkıyor.
Fatsadan bir çaparla Orduya gelir ken, uğradığımız büyük sıkıntıyı henüz unutmadan bindiğimiz küçük çapar, Ya Son burnunda şiddetli bir tipi altında korkunç dalgalarla çarpıştı. O sırada, çektiğimiz müthiş heyeca nı röportajlarımda ayrıca anlatacağım. Şimdi büyük vapur olmadan Samsuna dönmeği gözüm pek yemiyor. Fakat büyük vapurlar da fırtınadan bu bahtsız limana uğramadan çe kip gidiyorlar. Onun için şimdi sır-. timi, içinde fındık kabuğu yanan l 'sobanın sıcağına ve gözlerimi büyük * denizin köpüklü soğuğuna dayıya-rak Fatsa kongresinden aldığım intibaları kısaca buradan nakletmeyi daha uygun buldum.
Fatsalılar, Ordudan gelen oir heyetle biri ta Ünye kapılarından kamyonlarla karşılamışlardı.
Fatsaya soğuk ve karlı bir günde girdik Fakat Fatsalılann sıcak ve candan sevgileri bize yolculuğumuzun bütün yorgunluklarını unutturdu. Fatsa tipiye, doğuğa ve sahili döven dağ gibi dalgalara rağmen, âdeta bir bayram günü yaşıyordu. Sokaklar adam almıyordu-Kongrenin toplanacağı binanın önü ne büyük bir kalabalık yığılmıştı. Bunlar Fatsanın içinden, dışından l ve hattâ, yaya olarak, 12 saatlik mesafelerden gelen köylülerdi. Kum ru, Korgan, Bolaman gibi yerler -den kongreye vaktinde yetişe ıil mek için kara, tipiye ve yolsuzluğa bile kulak asmadan, Fatsaya gel diklerini söylüyorlardı.
Bazıları kara batmamak i çin ayaklarına hedik takmış Jardı. Hedik nedür diyeceksi niz Hedik, yuvarlak, büyük tahtalardır ki, ayaklara bağlanır ve böylelikle köylüler kar üstünde yü-^nimek imkânını bulabilirler. İşte P^ış uçmaz, kervan geçmez yollar-i dan bu şekilde kongreye gelenler

'I?

Hidrojen bombası
imali için tedbirler
Başkan Truman
■k (Yazısı 6 inci sayfada)
Büyük Millet Meclisinin dünkü toplantısında Millî Korunma Kanununun kira hükmüne ait maddesinin değiştirilmesi hakkındaki kanun teklifi reye konuldu. 286 kişi reye iştirak etti 166 tasarının aleyhinde, 104 lehinde ve 16 da çekimsere karşı tasarı ekseriyet tarafından reddedildi.
Hükümet bu rey verme işinde çekimser oy kullanmıştır-
Sanayi ve Teşviki Sanayi Kanunları
Sanayi vp Teşviki Sanayi Kanunları ile küçük sanatlar ve yüksek ekonomi şûrası ile kooperatifler hakkın-daki kanunların neden şimdiye kadar getirilmediği hususunda Ali Ri-za Arı tarafından verilen önergeye Ticaret ve Ekonomi Bakanı Vedat Dicleli cevap vermiştir.
Bakan, Sanayi ve Teşviki Sanayi Kanunlarının birleştirilmesi lüzumuna işaretle, bu kanunların müştereken ihtiyaçlara uygun bir şekilde hazırlanmakta olduklarını, yüksek Ekonomi Şûrası hakkındaki kanunun da pratik şekilde hazırlanmasını temin için çalışıldığım, küçük sanatlar ve kooperatifler kanunlarının da hazırlanmakta olduklarını sölyedi.
Önerge sahibi bu kanunların bir an önce hazırlanması lâzımgeldiğini söyledi.
Hastalara has ekmek
Aziz Urasın hastalara has ekmek verilmesi hakkındaki önergesine de Vedat Dicleli cevap vermiştir.
Vedat Dicleli, bugünkü ekmek rejimi dolayısiyle hastalara bunu vermek imkânının bulunamadığını yalnız hazım cihazlarında arıza olanlar için Glütenli ekmekler yapılabildiğini, hastalara ayrıca beyaz ekmek çıkarıldığı halde bunun bir çok su-istimallere yol açmasından kor -kulduğu, bununla beraber Mart a-yında ekmek tipinin yeniden gözden geçirileceğini söyledi.
Önerge sahibi, heyeti sıhhiye raporu ile bu gibilere has ekmek verilmesi zarureti üzerinde durdu.
Yollar Kanunu tasarısı
Yollar Kanunu tasarısının müzakeresi sırasında tasarının heyeti u-mumiyesi üzerinde bir çok hatipler söz aldı. Bu müzakereler çetin münakaşaları mucip oldu.
İlk sözü alan Emin Sazak ezcümle dedi ki?
• Bu tasarı yol derdine merhem olsaydı amin derdim. Köylerin yol ★ (Devamı Sa: 6 Sü: 1 de)
Celâl Bayar dünlzmirden avdet etti
Ahmet Veziroğlu
1 m 1-


Kemal Zeytinoğlu


t
■ ■ )-.u. ■ •-( 5™-)
- . ■■
IM
Dün yollara kömür tozu döken kamyonlardan biri
W
Artovada ve diğer bazı yerlerde karın kalınlığı iki metreyi bile geçti
Artova, 1 (a.a.) — Kar kalınlığı I ilçe çevresinde bir buçuk iki metreye yükselmiş ve münakalât tamamen durmuştur. Pazar günü Sivas-tan geçmesi lâzım gelen tren, kar' makinelerinin yardımiyle 45 saat rötarla dün saat 13 30 da gelmiştir. Sıvastan gelen tren de aün gece ilçeye gelmiş, fakat yollariD kapalı olması hasebiyle hareket edememiş tir. Marşandiz treni de Artova - U-luslu arasındaki sulu yarmada kal mıştır.
Öğrenciler okula bidememektedir. Giresun, 1 (a.a.) — Bir kaç günden
1 beri fasılalı olarak yağan Kar dün gecedenberi devam etmektedir. Karın kalınlığı şehirde 60 santimetreyi bulmuştur. Bazı evlerin damlan 1 çökmüştür. Yollar kapanmış olduğundan dışarı ile irtibat kesilmiştir.
Bilecik, 1 (a.a ) — 30-31 Ocak gecesi saat 9 dan itibaren fasılasız ve devamlı surette yağan kardan telgraf, telefon ve elektrik direkleri yer yer devrilmiş ve telleri kopmuştur. Muhabere tamamen durmuş bir vaziyettedir.
★ (Devamı Sa: 6 Sü: 4 de)
Grev mes'elesi ve
anudane bir ısrar
ille dediklerini ve arzu ettiklerini söyletmek için işi nerelere vardırıyorlar? İşçilere yapılan tazyike ait Karabükten verilen şayanı dikkat bir haber ve bugün yapılacak istişarî toplantı
Bu memleketin hürriyetine kasten yönelmiş her harekete aynı şekilde mukabeleden geri durmıyacağız A. Muhip Dıranas
Demokrat Parti Başkanı Celâl Bayar refakatinde Fuat Köprülü ve Refik Koraltan olduğu halde dün saat 11 de îzmirden şehrimize gelmiştir.
Celâl Bayar istasyonda Fuat Hu-lûsi Demirelli, Kâmil Gündeş, Ke -mal Zeytinoğlu, Hüseyin Dingil, İhsan Şerif Özgen ve Fikri Apaydın il idare kurulu Başkanı Osman Şevki Çiçekdağ, Hamdi Bulgurlu, Muhlis Bayramoğlu, Aptullah Gedik oğlu, Bekir Turna, Hafız Yaşar Kuş çuoğlu merkez ve Çankaya ile idare kurulu üyeleri ocak ve bucak teşkilâtı üyeleri ve yüzlerce Demok «at Partili tarafından tezahüratla karşılanmıştır-
İsviçre Elçisi Camille George dün akşam, başka bir vazifeye tayin edilen Elçilik Ataşemiliteri Charles Daniel ve eşi için bir vedâ kokteyli vermiştir. Resimde Elçi, Ataşe ve davette bulunanlardan bir kısmı görülmektedir
Grev meselesi ile ilgili olarak memleketin bazı yerlerinde işçiler tarafından grev lehinde mitingler yapılmak istendiğine fakat idari makamlar tarafından buna müsaade edilmediğine dair şehrimize bazı haberler sızmaktadır.
Diğer taraftan söylendiğine göre Malatya ve Nazilli işçi sendikalarına mensup ikişer temsilci dün An-t karaya gelmiştir. Bugün de Eskişehir, İstanbul ve İzmir sendikalarına mensup temsilciler gelecek ve öğleden sonra istişarî mahiyette ve bütün şehrimiz sendika başkan ve mensuplarının iştirakiyle bir toplantı yapılacaktır. Diğer vilâyetlerden gelen temsilcilerin Çalışma Bakanlığı tarafından celbedildikleri de ayrıca ilâve edilmektedir.
★ (Devamı Sa: 6 Sü: 7 de)
Dünkü Ulus'un başyazısında: ■•Tek üzüntümüz demagoji ve tahrik usulünün süreksiz cazibesine kendisini kaptıran türedlier arasına arasıra, kendilerine değer verdiğimiz bazı genç elemanların da karışmasıdır» mealinde bir cümle gözümüze ilişti. Bu cümlenin kastetiğj kimseler meyanında belki -muhterem Yavuz Abadan'm şahsımız hakkın-daki telâkkisini bilmediğimiz 1-çin belki türediler, belki lütfen değer verdiklerinden biri olarak- tbiz de varızdır veya bu kanaati besleyen başkaları da mevcuttur düşüncesiyle; bazı yazılarımızın neden sert bir tonla yazıldığı keyfiyeti üzerinde
bir açıklama yapmayı yerinde gördük.
Şunu hemen belirtelim kİ, bazı konular ve şahıslar üzerinde sert bir tonla yazmamız asla rastgele değildir ve asla bir tahrik cazibesine kapılmak -tan gelmiyor! Kalemimizin u-cundan dökülen her kelimenin, her cümlenin mânâsını bilerek, ne söylediğimizi, ne söylemek istediğimizi önceden hesap ederek yazı yazıyoruz.
Hürriyeti; alabildiğine bir hınç boşaltma, ona buna saldırma, küfretme, tehdit savurma diye almadığımıza, nasıl alırız ki asıl bizler ondan Iblzarız, bilâkis hür-(Devamı Sa: 6 Sü: 5 de)
H. URAN IN
YENİ NUTKU
İzmir, 1 (Telefonla) — Perşembe günündenberi Eğede bulunan C. H. Partisi Genel Başkan vekili Hilmi Uran îzmire gelerek temaslara başlamıştır. Bugün İzmir I-Ialkevinde C. H. Partisi başkanları ile gizli bir toplantı yapan C. H- Partisi genel başkan vekilinin konuşmasının dışarıya sızmaması için bütün tedbir-lor alınmış, toplantının yapıldığı salonda bulunan gazetecilerin çıkması istenmiş ve bir müddet sonra da gazetecilerin orada bulunduğunu gö -
★ (Devamı Sa: 6 Sü:)5 de)
Halkevleri için bütçe tahsisatı
D. P. milletvekillerinin bütün haklı ısrarlarına rağmen, Maliye Bakanı bunun emri vaki olduğunu söyledi
Devlet borçları da bir hayli yükseldi
Bütçe komisyonunda dün Maliye Bakanlığı bütçesinin müzakerelerine devam edilmiştir
Bu arada bilhassa Halkevlerine yapılan yardım konusu tartışmalara yol açmıştır.
Halkevlerine 1.250.000 lira tahsisat ayrılmış bulunması dolayısiyle
j söz alan Haşan Polatkan, ezcümle şunları söylemiştir:
«tleri süreceğimiz teklifi de şimdiye kadar ileri sürdüğümüz bütün tekliflerde olduğu gibi reddedeceği-’ nizi biliyoruz. Fakat bir sorumluluk karşısında milletvekilliği vazifemi-
★ (Devamı Sa: 6 Sü: 7 de)
AKINTIYA I_____KÜREK
Hu Hu Dervişleri.
alk Partisi, biliyorsunuz; bir taraftan da kuvvetli aday peşindedir!
Memurları bile mezuniyetle vilâyetlere gönderiyor, propagandasını yaptırıyormuş! Fakat, yüzde otuz merkez listesine alacak mı, almıyacak mı?
Bunu konuşurken, bizim Muhip Dıranas şu fıkrayı anlattı:
Hazret!1 Ömer, bir fakire müs-lümanlıktan bahsederken, şayet namazda Allahtan başka bir şey düşünmezsen sana hırkamı vereceğim! demiş.
Fakir namaza durmuş ve bitirmiş; bitirmiş ama, özü pek bir adam olduğu İçin içinden ge -çenlerl de açıklamış:
— Ya Hazreti Ömer! Namazı kılmasına kıldım ama, hangi hırkanı vereceksin diye de çok düşündüm! — YEDEKÇİ
Sayfa : 4
Sayfa : 2
ZAFER
GUN GEÇERKEN ..
Kavanozluk zihniyet
Muhip DIRANAS
O u memlekette her şeyi güçleş tiren, bir çok dâvaları, meseleleri çıkmaza sokan şey iktidar partisinde hâkim olan zihniyetin, bir türlü bertaraf edilememesinden doğuyor. Bu zihniyetin gazetelerde her gün sayfalar dolusu tezahürlerine rastlamuk işdeıı değil. Hangi {birini sayarsınız. Gözüme iliştiği için bunlardan yeni bir tanesini göstereyim:
Biliyorsunuz, Bay Cemil Barlas, maiyetinde Halk Partili Milletvekilleri olduğu halde, parti il kongresinde hazır olmak ve bir balık endüstrisi vâdetmek üzere halen Sinopta bulunmakta, büyük büyük nutuklar verip parti propagandası yapmaktadır. Bu arada SinObun gedikli Milletvekili Cevdet Kerim İncedayı da, tabii, konuşmalar ya-
pıyor.
Kendisinin hatipliğinin kuvvetli olduğunu bilirsiniz. Fakat öyle anlaşılıyor ki, bu hitabet kuvveti, tek parti, tek şef devrine göre bir mânâ ifade ediyormuş. Çünkü o zaman, gerçekten, muayyen kalıptan dökme, belli ıbüyük kelimelerden örülmüş, hangi devlet adamının ağzından tekrarlanırsa tekrarlansın değer ve öneminden bir şey kaybetmiyen -zaten bu gibi inkılâp nutuklarında değer ve önem arayan da bulunmuyordu ya- bu standart nutuklarla, mânâ da ifade et-miyeceğine göre, büyük hatip ol-
mak işdeıı değildi.
Ama gelgeldim devir değişip de, demokrasi adına halkın gözü kulağı açılıverince, konuşmanın şekli de değişmek zorunda kaldı. Çünkü halk ıbu, kelimesi kelimesine kulak veriyor, mânâ çıkarıyor, e-dindiği intibaı içine atıp rey günü geldi mi, rey vereceği adamın filân veya falan kelimesini, yahut cümlesini hatırlayıveriyor.
Evet, Cevdet Kerim İncedayı, bu konuşmalarının birinde bakın ne diyor: «Arkadaşlar bize «Halk Partisi aleyhinde yapılan tezvirlere, iftiralara niçin cevap vermiyorsunuz? Vatandaşların fikri çelinlyor, Türkiye aleyhinde neşriyata vesile oluyor. Tedbir almıyacak mısınız?» diyorlar. Türk milletinin sağduyusuna güvendiğimiz İçin tahammül ediyoruz; milletin bu cereyanları tasfiyeye muktedir olduğunu bildiğimizden tahammül ediyoruz arkadaşlar!»
İşte zihniyet! Buyurun, kava-nozlayın, rafa koyun ve saklayın. İnsan düşürtüyor: Ya halkın sağduyusu olduğuna da biran inan-mayıverseler. Haydi onu da bırakın, ya Maazallah, tahammül ediyoruz diyor, tahammül etmeyiver-seler. Yandık gitti.
Ve sonra bunun adı: -Biz demokrasiyi yerleştiriyoruz». Mucize gibi bir şeydir bu memlekette demokrasi.
-------ucuz------------------
ÇİZME SATIŞI BAŞLADI
Vatandaş eğer menfaatini düşünüyorsan aşağıda gördüğün çizme fiyatlarını bir kere daha kontrol et Rekabetten doğan bu ucuzluğun bir hakikat olduğunu sen de takdir edeceksin.
Kartal çizmelerinin fiyatları
22 No.dan'29 No.ya kadar 700 Krş.
30 » 34 » . 800 .
34 . 35 . . 1100 »
36 ) 38 ) . 1250 »
Quadrat çizmelerinin fiyatları
20 No.dan 26 No.ya kadar 500 Krş.
23 . 25 . . 750 .
26 . 29 . » 800 »
35 » 38 ) . 1500 »
Adrese dikkat! ŞABAN KULAK. Güven Kundura Mağazası Çıkrıkçılar Yokuşu, Saraçlar ÇaTşışı No. 107 — Telefon : 11919
t '
Vatandaş linyit kullan
İstanbul ve Ankara’da Kömür Satış ve Tevzi Müessesesinin depolarında kâfi miktarda linyit mevcut bulunmaktadır. Her vatandaş istediği kadar linyiti serbestçe alabilir. Piyasada linyit bulunmadığı hususundaki mertfi ve yersiz propagandaya inanmayınız Bu ucuz ve bol yakıt vasıtasından faydalanınız.
ETİBANK
r- —■
Havuzlu Banyo
AÇILDI
ULUS MATBAASI KARŞISINDA YENİDEN İNŞA EDİLEN
Fevkalâde konforlu tek kabine halinde kurnalı Cuş, Banyolu odalar, buharlı odalar
vardır. Müşterilerin ’istiraiiati îçiçn havuzlu salon. 1 Şubat 1950 den itibaren sayın müşterilerimizin emirlerine açılmış olan banyolarımıza bir defa teşrif etmeleri müşterilerimizin kendi zevklerine uygun olduğunu ispata kâfidir.
NOT: Giriş arka cephededir. (181N)
Elçiliklere tâyinler
Alâcddin Tiridoğlu Cidde Elçisi oldu
Viyana Birinci sınıf orta elçisi Nu-man Tahir Seyman Ottava Büyükelçiliğine ve merkezde birinci sınıf orta elçi Celâl Hazım Tepeyran Bu-I dapeşte elçiliğine, eski Kütahya Mil letvekili Alâeddin Tiridoğlu Cidde ' elçiliğine tayin edilmişlerdir.
İŞ BANKASI DÜNKÜ İKRAMİYE ÇEKİLİŞİNDE KAZANANLAR
| Türkiye İş Bankasının kumbaralı i ve kumbarasız tasarruf hesapları a-ı lasında tertip eylediği 1950 ikrami-| ye plânının birinci çekilişi dün banka genel merkezinde ve ikinci no ter Şakir Baran’ın huzuru ile ya-' pılmıştır.
I Bu çekilişin büyük ikramiyesi o-lan Kavaklıderedeki ev, Ankarada Yenişehlrde 2066 numaralı hesap ı sahibi bayan Muzaffer Uzer'e isabet ı etmiştir
Biner lira kazananlar: Izmirde Yenigünde Kemal Tuna (3211), is-I kenderunda Ethem Altan (1944), | Bursada Erdal Olçay (5206), Beşik-I taşta Marko Leo (634), Ankarada Ad I nan Göksan (72661).
Beşer yüz lira kazananlar: Gazi antepte Aytekin Patpat (2826), Cey handa Ali Arslan (1815), Manisada Sezai Aydemir (4390), İzmitte İs -met Erginer (735), Beyoğlunda Mahmut (52718).
İki yüz ellişer lira kazananlar: An karada Samanpazarında Fettah Co-ner (1010). İstanbulda Muzaffer (86816), Galatada Şahende (14010), Üsküdarda Binnaz (2356), İzmirde Süreyya Ümit Berksan (39917).
Bunlardan başka türlü şubelerde 115 talihli çeşitli para ikramiyeleri kazanmışlardır.
DEVLET RESİM vc HEYKEL SERGİSİ 15 NİSANDA AÇILACAK
Devlet resim ve heykel sergisi 15 : Nisan Cumartesi günü Millî Eğitim Bakanı Talisin Banguoğlu tarafından açılacaktır.
Serginin hazırlanması açılması idaresi ve kapanıp dağıtılması işleriyle meşgul olmak üzere bir sergi komiseri tayin edilecektir.
Sergi jürisi 4 Niasn Ankarada toplanacak ve İstanbuldan başka yerlerdeki sanat teşekküleriyle hiç bir teşekküle bağlı olmayan veya îs-tanbuldaki sanat grup teşekküllerinden birinde üye olup da İstanbul dışında bulunan sanatkârlardan sergi için Ankaraya gönderilen veya teslim edilen eserleri inceleyerek sergiye konmaya değeri olanları ayıracaktır.
Devlet resim ve heykel sergisi jürisi 13 Nisan günü saat 10 da Millî Eğitim Bakanının başkanlığında toplanarak sergiye konan resim ve heykeller arasında satın alınacak eserleri seçecektir.
Jüri bu seçimde oylarını yazılı o-larak verecek ve çoğunluk elde eden eserler Milli Eğitim Bakanlığınca satın alınacaktır.
YÜKSEK TAHSİL TALEBE LERİNİN RESİM VE HEYKEL SERGİSİ AÇILDI
Türkiye Millî Talebe Federasyonu Güzel Sanatlar Komisyonu tarafından, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi salonunda yüksek tahsil talebelerinin hazırlamış oldukları eserleri teşhir maksadiyle bir sergi açılmıştır.
Açış töreni dün saat 15.30 da sanat seven gençlerin iştirakiyle ve federasyon başkanı Can Kıraç tarafından yapılmıştır.
Sergi; resim, heykel ve oymacılık tan ibaret olmak üzere üç kısmı ihtiva etmektedir.
Sergi bir hafta devam edecektir.
MEMLEKET MES’ELELERİ
I
İş ve işçi dâvamız
I ktisadî Devletçiliğin bütün iş
■ hayatımızı bu istikamette sıkı bir taassup çenberi içinde tutması keyfiyeti, bizde hakikaten şifası zor olan bir dert yaratmıştır. Bu alanda maziden ne devir aldıksa, hâlâ o zihniyet ve metodlarla yürümek İsrarında bulunuyorlar. İtiraf etmeliyiz ki; İktidarın 950 yılı seçim kampanyası için saklayıp şu sırada seri halinde çıkardığı işçi davasına ait kanunlar, tatmin edici ol masa bile kısmen davanın halline doğru bir ilerleyiş mahiyetindedir Lâkin ne yazık ki; dava mesnetsiz ve muallâkta bırakılmıştır. İktidar ortaya çıkardığı bu yeni eserlerile işçiye kanunen tanınan hakları, sahibine teslim etmek cesaretini gösteremiyor. Bunun açık manası: Türk işçisini tanımaması ve yurdda işçinin fecî durumundan tegafül etmesidir.
Demokrat Partinin ikinci Büyük Kongresinde program komisyonunda çalışmıştım. Orada İktisadî meselelere temas edildiği zaman bittabi iş hayatımız ve işçinin durumu derinliğine ve genişliğine gözden gc çirilmiş, ilmi salâhiyet ve tecrübelerinden faydalandığımız değerli arkadaşlar, bu davayı tam bir anlayış havası içinde bütün vüzuhiyle açıklamışlordı. Gerçek bir demokrasinin tahakkukunu hedef tutan programımızda elbette ki, Türk işçisini lâyık olduğu önemle mütalâa etmek ve ona göre tahkim edici müeyyideler kabul etmek tabiî bir netice olmuştu.
Biz mütalâatımızda; Türk işçisi hakkında vardığımız kanaatler bütün kıymetlerin üstünde kalmıştır. Kesin olarak inanıyorduk ki; Türk İşçisi hiç bir zaman yabanc. ideolojilere iltifat etmemiş o, en acıklı ve en çetin vartalar düştüğü zamanlar bile, millî ve vatanı sevgisini üstün tutarak iztrabını avutmağa ve içinde bulunduğu yoksul, perişan ha/uıtı hu yüksek duygu-larile sarmakta devam etti Böyle olduğu halde, Türk işçisini hâlâ şüpheli durumda tutmak ve onu proloter bir diktatorya kuracak vehmi içinde kıskaçlayıp haklarını korumak imkânlarından mahrum etmek, en hafif manasiyle insafsızlık olur.
İktidar, bu yıl sürpriz halinde çıkardığı kanunlarla işçilere bazı hak lar tanımaktadır. Fakat ne çare ki; i-leri devletçiliğin kösteklendiği iktr sad hareketler arasında işçi mev zuupu da müeyyidesiz bırakmıştır. Kanunlaf çok m&kernjnel olabilir Ve bu kanunlar en ileri bir demokrasiden nümuneler verebilir. Fakat, hak sahibi olanlara müdafaa hakkı vermiyen kanunlar birer fanteziden başka bir mana taşımazlar.
Meselâ: İşçinin haklarını tayin e-den kanunlar karşısında eğer, işçinin (grev) hakkı olmazsa, bu memlekette İktisadî hayatın zaruretlerinden doğacak iş nizamını tesis etmenin imkânı kalır mı?
Devletin malî veya müdahil olduğu sınai müesseselerde çalışan binlerce işçi vardır. Bu müessesele-rin çoğu yıllardanberi zararla kapanan blânçolar vermekte devam e-diyor. Bu zararların menşelerine temas edemiyen idare kurulları, nihayet işçinin durumunu ferahlandır mak değil, zararın bir kısmını onların bin meşakkatle elde ettikleri kazançlarına bile sirayet ettirdiğine dair misallerimiz var.
Geçen yıllar içinde bazı mıntaka-larda amele mükellefiyeti namı altında vatandaşların nasıl istihdam
( İktidar, ortaya çıkardığı yeni eserlerile işçiye kanunen tanınan hakları sahibine teslim etmek
cesaretini gösteremiyor. Bunun açık manası; Türk işçisini tanımaması ve yurtta işçinin feci durumundan tegafül etmesidir.)
Salâhattin Başkan
edildiğini ve bu elim mecburiyet karşısında tali ellerde ne fırıldaklar döndürüldüğünü henüz unutma dik Devlet, murakabasız işveren bir patron durumunda oldukça, Sayın Şemsettin Sirer'in iddia ettiği gibi devletin nazım rolünü ifa etmesine imkân var mıdır? Bize Devlet şefkatinden bahsettiler. Halbuki; en ileri şefkat, ancak kanunun müeyyideleri içinde tahkim yolu ile vü-cud bulanıdır. Böylece Devletçiliğin sıkı bir merkeziyet usulü de-müesscselerini vel bütçe he yoktur.
elinde hakkını müdafaa edecek imkândan mahrum kalırsa, çıkarılan kanunlarla biz, Türk işçisini de terfih ediyoruz demek, bir hayli cesaret meselesidir.
Hususi müesseselere gelince: diğerleri gibi buralarda da işçinin durumunu çok hazin ve çok mühmel görüyoruz. İşçi ile işverenler arasında hâlâ hukuk esasına dayanan bir tevazün yoktur. Patronun şefkatine terkedilen işçilerden yüzbin lerce mevcud olduğu gibi, işçi yüzünden, iş baskısı altında kalan bin lerce patron vardır- İş hayatımızın derin bir düzensizine içinde bulun duğunu ve bu yüzden büyük sınai müesseselerin kurulamadığını, has saten devlet iktisadi tetbirleriııden bir takım mevzuatın iş hacmini ter sine olarak daralttığına misaller verebiliriz.
Her şeyde devletçiliğin hakimiyetini tesbit eden usuller ve mevzuat cari olduğu müddetçe ve bunların tatbikatında ısrar edildikçe, bahusus amme işleri. Devlet bütçesinin çerçevesi içine sıkıştırıldıkça, Türkiye’de Demokrasiden bahsetmek, abesle meşgul olmak demektir.
Sayın Şemsettin Sirer, Çalışma Bakanıdır. Fakat iddia edebilirim ki; Meclisteki beyanatına göre, Türkiye’de iş hayatının üstüne çıkmış, Türk işçisine yukarıdan aşağı bakıyor.
Biz Demokrat Parti umdeleri et rafında bu meseleleri incelerken, Türkiye’de daha çok uzun yıllar ■ grev, ile (lokavt) ın karşılaşmıya-cağına kesin olarak inandık. Bunun sebepleri aşikârdır. Bizde, sınai te kâmül vücud buluncaya kadar daha çok yıllar, iç pazarlarımızı dıs sınai mamullerden ve baskı halinde her gün şiddetini artıran rekabetlerden korumamıza imkân yoktur.
Yüksek sınai müesseler kurmak imkânlarını bulsırk dahi, onları yaşatmak çok güçtür. Memleketimiz de Fabrikalar tesis etmiş müessese ler sohiplerile konuşanlar bilirler k; onlar, derin bir emniyetsizlik ve kararsızlık içindedirler. Bunun sebepleri yalnız dış rekabetler değil, iç İktisadî hayatımızda görülen kararsızlıklardır. Çalışma Bakanı bize, işçiyi terfih edecek kanun tasarılarını veriyor da, binanın temel
binnetice, bütün devlet her şeyden mülâhazalarının bırakacağına Bu takdirde, müdafaa
altında
taşlarını saklıyor Çünkü; davanın ruhunu değil, diyebiliriz ki; seçimlerin arifesinde garip bir politika taktiği yaparak madalyanın yalnız bir tarafını gösteriyor.
Bizi üzen cihet, bu hareketini rad yoda tertiplenen işçi mümessilleri (!) konuşmalariyle iddialarını tevsike çalışmasıdır. Bu mümessillere, işçiyi terfih gayesile çıkarılan kanunlarla, Halk Partisi hükümetinin nâzım rolü ifa ettiği için tatmin edil iniş olduklarını söyletiyorlar! Türk işçisi (grev) hakkı istemiyormuş! heri medenî devletlerde bile bu hak kın iptali düşünülyorrhuş! gibi mütalâaları duymak hakikatlerle alay etmek değil de nedir?...
Eğer Halk Partisi hükümeti, sıkı devletçilik zihniyetinden ayrılabil se ve Demokrat Partinin programın da kabul ettiği gibi, halka doğru devletçilik prensiplerini kabul edebilse, hiç şüphesiz ki, bu zaviyeden (grev) hakkının kabulünde tereddüt göstermezdi. Fakat onHar, bu vola giremezler ve girmekten daima kaçınacaklardır. Çünkü; Devletin idare sistemini, devlet bütçesine hizmet yolunda bildikleri için, mahsur bulundukları Devletçilik zihniyetinden ayrılamıyorlar.
Ve yine bu sebepledir ki; Devlet bütçesine vergi veren ellere değil, Devlet kasalarına girn paraya bakıyorlar. Diğer bir mana ile, vatandaşın verim kabiliyetini artırmayı değil, vermek zor ve mecburiyetini vükliyen tedbirleri düşünüyorlar, tşte: İktidar Partisi programı ile, Demokrat Parti programı arasında bu kadar açık ve belirli farklar var dır. Ve inanıyoruz ki: onlar daha bir çok kanunlarla kendilerini halka şirin gösterecek tedbirlere başvuracaklardır. Ellerincfe tuttukları cazip şeyleri gösterecekler fakat bir şey veremiyeceklerdir
İş ve İşçi mevzuu bizde o kadar a-cıfclı bir mandara arzediyor ki; Bu nun karşısında ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Asgarî vövmiye haddi takdir etmek istiyorlar. Haftalık tatil ücretlerinden bahsediyorlar. Bilmiyorum amma... Bunları duydukça bir de halimize bakıyoruz. Adeta başka bir dilden konuştuklarına sahip oluyoruz. Bu sözler bize, hayalî saltanat ariyan Donkişod'u hatırlatıyor. Lütfen gelsinler de onlara zeytin zamanı, tütün zamanı, yöv-miye ile çalışan köylü vatandaşlarımızın perişan hallerini, yer altında ve tezgâh başında yıprananları gösterelim. Bazı yerlerde yüz kuruştan 150 kurusa kadar yövmiye alan bu zavallı Türk işçilerinin kışın soğuk, karlı ve çamurlu günlerinde nasıl yalınayak bir lokma ekmek bahasına didindiklerini yakından görmek lâzımdır. Biz. her rastgeldiğimiz ver de onların Iztıraplavıııı paylaşıyoruz.
Sayın Şemsettin Sirer’den de ricamız budur: Onu bu milletin vatansever bir çocuğu olarak tanıyoruz. İstanbul Milletvekili Ali Rıza Ari'yi da sosyal davaları ideal ola-
PULSUZ İSTİDA
*'
i
Var mı, yok mu?
L| cr zaman İstatistiğin müsbet bir ilim olduğunu söylerler. Hakikaten öyledir. Dikkatle, İnce eleyip sık dokuyarak, gayretli bir çalışma neticesinde elde edilen rakamlar konuştuğundan İlân edilen neticenin müsbet olması lâzımgel-mektedlr.
Bu ilim, büyük ihtisas, geniş (bilgi ister. Bu sebepten, bu İşle uğraşan dairelerimizin sırası, vakti gelmeden sesini sadasını duymak mümkün olamaz! Çünkü, okuduğunu hazmeden, hakikî ilim sahiplerinin en büyük vasıflarından birisi de mütevazı olmaktır.
Blma mukabil, esas istatistik işleriyle uğraşan dairemizin bu ağır başlılığına imrenen ve kendi düşüncelerine göre ihsai rakamlar toplamağa hevesli dairelerimiz de çoktur. Bazıları bu İşi becermekte, bazıları da pek tabiî olarak becere-memektedirler.
Bunlar arasında, ahû misal gömündeki çöpün farkına varmadan, bu işi başarmağa kalkışan belediyemiz de bulunmaktadır.
Dedik ya... İstatistik müsbet (bir ilimdir, rakamlar beliğdir. Her halde ondan olacak, «vardır, yoktur!» münakaşasına da yaıdıını dokunacağını ümit ederek, bir takım rakamlar ortaya atarak, sözde faaliyet göstermekte olduğuna bizi de inandırmak istemektedir.
Bilmem gördünüz mü? Çok çalı şıyor, ve neler yapmıyormuş, neler?... Bir sürü ev, dükkân, otel, han, sinema vesaireyi temiz', dikten maada üç yüz bin nüfuslu An-karanuzda hemşehrilerimizden 6165 kişiyi bedava hamama sokmuş, yıkamış, temizlemiş...
Temizlemiş, deyince yanlış anlamayınız, hakikî mânâda temizlemiş yani kirlerini gidermiş!
Bu havadisi okurken, beyhude yere Konur sokağı ismini de ara yıp .durduğumuzu gizlivecek değiliz.
Fakat aramamız, boşa çıktı. Bulamadık. Bunun, her halde, beş altı defa ceza zaptı kesilip infaz edilmemesinden ileri geldiğini tahmin ettik! Aramaktan vazgeçtik.
Bununla beraber son kesilen ceza üzerine belki gelecek sefer yapacakları açıklamalarda burasının ismi de deftere geçer -ümidindeyiz.
Evet istatistik, müsbet bir ilimdir, yalnız rakamların doğru olması şarttır.
Hikmet YAZICIOGIU
Mücevher hırsızı genç kız
Ismetpaşa mahallesinde vukubu-lan hırsızlık hâdisesinin faili dün yakalanmış ve savcılığa teslim edil
- Dolabın kapağı kırılmak suretiyle çalman mücevherler yine aynı semtte oturan 12 yaşlarında Nazife isminde bir kızın üzerinde bulunmuş ve tahkikatı müteakip genç kız tevkif edilmiştir.
KARYOLA HIRSIZI 3 AYA MAHKÛM OLDU
Anafartalar caddesindeki karyo-lacı dükkânlarından birisinde bir hırsızlık vakası olmuştur.
Bu hırsızlık hâdisesi şöyle cereyan etmiştir:
Mehmet Yıldırım isminde bir şahıs yanına aldığı bir hamalla Anafartalar caddesindeki bir mağazaya giderek bir karyola almak istemiştir. .
Bu sırada Mehmet dükkânların kalabalık olmasından bilistifade o-rada duran bir karyolayı hamala tes lim etmiş ve dükkândan uzaklaşıp gitmişlerdir.
Bu vaziyeti gören dükkân miistah demlerinden bir genç patronuna haber vermiş ve tanımadığı bir şahsın kimseye sormadan ve haber vermeden karyola aldığını söylemiştir.
Bunun üzerine dükkân sahibi vaziyeti zabıtaya anlatmış.ve bu cüretkâr’ hırsız yakalanmıştır.
İlk tahkikatı müteakip karyola hırsızı savcılığa ’teslim edilmiş ve 2 inci Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmayı, .müteakip 3 ay hapse mahkûm edilmiş ve cezaevine gönderilmiştir.
Ben de bilmiyordum.
— Doğru, dedim. Bubu Ayşe’ye soracağım.
Bayan Ferhunde başını yaklaştırdı, gözlerimin içine baktı. Mahrem bir şey söyliyecekmiş gibi esrarlı bir tavır takındı. Oysaki, insanlık namına gayrete gelerek açık, dürüst bir teklifte bulundu:
— O aldırmıyorsa aldırmasın, oralı bile olmayın. Sizi ben yetiştiririm. Hem de öyle bir yetiştiririm ki, herkesin parmağı ağzında kalır.
— Meselâ?
— Bize gelirsiniz. Biz Yoğurçu-da oturuyoruz. - Adresi söyledi. -Babam müteahhittir. Size dans öğretir, poker dersi veririm. Birkaç haftada öğreneceğinizi umuyorum. SiSzde cevher var, vallahi var, farkında değilsiniz. Buradaki çocukların hiçbirisine benzemiyorsunuz. Ağırbaşlı ve sakinsiniz, insan sizinle çoksamami olabilir. Onu yüzüstü bırakmazsınız. Sonra, sen’at hakkındaki bilginizi de sinemalara giderek arttırırız.
Önüme çıkan bu fırsatı geri tepmedim.
ZAFERİN TELİF AŞK VE MACERA ROMANI
NUMARACI
*--Yazan : N- A.-Tefrika No: 13-*
— Fevkalâde isabetli bir fikir. Az önce arkadaşlarınızla halime gülüşürken ben de böyle düşün-nfiiştüm, dedim. Ne iyi, bakıyorum, buradâ herkes Hızır gibi birbirlerinin imdadına yetişiyor. Bense, buradakileri namütenahi egoist mahlûklar olarak tanıyordum. Bu kanaatimi düzeltiyor v esizden ö-zür diliyorum. Siz çok insancık bir kızsınız Ferhunde hanım. Mersi, mersi...
Melek huylu öğretmenim narin yumuşacık elini uzattı. Ben de denize düşenin yılana sarılışı kabi-
ünden sımsıkı yakaladım. Anlaşmayı imzaladık.
Azıcık da kendi hayatından bahsetti. Kollejden mezunmuş. Hiçbir danslı çayı, suareyi, hiçbir filmi ve hiçbir toplantıyı kaçırmazmış. Hafta içinde sık sık Beyoğluna çıkar da, girmediği sinema kalmaz, bir filme bazan iki kere girermiş.
Ayrıca, edebiyata çok düşkünmüş. Bizimkilerden Mahmut Esat Bozkurt’u, Kerime Nadir’i Vedat Örfi Bengü’yü ve Nezihe Muhittini severmiş! Pitiğrillinin eserlerine bayılırmış! Okurken öyle gülüyor-muş ki!..
Saat onbire yaklaşıyor, sohbetimiz koyulaşıyordu. Bayan Ferhunde göz kırparak:
— Buradan sıvışalım, dedi. Yalnız gelmiştim, hiç kimseyi istemiyorum, beni evsiz bırakırsınız.
— Bir engel var. Dedim.
Düşünür gibi yaptı:
— Onu da Hüsrev götürsün! dedi.
Tepemizde «Yağma vardı!» diyen bir ses işittik. Ayşeydi. Bayan Ferhunde hiç bozulmadan gayet mültefit bir eda ile elimi sıktı ve:
—Gene görüşelim, dedi, salıya
beklerim.
Sonra, arkadaşına dönerek:
— Ayşe onu bana gönder., diye tembih etti.
Ayşe koluma gererken bana ta-mamiyle sahip çıakrak, soğuk soğuk:
— Emredersiniz efendim., dedi.
İki kız, neredeyse eü maşalı birer mahalle karısı gibi saçsaça başbaşa girişeceklerdi. Birbirlerine kanlı bıçaklı iki düşman gibi bakıştılar. Aralarında bölüşeme-dikleri sahnp herhalde ben idim. Fakat gurur duyacağım yerde bir tiksinti duyarak:
— Gene görüşelim Ferhunde hanım, dedim.
Görüşsek de olurdu, görüşmesek-de olurdu. Ne var ki, bunu tayin edecek olan Ayşe.değil, bendim. Kızçağızm yüzündeki ifade derhal değişti. Ayşe’yi hırsından çatlatacak bir çalımla süzdükten sonra çekildi gitti. O kolumda:
— Bu mumya kılıklı cadı kaç kızın nişanlısını elinden almıştır., diye söyleniyordu. Ahlâksız! bari ayartlıklariyle evlense.. Onu da yapmaz!
—Sus., dedim.
Midem bulanıyordu. Birbirlerine arkadaş göründükleri halde, bir-
birlerinin elindekini kapmak için fırsat gözlüyorlardı. Dedi kodusu beş dakika sürecek bir muvaffakiyet için birbirlerinin ayağının altına karpuz kabuğu koymağa hazırdılar. Sonra da bunun adı dost-luk’tu.
Gürültü patırdıdan sıyrılarak karanlık geceye çıktık. Önümüzde, birbirine adamakıllı sokulmuş bir çiftin gölgesi karanlık yolda iler-liyerek kayboldu. Ayşe?
— Gördün mü? dedi.
Sesimi çıkarmadım. Yürürken midemin bulantısı geçti ve biraz açıldım. Deniz kıyısındaki kumlu yol o gece ne kadar ıssızdı! Ortalıkta in cin top oynuyordu. Ve sadece deniz., gümüş gibi ışıldıyan uçsuz bucaksız deniz köpüklenip kabarıyordu. Deniz sinirli ve çevik, toprak sakin ve rahattı. Posei-don’un bir emriyle harekete geçen küçük dalgacıklar, binbir ağız halinde ve durup dinlenmeden sahili öpüyordu. Bana, içlerinde nazlı şikâyetler, hasretler, coşkunluklar ve sırrına erişilmez arzular kaynaşıyormuş gibi geldi. Ve sonu cunda tehlkeler kaynaşan bu çağırışa koşmamak için; yolculuğunda yarı genç kız, yarı balık ve yarı kuş sirenlerin bayıltıcı nağmeleri-
ne, kendisini tez yürüyüşlü gemisinin orta direğine bağlatarak kulak veren basiretli ve çok bilmiş Odise gibi ben de., etrafımda beni tutacak bir dayanak aradım.
Ayşe koluma abanmıştı. Gecenin haşmeti onu ürpertiyor ve bana sokuluyordu. Yavaş yavaş yürüyorduk.
Yaşamak... ah, yaşamak! Bir tek dikili incir ağacının bulunmadığı bu dünyada yaşamak! Toprağı, güneşi, rüzgârı, havası ve insanla-riyle, gecesiyle gündüzüyle beraber yaşamak!
Alnımı rüzgâra verdim. Derin
derin nefesler alarak göğsümü şişirdim. Yaşadığım için, yeryüzünün ve gökyüzünün bütün bu gü-
zelhklerini gördüğüm için, insan
olduğum ve diğer insanların ıstı-
raplarını nabızlarımda duyduğum için derin bir hazla sarsıldım. O ıs-
tıraplarda bile insan oğluna yakışan bir yücelik, bir acılık ve bir en-
ginlik gördüğüm için iftihar duydum. Birbirinin kuyusunu kazan insanlara rağmen, birbirine diş gıcırdatan milletlere rağmen, bunca felâketimiz ve telihsizliğimize
rağmen, insanları idareye çalışan bunca aptallık ve mezellete rağmen, aydınlık yolumuzu tıkayan

moloz ve süprüntüye rağ-
men... herşeye rağmen gene de hayatı sevmedim neş'esi; insanlığın da kökünde bulunan bu ölümsüz
neş’e tekmil varlığımda uyanıyordu.
Ayşe başını kaldırdı. Saçlarını uçuran meltem onun kokusuyla doluydu. Leylâk desem değil, menekşe desem değil: bir hoş kokuyordu. (Devanu var)
ıak kabul etmiş ve bilhassa işçi da vasına sadakatla bağlanmış, hamiyetli, çok çalışkan bir şahsiyet olarak takdir ediyoruz
Fakat; içinde bulunduğunuz o. daireden bij an için ayrılarak hakia katlerle yuz, yüze gelmek zahmet ne katlanınız. O zaman göreceksin niz ki; halka doğru giden bir dev lötçîlik sistemû kabul edildiği ve buna samimiyetle bağlı kalındığı tak dirde (grev) hakkını tanımak zarureti vardır. Türk işçisi bu hakkı hiç bir zaman kötüye kullanmıyacak ve (loavt) de bu memleketde baş kal-dıramıyacaktır.
Çünkü bizde; iş hacmi o kadar dar ve o kadar kısır bir haldedir ki; bugün Türkiye’de patron işçiye, ve işçi de patrona günlük hayati zaruretlerle bağlıdırlar. Yeter ki; bun lar arasında adilâne bir sistemin vü cud bulmasını sağlıyalım ve durumu tahkim edelim. Bugüne kadar ele alınmıyan ve yıllardanberi ihmal edilen bu meseleler karşısında eğer köklü tetbirler alıp, davanın halli cihetine cesaretle yürüyemezsek, bütün çıkarılacak kanunlar... 950 yılı seçimlerini kazanmak için birer fantezi eser halinde kalacaklar dır.
SSayın Şemsettiı halefete, muhalefet yaptığı i -çin çatmağa hakkı yoktur Bilâkis hakikatleri işaretledikle -ri için muhalefetten faydalanma fırsatlarını kaçırmaması icap eder. Demokrasi mücadelemizin açık safhası sudur: Görüyoruz ki muhalefet haksızlıklara karşı (grev) yapmıyor fakat iktidar her fırsattan istifade ederek muhalefete karşı (lokavt) yapmakla meşguldür. Bu durum iddia ettikleri Demokrasinin gelişmesine yardım değil, Türk milletinin^ j'ı bu dava karşısındaki hareketi önü~7t\ duğunu gösteriyor.
Ne hazin manzara...

DP. Maltepe Ocağı Başkanlığından .
3 Şubat 1950 Cuma gecesi saat 21 de yapılacak aylık toplantıya (Yeşiltr-mak sokak No. 8/3 Sarar Okulu yanı) kayıtlı üyelerimizin gelmeleri rica olunur.
GALİP ARCAN DEVLET TİYATROSU TEMSİLLERİNE İŞTİRAK EDECEK
Haber aldığımıza göre bugün Ankara'ya gelmesi bekk .en İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatkârlarından 1. Galip Arcaıı Devlet Tiyatrosunda temsil edilmekte olan j. B. Priestley’ nin Bir Komiser Geldi piyesinde, bir kaç akşam için, Arthur Birling rolünü oynıyacaktır- Bilindiği gibi İ. Galip Arcan bu rolü, eserin İstan-buldaki temsilleri sırasında, Şehir Tiyatrosu sahnesinde de oynamıştır.
Bu vesile ile AnkaralI tiyatro severler değerli sanatkârı Devlet Tiyatrosunun genç kadrosu içinde, ve en muvaffakiyetli rollerinden birinde seyretmek fırsatını bulmuş ola~^ caklardır.
1U
)k
J.

2
İİM
t». ).u
Jei *ve
S
£
js
S


â V J S d İfi ■ 1 b

' Baruch - Jessup kombinezonu
I tiraf etmek gerekir ki, Ameri-
■ kan siyaseti Sovyet Rusya ö-nünde muntazam bir ric’at manzarası göstermektedir.
Kızıl Çinlilerin durmadan ilerlemesi karşısında Amerika, bidayette Çini kendi haline bırakmak ve hattâ ■Formoza’ya dahi yardım etmemek kararını verdiği halde, bugün, vaziyet birdenbire altüst olmuştur. Jessup’un hazırladığı bir takım temasların tahakkuku üzerine, General Omar Bradley ve Amiral Scher-nıann, askerî durumu görüşmek ü-zere Tokyoya gitmişlerdir. Bu iki askeri şef Mac Arthur ile Asya müdafaasının esaslarımı- müzakere e-deceklerdir.
Bir çok müşahitler, Mac Arthur'un Asya müdafaasına, taraftar olduğunu bu zamana kadar ısrarla belirtmişlerse de, biz bu sütunlarda müteaddit defalar hatırlattığımız veçhile, Amerikanın Japon işgal kuvvetleri Başkomutanının, en azdan Asya kıt'ası için bu fikirde olmadığına kaniiz. O kadar ki, (bundan evvelki yazılarımızda işaret ettiğimiz gibi, Amerikanın Çini terket-mek kararında, Mac Arthur, iki ay evvelki nutku ve raporu ile büyük ölçüde âmil olmuştur., demiştik.
Mac Arthur, raporunda Japonya-ııııı gerekirse kendisini müdafaa e-debileceğini söylemiş ve hemen iki gün sonra da, Japon Başbakanı hemen hemen aynı mealde bir beyanatta bulunmuştu. Bu, Formoza’nm ter kedilmesi demekti. Yani, Formoza* nın, Japonya ve genel olarak Amerikanın Pasifik müdafaası için mutlaka elde tutması lâzım gelmediğine bir işaretti.
Halbuki bugün, Amerikan Âyan Meclisi Dışişleri komisyonu, Formo-zaya sığınmış olan milliyetçi Çin hükümetine, Başkan Truman’ın emrinde bulunan tahsisattan 28 milyon dolar ayrılmasını kabul etmiştir. Bundan başka, şimdiye kadar beğenilmemiş olan Hindiçinî hükümetine de telgraflar gönderilerek Bao - dai kabul edilmiştir.
Buna mukabil, atom enerjisinin milletlerarası kontrolünden hemen tamamen ümit kesilerek, atom bombasından 1000 defa fazla tesirli oldu-
Atom bombası etrafında
HERGÜN BİR HÂDİSE :
Amerika idrojen bombası yapıyor
Truman bu yolda emir vermiş olduğunu açıkladı
nerjisine dair araştırmalar son sene zarfında çok inkişaf etmiş, atom kuvvetini saniyede kullanma tasavvurları artık kâğıt üzerinde bulunma safhasından çıkmıştır.
İdrojen bombasını da atarım!...
Boston, 1 a.a. — Atom bombasını Nagasaki’ye atan Amerikan pilotu Yarbay Charles Sweeney, hidrojen bombası hakkında şunları söylemiştir:
Eğer Amerika bir taarruza ma-____„________________________ _ ruz kalırsa, hidrojen bombasını
lemiştir. Başkan Truman diğer atom da atmıya hazırım. Nazasaki’de his-silâhları olduğu gibi bu yeni silâ- settiğim şeyleri kelimelerle ifade hin da sulh yolunda kullanılacağını etmek güç. İnşaallah aynı işi hidro-ilâve etmiş, ve Amerika’nın atom jen bombası ile yapmayız. Başkanın silâhlarını, beynelmilel bir kontrol, kararı yerinde ’ '
kurulması kabul oluncaya kadar in ' rardır. Atom v _ _ .
kişaf ettirmekte devam edeceğini de ■ rının milletlerarası kontrolü sağlan açıklamıştır- Atom enerjisi korniş- madıkça daha modern silâhlar yap-yonunun bildirdiğine göre, atom '* J
Londra Radyosu, 1 (Basın - Yayın) — Başkan Truman Amerikan Atom Enerjisi Komisyonuna, hidrojen bombasının imal edilmesini emretmiştir. Truman, bu vesile ile verdiği hususî demecinde, Amerikan ordularının Başkomutanı olmak sı-fatiyle memleketin, herhangi bir taarruza karşı hazırlıklı bulunmasını sağlamanın, mesuliyetlerinden biri olduğunu ve bu sebepten dolayı atom enerjisi komisyonuna hidrojen bombasının imali için faaliyetlere devam etmesini emrettiğini söy |
Vur potlasın!
A merikada, Kameci isminde “ * bir adam, »(üzüntüyü bırak, yaşamağa bak» diye bir kitap yazınca meşhur olmuş!
Halbuki bizde bir değil, yüz değil, binlerce Karneci var ama, ne yaparsınız ki meşhur değiller!
İnanmazsanız, arzuhal encümeninde, 10 binlerce istidanın semtine bile uğramıyan Milletvekillerini bir hatırlayın!
İsterseniz, 460 inci istidadan sonra, mahkemeye sanık olarak düşen memurun haline bakın!
Kameci güzel söylemiş ama, kimse de onun sözünü bizdeki kadar tutmamış! — A. F.
Meclis köşesi;
DAVET
Bayındırlık Komisyonu:
e ve kaçınılmaz bir ka ve hidrojen bombala-
mak zorundayız.
En son Italyan
Amerikan Hava
1 — Samsun milletvekili Yakup Kalgay ve beş arkadaşının Mühendisler Odası Kanunu teklifini,
2 — Çorum milletvekili Necdet Yücer’in Türkiye Enerji Kurumu Kanunu teklifini,
3 — Su şleri kurumu kanunu tasarısını,
4 — Atatürk Anıt - Kabir inşaasr na dair olan 4677 sayılı kanuna ek kanun tasarısını görüşmek üzere bugün saat 10 da;
Çalışma Komisyonu:
savunma plânı
Uçuş için yeni tedbirler alınması muhtemel
Londra Radyosu, 1 (Basın - Yayın) — Amerika Savunma Bakanlığı hava taarruzlarına karşı alınacak tedbirler hakkında bir plân hazırlandığını bildirmiştir. Bundan
De Gasperi’nin nutku sık sık kesildi
Londra Radyosu, 1 (Basın - Yayın) — Italyan Başbakanı De Gas-peri, dün gece 3 partili geniş koalisyon hükümetini mümessiller Mec lisine takdim etmiştir. Komünistler --------------. ..
Başbakanın söylevini sık sık kes- . böyle Atlantik kıyısından iki yüz mişlerdir. De Gasperi İngiltere ile millik bir mesafe içinde yapılacak işbirliği yapmak ve İtalyan ekono-1 bütün uçuşların önceden askerî ma-misini Avrupa ekonomisine intibak kamlara bildirilmesi gerekecektir.
Zonguldak milletvekili Emin Eri-şırgil ve Sabri Koçer’in işçilere hafta tatilinde gündelik ödenmesi hakkında kanun teklifini görüşmek ü-zere bugün saat 10 da;
Dilekçe Komisyonu:
Bugün saat 10 da;
Gümrük ve Tekel Komisyonu?
ettirmek arzusunda olduğunu söy-1 Amerika hava kuvvetleri sözcüle-lemis. Fransa )le yapılması tekli! ' ''İnden biri, muayyen noktalarda u-edilen gümrük birliğinin ikmalini ÇuSa hazır durumda av "Cfl ve Almanya'ya karşı anlayalı bir bulundurulacağım ve bunların ba-tavır takındmasım istemiştir. Bas' i his konusu nizamlara aykırı hareket bakan gerek İtalya ve gerekse Ame- edecek uçakları inmeğe mecbur e-
av uçakların
Dasınaan »'’v’J ueıa lana resim u)uu- oasan geıen ve gcıvA-oc muc - ......
ğu söylenen İdrojen bombasının i- j rika hükümetlerince teminat altına deceğini bildirmiştir. Bu tertibat ı-maline tevessül edilmiştir. Bu ko- alınacak olan gayri resmî Amerikan leride bütün Amerika ya teşmil e-
ııuda, Başkan Truman emir vermiş sermaye plasmanları hakkında Va-bulun mak tadır.
Görülüyor ki, iki cephede de va-^dyet gerginleşmiştir. Bunu evvelâ Eşyada Mao Çe Tung’un muvaffak olmasiyle izah etmek mümkün olduğu gibi; genel olarak, dünyanın en büyük ve tahripkâr silâhı olan a-tom bombasının Ruslar tarafından imal edildiğine dair Amerikalılara bir itminan geldiği şeklinde yorum lamak da mümkündür.
Vaziyet şöyle hulâsa edilebilir: Amerikalılar, Asyada Mao'yu kaybettiklerini zannetmektedirler. Yani Çin, elden çıkmıştır. Dışişleri Bakanlığının milliyetçi Çine yardımın kesilmesi hususunda ileri sürdüğü iddiaların askeri makamlar tarafından reddedilmiş olduğu malûmdur. Bu yüzden daha dün Acheson, bazı âyan üyeleri tarafından istifaya davet olunmuştur. Acheson, mülkî makamların desteğinden mah rum olduğu için, fikrimizce Çinin terkedilmesine taraftar bulunan ve yüksek bir otoriteye sahip olan Mac Arthur'u şahit tutarak, deniz vc kara orduları kumandanlarının Tokyo’ya giderek Mac Arthur ile bizzat temas etmelerini talep etmiştir.
Buna muvazi olarak, Amerikan u-mumî efkârını tatmin ve teskin yolunda idrojen bombasının imaline karar verildiği de bildirilmiştir.
Aslında, bizim kanaatimize göre, Amerika ne Asya’da, ne de her hangi bir kıt’ada ki zaten artık kıt’a muharebesi de kalmamıştır- harbe hevesli değildir. Fakat 1946 danberi Ruslar tarafından reddedilen Ba-ruch plânının bir tarafa bırakılması ve artık atom enerjisinin kontrolünden vazgeçilmesi, ve idrojen (bombasının imaline mübaşeret olunması, Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki bütün köprüleri berhava ettiği gibi, en gergin bir durumu da haber vermektedir.
Bir yanda atomun çok güç öldürebileceği yüz milyonlarca insan, diğer yanda bu yüz milyonlarca insanı beslemek zorunda bulunan fabrikaları bir anda mahvedebilecek bombalar.
Ne oluyorsa, aradaki insanlara o-luyor.
I şington'da müzakerelerin başlamış ı- ' olduğunu bildirmiştir- De Gasperi geniş bir ziraî İslâhat programının tatbika konulacağını ve köylülere toprak dağıtılacağını vadetmiştir.
Almanyada kömür istihsali artıyor
Londra Radyosu, 1 (Basın - Yayın) — İktisadî işbirliği idaresi Batı Almanya’da kömür istihsalinin arttırılması için 68 milyon mark ay rıldığını bildirmiştir. Bu para Almanya’nın dolar mukabili ihraç ettiği kömürlerden temin edilmiştir. Bu yardımla yapılacak İslâhattan sonra Batı Almanya’nın günlük vasati kömür istihsali bir müddet son ra 360 bin tondan 450 bin tona yükselecektir.
Demir perde arkasında fotoğraf nizamnamesi
Nevyork Radyosu, (Basın - Yayın) — Macar kabinesi bir emir ya-ymlıyarak Macar devlet adamlarının ve diğer mühim şahısların port relerinin satılması için kültür bakanlığından izin alınması lâzım geldiğini bildirmiştir. Piyasaya çıkarılacak portrelerin bir kopyası yahut tam bir tarifi bakanlığa sunulacaktır.
dilecektir.
Libyanın birliğine dr ğ-u
Londra Radyosu, 1 (Basın - Yayın) — Bingazi Millî Kongresi, Trab-lusgarp ile Bingazi’nin Emir ld-ris El Sünusi'nin hükümranlığı altında federal bir birlik teşkil etmeleri, fakat ayrı ayrı idarelere sahip olmaları lehinde bir karara varmıştır. Kongre, Birleşmiş Milletler Ko misyonu üyelerine, bunun Fransız bölgesi de dahil olmak üzere Libya nın birliği yoluna ilk adımı teşkil edeceğini bildirmiştir. Kongre bütün Italyan mallarına elkonulması-nı ve Libya'da hiç bir Italyan’ın kal masına müsaade edilmemesini istemektedir.
Geçen yıl, Birleşmiş Milletler A-samblesi Libya’nın 1952 de bağımsız bir memleket olması lehinde ka rar vermişti.
Yugoslavya’nın hava seferleri duracak
Nevyork Radyosu, (Basın - Yayın) — Çekoslovakya ile imzalanmış olan hava anlaşmasının 15 Mart ta sona ermesini müteakip, Tito hü kümetiyle demir perde arkasındaki memleketler arasındaki hava mü nasebetleri sona „ '
Yugoslavlar bugün yalnız Amerika ve İsviçre ile karşılıklı hava anlaşmalarına sahiptir.
Mücahit TOPALAK
Truculenf dâvası alevlendi
Süvari yargılanıyor
Roma Radyosu, 1 (Basın - Yayın) — Ingiliz Amiralliği «Trucu-lent» denizaltısının sırf müessif bir kaza neticesinde battığının tesbit edilmiş olduğunu resmen açıklamış l tır. Tahkikat sonunda bir kasıt ve- j ya ihmalkârlığın mevcut olmadığı anlaşılmıştır. Kazada 74 kişi haya-tını kaybetmiştir. Fakat resmî ola- | rak öldükleri bildirilenlerin sayısı 10 kişidir. Çünkü Ingiliz kanunlarına göre, ölüm vakasının tesbiti J İçin cesedin bulunmuş olması şarttır- Denizaltının kumandanı askerî . bir mahkemede yargılanacaktır. I
Serbest Fıkra
Tekirdağ milletvekili Ziya Ersin Cezaroğlunun tarım makineleri ve pulluklarla tarımda kullanılan her nevi âletler, araçlar ve bunların yedek parçalarından gümrük resmi alınmaması hakkında kanun teklifini görüşmek üzere bugün saat 10 da;
Ticaret Komisyonu:
Ticaret ve sanayi odaları kanunu tasarısını görüşmek üzer? 3/2/ 1950 Cuma günü saat 10 da;
VIII numaralı geçici dilekçe komisyonu:
Bugün saat 10 da Maliye Komisyonunda toplanacaklardır.
Pakistan'ın İrana yardımı
Londra Radyosu, 1 (Basın - Yayın) — Karaşi'den bildirildiğine göre, Pakistan hükümeti geçenlerde zelzele ve fezeyanlara sahne olan İran'a acele tıbbî malzeme gönder-miye karar vermiştir- Pakistan Baş bakanı Liyakat Ali Han İran Başbakanına gönderdiği samimî sempati mesajında, Pakistan’ın İrana elden gelen her türlü yardımda bu-lunmıya hazır olduğunu bildirmiştir.
Allah Korusun.
Connecticut, 1 (a.a) — Atom bom bası üzerindeki çalışmaları idare et miş olan general Leslie Groves Baş kan Truman'ın kararı hakkında demiştir ki:
Başkan Truman’ın bu kararı çok yerindedir. Halimiz ve istikbalimiz için Amerika'nın takibedeceği başka yol yoktu. Başkanın bu kararını duymak beni çok memnun etti. Bi-biiimoa» *.av« ...v. rinci Dünya Harbinde insanları kü ermiş olacaktır. I çük bombalar öldürdü, İkinci Dünya ’ " ” Harbinde de büyük bombalar. Bu-
nun sonu ne zaman gelecek bilmiyorum. Allah korusun...»
Yoluna kurban oldum!
| ktidar partisi icraatını sayıp dökerken, Ibiteviye en başta şunu tekrarlar:
— Cumhuriyet hükümetleri ne mi yaptı? Daha ne yapsın? Binlerce kilometre yol yaptı!
Ve arkasından irili ufaklı sözcüleri, yol açma törenlerinde şöyle nutuklar çekerler:
— Yol siyasetimize önem verdik! Vermekte devam ediyoruz ve edeceğiz!
Bravo ve alkışlar... Hakikaten görünüşte vaziyet onları yalancı çıkartmaz! Öyle ya, Avrupadan Amerikadan mütehassıslar gelmiş, bir çok milyonlar harcanmış ve mevcut yollarımız 15.420 kilometreyi bulmuştur.
Fakat. Bu yolların ne kadarı kışın açıktır? Bunu hiç hesap ettiniz mi?
Dünkü Ulus gazetesinde okuduğumuza ve bizim tahkikatımıza göre, karla mücadele programı şöyledir:
laaan:
Sarıçlzmeli I
2.490
3.000
15.425
Kilometre yol, karla mücadeleye, dahildir.
Kilometre yol kapalıdır, mücadeleye konulamamıştır.
Kilometre yol, sıcak bölgeye aittir ve açıktır. Mevcut yolumuz bu kadardır.
Şimdi, bir de gelin, sözde, kar mücadelesi yapılan bu 9.930 kilometrelik yolların vaziyetini gözden geçirelim:
Ordu, mücadele bölgesine dahildir. Fakat oraya bir iki gün kalmak üzere giden Başmuharririmiz on gündür, kapanmış kalmıştır! Kendisinden, ne zaman döneceğini -bilmeden, şu mealde telgraflar almaktayız:
..Kara yolu kapalı. Vapur uğramadan geçiyor. İlâçlarımı yaptırıyorum. Bir vasıta Ibulunca döneceğim.»
Trakya, keza karla mücadele bölgesine dahildir; söylemeğe hacet yok, her gün gazetelerde oku-yursunuz:
..8 kamyon ve bir o kadar otobüs, kara saplanmış kalmıştır.»
Tokat şosesi böyle. Sivas yolları böyledir Halbuki kar, mücadele cdilemiyecck bir tabiat âfeti değildir. Her memlekette kar yağar, fakat kar makineleri sayesinde seyriisefer, yoluna girer ve haftalarca aksamaz.
Fakat, aziz okuyucularım! İktidar Ibize, yazlık tenezzüh yolları yaptırmış, kışı hiç düşünmemiştir. Kar makinesi gibi en basit bir müdafaa âleti olsun tedarik etme miştir! Elde bir kaç tane süs için vardır. Fakat onlar da bu kadar iş görmektedir! Şimdi, bu vaziyette; yol siyasetimiz, yolundadır mı, diyeceğiz? Yaptığımız yolu, ak lımız başımızda olarak mı yapıyoruz, diyeceğiz?
Halbuki yol, bizim memlekette sadece şehirler arasında yaz kış, ıhayati bir vasıta değil, aynı zamanda yurt müdafaasına taallûk eden en esaslı bir dâvadır. En u-fak (bir ilımal, Milli Savunmamız bakımuıdan affolunmaz facialar doğurabilir.
Hemen Allah, memleketimizi düşman şerrinden esirgesin de hepimizin yolu vc alıu açık olsun!
Penisilin insanlığın emrine nasıl girdi? Bir kadın bu iş için hayatını ve servetini nasıl tehlikeye koydu
Bir kadının hayatı ve saadeti insanlığın hayrına nasıl vakfedildi ?
Penisilinin araştırılması hayatlara mol oldu.
1 941/42 yılının sert kışında Ok-ford’dayız. Doktor Howard Walter Florey paydostan sonra a-sistanlarma iyi geceler diliyerek karanlık sokaklardan evine doğru gidiyordu. Yorgun ve mahzundu. Ka-naatiiıce bu ikinci Cihan Harbinde
milyonların hayatını kurtaracak o-lan ilâç, penisilin, bir çıkmaza girmiş görünüyordu. Yorucu küçük çalışmalar sonunda Florey ile yardımcıları (besi suyu) ile dolu şişelerde o esrarlı küf mantarlarını yaşatmıya ve bundan pek az miktarda, penisilinli sarresmer bir toz
elde etmiye muvaffak olmuşlardı. Hayvanlar üzerinde bu baha biçil-
mez madde ile yaptıkları denemeler-
le penisilinin, öldürücü sayısız bu-
laşık hastalıklara sebep olan mendebur kok basillerini yok ettiğini isbat etmişlerdi. Fakat insanlar ü-zerinde penisilin tecrübesi henüz
hiç yapılmamış gibi idi. Gerçi doktor Charles Fletcher bir yıl önce
birkaç tecrübeye kalkışmışsa da, pe nisilin miktarının pek az olması yüzünden sağlam bir sonuca varmak rnümkün olmamıştı.
Penisilinin değeri hakkında müsbet bir klinik raporu bulunmadıkça da hiç bir ecza firması milyonlarını or taya koymıya razı olmazdı, çünki kâfi dozlarda penisilin elde etmek
için gerçekten milyonlara ihtiyaç vardı. Floreyin penisilin mevcudu çok azdı, fakat lâboratuar şim di vicdanlı bir doktorun gerçekten işe yarar birkaç tecrübe yapabilmesine yetecek kadar istihsal edebiliyordu. Amma harbin yarattığı bu doktor kıtlığında bu önemli vazife kime verilebilirdi? Florey meseleyi karısı Mari Ethel'e açtı
Kadın düşünürken kocası onu sü kûnetle süzüyordu; sonra ansızın şöyle bir teklif yaptı: Bu işi Mari ele almalı idi. Kadının kalbi heye-
canla sarsıldı.
Bir kadın göründü
Ethel Florey, tıp tahsili yapmış, tabiplik imtihanını da Avustural-yanın Adalâide Üniversitesinde ver mişti. Bundan iki yıl sonra da Ho-vvard Florey ayni üniversitede doktorasını vererek Rhodes vakfı tarafından Ingiltere’ye yollanmıştı. Bayan Florey penisilin üzerindeki çalışmaları bütün ayrıntılariyle biliyordu.
1928 de doktor Alexander Fleming bir kültür vasıtasında acayip bir küf mantarı keşfetmişti ki, bu küf ozaman henüz bilinmiyen bir tarzda yakın çevresindeki bütün mikropları öldürmüştü.
Bu müşahedeyi takip eden tecrübelerde bu küf mantarı, canlı nes-ce hiç bir zarar vermeden, yaralara konabildiği görüldü. Bununla be raber Fileming’in keşfi 10 yıl dikkati üstüne çekemedi.
Enfeksiyonlara karşı yeni ilâçlar aramakta olan doktor Howard Florey 1938 de Fileming’in tecrübelerini hatırlıyarak yeni bir deney sıradiyle işe girişti. Nihayet Oks-ford bilginleri, içinde küf mantarı (Penicillium notatum) beslenen bol miktarda usareden pek az miktarda bir toz çıkarmıya muvaffak oldular ki bunda yeni ilâç penisilin bulunuyordu.
Şimdi Howard Florey karısı için, Oksford’daki birkaç hastaneden, münasip vakalarda penisilin kullan mak müsaadesini almıva muvaffak oldu- 1942 nin o ağır mukadderat gününde Marie Ethel’e teslim edilen penisilin miktarı, bugünkü anlayışa göre tek bir hastaya bile yet mezdi. Fakat o bu baha biçilmez usarelere ve merhemlere bölüştürüp, bunları mini mini şişelere, a-rınmış (steril) krem kutucuklarına koyarak hepsini eski bir elçantasr na doldurdu, çantayı da bisikletine asarak muztarip bir dünyaya penisilin şifası sunmıya çıktı.
*
Teşebbüs nasıl yürüdü?
İlkin, neticeyi kolayca görmek e-meliyle dış enfeksiyon vak’aları seçti: içinde tehlikeli stafilekok mik ropları kaynaşan çıbanlar, irinli ya ıalar v.s. Penisilin kullanıldıktan sonra kok basilleri kayboluyor ve ■ yaralı nesiç iyileşip tertemiz kapanıyordu. Cesaret verici, lâkin ne de olsa bir başlangıç. Penisilinin asıl 1
Penisilin araştırmalarına dünyanın her yerinde hararetle devam_ olunmaktadır. Resimde genç bir kimyageri işbaşında görüyorsunuz?
büyük tesiri derin iç enfeksiyonların tedavisinde kendisini gösterdi. Dr. Fletcher penisilini başarı ile verit-lere şırınga etmiye muvaffak olmuş sa da, kana bu yoldan devamlı ve kâfi dozlar katmak zordu. Penisilini kaslar arasına şırınga etmek olmaz mıydı acaba?
Tam o sırada Radcliffe Kliniği kendi kendine çocuk düşürmiye çalışırken aldığı bir enfeksiyonla a-ğır bir şekilde hastalanmış genç bir kadını kabul etmişti. Hastanın hayatı pamuk ipliğine bağlı bulunuyordu. Altı gün birbiri ardına günde iki defa penisilin iğnesi yapılan hasta iyileşti- Ethel Florey tarafından bu tecrübede kullanılan dozlar o zaman için çok fazla görünüyordu. Demek ki ilâcın fazla miktarda verilmesi de zararlı olmuyordu.
Ethel Florey’in tecrübeleri çoğalıyordu. Yeni ilâca karşı istek oka-dar hızla artıyordu ki, bayan doktorun tek endişesi kocasının laboratuarından çıkan miktarların gittikçe genişliyen tecrübelerine yetme mesi idi. Bir gün onu iki aylık bir çocuğun beşiğine götürdüler. Yavrunun belkemiği çarpılmıştı ve a-ğır bir murdarilik iltihabı ((osteo-myelitis) ile tir tir titriyordu.’ Ethel Florey bir sıra penisilin şırıngası yaptı. Dokuzuncu gün çocuğun ağırlığı biraz artmıştı. Altı ay sonra ise kırmızı yanaklı, canlı bir çocuk meydana gelmiş, belkemiği de hemen hemen düzelmişti.
Çok geçmeden Penisilinle hakkından gelinmiş yeni hastalıklar listeye alındı: cerahat yaTası, beyin zarı iltihabı, kalb iç zarı iltihabı, sepsis ve daha bir sürü enfeksiyonlar. Penisilin sülfamitlerle ölçüle-miyecek kadar üstün bir şekilde hem stafilokokları, hem streptokokları mahvediyordu. Ve yine sülfamidle-rin tersine olarak hiç zarar görmeden büyük dozlar kullanılabiliyordu- Artık bütün gayretler bol miktarda penisilin istihsal etmiye harcanıyordu. Bir İngiliz ecza fabrikası az miktarda penisilin teslim ettiği gibi ayrıca şu usule de başvuruldu: Penisilin böbrek yoluyla dışarı atıldığından hastaların idrarı toplandı ve filitre edilip kazanılan ilâç yeniden kullanıldı.

İlk zaferler
1942 eylülünde Ethel Florey en-
feksiyon hastalarına karşı tek başına yürüttüğü savaşta ilk zaferi kazanmış gözüküyordu: Penisilin 187 vak’ada başarıyle kullanılmıştı. Hem o damara olduğu kadar kas lar arasında da şırınga edilebiliyor; ağzından, merhem halinde ve sargılar üstünden dahi kullanılabiliyordu 1943 de Ingiliz tıp dergisi (The Lan-cet) bir makale yayımlıyarak bütün bu yenilikleri dünyaya haber verdi. Ayni dergide çıkan bir başyazı zor saklanan bir heyecanla Flo-reylerin hayret verici çalışmalarım öğüyor, yapılan tecrübelerin bu bak teri düşmanı ilâcın değeri hakkında şüpheye yer bırakmadığını söylüyordu. Yalnız şu üç kelime ile durumdaki acıklılığı belirtiyordu: «Mükemmel, fakat bulunmaz.» Penisilinden bu harpte faydalanılmak isteniyorsa istihsal işinde bir mucize olmalıydı.
Howard Florey 1941 de Amerikan ilim adamlarını penisilinin harp ba kımından gösterdiği imkânlarla ilgilendirmiye gayret etmişti. Fakat o zaman henüz tecrübesi tamam lanmamış olan ilâç için çok lüzumlu bazı ham maddeleri ayırmak tehlikeli sayıldığı gibi, tesirli yeni me-todları kullanmak imkânı da mahduttu. Bereket versin ki, Ethel Florey’in kandırıcı kılinik çalışmaları imdada yetişti- Devletin de yardımı ile Amerikan ecza fabrikaları penisilin istihsalini üzerlerine aldılar.
Müttefik kıtaları Batı Avrupa top rağına ayak bastığı gün, Ethel Florey’in idaresinde penisilin tedavisi en büyük Ingiliz hastahaneleri-nin birisinde tatbik edildi. Penisilin yalnız bu hastanede Normandiya’-dan gelen 3 bin yaralıyı harp cephesinin en korkulu enfeksiyonu olan gaz yanığından kurtardı. Penisilin sayesinde operatörler paramparça uzuvları dikip yapıyorlar, kesip at-mıya lüzum görmüyorlardı. Plâstik ve ortopedik cerrahide penisilin mu cizeler yarattı.
Harpten sonra penisilin enfeksiyon hastalıklarına karşı koruyucu savaşın her ağızda dolaşan başlıca sembolü haline geldi. Bugün eczaha-nelerde tek bir reçete ile verilen penisilin miktarı 1942 de Ethel Floreyin aylarca harcadığından daha çoktur.
•■(Das Beste) Dergisinden.»
Demokrat Partinin
Nevşehirde yaptığı yeni toplantılar
Nevşehir, (Hususî) — Demokrat Parflinin şehrimizdeki faaliyetini bundan önceki bir yazımda anlat-mıştım-
Bu faaliyete muvazi olarak 29/1/ 1950 Pazar günü C. Atik ve Yeni Mahalle ocaklarının açılışı münasebetiyle 2 bine yaklaşan bir demokrat topluluğu bu törene iştirak et -miştir.
Demokratlara yakışan bir ciddiyetle cereyan eden bu törende söz
alan hatiplerden genç demokrat Tevfik Kolbaşı alkışlarla sık sık kesilen hitabesinde —Demokrat Par tinin kuruluşu sebeplerinden ve demokrasinin mâna ve iyiliklerinden bahisle diğer bir çok memleket meselelerine de temas etmiş ve Demok rat Partinin yegâne gayesinin memlekette halk idaresini kurmak ve ilelebet yaşatmak olduğunu söyle -miş ve «Söz milletindir, diyerek sözlerine son vermiştir.
ZAFER
acaba bir
Bu kız,
alt üst
— 79 —
ce-
Yazanı
73
Ks
Çankaya, Cebeci, Hayat
sus CEBECİ
BÜYÜK ANKARA ULUS YENİ PARK SÜMER
batılı
zoru ile Çin’e doğ-bir müdahelede
Hicrî; 1369 — Rebiül’âhır: 14
Rumi: 1366 — OCAK: 20
2 ŞUBAT 1950 PERŞEMBE
Ezanî
Müzik: ıinı- m
TEMSIL: Moli
20.
Büyük Orkcstr Johann Scbasti
LUZD MLOTKLCFONLAK
Yangın
Sıhhî İmdat Trenler ..
Hava Yollan Yataklı vagonlu Su ârızi ..... Elektrik .... Havagazı .
Başkent taksi Yeni Güven Taksi Şirin Taksi ..
Merkeı Taksi .
Ersan taksi ............
SİNEMALAR VE EĞLENCE YERLERİ

(15031) : Damgalı do
(23432) : Samb (22294) : Yal (14040) : Gön (11131) : (14072) : Kılıcl
RADYOSU
2 ŞUBAT 1950 PERŞEMBE
Müzik: Neacll
Haberler vc
Müzik: Tllr
Haşan, gayri ihtiyarî bu kızın yüzüne dikkatle baktı. İçinde garip bir sızı belirdi.
büyücü müdür diye düşündü.
bakışları Haşanın fikrini
Haşan eğleniyor
— Senin adın ne?
— Mişel.
______Böyle de ad olur mu? Hiç bir şeye benzemiyor.
— Ne yapalım doğduğum vakit bu adı koymuşlar.
— Şöyle Haşan, Hüseyin gibi erkekçe bir isim bulamamışlar mı?
— Onların erkekçe oldukları neden malûm?
— Görmüyor musun, Haşan deyince bir gök inliyor. Ne ise, bunu bir tarafa bırakalım. Şimdi nereye gidiyoruz?
— Benim götürdüğüm yere.
Haşan irkildi. Ters ters Mişelin yüzüne baktı:
— Yoo ...O kadar uzun değil. Ben, istenilen yere değil, istediğim yere gitmeğe alıştım.
— Bu gittiğin fena bir yer değildir.
— Adını öğrenelim.
— Zaten çok bir şey kalmadı. Yalnız...
Mişel sustu. İçinde garip bir sızı vardı. Bu mert ve yiğit adamı, falcı kızının evine götürüyordu. A-caba falcı kızı onu neden görmek istemişti? Gece gündüz hayalinden bir türlü çıkaramadığı bu güzel kızın, Haşanda gözü mü vardı? E-ğer öyleyse, kendi eliyle, kendi aşkına ihanet etmiş olmuyor muydu? İçinde bin bir türlü his kaynıyor, zaman zaman Haşanı süzüyor ve onun levent endamında, bütün kadınları cezbedecek hatlar buluyordu. Yoksa, Haşanı falcı kızının yanına götürmemeli miydi? Bu takdirde de falcının teveccühünü kaybetmek vardı. Mişel, müthiş bir iç mücadelesi ile kıvranıyordu.
Haşan, Mişelin tereddüdünü görünce sordu:
______ Ne o? Sende tuhaf bir hal var.
— Hayır... Bir şey yok, yalnız...
— Söyle be...
— Seni götürdüğüm yerde çok ciddî durmalısın.
— Sebep ne?
— Çünkü yapacağın en küçük bir yanlışlık hayatına malolabilir. Belki seni imtihan edeceklerdir. Derhal hislerini açıklayıverme...
— O kadar sıkıya gelemem. Ben, padişahlarla sohbet etmiş bir ada-
— Ama bu görüşeceğin padişah değildir.
— Ondan da büyük olamaz ki...
— Sen benim sözüme kulak ver.
— Hele bir kere gidelim de...
Bu sırada falcı kızı Margaritin evinin önüne gelmişlerdi. Mişel durdu. Derin bir göğüs geçirdi. Kapıyı vurmakta tereddüt ediyordu. Haşan, vurdukları evin nisbe-ten harap manzarasını görünce bir kahkaha attı:
— Burası kümes be... Burada büyük adam ne gezer?..
Mişel artık bir şey işitmiyordu. Derin bir düşünceye dalmıştı. Şimdi ne olacaktı? Acaba falcı kızı, Haşam ne için istemişti?
Nihayet, kapıyı vurdu. Kısa bir müddet sonra kapı açıldı. Haşan, herhangi bir tuzaktan filan kork-maksızın sert adımlarla içeri girdi. Evvelâ geniş koridorun loşluğuna alışamadı. Mişele seslendi:
— Yarasa gibi karanlıkta yürümeğe sen alışmışsın ama...
Mişel, Haşanın elinden tuttu. Bir kapı açılmıştı- İçeriden donuk bir yeşil ışık sızıyordu. Girdiler. Haşan:
— Ne titriyorsun? Erkek olan korkar mı?
Diye Mişele çıkıştı. Fakat Mişel de ses şada yoktu. Belki de Haşanın sözlerinden hiç birisini duymuyordu. O yamız, falcı kızını düşünmekte idi.
Çok zaman geçmedi. Kadife bir perde arkasından ince, narin bir vücut sıyrıldı, Haşana doğru ilerlemeğe başladı. Hafif yeşil ışık altında bu ince vücudün âdetâ yarı çıplak olduğu hissediliyordu. Gür ve kumral saçlar, çıplak omuzlarına serpilmişti.
Haşan, bir an şaşırır gibi oldu. Bir adım geri çekilerek:
— Bir yanlışlık oldu galiba. Ya biz yanlış geldik, yahut da bu kadın yolunu şaşırdı.
Sonra Mişelin omuzuna şiddetle vurarak:
— Ulan namuslu bir kadının yatak odasına beni neye getirdin? diye çıkıştı.
Mişelin omuzuna sanki bir topuz inmişti. Omuzunu uğuşturdu. Fakat cevap veremedi. Halbuki kadın biraz daha Haşana yaklaşmıştı. Bu defa Haşan, gayri ihtiyarî bu kızın yüzüne dikkatle baktı. İçinde garip bir sızı belirdi. Bu kız, acaba bir büyücü müdür diye düşündü. Çünkü onun sihirli bakışları Haşanın fikrini altüst etmişti. Ve kız, aynı sihirli bakışlarla Haşanı süzmekte devam ediyordu.
— Kimsiniz? Nereden geliyorsunuz?
Diye sordu. Haşan ömründe bu kadar lâtif ahenkli bir ses işitmediğinin farkına vardı. Kendi kendine mırıldandı:
(Bir peri kızı da galiba bu kadar güzel olabilir?)
Çünkü onun sihirli etmişti.
Kız sualini tekrarladı:
— Beni işitiyor musunuz asilzadem?.
Haşan rüyada imiş gibi cevap verdi:
— İşitmesine işitiyorum ama...
— O halde cevabınızı bekliyorum.
— Bana ne sormuştunuz?
— Kim olduğunuzu ve nereden geldiğinizi...
— Bu da sorulacak şey mi canım. Adımın Haşan olduğu malûm.
Kız hafifçe ve tatlı bir tebessümle güldü:
— Ne kadar da samimî söylüyorsun asilzadem... Adının Haşan olduğu neden malûm olsun...
Haşan hayretle kızın yüzüne baktı:
— Bakınca anlaşılır zannediyo-
— Türksünüz değil mi?
Haşan göğsünü kabartarak vap verdi?
— Tabiî ya...
— Nereden geliyorsunuz?
— Bu da pek sorulacak bir şey değil. Türk olduğuma göre Türki-yeden geliyorum elbette...
— Buraya ne maksatla geldiniz?
— Şu İstanbulu bir göreyim diye geldim. Geldiğime de iyi etmişim.
— Neden?
— Nedeni var mı? Arap saçı gibi her şey karmakarışık olan bir memleket burası... Ne erkeği erkeğe, ne kadını kadına benziyor.
— Ben kadına benzemiyor muyum?
Haşan tatlı tatlı güldü:
— Orasını ben bilirim.
Kız da güldü. Bu, çok samimî, temiz ve mert bir delikanlı idi. O-nun çehresinde, duruşunda, sözlerinde insanı ferahlandıran garip 1 bir erkeklik fışkırıyodu. Ve falcı kızı, şimdiye kadar Bizansta böyle bir erkek görmediğini düşündü:
Falcı kızı, biraz daha Haşana yaklaştı. Haşan şimdi, nefis ve bayıltıcı bir kokunun tâ içine kadar işlediğini hissediyordu.
Kız, ince ve yumuşak elini Haşanın omuzuna koyarak:
— Bir Türk şehzadesiyle görüşmek ister misin?
Diye sordu. Haşan, birdenbire irkildi:
— Yoksa o panayır yerinde gördüğüm delikanlı ile mi?
— Evet, onunla...
— Hem de çok isterim. Onun, bu memlekette esir olduğunu sanıyorum.
— Bana bir şey sorma... Demek onunla görüşmek istersin?
— Söyledim ya...
Kız, vücudünün bütün hatlarını belirterek şuh ve fettan bir eda ile:
— Peki, benî yine görmek ister misin?
Diye sordu. Haşan gayri ihtiyarî cevap verdiı
— Bu da sorulacak şey mi ’ca-
Kız onun bu içden cevabına pek memnun olmuştu. Sihirli bakışla-riyle Haşanı süzerek ona biraz daha yaklaştı. Ve Haşan, mukavemet edilmez bir arzu ile onun omuzlarından yakalamak üzere idi ki, dışarıda beklemekte olan Mişel, birdenbire içeriye giriverdi.
(Devamı var)
Boröver :
— Yukarı çık, Burakan... emrini verdi.
Dev cüsseli adam, bermutat itaat etti. Boröver üst basamakta tek başına kaldı. Öyle korkunç bir hali vardı ki herifler korkudan yerlerinden kımıldıyamadı-lar. O vakit, bir kahkaha salıvererek bağırdı :
— Haydi kulübenize, kümes köpekleri, kulübenize!... istemiyorsunuz öyle mi?... O halde, alınız işte!
Yanında bulunan kocaman demir ısgarayı, biran kadar başının üstünde savurarak bütün kuvvetiyle fırlattı.
Bu sefer, ricat öyle müthiş oldu ki, bütün çete soluğu birinci kat sahanlığında aldı. Amma, kaçışın pek süratli olmasına rağmen bu kümenin içine düşen demir ıs-gara sıçrayarak birinin kafasını patlattı, bir diğerinin göğsünü par çaladı, bir üçüncüsünün de bacağını kırdı.
Boröver de yavaş yavaş yukarı çıktı.
Kendisini tanımıyan Protestan grupunun hayretini mucip olan bir sükûnetle :
— Ölülerini ve yaraıllarını top-lıyacaklar şimdi onlar... bu sebeple biz de biraz nefes alalım, dinlenelim... dedi.
Ve biraz afallıyan Protestanla-ra dönerek nazikâne bir selâmla beraber :
— Efendiler, size biraz huşunetle muamele ettiğimizden dolayı bizi mazur görmenizi rica ederim.
İKTİBASLAR
Wellington Koo’nun Çine
dair sorulara cevabı
Konuşmaya katılanlar: Ncw York Sun’dan Phelps Adams, Newsweek’-den Ernest K. Lindley, New York Times’ den James Reston, Chicago Sun . Times’den Tom Reynolds ile Mercury’nin editörü E. Spivak. E. Spivak ayni zamanda konuşmaya başkanlık etmiştir.
Adams — Sayın Elçi, bize Çin Komünist ordusunun gerçek komünistlerden değil, sadece Çin'de dahilî bir ihtilâl çıkaran toprak ihtilâlcilerinden müteşekkil olduğunu söylediler. Bu doğru mudur?
Koo — Evet, Mr. Adams, hem doğru, hem de yanlış. Doğru, çünkü: Çin halkının çoğu komünist ordusunda bir ideoloji uğruna değil, daha iyi yaşama şartalrı elde etmek ümidile döğüşüyor. Yanlış, çünkü: bu halk ayni zamanda komünist partisinin emri, iradesi ve kontrolü altındadır.
Adams — Stalin’in, Çin komünistlerine herhangi fiili bir askerî yardımda bulunduğuna dair ortada delil var mıdır?
Koo — Bu sorunun cevabını vermek için sözlerinden faydalanabileceğim en yetkili kimseler, şüphesiz komünist partisinin liderleridir. Mao - Tse - Tung'un kendisi de, ö-teki liderler de bundan tekrar tekrar bahsetmişlerse de, Sovyetler Birliğinin yardımını devamlı olarak görememişlerdir.
Adams — Bize, Mao - Tse - Tung'un Stalin’e veya Rus komünizmine büyük bir sevgi beslemediğini, onun daha ziyade Tito, yollu bir komünist olduğunu söylediler. Sizin kanaatinize göre, bu ikisi arasında bir fark var mıdır?
Koo — Bu sualin cevabını da en doğru şekilde verebilmek için Mao . Tse - Tung'un kendi sözlerine müracaat etmek zorundayım; 'Mao - Tse - Tung, daima, Çin komünist istiklâlinin herşeyini Rus yar-I dımına borçlu olduğunu söylemiştir.
Lindley — Dr. Koo, neden Çinliler, komünist liderlerinin emri altında milliyetçi liderlerin emri altında-kinden çok daha iyi döğüştüler?
Koo — Ben bu hususta sizinle ay-ni kanaatta değilim; her iki taraf da zaferler kazanmış, yenilgilere uğramıştır. Bununla beraber, son 12 ay içinde komünist ordularının, bağımsız Çin’de ekonomik şartların bozulması yüzünden, daha çok başarı kazandıklarını söylemek zorundayım.
Lindley — Sayın elçi, komünistler şimdi Çin’in son derece önemli ve pek büyük bir bölgesini kontrolleri altına almışken, Birleşik Devletlerin, İngilterenin ve diğer batılı devletlerin komünist rejimini fiilen tanımadıklarında ne gibi pratik bir sebep vardır?
Koo — Çin'de komünist rejiminin tanınmamasınnda sadece birçok sebepler vardır. Her şeyden önce, Çin komünist hareketi dünya komünizminin bir parçasıdır, amacı da Moskova tarafından idare edilen dünya ihtilâlini gerçeklertirmektir. Eğer bir dünyada hürriyet ve demokrasiyi koruyabilirsek, bu takdirde Çin komünizmi de ancak Avrupa komünizmi kadar tehlikeli olur.
Reynolds — Devlet Bakanlığı ile Savunma Bakanlığından edindiğimiz bilgiye göre, Milliyetçi orduların komünist ordulardan ele geçir- ............. v....6U1UU-
dikleri malzemeler arasında Rusya'- ı ğü yaTdım büyük bir yardım oldan gelen hiçbir şeye rastlanmadığı duğunu söyliyebilecek herhangi bir ve Ruslar tarafından komünistlere | insanı hayretle karşılarım,
PAPAZ ÇAYIRI
Cemilekârlık ve basmakalıp nezaketin sırası değil şimdi... sözlerini söyledi.
Hepsi de pek nazikâne bir reverans yaptılar. İki zabitten biri, u-mum namına konuşarak :
—Haklısınız; bununla beraber, minnettarlığımızı size biran evvel ifade ve beyan etmemize müsaade edeceksiniz her halde... çünkü, biz hayatımızı size borçlu olduğumuzu zannediyorum... sözlerini söyledi.
Boröver, ciddî bir tavırla ı
— Ben de öyle zannediyorum; amma, bu borçluluğunuz pek u-zun sürmez sanırım... dedi.
Bu sözden biraz şaşıran zabit :
— Oh! bizler henüz ölmüş değiliz!... dedi. Emin olunuz, bu efendiler ve ben, sonuna kadar kendimizi müdafaa etmeğe ve diri olarak teslim olmamaya karar vermiş bulunuyoruz.
Boröver, bir işaretle arkadaşlarını göstererek :
— Bu efendiler ve ben de aynı kararı vermiştik. Cevabını verdi.
Zabit, ani olarak :
— Siz de dine mensup musunuz? diye sordu.
— Din dediğiniz nedir?
— Protestonlık... tek
Çinin istikbali meselesi, bugün Milletlerarası politika alanının en önemli meselelerinden biridir. Milliyetçi Hükümet 'hakkında beyanatta bulunabilecek en yetkili şahıslardan biri de, şüphesiz Çinin Birleşik Devletler nezdindeki Büyükelçisi Wellington Koo’dur. Aşağıda o-kuyacağmız konuşma, geçenlerde Amerikan radyosunda basın temsilcileriyle Wellington Koo arasında yapılmıştır.
The American Mercury ————
malzeme yardımı yapıldığı hakkında herhangi bir delil bulunmadığı anlaşılmaktadır. Siz yardım yapıldığına dair bir şey duydunuz mu?
Koo — Haklısınız, Ruslar, Çin komünistlerine yardım olsun diye kendi malzemelerini göndermemişlerdir. Fakat Japonlardan aldıkları malzemeleri göndermişler ve el’an da göndermektedirler. Bundan başka Ruslar, Alman ordusundan ele geçirdikleri çok sayıda Alman malzemesini de gönderilmişlerdir.
Reynolds — Komünist ordulardan ele geçirilen malzemeler arasında Almanlara ait olanlar gerçekten çok mudur? Çünkü bizim askerî uzmanlarımız bunları görmemişlerdir.
Koo — Mr. Reynolds, son alınan raporlara göre, şu birkaç ay içinde komünistlerden yalnız Alman malzemeleri değil, ayni zamanda Rus malzemeleri de ele geçirilmiştir.
Resynolds — Sayın elçi, bu malzemeler nerede ele geçirildi? Çjinkü son zamanlarda milliyetçiler hemen hiç zafer kazanamadılar.
Koo — Honan’dan aşağı doğru inen iki komünist alayı bütünü ile esir edildi ve bu alaylardan alınan malzeme de, çoğunlukla, Rus ma-mulâtı idi. Bunlar Genel Asambleye sunulacaktır.
Reston — Sayın elçi, Birleşik Devletler bir yandan komünizmin Av rupada yayılmasını önlemeye çalışırken ayni zamanda öte yandan u-zak doğuda da yayılmasını önlemesi gerektir dediniz. Bu memlekette sizin hükümetinizi desteklemek için-ne yapabileceğimizi, bu husustaki inancınızı kesin olarak söylemenizi bekliyoruz.
Koo — Mr. Reston, diyelim ki, Av rupada komünizmi kabul eden sizin hükümetinizin politikası sağlam bir politikadır
Reston — Peki, biraz daha ileri gidemez miyiz? Niyetiniz, devletlerin silâh zc ” rudan doğruya L ____________________
bulunması değil midir?
Koo — Şeyy....
Reston — Yahut da her ikisini birden mi?
Koo — Mr. Reston, şunu söyliye-yim ki, bizim ümitlerimiz çok sadedir. Biz, komünizme karşı savaşan kuvvetlerle Çin arasında dosdoğru bir dostluk anlaşması elde etmeye çalışıyoruz, çünkü bu son derecede önemli bir şeydir. Sözlerime şunu da katayım ki, sizin ordunuzun personelinden göreceğimiz muayyen bir teknik yardımla bazı hafif silâhlar bakımından memnunluk duyarız.
Lindley — Milliyetçi ordu bir za man Amerikadan büyük bir yardım gördüğü halde Çin’i kaybetti. Şimdi, komünistlerin kontrolü altında bulunan memleketi milliyetçi bir rejimin tekrar ele geçirilmesini hangi pratik bir esasa göre tahmin ediyorsunuz?
Koo — Çin’in Amerikadan gördü-

Mişel Zevako — Çeviren ı Ragıp Rıfkı
— İyi, iyi--- amma, bizim durumumuzda bulunan adfimlar için hakikî din, evvelâ postlarını muhafaza etmek ve kurtarmaktır... Şunu da itiraf edeyim ki, bizim postlarımız daha ziyade felâkete maruzdur.
Bütün bu sözler ve biraz alaycı ciddî tavırlar, değerli zabitle dindaşlarının hayretlerini arttırıyordu.
Zabit, anlamamış gibi bir tayır ve eda ile :
— Mösyö, dedi, mademki siz de bizim gibi kendinizi müdafaaya azmettiniz, size : «Bizi kurtardınız; binaenaleyh, istediğiniz şekilde bizleri kullanabilirsiniz.... sözünü söylemekle kendimi bahtiyar addederim.
— Bu teklifinizi kabul ediyorum.
— Emrediniz şimdi, efendim.
— Emrim şudur :
Trenkmay'ın yanında bir kenarda durarak bütün olan biteni dikkatle takip eden Fransua’yı göstererek kendine has olan âmi-rane bir tavırla :
— Şu efendinin önünde göğüslerinizi siper ediniz ve ona kimsenin el uzatmasına meydan ver. memek için canınızı fedadan çekinmeyiniz... Bunu da, ı
Spivak — Sayın elçi, Amerikan halkına, Çin’e gönderilen paranın 5 milyar dolan bulduğu ve bu paranın çoğunun da boş yere harcandığı, yetmediği söylendi. Buna ne dersiniz?
Koo — Mr. Spivak, 5 milyar dolardan bahsedildiğini ben de duydum, ama bu paranın gerçekten boşa gittiğini hiç bir zaman görmedim. Bizim kendi rakamlarımıza göre, Çin’e gönderilen para asla 5 milyar doları bulmamıştır. Meselâ, V-J gününden (Japon Zaferinden!) sonraki askerî yardım rakamlarını ele alalım. 700 milyon doları bulan bu paranın 330 milyonu, aslında, silâh ve cephaneye değil, Çin’li birliklerin Mançurya’ya nakline sarfedil-miştir. Geriye 300 milyon dolar kadar bir para artıyor. Şu halde, nasıl oluyor da 5 milyar dolardan bahsediliyor? Doğrusu bizim için bunu anlamak biraz güç.
Adams — Resmî makamlarımız bize, bütün öteki yardımlardan başka, Çin’e 2 milyar dolar tutarında askerî yardım yapıldığını ve Milliyetçi Çin hükümetine verdiğimiz bu askerî yardım malzemesinin yüzde 90 nının, gerek, zaptetmek suretile, gerekse milliyetçi ajanların müsamahası sonucunda komünistlerin eline geçtiğini söylüyorlar. Bu hususta siz ne düşünüyorsunuz?
Koo — Malzemelerden bir kısmının, komünistlerin eline geçtiği doğrudur. Son 12 ay içinde milliyetçi ordu, kazandığından daha fazlasını kaybetmiştir. Amerikan askerî yardım malzemesinin yüzde 90 olduğunu söylediğimiz zaman, bu nisbet bir hayli büyük görünüyorsa da, bunun, Çin'deki bütün malzemeye nazaran yüzde 17 olduğu düşünülünce bu rakam hiç te o kadar hayret verici görünmez.
Lindley — Amerikanın Çin ordusuna yaptığı yardımın nisbetini bir yana bırakarak, milliyetçi orduların sayı ve silâh bakımından hiç değilse bir zaman için komünistlerle denk olduğunu farzedin. Bu gün artık bu denkleşme kalmamıştır. A-merikanın şimdi yapaçağı hafif silâh yardımı veya herhangi başka pratik bir yardım şeklile Çin’i tekrar ele geçirebileceğinizi ümit ediyor musunuz?
Koo — Eğer kendi yaptığımız hafif silâhlara ilâve olarak bir miktar da Amerikadan alabilseydik, Birleşik Devletlerle Çin’in ayni dava uğrunda döğüştüğünü göstermesi bakımından, hiç şüphesiz bunun tesirleri yalnız maddî değil, ayni zamanda manevî de olacaktır. Bu memlekette fikirler her ne kadar birbirinden ayrılırsa ayrılsın, biz gene biziz.
Reynolds — Fakat, sayın elçi, şimdi Çin'de, komünistlere meydan okuyabilecek hiçbir büyük milliyetçi ordu bulunmadığı doğru değil midir?
Koo — Bugün Çin’de el’an iki veya üç ordu var.
Reynolds — Kantonda da ordular vardı ama, bu ordulara artçılık görevi için emir verildi ve bunlar hiçbir büyük iş görmeksizin Kanton’u terkettiler.
rin buraya kadar gelmeleri halinde yapacaksınız... Amma, buna da pek ihtimal vermiyorum... sözlerini ilâve etti.
Bilinmiyen bir delikanlı için canlarını feda etmeleri istenen altı Protestan, ona, bariz bir telâşla baktılar. Kıyafetini değiştirimimde bir büyüklük, bir azamet vardı. Bunun her halde nüfuzlu iniş olmasına rağmen Fransua’nın bir şahıs ve belki de zindostluk macerasına atılmış bir Prens olması ihtimalini düşündüler ve hu zurunda hürmetle eğildiler. Zabit, doğruldu, zabitinin karşısında vaziyet alan bir asker tavriyle kılıcı elinde :
— Vadedilen şey borç sayılır ve yerine getirilmesi lâzımdır? îca-bederse canımızı feda edeceğiz, fa kat hiç kilisenin eli asaletmaaba dokunmıyacaktır. Sözlerini söyledi.
Asaletmaap!... bu kelime, mert çıkıvermişti. Kendisine bir baş zabitin ağzından tabii bir şekilde işaretiyle teşekkür eden Fransua-nın dudaklarında ani bir tebessüm belirdi.
Boröver, aynı ciddî tavriyle :
— Muvafık!... dedi. Alttarafı bana ait.
Koo — Bu emir başkomutanlık tarafından, zaman kazanmak amaci-le'verilmiştir, çünkü, kaynaklarımızı korumak, sonra da onları daha kolay savunabileceğimiz bölgelere çekilmek zorundayız.
Resynolds — O kaynokları nerede koruyordunuz? Herşeyi toptan kaybedeceğinizi bile bile zaman kazanmanız neye yaradı?
I Koo — Şunu biliniz ki, demokrat ' memleketler, Çin meselesinin, dünya meselesinin bir parçası olduğunu eninde sonunda anlıyacaklardır; biz bundan henüz ümidimizi kesmiş değiliz.
Spivak — Kanaatinize göre, şayet milliyetçiler şimdi bizden görmekte oldukları yardımdan daha fazla bir yardım göremedikleri takdirde, ne kadar dayanabilirler?
Koo — Bu, kesinlikle cevaplandı-rılamıyacak kadar nazik bir sorudur. Bununla beraber, dışarıdan herhangi bir yardım göremediğimiz takdirde, 3 - 6 ay dayanabilecek takatta olduğumuzu söyliyebilim. Hâttâ tamamen kaybetsek bile, Güney Batı Çin’in dağlık bölgesine çekilip o-lanca gücümüzle orada savaşa devam edeceğiz.
Adams — Çin halkı, milliyetçi hükümetin kurtulmasını istiyor mu? Başka bir deyimle, komünistler Çin halkının çoğunluğu tarafından a-damakıllı desteklenmeselerdi bu kadar ilerliyebilirler miydi? İşte bu soru bizleri pek çok düşündürüyor.
Koo — Size açık bir cevap vermeme müsaade edin, Mr. Adams. komünistler merkezî Çin’i istilâ etmeden önce halkımızın büyük bir kısmı, komünistler hâkim olduğu takdirde işlerin pek o kadar bozul-mıyacağını sandı ve bu yüzden de onlara kaTşı pasif bir tavır takındı. Fakat komünist hâkimiyeti altına girince, hayatın, bağımsız Çin’dekin-den çok daha beter olduğunu anlamakta da gecikmedi. Şimdi artık sempatileri, Millî Hükümeti desteklemeye yönelmektedir.
Spivak — Sayın elçi, Rusyanın Çin’de yutamıyacağı kadar büyük bir lokma kopardığı ve bu lokmanın nihayet kendisini boğacağı hakkmdaki nazariyeye hak verdiren herhangi bir şey var mı?
Koo — Bu, temenni edilir bir düşünce. Fakat komünist partisinin ve Sovyetler Birliğinin gelişmiş tekniği ile, Asyanın tabiî kaynaklarını ve muazzam insan gücünü kendi kazançlarına tâbi kılmak, onlar için hiç te zor olmıyacaktır.
Reston — Sayın elçi, komünistlerin Doğu Avrupada küçük bir Slav devletini fetetmek iktidarı ile, meselâ Çin gibi koskocaman bir Doğu devletini kolayca fetetmek iktidarı arasında sizce herhangi bir fark yok-mudur.
Koo — Bu, nihayet bir zaman meselesidir, Mr. Reston. Eğer Çin’e dışarıdan yardım gelmiyecek olursa, milletlerarası komünizmin Çin’i ele geçirmesi sadece bir zaman meselesidir. Öyle sanıyorum ki, Ruslar bunu anladılar; bundan ötürü de, son-12 ay içinde, Çin komünistlerine yardım etsinler diye Çin’e sözde idareci. makineci, ziraatçi, madenci, iktisatçı - kısaca her neviden yüzlerce teknisyen ve uzman göndermişlerdir.
Spivak — Konuşmayı burada kesmek zorundayım, Dr. Koo. Zamanımız bitmiştir.
Bu sözü müteakip tekrar mer -divenin kenarındaki yerine gitti.
XXV
Tahta Merdiven
Fasıla ancak iki veya üç dakika sürdü. Vakıa azdı amma, bizi iş-gâl eden haller gibi anormal hallerde bu müddet uzun sayılırdı. Filhakika Boröver - ve bilhassa büyük bir gayret sarfetmiş olan Protestanlar - nefes almaya, kendi lerini toplamıya vakit bulmuşlardı.
Hücum edenler. Şövalyenin düşündüğü gibi, bu bir kaç dakikayı ölüleri ile sakat ve topallarını kaldırmaya hasretmişlerdi. ' Zemine katından ikinci kata kadar, evin içinde cehennemi bir gürültü hüküm sürüyordu.
Rospinyak’ın serserileri müthiş tehditler savuruyorlardı. Bu ilk mağlûbiyet onları adamakıllı çileden çıkarmıştı.
Karşılaştıkları mukavemetten dolayı pek hiddetlenen okçular, kendilerine verilen vazifeleri son-derece vahşiyane bir surette ifa ediyorlardı. Bu, kuduran herifler, katoliklere ilişmemeleri hakkında kendilerine verilen emri bile tara konlar da Protestanlar muamele ediyorlardı. Artık zamsızlık, karışıklık, tarif edilmez bir itişip kakışma başlamıştı... işkence ve zalimane muamele gören kadınlarla çocukların feryat figanları... okçularla serserile-küfürleri, tehditleri, bağırma-o civan mahşerden bir niimu-haline getiriyordu.
(Devamı var)
İSTANBUL RADYOSU 2 ŞUBAT 1950 PERŞEMBE

23333 lllll 21111
(14071) : Kar (13846) : Yalnı
*
NÖBETÇİ ECZANELER
_T TAKVİM 1_
Vasati
Sahibi ve Başmuharın MÜMTAZ FAİK FENİK
Bu nüshada yazıişlerini fiilen İdare eden Hikmet YAZICIOĞLU Basıldığı yer: GÜNEŞ MATBAASI
4
Manifatura satışı
çeviren: Muallâ Gökhan
(10015)
Deniz Harp Okulu
I
Kıt
f'
T. C. ZİRAAT BANKASI
Vadesiz Tasarruf Hesapları ikramiyesi
Birinci Çekiliş : 10 Mart 1950
ikramiye Tutarı: 40.000 Lira
ANKARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ MEZUNLARI^ DERNEĞİNİN
HUKUK BALOSU
Sarı Recep - Osman Ozdenkçi Ahmet Yamacı
Biletler, Yeni Sinema gişesinde, Yenişehir Gelincik Çiçek mağazasında satılmaktadır. (194)
Cevdet Çağla - Vedia Tunççekiç Çalanlar paf,ri KöpUZ - Ömer Alfuğ Halk Türküleri okuyan Ali Can
^Hatıraların Kolyesi
Her şeyi
Çabuk ve Kolay Temizler !
UCUZ



k (Baş tarafı dünkü sayımızda) Hiç bir şeyim yok sevgilim, yorgunluktan olsa gerek... iye ona bu ızdıraptan bahsetmeli idi? Meraklandırmak faydasızdı. Fakat hakikatte çok yorgun idim...
Yatağımda günün vakalarım tek rar yaşıyordum.
Ertesi sabah kalktığımda tamamen kuvvetimi toplamıştım.
Fakat daha ertesi gün hiç dinlenemedim, her şey bana acaip geliyor, uyanışından beri ne kadar da «başkalaşmışım. Bana ne olmuştu?
■ Muhakkak ki düğün yorgunluğu, Pieı-re’in bizden ayrılışı bana dokundu, diye düşünüyordum. Bunun ile beraber Jean’da bana biraz tuhaf görünüyordu. Eskisinden daha düşünceli, daha dalgın ve az ; neşeli idi. Günler geçiyör... bu ü I zücü tesir nihayet bulmuyordu.
Bir akşam... bir ilkbahar akşa-mı Jean bana:
— Sevgilim, acaba yapamaz mıyız, yani, eğer sen kabul edersen sana biraz daha az. para versem, diye düşündüm, dedi.
— Ne demek istiyorsun? diye sor
ihmmb 5 Şubat Pazar Akşamı Saat 21 de
YENİ SİNEMADA Semahat Ergökmen VEDA KONSERİ
Sadi Hoşses
htirok edenler Demjrdöven
n'
1

X İşler yolunda gitmiyor mu?
— Demek istedim ki... yani, biliyorsun, şimdi herşey zorlaştı...
Durdu, şaşırmıştı.
Yine o ağrı birdenbire arkama geldi. Fena, çok fena, eğer işler yo lunda gitmiyor ise hiç de hastalan manın sırası değildi. Sabırsız ve me raklı bir sesle:
— Yeni makinalar almak için zan nedersem eskileri satmıştın, dedim.
Yalnız kısa bir:
— Evet, ile cevap verdi.
— Öyle ise ne var?
— Hiç bir şey sevgilim, mümkün ise bir tarafa biraz biriktirelim diye düşünmüştüm, dedi.
Sabit nazarlarla ona baktım. Her zaman işleri hakkında izahat verdiği halde bu defa dili tutulmuştu sanki...
Salonda idik, pencereden hafif ve ser n bir rüzgâr esiyordu.
— Eelki de benim çok müsrif ol duğumu düşünüyorsun? dedim.
Bu dilsizlik beni telâşlandırıyordu, sinirli ve kızgın olduğunu hissettim onunla münakaşa etmek istiyordum.
Birden bire:
— O! hayır, seni hiç bir şekilde itham edemem, dedi.
— Öyle ise neler oluyor? niçin ^«na az para vermek istiyorsun?
Hiç, artık bunu konuşmıyalım dımaz mı? Başka bir şey düşün.
— Fakat buna imkân yok! diye bağırdım.
Ayağa kalkıp, yetimi korumak yaklânm altıma kaydı, arkama yine ağrı gelmişti.
Jean bu halimi görerek, tutmak için bana doğru atıldı.
— Ne var sevgilim, iyi değil mi-
Sitemli bir sesle:
— Madem ki düşüncelerini bana söylemek istemiyorsun, ben de sana bunu söyliyemem.
— Ah Michelle çocuk olma, dedi ve endişeyle devam etti.
— Eğer boşta isen bana söylemen lâzım.
Birdenbire göz yaşlarım boşandı. kendimi kollarına attım.
Pek çok şeye tahammül edebilirdim, fakat hastalığa asla!...
Faydasız ve küçük bir varlık olduğumu hissetmeğe dayanamam.
Hayat mücadelesine, fakirliğe ve çalışmağa katlanabilirim fakat bu devamlı buhranalra ve zaafiyete hiç bir zaman.
Ağlıyarak:
— Hiç bir şey değil, dedim. Yalnız arkamda bir ağrı var ve kendimi bazen uyuşmuş hissediyorum Bu hal Pierre’in düğününden evvel başlamıştı. Şimdi de şiddetlendi.
— Doktoru gördün mü?
— Hayır.
— Niçin?
— Biraz korkuyorum...
— Neden korkuyorsun?
— Bilmiyorum, eğer tehlikeli bir şey ise çekemiyeceğim zannediyorum.
— Bu akşam hemen doktoru çağıracağım. Seni yatağına götüreyim de Dr. Thiband’ya telefon edeyim.
Sonra saçlarımı okşıyarak:
—Üzülme yavrum, muhakkak ki tehlikeli bir şey değildir, dedi.
Aile doktorumuzu beklerken bir yandan da kuvvetimi toplamağa ça hşıyordum. Doktorun muayenesi müddetince zihnen kocamın beni ikna etmek için aradığı kelimeleri düşünüyordum. Dr. Thiband’nun sesi beni ayılttı:
— Madame, mutlak istirahat icap ediyor...
Ve birkaç ay sürecek olan bu is-tirakatte hareketsizlik şart. İşte bu arada biz de masaj ve diyater-mi tedavisi yaparız, her şey yoluna girer,.
ona karşı haysi-istedim, fakat a-
— Doktor! Hakikatte neyim var?
— İlik sıkışması arazı görüyorum, fakat bu da ancak düşmekten ileri gelir. Son zamanlarda hiç düştüğünüzü hatırlıyor mustnuz?
—Hayır doktor, yakında değil fakat eski.bir düşme hadisesi var.
Bundan onyedi sene evvel kızımın doğumunu beklerken merdivenlerden arkamın üzerine düşmüş tüm. Bundan başka düştüğümü hatırlamıyorum ki, bu da pek çok zaman evvel oldu.
— Bu düşüş belkemikleıimde ha fif bir kaymıya sebep olmuş. Bu gibi hallerde uz.un zaman geçtikten sonra arazı başgösterir.
Sakin fakat soğuk bir sesle sordum:
— Bu kadar zaman sonra, imkân
— Evet efendim, olağan şeylerdir bunlar. Tabiî karşılamak...
Birçok tavsiyelerde bulundu ve iyilikler diliyerek gitti.
Zekâm, durmadan aynı mevzu ü-zerinde çalışıyordu: -Ben hasta bir kadınım, yatağa esir edilmişim, her kes için ağır bir yük ev için endişe ve bıkkınlık kaynağıyım.
Hayır! burada kalmak istemiyo-1 rum, kalkmak, işlerimi yapmak is-' tiyorum. Bu vaziyette asla kalamam. Yatağımda doğruldum, ayaklarım yerde, ellerimle komodinimin kenarına tırmanırcasına sarı- j lıp kalkmıya uğraşıyordum. Kırk j senedenberi bacaklarım beni taşıdılar. Elbet şimdi de taşıyacaklardır... Dişlerimi sıkmıştım, titriyordum, birdenbire kapı açıldı ve Jean bana doğru koşarak tam düşeceğim anda kolları arasına aldı.
— Michelle yavrum! Çıldırdın mı?
Kucakladı, tekrar yatırdı vn ör tümü boğazıma kadar çekti.
— Dinlenmen lâzmı sevgilim, ne kadar çok dinlenirsen o kadar çabuk iyileşirsin.
— Dinlenmek istemiyorum. Hasta olmak istemiyorum. Yapacak çok
— Senin yapacağın tek şey var, ] o da iyileşmektir.
— Fakat Jean. ya ev, ya yemek, kim uğraşacak onlarla?
— Bunun için hiç merak etme.
Andree artık bir çocuk değil, son ra hizmetçi kadına da tenbih ederim daha sık gelir.
— Nasıl olur Jean, daha bugün ekonomi yapmamız lâzım olduğunu sen söylüyordun.
Dudaklarını sıktı, büktü, sonra gülerek:
— Tam da sana bunu söylemenin | zamanını bulmuşum, dedi ve ilâve etti: j
— Yemin ederim ki mühim biç şey değildi.
— Madem ki mühim bir şey de- ; ğil şöyle öyle ise neyi alâkadar e- I diyor.
— Bir fikir, emin ol hepsi bu ka ı dar Michelle, artık merak etme sevgilim. (Devamı var) 1
f -------------------------------
V

Büyük ikramiyeler 15-000, 10-000 Lira Ayrıca 50 1OO lira arasında 80 ikramiye
Bu çekilişe katılabilmek için 10 Şubat 1950 de hesaplarda 150 lira bulunması ve bunun çekiliş tarihine kadar muhafazası lâzımdır. Her 150 lira
için ayrı bir kura numarası verilir.
10 Mart, 15 Mayıs çekilişlerinde yalnız para ikramiyeleri; 30 Haziran, 31 Temmuz, 29 Ağustos, 30 Eylül, 28 Ekim, 30 Aralık çekilişlerinde ise, bazılarında ikişer ev olmak üzere, hem ev hem para ikramiyeleri vardır.
(79)
Kiralık bir oda
Elektrik, su. Adres: Altıntaş mahallesi, Boyacılar sokak No. 35.
Öğrencilere müjde
GENÇOSMAN DESTANI
Elinizden düşürmiyeceğiniz. bir destan EMİL’in Yardımcı kitapları serisinden pek yakında çıkıyor.
Sürpriz marka bir Gömlek


Villa Kazandırır
AYRICA BOL ve ZENGİN HEDİYELER
Bugün Satışa Başlanmıştır
Lüks Tuhafiye Mağazalarında arayınız
r
Ankara Satış Yerleri
ERKUT
Anafartalar No. 234
YILDIZ
Ulus Meydanı No. 6 ERGİ Bankalar Caddesi
ORTAÇ
Anafartalar No. 224
I. ERLER
Ulus Meydanı
BALCILAR
Anafartalar No. 90
KAMELYA
Anafartalar No. 34
M. ERLER
Ulus Meydanı
J
w.
Her GÖMLEK ve PİJAMA ile beraber numaralı bir kupon verilir. Noter huzurunda kur’a çekilerek hediyeler dağıtılacaktır.
Alacağınız her Gömlek ve Pijamanın numaralı kuponunu satıcılardan ısrarla isteyiniz. (îooıs)
J
Hatlarımızı görmeden ve mukayese etmeden Manifatura almağa karar vermeyiniz Çünki en ucuz fiatlar İlkbahar Manifatura Mağazasının F İ A T L A R I D I R
Anafartalar Cod. No. 221 - Tel: 13713
J
ve Koleji Komutanlığından
1 — Deniz Harpokulu ve Koleji için Fizik - Mihanik öğretmeni a-lınacaktır.
2 — İsteklilerin Üniversite Fizik - Matematik şubesinden mezun olmuş olanları tercih edilecektir.
3 — Azami 70 lira aslî maaş verilecektir,
4 — Taliplerin, memurin kanununun dördüncü maddesi gereğin-
ce gerekli belgeleri hazırlıyarak en geç 10 Şubat 1950 gününe kadar Heybeliada’da Deniz Harp Okulu ve Koleji Komutanlığına baş vurmaları. '• (485) - (49)
noksanınız var demektir
4 Şub t Cumartesi Günü
Miss Elain Shephard idaresinde
SÜRPRİZLER ÜÇ CAZ HUSUSİ SURETTE HAZIRLANMIŞ KOTYON VE PAVYON
DAVETİYELER:
Yalnız. Yenişehir, Atatürk Bul varı, Uiluçay apartmanındaki Cemiyet Lokalinden temin olunabilir. Tel: 23577 den saat 17.00 den sonra teinin olunabilir.
Bütün cepheleriyle RIZA TEVFİK
Bir kaç güne kadar çıkıyor
Tanınmış (40) muharririmizi-zin kalemiyle meydana gelen ve her kütüphaneyi kıymetlendirecek olan bu eserde şu bahisler vardır: Rıza Tevfik'in binbir safhalı hayatı, gurbette geçen günleri ve seyahatları, (40) yıl önce Rıza Tevfik hakkında yayınlanan ilk eserin tam metni, feylesofa dair fıkralar, Türk e-debiyatı tarihlerine göre şüri, sanatı, edebî değeri, (Serâb-ı Ömrüm) ün tenkid ve tahlilleri, en güzel şiirleri, feylesofun bek-taşiliği ve Muhibban gazetesinde başmuharrirliği, dindarlığı ve vatanseverliği, neşesi, ahlâkı, şairliği, hatipliği, feylesofluğu, muallimliği, pehlivanlığı, ha -mallığı, zabtiye nâzırlığı, softalarla müaadelesi, hürriyet yemini, Gümülcinede ittihadçılar-dan dayak yemesi ve bu hâdise üzerine Tevfik Fikret ve Hüseyin Kâmi’nin şiirleri, Rıza Tev-fike dil uzatanlar ve cevapları, Filozofla (6) mülâkat, vefatı ü-zerine Türk basınında çıkan yazılar ve bilinmeyen hâtıraları. Fiyatı iki liradır.
İstanbul İnkılâp Kilabevi
Kırşehir Gençliğine Yardım Derneğinden
29/1/1950 gününde yapılan Genel Kurul toplantısında, Tüzükte değişiklikler için gerekli çoğunluk sağ lanamadığından, toplantı 5/2/1950 Pazar günü saat 14 de Ifalkevindc yapılacaktır.
Gündem:
I 1 — Çalışma raporunun okunması,
2 — Bütçe ve hesapların incelen
mesi,
3 — Tüzükte değişiklikler,
* 4 — Dilekler ve seçim. (233)
Otomobilciliği
n öğrenmedinizse önemli bir
Şoför Okulun’da yeni devre derslerine 6 Şubatta başlanıyor.
Kayıtlarımız kapanmak üzeredir.
Müracaat her gün saat 14 -18 arası. Telef: 21149
İsmetpaşa Cad. No. 4
(İM)
Yüzük bulana
Zincirli Cami ile Adliye Sarayı arasında ve otomobilde muhafaza kutusu ile bir yüzük düşürülmüştür Manevî kıymeti büyük olduğundan insaniyet namına bulup getireni memnun e-decektir. (Adres: Kemal Bilgü-tay. Adliye Sarayı Karşısı Foto İpek.) (232)
Kayıp
Niğde Nüfus Dairesinden aldığım Nüfus Teskeremi zayi ettim. Yenisini alacağımdan eskisinin hükmü yoktur. (235)
Sümer mahallesi Küçük Kapı sokak, Hacettepe camii müezzini
Hilmi Gökmen
DİŞ TABİBİ HALİD SUNGUR
Çankırıdakl muayenehanesini Anafartalar Vakıf İş Han kat 1. No 115 e nakletmiştir.
15.000 Liralık İstanbul’da Bir Villa Ayrıca^ 5-000 Liralık ikramiyelere ortaç Müessesesinden alacağınız Sürpriz Marka
Bir Gömlek ile sahip olacaksınız.
Her satın alacağınız gömlek için numaralı bir kart verilecektir. SÜRPRİZ Poplin gömlek hatlarımızı takdim ediyoruz
750, 780, 840, 990, 1075,
1200, 1300, 1380, 1440
Pijamalar: 1050 Kr.
sayfa • 4
ZAFER
2 - 2 - 1950
Kiralarınserbest bırakılması rededildi
ir (Baş tarafı birinci de) ı-ı hiç kale alınmamıştır. Tasan yalnız askerî yolları istihdaf etmekte-
Kem.ıl Özçoîban’ın sözleri
Bundan sonra kürsüye gelen Kemal Özçoban aynen şunları söyledi: •Yollar Genel Müdürlüğü kuruluş ve görevleri hakkında huzurunuza vkedilen bu tasan yol dâvamızı, vol işini ele alarak hiç olmazsa hal v e ihtiyaçları bertaraf edecek duamda olmamakla beraber bir kış-ı ıının yeniden yapımı, onarımı, i-amesi hakkında hükümleri ihtiva . t inesi bakımından kabule şay an göndür. Ancak heyeti umumiyesini özden geçirdiğimiz takdirde birçok • oksanları da ihtiva etmekte oldu-unu görmekteyiz.
Ezcümle yolların eskisi gibi:
1— Devlet yolları,
2— İl yolları,
3— Köy yollan, diye üç kısma ayıldığı görülmüştür. Devlet yolları
ncak bu tasarıya göre Yollar Ge-ıe Müdürlüğü tarafından tesbit, Bayındırlık Bakanlığınca tetkik ve I'akanlar Kurulunca da tasdik edi-
İ1 yolları ise ikinci derecede ehemmiyeti haiz yollar olup il genel mec islerince kabul, Yollar Genel Müdürlüğünün teklifi ve Bayındırlık Bakanlığının tasdiki ile özel idareler tarafından yapılır.
Fakat asıl mühim bir kısım yol köy yollandır. Devlet ve İl yolları dışındaki bütün yollar köy yollan telâkki edilmektedir.
(17 inci maddede) Yollar Genel Müdürlüğü İl yollariyle köy yollarına gerek teknik bakımdan, gerekse malzeme vermek suretiyle mümkün lan yardımları yapmak salâhiyetini
lık istirahat masraflarına), harcan dığı vaki değil midir? Bu paralar ne zaman yerlerine ve kanunun kas-dettiği şekilde sarfedilecektir? Veya bu kanun ne zaman kaldırılacaktır.
Teknik elemanlar meselesi:
Memleketimizde birisi Teknik Ü-niversite diğeri Teknik Okul adı ile iki müessesemiz mühendis yetiştirmektedir. Birisinin tahsil müddeti 5, Teknik Okul mezunlarının ise 4 yıldır.
Teknik Üniversiteden mezun olan lara yüksek mühendis, Teknik Okul dan mezun olanlara da mühendis unvanı verilmiştir.
Milî Eğitim Bakanlığı talim ve terbiye dairesinin 12/10/1943 gün ve 319 sayılı kararı ile Teknik Okulun yüksek tahsil müessesesi olduğu tas dik olunmuştur.
Her iki müessese mezunları Barem Kanununun en yüksek mertebesine kadar çıkabilmek hakkını haizdirler- Bu cihetler daha evvel ce salâhiyetli mercilerce tasdik o-lunmuştur.
Yüksek mühendis mektebi müdürlüğü tarafından 7/2//1941 gün ve 869 sayı ile Nafıa Vekâletine verilen ve profesörler meclisi kararına dayanan yazıda:
Yeni mektepten çıkmış bir yük -sek mühendisin elindeki diploma o-nun icraatında hiç bir kusur bulun-mıyacağını tekeffül edemiyeceği gibi, bunun hazırlıyacağı her projenin tecrübe görmüş bir mühendisin yapacağı projeden her zaman daha mükemmel olacağı da iddia edile -
haizdir.
Buraya kadar maruzatımla söylemek istiyorum ki bu kanun daha ziyade devlet yollarını derpiş etmektedir. İl ve köy yollan hakkında ye-
'âne kayıt bu yollara teknik ve mal-eme bakımından yardım yapmağa salâhiyettar olduğudur. Fakat bu behemehal yapacak mânâsına gelen bir hüküm değildir. Yardım yap-
mazsa ne olacaktır?
İl yolları az çok hususî muhasebelerin bütçelerinden faydalanmakta olup, iptidaî vasıtalarla da olsa ırasıra bakıma tâbi tutulmaktadır.
Fakat köy yolları esaslı bir şekilde ele alınmamakta, her sahada olduğu gibi büyük kitlenin (yani Türk köylüsünü) yol bahsında da yine kendi haline terkedildiğini görmekteyiz.
Avrupa ve Amerikan m bir çok memleketlerinde mühendislik için muhtelif derecede mektepler mevcut olduğu ve her sahada mühendis mevcutlan bize nisbetle çok fazla bulunduğu halde tali ve yüksek mek teplerden çıkan mühendislerin vazife ve salâhiyetleri için hudutlar çizil miştir. Avrupada muhtelif mekteplerden çıkan mühendislerin salâhiyet hudutları ayrılmadığı gibi şahsi mesai ile elde edilen ilim, tecrübe ve melekeye o kadar kıymet verilmiştir ki ve Almanyada ancak küçük mühendis mekteplerinden mezun olduğu halde yüksek mühendis mekteplerinde profesörlük eden mühendislere bile tesadüf edilmektedir» denilmektedir.
Bugün büyük bir sefalet ve maişet sıkıntısı içinde bocalayan köy halkının yol yapmaları işinin şimdiye kadar asla matlup neticeyi ver-miyen köy kanununa terkedilmesi, köylünün yol işinin daha uzun yıllar ve belki de asırlarca beklemesi lâzımgeleceği ihtimalini doğurmaktadır. Hulâsa köy yollan dâvası ele alınmamıştır. Köy yollarının İktisadî düzeni sağlıyacak, refah ve saadet yolunun tâ kendisi olduğunun hâlâ Halk Partililerce anlaşılmamış olmasına üzülmemek kabil midir?
Varidat işi:
Yollar Genel Müdürlüğünün gelir leri:
1 — 1525 sayılı şose ve köprüler kanununa ve tadillerine göre bayındırlık Bakanlığına ayrılan hisse,
2 — Akar yakıtlardan alman istihlâk vergisi,
3 — Benzin ve benzerlerinden a-lınan yol vergisi,
4 — Akar yakıtların gümrük resimleri,
5 — devlet bütçelerinden yapılacak yardımlar,
6 — Teberrüler ve diğer çeşit gelirler,
7 — Faizler,
8 — Lüzumu kalmıyan yol malzemesi satış bedelleri,
9 — Kira bedelleri,
10 — Müteahhitlerden alınacak gecikme vesaire tazminatı ve irat kaydolunan teminat akçeleri-
Varidat bahsinde hatıra bir çok müphem noktalar geliyor. Ben Bayındırlık Bakanından soruyorum. 6 numaralı bendde yazılı diğer çeşit gelirlerden maksat nedir?
Balolar verecek, müsamereler mi tertip edecektir?
Gelir kaynaklan tasrihen tesbit olunmadıkça hüküm ifade etmiyece-ğine göre, bunların tadat edilmemesi kanun tekniği bakımından mahzurlu değil midir? Diğer çeşit gelirler denilince umum müdürlüğe vasi salâhiyetler tanınmış oluyor.
Yine Bayındırlık Bakanından soruyorum:
Vatandaşlardan yol parası namı altında alınan, evvelce bedeni yol mükellefiyeti olduğu halde 4751 sa yılı kanunla tadil edilerek para tahsili veya çalıştırılma veya hapisen tazyik gibi şekil alan nevi şahsına münhasır vergi ne olacaktır? ılerildlentuıusıvbgküj cmfhyp ______
Selefleriniz kaldırıyorlardı ve baş ka şekil veriyorlardı? Kaldırma imkânlarını düşünmüyor musunuz?
Yol parası diye toplanan bu paraların çok cüzi miktarı yollara veri-Jerek büyük bir kısmının başka sahalarda (ve meselâ: valilerin yıl-
2 — 4585 sayılı kanun hükümlerine göre fen ve meslek adamlarının vazife ve salâhiyetlerini tayin ve tesbit eden yönetmeliğin birinci maddesinde (A) fıkrasında yüksek mimar, yüksek mühendis, mühendis ve mimarların büyük küçük her tür lü binaların mesuliyetini deruhte e-debilecekleri Bakanlıkça kabul e-dilmiştir. Keza birinci yapı kongresi 3458 sayılı kanun, memleketimiz de tetkikler yapan ve dünyaca otorite olarak tamlan (Veston Thorn-burg) ve İngiliz kültür heyeti neşriyat ve konferansları da bu meseleyi aynı şekilde izah ve teyit etmişlerdir.-
Hal böyle iken bu kanun tasarısının şu kanunî, mantıkî esas ve hakikatlere ayakırı olarak yine makam mücadelesi kabilinden büyük makamları yüksek mühendislere a-yırdıkları görülmüştür. Meselâ u-mum müdürlük, bölge müdürlükle-r, bir kısım vilâyet nafıa müdürleri vesaire büyük maaşlı memuriyet leri yüksek mühendislerin kendilerine ayırdıkları görülmüştür. Mü -hendislere 90 liradan yukarı kadroları vermiyen bu tasarı yukarıda söy lediğim müsavat esası ihlâl ve baremin yüksek derecesine kadar terfileri menederek mühendisleri mağ dur kılmıştır. Maddelerde ayrıca kadrolar hakkında önergeler vereceğim. Bu noktaların Yüksek Mec-lisinizce nazarı itibara alınacağını ümit ve rica etmekteyim.
Diğer arkadaşlarımız söyledikleri için uzun uzadıya üzerinde durmr yacağım hakikaten murakabe sistemi de zayıftır. Verdiğimiz ve vereceğimiz milyonlarca liranın nereye gittiğini lâyıkiyle murakabe ede-miyeceğiz. Murakabe sisteminin e-saslı hükümlere bağlanması zarureti vardır.
Söz alan diğer hatipler
Söz alan Fahri Karakaya, tasarının lehinde bulunarak Kemal Öz-çobanın köylü sefalet içindedir tarzındaki mütaleasına garip bir mukabelede bulunarak .Bunu şiddetle reddederim» dedi.
Kemal Özçoban oturduğu yerden bu acaip mütaleaya (Allah Allah öyle mi?» diye cevap verdi.
Ahmet Çınar. Nihat Erimin Bayın dirlik Bakanlığı zamanında ya -yınlanan bir broşürden parçalar o-kuyarak söze başladı. Broşürün o-kunmasından, komşumuz olan Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya-dan yol dâvasında en az 15 . 20 defa geri olduğıynuz, Afganistan, İran ve Habeşistandan bile geride bulunduğumuz anlaşılmaktaydı.
Hatip: .Her zaman çok işler yaptığımızdan bahsederiz. Hakikatte ise çok az iş yapmaktayız. Bu zihniyeti bertaraf etmek lâzımdır» dedi.
Sözlerine devam eden Çınar, 9 yıllık yol programına göre 1.5 milyar lira tesbit edildiği -ni halbuki ayrılan tahsisata göre bunun ancak 30 senede tamamlanabileceğini tebarüz ettirerek «Hal böyle iken nasıl oluyor da 9 senede 23 bin kilometre yol yapılabileceğini iddia ediyorlar, dedi.
Ahmet Çınar, hazırlanan bu programın aceleye geldiğini esaslı bir tetkike tâbi tutulmadığını kaydederek, bu programın Meclis tasvibine arzedilmemesi üzerinde durudu ve
• Bu şahıslara bağlı bir iş haline sokulmuştur. Bu programın Meclisçe tasvibi lâzımdır. Aksi halde Meclis şuraya yol yapılsın veya yapılmasın diyemiyecektir» dedi.
Hatip, bundan sonra yol meselesinin kül halinde mütaleası lâzımgel-diğine de işaretle yabancı mütehassıslar işine temas etmiş, Türk mühendislerinin bu işleri başarabilecek kabiliyette olduklarını lüzumsüz yere mütehassıslar celbederek bir sürü paranın heder edildiğini ilâve etmiştir.
Ahmet Çınar, 4,5 milyon liraya projesi yaptırılarak 120 milyon liraya malolan Tıp Fakültesinin tamamlanamadığını, 52,5 milyon lira harcanan Meclis binasının ve keza Kızılay hastahanesinin bir türlü bitirilemediklerine de dikkati çekerek
• Ben ecnebi mütehassıslardan istifade etmiyelim demiyorum, yalnız lüzumundan fazla getirtip bizim şartlarımıza uymıyan şekilde bunları çalıştırmıyalım.» dedi.
Yollar Umum Müdürünün mühendis olması lâzımgeldiğine de işaret eden hatip: -Müsteşarlar ve Umum Müdürlerin muhakkak surette mes lekten kimseler olması lâzımdır» diyerek sözlerini bitirdi.
Kemal Zeytinoğlu konuşuyor
Kemal Zeytinoğlu (Eskişehir) — Yol deyince, Devlet yolları, İİ yolları ve köy yolları olmak üzere üç yol ağzının heyeti umumiyesini anlamak lâzımdır. İktisadî üniteleri birbirine bağlıyan yolların tam olarak ele alınması bir manzumenin tamamlanması halinde faydalı olur. Programlaştırma, plânlaştırma ve başarma müşterek esaslara bağlanmalı ve işi dağıtmadan ahenkli bir şekilde ikmal etmelidir. İşte bu bakımdan bu tasarı ile yol dâvamız tam olarak, kâmfl olarak ele alınmamıştır. Bu kanunun şümulü dışında, kalan köy yollan için de bir tasarı hazırlamak ve beraberce getirmek lâzımdır. Müzakeresini yaptığımız tasarının meseleyi yine yarını kavradığım görüyoruz. Meselâ, İİ yollan ile köy yollarına gerek teknik bakımdan, gerek malzeme vermek suretiyle mümkün olan yardımın yapılacağı bildirilmekte ve u-um müdürlüğe bu yetki verilmektedir. İş bu madde bendenizin müta-leasına hak verdirmektedir. Yani, dâva heyeti umumiyesi ile ele alınmamıştır. Kanaatimce köy ve bucak yolları dışındaki bilûmum yolların merkezden idaresi ve bu umum müdürlüğün vazifeleri içine alınması münasip olur. Köy ve bucak yollarının yapımı ve bakımı bir program ve plân tahtında illere bırakılmalıdır. Bu suretle vergisini veren köy halkımıza külfetin taksimini gös -tereceğimiz gibi, yol kalkınması dâvasında da işi temelden başarmak imkânı hasıl olacaktır.
Ahmet Veziroğlunun sözleri
Ahmet Veziroğlu, (Afyon) — Her işde olduğu gibi iktidar partisi hükümeti köy işlerini ve köylüyü daima en son olarak düşünmekte veya hiç hatırına getirmemektedir. Köylerimizi kalkındırmak için evvelâ köy yollarından işe başlamak lâzım geldiğini takdir buyurursunuz. Sanki köylü vatandaşlar şehir ve kasabalı vatandaşlardan daha zengin ve daha müreffeh bir durumda mıdır ki, şehir ve kasabaların yollarını devlet yapsın da, köy yollarını köy- , lü yapsın? Çünkü, bu tasarıda da köy yolları, yine köy kanunu gereğince I köylünün imecesi ile yapılmak istenilmiştir. Ancak 17 inci maddenin ikinci fıkrasındaki hükme göre hükümet teknik bakımdan ve malzeme vermek suretiyle mümkün olan yardımı yapar, diye bir hüküm konmuştur. Niçin şehir ve kasaba yolları gibi, köy yollarını da hükümet yaptırmasın ve İl yolları hükümlerine dahil edilmesin? Köylü vatandaşlar yol vergisi vermiyorlar mı? Hani daha yakın zamana kadar şehir ve .kasabalıların mektebini hükümet yaparğ köy mekteplerini köylüye yaptırdığınız gibi.
İşte yol dâvasında da iktidar partisi aynı prensibi hâlâ muhafaza etmekte köylü ile şehirli ve kasabalı vatandaşlar arasında bir ayrılık yaratmaktadır. Ve bu yol işlerinde de köylü vatandaşa daha fazla mükellefiyet tahmil etmektedir.
Sayın arkadaşlar, köylümüz çok fakirdir, katıksız ekmeği bulamaz bir halde Ziraat Bankasından başka I bin bir yere yaptığı borçtan kurtu- I lamıyacak bir vaziyette iken, köylü- | terimizi imece yolu ile tahmil edil-
Başmakaleden devam ı
Fatsa Kongresinden intibalar:
heyecanı okunuyordu.
Bir çok arkadaşlar konuştular. Ordu Başkanı İsa Çordan, Fazlı Er-tekin, Ömer Sanhan, Mehmet Felek, İbrahim Engin, Bekir Baykal, Şükrü Satıroğlu, Cevat Güveııka ya ve nihayet geçen ara seçimlerinde müstakil olarak Ordudan on binlerce rey alan arkadaşımız Feyzi Boz-tepc heyecanlı hitabeler irat ettiler.
Bu arada benden de bir konuşma yapılması istenmişti. Ben de konuştum. Kürsüden indiğim zaman ihtiyar, nur yüzlü bir köylünün, birdenbire, boynuma sarıldığını far-kettim. Sonra bir anda kucak laştık. O köylünün beyaz sakallarının sıcak havasını yüzümde hisset tiğim zaman duyduğum heyecanı ömrüm oldukça unutamıyacağım. O ne tatlı bir göz yaşıydı! Rahmetli hamam da beni ancak bu kadar büyük bir şefkatle kucaklamayı bilirdi. Benden ona, ondan bana intikal eden bu candan dostluğun, bu kutsi bağlılığın mahiyeti neydi? Bunu ancak sevgilerin en büyüğü olan vatan aşkının mihrakında toplıyablliriz.
Bu köylü, dâvayı anladıktan sonra bunun artık muvaffak olmaması İçin hiç bir sebep kalmamıştır.
Mümtaz Faik FENİK
Kar yurtta devam ediyor
ir (Baş tarafı birinci de)
Jandarma, belediye ve telgraf e-kipleri derhal faaliyete getirilerek kısa bir zamanda il muhaberatın-n teminine çalışılmaktadır.
Bugün saat 14 de karın fazlalığından erkek sanat okulunun marangoz ve demirci atölyelerinin çatı ve tavanı çökmüştür. Bu çökmede beş öğrenci hafif yaralanmış ve yaralılar devlet hastanesine getirilerek derhal tedavi altına alınmıştır. Kar sürekli bir surette yağmaktadır.
Kemaliye, 1 (a.a.) — Üç günden-beri yağan devamlı kar yüzünden kasabamızın her tarafla olan muvasalatı kesilmiştir.
Diğer taraftan şehrimizde de dün hararet sıfırın altında 15 dereceye düşmüştür.
Şehrimizde kar sularının erimesinden sonra bütün cadde ve sokaklar buz tutmuş ve geçilmez bir durum yaratmıştır.
Buzdan güçlükle geçilen yollar bir çok kimselerin düşmesine sebep olmuş ve bu arada ayağı ve kolu kırılanlar olmuştur.
Bu sebeple dün harekete geçen belediye tehlikeli durum arzeden yokuş yerlere kömür tozu dökmüştür.
Hürriyeti çekemiyenler, Fikirsizler, Kısırlar...
Halkevleri için bütçe tahsisatı
Arzettiğimiz çeiştleri
TAKSİTLE
Ankara’da yalnız
miş olan mükellefiyetlerden kurtaralım. Kurtaralım ki, kalkınacak vakit bulsun, borçtan kurtulsun ve müreffeh bir hale geldikten sonra da kendilerinden bu mübarek memleketimiz lâyıkiyle istifade etsin. İşte o zaman bu vatandaşlardan hizmet beklemeğe yüzümüz olur.
Bu sebeple tasarının komisyona geri çevrilmesini ve köy yollan için yeni hükümler konmasını teklif ediyorum.
Ahmet Veziroğlunun konuşmasını müteakip tekrar söz alan Kemal Özçoban Fahri Karakayanın «Türk köylüsü sefil değildir. Bunu reddederim» tarzındaki sözlerine cevap vermek için kürsüye geldi.
Kemal Özçobanın hakikate temas etmek istiyen bu hareketi C. H. P. lileri fazlasiyle kızdırmış olacak ki oturuma başkanlık eden Feridun Fikri, Kemal Özçobanın her cümlesini kesmek istemekte ve mütema-, diyen lüzumsuz müdahaleler yap-! maktaydı. Bu yüzden Kemal Özço-[ ban ile Feridun Fikri arasında çok şiddetli münakaşalar oldu.
| Feridun Fikri, Kemal Özçobana hitaben: «Politika yapmayınız» şeklinde mütemadiyen müdahale etmek istemekteydi.
Başkanın bu yersiz müdahalesine karşılık veren Kemal Özçoban, «Sizin en büyük hatalarımızdan biri de durmadan ders verir bir eda ile kelâm etmek istemenizdir» dedi.
Kemal Özçobanın bu sözleri C. H. P. lileri daha çok kızdırdı.
Sözlerine devam eden Kemal Özçoban, gezdiği yerlerde Türk köylüsünün medenî seviyede olmadığını, kaydetti.
Bunu müteakip kürsüye gelen C. H. P. den Refik Soyer tasarının lehinde bulunarak şu parlak mütale-ayı ileri sürdü: -İktidar partisi uykusunun arasında bile köylüyü hatırlar.»
Komisyon sözcüsü Cavit Ekin ile Bayındırlık Bakanı Şevket Adalan söz alarak tasarının müdafaasını yaptılar.
1 Yeterlik önergesinin kabulünü I müteakip maddelere geçilmesine ka-I rar verildi, fakat vakit geciktiğinden görüşme Cuma gününe bırakıldı.
İstanbul Mağazası
ir (Baş tarafı birinci de) I riyeti fikrin fikir olarak serbestçe ifade edilmesi şeklinde anladığımıza, buna da en büyük titizlikle dikkat ettiğimize, bugü ne kadarki yazılarımızı şahit tutabiliriz. Nitekim, demokrasiye haysiyetini, hürriyete de mânâsını veren şeyin ancak fikre ve fikirlere saygıda başlayıp yine saygıda bittiğini bilmesek, hattâ şu anda şu açıklamayı yapmak lüzumunu dahi duymazdık.
Bugüne kadar, daima da öyle olacak, bizimkine taban taban zıd bile olsa, fikir denen ve ifadesi belki de hürriyetin tâ kendisi demek olan mefhuma hep aynı saygı anlayışı içinde karşı koyduk. Ama bir nokta var ki, İnce bir nokta, fikrin ikliminden onu çekip alamazsınız: Fikir ve saygı, yine ancak fikir ve saygının karşısında varolabilir. Bir dâvayı kazanmak için ortaya düştüğünüz zaman, fikirden anlayanlar, fikre saygı duyanlar, bizzat fikir söyleyenlerle karşı karşıya iseniz fikrinizle savaşırsınız. Zaten aksi, sizin fikirsizliğiniz ve beyhudeliğiniz olur insan .fikirden zerre kadar anlıya-mıyanlar, fikri kabalıklarına, kuvvetlerine, ihtiraslarına köle etmişler karşısında, dâvası fikirden de üstün ve mukaddes o-lacağına göre, belki de onlara onların silâhlarile karşı koymak, dâvayı kazanabilmek uğruna fikri feda etmek, mecburiyetinde hazin bir mecburluk şüphesiz- kalabilir.
Güneş gibi aşikâr hakikatlerin biline biline, kasden inkâr edildiği namuslu bir demokrasi olamaz. Vatan gibi, memleket gibi, vatandaş olarak, fert olarak bir insanın en başta gelen, en kutsal olan değerlerinin demagoji borsasına döküldüğü bir yer düşünmekten Allah hepimizi korusun. Memleketimizin bugünlerinde, içine girdiğimiz demokrasi dâvası içinde, bir çok kusurları -. mız, hatalarımız, sürçmelerimiz hoş görülebilir. Ama, uğrunda, muvafık, muhalif, savaştığımızı iddia ettiğimiz hürriyet ve demokrasiye yine kendimiz silâh çekmeğe kalkar; tehdit yoliyle olsun, maddî mânevi baskılarla olsun, onu aksatmayı, geri itmeyi, hattâ kanlı bir neticeye sürüklemeyi, bilerek veya bilmi-yerek, hedef tutan sözlere ve hareketlere başvurursak, bunlar affedilemez ve bu gibi, belki de altında vatanın selâmeti adına tehlikeler, kötü niyetler pusu kurmuş pervasızlıklar, ayrıca yumuşak, akademik fikir tartış-malariyle de pek kolay kolay giderilemez,
Dikkat edilmişse, kendilerinde hangi sıfat, hangi hak ve salâhiyet bulunduğu bilinmiyen bir takım kimseler Meclis kürsüsünden olsun .gazete sütunlarından olsun bu fena yollara dökülmek istidadı gösteriyorlar. İkide bir parti halinde veya fert olarak, muhalefettekilerin sehpalarla, İstiklâl mahkemeleriyle, tasfiye-
lerle tehdit edildiklerine şahit o-luyoruz. Bu gibilerin karşısına ıbizler yine de fikirle çıkıyoruz; fakat eğer ifademiz biraz sert, biraz haşin ve asabı ise bu da mı çok görülüyor? Kalemimizin bazı kelimeleri fazla sivrilttiği olmuş olabilir. Fakat hiç kimse, en mukaddes bellediğimiz ve bu keşmekeşte adeta hayatımızı koyduğumuz bir dâvaya kastetmeğe yeltenenlere şiddetle mukabele eden bizim vicdanımızdan, düşünüşlerimizdeki samimilikten şüphe edemez.
Bir misal vermiş olmak için Bay Reşat Şemsettin Sirer ve grev meselesini ele alalım. Grev, bir demokraside ilk tartışılacak ve halledilecek fikr meselelerinden biridir. Buna insanlar ve partiler taraftar olur veya olmaz. Bizde C. H. P. taraftar değildir, D. P. taraftardır. Mesele bu kadar basit ve bu kadar fikir haysiyeti çerçevesinde ele alınacak bir meseleyken, bir iktidarın Çalışma Bakanı çıkıyor ve greve taraftar olanları alabildiğine tehdit ve neredeyse vatan hainliğiyle itham ediyor. Demokrasiyi gerçekleştirmeğe çalıştığını her fırsatta ilân eden bir iktidar partisinin Çalışma Bakanı bu şekilde mi konuşmalı; yoksa niçin greve taraftar olmadıklarının mucip sebeplerini anlatıp, grevi niçin memlekete zararlı bir silâh saydıklarını belirtmeli ve nihayet: -Biz grev hakkına taraftar değiliz ama Demokrat Parti taraftarmış, olabilir, iktidara geldikleri azman isterlerse onlar grev hakkını tanırlar* gibilerden bir neticeye ve karara mı bağlamalı, soruyoruz? Bu mudur fikir? Türk işçisinin grev istemediği iddiaları gibi hükmü karakuşileri, hattâ demagojileri, C. H. P. nin emri altındaki güdümlü sendika idare heyetleriyle tertiplenmiş beyhude oyunları saymıyoruz. Ama bu tehditler?
Ve bu tehdit karşısında biraz sert bir yazı yazdık diye, dün başyazısında fikir heysiyetinden bahsedilen gazete bizim komünistliğimize kadar gitti. Bu mudur demokrasiyle kendisine haysiyet bahşedilen fikir?
Çalışma Bakanı Meclis kürsüsüne çıktığı zaman, grev hakkı-—AUL tanınmıyacağını -doğru veya değil, onu tartışmıyoruz- bir fikir, tez ve prensip meselesi olarak ele alsaydı, sanılıyor mu ki, biz o şiddetli aksülâmeli gösterirdik?
Hulâsa bizim, sadece memleket aşklyle vakit vakit şahlanan kalemimize taan edenler, kendilerindeki fena zihniyeti ve huylan değiştirseler dâva bir çırpıda hallolur gider.
Bu açıklamaya son verirken şunu da ilâve edelim ki, biz, bu memleketin hüriyetine kasde yönelmiş her harekete, her zaman, ama elimiz erdiği gücümüz yettiği kadar, aynı şiddetli mukabeleyi göstermekten geri durmı-yacağız.
A. Muhip DIRANAS
Hilmi llran’ın yeni nutku
ir (Baş tarafı birinci de) renler lâzım gelen tertibatı almışlar ve binanın etrafına bir sivil polis kordonu koymuşlardır.
Saat 14.30 da halkevine gelen Hilmi Uran yaptığı konuşmada memle kette demokrasi hamlesini bir inki-lâp olarak vasıflandırmış ve bu in-kilabın hiç bir partinin değil, milletin sinesinden doğduğunu belirtmiş, muhalefet ne kadar zayıf olsa küçümsenmemesi lâzım geleceğini, muhalefetin sert tekliflerine kızıl-maması, haklı tenkitleri iyi dinliye-rek yanlış hareketlerin tashihini, önümüzdeki seçimlerde C. H. Partisi milletvekili namzetlerinin büyük bir kısmının teşkilât tarafından seçileceğini, yalnız seçileceklerde şahsiyet aranmaması lâzım geldiğini ve daha ziyade millete faydalı olacakların seçilmesi icabettiğini, çok partili rejimi sonuna kadar takip etmiye C. H. Partisinin taraftar olduğunu, mu halefete karşı politikanın yıkıcı değil, yapıcı olması lâzım geldiğini, demokrasi rejiminde ana şart «lâyık olan iktidara geçer» olduğunu, mem leketimizde demokratik hamlenin dış memleketlerde derin akisler yarattığını, seçimlerde dürüst hareket etmenin şart olduğunu ve bu demokrasi hamlesini başardığımız için iftihar edebileceğimizi, eskiden C. H. Partisinin en aşağı tabakalara kadar inmesinin lüzumlu olmadığını fakat bugün bu tabakalara inip onların fikirlerini öğrenmenin zarurî
olduğunu söylemiş ve seçimlerden bahis açarak 1950 seçimlerinde kazanma şansı Halk Partisinindir, diyerek sözlerine son vermiştir.
Hilmi Uran Cuma günü İzmir Halk evinde bir nutuk söyliyecektir- Hilmi Uranın bu nutkunu dinlemek istiyen her vatandaşa halkevinin a-çık olduğu İzmir C. H. Partisi il başkanlığı tarafından bildirilmiştir.
Hidrojen bombası
Vaşington, 1 (a.a.) — Amerika
hükümeti, hidrojen bombasının yapılması için Başkan Truman’ın verdiği emir üzerine derhal gereken tedbirleri almıştır.
Bu işle meşgul bulunan .Amerikan ilim adamlarından çalışmalarını hız landırmalan rica edilmiştir.
Diğer taraftan Amerikan ava. ır çakları geceli gündüzlü atom fabrikalarını muhafaza altında bulunduracaklardır-
İlân ve teşekkür
Gezici vaiz Mehmet Oruç Hacettepe Camiinde bu Cumadan itibaren vaizine devam edecektir.
Bu işi sağlayan Diyanet İşleri Reisi Sayın Bay A. Hamdi Aksekiliye teşekkürlerimizi sunarız.
Müdavim cemaat
(234)
nda bulabilirsiniz. Sizde bu öde me kolaylığından İstifade edip güzel çeşitlere sahip olunuz.
ir (Baş tarafı birinci de) zi yapmış olmak ve vicdanlanVnısa karşı mesul olmamak için konuşmak zorundayız. Halk Partisinin bir cüzü olan halkevlerine bütçeden tahsisat ayrılması doğru değildir. Halkevlerine ayrılan bu tahsisat doğrudan doğruya Halk Partisi teşkilâtına yatırılmakta makbuzunu da Halk Partisi vermektedir.
1946 - 1947 yıllarında hükümet bize halkevlerinin, Halk Partisinden ayrılacağını, Halk Partisinin kongre sinde bu hususta karar alacağını ve 1948 yılında bu kararın alınmış olduğunu bildirdiği halde 1949 yılında kongreden alınmış olan bu kararın hukuk nazariyelerine uygun olmadığını ortaya attı. Şimdi de Halk Partisinin ilk yapılacak kongresinde yeni bir kararın alınacağı ileri sürülüyor. Bu vaziyet hükümetin Halk Partisinin bir oyalama siyasetiyle bütçeden tahsisat ayırt -maya devam ettiğini, yapılacak olan seçimlerde halkevlerinden kendi lehine faydalanmak için vakit kazanmakta olduğunu gösterir.»
Bundan sonra söz alan Abidin Pctuoğlu Halk Partisinin 'iktidarda bulunmasından istifade ederek büt-
çeden kendisine tahsisat ayırtmaya hakkı olmadığını, halkın çok müş -kül şartlar içinde ödemekte olduğu vergilerden toplanan paralardan iktidar partisinin hisse almasının ft bir hareket olduğunu, bütçe kon yonunun bu işe son vermesinin zım geldiğini söylemiş, ellerini ı.v danlarına koyarak hüküm vermele rini istemiştir.
Maliye Bakanı Halkevlerinin hül mi bir şahsiyeti olmadığını halkev lerinin siyasî bir parti olarak Halk Partisinin himayesi altında bulun duğunu, halkevlerinin 300 milyon raya yakın bir varlığı olduğunu t nun bir emri vaki olduğunu il sürmüştür.
Maliye Bakanlığının bütçeden Eti banka 30 milyon liralık bir yardım istemesi dolayısiyle Etibank Zon -guldak kömür işletmeleri idaresinin, son üç yıl içinde 35 milyon lira zarar etmiş olduğu meydana çıkmış -tır.
Maliye Bakanı bu zararın uydur -ma senetlerle izale edilmesine im -kân olmadığını ancak kömür fiyatlarına zam suretiyle tedbir alınabileceğini söylemiştir.
Maliye Bakanlığının masraf bütçesinin müzakeresinden sonra devlet borçlarının müzakeresi yapılmıştır.
Bu müzakereler sırasında 949 yılı sonu itibariyle devletin 2.148.887.498 lira borcu bulunduğu ve bunun 702.870.310 lirasının dış borçlar ol-
duğu anlaşılmış ve iskont bonosu?^ karmak suretiyle Toprak Mahsul' _ ri Ofisinin 100 milyon, Deniz Yollarının 65 milyon, Sümerbankın 96 milyon, Etibankın 69 milyon, Tekelin 75 milyon, Demiryollarının 33 milyon lira borçlandıkları ve bu borçlara hâzinenin kefil olduğu öğrenilmiştir.
Mülhak bütçelerin dalgalı borçlarının da yükseldiği anlaşılmıştır.
Komisyon bugün Maliye Bakan-nın gelir bütçesini müzakere ede -
Grev meselesi
ir (Baş tarafı birinci de) Karabük'te durum
Karabük, 1 (Hususî muhabirimizden) — Demir çelik müessesesinde geçen Pazar günü yapılan ustabaşı-lar toplantısında müessese müdürünün tertibi eseri olarak sorulan bir suale cevaben, müdürün demir çelik işçileri namına, grev istemiyoruz şeklinde bir telgraf çekilmediğinden üzüntü duyduğunu ve Çalışma Bakanlığı nezdinde müşkül vaziyete düştüğünü, bunun zerine de bir kaç ustabaşının harekete geçtiğini bildirmiştim.
Geçen günler içinde işçiler arasında «grev istemiyoruz» ibareli kâğıtlar dolaştırılarak her işçinin bunları imzalamaya icbar edildiği ve bilhassa ustabaşı Şahap Ayaz, Reşat Öztopçu ve Ferhat Işığın, bu işe müessese müdürü emekli Albay Muhittin Erkan tarafından memur edilerek günlerdenberi uğraştıklarını ve işlerini bırakarak kısım kısım dolaşıp her kısımdan bazı ustabaşılarını da yanlarına katarak işçilere, iş yerinde imzalattırmaya çalıştıklarını ve imza etmek istemiyenleri tehdit ile eğer imza etmezlerse işden çıkarılacaklarını ve haklarında komünist zanlısı olarak takibat yapılacağını söylediklerini tesbit ettim.
Bu işde haddehane şefi Raşit Temel ve büro şefi Cemal Doğanaym büyük faaliyet sarfettikleri gözden kaçmamaktadır.
İmza toplanma sırasında bir çok münakaşalar olduğu, pek çok işçinin kâğıdı imza etmek istemidiği muhakkaktır.
Yüzlerce işçi bu vaziyetin gazetelerle umumî efkâra duyurulmasını rica etmektedirler.
1— Omega, Tssot, Hisloıı, Arlon İsviçrenin tanınmış altuı kaplama, çelik Bayan, Bay kol, cep, duvar, masa saatleri.
2— Elmas, Pırlanta, Broş, Yüzük, Kolyeler, Gümüş Pasta, Çay takımları, Tabaklar...
3— SİERA radyolarımızın zengin çeşitleri.
4— LUXOR otomatik tekli mobilyalı, mobilyasız, Pikaplar.
Otomatik elektrik ütüle-
ri, radyo pilleri, gramofonlar, alaturka, alafran-
ga plâklar. Kuyumculuk ve saatçi atelyemiz
emrinize amadedir.
ADRES : Anafartalar Adliye Üstü Sus Sineması Karşısında No. 273 - Telefon : 14761. Bahattin Atatua - Terfik Eştaş

Comments (0)