PAZAR
Başmuharriri: Mümtaz Faik Fenik
Denizciler Caddesi? 2
Posta Kutusu: 193 — ANKARA Telgraf: Zafer Gazetesi Ankara Başmuharrir tel: .........15619
Yazı İşleri, idare .......15315
Fiyatı her yerde 10 kuruştur.
Afrika yerlilerine çektirilen
Sarı Angarya,, nedir?..
(Bugün beşinci sayfamızda okuyunuz)

Çalışma Bakanı Sirer'in İstifası
Sirer’in grev fiyaskosu Kabinenin de durumunu nazik bir vaziyete soktu
ŞİDDETLİ KIŞ VE MÜHİM BıR KARAR
Kok kömüründen

Dün Halkevinde gazetecilerle de münakaşa eden Bakan Validen imdat kuvveti istedi !..
^H)ün halkevindeki gizli toplantıda hazır bulunan Çalışma Bakanı,
bu toplantılara iştirak eylediğini
Ankaradaki sendika toplantılarından birinin gorunuşu
tekzip etmekten de geri kalmadı
Çalışma Bakanı Reşat Şemsettin Sirer’in istifa edeceğine dair iki gündenberi şehrimizde dolaşan rivayet dün kat’iyet kesbeder gibi bir hal almıştır. Bu arada kabinenin toptan istifa edeceği hakkında da şayialar çıkmışsa da, bu söylenti
İSTANBUL
SENDİKA
TOPLANTISI
Fuad Köprülü davetli olarak
kesilen kısımlar
Halka, kömürlerinin tam olarak tevzii kararlaştı
Sadedinin indirilmesi
~ • Miimfav. F.lih F
w
ıfiibt
jp3 olmuştur.
amsun, 2 — Milletvekilleri-mizin adedi hakkında gazetelerde hayli münakaşalar
Yazan : Mümtaz Faik FENİK
•Yoldan notlar.
Bir çok kimseler, 20 milyonluk bir nüfusa 465 Milletvekilinin çok olduğunu söylüyorlar. Gereçkten bizim de kanaatimiz odur. Bu miktar çok-tur; ve azaltılırsa, işlerin hem daha Üd kolay çıkması hem de Blüyük Millet
«•i

Samsun, Ankara
4
İfl:
ıber
Meclisi bütçesinde esaslı bir tasarruf sağlanması mümkün olur. E-esasen şimdi dahi, Büyük Millet Meclisinin tam kadro ile toplantı
’ , yaptığı yoktur. Bir çok Milletvekil-
I leri mütemadiyen mezuniyet almak-
tadırlar. Bazdan seçim dairelerini i dolaşmakta, bir kısmı encümenlerde meşgul olmaktadırlar. Fakat içlerinde hiç bir mücbir sebep olmadığı halde sırf tek parti zihıtiyetinin verdiği bir itiyatla Meclis müzakereleriyle, kanunlarla zerre ka-
dar alâkadar olmayanlan da çoktur. Bunlar, eskiden, biz nasıl olursa olsun yine seçiliriz, çünkü arkamız „ kuvvetli, diye çalışmalara kulak i|) i aşmazlardı; kimbilir belki şimdi de, kİFi nasıl olsa seçilmiyeceğiz; onun için çjjciid nazik bedenimizi neden sıkıntıya so-Mkalım? Gibi bir düşünceye kendile-jk, lirini kaptırmışlar ve müzakerelere jjirl iştirak zahmetine katlanmağa lüzum
* görmemişlerdir.
Bu yüzden Meclis hiç bir zaman 465 mevcutla toplanmış değildir. Hele politika münakaşalarının koridorlarda ve daha ziyade dışarıda hararetlendiği bi zamanda bu mev-cudün yarı yarıya düştüğü bile va-kidir.
O halde Meclise devamı, aşağı yukarı temin etmek şartiyle, Milletvekili adedinin kasılması akla gelen güzel bir tedbir olabilir; hem bu sa yede eski Meclis binası da Milletve killerini bol bol istiaba kâfi gelecek yeni bir Meclis binasına da ıbugünku dar durumda hiç de lüzum kalmıya çaktır. Başlanmış olan inşaata gelin ce, geniş bir zamanda onun da naşı ikmal edileceği veyahut ne yapıla bileceği düşünülebilir. Hem bütçe zaruretleri doiayısiyle İngilterede bile hastahane ve mektep gibi müb-rem ihtiyaçlar için bina inşası durdurulmuşken bizde bir Meclis binası için 56 milyon lira tahsis etmek ne demektir?
işte bütün bunlara iblr nokta koyduktan sonra, şimdi, Milletvekili a-dedinin azaltılması üzerinde esaslı bir surette durabiliriz.
Hatırlarda olduğu üzere bugünkü eclls 40 bin nüfusta bir Milletvekili ir (Devamı Sa: 6 Sü: 4 de)
dijtf1

İÖf»
$
Karlar içinde trenle tehlikeli bir yolculuk
M. F. FENİK
Sivas, 4 — Görülmemiş bir kar fırtınası içinde Samsundan Sivas'a hareket ettik. Yolun ilerde açık olduğunu söylüyorlardı. Gerçekten Ladik’le -Havza arasında kar dört metreyi bulmuştu. Daha evvel yoldan geçen kar makinesi karları iki tarafa duvar gibi, hatta duvar gibi değil de, hisar gibi yığmıştı. Tren bu kar kuyusunun arasından adeta kendisine yol ararmış gibi geçiyor ve bazı yerlerde pençerenin cam-
★ «Devamı Sa: 6 Sü?5 de)
1 tondan fazla kömür alanlardan kesilmiş olan kısımların da dağıtılmasına yarından itibaren bütün kömür depolarında başlıyor
Istanbulda
müthiş kış
Reşat Şemsettin Sirer İstanbul Çalışma Müdürlüğünde yaptığı neticesiz toplantılardan birinde
üzerinde fazla durulmamıştır. Çünkü buna asla ihtimal verilemez. Fakat işçileri grev hakkı meselesi üzerinde, bir kaç gündenberi cereyan eden hâdiselerin seyrini takip edenler, Reşat Şemsettin Sirer’in bugünkü kabinede bir zaaf yaratmış olduğunu kabul etmektedirler. Binaenaleyh, istifa etmesi veya vazifesinden affedilmesi ihtimalini de tabiî karşılamaktadırlar.
Çünkü, esasen işçiye grev hakkı verilmesine taraftar olmıyan bir parti Bakanının, bu işi açıkça ve sarahatle ifade etmesi varken; meseleyi iğlak ederek, grev dâvasının memleket şümul bir politika hâdisesi halinde dalbudak salmasına sebebiyet vermesinin, bizzat partice de hoş karşılanmadığı ve hükümeti müşkül bir duruma soktuğu belirtilmektedir. (Devamı Sa: 6 Sü: 1 de)
İstanbula gitti
İstanbul işçi sendikası birliği ya-ın saat onda Eminönü Halkevinde yıllık Genelkurul toplantısını yapacaktır. Birlik başkanlığı bu toplantıda Demokrat Partiden bir mümessilin de bulunmasını rica etmiştir.
Bu davet Demokrat Partice çok iyi karşılanarak parti adına Fuat Köprülünün hazır bulunması tensip edilmiş, Fuat Köprülü bu akşamki ekpresle istanbula hareket etmiştir.
Grev hakkı üzerinde iktidarla muhalefetin münakaşa etmekte olduğu bugünlerde İstanbul sendikalar birliğinin genel kurulunun toplantısı muhakkak ki ilgili çevrelerle dikkatle takip olunacaktır.
Reşat Şemsettin de İstanbul yolunda
Ankara, 4 (a.a.) — Çalışma Ba -kanı Reşad Şemseddin Sirer, bu akşamki ekspresle istanbula hareket etmiştir.
Tibetliler Çine meydan okuyor
Yeni Delhi, 4 (APA) — Hindistan-dan pek hafif olarak duyulan «Ti-betin Sesi» radyosunun İngilizce yayınında, Tibet’in Çine ait okluğunu iddia eden Çin komünistlerine meydan okunmaktadır; neşriyatta Tibet halkının memleketlerine ve hükümdarı Dalai Lama’ya sadık oldukları ifade edilmektedir. Bu neşriyatın, Tibet hükümeti nezdinde çalışan Reginald Fox adlı 50 yaşındaki bir İngiliz tarafından idare edildiği sanılmaktadır.
Karadenizde D.P.
nin kuvvetli kalesi
1949 .. 1950 senesine ait kok kömürü tevziatına başlanmadan evvel, Bakanlar Kurulunca bir tondan fazla istihkak sahibi olanlara, kömür darlığı nazarı itibara alınarak, bir miktar noksan kömür verilmişti.
Haber aldığımıza göre, mevcut kömür miktarı ve kışın bütün şiddetiyle devam etmesi gözönünde tutularak, evvelce istihkak sahiplerinden kesilen kömürlerin yarından itibaren sahiplerine tekrar tevziine karar verilmiştir.
Diğer taraftan, Van Milletvekili İbrahim Arvas tarafından aynı mevzu üzerinde verilen
sözlü soru önergesi de önümüzdeki günlerde Meclis gündemine alınarak konuşulacaktır.
Bu öenrgenin, evvelce kısıntıya uğrayan kömürlerin verilmesine başlandıktan sonra Mecliste münakaşa mevzuu teşkil etmiyeceği muhakkak addedilmektedir.
Kömürlerinden kısıntı yapılmış olup da mütebaki istihkaklarını almak isteyenler Pazartesi gününden itibaren haiz oldukları beyanname ile kömür deposuna müracaat edecekler-
Dördüncü karda dün bütün şiddetile başladı
Seçim tasarısı Meclis gündemine alındı
Yurttan yeniden baskı haberleri gelmiye başladı
Seçim Kanunu tasarısı Meclisin Pazartesi günkü gündemine alınmış bulunmaktadır. Tasarının müzakeresine yetiştirilebildiği takdirde Pazartesi günü başlanacaktır.
Demokrat Parti Meclis Grupu tasarı üzerindeki tetkiklerine devam 1
ir (Devamı Sa: 6 Sü: 2 de)
$
$
ti 1
Karadenizın güzel Trabzonundan bir görünüş
★ (Yazısı 6 inci sayfada)

Nakil vasıtaları seferleri aksadı
İstanbul, 4 (Telefonla) — Şehri -
mizde dördüncü kar bu sabah başlamış ve akşam üzeri tipi halini almıştır. İstanbulda senelerdenberi görülmemiş bir kış hüküm sürmektedir. Suhunet sıfırın altında yediye kadar düşmüştür.
★ (Devamı Sa: fi Sü: 7 de)
Hidrojen bombası ve Fizik âlimleri
Churchill mühim nutuk lanndan birini verirken
Ingiltere'de seçim mücadelesi
Nevyork, 4 (AP) — İleri gelen Amerikan fizik âlimlerinden 12 si bugün, tek bir idrojen bombasının Nevyork'u, veya her hangi büyük bir şehri, harap edebileceğini söylemişlerdir; bu 12 âlimden 9 u atom mütehassısıdır.
ir (Devamı Sa: 6 Sü: 5 de)
İngrid Bergman’ın gayrimeşru kocası ile gazeteciler arasında döğüş
Roma, 4 (APA) — Bir erkek çocuk dünyaya getiren tanınmış sinema yıldızı İngrid Bergman’ın yattığı villâ Margerite kliniğine otomobili ile gelen İtalyan rejisörü Roberto Rosselini, kapıda gene gazete mu-ir (Devamı Sa: 6 Sü?5 de)
Avam Kamarası üyelikleri için 1812 aday resmen ortaya atıldı
Londra, 4 (a.a.) — -Afp): Seçim mücadelesi çevresi dahilinde Leeds-de bir nutuk söyleyen Churchill, Fransa, Almanya ve İngiltere arasında bir anlaşma yapılmasını tavsiye etmiştir.
Sosyalist İngilterenin dünyada yalnız olduğunu söyleyen eski başbakan, İngilterenin şimdiki durumuna karşılık Fransa, Belçika, Danimarka ’
İtalyanlarla dün geceki Boks maçları
3-2 mağlûp olduk
İstanbul boks ihtisas kulübünün daveti üzerine iki müsabaka yap -mak üzere Istanbula gelmiş olan 1-talyanın tanınmış boks takımlarından -Associazionne Sportiva Auda-ce. ilk müsabakasını dün akşam spor sarayında İstanbul boks ihtisas kulübü takımile yapmıştır.
ir (Devamı Sa: 6 Sü: 4 de)
AKINTIYA KÜREK
Tecrübesi bedava!
urşuiK rransa, ceıçiKa, ua-ı ve harp sonrası Almanya-
★ (Devamı Sar 6 Sü: 7 de) |
gj ilmi Uraıı’ın nutkundaki o 37 dakikalık (Radyo, saatile) hiddete de, şiddete de hiç şaşmadım!
Hattâ şu sözleri pek hoşuma bile gitti; baksanıza...
— Hariçte olsun, dajlıilde olsun, itibarımıza son yokmuş!
Aman öyleyse, ne duruyoruz! Hâriciyedeki kaçakçılıklara, hiç aldırış etmiyellm!
Yeni seçimlerde, 946 usullerine yine devam edelim!
Hele bütçedeki açığımızı, dahildeki, hariçteki borçlarımızı daha da arttıralım!
Hem canım, bunun daha haki-mailesini vaktiyle Fuat Paşa da söylememiş miydi?
— Biz öyle bir kuvvetli milletiz ki, dışarıdan, içeriden o kadar yıkmağa uğraşıyoruz da yine yıkılmıyor! diye. — YEDEKÇİ
yfa-4
. ..JSayfe • ■

Sanat mı ? zavallı!
Etıbba Odaları
Kanun tasarısı
ZAFER
5-2-1950
MESELELER GÖRÜŞLER

//
r!
ie
)a
ın
n. A
P' ıı
k
eı Tl
İt
M tıı ğ :i.
H
y
N
d(
Ker gün yazı yazmanın güzellikleri, faydaları olduğu gibi çirkinlikleri, zararları da var. Güzelliği şu: Ayağınızın altına tesadüfen gelmiş bir karıncaya (bile dikkat edip ondan mânâ çıkarmağa çalışıyorsunuz; hattâ onu yorumluyor, onun tesadüfen ayağınızın altına gelişinde bir kasit arıyorsunuz. Derken onun, o mevzuun, çünkü karınca da bir mevzudur, üzerine eğildiğiniz zaman bir de bakıyorsunuz, o güne kadar karınca diyip geçtiğiniz küçücük yaratığın kendisine göre büyük bir dünyası ve hâdisesi var. O zaman yeni düşüncelere, yeni keşiflere, buluşlara eriyorsunuz ve dünyanız genişliyor. Bundan da sizin öz hayatınız İçin yeni tecrübeler, yeni görüş tarzları, yeni anlayışlar doğuyor. Faydası da bu.
Fakat günü gününe bir mevzu peşinde koşmak, ille her şeyi mânâ-landırmak, yorumlamak, her tesadüften, her rastgelişten, her hâdiseden bir kasit çıkarmak, doğrusunu istersiniz, bu da işin çirkin tarafı. O zaman, dünyanızı rahat, aydınlık, maksatsız gözlerle seyretmek erginliğinden uzaklaşıyor, bir nevi vesveseye, kuşkuya, huzursuzluğa düşüyorsunuz! Bu da, kendi öz hayatınız hesabına bir zarar Karıncanın dünya ve hâdisesini keşfetmek ne kadar güzel ve faydalı ise, o karıncadan kuşkulanmak ta o kadar çirkin ve zararlı.
Her gün yazı yaza yaza insanların, hayatın ve hâdiselerin çok daha yakınına, çok daha içine, İçyüzüne girdiğimin farkındayım. Ama her gün yaza yaza, hayatın bir rüya gibi görünen, sıcak bir yaz gününde bir yelpaze kıpırdanı-şından esen serinlik gibi saadet verici taraflarını da unutmaya başlar oldum. Kendi kendime itirafa cesaret edemediğim bir hissizliğin tıpkı son uykularını uyuyan bir insanın vücudüne, bütün varına yoğuna sinen ölüm katılığı halinde
Muhip DIRANAS
beni sarmakta olduğunu esefle görüyorum.
Ben bu sütuna girmeden önceleri, neye saklamak, şairdim. Arada sırada, şimdi açıklıyorum, resim de yapardım. San’at denen harikulade alevin etrafında dolaşan küçük insan pervanelerden biriydim. Fakat anlıyorum ki, san’at gerçekten bir rüya âlemidir ve i-çinde yaşadığımız bu acaip, çirkin, katı, insanlı ve karıncalı, ekmekli ve ekmeksiz, giyimli ve çıplak, katilli ve maktiillü, zampara-lı ve orospulu, hırsızlı ve polisli, cumlıurreisli ve çöpçülü, penisilin-li ve koklu, alıcılı ve satıcılı hayatla, bizim, şiir yazan, tablo çizen, nota düzen, taş yontan ellerimizin bağlı olduğu hayat arasında, .hiç

Büyük şehir hastanelerinde çalışan doktorlar Anadoluda mecburi hizmete tabi tutulacaklar
Memleketimizde doktorluğun da bir takım menfi neticeler doğur -makta olduğunu nazarı itibara alan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı hazırladığı Etibba Odaları Kanunu tasarısını yakında Meclise sevkede-cektir.
Haber aldığımıza göre bir çok e-saslı konulan ihtiva eden tasarıda bilhassa simsar kullanan doktorlar ile çeşitli vazifeleri uhdesine almış bulunan doktorların müstakbel durumları ele alınmış bulunmaktadır. Bu cümleden olarak memleketi -mizdeki bütün iş yerlerinde birer doktor bulundurulması şart koşulmuş ve böylece son zamanlarda adetleri artmış bulunan «işsiz dok-__--------„------- . - torlar, mevzuunun halli düşünül-bir» değilse bile, bir münasebet müştür. Bazı mühim nahiye mer-yok!------| kezlerinde de hükümet tabipliği ih
Ama diyeceksiniz kİ, insan oğul- jası bu maksatla muvafık görülmüş lannın en güzel, en yaşamaya lâ- tür.
' Her yıl bol miktarda talebe mezun eden Tıp Fakültelerinin bu durumları da dikkati çektiğinden bun dan sonra talebe kayıt ve kabulünde bir takım tahditler yapılacaktır. İstanbul. İzmir ve Ankara gibi büyü): şehirlerimiz hastanelerinde uzun zaman doktorluk yapmış olan lara mecburî bir Anadolu hizmeti tanınadağı Anadoludaki doktorların da bunların yerlerine nakledileceğinin, mevzubahs edilmekte ol -duğu, tasarının yakında Meclise gön derileceği öğrenilmiştir.
PAN AMERİKAN ŞİRKETİNİN İSTANBUL MINTAKA MÜDÜRLÜĞÜ BERUTA NAKLEDİLECEK
Aldığımız malûmata göre, bir A-merikan firmasına ait Pan - Amerikan Hava Yolları şirketinin Istan-buldaki Yakınşark ve Hindistan Mıntaka Müdürlüğü teşkilâtının Beruta nakli düşünülmektedir.
Diğer taraftan bazı gazetelerde İstanbul hava alanının tayyarelerin iniş ve kalkışına müsait olmadığı j için Pan - Amerikan şirketinin Tür-kiyeden ayrılacağı şeklinde haber -ler yayınlanmış ise de alâkalılar böyle bir şeyin varit olmadığını; söyliyerek Istanbulda halen inşa e-dilmekte olan hava alanının Avru-panın en büyük ve modern hava a-tanlarından birisi olacağ etmişlerdir.
yık taraflarını ölümlerin üzerinden ı aşırarak zamanlar ötesine ulaştı- I
ran, gelen insanların kafa ve hayat hâzinelerini zenginleştiren, günlerinin mânâsını, geleceklerinin güvenini ve ümidini veren şey, san’at değil midir?
Ben de size derim ki, san’at öyle bir sarhoşluktur ki, müşterilerine içkisini sunan meyhaneciler, yani san'atkârlar, asıl faciaların ü-zerine insan dimağında bir humar perdesi çekip, yaşama denen faciayı unutturmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Beni daha kızdırırsanız, size san'atkârsız ve sanatsız bir cemiyetin daha mes’ut olabileceğini, yaralarını daha iyi sarabileceğini iddiaya kadar giderim. Çünkü ben şahsan, sanatı bıraktıktan sonra, daha rahat, daha mes’ut olduğumu ve insan ıstıraplarını daha iyi anlamaya başladığımı hissediyorum. Çünkü eskiden, bu ıstıraplardan kendime hülle biçerdim ve onları ona buna satardım. Şimdi öyle yapmıyorum: Tam hayatın adamı olmak yolunu tuttum, insanların çıplaklığını giyiniyorum.
D
S
Hukuk ve Ahlâk
Bu yazıyı, bir Milletvekiline “Küstah herif,, diye bağıran, Fahri Kurtulura
ürıiyetin sınırının ancak kanunla çizilebileceğini bildiren Anayasamızın 68 inci mad desine bakarak, bazı kimseler, kanunun müsaade ettiği herşeyi yapabileceklerini sanıyorlar. Vakıa, kanunun yasak ettiği hareketlerden sakınıp, onun müsaade ettiği her şeyi yapmağa kalkışan bir kimse hukuka uygun hareket etmiş o-lur- Fakat malûmdur ki, hakikî bir insan yalnız hukuka değil aynı zamanda ahlâka da uygun hareket etmek zorundadır.
Sadece Hukuka uygun hareket edilmekle ahlâklı bir insan o-lunamıyacağı (Hukuk asgari ahlâktır.) sözü ile çok güzel ifade edilmiştir. Yani kanunun cezalandırmadığı her hareketin muhakkak surette ahlâkî olması icap etmez. Bilâkis kanun cezalandırmadığı halde, ahlâk tarafından kötü görülen hareketlerin pek çok olduğu herkesçe bilinen bir keyfiyettir.
Meselâ Milletvekillerinin, Meclis içindeki, sözlerini düşünelim. Bilindiği gibi, Anayasamızın 17 nci mad desine göre, «Bir milletvekili ne Meclis içindeki oy, düşünce ve demeç terinden, ne de Meclisteki oy, düşünce ve demeçlerini Meclis dışında söylemek ve açığa vurmaktan sorumlu değildir.» Yani bir milletvekili, Meclis içinde her hangi bir kim şeye hakaret dahi etse bu milletvekili bu hareketinden dolayı hiç bir zaman, devre sonunda da, cezalan-dırılamaz. Zira bu maddeye göre, milletvekilleri Meclis içinde istedik leri gibi konuşmak hakkını haizdir ler Görülüyor ki, milletvekillerinin hükümeti murakabe vazifelerini ka yıtsız ve şartsız ifa edebilmelerini temin maksadiyle konmuş olan bu kaide mutlaktır. Yani milletvekilleri Meclis içinde konuşurlarken (kanunî hiç bir kayda tâbi bulunmamaktadırlar.
Fakat unutmamak lâzımdır ki: Meclis içindeki sözlerinden dolayı kanunun asla cezalandırmadığı ve cezalandıramıyacağı milletvekillerini, icabında, ahlâk cezalandııabi-
lir. Umumî efkâr denilen yanılmı-yan hâkimin bu hususta hiçbir müsamahası yoktur.
Malûm olan bu hakikatları tekrarlamama, son zamanlarda Halk Partili bir milletvekilinin, Meclis
T. C.
ZİRAAT BANKASI
SERMAYESİ: 300.000.000 T. L.
Kuruluş tarihi: 1863
Faizli
10-000-000 Liralık
1 inci tertip İstikraz Tahvilleri her keseye elverişli
20- 100-500 -1000
Liralık kupürler hâlindeki
HÂMİLİNE AİT TAHVİLLER
15.2.950-28.2.950
Tarihleri içinde T. C. Ziraat Bankası gişelerinde satılacaktır.
Devlet Tahvilleri gibi'
Gelir vergisinden ve diğer her türlü vergi ve resimden muaftır
Endeluz Bülbülü
PAÖUITA SERRANO
JOSE CASTRO
Yurdun her yerindeki T. C.
Ziraat Bankası gişelerinden isteyiniz! (230)
YA BASIN?
tldUde düzecektik. Fa-
de Büyük Millet Meclisi bütçeyi görüş-
ZAFERİN TELİF ASK VE MACERA ROMANI
NUMARACI
Tefrika No: 16
■Yazan : N- A.
etmişti. Fikl bugtln-
i girilecektir? İtiraf edelim kİ, böyle bir İhtı
lıayli güç bir la oldug
iki rahmetin biri
■ Cumhuriyet» te D. N. ezelî derdimizden yerli veya yabancı mütehassıs bahsına temasla şunlan yazıyor:
Yeşilköy
■Cumhuriyet» te Nadir Nadi, Basın ve Seçim Kanunlarının münasebetini inceliyerek diyor ki?
yetlstl '
6ar Gazinosu
Üst kat salonunda her akşam
Meşhur İspanyol koro atraksiyonu
SOLERA DE ESPANA

ithaf ediyorum.
kürsüsünden, bir arkadaşına «küstah herif» diye bağırması sebep oldu.
Fahri Kurtuluş'un (Metruk emlâkten Matosyan Matbaasının kiralanma ve satın alma işlemleri hakkında) Maliye Bakanından sorduğu sözlü soruya Maliye Bakanı, B. M. Meclisinin 16/12/1949 tarihli oturumunda verdiği cevapta: «soruların konusunu teşkil eden hadiseler 25-26 sene evveline aittir. O zamana ait Bakanlık dosyaları bulunamamıştır’» (1) demiş ve bu sözü ile de «Esaslı tetkik ve tahkik mevzuu olmadıkça peşinen bir hükme varmanın isabetli olamıyacağı kanaatinde» (2) bulunduğunu anlatmıştı. Buna rağmen. Fahri Kurtuluş: «Görülüyor ki; Matosyan matbaası işi o zamanki hükümet için büyük bir falso olmakla beraber, Cumhuriyet Gazetesi için de bütün hayatmca as la silinemiyecek bir yüz karasıdır.» (3) tarzında bir iddiada bulununca İstanbul Milletvekili Senihi Yürü-
«— Ölmüş bir adamın, memlekete hizmet etmiş bir adamın arkasından bunlar söylenmez... Ayıp şeyler bunlar!...» diye cevap vermişti İşte bu cevaba karşı, Halk Partisine mensup Fahri Kartuluş'un Meclis Kürsüsünden: söylediği sözler aynen şunlardır:
«Dr. Fahri Kurtuluş, (Rize) — Şoförlüğe benzemez bu iş. Bu memlekette, bu kürsüde her şey konuşulmalıdır. Sen şoförlüğünü yap... Küstah herif...» (4).
Bu sözler, son zamanlarda, bazılarının basit giyimli, kasketli, şyak takımı diye adlandırdıkları bir kim se tarafından ve sokakta değil, bir milletvekili tarafından Meclis içinde söylenmiş olduğu için Anayasamızın, yukarıda bahsettiğimiz, 17 nci maddesi mucibince kanun nazarında bir suç sayılmamaktadır.
Fakat kanun tarafından cezalandırılmamış olmayı yeter bulanlara (Hukuk asgarî ahlâktır.) sözünü hatırlatır ve deriz ki:
Bir Milletvekiline, Meclis içinde: «Küstah herif, diye bağıran bir milletvekilinin mahkemece cezalandırılmasına lüzum yoktur. Çünkü o milletvekilini daha büyük bir şiddetle cezalandırmağa efkârı umumiye muktedirdir.
Bu sözümüze karşı, yine Halk Par tili bir milletvekili, meselâ bir Necati Erdem çıkar ve der ki:
»Muhalefet daima efkârı umumi-yeden bahseder. Efkâr fikrin cem’i-dir. Fikir olmıyan yerde efkâr da olamaz- Binaenaleyh hamalın, bakkalın, şoförün kahve köşelerindeki söylentileri benim kulağıma girmez. Bunlar efkârı umumiyeyi temsil e-demezler.» (5).
Bu söze bizim cevabımız yoktur. Çünkü bu sözün cevabını, varlığı inkâr edilen umumî efkâr pek kısa bir zamanda verecektir.
i
C on günlerde ortalığı bir grev lâfıdır, kapladı gitti. Muhalifi mııvafıkı, elinin erdiği gücünün yettiği kadar leh ve aleyhde mû-talealar ileri sürmektedirler.
Bu arada, iktidar, her zaman olduğu gibi işi mugalataya dökmüş, mevzu İle alâkası olmıyan fikirler ortaya almıştır.
Diyorlar ki, içinde bulunduğumuz hal ve şartlar dolayısiyle İşçilerimiz grev İstememektedirler. Ne imiş? Memleket meselesi imiş!
Evet, memleket meselesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Grev kötüye kullanılır ve siyasî oyunlara âlet edilirse, tahripkâr bir kuvvet olur, bu ayrı bir meseledir. Fakat, ıbugün için esas olan, grevin işçinin hakkı olup olmadığı ve Türk işçisi tarafından arzu edilip edilmediği keyfiyetidir.
İşte, yukarıda da söylediğiniz gibi, iktidar her işinde olduğu gibi bunda da, yanlış yola sapmış, meseleyi hak zaviyesinden ele almayıp bizzat onu kendi politikasına âlet etmiş ve şimdiden grevin tahripkâr tarafiyle oynamağa başlamıştır.
Ekserisi, kendi adamları olan, sendika başkanlannı alelacele An-karaya davet ederek kendi görüşünü dikte etmesi ve onları istediği şekilde konuşturmak çarelerini araması başka neye hamledile-bilir?
Bütün takziplere rağmen, haM;*^ kat budur. Nitekim sendika ıS*-messilerinin Ankaraya çağırılacağı, ve onlara direktif verilerek, grev istemediklerinin ilân ettirileceği yazılmış vs ertesi glünü de hakikaten bu sendikalardan bazıları grev istemediklerine dair aldıkları kararları Basma tevdi etmişlerdir. Vaziyetin böyle olmasına rağmen, Çalışma Bakanı, hâlâ işi örtbas etmek yolunu tutmuştur. Halbuki fböyle bir mevki işgal e-denlere yakışan hareket, dolambaçlı yollardan emeline vasıl olmak için çalışmak değil, açık açık, göğsünü gere gere hakikati söylemektir. İktidar, kendilerinde değil mi? Pekâlâ bir beyanat verir, ve: «Partimin programı gereğince biz iktidarda bulunduğumuz müd- , detçe grev hakkı tanımıyoruz» diyebilir ve bütün Ibu münakaşaları kesebilirdi. Ne için, bu hareket ya- , pılmamış ve ne için bugünkü yol 1 tutulmuştur? ç
Bunun cevabı da basittir. Çünkü € iktidarın metodu budur. Alışmıştır, vazgeçememektedir.
Ne imiş? İşçi grev istemiyormuş! İşçinin grev istememesi demek, bir kuşun gagasını, bir kamlumba- 1 ğanın kabuğunu istememesi kadar 3 garip bir arzudur. 1
Nasıl ki o kabuk kaplumbağam-^ ■’ yegâne korunma vasıtası ise, *,.4}
1
i
Iştirakile
Her pazar saat 17 de matine
(1) B. M. Meclisi Tutanak delgisi. Dönem: VIII, Cilt: 22, sahife: 240.
(2) Aynı tut-ınak dergisi. Sahife: 252
(3) Sahife: 251.
(4) Sahife: 252.
(5) Seçim Kanunu tasarısının komisyonda görüşülmesi sırasında, bu sözleri Necati Erdem’in aynen söylediğini gazeteler yazmış ve tekzip
bi çiı et ya
kc ni y« kc Nasıl ki o kabuk kaplumbağa — -en yegâne korunma vasıtası ise, hakkı da işçinin yegâna silâhıdır, mı Fakat buna mukabil, işçi o silâh elinde olduğu halde, onu kullanmak istemez ve zemin zaman vatanın selâmeti benim bu silâhi kullanmama mânidir. Derse, o zaman aklımız erer, ve canügönülden bu vatanperverane hareketi alkışla-
Grev, işçinin hakkıdır, onu ona vermek lâzımdır. Fakat kullana maması için işçiye refah temin el mek, İnsanî muamele yapmak onları korumak gerektir. Yoksa, bugünkü münakaşalar boş ve yersizdir.
Hikmet YAZICIO0LU
pe taı be Ja; tiy İli
ya Jp
. leaıgını gazel & edilmemiştir.
Alâmet-i farika
«Yeni Sabah, ta çift yıldız imzalı fıkracı terakkiyatımızı anlatırken ne suretle ve nc bakımlardan Ame- î rika’ya benzer bir hale geldiğimiz-1 den şöyle bahsetmektedir:
«Hükümetin İleri gelenlerinden bir zat. | Türkiye’nin yakında küçük bir Amerika haline geleceğini Büyiemlatl.
Hakikaten, hakkı varmıg. Tabiatın ve Amerikanın yardımlyle bu i e hemen hemen oluyor:
Bazı vilâyetlerimiz Bel baskınlarlyle MiBİslpl vâdiaindekl köylere, kasabalara benzedi.
Yağan karla Ankara, Vasington’a benzedi.
Bir sinema yıldızının balolarımızı İdare etmesi sayesinde onlar da Amerika’daki balolara benzedi.
İnşaat Kalfa ve Ustaları Derneğinden
Demeğimiz posta caddesi Ahmet Erkmen Hanı kat 3 No. 24 de faaliyete geçerek üye kaydına başlamıştır. Meslekdaşlarımızın iş durumları göz önünde tutularak kayıt saatlerinin aşağıdaki şekilde tesbit e-dildiği ilân olunur-
Günler, ve saatleri»
Cumartesi ve Pazar 14 den 19 za kadar.
Sair günler 17 den 19 za kadar.
Bu halımız diğerlerini ediyordu, biz de memnunduk.
Ben bir kale ve bir fille şahsî müdafaaya çekilmiştim. Hamdi, yapacağı hücumu tasarlıyordu. Dirseklerini dizlerine, başını avucuna yaslamış; sabit bir bakışla gözlerini kareli tahtaya dikmişti.
Duvar arka tarafımda kaldığı için içeri girenleri görebiliyordum. Bizim bulunduğumuz kısım biraz loştu. Sık sık sigara ve kahve içiyor, uykumuzu bastırıyorduk.
Uç ufak masa teşekkül etti. Kâğıtlar çekildi. Ayşe ve Hamdi’nin karısı oyuncular arasındaydı. Ayrı masalarda oturdular. Ayşe'nin sırtı bana dönüktü ve üç delikanlı ile birlikte oturdu.
Fişler dağıtıldı.
Alçak tavanlı salonu koyu bir sigara dumanı ve kumarbazların:
— Pot!
— Tekrar kart!
— Mersi!
— Solt!
— Açık!!
sesleri istilâ etti. Ben Monte Kar-loyu rüyamda bile görmedim. Am-ma belki orası da burası gibi bir yerdir. Bir hizmetçi durmadan öteberi taşıyordu. Ayşe, toplantılardaki mutadı veçhile; iki kere çilek likörü istedi.
Hamdi altına bir hamle yaptırdı. Şahı kaçırırkçn kalenin birini feda etmek zorunda kaldım. Oyun aleyhime dönmüştü ve hamle sırası bendeydi.
Ne kadar düşündüğümü hatnla» rnıyorum. Gözlerim, garip ve mümkün bir tesadüfle, solumdan vuzuhla görebildiğim oyun masasının altına doğru kaydı. Ayşe’nin
sağ ayağı yanındaki delikanlının ayağı tarafından manidar bir şekilde okşanıyordu ve oyun hararetini asla kaybetmeden devam ediyordu. Ayşe:
— Onbeş lira daha! dedi.
Önündeki paranın bir kısmını ileri sürdü. Bacak okşıyan delikanlı:
— Kazandım, dedi. Bende bir-şey yok, blöf yapmıştım.
Şahı siyaha oynıyacağım yerde beyaza oynadım. Hamdi bir piyon ilerletti:
— Mat! diye sevinçli bir nefes aldı. Bir yere kıpırdıyamazsınız!
— Evet, dedim, mat oldum!
— Fakat dostum, hiçbir oyunda bu derece aşikâr bir hata yapamamıştınız.
— insan bazan dalgın oynuyor, dedim.
— Yeni bir parti?
Ayağa kalktım ve sakin bir ses le:
— İnsan, dedim, bunca emek ver diği bir partiyi sersemce bir oyunla kaybederse yenisi için iştahı kalmıyor. Size veda edebilir miyim?
— Kaçacak mısınız?
— Evet.
— Bizimkilerin oyunu daha bit-
medi ki...
— Susun, diye tembih ettim, ben sıvışıyorum!
Zayıf parmaklarını kuvvetle sık tim. Bu adamı bir daha görmiye-cektim. O göz kırptı. Başka bir tarafa kaçamak yapacağımı zannediyordu Hoş gördü, zira; ortadan arada sırada esrarengiz bir şekilde kaybolmak olağan şeylerdi.
— Bonşans! dedi.
Sokağa fırladım. Bana geçenlerde o kadar haşmetli ve o kadar güzel görünen gece simsiyah, kapkaranlıktı. Kütük gibi duygusuz-laşan ayaklarım ikide birde taşlara takılıyordu.
Kendimi evin bahçesinde buldum. Oraya nasıl, neler düşünerek geldiğimi hatırlamıyordum. Bir zaman da, içeri girmeden, bah çede dolaştım. Karanlık camlar ba na düşman gibi görünüyordu. Bah çe yolları, dallardan dökülmüş sarı yapraklarla doluydu. Bir sonbahar gecesi hazin birşeydir Bana, dallarından koparılmadan olgunlaşan meyvelerin bir gün aynı dal üzerindeki kuruduklarını hatırlattı. Hisler de kuruyordu. Gelecek yıl meyve ağaçları yeniden çiçek açar. Fakat kısır bir kalp bir kere bile çiçek açmaz...
Neticede odama çıktım. Yazı masamda birkaç gündür el atmadığım yazılarım, karyolamın üzerinde Ayşe’nin o gün bana aldığı bir çift çorap duruyordu. Benim giyim eşyamı o mübayea ederdi. So yunduktan sonra hem zararlı, hem tehlikeli bir şeymiş gibi çoraplara dokunmadan yatağıma girdim.
Çoraplar yere düştü.
Sabaha karşı saat belki dört, belki beşti. Ayşe'nin odaya girişiyle uyandım. Gürültü etmemeğe çalışarak başucuma geldi- Orada epeyce durdu. Herhalde, uyanık olup olmadığımı öğrenmek istedi. Gözlerimi kapıyarak bekledim. Gözlerimi yumduğumu görmüştü. Uyandığımı anlamıştı.
Yorganın kenarını tutacak- oldu ama birdenbire vaz geçti. İçini çekti ve odasına gitti.
Merhametten vergi alınmaz ya... ezilen fındık faresi de olsa, ona da acırım. Ne varmış? O gece, yat tığım yatakta, bir çukur, bir boşluk açılmıştı. Sanki vücpdümün yarısı donuyordu. Açık pencereden oraya kar yağıyordu- Ve işte o gece, kandırıldığımı gözlerimle de gördükten sonra, bir tiryakinin sigara arayışı gibi onu aradım.
İyi niyetle yapılacak bir açıkla-
ma kâfi gelmez mi? Aşırı gitmeğe ne lüzum var? O bundan daha beterlerini yaptı da gene sineye çek tik. Mantığın sesine hissin sesi ga lip geldi. «Korkma, bu yüzden ge-bermezsin!» dedim.
Geçmiş yıllarda derin bir ihtirasla okuduğum romanların kadın kahramanlan beynime üşüştü. Vay canına, ne kadar kalabalıktılar!
İşte Madam Bovari! Kamelyalı kadın ve Balzec’ın Vadideki Zan-bak’ı, Madam Maurtsof! Bunlar; aşka susamış bedenlerine nazik ruhlarını eldiven kılıfı gibi geçi- , ren hezimete uğramış, kırgın ve küskün ruhlu kadınların mümessilidirler. Öbür yanda daha ateşli, aşklarının tahakkukunda daha becerikli ve his ölçülerine daha materyalist olanları da var.
îşte Leydi Çaterley orman bekçisinin kulübesinde soyunarak, şakır şakır yağan yağmur altında ormana doğru koşmağa başlar. Kızgın teninde ıslak bir buhar tüter, ve âşığı ona, orada, ayaküstü sahip olur. La Garson, Monik erkekler arasında bir erkek gibi yaşar. Onların bütün haklarını kendi hak kı tanımıştır. Gabriel D’Anunçiyo, evli bir kadınken başkasından ge-1 be kalan ve ihanet ettiği kocası. onu kucağına alarak köşke götür- 1 düğü vakit, dudaklarının her öpü-lüşünde «öldüm!» diye haykıracak kadar kocasına vurgun bir kadının hikâyesini anlatır.
Mesele gelin gelip bir noktaya ta kılıyordu: Ayşe bunlardan hangi-
İŞ MAHKEMELERİ ALTI AY le
SONRA KURULACAK P*
Iş Mahkemeleri Kanunu dünkü reı Resmî Gazete ile yayınlanmıştır. 0,i Kanun altı ay sonra yürürlüğe gire- M’ cek ve tatbikine başlanacaktır. »» iş mahkemeleri kanununun hüküm m) leri gereğince İş Kanununa göre iş- ha çi sayılan kimselerle iş veren veya luı iş veren vekilleri arasında iş akdin- tıs den veya iş kanununa dayanan her tu türlü hak iddialarından doğan hu- -kuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yer • lerde iş mahkemeleri kurulacaktır
BİTLİS VALİSİ İLLER BANKASI YÖNETİM KURULUNA TAYİN H ‘ EDİLDİ
İzmir ili idare kurulu üyeliğin^.'J den açıkta kalan Saracettin Saraç a ve Bitlis valisi Ihsan Kahyaoğlu, 11’ aı ler Bankası Yönetim Kurulunda a- m’ Içık bulunan üyeliklere tayin edil'! mişlerdir .
İKİ HIRSIZLIK VAKASI
Boşta gezen sabıkalılardan Yakup I Sarıçam Ulucanlarda bakkal Celâl Kalıpçının dükkânı önünde asılı bu lunan on altı adet file, on iki adet et* çamaşır ipini, seyyar portakalcı Ve Kadir Kaya, portakala Yusuf Yıl ya maza ait arabayı çalıp kaçarken ed yakalanmış ve suçüstü mahkemesine Qa sevkedilen her iki sanığın sorguları ja^ nı müteakip tevkif edilmişlerdir.
ı
lûı To rai na ka
ce.( ok luı ka
(Devamı var)
J TAKVİM |
Vasatı
Hicri: 1369 — Rebiül’âhır? 17
Rumi: 1366 — OCAK: 23
5 ŞUBAT 1950 PAZAR
Ezani
ZAFER
TELEFON-TELGRAF HAŞİRLERİ
_ -_____:__ı _ __________

Asya'da son inkişaflar syada komünizm ile mücade-leyi kendileri için bir zaruret 'e vazife sayan memleketlerin, bu konuda takip ettikleri hareket hatı ve gösterdikleri faaliyet daha bidayettenberi ahenk ve beraberlikten mahrumdu. Bunun siyasi sebeplere olduğu kadar iktisadı mülâhazalara da dayandığı ve büyük Batılı devletler arasındaki menfaat ayrılıklarından ileri geldiği malûmdu. Fakat şimdi, araya yepyeni unsurların girmesi ve yeni inkişafların kaydolunması üzerine durum eskisinden de beter bir kargaşalık manzarası arzetmiştir. A-raya giren yeni unsurların başında hiç şüphesiz ki Sovyet Rusya gelmektedir. Filhakika, Sovyetler, bidayettenberi Asya plânının tatbikatı icabı olarak komünist Çine yardım etmişler ve bir bakıma bugünkü durumu onlar hazırlamışlarsa da, bu işi yaparken, her halde malûm ve muayyen bir tabiye ı gereğince daima ikinci plânda kal-f’ h»’ ^üayı, Batıkları ilk ağızda müda-
hî’ r^ayı, Batıkları ilk ağızda müda-,ka ® Haleye sevkedebilecek açık hare-
ketlere girişmemeği tercih etmişlerdir. Fakat, komünist Çinin milliyetçilere karşı kahir bir zafer kazanıp Mao’nun Moskovayı ziyaret etmesini müteakip iş değişmiş ve Rusya tam mânâsiyle Asya işlerine karışmıştır. Bu hareket tarzının se bebi, bazı müşahitlerin kanaatince, Moskovada cereyan eden mü zakerelerin ümit olunduğu kadar çabuk ve kolay ilerlememesi ve çetin bir pazarlık halini almış bulunmasıdır. Aynı müşahitlere göre, Moskova Mao’nun şahsında bir Tito sezinler gibi olduğu için, dostluk andlaşmasınm akdine daha a-ğır şartlar koşmuş, ezcümle çok büyük toprak tavizleri ve iktisadi imtiyazlar istemiştir.
Berlinde soğuk harp başlıyor
Ruslar ablokaya tekrar başlıyacak
Müttefikler [icap ederse, hava koridorunu yeniden [kurmaya hazır Londra Radyosu, 4 (Basın - Ya- I yın) — Amerika’da iki hafta kal-yın) — Berlin'deki Rus makamları diktan sonra Almanyadaki vazife-dün gece, Berlin ile batı Almanya si başına dönen Amerikan yüksek arasındaki bütün kara nakliyatını. komiseri Mac Cloy, Frankfurt’a ' ' ‘ ---------------------------UJ varışında demeçte bulunarak, en
kısa zamanda Berlin’e gideceğini söylemiş ve Amerikan hükümetinin her ne pahasına olursa olsun Berimdeki mevkiini muhafazaya ve Berlin halkını korumak azminde olduğunu açıklamıştır.
Mac Cloy’un önümüzdeki hafta içinde bu konu hakkında Alman başbakanı Adenauer ile temas etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Berlin'e komünist akını
Londra Radyosu, 4 (Basın - Yayın) — Dün Doğu Almanya’dan gelen 65 siyasî lider Berlin’de toplanarak «Millî cephe» siyasetinin bütün Almanya’ya teşmil edilmesi için çalışmağa karar vermişlerdir. «Millî cephe», komünistlerin idaresinde olan bir parti teşkilâtı olup, diğer bütün partileri içine almakta ve gaye olarak da Almanya’nın birleşmesini göstermektedir.
Bu arada Doğu Almanya’da gene bir kaç Hıristiyan Demokrat liderine işten el çektirilmiştir.
durdurmuşlar, fakat gece yarısını biraz geçe ani olarak bu yasağı kaldırmışlardır. Bu arada yol 3 saat kapalı kalmıştır. Ruslar, yasağın, yolların buzlu olmasından dolayı konulduğunu ileri sürmüşlerdir. Batı Alman başbakanı Dr. Adunauer dün gece, durum hakkında parti liderlerde temas etmiştir. Dr. Adunauer’in yavaş yavaş kendini gösteren abluka karşısında Berlin'in durumunu görüşmek üzere önümüzdeki hafta A-merikan yüksek komiseri Mac Cloy ile buluşması beklenilmektedir.
Batı Almanyadaki batılı üç yüksek komiser, Rus tahdidatına karşılık alınacak tedbirleri halen tetkik etmektedirler.
Dün gece Berlin.deki Amerikan hava kuvvetlerinin bir sözcüsü icabettiği takdirde Berlin hava köprüsünü yeniden kurmak için batı Almanya’da iki filounun hazır olduğunu söylemiştir.
Roma Radyosu, 4 (Basın - Ya-
Japon imparatoru yargılanacak mı ?
Atom casusluğu rezaleti büyüyor
Tahsil mecburiyeti I
Gazeteler yazıyor; Amerika-ya Denizyolları hesabına ınübayatıya giden bir heyetin aylardır, yapacak işi olmadığı halde Ibir türlü geri çağırılmı-yorlarmış.
Bunun üzerine, heyet âzasın-da, bir aile hasretidir başlamış! Nihayet dayanamamışlar, çotuklarını çocuklarını Anıerikaya getirtip tahsile vermişler!
— Hadi küçükler tahsilde, ya büyükler .onlar ne yapıyorlar? diye sormayın. Onlar da aynı şeyi! Çünkü maaşlarından maada, bankadan, günde 85 lira tahsilat yapıyorlarmış! — A. F.
Dişini nasıl göreceksin ? - Bir haftadır bekliyorum ! - Meramın elinden....
Tam bu sırada, Japonya yönünden bir reaksiyon görülmüştür. W9 seçimlerinde 40 kadar saylavlık elde etmiş olan Japon komünist partisi yayınladığı bir tebliğ ile Kominfor-rua açıkça kafa tutmuş ve Japon komünizminin milliyetçi bir komünizm olduğunu ihsas etmiştir. Tok-yodan gelen tefsirlere göre, Japon fannünistleri, Moskovada sıkışık du-ryj*3 bulunan Mao ile tesanütlerini 'r örtmek için bu harekete başvurmuşlardır. Filhakika bu tahminlerde (bir hakikat zerresinin mevcudiyeti de inkâr edilemez, zira, Japon komünist partisinin bu hareketini müteakip, Moskova da derhal iki cepheden taarruza geçmiş ve bir yan dan Hindiçinideki komünist idareyi peyklerinin büyük kısmiyle birlikte tanımak suretiyle, Cenupta bir darbe yaparken, bir yandan da evvelâ Japon esirlerini iade etmemek suretiyle, sonra da Japon imparatoru Hirohito’nun harp suçlusu sıfatiyle yargılanmasını tekrar talep ederek Jponyaya karşı hücuma geçmiştir.
Sovyet Rusyanın Ibu telâşı Mao i-le anlaşamamış ve Japon komünist partisinde de kızıldan ziyade sarı bir renk görerek endişeye kapılmış olabileceğini hatıra getirirse de, Moskovanın İngiltere ile Amerikanın Asya hakkında henüz verememiş oldukları müşterek karara ve halen Tokyoda toplantı halinde bulunan Amerikan generalleri toplantısından alınacak neticeye intizaren bu türlü hareket etmiş olması da göz önünde tutulmalıdır. Zira Amerikan Dışişleri Bakanı Acheson'un aykırı kanaati müdafaa etmesine mukabil (uru!^ ] General Bradley ve Amiral Sher-man’ın Asyayı yalnız iktısaden tağ-’ "‘Adiye değil fakat aynı zamanda üsler "sağlamak suretiyle fiilen de müda-etmek lüzumuna kani bulunduk lan ve ancak bu suretle komünizmin müessir bir surette önlenebileceği fikrini serdetmekte oldukları malûmdur. O halde şimdi her şeyi, (1 Tokyo müzakerelerinde alınacak kararların mahiyeti ve generallerin ka naatleri galip gelirse bu kanaat ye kararın Amerikan hükümetine kabul ettirilebilme imkânlarına; 2) Çin ve Japon komünist partilerinin bir yandan Sovyet Rusyaya karşı idame edebilecekleri istiklâlin, diğer yandan diğer Asya komünistleriyle uzlaşma ve anlaşmanın değer ve derecesine; 3) Ve nihayet başta Amerika olmak üzere, Asyada menfaatleri (bulunan büyük devletlerin, komünizm karşısında hemahenk bir hareket ve zihniyet sistemi vücude getirebilmelerine bağlı bulunmaktadır.
Ruslar Hirahitoy’yu Harp suçlusu sayıyorlar
Paris Radyosu, 4 (Basın - Yayın) — Amerikan dışişleri bakanlığı, dün akşam, Japon İmparatoru Hiro Hito’nun harp suçlusu olarak bir askerî mahkeme tarafından yargılanmasını isteyen Sovyet notasına cevaben bir tebliğ yayınlamıştır.
Amerika dışişleri bakanlığınca bu nota, dikkati Sovyetler Birliğinin 370 bin Japon esirini hâlâ memleketlerine iade etmeyişi olayı üzerinden başka tarafa çevirmeğe matuftur.
Dışişleri bakanlığının tebliğinde ayrıca 1946 da Uzak Doğu komisyonunun Sovyetler Birliği ile varılan
anlaşma neticesinde Japon harp suçlularmın listesini tesbit etmiş bulunduğuna işert olunmaktadır.
Amerikan İmparatoru tutuyor
Vaşhington, 4 a.a. — Dışişleri bakanlığı basın sözcüsü Michael Mc Dermott dünkü basın toplantısında, İmparator Hirohito’nun muhakeme edilmesi hakkındaki Rus teklifini ■Japon esirlerine yapılan muamele kadar caniyane» diye vasıflandır-mıştır.
Filipin de yargılamak taraftan
Vaşhington, 4 a.a. — Filipin cumhurbaşkanı Elpidio Quirino ile yakın temasta bulunan kaynaklara göre, Filipin hükümeti, Japon İmparatoru Hirohito’nun muhakeme edilmesi hakkında Sovyet teklifini des-tekliyecektir.
Îngiliz-Amerikan petrol görüşmeleri
Vaşington, 4 (a.a.) — Amerika-daki İngiliz ve Amerikan temsilcileri dün de müzakerelerine devam ederek petrol meselesini halletmek için yapılan teklifleri incelemişlerdir.
Bu müzakerelerde İngiltere'nin, Amerikan petrol kumpanyalarının menfaatlerini haleldar etmeksizin dolar tasarrufunda bulunmasını sağ lıyacak tedbirleri almak bahis konusudur.
Görüşmelerin birkaç hafta sürmesi muhtemeldir.
Alman casusunun ifşaatı üzerine bir çok kimse yargılanacak
Vaşington, 4 (a.a.3 — Federal tah kikat bürosu başkanı Edgar Hoo-ver, atom sırlarını ele verdiği iddia edilerek Londra’da mahkemeye sev kedilen Doktor Fuchs’la ilgili tahkikatın devam etmekte olduğunu söy lemiştir.
Atom enerjisi komisyonunun top lantısmda isminin bildirilmesini is-temiyen bir üye, Fuchs’un kısmen itirafta bulunduğunu söylemiştir.
United Pres muhabirinin «bu casusluğun başka kolları olup olmadı ğını» sorması üzerine Hoover, «evet var ve tahkikat devam ediyor. Bu yüzden birşey söyliyemem» demiştir.
Hoover’in komisyon toplantısında verdiği izahata göre, hâdise ile ilgili tahkik.at on aydanberi devam etmektedir. Hükümete mensup yük sek bir şahsiyet de Fuchs’un itirafta bulunduğu haberini teyid etmiştir.
Daha sonra alınan haberlere göre, Hoover, Fuchs’un, atom bombasının imaline ve hidrojen bombasına ait bazı malûmatı Ruslara verdiğini itiraf ettiğini komisyona bildir miştir. Atom Komisyonu üyelerinden John Bricker de demiştir ki:
Fuchs’un Ruslara verdiği malûmatın atom bombasının imalinde âmil olduğuna şüphe yoktur. Ingiliz Emniyet memurlarının Alman aslından gelme bir kimse ile ilgilenmemeleri şayanı dikkattir. Bu hâdise bize bir ders olmalıdır.
Hoover’in komisyona bildirdiğine göre, Fuchs 1942 de Londra’ya yerleştirilmiş paralı bir Rus Ajanıdır.
Lâkin, durum öyle görünüyor ki, Moskovaya bağlı kızıl da olsa, sarı veya hattâ turuncu da olsa, Asya komünist rejimleri Batılılar tarafından ergeç tanınacaktır. Bu, bahis mevzuu devletlerin yaşaması İçin lâzım olduğu kadar, dünya sulhunun, bir zaman için dahi olsa, teessüsü için de zaruridir.
Mücahit TOPALAK
Somali’nin vesayet idaresi
Paris Radyosu, 4 (Basın - Yayın) — Somali hakkında İtalyan meclisinde cereyan eden müzakereler sırasında söz alan İtalyan dışişleri bakanı Kont Sforza, hükümetin İtalyan vesayetine verilen topraklan bir generalin emrine tevdi etmek niyetinde olduğuna dair dolaşan söylentileri yalanlamış ve şunları söyk İçmiştir:
«İtalyan hükümeti, bu vazifeye bİT sivil memur ve çok muhtemel bir diplomat tayin edecektir. Böyle-ce İtalya'nın Somaliyi vesayet altında bir müstemleke olarak de ğil, fakat medeniyetin en son derecesine ulaştırmak için yardımda bulunacağı bir cumhuriyet telâkki ettiğini göstermiş olacaktır.»
Kont Sforza diğer taraftan, İtalya'nın Habeşistan nezdinde, Somali Habeşistan hududunda bir tarafsız bölge kurulması için bir anlaşmaya varmak amaciyle teşebbüslerde bulunacağını bildirmiştir.
Ho-Şi-Minh’i tanıyan devletler
Paris Radyosu, 4 (Basın - Yayın) — Macariştan hükümeti, Ho-Min ile Endonezya birleşik devletlerini tanımağa karar vermiştir. Diğer taraftan Romanya hükümeti de Ho-Chi-Min hükümeti ile siyasî münasebetler kurmağa karar vermiştir.
Rusya-Endonezya arasında
Jkarta, 4 a.a. — Dışişleri bakanlığından bildirildiğine göre, Endonezya hükümeti Rusya'ya bir nota vererek Sovyetlere siyasî münasebetler tesis etmek istediğini bildirmiştir. Nota, Endonezya başbakanı Muhammet Hatta tarafından Sovyet dışişleri bakanı Andrei Vişinski’ye gönderilmiştir.
LDünya Basınından Hulâsalar
—. 4/2/1950 _
Ingiliz basını:
İngiliz gazeteleri bugün de, idro-jen bombasının imali haklındaki Amerikan kararını yorumlamakta, ayrıca İngiliz-İtlyan münasebetleri ve Çin Hindistanı olayları üzerinde durmaktadırlar.
Bağımsız Times gazetesi, dışişleri bakanı Bevin’in bu hafta içinde Romaya yaptığı kasa ziyerete te-
■ maşla şöyle demektedir:
«Bevin, İtalyan başbakanı ve dışişleri bakanı ile görüştü. Bu temaslar, iki memleket arasında harpten beri pek de iyi olmıyan münasebetlere hasredilmiş olacaktır. Bunun başlıca sebesi, eski İtalyan sömürgeleri meselelesinde meydana gelen anlaşmazlıktır. Bevin’in ziyareti, Batı birliğinde, ltalyanın yardımını temin bakımından önemlidir.»
Liberal News Chronicle gazetesi, Mac Mahan tarafından yapılan demeci ele alarak bunu iyi karşılamaktadır. Mc Mohen, atom bombasının kontrolü için yapılacak bir anlaşmaya karşılık Amerika’nın Sovyetle-rin de dahil edileceği dört yıllık bir plân ileri sürmüştür. Liberal İngiliz gazetesi, bunun maddeten tatbik edilebileceğini, manen de üzerinde durulması gerektiğini kaydediyor. A-tom bombası konusundaki bu gelişme, dünyanın ümitlerini canlandırabilir. Bu teklifin siyaset adamları tarafından yabana atılmaması gerektir.»
Yorkschire post ile Manchester Guardian gazeteleri, atomun kontrolü meselesi üzerinde birbirine aykırı görüşleri ileri sürmektedirler.
Fransız basını: t . „ ,
Bütün Fransız gazeteleri bugün, büyük başlıklar altında Sosyalist bakanların istifası haberini vermektedirler. Gazetelere göre, George Bi-dault karnesinde değişiklik yapma ğa hazırlanmaktadırlar.
Sosyalist Populaire gazetesinde Leon Blum durumu şöyle izah etmektedir:
«Başbakan ile Sosyalist bakanlar arasında işçiler için 3 bin franklık prim hakkında bir anlaşmaya varılmamıştır. Bilindiği gibi meclis bunu prensip itibariyle ve oybirliği ile kabul etmiş bulunuyordu. Bu arada Sosyalistler hiç bir itirazda bulunmamışlardı. 20 bin frank olarak tesbit edilmiş olan prim esasının 18 bin franka indirilmesini kabul etmekle büyük bir tavizde bulunmuşlardı. Tavizler bahsinde Sosyalistlerin bundan daha ileri gitmeleri imkânsızdı. Başbakan bunu anlamak istemedi. Bu arada Sosyalist bakanların çekilmesi, çoğunluk arasında hiç bir değişikliğe sebep olmayacaktır. Ve onların bu hareketine muhalefete geçiş manası da verilmemelidir. Büyük bir samimiyetle Bidualt hükümeti ile işbirliği yaptık. Simdi de Sosyalistlersiz bir Bi-dault hükümetinin devamını istiyoruz. Bu da artık başbakanın bileceği ir iştir.
Dişini nasıl göreceksin?
■J ani şu, grev meselesi de fena ■■ zamana rastladı! Vakitsiz mi vakitsiz! Talihsizlik efendim! Ne dersiniz? Tam, Çalıştırma Ba kanı, devşirme sendikalarla, tertipli toplantılarla, grup grup resimlerle biraz işi ayarlıyacak iken, müstakil sendikalar, yine bastılar feryadı!
— Hakkımızı isteriz! diye.
Fakat siz yine aldırmayın! Hele iktidar partisine, ümitsizliğe düşmek hiç gelmez! Elde mevcut sendikalarla işi epey bir müddet yine idareye bakabilir!
Hem şu gelen telgraflara bir bakın!. Bunlardaki bağlılık sevgisi nerede var? Hepsi demokrasinin tam tercümanı değiller mi?
Ama işçilerin ne hayat seviyesi, ne aile sigortası, ne geçim sigortalan varmış! Hiç birinin senelerdir yüzü gülmemiş! Ve Halk Partisi iktidarda kaldığı müddetçe de işçinin gülmesine imkân yokmuş, aldırmayın siz!
Bilmem hikâyeyi bilir misiniz?
Eski bir mütasarrıf, astığı astık, kestiği kestik bir adammış. Evinde öyle .dairesinde öyle... Asabî mi asabî! Titiz mi titiz! Hasis mi ha-
Bir gün kendisine satılık bir cariye getirmişler; eh... Fiat ucuz... İllevelâkin, şey... Söz aramızda, lâf söylerken, dişleri, biraz, ateşte kızartılmış mısır gibi! Hem kara, hem
Mutasarrıfta biı* tereddüt başlamış; alsam mı almasam mı?
Tam bu sırada odaya giren bir ahbabına, akıl danışacak olmuş:
— Ne dersin? Doğrusu, diş te mühim bir mesele!, deyince, ahbabı dayanamamış:
— Hiç merak etme! O biçareye senin, kapında kaldığı müddetçe, ağ zını açmak, ve hele gülmek mi nasip olacak ki, dişini göreceksin!
*
Bir haftadır haklıyorum!
— Yol yaptık! diye iktidar partisi bağıra dursun!
Hani yapılan yollar da, Nihat E-rimin Nafia Bakanlığında iken söylediği gibi, Balkan komşularımızdan ileri olmak şöyle dursun, Ha-beşistanla ıbile boy ölçemiyecek kadardır.
Hele biraz kar yağdı mı; değme keyfine!...
Yedekçi
En Büyük şehirler arasında bile haftalarca muvasala, münakale kesilir, içerdeki içerde! Dışarıdaki dışarıdadır.
Hani biz senelerdir, bu hale o kadar alışmışız ki, biraz kış fazlaca oldu mu:
— Kardan yollar kapandı!
Sözünü bile gayet tabiî karşılıyoruz, Halbuki bizden daha soğuk, daha karlı memleketler var. Hiç birinde böyle bir hal göremezsiniz. Pek pek, tren saatlerinde dakika farkı olur o kadar... Çünkü yol yaparken şimendifer hattı döşerken maksat, daima o yolu açık tutmaktır. Onun için de kar makineleri var. Hepsi arı gibi durmadan işlerler çalışırlar.
Her ne ise, kendi memleketinde kışı böyle geçirmeğe alışan Ibir ecnebi, Doğuda günlerce kapanıp kalınca, bir Türk dostuna şöyle bir telgraf yollamış:
— Türkçede güzel bir atalar sözünüz var: Dünya fâni, her şey geçer diyorsunuz. Fakat aziz dostum, bir haftadır bekliyorum. Ne tren, ne vapur, ne otobüs geçiyor!...

Meramın elinden bir şey kurtulmaz
LJ aııi, rüyada görsem, hayra " 1 yormazdım! İki zıd insanın bir arada şöyle tatlı bir sohbet yapacağı, dünyada aklımdan geçmezdi!.
Baksanıza... Sevimli ve meşhur Neyzen, Vali Fahrettin Kerime gitmiş de:
— Rakı içmiyorum artık! Ama, bazı bazı ağzım da sulanmıyor değil, demiş...
Doğrusu, İstanbulun sevimli valisi, hiç bir iş yapmadıysa bile, sarhoşlarla mücadele ede ede Neyzeni bile, Yeşilay yoluna getirdi, bu az bir hizmet midir?
Ama nelere katlandı bir bilseniz! Sarhoşları toplayıp Bakırköy Ti-marhanesine mi yatırmadı, belke-miklerine su mu şırınga etmedi? Vakıa, bu işlerini fazla görenler, kanunda böyle bir şey yok diyenler, olmadı değil!
Siz bu sözlere bakmayın! Mademki bugüne bugün Validir. Elbette kanunun her çeşit tatbikatını da bilir!
Her ne ise, uğraşa savaşa, bir çok sarhoşları, hele bu arada Neyzen Tevfiği uslandırdı demektir. Bu da az bir hizmet değildir.
Neyzen Tevfik deyince, onun bir çok fıkraları arasında şunu hatırladım:
Bir zamanlar Neyzen, her zamanki gibi, Şaribülleyl ven nehar iken, şimdiki Valimiz de Yeşüayda Başkan iken... Neyzene pek merak olmuş; acaba, bu Yeşilaycılar, toplanırlar da ne konuşurlar? diye... Bunun üzerine doğruca, toplandıkları yere dalmış; bir de ne görsün; girdiği salonda çıt yok! Bir kaç kişi melûl melûl boynunu bükmüş, kürsüdeki doktorun sözlerini dinliyor:
— Baylar, Bayanlar! İçtiğiniz içkiler sizi adım adım mezara götürür; her kadeh rakı hayatınızdan bir saat, kısaltır. Fen göstermiştir ki...
Bu tıbbî ve ilmi sözleri dinleyen Neyzen zaten dut gibi sarhoş olduğu için, oturduğu iskemleden küt! diye, yere yuvarlanmış!...
Hemen doktorlar etrafını sarmış lar fakat korkulacak bir şey olmadığını da görmüşler; nabız, kalb, nefes yerinde!
— Ne oldu böyle, birdenbire! diye doktorun biri sorunca, Neyzen cevap vermiş:
— Ne olacağım, sizin hesaba göre, ben öleli tam 20 sene oluyor!
Allah, sevimli Neyzenimize uzun ömür versin! demek asıl şimdi yaşıyor!.

ali Kırdar ile, Vali Fahrettin Kerim sık sık vilâyette buluşup konuşurlar. Son görüşmelerinde aralarında şöyle bir muhavere geçmiş:
Fahrettin Kerim:
— Sorma, doktorcuğum! Bu kış İstanbulda, o kadar çok mesele ve şikâyet var ki; işler başımdan aşıyor!
Kırdar'ın cevabı şöyle olmuş:
— Dua et ki, benim boyum bosumda değilsin!
Doğu Afrikada karışıklıklar
Paris Radyosu, 4 (Basın - Yayın) — İngiliz Doğu Afrikasmda günlerdenberi grev halinde bulunan dok işçileri ile İngiliz makamları arasında dün yeni hadiseler çıkmıştır. Nümayişçilerden elli kadan yaralanmıştır. Polis yüz kişiyi tevkif etmiş ve nizamı sağlamıştır.
Yeni bir tediye anlaşmasına doğru
Vaşhington, 4 a.a. — İktisadi işbirliği idarecisi Paul Hoffman, yaptığı bir basın toplantısında Marshall plânından faydalanan milletlerin, iki
ay zarfında AvrupalIlar arası bir
ödeme sistemi kabul etmelerinin im-
kânsız olmadığını söylemiş, iki senedir Marshall plânı sayesinde Avrupa elde edilmiş bulunan faydaları kaybederse husule gelecek büyük tehlikeye karşı Birleşik Amerika halkını teyakkuza davet ederek sözlerini şöyle bitirmiştir.
«Beşinçi komünist kolu Avrupa-da kendisini göstermek için fırsat beklemektedir.»
Halyada yeni grevler
Roma, 4 a.a. — Cuma günü Napo-lide, işçilerin nümayişleri neticesin de büyük yangınlar çıkmıştır. Bazı yollarda barikatlar kurulmuştur. Polis tebliğinde üç polis memurunun yaralandığını polisin ateş açmadığını bildirmektedir, tş borsası protesto mahiyetinde bütün Napoli eyaletlerine şamil olmak üzere bugünden itibaren 48 saatlik grev emri vermiştir.
Kiralık Ev
Kavaklıdere Üstü, Atatürk Bulvarında bağ içinde üç dört oda, hol ve saireden mürekkep telefonlu ve mobilyalı ev acele kiralıktır. Sabahları 24350 ye telefon. (249)
Kiralık daire
iki oda bir hol ve müştemilâtı. Elektrik ve su mevcut.
Müracaat: Uzun Gemiciler so kak 19 no. lu Taylanlar Apart. Daire: 3 Cebeci.
Kiralık
Müstakil iki oda kiralıktır. Ayrıca bir oda da kunduracı ve terzi dükkânlarına elverişlidir Toros O I telinde Bâlâlı Hüseyin Şener’e mü-| racaat. Telefon: 11586. (247)
VVDTf X 2000 ADET EŞİT HAKLI
A/Kİl A TESELLİ İKRAMİYELERİ
p
4

Sayfa: 4
Sayfa : 4
» kVî i
ZAFER
5-2-195®
r
B
İs
a
lij
Haşmetpenah, Her tarafı aradım. İzini buldum. Falcı kızı Margarit, alelacele kendi evine gitmiş... — Ya o acaip delikanlı ?
— 82 —
Gar Gazinosunda
ORDU FINDIK GECESİ
Ordu İli Yüksek Tahsil Öğrencileri Yardım Derneği yararına,
10 Şubat Cuma günü saat 20.30 2 ye kjdar
— Vallahi asıl en zor sual bu iste... Ben Bizansa şöyle bir tefer-rüç için gelmiştim. Burada kaç gün kalacağımı bilmiyorum. Canım sıkılırsa giderim.
— Sirkte yaptığın hareketten sonra seni takip etseler gerektir. Pek boş bulunma... Başına bir felâket gelebilir.
— O bakımdan bir korkum yok. Yerim belli olmadığı için buraya yine ben gelirim. Yani gidinceye kadar her gece gelirim. Siz iyice düşününüz.
— Bu gece burada kalamaz mısın?
— Biraz da Bizansın gece âlemini göreyim. İzin veriniz de dolaşa-
— Aman kendine dikkat et. Bu BizanslIlar çok ahlâksız kimselerdir.
— Onu anladım. Merak etme şehzadem.
Bundan sonra Haşan, yine sarayın arka kapısından çıktı. Çıkarken de kapıdaki muhafıza:
— Anladın ya... Ben buranın a-damıyım. Bir daha benden imparatora dua falan bekleme. Dilediğim vakit girer çıkarım...
Muhafız yerlere kadar eğilerek bu şövalye kılıklı delikanlıya yol verdi.
Muhteşem eğlence
Velâkerna sarayında bütün pencerelerden ışıklar fışkırıyor. Gece olmuştur. Erkekler merasim elbiselerini, kadınlar en lüks ve nadide elbiselerini giymiş olarak akın akın saraya geliyorlar. Kapılarda iri gövdeli ve sırmalı elbiseli saray muhafızları gelenleri karşılıyor ve çılgınca bir velvele, bir hayhuy sarayın koridorlarından taşıyor.
İmparator sarayında bu gece eğlence var Her nevi içki su gibi a-kıyor, daha gece olmadan sarhoş olanlar var. Yan üryan Bizans dilberleri süslü saray adamlarının kollarında dolaşıyor. Saz, içki, eğlence salonları neş’eden kavrandırıyor.
Şimdi bütün gözler imparator Kostantindedir. Bin yıllık Bizansın an’ane halinde muhafaza ettiği merasime uyarak göz kamaştıran elbiseleri ve maiyet erkâniyle yüz-
lerce davetlinin arasına girdi. Ağır
ve vakur görünmek istiyor. Bilhassa onu en ziyade tetkik eden genç kızlardır. Çünkü Bizans Kay-zeri Kostantin hâlâ bekârdır ve kiminle evleneceği belli değildir. Belki Bizans asilzadelerinin birinin kıziyle evlenebilir. Nitekim Başvekil Grandük Notarasın kızı ile evleneceği hakkında zaman zaman rivayetler eksik değildir.
Eğlence gittikçe kızışıyor. Danslar, kahkayalar, fısıltılar daha serbest, daha cazip bir hal alıyor.
Şimdi, bu hay huy içinde muhteşem salonların şurasında burasında başbaşa verip konuşanları din-liyeceğiz. Davetlilerin bir kısmı
yalnız eğlenmek veya şuna buna kendini beğendirmek için gelmiş olmasına rağmen, bir kısım davet-
lilerin düşünceli üzüntülü veya meraklı oldukları anlaşılabiliyor.
İşte imparator Kostantin... Yanında mabeyin müşiri Teofil var. Grandük Notaras ile Franzes ve
hassa kumandanı Leon biraz uzak-
ta...
Daha uzakta Franzesin kızı Ta-mar ve etrafında ona kur yapmağa çalışan bir çok genç deliaknlılar... Yanıbaşmda Grandük Notarasın kızı ve onun da etrafında aynı â-şıklar grupu...
İmparator Leon’a soruyor:
— Ne oldu? Bulabildin mi?
Leon yutkundu, ne cevap vermek lâzımgeldiğine hâlâ karar verememişti. Kekeliyerek cevap verdi:
— Haşmepenah... Her tarafı aradım. İzini buldum. aFlcı kızı Margarit, alelâcele kendi evine gitmiş...
— Ya o acaip delikanlı?
— Onun da Margaritin evine gittiğine dair deliller buldum. Fakat...
— Evet...
— Margarit, delikanlının gelmediğini söyledi Her halde serserinin biri olacak.
— Kimmiş?
Leon bir daha yutkundu:
— Galiba bir Türk imiş...
Kostantin biraz düşündü. Sonra Notarası çağırdı:
— Notaras, dedi, hâlâ Türklerin Bizans kapılarından girip çıkmalarına müsaade ediliyor değil mi?
— Evet haşmetpenah... Alışveriş için geliyorlar.
— Acaba bu tehlikeli değil mi?
— Miktarları az olduğu için bir tehlike teşkil etmeseler gerek...
— Ya yavaş yavaş çok miktarda girerlerse.
— O takdirde tedbir alırız.
— Bana, bu tedbiri almakta geç kalıyoruz gibi geliyor.
Sonra Kostantin Franzesi çağırdı:
— Sen ne dersin Franzes, diye sordu. Şu Türklerin serbestçe Bizansa girip çıkmaları tehlikeli değil midir?
— Çok miktarda girerlerse muhakkak bir tehlike olabilir.
— Tamam... O halde, bugünden itibaren Türklerin Bizansa girmelerini yasak edelim.
Notaras irkildi, rengi sarardı:
— Haşmetpenah, lüzumsuz bir anlaşmazlığa sebep olabiliriz.
— Ne gibi?
— Halen sultanla iyi geçiniyoruz, yahut iyi geçinmeğe çalışıyoruz. Bu hal, sultana karşı düşmanca bir hareket sayılmaz mı?
Kostantin derin derin içini çekti:
— Bıktım artık Notaras... Dost mu olacağız, düşman mı olacağız, ne olacaksa açıkça belli olsa...
— Ben, tarafımızdan düşmanca bir hareketi faydasız buluyorum.
Franzes de aynı fikri söyledi. Kostantin:
— Memleketime hâkim değdim, Bizansın kapılarını istediğim vakit açıp kapıyamıyorum. Bu ne garip hükümet... Bari, kapılar iyi kontrol edilsin..
— Muhafızların sayısını arttırırız haşmetpenah...
Kostantin bezgin bir vaziyette ve ağır ağır geri dönerek başka bir grupun yanına gitti.
Daha ötede Franzesin kızı Ta-
mar neş’eli neş’eli gülüyordu. Bu kız cidden güzeldi. Hattâ, o daki-
kada salonun en parlak, en nefis bir mahlûku idi. Üniformalı saray
erkânı, onun küçük
bir tebessümü-
ne nail olabilmek için etrafında fırıl fırıl dönüyorlardı. Fakat Ta-
mar, bu sihirli güzel kız, hemen kimseye yüz vermiyor, kendisine
prestij etmeğe kâfi delikanlıları, ihtirastan kıvrandınyordu. Bir a-ralık, durmadan kendisini taciz e-den bu delikanlılardan kurtuldu, genç iki kızla başbaşa kaldı.
Şimdi onlan dinliyoruz:
— Tamar, Allah aşkına anlat... Ne oldu?
— Vakit bulamıyorum ki... Şu sırnaşık ve kadın mizaçlı saraylılardan vakit mi bulabiliyorum?.
— Hakkın var. Fakat onların da
hakkı var. Çünkü...
— Çok güzelsin Tamar...
Tamar, hafifçe kızardı. O da kendi güzelliğini biliyordu ve güzelliğinin yüzüne karşı söylenmesinden zevk duyuyordu. Başını önüne eğdi. Yanındaki kız ısrar etti:
— Allah aşkına söyle...
— Ama kimseye bir şey söylemi-yeceköiniz.
(Devamı var)
Ankara’nın en tanınmış caz ekibi ve memleketçe tanınmış kıymetli ses sanatkârları iştirakile Millî oyunlar, türküler, şarkılar, Monologlar, sürprizler... Ayrıca mahallî şiirler ve Ordu’nııu ünlü şairi Tıflı’nın HAMSİNAMESÎ. Toplantı yemeklidir.
DAVETİYELER: Bankalar Cad. Yıldız Kırtasiye mağazasından ve Anafartalar Cad. Köklü Han Derya Gişesinden temin edilebilir. (242)
ÇİZME SATIŞI BAŞLADI
Vatandaş eğer menfaatini düşünüyorsan aşağıda gördüğün çizme fiyatlarını bir kere daha kontrol et. Rekabetten doğan bu ucuzluğun bir hakikat olduğunu sen de takdir edeceksin.
Kartal çizmelerinin fiyatları
22 No.dan 29 No.ya kadar 700 Krş.
30 ) 34 ) » 800 .
34 . 35 . . 1100 )
36 . 38 » . 1250 .
Quadrat çizmelerinin fiyatları
20 No.dan 26 No.ya kadar 500 Krş.
23 . 25 . » 750 .
26 » 29 . ) 800 )
35 ) 38 ) . 1500 .
Adrese dikkat! ŞABAN KULAK. _______________ ______
rıkçılar Yokuşu, Saraçlar Çarşışı No. 107
Güven Kundura Mağazası Çık-
............. Telefon : 11919
Ankara Radyosu Müdürlüğünden
r
Kahraman Maraş Kurtuluşunun 30 uncu yıl dönümü münasebetile
Maraş Gecesi!..
13 Şubat Pazartesi Günü
İLK ATEŞ — MİLLÎ OYUNLAR — HALK TÜRKÜLERİ VE DAHA BİR ÇOK SÜRPRİZLER
Numaralı Davetiyeler:
Dernek merkezinden (Hamamönü Karacabey sokak No. 32) den ve Sus Sineması karşısı Kuyumcu llhami Aksu’dan temin edilebilir.
Müdürlüğümüz kadrosunda açık bulunan 200 lira ücretli spiker adaylığı kadrosuna 15/Şubat/1950 tarihine rastlıyan Çarşanba günü yapılacak müsabaka imtihaniyle bir erkek spiker adayı alınacaktır.
İMTİHANA GİRME ŞARTLARI:
1 — Memurin Kanununun 5 inci maddesindeki evsafı haiz olmak,
2 — En az lise tahsilini bitirmiş bulunmak,
3 — Fiilî askerlik hizmetini ifa etmiş olmak.
4 — Görevini ifaya mani bir hali olmadığını hekim raporiyle tevsik etmek,
İMTİHAN KONULARI :
A)
B)
C) ....----------------------------------------
D) imtihanı kazananlar arasında, Fransız veya İngiliz dillerinden birisini bilenler tercih edilecektir.
Yukarıda yazılı şartları haiz olan isteklilerden imtihana gireceklerin 14 Şubat 1950 akşamına kadar, belgeleriyle vesikalık iki fotoğraflarını dilekçelerine bağlıyarak Ankara Radyosu Müdürlüğüne racaatla imtihana girme fişi almaları.
Ses kalitesi,
Türkçe bilgisi,
Türkçeyi usulüne göre iyi okuyup konuşmak,
ANKARA RADYOSU 5 ŞUBAT 1950 PAZAR
8.30 M. S. Ayarı, haberler ve hava raporu.
8.45 Müzik. Günaydın (Pl).
9.10 Günün programı.
9.15 Müzik: (Sevilmiş parçalar) (Pl). 10.25 Müzik: (Makamlardan bir demet) 11.05 Temsil: (Pazar skeçl)
11.30 Müzik: (Salon orkestrası)
12.00 Müzik: Hep beraber söyliycllm
(Yurttan sesler korosu)
30 Müzik; Telden tele.
50 Müzik: Oyun havaları (İnce saz
takımı)
.00 M. S. Ayarı ve haberler
15 Müzik: Dans müziği (Pl)
30 öğle gazetesi.
45 Müzik: Dans müziği (Pl).
00 Hava raporu. Akşam programı ve kapanış.
58 Açılış ve program.
00 M. S. Ayarı.
00 Müzik: İnce saz (Hüzzam faslı)
00 M. S. Ayarı ve haberler.
15 Geçmişte bugün.
20 Müzik: Yarım saat dans (Pl).
50 Müzik: Akşamın karma müziği (Pl)
15 Radyo gazetesi.
30 Müzik: Yaylı sazlar çalıyor.
45 Müzik: Hafif melodiler (Pl).
15 Müzikle gezi (Pl.)
00 Konuşma: Spor Saati (Günün haberleri).
15 Müzik: Dans Müziği (Pl.)
45 M. S. Ayarı ve haberler.
1.00 Program ve kapanış.
İSTANBUL RADYOSU 5 ŞUBAT 1950 PAZAR ogramlar
12.;
12.1
22.:
22.-
23.1
M.
Raportör alınacaktır
Etibank Genel Müdürlüğünden:
Bankamız merkez teşkilâtında çalışmak üzere imtihanla aşağıdaki şartları haiz iki raportör alınacaktır
1 — İngilizce veya Almanca lisanlarından birini çok iyi bilmek,
2 — Harici ticaret muhaberatını ve muamelâtını tedvir edebilecek tecrübe ve bilgiye sahip olmak, (ayrıca Fransızca bilmek tercih sebebidir.)
Yukardaki şartlan haiz olanların bonservisleri ile birlikte Istan-bulda Etibank şubesine Ankarada merkez personel müdürlüğüne müracaatları rica olunur.
Ücret liyakatine göre tayin edilecektir, imtihan günü müracaat sahiplerine ayrıca bildirilecektir. (637) - (62)
Deniz Harp Okulu
ve Koleji Komutanlığından
1 — Deniz Harpokulu ve Koleji için Fizik - Mihanik öğretmeni a lmacaktır.
2 — İsteklilerin Üniversite Fizik - Matematik şubesinden mezun olmuş olanları tercih edilecektir.
3 — Azami 70 lira aslî maaş verilecektir.
4 — Taliplerin, memurin kanununun dördüncü maddesi gereğin-
ce gerekli belgeleri hazırlıyarak en geç 10 Şubat 1950 gününe kadar Heybeliada’da Deniz Harp Okulu ve Koleji Komutanlığına baş vurmaları. (485) - (49)
Ankara Valiliğinden
r1
UCUZ
Manifatura satışı

Fiatlarımızı görmeden ve mukayese etmeden Manifatura almağa karar vermeyiniz Çünki en ucuz fiatlar İlkbahar Manifatura Mağazasının FİATLARIDIR
Anafartalar Cad. No. 221 - Tel: 13713

1 — Ankara Arkeoloji Müzesinin tasnif ve depo salonuna dört a-det demir kapı yaptırılması işi açık eksiltmeye konulmuştur.
2 — Bu işin tutan 6078 hra olup, geçici güvenlik akçesi 455 lira 85 kuruştur.
3 — Bu işe ait keşif ve şartrfameler her gün çalışma saatlerinde Arkeoloji Müzesinde görülebilir.
4 — isteklilerin bu gibi işlere dair ehliyet vesikaları ve yeterlik
belgeleri ile 15/11/1950 gününde Arkeoloji Müzesinde toplanacak komisyona başvurmaları bildirilir. (642) - (63)
Azimet dolayısile satılık eşya
Avrupa ve Amerikadan. alınmış, az giyilmiş ve hiç giyilmemiş, orta beden kadın giyim eşyası, rop, tuvalet ve kürkler 4 Cumartesi, 6 Pazartesi günleri saat 11—17 ye kadar, İnkılâp sokak 43, kat ikide görülebilir. Telefon: 22303.
Hukuk Fakültesi öğrenci derneğinden
Mısır seyahatine gidecek arkadaşların 5/Şubat/950 Pazar günü saat 11 de Demekte hazır bulunmaları önemle bildirilir.
DİŞ TABİBİ HALİD SUNGUR
Çankındaki muayenehanesini Anafartalar Vakıf İş Han kat 1. No H5 e nakletmiştir.

Devren satılık Lokanta
Hamamönü, Hamamönü sokak No. 40. Görüşme adresi: Anafartalar Zafer Sokak, Yeni Gün lokantası.
Bu düşünce ve kararının neticesi olarak, emirlerini bekliyen Trenkmay’a:
— Bırakalım, yapsınlar, sonunu bekliyelim biz... dedi.
Ve beklediler. Fakat, Boröver -in içinde bir üzüntü vardı; asabileşmişti; mutfağa gidecek yerde dehlizde dolaşmağa başladı. Ara-sıra pençereye gidiyor ve Fiyorin-da’yı görürüm ümidiyle bahçeye sarkıyordu Sonra, yine merdivene gelerek dinliyordu.
Bu hareket, beş altı dakika sürdü, Sonra, testere gıcırtısı kesildi. Fakat, akabinde merdivene şiddetli darbeler indirilmeğe başladı. Ve birden bire müthiş bir çatırdı oldu: Merdiven yıkılmıştı.
Hepsi de sahanlığa koşmuşlar ve bir kaç dakika evvel basamakların bulunduğu deliğe bakmışlardı. Hepsi de, akıllarının ermediği, havsalalarına sığmıyan müthiş, esrarengiz birşey bekliyorlardı.
Böylece takriben onbeş dakika geçti ve hiç bir hadise vukua gelmedi.
Aşağıda karanlıktan ve sessizlikten başka bir şey yoktu... sıkıcı bir sükût...
Pençereden baktılar. Hâlâ kalabalık vardı, amma biraz seyrekleşmiş bir halde... okçular, yakaladıkları. ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklardan mürekkep esirleri alarak gitmişlerdi. Bunların arasında, kendilerini şiddetle müdafaa eden ve şimdi Boröver ve arkadaşları ile birlikte bulunan Protestonları yemeğe davet eden adam da vardı
Zavallı Protestan adam, bir şerir gibi kolları arkasına bağlanmış
PAPAZ ÇAYIRI
Yazanı
olarak okçuların arasında yürüyor ve duracak olursa hemen itilip kakılıyordu. Onun arkasında, kendisi gibi bağlı olarak karısı, çocuklar ve diğer bir kaç zavallı yürüyordu.
Ve bu merhamete şayan esirler kafilesi, vahşi bir kalabalığın yuhalan, ağza alınmaz küfürleri arasında, Şatöle’ye gitmek üzere ağır adımlarla bütün Paris’i baştan başa geçti. Bunun da sebebi şu idi: Bu kafilenin başında ve üç adım ilerisinde, gayet azametli bir tavırla yürüyen ve kendine büyük bir ehemmiyet veren bir çavuş, melûn zındıkların tam parçalayıp yiyecekleri sırada yakalanan mahut tavuğun tabağı taşıyordu. Bu çavuş, her meydanda, her dört yol ağzında duruyor, suratını ekşiterek sağa ve sola tavuğu gösteriyor ve hiddetle titreyen bir sesle:
— Et yenmesi denen yasak olan bugünkü cuma günü mukaddes Katolik dini düşmanlarının sofrasında yakalanan et!... diye bağırıyordu.
Halk ise, kendisine hakikati göstermek maksadiyle tertip olunan ve bugün bize pek caniyane bir hareket gibi görünen bu teşhiri gayet tabiî buluyorlar ve «bu zındıkları. ağır küfürlerle tahkir ediyor-
Mişel Zevako — Çeviren ı Ragıp Rıflcı
du. Bununla da kalmıyor onlara pislik atmak suretiyle de kin ve gayzını gösteriyordu. ı
Yaşatmaya çalıştığımız o «din kaygaları» devrinin âdet ve öfr’le-ri nelerden ibaret olduğunu göstermesi bakımından burada zikretmeyi faydalı bulduğumuz bu tafsilâttan dolayı özür dileyerek gelelim yine Boröver’le arkadaşı-larına. Bunlar okçuların Mare sokağından defolup gittiklerini ve fakat mahallenin etrafını kuşatan asker kordonununun henüz kalkmamış olduğunu görmüşlerdi. Hülâsa, daima etrafları sarılı idi. Bundan maada, çatı katında da ta-mamiyle tecritedilmişlerdi. Vakıa, alt kata atlamaktan çekinmiyorlardı amma, atladıkları takdirde nasıl ve ne gibi bir şeyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı.
Acaba, şimdi tam bir sessizlik içinde bulunan bu evde onların aleyhine ne gibi bir felâket manevrası hazırlanıyordu. Bunlar, ehemmiyeti haiz meselelerdi.
Çıkmaz sokakta duran halk pek o kadar kalabalık değildi amma, ne de osla yine hatırı sayılır bir kuvvetti. Binaenaleyh, bir çıkma hareketinin mümkün olduğunu kabul ederek buna teşebbüs etmeyi göze almak pek çılgınca bir ha-
76
reket olurdu. Boröver böyle bir hareketi aklından bile geçirmedi ve hakkı da vardı. Lâkin bu kalabalık halkın etvar ve harekâtı da onu rahatsız ediyordu: Bu kalabalık ona pek sakin, pek müsterih görünüyordu. Adeta insanın, heyecanlı bir manzara seyretmek için bu kadar insanın buraya yığılmış ve beklemekte olduğuna hükmedeceği geliyor.
Boröver artık sahanlığa ehemmiyet vermiyor, pençerenin yanında durarak sokağı tarassut ediyor:
«Bunun altında bir iz var!... amma, nedir?... heriflerin hiç biri kımıldamıyor, diye düşünüyordu.
Sonra:
«Belki onların niyetleri bizi, açlık ve susuzluk cammıza tak deyinceye kadar burada mahsur bulundurmak ve böylece mukavemetimizi kırmaktır... Eğer maksatları bu ise, gece karanlığından istifade ederek bizde onları kendi hallerine bırakarak çeker gideriz buradan!...» diye söylenerek kendini teselli etmeğe çalıştı.
Bu mütalâa ona tabiatiyle yine Fyorinda'yı ve onun kendilerine getirmeyi vadettiği kurtuluş vasıtası olan ipi hatırlattı.
Belki onuncu defa olarak yine odaya gitti, pençereden Fiyorin-
da’ya seslendi. Yine cevap alamadı. Genç kızın böyle ortadan kaybolması garip olduğu kadar endişe verici bir hadise idi. Boröver şimdi, artık ona güvenilmiyeceğini düşünmekle beraber aşağı inmek için ne yapmak lâzım geleceğini bilmiyordu. Gecenin pek geç gelmesi de onun sabrını tükediyordu.
Onlara saatler kadar uzun görünen bir kaç dakika bu asap bazu-cu intizar içinde geçti.
Boröver, sebebini izah edemediği bir nevi önsezi neticesi olarak sahanlığı terk ettirmiş ve boş kalan merdiven deliğini gözeltmek için tek bir kişi bırakmıştı. Bu adam, ufak bir tehlike sezer sezmez hemen ötekileri çağıracaktı. Ve her birinin sıra ile bir saat bu mühim yerde nöbet beklemesi kararlaştırılmıştı. Şimdi Protestan-lardan bir nöbet bekliyordu.
Boröver, Fransua’yı Fiyorinda’-nın odasına götürerek buradan bir yere kımıldamamasını ve sahanlığa çıkmasını rica etti. Fran-sua, bu ricayı kabul ederek gidip karyolaya oturdu.
Niçin ve kimin tarafından kapatıldığı bilinmeyen sahanlık pençe-resinden maada bütün kapılar ve pençereler artlarına kadar açık idiler.
Bir türlü yerinde duramıyan Bo-röver, asabi adımlarla odanın pen-çeresi ile mutfak’ın pençeresi arasında mekik dokuyordu. Bu pencerelerden birine yaklaşınca da gerek sokağa ve gerek bahçeye bakmaktan kendini alamıyordu.
(Devamı var) I
15.15
■■■ İl'
(195)
müziği (Pl).
kestrası
Haberi
Sevilmiş operet valslerl (Pl). Dans müziği (Pl).
Hafif gece müziği (Pl).
ıanıar: viyolonist Bronisl bermann ve Georg Szell İd Viyana Filarmonik orkeatı Programlar ve ka Açılış ve program Dans müziği (Pl). Çift mandolin Karışık hafif Haberler.
Hafif orkestralara Saz eserleri, şarkıl Dans müziği: Çalanlar: ve arkadaşları.
türküler (Pl). ıpor hareketleri. Eşraf Şefik, tl konseri.
üzik (Pl).
Serbest saat. Şarkı ve türküler Dans müziği (Pl).

22.: 22.
23.1
23.:
23.-
Otomobilciliği
El'an öğrenmedinizse önemli bir noksanınız
Şofor Okulun’da yeni devre derslerine 6 Şubatta başlanıyor. Kayıtlarımız kapanmak üzeredir. Müracaat her gün saat 14 -18 arası.
Telef: 21149
İsmetpaşa Cad. No. 4
Kırşehir Öğrenim Gençliğine Yardım Derneğinden 29/1/1950 gününde yapılan Genel Kurul toplantısında, Tüzükte değişiklikler için gerekli çoğunluk sağlanamadığından, toplantı 5/2/1950 Pazar günü saat 14 de Halkevinde yapılacaktır.
Gündem:
1 — Çalışma raporunun okunması,
2 — Bütçe ve hesapların incelen-
mesi,
3 — Tüzükte değişiklikler,
4 — Dilekler ve seçim. (233)
Sahibi ve Başmuhariri MÜMTAZ FAİK FENİK
Bu nüshada yazıişlerini fiilen İdare eden Hikmet YAZICIOÖLU
Basıldığı yeT: GÜNEŞ MATBAASI
15.000 Liralık İstanbul'da Bir Villa Ayrıca• 5-000 Liralık ikramiyelere ortaç Müessesesinden alacağınız Sürpriz Marka
Bir Gömlek ile sahip olacaksınız-
Her satın alacağınız gömlek için numaralı bir kart verilecektir.
SÜRPRİZ Poplin gömlek fiatlarımızı takdim ediyoruz
750, 780, 840, 990, 1075,
1200, 1300, 1380, 1440
Pijamalar: 1050 Ki.
Aşkın ve harbin ebeveynden
mahrum ettiği çocuklar
basan altın mağaralarından birinde bir yabancı ustabaşı, sulan boşaltmağa çalışıyor.
çıktık. Burası daha da yaştı. Yeniden bir dehli-
■ : KizaJUl bir tabut içindeymişiz R.
yeraltı dünyasına doğru düşme V başladık.
K Kapak açıldığı zaman yeryüzü g2 den 1800 metre aşağıda üçüncü bir R mağaraya «—
E sıcak ve _ ___ ____ _____
B zc dalıp yürüdük. Bir ölüm sessiz-_ .. .... ..... -------içinde gidiyorduk, tâ ki bir taz-
( enobı Afrikanın aJUn şehirlerinden biri olan Prcrtoria da yüz binlerce yıWi hava burgusunun kulağımıza yerlinin yaptığı büyük miting hoş g(?ıen gürültüsünü duyduk Bir
Altın •• Altın •• Altın!
Afrika yerlileri kendi arazilerinde kendi emekler ile istismar ediliyor
Bir Altın madeninde, her biri 4oo,ooo dolarlık Altın külçelerrarasında bir AvrupalInın intibaları
Bu nesepsiz Amerikan - Japon yavrulara hamiyetli aile aranıyor
Yerlinin biri tavandaki bir delikte bur* gu ile çalışıyordu.. Kömür gibi siyah vücudu terle karışmış, tozdan kül rengi bağlamıştı.. Bu Zulu delikanlısı erkekliğinin gürbüz çağında idi. Mağrur, savaşçı bir kavmın bu yaman oğlu, halat gibi kollariyle sıkıca sarıldığı burgunun ağırlığı altında ezilmemek için bütün gücünü harcıyordu.
) abah erken, saat yedi kırk-beşte bay Brooks Güney Af-«^ Tıkanın hükümet merkezi Jo-hannesburg’daki otelimden beni a-larak bir altın ocağına götürdü. Jo-hannesburg ıstep ıssızlığı ortasında büyük bir şehir adası ve bir maden ocakları şehridir Siyah kıtanın ü-çüncü en büyük şehri olan Johan-nesburg'un yarısı zenci olmak üze -re bir milyondan fazla nüfusu vardır. Merkezi teşkil eden çarşı bölgesini çok kalabalık güzel mahalleler kuşatmışsa da daha kenar mahalleler hayatımda gördüğüm en korkunç sefalet yuvalandır. Daha dışarda kir ii san renkte enkaz piramitleri gelir ki, mavi semaya mürtesem düştük -eri zaman soğuk bir güzellikten nahrum sayılamaz.
Güney Afrika’nın zenginliğini ya-an elmas değil, altındır. Para kıymeti itibariyle elmas 1 ise, altın 10 lur. Yuvarlak hesap 300 000 yerü ;i umumiyetle 14 ay süre ile. gü içlikçi veya parçacı olarak altın ıraklarında çalışır. Amma bu mü na da yapıldığı gibi, uza rd usunun en büyük in ancak sekizde bi-yerli halk kütleleri toplanır. Halbuki karala-nüfusça beyazlara nisbeti bire p dörttür. Bu muazzam malsız-ülksüzler yığını ya ocaklarda ça-tk yaşantıya, yahut açlıktan öl-mahkûmdur. Çıraklık veya ,-olundan elde edilen sanat meslekler beyaz işçi sendikaları kanun tarafından onlara yasak edil iniştir. Çiftlikler için, maden ocakları ve bütün aşağılık hizmetler için tükenmez ucuz işgücü bulunması bundandır; cüzam yaralan kadar korkunç sefalet mahalleleri, hastalıklar ve cinayetler bulunması bundandır; yılda 400 milyon dolarlık altın elde edilebilmesi de tabii gene bundandır.
Şehir merkezini çabucak arkamızda bırakarak geniş bir kır yoluna çıkmıştık. Sağımızda solumuzda enkaz tepeleri ve biraz daha arkada yerli mahalleleri gözüküyordu. Sop-hiatovvn denilen 60 000 nüfuslu pislik ve yoksulluk barınağında dörder odalı evlerin herbir odasında bir aile oturuyordu Su avludaki bir tıkaçlı musluktan alınıyor, helâ yerine de kovalar kullanılıyordu Biraz daha ileride Meroka denilen gene 60.000 (vahşi) yerlinin oturduğu bir paryalar semti vardı. Orada evler, tenekeler, konserve kutulan, paçavralar, çuvallar ve odun döküntülerinden yapılmış inler ve kovuklardı. Oysa ki bu y üksek Güney Afrika yaylasın da sert soğuklar olur ve bazan günlerce dinmeden yağmur yağar.
Otomobilimiz 2700 metre derinliğindeki bir ocağın (Durban Roode-poort Deep) temiz tuğladan büro binası önünde durdu Burasının birbirinden ayrı iki kamp içinde yaşıyan 10.000 kişilik bir işçi kadrosu vardı.
Bizi anbar gibi bir binaya götürüp orada koruyucu elbiseler ve ser puşlar giydirdiler. Brooks heyecanla gelerek, bizi herkese nasip olrnıyan bir sürprizin beklediğini haber verdi: tam o sırada altın çubukları dökülüyormuş Döküm evine girdiğimizde gövdeleri çıplak zenci işçilerin kalın eldivenler ve özel gözlüklerle mücehhez olarak küçük bir potadan kesif bir altın külçe çıkarmakta ol-gördük. Bu külçe ekmek Fırndan bir
i ekmekçi küreğiyle çekilmişti. Çabucak soğuyan kütle, çoktan soğumuş siyah ve gösterişsiz eşlerinin yanına bırakılıverdi. Bir saygıyla külçenin etrafını alırken bir döküm müfettişi .400.000 dolar değerinde» diye açıkladı. Bizden birinin «koltuk altına alınca sıvışmalı» demesi üze rine de; -Deneyin bakalım, 55 kilo ağırlığında, diye sözünü tamamladı. Doğrusu parça bu ağırlığa göre çok küçük, yahut bu küçüklüğe göre çok ağır gözüküyordu. Şu halde koltuğa vurulduğu gibi sıvışılmazdı.
Beyaz hizmetlilerden biri beni sor gûya çekip Amerikalı olduğumuzu öğrenince sırıtarak dedi ki: «Bizim ,___________________,______
bu kadar zahmetle yeryüzüne çıkar- kaderlerine boyun eğmiş bir halde, dığımız altını siz satın alıp bir kale- *-*- - * "
ye (galiba Knox kalesi, öyle değil mi?) tekrar gömüyorsunuz.-
— Doğru ...
— Bu bana oldukça manasız görünüyor. Oraya gömeceğinize, bırakın burada toprak altında dursun.
Biraz susup elindeki tel fırça ile altın çubuğu temizledikten sonra:
• —Biliyor musunuz, böyle bir çubuk ancak 5000 ton öğütülmüş taştan elde ediliyor, doğrusu hayli kazma işine ve alın terine maloluyor. dedi.
Biraz yürüdükten sonra bir ocak hücresine vardık ve serpuş lâmbalarımız için elektrik pilleri aldık. Zenci uşaklar bir kucak kalın par-dösüler getirdiler. Rehberimiz: «Bun lar lâzım, aşağısı çok sıcak, tekrar yukarı çıkarken soğuk alabilirsiniz» dedi. Asansör hırıltı ile yu -kan geldi ve hepimiz içine dolduk. Hızla ve hiç durmadan 1500 metre aşağı indik. Dışarı çıktığımızda kendimizi geniş ve elektrikle aydınlatılmış bir koğuk içinde bulduk. Bir tarafta uzanan dar bir demiryolu, kaya dehlizinde kayboluyordu. Burada da, şimdiye kadar gördüğümüz her yerde olduğu gibi, canlı bir hareket göze çarpıyordu. Burada 400 kişinin çalışmakta ol-
duğuna insanın inanamıyacağı ge- köşebaşında iki yerli ile bir ustaba-liyordu. Ansızın bir gürültü ve ocak - - - — .. .
lâmbalarının parıltısı ve bir katar gözüktü. Taş yüklü küçük arabalar ikişer işçi tarafından elle itiliyordu. Çıplak gövdeli delikanlılar. Kara vücutlar terden ışıldıyor, gözler beyaz bir balığın karnı gibi parlı-! yordu. Ağır ağır yanımızdan geçerken başlarını bile doğrultmadılar;
ne neşeli bir gevezelik, ne arkadaşça bir şakalaşma, ne şikâyet, ne küfür: Dilsiz, hantal, sapana ko- . çulmuş öküzler gibi durgun, ne yap tıklarını ve niçin yaptıklarını bilmeden. Tabiatlarına aykırı bir işe koşulmuş olmaktan şaşkın, fakat
ister maden ocağında, ister ev uşağı olarak kokteyl dağıtırken, ister Kapstadt rıhtımında yük taşırken olsun, beyazların hizmetinde bulutlan hemen bütün zencilerin gözlerinde ayni mana vardır: Kaderine boyun eğmiş, yabancı ve mahzun.
Hava o kadar sıcak ve sıkıcı ki, üstüme bayağı bir dermansızlık gel di. Sanki başıma ıslak ve yapışkan bir yün örtü sarmışlardı- Üstümden ter ve su damlaları yuvarlanıyordu. Başlık lâmbalarımızı yakarak dehlize daldık. Üstümüzden 6u damlıyor, granite benziyen duvarlardan su sızıyordu: Cip, cip, cipi... Bu ses her yerden geliyordu. -Burada yerlilere ne gündelik veriliyor?» diye sordum. Rehberimiz cevap verdi: -İki şilin. Ayrıca para: sız yatıp kalkma.»
•— Ya beyaz maden işçileri ne alır?»
Yerliden hemen hemen on bir kat daha fazla bir miktar söyledikten sonra sözüne devam etti:
•— Şu var ki beyaza yiyecek ve yatacak verilmez. Bazı bakımlar 1 dan yerli daha avantajlıdır, meselâ doktor parası ödemez. 14 aylık çalışma devresine katlanır da parası-biriktirirse sonunda 35 İngiliz li-sı elde etmiş olur. Bir yerli için k para»
Bir müddet daha yürüdükten son dehlizin genişlediği bir yere gel dik. Burada önümüze öyle tuhaf bir şey çıktı ki, burnu üstünde duran yassı bir kayığa benziyordu. Rehberimiz: -çocuk bahçesindeki kayma köprüsü gibi, değil mi?» d» di. Ağzı kapaklı teknelere benziye demir sandallar birbiri arkasın gümbürdiyerek, ray döşeli bir kuyuya dikine iniyorlardı. Oturma yer leri olrnıyan bu sandıklara girip çömeldik. Kapak şangırtı ile üstümüze kapandı ve biz sanki tekerlek kızaklı bir tabut içindeymişiz gibi
: şıya rastladık. Yerlinin biri tavan-' daki bir delikte burgu ile çalışıyor-' du. Kömür gibi siyah vücudü terle karışmış tozdan kül rengi bağla mıştı. Bu Zulu delikanlısı erkekli | ğinin en gürbüz çağında idi. Mağ-Irur ve savaşçı bir kavmin bu yaman oğlu halat gibi kollariyle sıkıca sarıldığı burgunun ağırlığı altında ezilmemek için bütün gücünü harcıyordu. Üstümüze dikilen ilgi-n ı siz bakışlarında bütün ırkdaşlarur daki manâ vardı: Yabancılık ve şevksizlik.
Yürümiye devam ettik ve yeni bir mağarada bizi bekliyen bir vagon-cuk bulduk. Demir kapılar şak diye üstümüze kapandı ve 500 metrelik yeni bir inişe başladık. Şimdi yeryüzünden iki buçuk kilometre aşağıda idik. Amma içine çıktığımız yeni kovuğun daha sıcak ve da ha yaş olmaktan başka bir özelliği yoktu Hava okadar koyu idi ki, insanın dermanı olsa içinde yüze-bllirdi.
Amerikalı erkek ve Japon kadınından doğan biçare çocukları iki taraf da kabul etmiyor
slan Ardennes’li olup Fran ciskain mezhebine salik bulunan Hemşire Marie Robert adında bir Fransız rahibe, Yokohama'da eşine dünyada tesadüf edilmiyen orijinal bir yetimhane ile uğraşmaktadır. Hemşire Marie Robert, Uzakdoğu savaşlarında, yerini yurdunu kaybet miş, öteye beriye dağılmış bulunan askerlere ve sivil halka yardım etmek maksadile arkadaşlarını peşine takıp Japonya-ya geldiği zaman, çok garip, garip olduğu kadar da hazin bir mesele ile karşılaşmıştır: Harp ve aşk çocukları
Bu çocuklar, hakikaten yetim değildirler. Sadece anne ve babalarını kaybetmişler, daha doğrusu onlar tarafından terkolun muşlardır. Geçici aşkların mah sulü olan bu yavrular. Amerikan işgal kuvvetlerine mensup as • herlerle genç Japon kadınlarının sevişmesi neticesi dünyaya gelmişlerdir. Amerikalı askerler a-rasmda zenciler de bulunduğu için, bütün insan renkleri birbirine karışmış ve bu suretle, hakiki bir dünya vatandaşları kafilesi meydana çıkmıştır. Fakat işin acıklı tarafı, bu ;ocıık-lann. hattâ anne ve babalarını bulsalar bile, onların ailelerine e vatanlarına kabul ol una ma-talandır-üçlük neden ileri geliyor? Japon aileleri gayrı meşru çocuktan kabul etmekle beraber, yani bu hususta fazla titiz davranmadıktan halde, kabul edilecek çocuğun san ırktan olmasını şart koşmaktadırlar. Amerika ise, ancak meşru veya tanınmış çocuklar ile, babasının mesuliyeti altında gayn meşru çocuk-ları da kabul etmekte ise de. çocuğun sülâlesinde her halde üç beyazın bulunmasını istemektedir. Bu vaziyet dahilinde, pek nadir görülen evlenmeler hariç olmak üzere, ne bir beyaz Amerikalı ile bir Japon kadınından, ne de bir zenci Amerikalı ile keza bir Japonyalıdan peydahlanan çocukların hiç biri Amerikalılar ve Japonlar tarafından kabul olunmamaktadır
İki ateş arasında
İki tarafın ırkçı peşin hükümleri arasında kalan ve çok kere sefil ve fakir analar tarafından terkedilmiş bulunan bu bedbaht bebeklerin istikballeri şimdilik hiç de parlak görünmemekle beraber, bu çözülmez meseleyi ele alarak mutlaka halletmek gayesini güden Hemşire Marie - Robert bedbin değildir. Bütün dünya ren derinin birbirine karışmasından hasıl olan ve kimisi kara saçlı, mavi gözlü, kimisi çekik gözlü san saçlı,

Hemşire Marie - Robert, küçük dön ya vatandaşları yle bir ada. ömrünün sonuna kadar onlarla birlikte yaşı yarağını söylemektedir
velhasıl her biri, meçhul anne ve babalarının izlerini taşıyan bu muazzam çocuk kafilesi arasında Hemşire Marie - Robert istikbale emniyetle bakmaktadır.
Bebeklerin en büyüğü dört yaşındadır. Şimdilik, doyurulmak, yıkanmak ve uyutulmaktan başka bir ihtiyaçları yoktur, fakat:
★ (Devamı Sa: 6 Sû:
★ (Devamı Saı 6 Sn: 7 de)
Redhouse „ lügatinin yeni baskısının ilk kopyası
Amerika Başkonsolosu La Verne Baldvrin yeni İngilizce Türkçe Redhouse lügatinin ilk kopyasını İstanbul Valisi ve Belediye Reieı Ordinaryüs Profesör Dr. Fahrettin Kerim Gökay'a takdim ediyor



I
Çalışma Bakanı Sirer’in istifası
Başmakaleden devam ı
Milletvekilleri
ş
,ım ıi?, .ati
1U] ar(
O aşl
luı
H
) (Baş tarafı birinci de) Ânkaraya davet edilen 9 sendika-dap yalnız üçünün davete iştirak et-mfesi, gelen üyelerden bir kısmının dK çevrilen oyunlara, emrivakilere VH baskıya âlet olmak istemiyerek hlyetten çekilmeleri, bundan başka bS4’ çok sendikaların grev hakkını resmen istemeğe kalkmaları, İstan-’AÜdaki miting talepleri, ayrıca Ba-clhın hiç bir mucib sebebe ve man-:ığa dayanmıyan beyanlarına ak-lülâmel göstererek kendisini istifa-Ai', dave teden sendikaların ortaya Aması Bay Reşat Şemsettin Sirerin )Bzat tertiplediği oyuna kurban git-iğini göstermektedir.
/Diğer taraftan, bizzat Çalışma Bakanlığı içinde, de bu mesele üzerinde bb‘ ihtilâf ve anlaşmazlık belirmiş olduğu meydana çıkmıştır. Bakanlık hMen iki grupa ayrılmıştır. Bir taraf tŞ ı Bakan, Müsteşar ve Umum Müdürler, öbür tarafta, hukuk müşavirliği, danışma kurulu üyeleri, ve diğer alâkalı memurlar vardır. Bu ikinci grup, Bakam ne hukuk müşavirliğine, ne danışma kuruluna başvurmadan, sadece bir partici zihni-jUtiyle grev hakkı meselesi üzerinde politika oyunları yapmakla hatalan-cbfmaktadır. Oradan buradan bir takım telgraflar getirtmekle grevin hıikukan önlenemiyeceği belirtilmektedir. Ayrıca devlet fabrikalarına bağlı 9 sendika temsilcilerinden afıcak üçünün gelmesi ve altısının ramemesi bir fiyasko olarak kabul edilmektedir.
Dün Halkevinde yapılan ve taf-suâtını aşağıda ayrıca okuyacağınız gîili işçi toplantıda hadis olan vaziyet, işi büsbütün ciddilikten çıkarmış tuh Çünkü Çalışma Bakanlığının a-şağıda okuyacağınız sinirli tekzibini rağmen Bakanın bu gizli toplantılara katıştığı elaltından başkanlık ettiği de meydana çıkmış bulunmaktadır.
; Seçim arifesinde, muvafık, muhalifi partilerin siyasî havayı yumuşatmağa ve mümkün mertebe sakin ve huzurlu bir ruh hâleti yaratmağa gîöyret ettikleri bir zamanda, Çalış-niâ Bakanının bu sinirli, tahrik edici) ve neticesiz tertiplerinin, Halk Partisi ve hükümetinin günün siyasetinde tuttuğu tarzı zaafa uğrattı-ğl bir hakikattir.
,Halk Partisinin Arap saçma döndürülen grev hakkı meselesinin, Bakanın istifasiyle, kendi anlayışına tiygun bir tarzda halledilip edilemi-ybfceği keyfiyetini tetkikle meşgul ol dpğu söylenmektedir. Müsbet neticeye vardığı takdirde, Bay Şemsettin Sterin istifasına muhakkak gözüyle takılabilir.
Bu vaziyet karşısında Çalışma Bakanlığının kendi kendini tekzip eden tekzibi:
• Zafer Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğüne:
( .«Gazetenizin 3 Şubat 1950 tarihli nüshasının birinci sahifesinin beş ve altıncı sütunlarında başlıyan ve altıncı sahifede devam eden yazımda (Çalışma Bakanlığına men-sup müfettişlerin ve Çalışma Bölge Müdürlüğünün teşvik ve gayretiyle rdahdut bir kaç işçiye grev istemedikleri yolunda Bakana hitaben tel griıflar çektirmişlerdir) ve aynı ya-ânın diğer bir yerinde de (Un, ek-melc1, simit ve unlu maddeler sendikasında yapılan gizli ve gayrî ka-minî toplantıya Çalışma Bakam Reşat Şemsettin Sirer bizzat iştirak etmiş ve diğer bazı Halk Partili mil latvekilleri de bu toplantıda hazır bulunmuşlardır) denilmektedir.
1 — Bakanlığımız teşkilâtına men sup hiç bir kimse tarafından bahsettiğiniz şekilde hiç bir işçiye veya £dikaya Bakana telgraf çekilmesi ı ne yazı ile ve ne de şifahi ola-Tıer hangi bir telkinde bulnul-mamıştır.
2 — Bakan Reşat Şemsettin Sirer bahsettiğiniz şekilde sendikanın giz
bl tiı
li veya açık her hangi bir toplantı-1 sına iştirak etmemiştir. Yazınızda | verdiğiniz haberler yalandır.
Bu açıklamanın gazetenizin ilk çıkacak nüshasının ilk sahifesinde aynı puntolarla yayınlanması Basın Kanunu hükümlerine göre talep o-lunur.»
Çalışma Bakanı Y. Fııat Erciyeş ★
Toplantı mı, komedi mi?
Türk işçisinin grev istemediğini söylettirmek maksadiyle sarfedilen gayretler meyanında bundan iki gün evvel yurdun muhtelif yerlerinde bulunan dokuz sendikanın temsilcileri Ânkaraya davet edil -mişler fakat bu sendikalardan altısı mazeret beyan ederek Ankaradaki toplantıya iştirakten imtina etmiş -lerdir- Bu suretle ancak davet edilen sendikalardan Malatya mensucat fabrikası işçileri sendikası, Eskişehir D. D. Y. sanayi işçileri sendikası ve Nazilli mensucat işçileri sendikası temsilcileri Ânkaraya gelmişlerdir.
Bu sendika temsilcilerinin geliş, gidiş ve burada kaldıkları zamana ait masraflar C. H. P. tarafından Ekmek, Simit ve Unlu Maddeler işçi Sendikası vasıtasiyle ve sekiz bin lira olarak kendilerine öden -miştir.
Evvelce de yazdığımız gibi büyük bir gayret sarfedilerek Ânkaraya getirtilen bu temsilciler resmî bir toplantı yapmadan evvel ihzari mahiyette gizli ve gayri kanunî olarak bir araya gelmişler ve Halk Partisine mensup bazı milletvekillerinin de hazır bulunduğu bu toplantıya Çalışma Bakanı Reşat Şemsettin Sirer de başkanlık etmiştir.
Mensup bulundukları sendikalar nazarı itibara alınarak değil de sırf Halk Partisinin grev hakkındaki görüşlerine uyan bu temsilcilere Bakan tarafından direktifler verilmiş ve ertesi gün yapacakları toplantı nın maksat ve gayesine hazır bir vaziyette bulunmaları temin edilmiştir.
Sırf bu iş için getirtildikleri halde kendilerine bir baskı yapılmakta olduğunu ve Halk Partisinin işçiler aleyhine olan kaprislerine âlet e-dildiklerini farkeden bir kısım tem silciler bu hareketin menfaatlerine aykırılığını sezerek iktidara körü körüne itaatten ise böyle bir topluluğa hiç karışmamayı tercih ederek toplantıyı terketmişlerdir-
Çalışma Bakanının başkanlığında yapılan bu gizli toplantı o gün geç vakte kadar devam etmiş ve ertesi gün resmî bir toplantı yapılması hususunda karar alınmıştır.
Bir gün sonra gazetemizin bu toplantıyı ve ertesi gün için alınan kar-ran açıklıyan neşriyatı üzerine Bakan ve grev aleyhtarı işçiler gazete çilerin de konuşmalarında hazır1
I bulunmak istiyeceklçrini nazarı dik | kate almış ve toplantılarını araların da gizli olarak kararlaştırdıkları bir güne tehir etmişlerdir. Nihayet bu toplantı dün saat 15 de Halkevi sa tonlarında ve yine Çalışma Bakanının başkanlığında yapılmıştır.
Aradan az bir zaman geçtikten sonra toplantının yerini ve saatini öğrenen gazeteciler dün Halkevine giderek müzakerelerde bulunmak istemişler fakat inzibat altında tutulan ve sıkı sıkı kapatılmış bulunan kapıdan içeri girmeye muvaffak olamamışlardır. Gazeteciler haklı bir ısrarla içeri girmek iste -mişler fakat kapıdaki nöbetçilerin «Yasaktır. Girilemez. Toplantı gizlidir.» sözleriyle karşılaşmışlardır.
Daha fazla mukavemet edemiye-çeklerini anlıyan gazeteciler geri dönerek yanlarına bir kaç arkadaş daha almışlar ve tekrar suratlarına kapanan kapıdan içeri girmek istemişlerdir.
Bu sırada Bakanın nöbetçileri ile gazeteciler arasında uzun bir müna kaşa başlamış ve bu gürültüyü işiten Bakan Reşat Şemseddin Sirer kapıya gelerek nöbetçilerle gazeteci-terin tartışmasına bigâne kalama-mış ve orada bulunan sivil emniyet memurlarına bağırarak: «Avni Doğan Beye telefon edin.» demiş ve biraz sonra halkevine gelen zabıta kuvvetleri gazetecileri karakola sevketmek istemişse de kamu hizmeti gören bu gençler, kendilerinden dâvacı olan Bakan’ın da karakola gelmesi icap edeceğini söyle -mişlerdir-
Bu haklı iddia karşısında zabıta memurları Bakanı karakola davet etmişler fakat Şemsettin Sirer karakola gitmeyi şeref ve haysiyetine yediremediği için «Davacı değilim» demek mecburiyetinde (kalmış ve bunu fırsat bilen gazeteciler Bakanın: «Bu hususî bir toplantıdır. Giremezsiniz» sözlerine rağmen uzun mücadelelerden sonra içeri girmeye muvaffak olmuşlardır.
Bundan sonra toplantı gayet tabiî olarak seyir ve mahiyet değiştirmiş Bakan da sinir buhranları içinde nasıl hareket edeceğini şaşırmaktan kendini menedememiştir.
Toplantının mütebaki kısmı bu minval üzere ve gergin bir hava i-çinde cereyan etmiş ve bu arada salonun bir köşesinde gazetesi için ayak ayak üstüne atmış bir vaziyet te oturarak not alan bir arkadaşımıza Çalışma Bakanlığı ileri gelenlerinden bir zat: «Müslüman dininde edep ve terbiye vardır. Bakın şuna hele; nasıl da ayak ayak üstüne atmış oturuyor» diye müdahale etmek istemiştir.
Toplantı aynı gergin ve sinirli hava içinde sona ermiş ve hususî surette getirtilen temsilciler grev aleyhtarı olduklarını söyliyerek Bakanlarını teselli etmişlerdir.
adedinin indirilmesi
seçilmesi esası üzerine kurulmuştur. Eğer nüfusumuz, 40 milyon olacak olursa, bu miktar Ibine mi yaklaşacaktır? Ve nihayet 140 milyon njüfu-su olan Amerikada, 4500 den fazla Milletvekili mi vardır?
Fransanın anavatan nüfusu 50 mil-
yonken, Fransız Meclisinde sömürge
lerden gelenlerle beraber Mebus
adedi ancak 600 dür. O halde Büyük Millet Meclisindeki âza miktarı üze-
rinde biz de ciddî bir tedbir almayı düşünebiliriz.
Bilindiği gibi Demokrat Parti, İ-lim heyetine verdiği Seçim Kanunu projesinde, Milletvekili adedini 50 binde ıbire indirmişti. Böylece Mecliste 70 kadar Milletvekili eksilecek ve mühim bir tasarruf temin olunacaktı.
İlim Heyeti Demokrat Partinin projesinden daha ileri gitti; hazırladığı tasarıda Milletvekili miktarını 70 binde bire indirdi. Böylece Milletvekili adedi 245 - 250 ye kadar düşecekti. Fakat komisyon bunu muvafık görmedi ve yine eskisi gibi 40 binde bir üzerinde karar kıldı. İktidarın bunda takip ettiği maksat, tamamiy-le başka idi; çünkü bir çok Milletvekilleri vardı ki, seçimden ümitlerini kesmişlerdi. Eğer 70 binde bir, esası kabul edilecek olursa, bu ümitsizler, büsbütün yeise düşecekler, ayrıca iktidarın kendilerine karşı cephe tuttuğuna zahip olacaklardı; halbuki, Halk Partisi, seçimlerin yaklaştığı şu sıralarda kimseyi gücendirmek, kırmak niyetinde değildi. Onun için statükoyu muhafaza etmek, her hangi sızıltıya meydan vermemek için en muvafık tedbir o-larak düşünülmüştür. Yani burada da ihtiyaçlar değil, adamlar, ve partinin iç durumu hesaba katılmıştır. Bunun içindir ki, Demokratların 50 binde bir Milletvekili seçilmesi hak-kındaki teklifleri kabul edilmemiştir.
Altın Altın Altın!
Yoldan notlar
Karadenizde D.P.nin
SEÇİM TASARISI
ir (Baş tarafı birinci de) etmek üzere dün de toplanmıştır. Grup Genel İdare Kurulu üyelerinin de iştirakiyle yarın sabahtan itibaren toplantılarına devam edecektir.
Diğer taraftan Demokrat Parti merkezine muhtelif illerden gelen haberlere göre Seçim Kanununun Büyük Millet Meclisinde müzakere edilmesine başlanılacağı bugünlerde C. H. P. si bir çok yerlerde şimdiden idare organları ve muhtarlar vasıtasiyle halka adetâ musallat olmuş bulunmaktadır.
Meselâ, Bulvadinden verilen malûmata göre; orada bir çok muhtarlar ellerine Cumhuriyet Halk Par- ı tisinin defterlerini alarak kahve
kahve dolaşmakta, Demokratları Halk Partisine kaydetmeğe çalışmaktadırlar. Muhtarların bu esnada, meşru olmayan propagandalara başvurdukları ve köylü vatandaşlar üzerinde İktisadî baskı denecek mahiyette tohumluk, kredi vesaire gibi mevzular içinde bunlardan mahrum olacaklarını ileri sürdükleri haber verilmektedir.
Köylü ve kasabalı uyanık vatandaşlarımız üzerinde bütün bütün menfi tesirler yapan bu neviden baskıların hele bazı yerlerde muvaffakiyet gibi gösterilmekte olması, hakikatleri bilen çevrelerde Halk Partisine gülmek mi, ağlamak mı lâzım i geldiği kesdirilemeyen bir çok hareketlerinden sayılmaktadır.
irs
,ez
O
in r ı
H
O
Aşkın ve harbin ebeveynden mahrum ettiği çocuklar
Şimdi burada akla (bir sual gelebilir: Demokrat Parti Milletvekili a-dedinj neden 40 binde birden 50 binde bire indirdi de, İlim Heyeti daha ileri davranıp 70 binde bire kadar gitti?
İlim Heyeti Demokrat Partiden daha mı demokratik düşünmüştür? Şurasını hemen söyliyelim ki, İlim Heyeti Milletvekili adedini 250 ye kadar indirmeği teklif ederken siyasî realiteleri pek gözöntine almamıştır.
İşin içyüzü şudur: Eğer hakikaten İlim Heyetinin 70 (binde bir esasını kabul ederek seçime girersek, ve bu seçimlerde, bir parti meselâ 110, öteki 140 Milletvekilliği elde ederse vaziyet ne olacaktır? Ekseriyet partisi, nasıl kabine kuracaktır? Unutmamak lâzımdır ki, seçim dört sene i-çin yapılmaktadır. Bu dört sene zar-zında dört defa kabine değişecek o-lursa, bu kadar mahdut miktardaki Milletvekili arasından, Bakan olacak kabiliyette insanları bulup çıkarmak nasıl kabil olur? Çünkü icra mev-kiindeki kimselerde ayrı bir takım meziyetlerin de bulunması lâzımdır. Bu kadar az adet arasında bunları çıkarmağa pek imkân yoktur. Eğer Anayasada bir tadil yapılır da, Meclis dışından da Bakanlıklara teknisyen insanlar alınması kabil o-lursa, o zaman İlim Heyetinin teklifi çok yerinde, çok makul sayılabilir. Fakat bugün için bu da kalbil değildir. Çünkü müddetini bitirip dağılmak üzere olan bir Meclis kendisinde Anayasayı tadil etmek salâhiyetini asla göremez, ve görmemelidir. O, ilerde düşünülecek bir meseledir.
O halde Demokrat Partinin teklifi hakikaten makul ve yerinde bir tekliftir. Temenni edilir ki, kanun tasarısı Büyük Millet Meclisinde müzakere edilirken Ibu nokta gözönüne alınır ve Milletvekilleri adedinde böylece bir indirme yapılması imkân dahiline girer.
Mümtaz Faik FENİK
ir (Baş tarafı birinci de) lan karlara sürünüyordu.
Havzada bir havadis aldım, daha evvel Samsuna hareket eden tren, Çamlıbel denilen yerde büyük bir kaza geçirmişti. Bir üçüncü mevki vagonun dingili kırılmış, hattan biraz çıkmış ve bereket versin, makinistin basireti sayesinde içindekiler muhakkak bir ölümden kurtulabilmişlerdi. Yoksa, geçen Cumhuriyet bayramında Kı-rıkkaleden gelen vatandaşların uğradıkları facia bir defa daha tekerrür edecekti.
Bu yüzden yolun kapalı olduğunu söylüyorlardı. Fakat hele bir Çam-lıbele varalım, o zamana kadar belki yol temizlenirdi.
Trenimiz gece saat dokuzda Yu-nusköy istasyonundan hareket ettiği sırada birdenbire durdu. Ne oluyor, diye soruşturduk. Meğer bizim lokomotif de hattan çıkmamış mı? Bütün yolcular aşağıya indik. Hakikaten lokomotifin bütün tekerlekleri kardan iki karış içeride idi.
Tren yolundaki karlar, sıfırın altında 31 derecede o kadar çelik gibi bir hale gelmişti ki, tekerlekler bunları ezememiş ve hattan çıkmıştı. Bereket ki, kaza bir istasyonda ve tren hareket ederken olmuştu. Eğer bu vaziyet bir virajda ve tren süratle giderken olsaydı, bütün vagonların birden devrilmesi işden bile değildi.
Bütün tren yolcuları, hep birbirimize geçmiş olsun, diyorduk. Fakat, gecenin bu ayazında da, kuş uçmaz kervan geçmez, bir istasyonda Cenabı Hakla beraber karşı karşıya kalmıştık. Sıvasa telgraf çekilecek dendi. Zileye telgraf çekildi; dendi. Yardımcı lokomotif istenecek, dendi. Ve nihayet bir havadis yayıldı ki; biz sabahın saat altısına kadar buradayız, yani tam dokuz saat Musa-köyün misafiriyiz.
Bereket versin, Sivas Gar Müdürü Bay Şahap Esin’in aldığı sıkı tedbirler ve telgrafla verdiği emirler sayesinde sabaha kadar şofaj işledi vc biz de sıfırın altında 31 derecede donmak tehlikesinden kurtulduk. Sabaha karşı, Zileden iki makine geldi. Şimdi o makinelerin sayesinde öğleyin Sıvasa varmış bulunuyoruz.
Tren, ana baba günü gibi kalabalık. Çünkü, kaç gündür bir taraftan tren geçmediği için halk birden bire bu trene üşüşmüştü.
Şimdi saat 13,30 da, Allah kısmet ederse Ankara yolundayız.
Mümtaz Faik FENİK
kuvvetli kalesi
Samsun (Başmuharririmizden) — Samsun’a, çok soğuk ve fırtınalı bir havada geldim. Fakat ne mutlu bir tesadüf ki, Samsunda Demokrat Parti dört sene evvel bugün kurulmuştu. Ve bu münasebetle, Şehir Klü-bünde bir de balo veriliyordu.
Baloda Samsunun bir çok güzide aileleri davetli idi. Gece geç vakte kadar bu mes’ut yıldönümü büyük bir neş’e içinde kutlandı. Hele Demokrat Parti Genel İdare Kurulundan Samsun teşkilâtına gelen bir telgraf, Demokratların neş’esinı ve sevincini bir kat daha arttırdı.
Telgrafta deniyordu ki:
«Atatürk inkılâbının şerefli meb-deinin tarihî hatırasını sinesinde saklayan Samsun’un demokrasi hareketinin de ilk piştarı olduğunu biliyoruz. Demokrat Parti Anadoluda ilk defa sizin asîl muhitinizde kurulmuştur. Netice henüz alınmış değildir. Başlangıçtaki safiyet ve kuvvetle yürüyeceğine emin olduğumuz Partimiz, sayın Samsun’luların sevgi ve gayretlerine mazhariyetle de kemalini bulmuş olacaktır. Neş’eni-ze iştirak ediyoruz. Neş’enizin bütün memlekette sarî bir saadet kaynağı olmasını da diliyoruz.»
Bu telgrafın altında başta Celâl Bayar olmak üzere bütün Genel Kurul azasmın imzaları vardı. Telgraf baloda okunduğu zaman büyük ve candan tezahüratla karşılandı. Ve Genel Kurula şu telgraf çekildi:
«Partimizin kuruluşunun dördüncü yıldönümü münasebetiyle tertiplediğimiz gecenin neş’e ve dâvaya bağlılık havasını coşturan telgrafınızı sevinçle aldık.
Türk milletinin refah ve saadeti yolunda atılan her adımı bir ibadet gibi benimseyen Samsun Demokratlarının her geçen gün hedefe biraz daha yaklaşmakta olduklarını tebşir eder ve milletimizin kadirşinas ruhuna, selim olan kanaatlerine güvenimizi saygı ve muhabbetlerimizle arzederiz.» Samsun Demokratları
Ingilterede seçim mücadelesi
ir (Baş tarafı birinci de) sında görülen kalkınmayı zikrede-
rek demiştir ki:
•Sosyalistler Almanyada çok işsiz bulunduğunu iddia ediyorlar. Halbuki Almanyaya Doğu bölgelerinden
8 milyon mültecinin geldiğini unutu-
ir (Baş tarafı 5 inci de) İstikbali de düşünmek lâzım
Onun için, şefkatli hemşire, resmî teşekküllere müracaattan başka, dünyanın her yerinde, vaktiyle kendisinden iyilik görmüş olan bütün tanıdıklarına mektup yazarak durumu anlat-
mış, ne analarının,
ne babalarının memleketine
Eiğınamıyacak ve ilelebet vatansız kalacak olan
bu masum bebekler için ne düşündüklerini sormuştur. Aradan az bir zaman geçince cevaplar yağmağa başlamıştır. Cevaplarla birlikte bir çek ve havale yağmuru da başlamıştır. Toplanan ve hâlâ da toplanmakta olan para ile, bebeklerden çoğunun istikbali üniversite tahsilini bitirinciye kadar temin olunmuş, bunların, tahsil çağına gelince en liberal memleketlere va-
tandaş olarak kabul edilmeleri için şimdiden bütün tertibat alınmıştır. Bu iş için en nüfuzlu devlet ve iş adamları şahsan müdahale etmişlerdir. Bazı Batı Avrupa memleketlerinin mü-
sait cevap vermeleri, bizim mini mini dünya vatandaşlarının işini iş etmiş bulunmaktadır.
Bu teşebbüse önayak olan Hemşire Marie -Robert, bebekler okuma çağına gelince onlarla beraber gideceğim, daha uzun zaman bana ihtiyaçları olacaktır, diyormuş. Ve ilâve ediyormuş:
— Zaten benim de onlardan başka kimsem yok.
Oyuncak yağmuru
Yılbaşı günü, Yokohamada, dünya vatandaşlarının kapısı postacılarla aşınıyordu. Dünya vatandaşlarına, cjünyanın her yerinden binlerce hediye gelmişti. Bunların arasında, iğri büğrü çocuk yazılariyle yazılmış dokunaklı mektuplar da bulunuyordu. Çocuklar, melez dostlarını tatil geçirmeğe davet ediyorlardı.
O gece, hemşire Marie - Robert’in ortada hiç görünmediğini ve sabaha kadar dua ettiğini söyleyenler vardır.
İtalyanlarla dün geceki Boks maçları
★ (Baş tarafı birinci de)
Müsabakaların teknik neticeleri şudur:
51 kilo: De Witte - Halit Ergönül’e sayı hesabiyle mağlup olmuştur.
54 kilo: Bandinelli - Abdi Özkut-lu berabere kalmışlardır.
58 kilo: Giordenalla - Adnan İnan berabere kalmışlardır.
62 kilo: La Rosse - Zeki Ziyavis’i sayı hesabiyle yenmiştir.
67 kilo: Vescovvi - Garbis Zahar-yan’a sayı hesabiyle mağlûp olmuş-Ltur.
73 kilo: Festucei - Hamdi Bay-ram’ı sayı hesabile yenmiştir.
80 kilo: De Segni - Suphi Okur’u sayı hesabiyle yenmiştir.
Bu vaziyete göre İtalyanlar 3 galibiyet, iki mağlûbiyet ve iki beraberlikle takımımıza galip gelmiş -lerdir-
Ingrit Bergman
ir (Baş tarafı birinci de) habirlerini ve fotoğrafçılarım görünce fena halde hiddetlenmiş: «Mascal-zoni», (edepsizler) diye bağırarak ve avazı çıktığı kadar «yeter, yeter artık» diye haykırarak otomobilinden fırlamış ve fotoğrafçıların üzerine hücum etmiştir. Fotoğrafçılar bu sahneyi tesbitten geri kalmamışlardır.
Rosselini bunun üzerine Times ve Life mecmualarının foto muhabiri Jack Burns’u yakalamış ve kendisi-ı ne bir yumruk atmıştır. Burns da I ona mukabele etmiştir. Fotoğrafçılar bu esnada da faaliyette idiler. Rosselini bunun üzerine orada duran bir polis memuruna Burns’u göstererek: «Bu adamı tevkif et» demiştir. Polis yerinden bile kımıldamamıştır-Rosselini bundan sonra gene «e-depsizler» diye bağırarak hastahane-ye girmiştir.
Foto muhabiri Burns: «Rosseliniyi affediyorum; çünkü ben de babayım» demiştir.
Rosselini, İngrid Bergman’ın bir çocuk dünyaya getirdiği gündenberi hastanede yatıp kalkmaktadır.
yorlar. Almanyanın kalkınmasını
küçümsemeyiniz. Ben bundan memnunum. Fransızlar ve Almanlarla
birlikte çalışmak niyetindeyim.
Benelux dostlarımız ve demirperde dışında bulunan daha bir çok memleketlerle birlikte biz geniş ve sağlam, hür, medenî ve demokrat bir milletler birliği teşkil etmekteyiz ve bu milletler bir kere kaynaşıp anlaştı mı bir daha kolay kolay sarsılmalarına imkân kalmaz.»
Londra, 4 (a.a.) — «Afp»: Yeni A-vam Kamarasının 625 üyeliği için 1812 aday resmen ortaya atılmıştır.
Seçim mücadelesinin ilk gününde vaziyet şu merkezde idi:
İşçi partili adaylar? 617
Muhafazakârlar: 555 Muhafazakâr taraftarları: 43 Liberaller: 421
Komünist: 89
Diğer adaylar müstakil ve diğer muhtelif partilere mensup olanlardır.
KİMYA VE GEOMETRİ DERSLERİ Bahçelievler 28 inci sokak No. 5 (32)
Arzettiğimiz çeşitleri
TAKSİTLE
Ankara’da yalnız
İstanbul Mağazası
nda bulabilirsiniz. Sizde bu öde me kolaylığından İstifade edip güzel çeşitlere sahip olunuz.
★ (Baştarafı 5 incide)
•İnsanın soluğu biraz daralıyor amma, dedi rehberimiz, .altını ne rede bulursan almak lâzım, ne ça-
— Doğrusunu söyleyin bana dedim, burada insanlar gönülleriyle mi çalışıyorlar, günde iki şiline?
— Yerliler çalışır, bizde zorla ça lıştırmak yoktur.
Brooks neşe ile ilâve etti: -Günde 8 saat çalışma da çok sayılmaz ha-
Oysa ki burada bir dakika bile çoktu. Bir saat kâbus, 8 saat ise cehennem azabının tâ kendisiydi.
Nihayet maden kazılan genişçe bir yere geldik. Burada hayat ve hareket vardı, 20 zenci işçi kazmalar ve küreklerle çalışıyorlardı. Fa kat ziyaretçilerin dikkati daha ziyade duvara çevrilmişti: Ustabası-nın cep lâmbasiyle takip ettiği ye-şilimtrak parıltılı ve ancak el genişliğinde bir altın damarı uzanıp gidiyordu, koca bir mamot gövdesinde mikroskopla görülen bir damarcık gibi.
Rehberimiz konuştu: «İşte o. Yedi kat yerin altında bile kendisini kovalıyacağımız madde odur. O canlı damarı ele geçirmek için yığın yığın ölü taş sökmek zorundayız!»
Tek bir duraklama ile dikine yukarıya, gün yüzüne çıktıktan sonra yıkanıp elbise değiştirdik ve yerli işçilerin kamplarını görmiye gittik. Burası sıra sıra ve sandık biçimi tuğla barakalarla çepçepre sarılmış bir yerdi- Açık duran bir kapı- ( -dan bu evciklerden birinin içine gö-zattık: Beş metre kare tahmin edilen tek bir gözden ibaretti. Kapının yanında küçük bir demir soba vardı ve geri kalan bütün boşluk tavana kadar kat kat ranzalarla dolu idi. Fena ışıkta yanılmadıysam ben 24 yatak saydık. Herşey bir kılşa koğuşu kadar temiz ve düzenli idi. İşçiler paydos zamanında oldukları için kimi yataklar üstünde oturuyçr, kimi yatıyordu; bazı ları da subay karşısındaki erler gi- , gi gergin bir asker tavrıyle ayakta,
Yerli takımların futbol ve kriket fakat şaşkın duruyorlardı, oynadıkları bir meydan bulunduğunu söyledilerse de biz görmedik. Arasıra bir film de gösetrildiği oluyormuş, yalnız mevzuların dikkatle j seçilmesi lâzımmış, çünkü çoğu yerlilerin ufkunu aşıyormuş. îkî AvrupalI doktor tarafından bakılan bir hastanenin bulunduğunu da bize I söylediler. Her işçi hakkında, parmak izleri, hal tercümesi ile bütün I kabahatların tam bir listesi bulunan dosyaların saklandığı bir büro: yu da ziyaret ettik.
Benim sorulacak birşeyim daha vardı: Çoğu genç erkeklerden ibaret olan bu binlerce işçi, kadınsız nasıl yaşıyorlardı? Rehberimiz biraz tereddüt ettikten sonra: -Eh ça-çaresini buluyorlar» dedi. Sesinin to nunda öyle bir manâ vardı ki, bu konuda daha fazla konuşmak cesareti bırakmıyordu- Yalnız Sophia-town sefalet mahallesinde misyon olan Angilikaıı papası benimle birlikte otomobile doğru yürürken dedi ki: «İddia ederim ki, bulunduğumuz noktadan bir günlük yerlere kadar, ya kucağında, ya karnında ço cuk taşımıyan tek bir zenci kızı bu lunmaz! Hele bu kamplar akla gelebilecek bütün cinsî hoyratlıkların kaynaştığı yerlerdir. Siyahların bu cinsî ahlâk bozukluklarını kimse umursamaz da...» Ve sonra gülüm-siyerek yüzüme baktı: «Mamafi bu gibi şeyler size pek aykırı görünmez sanırım. Birleşik Devletlerde sizin de bir zenci meseleniz var» dedi.
— Evet, var. Yahut daha doğrusu Güney Afrika’ya gelinceye kadar böyle bir meselemiz olduğunu sanıyordum.
Martin FLAVÎN
(Das Beste dergisinden)
I
İstanbul’da müthiş kış ir (Baş tarafı birinci de)
Denizlerde fırtına bütün şiddetiy i le devam etmekte, vapur seferleri 1 aksamaktadır. Bandırma seferini ( yapan Sus vapuru bugün yarı yol- )• dan geri dönmeğe mecbur kalmıştır. Cemil Kaptanın idaresinde 48 tonluk bir motor Akçakocanın dört mil açığında kayalara çarparak bat 1 mış ve mürettebat güçlükle kurta- | rılabilmiştir.
Trenler de Haydarpaşaya geç va* i sil olmaktadır. Şehirde münakâlat durmuş gibidir. Otomobillerin ek- I serisi garaja çekilmiş, otobüsler mutat yollarını değiştirmek mecburiyetinde kalmışlardır-
Bu arada 1528 numaralı taksi de Defterdar yokuşundan kayarak tepetakla olmuş, şoför mucize kabi- j linden kurtulmuştur.
İstanbul, 4 a.a. — Mudanya Postasını yapmak üzere bu sabah saat 8 de limanımızdan kalkan sus vapuru havanın muhalefeti yüzünden hayırsız ada açıklarından tekrar geriye dönmek mecburiyetinde kalmış ve saat 10.30 da limana gelmiştir.
1— O mega, Tssot, Hisloıı, Arlon İsviçrenin tanınmış altın kaplama, çelik Bayan, Bay kol, cep, duvar, masa saatleri.
2— Elmas, Pırlanta, Broş, Yüzük, Kolyeler, Gümüş Pasta, Çay takımları, Tabaklar...
3— SİERA radyolarımızın zengin çeşitleri.
•1— LUXOR otomatik tekli mobilyalı, mobilyasız, Pikaplar.
Otomatik elektrik ütüleri, radyo pilleri, gramofonlar, alaturka, alafranga plâklar. Kuyumculuk ve saatçi atelyemiz emrinize amadedir.
ADRES : Anafartalar Adliye Üstü Sus Şineması Karşısında No. 273 - Telefon : 14761. Bahattin Atatug ■ Tevfik Eştaş 1*

Comments (0)