Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

YIL: 1 SAYI: 3 POLİTİKA FİKİR SANAT 15 MAYIS 1950
HALK seçimlerden ne bekleyebi ir?
Seçimlere katılan partilerin programları, faaliyetleri, liderlerin ve adayların hüviyetleri son seçimlerden halkın ne bekliyebileceğini gösterebilir. İktidar Partisini yirmi beş yıllık icraatı ile tanıyoruz. Bıı partiden ayrılan, fakat memleketin, halkın ana dâvalarıyla ilgili her meselede İktidar Partisi ile birleşen muhalefeti tanımak için fazla gayret sarfetmeye lüzum yoktur. Muhalefetin konuşuldu, tanışıldı olma siyle şahsî kin ve ihtiraslara bir menfez bulmak gayretinden doğmuş olması, samimî olması o kadar mühim değildir. Siyasî, İktisadî ve ideolojik bir yabancı istilâsı karşısında iktidar partisini destekliydi «Muhalefet» tenkitlerini, ancak emperyalizme teslim olma işinde sarfe-dilen gayretlerin, elde edilen «başarıların» yetersizliği noktasına toplamış, faaliyetlerini yabancılara daha şirin, daha mürteci görünmek, memleketi daha iştiha çekici göstermek hedefine yöneltmişlerdir. Memleketin İktisadî ve sosyal hayatını ilgilendiren meseleler şehirli ve köyleri kasıp kavuran yoksulluk açlık ve sefalet karşısında muhalefetin yaptığı vaadlan iktidar partisinin vaadlarından daha az avutucu saymak imkânsızdır. Muhalefet iktidar partisinin emekçi sınıflara karşı takibettiği baskı ve şiddet politikasını açıktan açığa tasvip ve teşvik ‘ etmekten geri kalmak istemediğini her fırsatta gösteriyor; gerilik kuvvetlerini korumayı bir H vazife bildiği halde ileri ve namuslu insanların gördüğü zulüm ve işkenceler muhalefette yaprak bile kımıldatmıyor.
Büyük Türk şairi Nâzım Hikmet’in uğradığı haksızlığın azameti karşısında muhalefetin takındığı kayıtsız tavır onun içyüzünü açığa vuran olayların en acıklısıdır. Bütün ileri insanlığı ve bütün namuslu Türk aydınlarını harekete getiren bu facia karşısında bizim muhalefette bütün vicdanlar sağırlaşmıştır. Türk milletinin temiz alnına ebediyen silinmiyecek kara bir leke sürülmek istenirken «Muhalefet» susuyor. Kabahati milletine ve memleketine karşı sonsuz sevgisini terennüm etmek olan büyük şairin uğradığı haksızlık bütün dünyayı dile getirmişken «Muhalefet» susuyor. En vahşi kabilelere bile parmak ısırtacak bir zulüm ve işkence karşısında muhalefet en aşağı muvafakat kadar taş kesilmiştir; bir suç ortağı gibi başını önüne eğmiş duruyor ye bu hareketinden hiç de müteessir görünmüyor.
İşte bugünkü «Muhalefet» budur. Bu çeşit bir muhalefet iktidara gelse de bir gelmese de...
BARIŞ
Courbet - Mahpus
Içindek iler:
Nâzım Hikmet - İkinci Dünya Harbi destanından Courbet ve iki mektubu
Amerikan emperyalizmi bir hayalmidir
Farisi kaybettik
BELÇ İKADA:
Kralın İkinci Dünya Harbi sırasında Londradaki hür Belçika hükümetine iltihak etmiyerek Nazi-lere teslim olması ve harb zamanında Hitlere misafir gitmesi, harpten sonra Belçika halkını haklı o-larak ondan nefret ettirmiş ve Anglo-Amerikan tazyiklerine rağmen Nazilerle işbirliği eden Kral Leopold halk dayattığı için Belçi-kaya dönememiş ve bu yüzden Bel-çikada aylardan beri devam eden siyasî buhran son haddine varmıştır.
Kralın avdeti için yapılan referanduma da azamî hile karıştırılmış olduğu, referandum neticesinde kral kazanmış gibi gösterildiği halde Belçikaya dönememesinden anlaşılıyor.
Belçikada siyasî ve iktisadi dış tazyiklere rağmen Nazi taraftarlarının uğradığı hezimet ona sahip çıkan ve onu destekleyen sömürgeci siyasetin iflâsını göstermektedir.
Halen Belçikada işin içinden çıkılamadığı için parlemontonun fes hine ve yeniden halk oyuna baş vu rulmasına karar verilmiştir.
¥
BİRLEŞMİŞ MİLLETLERDE:
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Trygve Lie Güvenlik Konseyinde barışın bir an evvel kurulması yolunda Anglo - Amerikan bloku ile Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmazlıkların halli için teşebbüste bulunacağını ve Washing-ton, Moskova, Londra ve Parise yapacağı ziyaretler sırasında bu konuyu ele alacağını bildirmiş ve bu yolda harekete geçmiştir.

İTALYADA:
Trieste meselesi Tito Yugoslav -yasiyle İtalya arasında bir ihtilâf mevzuu olmakta - Amerikan gayretkeşliğine rağmen - devam etmektedir.
İki köylünün pazar günü polis tarafından öldürülmesi hâdisesini protesto etmek için Ronıa’da yarım saatlik genel grev yapılmıştır.

PAKİSTANDA:
Kuruluşu gününden itibaren Ang lo - Amerikan baskısı altında bulu nan Pakistanda Hindistanla zoraki bir anlaşma yapılmak üzeredir. Pakistan başbakanı Liyakat Ali han Washington’a çağrılmış ve orada Anglo-Amerikan bloku lehinde bir sıra demeçlerde bulunmuş ve mülâkatlar yapmıştır. Bu konuşmalarından birinde Liyakat Ali han en modern silâh malzemelerini temine geldiğini açıkça belirtmiştir. öte yandan Hindistandaki halk harektleri de boğulmaya çalışıl
makta ve Hindistan başbakanı Pan dit Nehru Yeni Delhide tertiplediği Hindu ve PakistanlI gazete başyazarları karma topluluğunda müşterek bir savunma siyasetinden bahsetmiştir .

ORTA DOĞUDA :
İRANDA:
İkinci Dünya Harbi sırasında a-çıkça Nazileri destekliyen ve müttefik kuvvetlerin zamanında yaptığı aktif müdahale sayesinde baltalayıcı hareketi bertaraf edilen eski İran şahı Rıza Pehlevî’nin naşı Ka-hireden Tayyare ile Tahrana getirtilmiş veİAnglo - Amerikan kay naklarının desteklediği bir cenaze töreni yapılmıştır. Bu merasime Pakistan, Efganistan ve Türkiye tarafından askerî birlikler ve bütün Batılı temsilciler iştirak etmişlerdir. Yalnız Sovyet Rusya ile Halk Demokrasisi memleketleri bu törende bulunmamışlardır.
¥
SURİYE KAYNIYOR:
Gelen haberlere göre Suriye karışıklık ve huzursuzluk içindedir: Amerika aleyhinde gösterilerde bulundukları için 300 kişi tevkif edilmiştir. Ayrıca Baalbek’te 2000 kadar müslüman ve hıristiyanm eski bir kin yüzünden birbirleriyle silâhlı mücadeleye giriştikleri, 50 ye yakın ölü ve yaralı olduğu haber verilmektedir. Bundan başka öğretmenler grevi dolayısiyle Suriye de bütün okullar kapanmıştır.
Şam’dan arka-arkaya alman telgraflardan anlaşıldığına göre, Suriye’nin Sovyetler Birliği ile siyasî ve İktisadî işbirliği yapması için Müslüman KardeşleY Partisi Lideri Mustafa Sıbâi tarafından/yapılan teklif Sosyalist İslâm Cephesine^ de’ desteklenmiş; Nihayet, Şam’daki Sovyet Büyük Elçisi resmî makamlarla temasa geçerek Sovyetler Birliğinin böyle bir işbirliğine hazır olduğunu bildirmiştir.
Suriye'nin Ankara Büyük Elcisi Emir Adil Arslan bu hususta verdiği bir demeçte bugünkü duruma Amerikanın inisyatifi ile İsrael lehine Arap memleketlerine karşı yapılan haksızlığın sebep olduğunu söylemiş; Arap Ülkelerine silâh satmaması için İngiltere üzerindeki Amerika Birleşik Devletleri tazyikinden şikâyet etmiştir. Bununla beraber, Emir Arslan, Suriye’de Sovyetler Birliğine doğru bir tema yül bulunduğunu yalanlanmamıştır.
Diğer taraftan Amerikan Elçilik lerine atılan bombalar hâdisesinin hemen ertesinde Başkan Truman’ın hususî doktoru Şam’a gelmiş, Amerika aleyhine yapılan iftiraları mahallinde tetkik maksadiyle geldi-
ğini beyan ederek, Şam’daki Amerikan Elçisi ile uzun bir konuşma yapmıştır.
Son haberlere göre Suriye - Lübnan arasındaki gerginlik de son had dini bulmuştur. Bazı milletvekilleri Parlamento'da durumun yeniden gözden geçirilmesini istemişlerdir.

BİRLEŞİK AMERİKADA:
Birleşik Amerika Atom Enirji-si Komisyonu başkanı Summer Pike gazetecilere verdiği bir demeç-te hidrojen bombasını geliştirmek teki başarının tamamiyle bir talih işi olduğunu söylemiştir. Ve Amerika hükümetinin çeşitli atom silâhları imal etmeğe çalıştığını fakat bu konuda, daha fazla tafsilât veremiyeceğini söylemiştir.
KOREDE:
Güney Kore Başbakanı Sinlı Sung Mo verdiği bir demeçte Kuzey Kore kuvvetlerinin Güneye doğru gittikçe yayılmakta bulunduğunu bildirmiştir .

İNCİLTEREDE:
Acheson, Bevin ve Shuman Lond rada » oplanmışlar ve bu kere barışçı bir gayeyle bir araya geldiklerini ilân etmek lüzumunu hissetmişlerdir.
Tito Yugoslavyasmın en nüfuzlu adamlarından Moşe Piyade üç devlet dışişleri bakanlarının toplantısında Trieste meselesini bahis mevzuu etmek üzere Londrava gitmiştir. Bu haberden Trieste me selesini Anglo - Amerikan bloku-nuıı kendi aralarında halletmeğe çalıştığı ve Yugoslavyanın kendisini tânıamile bu bloka teslim ettiği mânası çıkmaktadır .
^Mptlal^. bi r ölümün^ poliçesinde^ kıvranan ^anserli karısının ıztıra-bına son vermek için yaptığı zerkle. onu öldüren Drl tjSandcr. 4(nıea-hameten katıl suçundan malıke-•t. el sevk ve neticede beraat e’-nı'H j olmasına rağmen bulunduğu mıntıkanın etibba odası tarafından teşkilâttan çıkarılmıştır.
------------
ÜRDÜN MESELESİ:
Ürdün’ün Doğu-Filistin'i Batı-Ürdün olarak ilhak ve ilânı İngil-tereden sonra Amerika Birleşik Devletleri tarafından da tanınmıştır.
İsrael Dışişleri Bakanı Moslıe Sharett, İsrael Hükümetinin Ürdün’ün ilhakına rıza gösterdiği yahut tanıdığı halikındaki söylentileri yalanlamıştır.
Bazı siyasî çevrelerin kanaatine göre ilhakı müteakip Kral Abdullah İsrael ile barış müzakerelerine giri&erek Arap Birliğine meydan okuyacaktır. Zira, Arap Birliği dev-
letleri, tek başına müzakerelere girişecek devleti Birlikten atmaya karar vermişlerdir .
İlhak bahsinde Ürdün’ü destekleyen Irak’ın İsrail ile müzakerelere girişip bu hususta da destekleyeceği zannedilmemektedir.
----★-------
İSRAEL’DE:
İsrael Dışişleri Bakanı Moshe Sharett Arap Devletleri bir harbe sebebiyet verirlerse İsrael’in kendisini pahalıya satacağını beyan etmiştir .
Washington’dan alınan bir telgrafa göre Dean Acheson İsrael tarafından Birleşik-Amerikaya vaki ağır silâh ve askeri malzeme talebinin reddedilmiş olduğu hakkın-daki söylentileri yalanlamıştır.
Dostluk ziyaretleri maksadiyle Akdeniz’de bir turneye çıkan dört destroyerden mürekkep bir İsrael filosunun Napoli Limanına geldiği bildirilmektedir.
----★-------
ARAP BİRLİĞİNDE:
Verilen malûmata göre, Kahire-de Arap Birliği toplantıları yapılırken bir gece-yarısı yüksek bir Amerikan diplomatı Birlik delegelerini dâvet ederek, Amerika Birleşik Devletlerinin Arap Devletlerinin İsraelle barış yapmakta daha fazla gecikmemelerini şiddetle arzu ettiğini söylemiştir. Bu beyanatın gerek Arap delegeleri, gerekse Arap devletleri tarafından hoş karşılanmadığı, hattâ Suriyede ve Mısırda son günlerde çıkan Sovyetler Birliğine doğru temayülün sebeplerinden birini teşkil ettiği ilân edilmek tedir.
¥
MEMLEKETİMİZDE:
Türk şiirinin Mimar Sinan’ı lün-ya çapında büyük şairimiz Nâzım Hikmet hakkında reva görülen muameleden dolayı açlık grevine hastalıklarına rağmen devam etmiş ve bu hal memleketimizdeki bütün aydınları, namuslu ve şerefli yuıd daşları içlerinden sarmış ve bütün memleket Nâzım’ın kurtarılması yolundaki aktif savaşa katılmıştır. Bu arada hükümet merkezinde ve İstanbul’da fasılasız neşriyat ve hareketler birbirini takip etmektedir.
Seçim propagandası acaib bir şe kilde tam seçimlerin arifesinde son Millet Meclisinin alelâcele çıkardığı seçim kanunu gereğince durdurulmuş ve muhtelif bakanlıklar tarafından adeta göz dağı şeklinde bir takım tebliğler yayınlanmıştır. Seçimlerin neticesini maalesef çıkış tarihimize rastladığından bu sayımızda veremiyece-ğiz.
2
Ey Hürriyet
Seninle nasıl eğlendiler
Ustam Nâzım Hikmet
Nâzım Hikmet’in, 13 sene demir parmaklıklar arasında yattıktan sonra, kanunsuz olarak hapsedildiği hukukçuların, hattâ hâkimlerin id-dialariyle sabit oldu. Nâzım Hikmet Türk edebiyatının olduğu kadar, milletlerarası edebiyatında dâhi sanatkârlarından biridir. Bugün Avrupa’da ilim ve san’at adamlarının tümen tümen yazdığı yazılar, yaptıkları nümayişler, Atlantik denizini aşarak Amerika’da makes buldu. Aragon’lar, Robson’lar bir fikir kahramanının, bir san’at üstadının 13 senedenberi haksız olarak hürriyetine vurulan zincirlere isyan ettiler. Milletlerarası jüristler hey’-eti, 20 inci asrın ortasında, Türkiye’de, Bursa hapishanesinde yatan bu adaletsizlik kurbanını müdafaaya geçtiler .

Dünya san’at ve tefekkür tarihi, büyük ediplerin, âlimlerin, şairlerin, vatanseverlerin hürriyet uğruna yaptığı mücadeleler, verdikleri kurbanlar, ve bunlara karşı yapılan zulümlerle doludur. Galile’yi «Dünya dönüyor» dediği için öldürmediler mi? Jean Jacques Rousseau'yu, müsavatı, hürriyeti, demokrasiyi, cumhuriyeti müdafaa ettiği için İsviçre’den koğmadılar mı ? Eserlerini yakmadılar mı? Schiller’i hürriyet ve adalete âşık olduğu, cumhuriyeti müdafaa ettiği için aforoz edip eserlerinin basılmasını men etmediler mi? Socrate eski Yunan tanrılarına inanmadığı için ölüme mahkûm edildi, cellâdın ipiyle öl-mektense baldıran otu içerek ölmeği tercih etmedi mi? Wagner 1849 ihtilâlinde faal rol oynadığı için idama mahkûm olmuş, ölümden ancak Züı-ih’e kaçmak suretiyle kurtulmamış mıdır? Voltaire, kıral aleyhine yazdığı için Bas.tille’e kapatılmadı mı? Dreyfüs’ü müdafaa ettiği için Zola’yı hapsetmediler mi? Fransız ihtilâlinde rol oynadığı için Madam Rolland’i asmadılar mı?
Ortaçağın, son çağın, tefekkür tarihini karıştırırsanız daha bir çok isimler bulursunuz.

Faşist emperyalizmi, yayıldığı her yerde, bu fikir ve hürriyet kurbanlarını temerküz kamplarında kazığa vurdu. Hürriyet şarkısı oku
yan en büyük edipleri, san’atkârları zindanlara kapadı, şaheserlerini yaktı. Faşist irticainin Avrupa ortasında yaktığı yangın bugün yeniden aldı, bir daha yanıyor. İstiklâl ve hürriyetleri için çarpışan EndonezyalIlar, Malayalılar, VietnamlIlar faşizmin ve emperyalizmin kurşunlarıyla can veriyor. Dün Ga-lile’leri, Sokrat’ları, Rolland’ları öldüren fikir irticaına karşı bugünkü insanlık «ne zülüm, ve vahşet» diyerek hayflaıımıor mu? Yarınki, hayır yarınki değil, bugünkü nesillerin de Nâzım Hikmet için verdiği hüküm budur. Adalet terazisini mahkemelerinin kapısına asan, kanunlarında hak ve adaleti mülkün temel taşı kabul eden bir memlekette, kanunların dışında bir san’at-kârın değil, herhangi bir ferdin a-yaklarına köstek, diline zincir vurmak, adalete, hangi demokrasiye sığar?

Hürriyetine kavuşmak için açlık grevine yatan Nâzım Hikmet, bir adaletsizliğin ve haksızlığın canlı misalidir. Seçim mücadelesi sebebiyle bütün partilerin hatipleri köşe başlarında kürsü kurmuşlar, hürriyet, adalet, demokrasi diye zangır zangır bağırıyorlar. Bu sesler şeh-riıı kalelerine değil, hapishane duvarlarına çarparak aksediyor: hangi hürriyet? Hangi demokrasi?
İçinde bir Dreyfüs'ün yattığı, daha nice nice fikir.,ye kanaat kurbanlarının vicda’nlarina mil çekilen bir yerde/ hürriyet, sokak ortasında. zangır zangır bağırmak mıdır? İnsan haklarına riayet: etmeğe imza veren bir memlekette 28 sene gibi haksız bir cezanın affı için hiç bir kanun yolu yok mudur?
Fransız ihtilâlinin büyük kahramanı Madam Rolland’i sehpaya getirdikleri zaman, hürriyet için, adalet için dövüştüklerini söyleyen kalabalığa bakmış:
«Ey hürriyet, senin namına ne cinayetler işleniyor. Ey hürriyet, seninle ne kadar eylendiler» demiş.
Ben de Anadolu steplerinden İstanbul’un minarelerine kadar akseden hürriyet ve demokrasi avazele-ı-ine kulak veriyor:
Ey demokrasi, seninle bu halkı nasıl aldatıyorlar., diyorum.
Hayallenir
Kanadı kırık bir kuş yüzünden ağlamaklı
Hayallenir kolaycacık
Kocaman kafesin seyrek çıtırtıları
Ustam kafesteki kuşları ne de çok sever
Lâkin bir seher vakti incecikten
Cömert bir halkın kara somunuyla karnı tok sırtı pek
Hür bir kuşun şakıdığı
Bir seher vakti incecikten
Ustam helecandan boğulur
Kuş hâlâ söyler türküsünü
Türküsü tomurcuk misâli
Umut verir
Kuş türkü söyler, Ustam kahrolur
Bir odanın birinde hayallenir
Ezbere bir şiir söylersin asla hor görülmez
Parmakların arasında kokulu bir de sigara
Zira Ustam bir okumuş, bir efendi
Hep pırlanta şairler olsun ister çevresinde
— Hayallenir seyrek çıtırtıları kocaman kafesinin — Eninde sonunda on-iki yıl
Böylece kanına girecek Nâzım’ın
Zindan’m ufacık ateşinde.
Oıı ayak demir on ayak duvar
Ne olursa olsun, neylersin
Bir türkü nihayet bir türküdür
Ve hangi tomurcuktan
İlkbahar gelir de bir çiçek sürmez
Elini çabuk tut sen de Ustam
Kırmızı karanfillerden tacıyla ilkbahar
Senin de mukaddes katilin
Olmasın.
GİLBERT ANCİAN
--------:o:
DOSTUM NÂZIM HİKMET’E
Dostumdur Nazmı Hikmet benim ortaklaşa dostumuz çıghgm ve usarenin
ve gözlerinin kuyusundan geceleyin
harikalar kömürünü sökmek için
derinlere inen madencinin dostu
Ve damarlar rıhtımlar uzunluğunca
Yüreğini asrın gabya direğine çekmiş v
Tahmil-tahliye işçisinin dostu
Ve dostum grev yapıyorsa eğer denizler yüzünde ölüm kımıldadığı için ve senin içindir.
^Elinde demetlerle yüklü bir tırmık
| -Bir köylü uyanırsa eğer
Güneşin değişmeleri ortasında toprağın fethi için
Senin içindir?^ -
Senin için taranır sevgilim
Gölgesi tacımdır seherimdir benim
Sen bilirsin ki çünkü herşey değişmektedir
Dünkü kurşunlar yarın altın olacak
Nâzım Hikmet senin için düşünülmüştür
Silâhça ve şarkıca insanların zaferi
Kimsecikler hür değildir
Nâzım Hikmet’in gözleri böyle lehimli durdukça Sesi bir çukurdan bir inci gibi çıktıkça
Nâzım Hikmet bize döner bir gün elbet Aramızda türküler söyler, hür Yaraları aydınlatır bizleri
İnsanların cümlesine şeref veren
Bir dost bir şair bir adam
H. Sezener
CHARLES DOBZYNSKI
Faris i Kaybettik
Acımız kelimelerin âciz kalıbına sığmıyacak kadar büyük ve derin!..
Kendisini; medeniyet âleminin kuruluş ve yükselişinde nâzım rolü oynıyan o muazzam tarihsel sanat aşkına kaptıran ve Darüşşafakanın en küçük sınıflarından itibaren başlayarak imrenilecek bir gayret ve verimlilikle kendi kendisini yatişti-ıeıı bu tertemiz, dopdolu, civanmert, pırıl pırıl Türk çocuğu bir kabiliyetti.
Boydan boya bütün hayatı maddî sıkıntılar içinde ve şerefli bir mücadele ile geçti. Çok geceler aç yattığı | ve ekmek parasını bir resim albümü I ne veya bir klâsik müzik plâğına, ya j butta bir kitaba yatırdığı olurdu. F Bu yüzden onun yoksul ve müteva-zi yuvasında sanat dünyasının şaheserlerinden kopyalar, albümler,; klâsik senfoni ve konçertolar, ki-1 taplar bulnur ve ondan çoğumuz sanat terbiyesi alırdık. Faris sanat | bilgisi bakımından bir mihrak biri selâhiyetti. Her engelimizi halleder,' he risteğimize o harikulâde hüner-1 li elleri ile cevap verirdi. Çalışması! şaşılacak bir şeydi. Hergün uyku i ve yemek gibi mecburî zaruret sa-| atleri çıkarılırsa bütün zamanımı sanata, okumaya verirdi. Resmin,! musikinin, heykel ve mimarînin, [ raksın, şiirin ve diğer bütün güzel* sanat dallarının cemiyetimiz, ahlâk ve terbiye müesseselerimiz üze-İ rinde yapıcı ve olgunlaştırıcı bir tesiri olduğuna inanmıştı. Her girdi-1 ği muhite bu inanış havasını aşılar ve en yontulmamış kimselere o ken dine has nüfuz kabiliyeti ile solcu-' labilirdi.
İkinci Dünya Harbi sıralarında faşizm canavarlarının her tarafta masum halkların üzerine saldırdığı o korkunç terör devresinde Faris, memleketimiz ve milletimiz için fen büyük tehlikeyi belirten ve tarihî önemi haiz mükemmel bir broşür neşretti. Böylece o bizlere asıl yıkıcı ve yudrumuzu muhakkak bir mahva sürükliyenleritı mahiyetlerini - yine kendi yazılarıyla - açıklıyordu. ;
Faris Erkman bütün hakikî sanatkârlar gibi aktif bir antifaşist, mücadeleci bir sosyalistti. İnsanlığı mutlak bir geriliğe ve mahva sü-rükliyen bütün ceryanlardan; ırkçılıktan, yobazlıktan, anti demokratik olan her şeyden nefret eder ve sosyal adalete dayanan demokratik bir idareye kavuşmamızı ister ve bu uğurda - amansız hastalıklarına -rağmen en ön safta çatışırdı.
Faris Erkman sanatın cemiyetteki yapıcı ve onarıcı rollerini kavramış her sanatçı gibi - milletlerin kurtuluş harpleri müstesna - sömürgecilikten ve harplerden nef .• ît eder, milletlerin eşit şartlarda kardeşçe
j-aşamal arını ve sürekli bir barışın kurulmasını isterdi.
Faris, hukuku bitirdi» Fakat hiç bir zaman, içinde bulunduğumuz şartlar içinde bir hukukçu olmayı istemedi ve kendi kendisini yetiştirdiği sanattan asla ayrılmadı.
Sıhhatinin bütün elverişsizliğine ve daima en korkunç hastalıklarla çarpışmasına rağmen fikir ve sanat mücadelesinde her zaman en önde yürüdü. Arka arkaya tüberküloz hemoroid, migren, ülser ve apandisit geçirdi. Ve muhtelif tarihlerde 3 önemli ameliyat atlattı. Defalarca ciğerleri ve üç kerede ülseri kanadı. Müthiş iradesi, sağlam inanışı ve yaşama azmi sayesinde hayatı boyunca bir birini kovalıyan bu bir sürü korkunç hastalıkla son nefesine kadar çarpıştı.
Sosyal adalete dayanan hakikî demokrasinin gerçekleşmesi için gi
riştiği mücadelede' tevkif ve hapsedildi.!! Dayak yedi ve üç yıl zindanlar da yattı. Mahpus iken apandisit a-meliyatı oldu ve ülseri kanadı. Buna rağmen cezasını günü gününe doldurttular. Esasen 8 yıl önce yine bir kanama ile ilk defa kendisini gösteren ülseri o zaman tedavi edilmiş ve sonra hapishane şartları içinde yeniden faaliyete geçmişti. Hapishaneden çıktıktan bir ay sonra tekrar ve müthiş bir ülser kanaması daha geçirdi. Ümidsiz hasta-haneye kaldırdık ve orada kan durdu. Ameliyat olmıya karar vermişti. Biraz kanlanıp toplamasını bekliyorduk ve nihayet bu beklenmedik anî kriz - muhtemelen bir delinme sırasında kollaps - onu en taze, en verimli, cemiyet ve insanlık için en çok faydalı olabileceği bir çağda, 35 yaşının baharında elimizden aldı.
(Courbet) den
Alman artistlerine mektup
«Yirmi iki sene müddetle sizinle birlikte yaşadım. Siz benim sempatimi ve hörmetimi kazandınız. Sîzleri işine düşkün, ihtiyat ve irade ile dolu, düşüncenin merkezileştirilmesine ve tazyike karşı düşman görmüş, Frankfurt ve Münih-te buluştuğumuz zaman müşterek temayüllerimizi tesbit etmiştim. Siz de benim gibi sanat için hürriyet istemekle halkların hürriyetini istiyordunuz. Kendimi sizin ortanızda kendi vatanında ve kardeşlerim arasında sanıyordum. O zamanlar Fransanın ve Avrupa Cumhuriyetinin yaklaşması şerefine kadeh tokuşturmuştuk; ve geçen sene, yine Münihte, kendinizi sadece Prus-yaya hasretmiyeceğinize en büyük yeminlerle söz vermişdiniz. Halbuki bugün hepiniz Bismark çetelerine katıldınız, ahularınızda bir sıra numarası taşıyor ve askerce selâm almaya mecbur bulunuyorsunuz.
Namuskârlık ve sadakati göklere çıkarılan sîzler, âdi menfaatları istihkar eden ve seçkin zekâları olan sîzler, bugün, dünyanın karşısına, utanmadan Parisi soymaya gelmiş çapulcular olarak çıkıyorsunuz.
Evet! Sizler tuvalleriniz üzerine insaniyetei semboller çizin, hergün kardeşliğe kasideler kaleme alın, sizler buz üstüne yazılar yazın! Bismark insan eti parçalariyle Şarl-manın küflü başlığını yamamaya çalışıyor.
Dün Almanyayı müdafaa ettiniz ve kurtardınız; bugün feodalitenin en alçak ve en kirli harplerinden birisine katılmış bulunuyor ve Almanya için pranga döğüyorsunuz.
Ah! Sizler hattâ Frankonyanın piçleri bile değilsiniz. Onlar, yani sizin babalarınız, bazan imparatorlarını titretiyorlardı. Onlar, Luther-in, Jean Husse’ın sesini dinliyor, ayaklanıyor ve sırtlarını ezen tahtı yere vuruyorlardı. Bugün, sizin Guillaume’unuz sadece parmağını kaldırıyor ve sizler, bizim sahte. Fransız Sezarımızın kardeş çocuğu olan Prusyalı Sezarınızm ayaklarına yüzü koyun kapanıyorsunuz....
Bonaparte’la hesabınız tasfiye e-dildiği halde bugün Cumhuriyetle ne alıp vereceğiniz var? İhtilâli zincirlemek mi istiyorsunuz. Zavallı deliler! kendi boynunuza kendiniz ipi geçiriyorsunuz.
Pek iyi! Size bunları açıkça söyleyen bir Franc-Contois, bir Fransız Amerikalısıdır. (1). Zaferi kovalamakta, sizin hesabınıza ihanetten daha fazla şeyler, ahmaklık ve beceriksizlik var. Asker üstüne asker yığın; top üzerine top ve mit-ralyoz istifleyin; buna rağmen ihtilâl sîzlerden korkmuyor.
Cumhuriyet, böyle harpleri anlayamayan, kendi halkının iradesin-(Devamı karşt sayfada)
(1): 1870.
4
A LMA N /IR Tİ STLERt NE MEKTUP
den başka güveneceği bulunmayan Cumhuriyet mağlup olmayacak, Size bu hususta söz veriyorum. Her tarafı yağma edin, yakın, öldürün; fakat, Fransada bir şehit halk yaratmaktan başka bir şeye erişemi-yeceksiniz. Sizler bir fetişizmin yerine yeni bir fetişizm koyuyorsunuz. Bir tanrı adam masalı yerine tanrılaştırılmış bir millet efsanesi getiriyorsunuz, ve işte hepsi bu!...
Sîzlerin zaruret içinde olduğu söyleniyor. Daha iyi! Fransada fakirlik, namuskârlık beratıdır. Rey vermek hakkına sadece zenginler sahiptir. O halde sizlerle anlaşabiliriz. Kendinizle birlikte mukaddes emanetlerinizi ecdadınızın Cimbre ve Teuton’ların bütün yük arabalarını, Arminius muhaberesinin meşhur müteharrik arabalarını sürüklediniz. Rhin’in üzerinden geri döndüğünüz zaman, haklı olarak onları boş döndürmek istemiyorsunuz; size bir tazminat lâzım, pek iyi öyle olsun, alın.. Strasbourg ve To-ul’un bütün duvar taşlarını arabalarınıza yükleyin; onları, kendi memleketinizde kahramanlık hâtıraları olarak uygun fiyatlarla satabilirsiniz. İsterseniz daha iyisini yapın, dönüşte kalelerinizi yıkın; ve eğer canınız isterse hududu gösteren ve aynı kalpten halk guruplarını ikiye bölen bu kanlı sınırı yıkmakta yumruklarımızla size yardım edelim.
Sınırlar "kalktığı zaman, artık ( n-ları muhafaza etmek için müstahkem mevkilere lüzum kalmıyaeak; müstahkem mevkiler kalmayınca artık ordulara da lüzum yok. Artık ordular yok! Bundan sonra sadece katiller öldürecek, hiç olmazsa biz böyle ümit ediyoruz.
Milliyetimiz sizce bu kadar ö-nemli mi? Bundan bir kere kurtulduktan sonra susmanız şartı ile size yardım edilecek. Sadece bu takdirde siz millî şovenizmden nefret edenlerin ve siyasî kösteklerin bulunmadığı bir hayatı özliyenlerin sığınacakları «Alsace ve Lorraine» ittifakınızın teminatı ve tarafsız ve hür bir ülke olarak kurabilirsiniz. Ve bu kendisinden menfaat bekle-miyen, çilekeş gövdenizdeki kanayan yaraları unutmuş eyaletinizde biz sizlerin ellerinizi sıkacak ve Avrupa Birleşik devletlerinin şerefine içeceğiz. Selâm ve kardeşlik,.
Courbet
Tercüme eden Faris Erkman
Bir düşünce:
İsterseniz Krupp toplarını bize bırakın; onları bizimkilerle birlikte eritelim. Son top, ağzı havada, ihtilâl serpuşu giydirilmiş, üç gülle üzerine yaslanmış bir kaide üzerine oturtulmuş olarak dursun ve birlikte Vendöme meydanı üzerine dikeceğimiz bu muazzam âbide sizin akideniz olacak. Sizin ve bizim. Ebediyen birleşmiş Almanya ve Fransanın sütunu.
Dupre'ııin evinde bana Legion d’Honııeur mükâfatını vermek üzere karar alındığını öğrendim. San’at mükâfatları ve asalet unvanları haklımdaki pek aşikâr fikirlerim gözönilnae tutulmuş olsa idi alın-
«Deri kemerli adam» — Courbet’in kendi portresi
GUSTAVE COURBET'NİN GÜZEL SAN’ATLAR BAKANI
M. MAURİCE RİCHARD'A MEKTUBU (1870 - Napolyon III) isle Adam’da arkadaşım Julcs
mır.ku icabedon bu karar boh m muvafakatim olmadan çıkmış ve sız de, Ekselâns Hazretleri, bu işi üzerinize almayı vazife bilerek..
Courbet
Ekselâns Bu vasıtalar size şeref verebilir; fakat benim ne hareket tarzımı ne de kararımı değiştiremez.
Cumhuriyetçi inançlarım, ancak krallık idaresine münhasır olan, bu nevi şöhretleri tanımama mânidir. Prensiplerim ise, yokluğum esna-ııasında münasip gördüğünüz Legion d’Honneur süsüne yaklaşmaz.
Hiç bir zaman ve hiç. bir şart altında bunu kabul etmem için sebep mevcut olmıyacaktır. Bilhassa ihanetin her tarafta alıp yürüdüğü ve insanlığın şahsî kararlar uğrunda ıztırap çektiği bugünlerde böyle bir şeyi kabul etmeme asla imkân yok-tür .
Şeref ne bir kordelâ ne de bir unvandır. O ancak hareketler ve onların altındaki niyetlerde aranır. İnsanın kendine ve fikirlerine hürmet etmesinin ehemmiyeti büyüktür.
Ben şerefimi hayatım boyunca sadık kaldığım inançlarıma borçluyum; eğer onlardan ayrılmış olsaydım şerefim çoktan lekelenirdi. Bundan başka bir san’atkâr olarak İlişlerim de hükümet tarafından verilen bir mükâfatı kabul etmeme itiraz eder. Hükümet san’at bakımından hiç bir selâhiyet sahibi değildir, ve mükâfat vermiye kalktı mı halkın zevkleriyle oynamaktan başka bir şey de yapamaz. Müdahalesi san’atkârın cesaretini kırar,
Courbet 1819 da Ornanş’da doğdu. İlk resimleri: 1837 tarihine Tastîar. Babasının ısrarı üzerine Hjıkuk tahsili yapmak için gönderildiği; Pariste bir atölye açarak? kendisini resme verdi ve Rambraııd’la Ispanyollârdaıı kopyalar yaptı. 1848 ihtilâliyle sosyalist realizme kuvvetle bağlanarak meşhur «Taş kırıcıları» tablosunu meydana getirdi. Bunu gürültülere sebep olan ikijbüyük tablo: «Örnans’da defin merasimi» ve «Atölye» takip etti.
1871 komün hareketinde Artistler Komisyonu Reisi oldu. Vendonıe sütununun ihtilâlciler tarafından yıkılması hareketine iştirak ettiği için tevkif edilerek altı ay hapse mahkûm edildi. Cezasını çekip bitirdiği halde 1873 de aynı dâvanın yeniden açılışı üzerine îsviçreye sığındı. 1877 de devlete 300,000 frank ödemeye mahkûm edildi. Malları müsadere edilerek satıldı. Aynı sene içinde öldü.
19. cu yüzyılın en büyük ressamlarından olan Courbet resimlerindeki cüret ve ihtişamla incelik ve kudretle, saf renk ve fornı’a verdiği değerle ananeleri terk edişi, tarihî ve ekzotik mevzuları atarak tabiata dönüşle ve tabiatı daima daha derinden tetkik etmek hususundaki yorulmaz gayretiyle, mevzularını günlük hayattan seçişiyle, işçiliğin mükemmelliğine karşı duyduğu derin sevgi ve nihayet resmi açık havaya çıkarışı ile modern resmin en mühim müjdecilerinden biridir.
kıymetleri yanlış tanıtmak bakımından da bir felâket olur. San’at için de aynı şey. Onu resmî kanunlara tâbi tutarak en kısır imkânlar içinde boğar. Bu işten elimi çekmek akıllıca bir hareket tarzıdır; ve hükümet bizimle uğraşmaktan vaz geçtiği gün en büyük iyiliği yapmış olacaktır.
Şu halde, Ekselâns, bana vermeği düşündüğünüz şeyi reddetmeme müsaade edin. Elli yaşımdayım, ve hep hür yaşadım. Bırakın hayatımı hür olarak bitireyim. Öldüğüm zaman benim için ancak şöyle diyebilecekler:
«Ne bir mektebe, ne bir kiliseye, ne bir müesseseye, ne bir akademiye dahildi. Hiç bir rejime de inan
Salıifeyi süsliyen şu iki mektubu, büyük Courbet’îun barışsever ve hümanist şahsiyetini ve demokratik hak ve hürriyetlere olan sarsılmaz inanç ve bağlılığını açıkça göstermektedir.
mıyordu. Hürriyetin rejimi olmadıktan sonra,
Courbet
ikinci Dünya Harbi
Biz ki bir hoşça vakit geçirdik bu dünyada elimizi soğuk sudan sıcak suya sokmadan
Velâkin yaşadık diyebilirmiyiz?
Daha yüz yıl baki kalsak ta ayni şey
bugünü var, dünü yok;
Ve o yüz yılın da çabucak gelecek sonu,
Bedreddin’i Daruin’i, Pasteur’ii, Gorki’yi, Marx’ı, Edison’u. kıskanıyorum;
a s- •» " a _ ________ .
İııaıı olsun ki, şanlarını, şöhretlerini değil,
Edirnede durup durur Sultan Selim camii lâkin yok oldu çoktan Vefat etti Sinan...
Benim onlarda kıskandığım şey;
aşkü şevk ile döğüşmüş, yaratmış yani efendim
Yaşadıkları müddetçe yüzde yüz yaşamış olmalarıdır.
Bakıyorum yukarıya;
bir denizaltı görüyorum
yukarda, çok yukarda, başınım üzerinde, balık gibi a efendim,
zırhının ve suyun içinde balık gibi ve ketum.
Orası camgöbeği aydınlık,
orda efendim,
orda yeşil yeşil,
orda ışıl ışıl
...
orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarca mum. Orda, ey... demir çarıklı ruhum,
H 9 ■
orda, dünyamızın ilk kımıldanan eti,
1 — Çakan bir şimşek gibi mafevk’e selâm vermek,
2 — Yemin etmek tabancanın üzerine
3 — Günde en az üç çıfıt çevirip
sövmek silsilelerine
Münihli Hans Müller’in
kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı:
1 — Der Führer
2 — Der Führer
3 — Der Führer
Münihli Hans Miiller
39 ilkbaharına kadar bahtiyar yaşıyordu.
\
Ve VVagııeriyen bir Operada (do) sesi gibi heybetli, Doğu Prusya patatesi gibi beyaz etli
Alınanın
Tereyağı ve yumurta krizinden şikâyet etmesine şaşıyordu Diyordu ki ona:
— Bir düşün Aıına,
yepyeni bir manevra kayışı takacağını, pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben balmumundan çiçekler takacaksın başına tepemizde çatışmış kılıçların altından geçeceğiz.
Ve mutlak
hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.
Bir düşün Aııııa
tereyağı yumurta yiyeceğiz diye
top tüfek yapmazsak eğer.
yarın 12 çocuğumuz nasıl muharebe eder?
Münihli’nin 12 oğlu lıarb edemediler,
çünkü doğmadılar,
çünkü henüz efendim, Aıınayla zifaf vaki olmadan önce bizzat harbe gitti Hans Müller,
Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında
dibinde Atlantiğiıı
benim karşımda durmaktadır.
orda, bir hamam tasının mahrem şehveti;
Ve koyııuna girdiğim kadının kızı] Orda, rengârenk otları, köksüz ağ kıvıl kıvıl mahlûkları ı
mahrem şehveti efendim, gümüş kuşlu bir hamam tasının.
I
l saçları, .açları, ieniz dünyasının
Orda hayat, tuz, iyot, orda başlangıcımız Hacı baba
orda başlangıcımız.
39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce Münihli Hans Müller. Hitler hücum kıtası altıncı tabur birinci bölük dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi.
Münihli Hans Müller
üç şey severdi:
1 — Altın köpüklü arpa suyu
2 — Doğu Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Aııııa
3 — Kırmızı lahana
Münihli Hans Müller için
Vazife üçtü;________
Seyrek san saçları ıslak kırmızı, sivri burnunda esef, ve ince dudaklarının kıyılarında keder. rî
Yanı başında durduğu halde,
Yüzüne çok uzaklardan bakıyor, insanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler.
Ben biliyonım ki o bir daha görmiyecek Anna’yı ve bir daha arpa suyu içip, yiyemiyecek kırmızı lahanayı.
Ben bütün bunları biliyorum gözümün nuru, ama o bütün bunları bilmiyor, gözü bir parça yaşlı silmiyor.
Cebinde parası var çoğalıp eksilmiyor
Ve işin en tuhafı artık ne hiçkimseyi öldürebilir, ne de kendisi ölebilir bir daha.
Şişecek birazdan, yükselecek yukarı; sular sallıyacak onu ve balıklar yiyecek sivri burnunu.
I DÜNYA MİLLETLERİ BARIŞI SAVUNUYOR!
M
R
*
A
HarpZaruri Değildir.
Bugünkü dünya milletlerinin karşılaştığı en büyük, en hayatî mesele şüphesiz ki bir üçüncü cihan harbinin patlaması tehlikesidir. Bu mhlike karşısında tarihte ilk defolarak millet çoğunluklarının harp ve barış meselelerinde passif olmaktan çıktıkları, her memleket halkının harbin önlenmesi uğrunda canla başla harekete geçtikleri görülüyor. İtalyada bir barış beyannamesinin altını altı milyon insan imzalıyor, Fransadan Amerikaya sekiz milyon imzalı bir barış mektubu gönderiliyor. Belçikada harb malzemesini taşımak istemiyen 10.000 işçi grev ilân ediyor, Dünya Barış Kongresine 70 milyon âzasiyle Dünya Sendikalar Birliği, 80 milyon âzasiyle Kadın Teşekkülleri Federasyonu, 60 milyon âzasiyle Gençlik Federasyonu katılıyor. On binler, yüz binler, milyonlar muazzam rakkamlardır, bu barış hareketlerinin halk hareketleri olduğunu hiç bir mugalataya ört bas et-tirmiyecek kadar muazzam rakkam lar... Bu hareketlerin dışında kalan çevrelerde bile atom silâhlarının yasak edilmesi ve büyük devletler mümessilleri arasında temas ve müzakerelerin yeniden başlaması yolunda kuvvetli bir cereyan görülüyor.
Dünya vaziyeti böyle iken bizim basında «Şu Amerikalılar ne güne duruyorlar, atom bomba -larını atıp meseleyi halletmi -yorlar» gibi bir zihniyet görülüyordu; hattâ Hüseyin Cahit gibi aşırı harb heveskârları bunu açıkça söylüyorlar ve harbe hemen başlamadıkları için Amerikalılara kızıyorlardı. Şimdi de daha fazla silâhlanmak, bölge bloklarına girmek, harb plânları hazırlamak işiyle alâkadarlar. Yegâne şikâyetleri Atlantik Paktına alınmamamız, veya Ak deniz Paktı yapılmaması ve «daha süratli ve daha çok silâh» gönderilmemesidir.. Halbuki:
1. Bir üçüncü Cihan Harbi patladığı takdirde topun ilk ağzında olan memleket biziz. Hem sınır ii-zerindeyiz, hem de tarafsız değiliz. Birbiriyle çarpışacak olan iki kuvvetten birine şimdiden kapılarımızı açmışız ve harb hazırlıklarına son istimi vermişiz. Harbin neticesi ne olursa olsun, ne taraf kazanırsa kazansın, harbin ateşi bizi mutlaka kasıp kavuracaktır. Harb bir kere patlamıya görsün; hiç bir askerî hazırlık ve hiç bir askerî ittifak ve bölge bloklaşması bu neticeyi değiştiremez. Halbuki mp'^le’ırtimi
zin menfaati bakımından harbin önlenmesi ve büyük devletlerin anlaşmaya varması yolunda canla başla çalışacak milletlerin ön safında bizim olmamız lâzım gelirdi.
2. Yangına körükle gidip harbi kışkırtan gazete yazarlarımız bugünkü harblerin, bilhassa atom silâhlarının imalinden sonra, ne demek olduğunu hiç bilmez gibi görünüyorlar. Eskiden harbler cephelerde, ordular arasında olurdu. Şimdi harbler bütün memleket sathı üzerinde oluyor, ordudan gayri bütün halk kırılıyor. Eski harplerde ordular imha edilirdi, şimdi milletlerin bütünü, insan nevinin kendisi imha edilmek tehlikesinde, A-tom bombaları bir defada yüz binlerce kişiyi öldürdüğü gibi son keşfedilen zehirlerden bazılarının sadece iki yüz gramı bütün insanları yeryüzünden yok etmiye kâfimiş. Laboratuvarlarda şimdiye kadar tabiatta görülmemiş olan sun’î hastalık mikropları keşfetmişler, bunlarla dehşetli salgınlar yapmak mümkünmüş. Bu vaziyette harb bir karşılıklı döğiiş olmaktan çıkmıştır.
Bir kaç atom bombasını düşman şehirlerine atıp sadece hava harbi ile bir «yıldırım harbi» yapmak iddiası da halkı aldatmak ve milletleri harbe razı etmek için harb kundakçıları tarafından uçurulan bir balondur. Bütün selâhiyetli bilginler ve askerî mütehassıslar harbi kolayca kazanmanın çaresi olmadığında ittifak etmektedirler.
f
3. Bir üçüncü Cihan Harbi insanlık için bir facia olacaktır ama bu harb kaçınılmaz değildir. Harb önlenebilir. Harpler, kaçınılmaz olduğu için değil, fakat harpten menfaati olan hâkim, kudretli çevreler harbi istedikleri ve kasden kışkırttıkları için vukubulur. Halbuki dünyada yeni bir vaziyet hâsıl olmuştur. Bütün memleketlerin halk çoğunlukları harplerin neden patladığını, kimlerin harb kundakçılığı yaptıklarını öğrenmiye başlamışlardır ve şimdiye kadar harb ve barış meseleleri diplomatlar arasında görüşülüp neticeye bağlanırken bugün artık halk kitleleri de faal bir role geçmişlerdir. Bugünkü dünyada en anti demokratik hükümetler bile halk oyunun baskısından, halkın e-saslı dileklerinden tamamiyle müstağni kalamıyor. Halklar diplomatları barış masasına oturmıya zorlı-yabilir; hiç değilse bugün için atom silâhının ve diğer topyekûn imha silâhlarının yasak edilmesini ger-çckleş'Jrebilirler. Dünya Barış Ko-
Yarım Yüzyılın Barış Konferansı
Amerika Birleşik Devletlerinde Atom silahının yasak edilmesi için tedbirler alınıyor
Birleşik Amerika aydınları ve halkları Atom silahının dehşetini kavramışlar ve bunun bir harp silâhı olarak kullanılmasının yasak edilmesi yolunda verimli faaliyetlere başlamışlardır.
Amerikanın ilim, kültür ve teknik âlemine mensup en seçkin aydınları, din adamları; büyük sanatkâr, mütefı kkir ve profesörlerden 250 kişi Şikago’da mayısın 29, 30 ve 31 nci günlerinde devanı edecek (Yarım Yüzyılın Barış Konferansı) adı ile muazzam bir toplantı yapmıya hazırlanmışlar ve bir çağın kaleme almışlardır.
Bu çağında:
Günümüzün olayları bize topyekûn ölmek veya yaşamaktan birini seçmemizi emrediyor. Amerikada hidrojen bombasının yapılması milyonlarca insanı sonsuz bir dehşet v« korkuya gark etmiştir. Basit insanın, iş adamının, san’atkânn, âlimin, fikir ve felsefe adamının bu son durum karşısını a rahat ve huzuru kaçmış ve yaşamak bir işkence ve iztirap kaynağı olmuştur. Böyle bir bomba insan neslini kökünden mahvedecek ve medeniyeti yok edecektir. Atom, Hidrojen bombasının insanlığın mukadderatına âdeta hâkim olacak bir hale konulmasına meydan verilmemelidir.
Hür Amerika Halklarının; ilim, sanat ve teknik adamlarının vicdanı neslimiz ve medeniyetimize karşı atom silâhı ile yapılmak istenen suiaksdı önlemeyi âmirdir. Artık Amerikalı dünyamızı imha etmek tehdidini durmadan savuranlara ve bu maksad için aralıksız atom bombaları imal eaenlere karşı pasıt kalamaz. Hidrojen bombası ile imha tehdidi halklarımızı ve bütün dünya milletlerini temelinden sarsmıştır. Zira bu korkunç harb silâhı yalınız başka memleketleri değil bizzat Ame-rikayı da yok edecektir. Atomun silâh olarak kullanılması yer
mitesinin Stokholmda aldığı karar, I bütün barış sever, iyi niyetli insanla -Son
rın destekliyebileceği ve desteklemesi gereken bir karardır: Atom silâhlarının katî olarak yasak edilmesi ve hangi memlekete karşı o-lursa olsun atom silâhını ilk kulla
nacak hükümetin suçlu sayılması. Bugünkü gergin vaziyetin sebepleri hakkında şahsî görüşlerimiz ne o-lursa olsun ,hangi tarafı haklı veya haksız sayarsak şayalım, gerçekten barış sever isek ve harbin fecaatini idrâk ediyorsak bu kararı destekleme hareketine katılabiliriz. Bu
karar dünya devletlerine kabul ettirildiği gün, barış yolunda ilk mühim adım atılmış olacaktır. Avrupa memleketlerinde parlâmentolara bu yolda sunulacak dilekçeler şimdiden imzalanıyor.
— —ı
TAMERİKADA*
günlerde Amerikan halkı ara
sında hummalı bir barış faaliyeti hüküm sürmektedir. 28 devletten gelen 158 tanınmış şahsiyet, Trıı-man'dan silâhsızlanma programına önderlik etmesini istemişlerdir. De
mokrat Parti Senatörlerinden Bri-en Mc Mahon’un barış teşebbüsünü destekleyen binlerce mektup yağmaktadır. Bütün bu hâdiselerden sonra 30 milyon üyesi olan kırk millî teşekkül, dünya çapında bir silâhsızlanma programı tatbik edilmesini ve Rusya ile Amerika arasın
daki münasebetlerin düzeltilmesini istemişlerdir. 27 Şubatta Amerikan âlimleri federasyonu başkanı Dr. Hugh C. Wolfe, Trumandan atom kontrolü için yeni bir komisyon teşkil etmesini istemiştir. 20 Martta
yüzünde bütün medeniyet ve insanlığın silinip süprülmesine müncer olacaktır. Bu durum akrşısında tek çıkar yol BARIŞ tır Harbin kaçınılmaz olduğunu söyliyenleri susturalım. Çünkü onlar aklıselim ve mantığa değil, kendi menfaatleri hesabına konuşmaktadırlar.
Son olarak, Birleşik Amerika Cumhurbaşkanını ve kongresini Sovyetler Birliği ile anlaşmıya, atom bombasının kanun dışı edilmesini temine çağıralım. Genel olarak silâhlanmaya bir son verilmesine, ortaya çıkan başlıca ihtilâfların barış yolu ile hal ve tesviyesine ve ticarî münasebetlerin yeniden başlamasına çalışalım.
Fahrî başaklı :
Miss Emily Greene Balch, Barış ve hürriyet için Milletlerarası Kadınlar Birliği Başkanı,
1946 Nobel mükâfatı hâmili.
İkinci başkan :
A Walls. Sion de l’AM.E. Kilisesi metropoliti.
Dr. Abraham Gronbach, Musevi Birliği Kolleji, Ohio.
Mark A. Dawber, din adamı Şimali Amerika Misyonu Konseyinden New-York.
Prof. Kemît Oeby, Şikago Üniversitesinden.
Dr. Halford E. Luccok Yalta Üniversitesi, Papas Okulu.
Dr. Albert W. Palmer - Amerika Katolik Kilisesi eski nazımı.
Franklin İ. Sheeder - Kiliseler Hıristiaynlığı Teşvik ve Yetiştirme kısmı, icra sekreteri.
John B. Thompson - Şikago Üniversitesi Rokfeller (Menıo-rial Chapel) dekanı.
Bu çağrının ilk imzaları arasında büyük yazar Thomas Mann’ııı adı dikkati çekmektedir.
Barişçılar adlı bir gurup 1 Nisanda Washington’a 50 kişilik bir heyet göndereceğini, bunların barış için bir hafta oruç tutacaklarını ve Beyaz Sarayla Sovyet sefaretine barış delegasyonları göndereceklerini ilân etti. Yine Mart ayı içinde merkezi Nevyork’ta olan bir barış komitesi 29,30 ve 31 Mayıs tarihinde Şikago’ da bir barış konferansi toplanacağını bildirdi. Memleketin her tarafını dolaşan barış taraftarları bir milyon imzalı barış isteyen mesajlar topladılar. Birçok protestan kiliseleri «Allahın bize bahşetmiş olduğu bu 1950 yılında kitle halinde katliamlara kiliselerimiz müsaade edemez» diyerek toplantılar tertip ettiler. Los Angeles’de Uni-tarian kilisesi baş papazı Stephen İT. Fritchman haftalık pazar avi-
ninde şöyle dedi: «Hepinizin sesleri çıkıyor, bu seslerinizi barış, insaniyet ve iyi niyet için kullanın.»
New Hampshire’da Thomas Jef-ferson kulübü sözcüsü «biz, çoğumuz geçen harbin faşizme karşı dövüşen gönüllüleri idik. Uğrunda kanımızı döktüğümüz barışın bozulmasına müsaade edemeyiz» demiştir.
Harvard’da öğrenciler okul dahilinde barış toplantıları yapmışlardır.
1 mayıs sabahı Union Square’de büyük bir toplantı yapılmış, her milletten yüzlerce insan Amerikanın dış ve iç siyasetini takbih etmiştir. Barış lehinde konuşmalar yapan hatipler, Truman ve Marshall Plânlarına, zenci ve yahudi düşman-l’zrmn. yeni bombalcm hücumlarda
bulunmuşlardır. İspanyadaki enternasyonal tümende çarpışmış Amerikalılarla başlayan geçite, halk için ölenlerin temsilî tabutları sokulmuştur.
Geçitteki Yunanlıların taşıdığı levhalarda:
— Truman doktrini Yunanistana 70 bin kalebent getirmiştir.
— Top değil gıda istiyoruz.
Şeklinde yazılar vardı.
Amerikayı temsil edenler:
— Hidrojen ve atom bombası değil, mesken, iş ve çocuklarımızın himayesini istiyoruz.
Yazılı levhalar taşıyorlardı.
Amerikan halkı harpten nefretini her vesileyle göstermekte, Wall Street azmanları yaklaşmakta olan İktisadî buhran karşısında ne bahasına olursa olsun harbe gidilmesini, isteyerek halkın cephe alışından endişe etmektedir.
Bugün halktan olan her Amerikalının parolası:
Bir, iki, üç dört — yeni bir harb istemiyoruz dur.
ÎNGİLTEREDE
İngiltere’de parlâmento binasının üstüne iki bayrak asılmıştır. Bunlardan birinde «atom bombasını yasak edin», diğerinde ise «barış» yazıları vardı. Polis bu bayrakları indirmiştir. Fakat bina dahilinde yapılan bir toplantıda Dünya Barış Kongresi delegeleri, atom bombasının yasak edilmesi ve barışın korunması için tekliflerde bulunuyorlardı.
İngiltere’de misafir bulunan Sovyet romancısı Konstantin Simonov, Fransız ressamı Pablo Picasso, ve diğer barış taraftarları ayrılmadan önce şereflerine verilen bir toplantıda hazır bulunmuşlardır. Bu toplantıda söz alan Sovyet mebuslarından bayan Dubrovina, meşhur İngiliz şairi Robert Burns’ün barışı ilgilendiren bir şiirini okumuştur. İngiliz atom âlimi G. O. Jones: Kendisine daha kudretli bir bomba yap mak hususunda yapılacak her teklifi reddedeceğini söylemiştir.
ATLANTİK PAKTI TECAVÜZİ BİR HARB PAKTIDIR
Atlantik paktını imza eden ve bu paktı yapmada önderlik eden İngiliz, Fransız, Amerikan devlet adamları bu paktın bir barış paktı olduğunu söylüyorlar. Bu paktın bir barış paktı olmadığını, tecavüzî bir harb paktı olduğunun delilleri gayet aşikârdır.
1— Birleşmiş Milletlerin dışında yapılması.
2— İngiltere, Fransa, Sovyet Rusya ile 30 yıllık dostluk anlaşmasına muhalif olması.
3 İngiltere. Fransa, Amerika
arasında bir askerî yardım paktını.: imzalanması.
4 Dünya barışını müdafaa ede: • lerin aforoz edilmesi.
Bütün bunlar, Atlantik paktını!-tecavüzî bir harb için yapılmış bîr anlaşma olduğunu gösteren delille: • d ir.
I — Atlantik paktı Birleşmiş Milletler anlaşmasına mugayirdir.
Amerika Cumhurreisi Truman ve İngiliz Dış Bakanı Bevin Atlanta paktının, Birleşmiş Milletler anlaşmasının 52 inci ve 53 üncü madd. -sine uygun olduğunu iddia ettile.. Amerikan devlet departmanı ise i. inci ve 52 inci maddesine uygun C duğunu söyledi.
Birleşmiş Milletler anlaşmasın’a 52 inci maddesi bölge anlaşmaları nı, ve bu anlaşmaya dahil memk ketleri aralarında müşavere ederek anlaşmalar imzalamalarını, bu anlaşmaların Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyinin hükümlerir -uygun olması şartiyle kabul eder Fakat Atlantik paktı gibi diğer t devlete karşı harb hazırlıkları yapmağı istihdaf eden bir anlaşmav; kabul etmez.
Birleşmiş Milletler anayasasının 52 inci maddesi şöyle der:
«Bölge anlaşmalarında cebri hareketlere girişilemez ve bölge mümessilleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin salâhiyeti dışında hareket edemezler.» Yalnız Almanya ve Japonya gibi eski düşman milletler bu hükmün dışındadırlar Fakat Atlantik paktı, bu anlaşrm-nın eski düşman memleketlere müteveccih olduğunu söylemediği g; • bi, İtalyayı bunun içine almıştır. Şimdi Almanyayı da almağa çalışıyorlar.
Birleşmiş Milletler anlaşmasın-n 51 inci maddesi şöyle der:
«Birleşmiş Milletlere dahil biı devlete veya birkaç devlete silâh'-. bir tecavüz vukuunda bu devletlerin kendilerini müdafaalarına Birleşmiş Milletler anlaşmasının hiçbir maddesi mâni değildir.»
Böylece Atlantik paktı, bir böl; '• dahilindeki devletlerin bir anla; • ması olmayıp, tecavüzî bir harb hazırlamak isteyen devletlerin, Biı • leşmiş Milletlerin reyini dahi almadan imzaladıkları bir harb paktıdır, Birleşmiş Milletler Milletler anlaşmasına da mugayirdir. Birleşmiş Milletler anlaşması, Birleşmiş Milletlere dahil her memleketi sİ ■ lâhlı bir tecavüze uğradığı zaman kendisini müdafaada serbest bıru kır, fakat Birleşmiş Milletlere d ’ • hil bir memleketin diğerine tecavüzünü tecviz etmez. Atlantik pakt' ise, Birleşmiş Milletlere dahil bir memlekete harb açmak için meyda • na getirilmiş bir «anlaşmadır.
Destanından parçalar
Hayvan deyip geçme Hacıbaba
Sende hayvansın ama akıllı bir hayvan. Ve Cevdet bey baktı muhabbetle Leyleğe... Gece buram buram turunç kokuyor. Cevdet bey bahçesinde Leyleğiyle beraber. Bahçeye bir radyo indirmişler.
Londra, Atlantik lıarbı haberlerini okuyor. Demleniyordu Cevdet bey,
Ve kendini Atlantiğin dibinde görüp
gcçiryodu dalgasını,
çıplak,
z-
Yıldızlar turunç yapraklarının arasında.
Şimdi artık ne dibi Atlantiğin,
ne de Atlantiğin dibindekiler.
şimdi bahçede, kadehte ve yüreğinde Cevdet beyin bir türlü ıınutulmıyan bir kadının hâtırası.
cömert memeleri,
içi gülen gözleriyle...
Ve yukarda Hüsnü Yusulların ince boyunlarını uzatıp havayı dinlemeleri
ve pınarlarından sızmakta kan.
[sam Celile hanım tarafından şair Nâzım Hikmet’in Sursa hapishanesinde yapılmış yağlı boya portresi
Beyaz göğsüne eğmişti Leylek
kırmızı, uzun gagasını; Kanatları hep öyle kesik,
ve tek ayağının üstünde uyukluyor.
Aşağıda, limanda genç bir anne gibi Akdeniz,
Halil göz resmi çizmiş kıyılarına hartanın, gözlerin kimisi çift, kimisi tek, gözlerin kimisi önden, kimisi yandan. İnatla ve İsrarla bakın,
bir gözün yarılmış kaşı ve pınarlarından sızmakta kan,

Gözlerin bazıları altalta, üstüste, karmal&rışık.
Gözlerin bazıları alabildiğine açık
okunuyor dehşetle yazıları.
t
Ve kilitli ceviz kutuları gibi bazıları.
Gözler var: annedir.
Görier var: muhabbet
Hartanın başında betona çömelmiş Halil yukarda demir potrelli tavan.
Alt katta kederli bir görüşme yeri,
ve gözlüklerinin altında kendi gözleri: ergeç aydınlığını kaybedecek olan.
Ve Halil sevemiyor:
Damarların dumura uğrayış ağrısı mıdır gözlerindeki; Yoksa dünya döğüşürken kolu bağlı oturmanın acısımıdır?
Gözler var: buğdayları güneşli bir harman manzarası gibi bakışıyorlar ve sonra ikide bir
ve sonra yine o göz inatla ve İsrarla bakan, ve yarılmış kaşı
Şimdi göllerinde Finlandiya’nın , şimdi Libya çöllerinde yahut, yahut Yugoslav dağlarında, şimdi îstanbulda, tzmirde, cephede.
9
Nazım Hikmeti kurtarmak boynumuzun borcudur
1.
Seçim patırtıları arasında, gazetelerden birinde okundu: Nâzım Hikmet, ölesiye veya kurtulasıya, yeniden açlık grevine yatmıştır. Halbuki ayni günlerde, gazete haberlerine meraklı okuyucular; Ankara Adliyesini bilmem-kaç tayfası ile basan Pilâvoğlu nam softanın «sinirlerindeki bozukluk» sebebiyle serbest bırakıldığını okumuşlardı. Bir yanda on-üç yıllık haksız bir mahkûmiyetin çilesi ve kahrı altında boğulmak istenen inkilâpçı ve ileri Nâzım Hikmet. Bir yanda Atatürk’ten inkılâp diye ne varsa, ne kaldıysa inkâr edenlerin oıı oiı-beş gün Cezaevi’nde tutmaya kıyamadıkları Pilâvoglu.
Bu iki olaydan da Türk halkına çifteli hakarette bulundular: Etrafına topladığı birkaç bin safdilin oyları için Pilâvoğ-lu’nu serbest bırakarak hakaret ettiler. Nâzım Hikmet’i, hastahane, muayene falan filân diye oyalayıp bu halk ve hürriyet kahramanını yine parmaklıkların ardında tutarak hakaret ettiler. Bir de üçüncü ve en büyük hakaret var: Gün-lerdenberi gazete ve radyoların şaşmaz adalet’ten, memleket
teki alabildiğine hürriyetten bahsetmesi: Atatürk inkılabının memleketinde Atatürk inkılâbı düşmanlarını serbestçe konuşturan taraftarlarını serbestçe hapseden hürriyet ve demokrasi!.
Anhyamadım.
2.
vrupa’da yine herkes Nâ-A zım’dan bahsediyor. Açlık 4 grevi kararı ve teşebbüsü cümle namuslu insanları şaha kaldırmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ııe, Bayan Rooswelt’e; Nâzım Hikmet’i Kurtarma ve Eserlerini Yayma Komitası, serbest bırakılması hususunda Türkiye Hükümeti nezdinde teşebbüse geçmeleri için telgraflar mı çekmemiş; bir hafta içinde, yalnız Fransa-da, onun adına yüzlerce şiir mi yazılmamış; Amerika Birleşik Devletlerinde gösteriler mi ter-
tiplenıııemiş; Şair in bizzat kendisine telgraflar mı gönderilmemiş: Neler-Neler!... Başka ülkelerde O’ndan bahsediliyor, O’nuıı kaderiyle kendi kaderleriymiş gibi meşgul olunuyor. Halbuki burada, şair’iıı bir mek tubunun Vekii’ine verilmediğini, evrakının günlerce dairelerde geciktirildiğini Avuaktı’ndan öğreniyoruz. Ve o tekrar greve yattığı günlerde Kadircaıı Kaflı tipinde adamlar enine boyuna kışkırtmalara girişebiliyorlar. Atatürk tnkilâbı’nm vârisi olduğunu iddia eden bir takım delikanlılar Büyük Nâzım Hikmet’in savunmasını ü-zerine almış namuslu aydınları gaflet içinde olmakla ittilıam eylemek gafletinde bulunuyorlar. Peki, ya Hükümet Af Kanununu çıkarmış olsaydı?...
3.
Hepimizin vazifesi bu: Ba-nş’ı savunma, ekmeği ve hürriyeti savunma vazifesi. Sadece bunları savunduğundan, sadece vatanını bütün insanları mes’ut olsun diyecek ka dar sevdiğinden dolayı dünyanın en zorlu şairlerinden biri demirlerin ardında açlık grevi yaparken lıer namuslu insan o-mı desteklemek zorundadır.
Her hareketinizden, her sözünüzden mânâ mı çıkaracaklar?
Na
Ana
Çıkarsınlar! Hain mi diyecekler size? Bırakın desinler! Bizzat Nâzım Hikmet’i de ayni şekilde ittilıam ettiler, ve bizzat Nâzım
..radığını herkes, hattâ bunu a
Hikmet’in de hain ol-
vaz avaz iddia edenler bile, biliyorlar. Sokaktaki, Fabrikadaki, Tarladaki iyi-niyet sahibi, namuslu ve mert adanı; Nâzını Hikmet’i kurtarmak, tarih ve dünya halkları karşısında, halkımızı ve milletimizi misli görülmemiş bu adlî hata ve kas tın utancından kurtarmak boynumuzun borcudur. Pilâvoglu, göz göre-göre, iııkilâbı hiçe sayıp ona küfrederken serbest bırakılsın; Nâzım Hikmet’e gelince: — Hayır! Öyle mi? Böyle bir hâdiseden sonra Atatürk İnkilâbı’ndaıı bahseden bütün kitaplar yakılsın daha iyi.
ATTİLA İLHAN
Dünyada Nâzım
N. Hikmet'i Kurtarma Komitesinden
Sıhhî sebeplerden dolayı muvakkaten serbest bırakılmak vadiyle İstanbula nakledilen Nâzım Hikmet açlık grevinden vazgeçmişti. Doktorlar Nâzımda bir kalp kifayetsizliği, bir ciğer tevessüü ve ehemmiyetli bir sinir bozukluğu teşhis ettiler.
Bununla beraber bunlar onun serbest bırakılması için kâfi görülmedi ve onu aldatmaktan başka bir şey yapılmadığı da açıkça meydana çıktı. Bunun üzerine Nâzım tekrar açlık grevine yatmağa karar verdi.
Hiçbir tehlike önünde artık geri dönmiyeceğine karar vermesi, büyük Türk şairinin hayatını kurtarmak için yapılması lâzımgelen gayretlerin daha süratle yapılmasını zarurî kılmıştır.
/ AMERlKADA
Basında NÂZIM HİKMET
hakkındaki alâka devam etmektedir. Nâzım’m şiirlerinden tercümeler neşredilmekte bu büyük Türk şairinin kurtarılması için bütün münevverler faaliyete geçmeye dâvet edilmektedir. Bu arada ellerinde: «Nazım bütün insaniyetin malıdır. Onun zindandan kurtarılmasına yardım edin», «Amerikan muharrirleri Türk hükümetinin Nâzım Hikmeti serbest bırakmasını istiyor.» yazılı lev-
Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması için, New-York’ta bir Amerikan - Türk komitesi teşekkül etmiştir. Bu maksatla Washington’daki Türk elçiliğini ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtındaki daimî Türk delegasyonuna bir .çok müracaatlar , ya pılmıştır. Yirmi Amerikan denizcisi, Nâzım Hikmet’e yapılan gayri İnsanî muamelelerden dolayı. Birleşik Devletler Dışişleri Sekreteri M. Ache-son’a protestolar yollamışlar-
PAUL ROBESON
Büyük Şairin hayatını kurtarmak için derhal harekete geçilmesini istiyor
Paul Robeson demokrat A-merikan basınında yayınlanan bir beyanatında şöyle demekte dir:
«Türk halkının büyük bir şairi, içinde 13 uzun yıl geçirdiği hapishanede ölüyor. Demokrasi ve barış için mücadelesinde Türk halkıyla beraber çalışmasına beraber mücadele etmesine riıâni olmak istiyenlere karşı protesto olarak 7 günlük bir açlık grevinden sonra o, bugün ölmek üzeredir.
«Bizler, Amerikalılar, Türk hükümetini. Onu serbest bırak
Bütün dünyada Nâzım’a karşı yapılan bu haksızlık önünde duyulan heyecan ve telâş artmaktadır. 24 nisanda Paristeki Türk elçiliğine giden yazarlar ve hukukçular delegasyonu ne Nâzım’m bugünkü sıhhî durumu hakkında vazıh bir şey elde edebilmişler ne de hükümetin onun hakkındaki tasavvurlarını öğrenebilmişlerdir.
72 tanınmış Türk hukukçusu, talebeler, profesörler ve aydınlar millî servetin en büyük kıymeti olarak mülâhaza ettikleri şair’in serbest bırakılması için Cumhurbaşkanı İnönü’ye müracaat etmişlerdir. Fakat Nâzım Hikmet dünyanın malıdır ve Meksikada olduğu gibi Amerika Birleşik Devletlerinde de Türk hükümetini mesuliyetlerini göstermek için enerjik bir faaliyete geçilmiştir.
halar taşıyan, şair muharrir ve işçilerden mürekkep yüzlerce insan New-Yorktaki Türk Konsolosluğu önünde nümayişler yapmıştır. Konsolosluk memurlarına Nâzımın yaşayıp yaşamadığı sorulmuş, memurlar haberdar olmadıklarını bunun A-merikan hükümetinden sorulmasını söylemişlerdir. Bazı hâdiselerin cereyan etmesi üzerine polis konsolosluğu kordon altına almak lüzumunu hissetmiştir.
dır.
19 nisanda, «Masses and Ma-instrcam» mecmuasının direktörü Samuel Sillen’in idaresinde pankartlar taşıyan büyük bir kafile New-York’ta Türk Konsolosluğu önünde nümayiş yapmıştır. Bu nümayişe iki yüz den fazla entellektüel iştirak etmiştir.
Bunlar arasında tanınmış yazarlardan Howard Fast, He-bert Aptheker ve Eve Miriams da bulunuyordu.
mıya zorlamak için elimizden gelen herşeyi yapmak mecburiyetindeyiz. Zenci halkı dahil bütün demokrat Amerika bu büyük sesin hürriyete kavuşması için girişilen mücadelede bütün kuvvet ve nüfuzunu kullanmalıdır.
«Yazarlarımız, sanatkârlarımız ve halkın hizmetindeki A-merikan kültürünü sevenler protesto olarak seslerini yükseltmelidirler. O bizi işitecektir. Sesini boğmak istiyenler de bizi işitecekler. Derhal harekete geçersek bu büyük halk şairini Türkiye, Amerika ve bütün dünya işçi sınıfına iade etmek elimizdedir.»
10
"Amerikan Emperyalizmi,, bir hayal midir ?
Amerikan “İmparatorluğu,, Ha vay ve Küba-Filipin adaları
(«Amerikan» emperyalizminden bahsedildiği zaman bunu bir propaganda kelimesi sananlar yalnız kendi cehaletlerini değil aynı zamanda kendi kötü niyetlerini de ortaya vurmuş oluyorlar. Çünkü Amerikan emperyalizmi tekelci ve istismarcı sermayesiyle, küçük milletlere nüfuz politikasiyle ve nihayet bilfiil yaptığı arazi ilhaklariyle tarihî bir vakaadır. Amerikan emperyalizminin var lığını inkâr etmek tarihî vakıaları inkâr etmek olur.
Mamafi, bir çok kimselerin s?.rf Amerikan tarihini bilmediklerinden dolayı böyle bir hataya düştükleri mulıak -kak. İşte biz bu boşluğu doldurmak maksadiyle Amerikan emperyalizminin son elli yıl içinde nasıl siyaseten ve iktisaden gelişip yayıldığım, nereleri ilhak ettiğini ve nasıl bir sömürge politikası takibettiğini serimizde okuyucularımıza göstereceğiz. Tarihî vakıaları gözlerinin önüne sereceğiz.
Makale serimizin ilk kısım İkinci Dünya Harbine kadar o-lan hâdiseleri ihtiva edecektir. İkinci kısmı ise Amerikanın İkinci Dünya Harbinden bugüne kadar takibettiği İktisadî ve siyasî nüfuz politikasını Tru-ıııan Doktrininin ve Marşal plânının tatbikatını gösterecektir.) AMERİKAN İMPARATORLUĞU
Amerikan emperyalizmi son elli yıl içinde dış memleketlere yatırılan Amerikan sermayesiyle müvazi olarak gelişmiştir.
Amerikan sermayedarlarının e-linde bulunan yabancı hisse senetleri 1919 da 500 milyon dolardı. Bu miktar 1939 senesinde 2.500.000.000 dolara çıkmıştır. 1947 senesinde yabancı hisse senetleri miktarı 3,000.000,000 doları bulmuştur.
Gerçi bu sermayeleri Amerikanın büyük bir kaç sermayedarı ihraç etmiştir. Ve bu sermayeler maden işletmelerine, petrol kuyularına, plantasyonlara, canlı hayvan ve konserve fabrikalarına, kereste ve kâğıt sanayiine yatırılmıştır. Fakat iş yalnız sermaye ihracı ile kalmamıştır, ve esasen kalamazdı. Bu kadar genişleyen bir sermayenin yarattığı siyasî kudret muhtelif şekillerde kendini gösterdi: bir çok memleketler açıkça sömürgeleştirildi, bir çokları kontrol altına alındı, bir çoklarının ise iç işlerine müdahale edildi, bir çok memleketler Amerikan nüfuz sahasına girdi. Bu memleketlerde gizli gizli çeşit çeşit propagandalar yapıldı, entrikalar çevrildi. Yerli sermayedarlar para kuvvetiyle satın alındl- .. j. dil
Panama kanalı
HA VAY VE KÜBA
Havay adalarında şeker ziraati-ne yatırılmış olan Amerikan sermayesi ile Küba adasındaki şeker, tütün, maden ve demiryolu kollarında yatırılmış olan Amerikan sermayesi Amerikanın 1898 de başlayan sömürgeci politikasının başlangıç noktasını teşkil eder.
1893 de Havay adalarındaki ker plantasyonlarında çıkarılan isyan sonunda Havay hükümeti şürüldüğü zaman Havay adaları Amerika, tarafından ilhakı düşünülmüştü. Fakat bu tasavvur ancak 1898 de tatbik edildi ve Havay adaları Amerikanın bir parçası oldu. O zamanki Cumhurbaşkanını bu kararı almağa sevkeden âmil yalnız Amerikan seker sermayedarları tazyiki değildi. Aynı zamanda Amerika Pearl Harbour da bir deniz üssüne sahip olmak istiyordu.
Amerika ile İspanya arasında ceryan eden 1898 harbinin sonunda Kübadaki Amerikan sermayedarlarının eline büyük bir fırsat geçti. Pariste Amerika ile İspanya arasında ceryen eden müzakerelere Küba alınmadı. Sonra Amerika bu küçük hükümete zorla gümrük tarifele rini indirtti ve nihayet himayesi altına aldı. Amerika bu hükümetin diğer hükümetlerle olan münasebetlerini kontrol edecek ve lüzumu halinde «iç huzursuzluklara» mü-dahele edebilecektir. Bundan baş- PANA KANALI
ka Amerika Kübada devamlı bir 1889 de, İspanyol harbi sırasın-deniz üssü de kuracaktı. da, Panamada bir kanal inşası dü-
Küba, dışârda işleyen Amerikan şünülmüştü. Bu suretle Uzak Doğu Sermayesi bakımından Kanadadan limanları ile Güney Amerika li-sonra gelir. lt)25 ile 1933 yılları ara manları arasındaki ticareti Ameri-sında Kübayı kanlı bir istibdat rejimi altında inleten Machado, Morgan Bankasının bir., memuru idi. Bu adam bir takım inkılâpçı unsur-lariıi zoru jile iktidardan ( . __
Zaman memlekette yeni bir hükümet kuruldu. Fakat «demokrat. Amerika Kübaya harp gemilerini göndererek yeni kurulmuş olan Grau Martin hükümetini -.-solcu» adde-
yaptığı uzun Hindistan ce-işletnıie plân-
lipinliler istiklâlleri için tam üç sene çarpıştılar fakat nihayet Amerikalılara yenildiler. Filipinlerde Amerikan idaresi kuruldu. Filipin-lerin alınması üzerine Cumhurbaşkanı Mc. Kinley’in duayı kauçuk, şeker, vizi vesair sermaye lan takip etti.
Son senelerde Filipinlerde takip edilecek Amerikan siyaseti hakkında bir hayli tartışma ceryan etmiş bir çok menfaatler çarpışmıştır. Luzon adasındaki büyük altın madenlerini işletenler ve krom madenleriyle manganez madenlerini işletmeyi düşünenler Filipinlerm, istiklâlini istemiyorlardı. Fakat büyük şeker kamışı ve zirai madde müstahsilleri istiklâle şiddetle taraftardılar ve şeker ve Hindistan cevizine karşı gümrük resmi konmasını istemekte idiler.
İkinci Dünya Harbinden sonra A-merika Filipinlerin «İstiklâlini» tanıdı. Fakat bunun nasıl bir istiklâl olduğu ikinci kısmımızda göreceğiz.
1898 de başlayan bu ilhak siyaseti durmadan devam etti. Amerika fırsat buldukça yeni yerler aldı. 1898 de Pasifikte Wake İsland. 1899 da Samoa adaları.
Amerika 1935 de Pasifikte elinde bulunan adaları San Fransisko Manila hava yolunun tesisi bahanesiyle takviye etti ve birer askerî hava üssü hâline getirdi .
Bundan baş-
şe-bir dü-■ının
»ı:
ka eline alacaktı.
Fakat 1903 de Kolombiya senatosu Kolombiya devletlerine bulunan Panama
dahil devletinin Ameri-atıldığı kaİ ’,e 99 senelik bir kira" mukave-kabul etmedi. Bu hemen sonra Pa-
derek iktidardan uzaklaştırdı. 'Amerikalıların adamı olan Mendato iktidara getirildi. Bu adam selefinin kanlı rejimini yıllarca devam ettirdi ve memlekette ne kadar demokratik halk teşekkülü varsa hepsini dağıttı.
FİLİPİN ADALARI
Amerika ile İspanya arasında çıkan harbin sebebi Kübadaki «karışıklıklardı. Fakat Amerika harbi kazandıktan sonra Kübayı almakla kalmadı. Puerto Rico’yu da İspanyanın elinden aldı, ve nihayet bu memleketi Pasifikten kovdu. Guam ile Filipin adalarını da ilhak etti.
İspanyol idaresinden kurtulan Fi-
lesi imzalamasını red hâdisesinden nanıada -bir «isyan» patladı. Derhal Panamaya gelen Amerikan donanması Kolombiya ordusunun Panamaya- girmesine ve «isyanı» bastırmasına mâni oldu. Bu «isyancın sonunda Panama Kolombiya devletlerinden ayrıldı. «Müstakil» bir Cumhuriyet oldu. Amerika derhal bu yeni «Cumhuriyet» tanıdı. Yeni Panama hükümeti Amerikada malî müşavir olarak Morgan Bankasını «tayin» etti. Kanal bölgesini 99 sene müddetle Amerikaya kiralayan mukavele imzalandı.
Anlaşma maddelerine göre Panama kanalı gerek harp ve gerek barış zamanlarında bütün devletlerin gemilerine açık bulundurulacaktı. Halbuki 1914 Ağustosunda Amerika kanalı en mühim deniz ve askerî üssü olarak ilân etti ve burasını takviye etti.
mış ve soğanı olanlar mes’utmuş. Karadeniz baştanbaşa mısır rüyasi-le karın doyuruyormuş. Rize ve Ho-panm hırçın mizaçlı köylüleri sahilleri basmışlar, ya ekmek verin yiyelim, ya vapur verin gidelim di-yorlarmış. Sark vilâyetlerinde mağara kovuklarında yaşıyan ve hiçbir şey yemeden yaşayan şayanı hay retret insanlar keşfedilmiş. Akşehir Yozgattan, Zafranbolu Boya-battan, Orta Anadolu şimalden, Şimal Cenuptan, Kuzey Batıdan, Batı Trakyadan gerimi ilerimi, hangisinin hangisinden daha beter bulunduğu belli değil.
Halbuki geçen senedenberi Margarin sekiz bin traktörü Anadolu topraklarına salınmış ve toprak derebeyliği ucuz iş kuvveti yerine haşmetin Marşal yardımından palazlanmaya başlamış, burjuvazinin tarihi vazifesi olan toprak reformu bir kenara bırakılarak büyük arazi makina kuvvetiyle birleşmiş, yalnız ırgadı değil yarıcılığı da silip süpürmüştür. Ağanın çiftliğinde yarıcının yerini Amerikanın çelik ve makina sermayesi almıştır .
İki sene evvel gurbete ırgat düşerdi, çoban düşerdi, topraksız düşerdi. şimdi yarıcıda o yoldadır. Küçük toprak sahibinin eli kulağında.
Sanayi ve işçinin hali dahada feci. Mensucat sanayiimizin durumu krizle değil iflâsla izah edilebilir. Haliçte torna tezgâhları sinek avlıyor. Bir çok bakır, tel, madeni eşya fabrikalarının kapılarına astıkları kilitler paslanmaya bile başlamıştır. Lâstik ve kösele sanayii can çekişiyor.
Binlerle işçi işsizdir. Ekmeksizdir ve sokağa dökülmüştür. Sanayi kredi buhranı ve pazar darlığından, yabancı sermaye baskınından .intihar etmek için tabancasına, kurşun sürüyor. İşçi sefaletten bunalmış grev istiyor. Sendikaları vardır amma sünnet düğünü yapıyor, aldatılmıştır. O akşama ekmek istiyor, idarecileri ihtiyarlık sigortasına alkış tutuyor. O nafaka peşinde öbürü mebusluk.
Peki ne olacak?
İşsiz işçi nereye gitsin, topraksız köylünün, yarıcı rençberin geldiği yer em i ?
Köyden gelen nereye gitsin, fabrika vokki boğazı tokluğuna girsin, sokakta elma, satsa üz bin elmacıyı bu sokaklar barındırmaz.
Fabrikatör nereye gitsin. Ona söy lenecek çok söz var. Ya fabrikasını satıp tarla alacak, bırakki fabrikasını kim alacak, tarladan ne çıkaracak. İkinci bir şık var; yabancı sermaye ve yabancı mamulle mücadele. Eu mücadelenin bir maliyet, bir ucuz istihsal, bir fazla istihsal olacağını zan edenler aldanıyorlar. Bunu hiçbir zaman yapamazlar.
Yapacağı mücadele millî mücadeledir.
15 Günlük Politika - Fikir - Sanat Dergisi
BARIŞ
«3F-
Sahibi vc neşriyatı fiilen idare eden: Rifat PELVAN
Abone şartları : Yıllığı
Altı aylığı 250 kuruş.
İdare yeri: Ankara Caddesi
İzzettin Han No: 49
Posta kutusu: 54 — Aksaray Basıldığı yer: Alişan Dobra
Matbaası
► +» +» ♦»
Fiatı 25 Kuruş
İstiklâl Savaşı Destanından :
Ne diyorduk oğlum Ahmet?
Dökmeciler sağda kalır, derken, Uzunçarşıya saparken, köşede sol kolda seyyar kitapçı;
Hikâyei billur köşk, / altı cilt Tarihi Cevdet ve Fenni tabalıat...
Tabahat mutfaktan gelirmiş, yani yemek pişirmek.
Ilaııi uskumru dolmasına da bayılırım pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup bir salkım üzüm gibi yersin.
İlerde bir süvari kolu gidiyor, saptılar sola...
A
Lzuııçarşıyı dikine inersin.
Sandalyacılar, tavla pulcuları, tespihçiler....
Ve sen İstanbullu,

Sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan şaşarsın İstanbullulara;
ne kadar ince, çeşitli hünerleri var dersin Rüstempaşa camisi,
urgancılar...
• •
Urgancılarda yüz parça yelkenli geniiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar urgan, halat, dökme tunçtan çıngıraklar satılır. Ziııdankapı,
Babacafer,
Uzakta Balıkpazarı,
kuru yemişçiler...
Yemiş iskelesindeyiz.
O, sandalları, mavnaları, güneşli karpuz kabuklarıyla yüzüne hasret kaldığını deniz.
Sol arka lâstik hava mı kaçırıyor, ne? İnip baksanı...
Yemiş iskelesinden dilenci vanuruna binip Eyyip’te Niyetkuyusuna gittikti
kaşları hilâl gibi çekikti.
Tam Küstempaşaya yaklaştık, beyaz başörtülü...
Lâstik hava kaçırıyor;
derdine deva bulamazsak eğer...
Dur bakalım Babacafer.
Üç numaralı kamyonet durdu.
Karanlık,
kriko,
pompa,
eller,
küfreden ve küfrettiğine kızan elleri,
Lâştik ve ihtiyar tekerlekle çalışırken, Ahmet hatırladı:


Bir gece ııüzüllü baba annesi, sedirden sedire taşınırken kadıncağız.
İç lâstik boydan boya patladı.
Yedek
yok.
Dağlarda avaz avaz imdat istemek? Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet!
Sana tek başına verilmiştir üç numaralı kamyonet
Hem hani bir koyun varmış, Süleymailiydi şoför Ahmet, soyun!
Soyuudu. ı nr
A ■■ W
Caket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak İve kırmızı kuşak,
? A /
Ahmedi postalların üstünde çırılçıplak bırakarak
. dış lâstiğin içine girdiler, şişirdiler.
Bu şarkı nihaventtir.
Deniz kıyısında bir şehir, beyaz başörtüsü...
Saatte elli yapıyoruz.
Dayan ömrümün törpüsü, dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmedi.


Dayaıı arslaıı!
Hiç bir zaman
Elleri yumuk yumuk, bacakları biraz çarpıktı ama yeşil zeytin tanesi gibi gözler,
böyle merhametli bir ümitle sevmedi hiç bir insan,
İliç bir âleti.
NÂZIM HİKMET
12

Comments (0)