Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
Hakikat yolundan sapmayınız!
[Modern kültür, aklın ve vicdanın hürriyetini koruyan tek silâhtır
Kültür Lokomotifi raydan çıktıktan sonra ister sağa ister sola devrilmiş olsun, neticeyi değiştirmedikçe bunun ne ehemmiyeti vardır..
Avukat
ESAT ADİL
ÇARŞAMBA
BU SAYIDA
t
Sabahattin Ali
Böbrek
t
(
Adiloğlu «Yetfil» delikanlıya, mektup
Behçet Atılgan İnkılâpçı Parti er
Halil Aytekin
Toprak Kanuni yankıları
Dogatn Ruşenay
Atır
Rasih Nuri ileri üonıavftji bunu dorler
Dr. Ziya Oykut
İleri Kültür
Aziz Nesin
Mİsıırl
Rifal İlgaz: Şijr
ı
z
Haşan Tanrıkut
Telif - Sentez
ve
Büyük Demokratlar Rrt kumlar — Gerçekler Haftanın Kronoloji kİ
Küçük Ansiklopedini
SAYI
1
20 Kuruş
i
Yarab, benim hayretimi artır! Sözile Peygamber Muhammet jıınu demek istemişti: Hakikat yolunu bana açık tut ve öğreteceğin her yeni bitiği ile beni hayretlere düşür!
Marxs, Balzak’dan bahsederken «kendisinden çok faydalaııdun-■ diyor. Çünkü Bal-zak içinde yaşadığı cemiyet ve sındın bir çok iğrenç taraflarını açıklamak suretile, tarihi materyalizme, «temeğe, istemeye hizmet etmiştir. Bu suretle Kari Marks kendi iddialarını hasmın ifşaatih perçir.Cemiştir.
Bizim de her gün ■ Hayretimizi, arttıra.ı ve cemiyet üzerindeki müşahedelerimizin doğ ru neticelerini perçinlemenize yardım eden bir çok muharrir ve fikir adamları vardır ki, onlara karşı şükran borcumuz gün geçtikçe artmaktadır.
Yalanlar, iftiralar, mugalatalar, efsaneler olmasaydı, hakikat bize bu kadar güzel görü>ebilirmidi.. «Eğrilik- 1er olmasaydı. - Doğruluk»dan bcüki de hiç bir tat olmazdık. Nasılki çirkin güzelin değerini arttırırsa, yalan ve mugalatalarda, hakikatin muzaffer atmasını, yayılmasını kolaylaştırır. Baharın tadını getiren kıştır ve gündüzü değerlendiren kararlık gecelerdir. Fikir hasımlan yalan ve mugalatada ifrata gittikçe sevinmedi ve daha çok iimitlenmeliyiz. Çünkü bu, sabahın yaklaştığına, hakikatin gözükeceğine bir işa-Bettir.
Tarihin akışını kim durdurabilmiştir ki, bu akışm her gün biraz daha olgunlaştırdığı «içtimai hakikat» ışığını her hangi bir «Mugalata» karartabilsin!
Bu günkü modern küftür, cehalet ve ta-assubnn devamlı baskısı altında doğub, gelişmiştir. Esaret zencirleri kalınlaştıkça, insanlarda hürriyet hasreti artmış,. Akıl ve vicdan sayededir ki, hür elmanın lüzumunu duymuştur.
Bütün bunlar ispat eder ki, İçtimai hakikat düşmanlığındaki bu günkü ifrat ve taassup, bu hakikatin dostları ve onun yolcular, için ümit arttırıcı ve sevindirici bir hadisedir. Bir insan ki, insan sevmesini bilir, onun ken di milletini herkesten daha fazla sevebileceği muhakkaktır. Onun bütün insanlar için arzuladığı güzel şeyleri, kendi milleti için daha şiddetle arzuladığından asia şüphe edilemez.
Hakikat sevgisi de böyledir. O, hakikatinde her yerden önce kendi yurduna İşık saçmasını ister. Bunda hayret ve teessüflere yol açan ne vardır ki, Mugalata saflarının yayga rası durmadan yükseliyor!
Biz, yobazlığa, her tüıiü taassup ve geriliğe, İçtimaî müsavat ve Adalet düşmanlığına karşı koyduksa Türk milletinin refah ve kültür dâvasını yürütmek istedikse, hakikati hakikat olarak eCe alıp onu tahrife tenezzül etmedikse ve muarızlarımızın da arzulayıp yapmak istedikleri ayni şeylerse ne diye meselâ, neşriyat saflarında ardı arası kesilmeyen tehevvüıfere, diş gıcırtılarına, ve kalem oyunlarına rastlıyoruz.
Bunun sebebmi yine biz açıklayalım: Metot ve Kültür lokomolifi raydan çıktıktan sonra ister sağa ister sola devriksin bunun artık hiç bir ehemmiyeti yoktur.
işte bizim âlim ve fadıl muarızlarımız raydan çıkmış lokomotiflere benziyorlar. Onla nn kimi sağa, kimi sola devrilmiştir. Artık raydan çıkıp devrilmiş olanların sağına, soluna itibar ediC'emez! Onlar için akla karanın farkı kalmamıştır. Bu hadise. Metodun ve Kültürün hakikat yolundan sapması ve artık işe yaramaz hale gelmesi hadisesidir. Gerçi köy görünmüştür, fakat onların yine kılavuza ihtiyaçları vardır ve biz onlar için bu vazifeyi de yapmağa hazırız. Yeter ki, yarı yolda cayıb tekrar mugalâtaya sapmasınlar!
BİRBİRİMİZ...
Kırabilir belki bukadar sevmezdik birbirimizi
Uzaktan seyredemezsek ruhunu biribirimizi.ı
Kimbilir, ftCek ayırmasa idi bizi biribirimizden.
Belki bu kadar olmazdık birebirimizin.
KANARYAM
Aramızda sadece bir derece farkı
var,
İşte böyle kanaryam,
Sen kanatlan olan, düşiinemeyen kuşsun.
Ben tileri olan, düşünebilen adam..
NURETTİN EŞFAK
EMEK
Geniş gövdeleri, sert hareketleri, Alınlarmct faydalı zaferlerin rüys^üe, Nefes nefese işçi kafileleri,
Hafızamda hailevi ve gerçek Kahramanlık tabloları çizerek.
Dikilip karşısına ajırlarut
Koşuyor ileri..
Yiğit dölleri kumral ülkelerin,
Cilalı, ağır arabaların, kişneyen atların sürücüleri, Severim sizleri..
Ve sizi, kızıl oduncuları burcu burcu kokan ormanların
Ve seni, çamurlu, çarpık yollarıyla yalnız tar laları seven,
Ve canlarsın, ışıklansın diye, cömert elleriyle.
Tohumu güneşe serpen
Beyaz köylerin aşınmış çehreli ihtiyar çiftçisi..
Ve sizi,
Gece yıldızlar uyanır, yelkenler atlas rüzgariyle şişer,
Cilalı halatlar gıcırdar, serenler inlerken, Dudaklarında bir türkü, denize açılan bahriyeliler..
Ve sizleri,
Kutupların sınırlarına kadar, kudurmuş dalgaları gemleyen,
Güneşin altında boyuna gidip gelen gemileri
Yaldızlı rıhtımlarda boyuna boşaltıp yükleyen
Zorlu taşıt işçileri..
Ve sizleri.
Kardan kumsallarda, buzdan ovalarda, Kıvranıp mengenesinde soğuğun Bembeyaz diyarlarda,
Haya(i madenler arayanlar
Ve sizleri,
Dişleririiz arasında lamba.
Titreyen kömürün, görülmeyen emekleriniz karşısında,
— 2
Büyük Demokratlar
llt M î N
946 senesi Nisan aynım 21 inci günü, Vladimir İliç Uiianof Lenin in doğumunun 76 met yıl .dönümü idi. Tarihde bazı büyük adannlar doğuşiarj]e if.sanbğı mr .’.J kdmışlardır. Lenin bu büyük adamlardan biridir.
Leutin mektepde iken daima sınıfınım birincisi olmuş ve bilaistisna her dersten tam r.umara athnıştır. Bir muharrir onun mektepdeki halini şöyle anlatır.
«Açık bir alını, dikkatli gözleri, mü tevabi bir hali vardı. Dürüst harekelileri, üstünün başman temizliği, saçlarının daima taranmış bulunması ve elmacık kemiklerinin. çıkıklığı ve gözlerinin mailiği ile arkadaşlarının kalbinde sıcak bir sevgi yaratmıştı.
Kazan üniversitesini bitirdikten sonra, Maarif müfettişi, Simibirsk vilâyeti köy mektepleri Umum Müdürü oldu. Bu müddet içeride balkı tenvir etmek için canla başla çalıştı ve yaşadığı müddetçe de bu vazifesinde en ufak bir ihmâl göstermedi.
«Tarihin büyük vak’alarının sırrınım ne olduğunu anlayabilmek için onların üzerinde tesir edip seyirlerim değiştirebilenlerin hayatını bilmek faydalıda*.
Halûkların ve milletlerin ve bu arada Türk milletinin kurtuluş ve istiklâl savaşı nı destekleyen tek dost devlet adamı Lenin dir.
Lenin in büyüklüğünün mühim bir cebhe-si de nazariye ile aksyona aynı derecede kıymet vermesi ve her iki sahada da dünyada bil' otorite olmuş olmasıdır. Onu.ı riazarında teoriğiz aksiyon ve aksiyonsuz teorinin kıymeti .daima yarımdı ve her ikisi de aynı derecede kavramamış ilim ve aksiyon adamları yarım adamlardı ve bu mutf’ak olarak böyle idi.
Mübalağasız söylenebilir ki Lenin
Teslim o|duğu dar maden damarına kadar Süreklenen yer altı işçileri..
Severim seni de.
Dev ocakların, alev kusan örslerin etrafında,
Belfi şimdi dimdik, şimdi iki kat,
Demiri ve tuncu döven, Mürekkepten ve altından çehresiyle Sisi ve gölgeyi delen, ırgat!
Korkunç, aç ve tantanalı şehirlerde, Sırjf, sıra, asırlardan asırlara,
Ve git gide daha heybetle uzanan:, Ölmez eserleri kunnak içir yaratılan Adsız ma’den emekçileri..
Duyuyorum sizi içimde
Ve çarpıyor yürekleriniz,
Bütün hıncı, bütün acılariyle, yüreğimde..
dünya mütefekkirleri arasında dünya demokrasilerinin ve onun müesseselerinin na-zariyecisidir.. Lenisı sosyalist kurıtfuşa taraftardı. Hayatında iken sosyalizm ve demokrasinin birikintiden ayrılamıyacağı po-lit&asuh takip ediyor ve «sona erdirici demokrat sosyalist olmalıdır» diyordu.
Lenin tarihte bütün demokrasi şekü -lerirri ayrı ayn fikir Iaboratuvarında teşrih etti, onların’ kötü ve eyi taraflarml göster-,di.
O, «kamı tok ile karnı aç, zenginle fakir, sömürenle sömürüleri' arasında demokrasinin olamıyacağmi ve bir cemiyette matbaalar, kâğıtlar zenginlerin elinde ise ve geniş hafk tabakaları bu ve buna benzer bir takım maddî imkânlardan1 mahrum e-dilmlşlerse orada demokrasinin vücudu, yalan ve boş bir sözden ibarettir. Hak e-ri t fiğinin takınmasından onun gerçekleştirilmesine geçilmelidir.
Demokrasiyi ilân etmek yetmez. Onu halkın, alt yapılarında, halkın irisiyaklarKe kurmak lâzımdır ve bu bakımdan parlamenteri demokrasi insanlığın sosyal gelişi-miıkie ancak ileri bir adımdır» diye yazı yordu. ,
Lenin teorisini yaptığı . demokrasiyi Sovyetler devletini kurarak pratikde tatbik etti.
Lenfinin kitaplarımda demokrasiye a-yırdığı bahislerde şur.ları okuyoruz. «Demokrasi bütün halkuıi deıüeti idare etmesidir. Sovyet Demokrasisi bütün haklara ayrılmak ve müstakil devlet teşkil etmek, hakkını vermiştir. Bütün halkları ezen halknr. kendisi de müstakil olamaz.»
«Yaln'ız halka yaran ve ona inan. Canlı hatk kaynağınsa yaratıcılığımdan ilham alan yenecektir.»
Fehmi YAZICI
Sahralarda, denizlerde, kalbinde dağların, Bu ne zorlu, ne çetin, rie inatçı emek!.. Milyonlar^ işçi eli.
Erkek gayretleriyle
Zincirleri her her diyarda perçinleyerek. Ağzı baştan başa kucaklayıp
Birleştiriyor kilometreleri..
Bu atejji, bu usta, bu yorulmaz eller,
— Herşeye rağmen — baş eğen
kainata, insan gücünün ve kaynaşmasının damgasını vurmak için, Ve dağları, sahraları, denizleri, Brtrrrbaşka bir emel, taptaze bir iradeyle Yeni baştan kurmak için, Kenetlendi birbirine aşıp
kilometreleri.
E. VERHAEREN Çeviren : Cemil Meriç
V
öl ellö k®nll uy® m @ K t u p :
I *dir.
Milli Hâkimiyet Bayramımız
Yazan: ADİLOÛLU
«Hakimiyet bilâ kaydışart mi.'.etin-
»
W
Kemâl ATATÜRK
Sayın Bay Peyami Safa:
Su son günlerde de bir Kızıl çocuğa «Libâsı Müsavat» nasıl giyilir, öğretmeğe tenezzül buyurmuşsunuz! Ve işte böyle ( giyinilir diye kıp kızıi karşısına çıkmış, üs- ı tatlığınıza parmak ıtuimişsinizI Bana ka -/ Çünjcü ı «Hırkai Şerif» gibi «Libası müsavat »da öy , le çarşı pazar malı değildir ki, siz onu ko- ı layca tedarik edip giyelbilesiniz.. Herhalde ı (O. ya sahte, ya taklitti. 11
| I :■
s Şehir şehir köy köy dolaşmaksın
( I; •' M* lığın baştacı bir marş biliyorsun ( Gidenler onunla gittiler / Dudaklarında alevden ıslıklan i En ilerde öldüler. 7 Kan konuşmalıdır / Ve sen varoşlara da külolmuş ı Konuşmalısın. » Kristof Kolomb’un yelkenlerini
» Sen çektin kürekli . ™ __
» Köpüklü -kyanusların.la,
( - ç Bahil
Bilirim, kaleminiz Ceyran cağlarındaki keçiler kadar aksi ve huysuzdur. Sizde Kenan diyarının hovarda çobanı gibi gü vercinı bakışlı yaylia kızlarına kaval çalıp Masal söylemekle ömür tüketiyorsunuz. Birbirinize ne kadar beri|Zİyo*rsu.nuz, O, bir tırsa, L-u haberce bir yanlışlık var. Oışiliın kızının kızıl saçları içim koskoca bir keçi sürüsü bağışlladi, siz de, bir «Kızıl Çocuk» uğruna hazineler değerinde hakikatler feda efdiyorsunuz. Arzı banımdan elhak, daha üstün nız!
Kenan: ço • hovardası-
çok sever-
» Şairler, akşam Kızıllığını
İler, sizin gibi bir «şairi maderzat» zade, » nasılı olurda Mekike yeşili gibi renklere gö ■ İınül kaptırır! diyorlar ki, siz de bir zaman-»lar gelincik tarlalarında ilhamlar devşir -İmiş, çağdaşınız'delikanlılarla güzel Mayıs »günleri yaşamışsınız., yokta Kızıldan ) çevirip, yeşil e meyi edişiniz o büyük > nalhlarımza kefaret otsun diye midir!..
yüz gü-
Yıllardır, fikir pazarında hak ve kikat satışı ile geçiniyor muşsunuz. Kâr-ı-kisibiniz.de asla gözümüz yoktur.. Yine son günlerde, - O hiç sevmediğiniz Kavmi ya-hudün, rağmına olcak yeniller aevşirüb eskiler satıyorm-uşsunuz. Yani, sizin anlayacağınız faşizm eskilerini demokrasi bilâsı-
yeni meş- fdiyor. Anda da
! _
\ ie l-ıampa ediytcnmuşsun-uz. Bu »galeniz de size mübarek olsun.
asla gözümüz yoktur.
J pek
ha-
Siz olsa olsa Marksın, değil, Kautski'-nin beiki de Beınştayun taşıdığı «Libası müsavatı» giymişsinizdir.. Netekim görenler kumaşın boyası has değildi diyorlar..
Latife lâtif gerek, sayın Peyami Safa! Bizim bildiğimiz «Libası müsavat»! sınıflar giyeı. Fertler değil. Fertler her" renkte ve her kalitede kostüm taşımakta ■serbesttirler.
Biz, tabiatın çeşitli yaratış kudretini 'herkesleri iyi bilir ve ona itaat ederiz. Bir boyda, biı çırpda Standart fertle'rden müteşekkil cemiyet tasavvuıunun mesuliyetini -bunun naucidi ve propagandacısı olmıı-ıruz hesabile yine «izin yüklenmeniz ica'oe-
Sizi «Kostüm Demokr^tnla
de ahım şahım bulmamışlarmış.. Eski deri «Kırrstüm faşist siniz ile daha cakahl: görüntünmüşsünüz. Günahı biiib söyleyen lerin boynuna..
gör enler,
> Ben ki modadan anlamaz biriyim ve
/ mevsimlere kılık uydurmasını hiç de bece-
> remem. Halbuki siz bu işte pek üstat mış- k Ve gayrisi. Say n Peyami Safa. «Kılsınız, nasıl oluyor da bu yeni kiliğınızla Çocuğa tr.enku'b dakiler gibi Lafû gii-» lüzumu kadar cakalı görünemediniz ve aafcfır.
Jelaleme burun kıvırttınız! Doğrusu bunı
> pek üzüldüm, şüphesiz sizin, ve hayranla
/ rınızın hesabına..
ı
Anadbluda ilk Millî hükümetin tenıe-i 26 yıl evvel 23 Nisan günü atdlmış ve bu suretle Büyük Millet meclisi kurulmuştur.
bı
Bizce bugünün Türk Milleti için ifade ettiği mâna Atatürkün yukarıya sCdığumz «Hakimiyet bilâ kayduşart Milletindir > söyleriyle değerlencjlrilmiştir. Mildi Hâkimiyet bayramı Türk Milletine kutlu olsun.
EMEKÇİ
GÜN
Kâmuran Kadri BOZKIR
şehirlerin
sen şişirdin, erini Albatros’un Köpüklü ~kyanusların.|a,
O miyop gözlerle bakılan Ehram senin eserin lıplak sırtlarında kırbaç izleri — Babil’leri, Akropol’leri sen kurdun.
/ Kervı,.vsaıaylar, Şatolar, Katedraller / Ağırnas’Jı Sinan ım, Süleymaniyem!
> 102 katlı selâmı Güneşe Nevyork’un ) Ve kemer kemer sütun sütun ihtişam İ* serden.
Seslin kanınla yıkandı köprüler sabaha karşı
J Sel
Bizim müsavatçılığımız, insanını insan tarafından istismarı usulünün yok edilmesi. İçtimaî «nyfcr çrasındaki. iktisadi iktidar farklarının kaldırılması; bütün fertlerin kendi zeka ve kabiliyetlerini serbestçe geliştiren imkânlarına ermesi ve nihayet herkesin muktedir olduğu kadarını cemiyete C Şehirler kavganda atıldı ihtiyacı kadarını cemiyetden alıb verme \ — e!a,:le kurulacak — ^hakkına, sahip kılması demektir. ( Bu yol senin yolun arslacnm!
\ — Varılacak! — Napolyon’u Moskova’ya götüren de sensin
Adiâığlu
Vaterlo’ya getiren de
Şu meydan harplerinin yadigârı - aç insan -
Komik Hikâyeler Seri: No: I
PARTİ KURMAK...
PARTİ VURMAK...
Yazan : Aziz NESİN
Yakında Çıkıyor...
J Şendendir.
• O büyük ihtilâfı sen yaptın!
l'1 ilerde taşımak bayrağı zor şeydir.
Ect önde ölmek mükemmel!
İnsanlığın hastacı bir marş biliyorsun... Ölenier güvenerek öldüler!
Paydrs borusu çalındı korkulara
Ve en korkunç silâhlara doğru yüründü Kazandılar zaferi.
Hakkın var Halk’ıın benim!
Durm »k yok, İleri!
— 3 —
Demagoji
buna
Peyami Sefa Büyükcioğu dergisinin 19,23 ve 24 üncü sayılarında «Kızıl Çocuğa» üç mektup yazdı. Bu şaka uzun sür • meğe başladı. A,ncak Peyami tanıiunış bir yazıcı okluğundan ve bu makaleleri, Marxiz me bir hücum olmayıp bir tahrılten ibaret bulunduğundan, hem yapabilecekleri tesir bakımınıdan, hem de İlmî dürüstlük bakı -mından fcptan bir cevap vermek gerekiyor.
Peyami Sefa «Kızıl Çocuk» kelimesinden Marx tarat taklarını kasttettiğini makalesinin daha ilk satırlarında söyledikten sonra bu teoriye hücuma başlıyor: I) Bu teoriye bir çok tenkitler yapılmış; 2) «Marx'm içinde doğduğu Hegel düşüncesinin metafizik bünyesinden onun aksülâ-mellerinden ve her ikisini de çok aşmış olan» bugünkü ilimden bahsediyor;.
Hep hücum edilen ve daima daha kuv • vetli, daha zinlde çıkan Marx teorisi tatbi-katle tahminlerinin hep doğru çıkmasıyla doğruluğunu ispat etmiştir.
Dialektiği, yani metıcdu Hegeld’en a-lan Marx, kendi tabiriyle onu tersine çevirmiş, idealizmden, metafizikten ayırmış ve ta Yunanlılardan gelen bu düşünrüş tarzını materializme tatibik etmiştir. Şimdi ise Sovyetler Birliği hariç tutulsa bile Frar>-sada ve hele en büyük Amerikan üniversitelerinde bu teoriler ilmin en son merhalesi sayılmaktadır.
Bunları suiniyeti ve sahte alimliği açığa çıkartmak için, Peyaminin nekadar sudan konuştuğunu göstermek için belirtiyorum; gelelim «üstadın» Manrizmi tahlil ve tenkidine:
Manc’ist ne istiyormuş!..
I ) «İçtimai adalet» bunu Peyami de istiyormuş.
2) «İnsanin insanı sömürmemesi, imtiyazlı burjua sınıfının, emrinde çalıştırdığı yığının alın terin; gözyaşına çeviren alçakça istismar sisteminin yıkılmasını istiyorsun» bunu Peyami de istiyormuş.
3- «Siyasi hürriyetten evvel iktisadi müsavat.» Bunu Peyami de istiyormuş.
Böyfece ekseri solculardan daha «Kızıl» görünmektedir.
Yani (okuduğumuza inanmak icap etse üstadın «yüz senedir iflâs etmiş» Marxiz min. has 'bir müridi 'olcfuğunu zannedeceğiz. Fakat derhal hücum başlıyor, bakın Peyami Marx'tan bir tek noktada ayrılı ■ yormuş, aralarında bir düşünüş farkı var -mış, Manc’ı batırıp Peyamiyi göklere çıkartan, da her had'e odur:
Peyami de iktisadi müsavat işitiyor, «fakat nasıl müsavat? Evvelâ bunu konuşalım. Sen istiyorsun ki. istihsalin neticesi olan kazanç, ona emeği geçenlerin hepsi arasında müsavi paylaşılsın; kâr ücretten
Raslh Nuri İleri
fazla olmasın. Daha doğrusu ne kâr, ne ücret; çalışmanın bütün çalışanlara verebileceği refah seviyeleri müsavi olsun.»
Görüyoruz ki. Peyami Marxizmin kusuru (olarak Marxizm olmayıp çloktan iflâs etmiş «müsaviciük» prensibini gösteriyor, bu prensibi üç makalede yıkmağa uğraşıyor. ve böylelikle Manrizmi yıktığını haykırıyor.
Diyor ki, böylece müsavat olmaz, ten beller ihya olur, aoâlet olmaz ve hele kimse çalışmak istemez.
Peyami diyor ki: «Kapitalist nizamda da liyakatlar arasındaki müsavatsızlık çok defa .liyakatler aleyhinde kurulmuş haksız bir nisbet vardır... Burada berabersiz.»
Fakat «ahır süpüren uşakla büyük tabiat kuvveti keşfeden (?) âlimi aynı refah (»eviyesi içinde buluşturarak, kapitalist nizamın haksız müsavatsızlığı kadar haksız bir müsavat tesir edecektir.» ■
Bakal ım Peyami Sefa ne istiyor:
« Liyakat derecesini 8 iarzettiği -jıiz adamın refah seviyesini 8. liyakat derecesini 3 farzettiğimiz adamın refah seviyesini 3 derecede tesbit eden bir müsavat.' :Ve bu sistemi lıaklı alarak müdafaa ediyor.
İşin püf noktasına geldik, üstadın kullandığı çok eski bir taktiktir: karşındakme söylediğinin aksini isnat edip onu batır-jmak.
Bakalım Marx ve Engek bu meselede ne düşünüyor:
«Proletarya mütalibatınm esası sirpf -lan kaldırmaktır. Bu gayeyi aşan her eşitlik isteği bizi doğrudan doğruya saçmalıklara sevkeder.» Anti - Diihring.
«Sosyalizmin ana prensibi herkesin kabiliyetine göre çalışması, ve çalıştığı kadar cemiyetten faydalanmasıdır.»
Bu prensip hatta Sovyetler Birliğinde ana yasaya geçmiştir ve orada Peyaminin istediği ve beğendiği gibi bir sistem hüküm
(Sürüyor. }
İkinci yazısında Peyami «Kızıl Çocuk / jcevap veremedi aliye fena: $ak senin ye-
rinde olsaydım müsaviciliği nasıl müdafaa pderdim, diyor. , I
Peyamiye göre Marxist: Asırlardan-•beri «seleksyfon» prensibine göre Ijyakat burjuaflarda toplanjdı, bndhn siz liya.katı müdafaa ediyorsunuz» demeli imiş. Yani zayıf ve kötü olarak Peyami Engelsin. yukarıdaki fikrini kullanıyor, fakat ( yinq esi ;mühim tarafını, müsaviciliğin saçmalığını gizliyor. J
Üçüncü mektupta ise «ben sana Iiya-
derler
katın buırjualarçla toplanmasının sebebini sorarım creyıp. yine mevhum «Kızıl Çocuğu» konuşturuyor ve ona şu cevabı veri -yor: Ketan. liyakati doğuruT; liyakat refahı, bunun içinden çıkılmaz, iktisadi şartlaı saae oır seoep aeğıl aynı zamanca da bir nence olabiliyor ve «artık iktisattı şartları aşan, ua_ıa deniri sebeplere bağlanmak. çür.k.ü seoepleruı de sebebi vardır.», lOn-aaıı sonra taşistiejrin meşhur, «her uzuv lâzımdır, burjua da, halkda» tezi üzerinde incelemeler yapıyor.
Yine burada uniuduyor ki tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan tarzında sahte meseleleri dialektik macdecilikle, sebep ve netice arasındaki bağı, mütekabil tesirleri belirtmekle yine Marx ve Engels yıkmış onların foyasını meydana çıkarmıştır. (,
Bakalım Peyami daha ne diyor: «Nerede tekâmül varsa orada müsa vat yoktur ve mutlaka müsavata dkğru gidiş, geriye doğru gidiş demektir.»
^imbi de Peyaminin foyası(tam mâna sıyia ortaya çıkmıştır. isimlerine nasyonal -Sosyalist diyen faşistleri taklitle Peyami Sosyalist görünüyor ve tekâmülle müsava tın gayri kabili telif olduğupıu üstadı nazı filozofu Rozertberg gibi iddia ediyor. Halbuki bütün tarih sınıflaT arasındaki müsavatsızlığın, her nevi tekâmülü frenlediğini, krizler harpler doğurduğunu bize göstermektedir. ı
Hülâsa edelim:
1) Peyamiye göre Maıxistlerle tek ihtilâftı r(;lktası müsavicilik meselesi. Male-sef Peyami ile Marx(bu meselede aynı fikirde yani ekonomik ve sosyal cihetten Peyami tam bir Marxisttir. (I).
2) Sebeple netice arasında ( karşılıklı münasebetten bahseden Peyami bilmiyor ki Marx ve Engels bunu görmüş ve hatta ana prensip olarak almışlardır:
Peyami bu meselede de insiyaki olarak birşeyler sezmiştir,
Rozertberg , vari, müsavatla tekâ-tezat teşkil ettiği iddiası ise ancak
cahillikle tafsif edilebilir.
Peyami Sefa samimi ise kendisini kızıl komünist ilân etmelidir, yoksa fikirleri bir demagoziden, bir maskeden ibarettir.
Rasih Nuri İLERİ
3)
mülün
Müessisi :
Esat Adil Müsteeaphöğlu
İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü HAŞAN TANRIKUT
Muhabere adresi P. K. 519 İstanbul Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş,
Basıldığı yer: S ta d Matbaası
I
İnkılâpçı partilerin tarihteki sosyal vazifeleri
Disipline dair yazdığımız yazıda (Gün sayı I I ) halkçı demokrasinin gelişmesinde paTti saflarında merkeziyetçi bir Demokrasinin olmasının gerektiğini ilen sürmüştük. Halbuki, sınıflı bir cemiyetin inkişaf ve gelişmesini ve orada halkçı b'r Demokrasinin yerleşmesini | ancak Maksi -malist bir ademi merkeziyetçilikte olalbile ceğini sosyolojice malûmdur.
İlk bakışta jhafkcı Demokrasinin oluşu sınıflı cemiyette ad'emi merkeziyetçilikte, buna mukabil parti saflarında ise merkeziyetçilikte oluşu ıbir tezat gibi görünmektedir. Diğer bir tabirle sınıflı cemiyetin inki-;afile. sınıflı cemiyette partinin inkişafı birbirinden farklı mâna arzetmektedir.
bu ayrılık hiç bir zaman sınıflı cemiyetin inkişafı ile sınıflı cemiyette partinin inkişafı muhtelif İçtimaî kanunlara tabi oluşun -dan ileri gelmez; bilâkis sınıflı cemiyetin inkişafı ile, sınıflı cemiyette partinin inkişafı ayni Sosyal kanuna tabi oluş hakikatini bulup ortaya k/cyan Diyalektik metodu olmuştur. Fakat, ayni karışımın birinde mer keziyetciliği diğerinde ademi merkeziyetçi liği icap ettiri.şi Diyalektik sentezin unsurlarındaki farklılıktan yelmektedir. Bu nok tayı tebarüz ettirebilmek için her 'şeyden evvel partinin ve cemiyetin mahiyetini bil ■ memiz lâzımdır. Parti hdckındaki düşüncelerimizi (Gün sayı 9) da, bildirmiştik.
Parti, bir sınıfın iktidar için mücadelesinde kurduğu en son teşkilâttır. Bu bakıma göre parti muayyen ‘bir kültür seviyesine ve muayyen tezatların muayyen bir .merhaleye ulaşmasında kendini gösterir: bu parti Diyalektiğinin Determinizmidir. Eğer cemiyette inkişaf mekanik ve müstakim bir seyir takip etseydi bu taktirde partinin en son teşekkül etmesi icap ederdi. Halbuki, parti ile cemiyetini inkişafı Diyalekti bir manzara arzeder; karşılıklı bir tesir hali mevcuttur. Yani parti, inkılâpçı hayatın eseri olduğu gibi ayni zamanda da inkilâpcı hayatın müessiridir. Bu tarife göre cemiyet, paTtininı ıtemel kalıbıdır. (Sub3t ratum)
O halde partinin cemiyeti muayyen bir kalıba sokması, yani cemiyete müessir olabilmesi için şuurlu bir kitlenin dört esasta tam ve mutlak bir mutabakat halinde -bulunması lâzımdır. Bunlar da şunlar-■dır:
1 — İddoloji
2 — istrateji,
3 — Taktik. , m
4 — Organizasyon.
Parti ideolojisini Determine eden beş ilim şubesi vardır.
1 — Ekonomi Politik,
2 — Emperyalizm,
3 — Sosyalizm,
Behçet ATILfiAN
4 — Diyalektik Materyalizm,
5 — Dünya tarihi ve kendi Milli tarihi.
Bu beş ilim şubesi anlayışında tam bir mutabakat olamadığı taktirde şüphe yokki nazari esaslarda bir mutabakat olamaz. İdeoloji; İstrateji ve taktiği şartlandırdığına göfe ideoE'jik esaslarda vaki inhiraf İstrateji ve taktikte kaçınılmaz ayrılıklar doğurur. Bu sebeptendir ki, her parti, evvel? mensuplarına bu muayyen ideolojiyi tanıtmak ve benimsetmek zorundadır. Partide her ferdin şüphe yok ki bu beş ilim şubesinde tam bir bilgisi yoktur. Partinin rehber kadrosunu teşkil edenler bu bilgilere sahip olmaları ve bir iştirak halinde bulunmaları şarttır. Geniş kitlenin talim ve terbiyesini yapmak geniş kitleye muayyen bir yön vermek şuurlu bir azlığın tarihi (vazi -fesidir. İşte şuurlu bir azhğı geniş kitleye bir yön vermek ve geniş kitleyi kendi ide-
Acep nedendir ?
Bunsa Bayii: Gün satılmıyor, göndermeyiniz.
Buvsalı okuyucumuz: «Allaiı aşkına bu işle alâkadar olmanızı ve gazetemizin neden Bursaya’ gelmediğini tahkik etmenizi rica ederim...»
A'ntepli okuyucumuz: Buraya gönderdiğiniz mecmua paketlerini bayi açmıyor bile, olduğu gibi saklıyor. Derginizi bana gönderin. *
Gelibolu, İsparta, Kütahya. Ş. Kara-hisar; Turhal; Tire; Bergama v.s, v. s., yerler bize mecmuayı kendi ambalajımızla, yani açmadlan IcISduğu g’bi geri gönderi- I yorlar. Acaba. Ibeş(on kuruş kazanmak istemeleri tâbi" Iclan bayileri paketleri açıp mecmuamızın satışını yapmaktan men e den kasit ve korku nedir Bunu artık bilmeyen 'kalmadı.
İki bayi de tazyik altında oldukları cihetle mecmuamızı el altından sattıklarını -ve gönderdiğimiz miktar az geldiği halde bunu bize tahriren bildirmekten çekindiklerini iki yolcu £!e şifahen bildirdiler. Kanunî yollardan çıkan bir mecmuanın «il altından-- katılmasına ne buyurulur.
Okuyucularımıza; Gönderdiğiniz mektupların zarfların! yapıştırmakta dikkatli olmanızı rica ederiz. Çünkü mektuplarınızı ya turnamın yahut yarı açılmış bir şe- | kilde alıyoruz.
GÜN
1 olojisi ile yetiştirmek ancak parti saflarında bir merkeziyetçilikle olabilir.
Bu izahatımıza göre parti; bir sınıf ın en şuurlu en bilgili en faal tve şahsan en fazla fedakârlık yapabilecek olan elemanlarının teşkil ettiği bİT topluluktur. Bu tarifimize göre partinin kuvveti, aza miktarında değil onun kitleyi harekete getirme kud-retindedir. Fransız inkılabını bir avuç ja-ktcbenci, Sovyetler ihtilalini bir avuç Bolşevik partisi. Türkiye Millî kurtulluş çıkışını bir avuç Müdafaayı Hukukçular başarmıştır. Türk inkılâbında müdafai hukuk cemiyetinin talhriki kuvveti hakkında (yeni yol sayı 2) deki arkadaşımız Abidin Ne-simi’nin yazısını hatırlatırız.
Partinin bu tahriki kudreti yanımda i-kinci mühim hassası dia harekete gelmiş o-lan elemanları muayyen gaye etrafında vazifelendirmesidir. Partililerin bu vazifeyi yapabilmeleri için iki esaslı çalışma sistemi vardır:
1 — Örümcek sistemi,
2 — Arı sistemi.
1 — Örümcek sistemi, inkılâacılarm kenara çekilerek harekete gelecek elemanların muayyen parti ağına düşmesini bekle-
1 mesidir. tıpkı bir örümceğin şikârını avlamak için kenara saklanıp şikârının ağa düşmesini beklemesi gibi.
2 — Arı sistemi, inkılâpçıların örümcek sisteminin aksine olarak elemanların yanına gelmesini beklemek değil bilâkis kitlenin içersine dalmak ve elemanları o-,nun içersinden bulup çıkarmaktır. Tıpkı ,arı gibi her çiçekten alınabilecek balı alması gibi.
İnkılâpçı partiler daima arı sistemini tercih etmişlerdir. Fakat bu hiç bir zaman I (örümcek sisteminde olduğu gibi muayyen .bir ağ yapmamak mânasına gelmez. İnkılâpçı. daima hayatın içersine girerek - tıpkı •bir dâlgıcın efenize dalıp inci çıkarması gibi - inkılâpçı elemanları bulup çıkarır ve ,ayni zamanda yanma gelmiş elemanları da •hiç bir zaman küçümsemez.
Parti saflarımda merkeziyetçi Demokrasi esas olduğu gibi tek merkez esastır; ■muvazi merkez hali, hakim sınıfın terör •devresinde tatbik edilmesi caiz olan bir -durumdür. İktidarı henüz almamış partiler ■de muayyen hedefi elde etmek ve bilhassa iştikal devrelerinde froıılar yapmak bir ■zarurettir fakat bunu inkılâpçı parti saflarında hiç bir zaman hizip kurmaya müsaade etme mânasına almamalıdır.
Parller tarihi rollerini başarmak için ancak bu yollardan geçmek zorundadırlar. ■ Bu hususta klâsik misal olarak Burjuva partilerinin esas aldıkları karbcnarı teşkilâtını zikredebiliriz.
İnkılâpçı parti iç organizasyonunu'da diğer bir yazıda inceleyeceğiz.
5
M I S U R 1
Bir geldi bir gitti. Hoş geldi, hoş gitti. Ama doğrusunu isterseniz pir geldi, pir gitti. Gazeteler birbirine girdi. Gazeteciler birbirine. İstanbul birbiirne. Kadınlar kocalarına. kocalan karılarına vc Missouri bize. biz Missouriye girdik çıktık. Arap saçına döndük.
Missouri gitti, hatırası gitmedi. Missou ri pastaları. Missouri cıgaraları, Missouri nj/dalan çıktı da çıktı. Şimdi Missouri ları, gazinoları açılacakmış.
Futundan ekmek alıyordum. Ekmeğin biri uzunca, eğ.’i büğrü çıkmış tezgâhtar.
— Missouri Francalaları beyim dedi. Yedimizden yetmişimize kad'ar Misso-urist olduk.
Mutlaka bir şev almamız lâzım geldiğine göre Missourist olmamız elbette iyi bir şeydir.
Evvelâ şu kelimenin nasıl okunacağını öğrenemedik. Kimi Misuri kimi Mişvri. kimi Missuri. kimi de Mizuri d'odi. Sinamaya 1 nema denmesini teklif eden Nurullah Ataç belki Mikuri demiştir.
Doksanlık kadınlar bile yellim yelâli; Sellim Selâli eteklerini toplayıp.
— Ayol bir Müsii — gelmiş. göreFm drye sokaklara döküldüler.
Amerikanca ne de kolaymış.
— Ayol hu. diye kocalarını çağıran ( kadınlar.
— Hello Bay. demeğe başladı. (
Haminneler torunlarını
— Boy. Boy ı
Kam Tııyar diye çağırmağa başladı. Kurultayca konuşanlar bile, tün aydın, gün aydın'ı bırakıp Good Morring. Good Knigt demeğe başladılar.
Hoş geildini attık Vel kam'ı aldık. Bey'oğlunda bir kahpe tanırım ki, eliıı deki deftere Türkçe imlâ ile İngilizce yazıp öğrendiği İngilizce ile Tommylere lâf atıyor.
Amerikalıların üzerinde şirinlik muskası mı var. şeytan, tüyümü var nedir bilmem ne misafir perver olduğumuzu da gösterdik. Yine Tommylerin İstanbulda bulun duğu bir gece iki arkadaş şöyle konuşuyorlardı.
— Ben. artık eve gideyim.
— Gitme, evde misafirler var.
Ah canım Tommyler. nede şirin, nede güzel nede hoş çocuklar çok e.-pirtüel olu yorlar.
— Bir çadır, bir cımbız, bir can sıkıcı kitap, bir boş kibrit kutusu ve bir dürbününüz var.
Bunlarla bir 1 imsah avlayabilir misiniz?
— Ben T imsahı tüfekle bile avlaya-mam.
— Çadırı ajır. Nilin kenarında kurar-
park
I ı t
ım ,
i
i
Doktor onları pek bekletmeden kabul etti. Muayenehanesi pırıl pırıl âletlerle foluydu. Avni arlık alıştığı, fakat bir türlü sevmediği o acayip ilâç kokusunu gene duyunca hemen orada bıçak altına yatırmışlar gibi ttremeğv başladı. İçinden: . Gene düştük bu naleUerin eline.- diye söyleniyor. bu andan itibaren artrk hiç bir şeyin kendi elinde olmadığını, onlar ne derse* itiraz etmeden yapmağa mecbur kalacağını biliyordu.
Kendisini beyaz örtülü, yüksekçe bir sedir* yatırıp karnını iteleyen adv«ma baktı: bu kısa, kalın. yassı birisiydi. Her ân bir kalb duı masından ölü verecek mis hissini veren kırmızı, şişkin, iri delikli yüzü yağlı gibi parlıyordu. Dehşetli canı sıkılmış gibi bir hali vardı. Hastanın karnını, göğsünü. sırtını, ağzını, burnunu muayene ettikten ve Kayseride çekilen röntgen filmini gözden geçirdikten sonra:
«Sizi kliniğe kaldırıp müşahede altına alalım. ica,p ederse ameliyat ederiz. Bünyenizin böbrekle tas yapmak temayülü var. Sıkı rejim, kuvvetli ilâçlar lâzım,v dedi.
Değirmi sakallı Borlu Müsaade buyur!» diye doktoru ç;J:.;ek. A\nlnln (le duyabile-
ceği bir sesle, hastanın bu masarifi kaldıramıya-cağını, kendisini sıkıca bir muayeneden geçirip Al-manyu/lân gelen ilâçlarla derdine derman olmasını rica ettiğini söyledi. Avni söze karışıp. «Bilmem ulur mu ki? Bana Kayseride bu taşlur amellyat-şız düşmez dedİlerili.' diyecek oldu, fakat doktorun sert bir el hareketi onu susturdu:
«Düşmez ne demek? Tı&şın cinsine bağlı, ll&çin eriyen vas var. erimlyen vur. önce iyi bir tahlil yaptırıp bunu anlamalı, bünyenin hususiyetlerini her bakımdan incelemeli, tedaviyi buna güre tayin etmeli, Ope. jjllf müdahale en sonra düşünüle-cek şeydir, öyle her karnı ağrıyana ameliyat diyen doktorla ı a pek güvenme, Bugün tababetin e-sası kimyadır. Cerrahlık ya.vaş > uvas maziye karışacak.»
Bu İlmi mülâhazaları pek İyi kavrayamıynn ve doktorun yüzündeki can sıkıntısı Ifa.dcsinln artmakta olduğunu fark eden Avni: Siz nasrl münasip görürsen./ öyle yapalım, doktor.» diyerek razı oldu.
Bundan sonra yirmi xun kadar süren muayene ve tedavisinde Borlu, hemşerisl Avniyi hemen hiç yalnız bırakmadı. Elinden gelen her yardımı her kolaylığı gösterd' Ara sıra işlerinin yüzüstü kaldığtnda.n bahsetse bile. Avninin: «Siz artık zal-oret etmeyin, ben kendim gider gelirim.» yollu tekliflerini aslıı kabul etmiyor. onunla birlikte
sın» kapısını can sıkıcı kitabı açar sın. Çbütierini alır, kadıda uzak bir tepeye çıkarsın.
Timsah çadırca adam var dîye gelir sıkıcı kitabı görürce okumağa başlar, !nkıbr uyur. Sen dfe tottrrtfırgun tepe düıbiinün ters I
BÜYÜK H İ K Â Y
IB ’B
•bulunca pa^ar-bünyesinl iyice defa, gittikleri mütehassısları.
karaborsada röntgen filmi arıyor, lıiını kendisi ediverlyor, Avninin anlamak için her birine bir kac bakterlologktr. dahillyeciler. ırnlde
asabiyeciler, kalbciler, gözcüler, kulakçılarla o konuşuyor, çeşit çeşit yapılan kan ve idrar tahlilleri için çeşit çeşit laboıatuvarlara. girip çıkıyor, raporları okuyup, tecrübelerine dayanarak izah ediyor, nihayet doktor İrfanın reçetelerinde yazılı olup pl-
perişan, yatağına
nasıl oldu da ba-sakaiına nu kan-
bu sancılar böyle -geli:» çıksa medet ya melâikc İlâçların da bir faydasını kurban olduğum doktorurl
bırakır- f
!
/ kadar çc
> înley
rr dfe ’otm'cftrğun tepe - > tarafıla Timsaha ba- / karsın. Timsah küçücük gözükür. Hrrmcn / elindeki csmbızı uzatır Timsahı yakalar /
....— • t yirmi t J nu stul
» sa su ı ne hu- / Dünya ( ı
i
• 'V,n C NV1 ( yeni
köyüyle r- /
Tommyler « gönlümde (
yabadan kalkmış bulunan şifalı Alman ilâçlarının ol altından satıldığı yerleri o .meydana çıkarıyor ve biraz pahalı da olsa elde edilmesini sağlıyordu.
Bu gidip gelmeler üç hafta kadar sürdükten ve Avni Akbuiul, hemşerilerden tedarik ettim diye cebindeki parapm dört yüz liradan fazlasını doktor vizitelerine, tahlillere, fiiimlere ve ilâçlara > atırdıkvan sonra, bir gün Borlu hayır sahibi ortadan kayboldu. Otel kâtibine sorunca», '‘Nüfus kâğıdını aldı gitti:,, laştı. Bir on lirayı baş vurduğu doktor sıkıntısı ifadesiyle, bir kac ay sonra bir daha gelmesini söyledi.
Nasıl bir tuzağı düştüğünü yavaş yavaş an-Uyan Avni, büsbütün halsiz ve uzanıp düşüncelere daldı:
"ülen all&hın sersem kulu, s i relin başlandı? Borlunun kır dm, tatlı diline mİ?
Sen böyle dolaplara girecek adam miydin, gel gelelim şu kör olası hastalık insana göz açtırmıyor. /İman anetm-glttikçe karşıma arza il diylp eline sarılacağım, görmedik! İnsaniyetine bir kere yüzünün güldüğüne raslamadrm. Ne gi-’ dersin bilmediğin adama? Niğde doktorunun ver-j diğl mektubu nerelere tıktık acaba? Koskoca I profesörü bırakıp soyguncuların elinde kaz gibi ( jy olundun, Avni Akbulut, senin ettiğini parmak çocuklar etmez."
ye İnleye karyoladan inip bavulunu karıs-j tirdi, ikiye kalbınmış mektubu bulunca cebine yerleştirdi. Sonra iskemlenin kenarına ilişerek komodinin mermerinde parasını hesapladı: Oda klrusı-ı nı haftadan haftaya ödemiş, perhiz yemekleri pl-ı slrttlğ! şişman hizmetçiye masruflan günü günıi-, ne vermişti. Simdi yanında, yol parası içinde, yüz bey lirası vardı Böbreğinde İki tuşile, kolıı-Ilava sallaya N iğdeye dönmeli miydi, yoksa şu profesörü bir denemek daha mr akıl t kân İdi, Borlunun hastaneler için söylediklerini şimdi* şüphe İle karşılıyor. • Devletin hastanesinde adamı coluğn cocugn ‘doğratırlar «mı? Attı köpoğlu kopeki;, d'ye kendine cesaret veriyordu.
Hemen ertesi 'gün hastanenin yolunu tuttu. Elindeki mektubu Önce kapıcıya, sonra koridor-" garda tasladığı. doktor mudur, hademe mİ belli Olmıyan beyaz, gömlekli bir kac kişiye gösterdi, myet "Bevliye., kliniğinin önünde sıra bekll-yenlvrin urâama karıştı Etrafmda şehirli, köylü: Kftdm. erkek? yaşlı, genç bir cok İnsanlar; ellerinde birer kâğıtla başka servislerden gönderilmiş dar ve kısa pijamalı hastalar: koridorun bir başından öbüir başına apış apış gidip gelen deli-gönlümde c kanlılar vardı, öğleye kadar bir kenarda durdu.
Doktoru yalnız görüp mektubu vermek iplediği için ortalığın tenhalaşmasını beklemeyi muvafık bulmuştu. Kapının önündekilerl teker teker İçeriye bırakan hademeye bir kaç kere sokulup, doktorun yanı kalabalık mı? diye soracak oldu, fr*W
sorunca,,
jollu kısa bir cevapla karşı-daho, gözden çıkarıp tekrar İrfan, yüzünde o korkunç can İlâçlara devam etmesini ve
can
canı den
kibrit kufusuna korsun ve hep birden kahkahayı ÎJâsIt'ılar.
. —. Ne rahat, re asude, ne feru’h,
zur içinde insanlar. Ben ve bütün onlara gıpta ediyoruz. En’dişe: ferdadan u-zak gönülleri her 4em aşık olabilir, aşık o-labilecek bol zamanları, harcamakla bit-miyecek kadar ’boi paraları var. Kaşını oynatıp, gülüyor, gözünü kırpıp gülüyorlar ne kolay gülüyor ve ine kolay'.yaşıyorlar, ne kolay Timsahı kibrit kutusuna lar.
Yaşasın Missouri. yas^sm yabasın demeğe mecburum ve öyle istiyor, çünkü nasıl olsa yaşayacaklar ve nasıl olsa Timsahı kibrit kutusuna koyacaklar WeJlcome Missouri, Good boy / Missouri Atiz NESİN Ç
İP IE IH
,knl öteki cevap olarak: "Numara aldm mı?.. (11-'ylnce elindeki mektubu gösterdi. "Hususi konuşacağım!., dedi. Hademe Avnl Akbulut'un bütün ü-, midini baSladıüı mektuba bir göz bile atmadan onu eliyle kenara İtti:
"Bekle öyleyse, çıkarken yanına sokulabilirsen verirsin!,,
Orada durdukça bazı beyaz gömlekli asistan ve doktorların, sıraya İlilin bakmadan, hastalar-
,N :
:tin ÂLİ
dan tanıdıkları her hangi birini arkalarına takıp İçeri soktuklarım gören Avnl, açıkgözlük ederek bunlardan birinin peşine takıldı. içerde onbes, «yirmi kadar delikanlı İle iki kız vardı. İkisi d« «özlüklü ve kısa boylu olan kıüar, orta yerde bir hastayı muayene eden küçücük. >;ska, buruşuk tyüzlü, kır bıyıklı bir adamın etrafında dönüp ağzının içine bakıyorlar, delikanlılar kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Profesör olduğu 'anlaşılan ortadaki sıska adam, camları parladığı İçin gözlerini göstermlyen kocaman gözlüklerini bu gençlere dikerek:
"Bakınız hanımlar!., diyordu, "Zahmet olmazsa siz de bakınız efendiler!,, Bu hasta bayan, bir müddet evvel lohusalık şualarında,,, Nasıl efendim? Doğumdan önce mİ başlamıştı?,,, Evet efendim. şu halde hamlin sonlarına doğru, oldukça ağır bîr eklampsl, yani hra.vale geçirmiştir. Bu hastalığın böbreklerdeki komplikasyonlarını biliyorsunuz,, Yani böbrek ensüfizansı,, Yani ademi kifa^’esl,,, Evet efendim,, Aşna aradan bu kadar aylar geçtikten sorra,, Nasıl efendim? Cc hafta nu? Evet, üç hafta geçtikten sonra bu seklide eğü bir üremi halinde tezahürü tıp literatüründe pek ender görülür. Inzarı ekseriyetle vahimdir. Nasıl efendim? Zevcenisiniz efendim? Merak etmeyiniz. gececek efendim. Hastayı kaldırsınlar."
îkl hademe, yukardaki nisaiye koğuşumlan sedye ile indirdikleri hasta kadını tekrar alıp götürdüler. Kocası asistanlara ve talebeye sokularak, «Inzarı vahim* tabirinin ne demek olduğunu öğrenmeye çalışıyor, fakat hepsinden kaçamaklr cevaplar alınca telâsı büsbütürt artıyordu. Nihayet profesöre başvurdu:
«ölecek mİ!»
öteki, gözlüklerinin arkasında kaybolan gözlerini karşısındakine dikerek y umuşak bir sesle-
«Biz doktorlar nıç bir hasi.tdan ümidi kesme yiz efendlm-ı, dedi.
Hasta kadının kocası, bu cevabın derinliğini kavramak istiyormuş gibi düşünceli ve şaşkın, dışarı çıktı.
Profesörün gözleri bu anda önünde belirive-ren Avnl Akbulut'a ilişince bfr şeye hayret ediyormuş gibi kaşları yukarı kalktı, alnı buruştu, o yumuşak fakat hor şeyden uzak sesiyle şortlu:
«Sizin neyiniz var efendim?»
Avnl bir şey söylemeden Niğde hükümet dok-1 torunun mektubunu uzattı. Profesör. hen kaşları M kalkık ve alnı kırışık, zarfı v\çtı ve içindeki kâğıda şöyle bir göz gezdirdi. Altındaki imzayı hatırlamak İster gibi biraz düşündü. sonra başını •yolladı ve Avnl’ye dönerek:
«Peki, ne İstiyorsunuz.?» dedi.
Hasla hemen denlini anlatmıyu başladı. Cebinden raporlar., tahlil neticelerini, kolluğunun altından, »ayısı onu geçen röntgen mimlerini çıkardı, İlk defa nasıl ameliyat olduğunu, sonra hastalığın nasıl yeniden teptiğini saydı döktü.
Bu sırada doktor muslukta ellerini yıkıyor, ispirto ile oğuşturuyor, beyaz l>lr havluya kuruluyordu. Onun kendisini pek can kulağıyla dinle -
| Haftanın Hicvi :
/ Zeytinyağı dalaveresini ne unutan var ? ne yutan! Hal olmuj gibi gösterilmesine
• rağmeoı o bglâ karaborsacılık yel'u ile - a-/ sâlet ve nezaket bile taslamağa başlamış 'olan - bir sonradan görmeler burjuvasının / yaradılrcasutda kullanılmış başlıca vasıta-{ lardan biridir.
/ Zeytinyağcılar içinde bir öylesi var ki,
• dostlar bizim, yemekleri yağsız yediğimiz / günlerde depolarında stok yediyüz bin { kilo zeytinyağı vardı.. Bizim çamurdan bir / ekmek aîabilmek için fırın önlerinde so-
• ğuktan titreşerek biribirimizi çiğnediğimiz » demlerde o bir altındağa binmiş zevkini ! getiriyordu.. Maaşlara onbeş lira zam yap-J mak için münakaşalar cereyan ettiği gün-Şİerde memleket mâliyesinin yüksek men-
i. Et
: ve kemik haline gedmiş olan bu ..alçaklık :a, Anadolu çocuklarının e-z meğinâen ve ekmeğinden keserek Vatan le-inin görülmesi için verdikleri parayı
- babasının malıymış gibi kumandı, s"mür-
( dü, bundan yorulunca da "bahı hükümet-J ten—bir Namık Kemâl gibi—izzet - ü -
unutul-f mak, mi&yonlarile başbaşa, üstüste, altalta »sessizce «mütevazı bir vatandaş» gibi öm-■se- • rimü itmam etmek gnyesi peşindedir! Şe-nil‘ ( refsizlik ve haysiyetsizliğin bu en korkunç f canavarı kendi kendini unutmuş olduğu l için halkm da her şeyi unutmuş olduğunu f sanıyor-. Halk iyiyi unutmadığı gibi kötü-
( yü de unutmaz! Sana gelince, sen tifüsün
• biti» inkılâp gençliğinin hafızası-da, daî-( ma; imha edilmesi itk ve en büy”k vazife
• olan «millî düşmen» olar?k yasavacaksın! ( Hafızada sessiz, hareketsi’, bir hatıra ola-« rak yaşamak tehlik di ohn»k şövle dursun ( rahatça bir iştir. A™a berhrtde bilirsin ki, «biz hayaller ve fikî-Ie-le değil aksyonlarla (yaşayan nisanlarız. Seni hafızamıza, bütün «çirkefliğinle nakşetmiş cüm’mızm sebebi
halkın çiğnemiş olduğun haklarım kurta -« racağımız günlerde çirkefliğin ak’yonlan-j miza amansız bir muharrik olum dîyedir! İ Hartı senelerin™ korkunç sefjfet giinle-« rmde senin habis vüzun memlek"ti-( ufkun-İ cfa sıntıo milletin sefaleti—- gül-r; çalın-) mis milvonlartnm dağ manzara? balkm u-«kmtıÇarile yanetr ve albnlan"— sesi fer-J yatlarımızı duyulmaz kılmak isterdit Seni \ unutursak bîri de halk ve namusumuz ) unutsun.
I I
lüklerinin İçine bakarak: >
(Devamı 11 incide) f
«netliğini farkeden Avnl şimdi asistanlara, talebelere dönmüş, hikâyesine devam ediyordu. Sözünü tamamladığı zaman doktor da gömleğin! çıkarmış, beyaz sadakor ceketini giymişti. Baş asistana dönerek sordu:
«Neymiş?.» ,
öteki blı* kaç doktorca kelime mırıldandı ve filimlerden birini uzattı. Profesör az önce yıkadığı ellerini kirletmemek için filme dokunmadı, ■asistanına tutturarak gözlerini büzdü ve dikkatle baktı. Sonra Avnl’ye döndü:
-Böbreğinizde taş var.»
v.Biliyorum efendim..-«Aldırmanız lâzım, p «Başüstünc efendim.» «Ama hemen ameliyat olmalısınız. Her geçen gün . sizin için tehlikelidir.»
«Hemen olsun efendim. Emredin bu günden
yatayım.»
Profesör karşısındakinin ne demek istediğini ilk anda anlıyamamış gibi başını arkaya atarak bir on düşündü, sonra baş asistana dönerek: Bizim serviste boş yatağımız .var mı?» diye sordu.
«Hiç yok efendim.»
Avnl atıldı:
«Bir kaç gün beklerim, belki o zamana kadar
boşalır.»
Asistan cevap verdi:
«Zannetmiyorum, yakında çıkacak hastamız yok. Sonra bir çok da sıra bekleyen var./
Profesör kapıya doğru yürüyerek ilâve etti:
«Si? bilirsiniz, fakat hastalığınızın beklemeğe tahammülü .yok. Hemen bir ho.staneye yatıp taşları aldırmaksınız.»
Bunları söylerken kapıdan çıkmıştı. Avni’nln cevabını beklemeden koridorda hızla yürüdü gitti. Talebelerle asistanlar da arkasından odayı boşalttılar. Avnl elinde raporları, filimler! He or-tu yerde kalıverdi. Bu sırada İçeri gelip ortalısı/ikbal ile çekildi. Şimdi silinmek, düzeltmeğe koyulan o kapıdaki hademe, onun hâ- ■ lâ odada dikildiğini görünce:
«Ne bekliyorsunuz?» diye hordu. Avnl dertleşecek kafa dengi birini bulmuş gibi] ona Kayse-ri’den başlayarak böbreğinin hikâyesini anlatma ya kalkınca, hademe eliyle sözünü kesti:
«Doktor Osman beyin burada bunları dlnllyc-cek vakti yok. Görmedin mİ, işi başından aşkın. Burası fakir fıkara yeri: Sen efendi ikdamsın, git ■derdini muayenehanesinde anlat. Dirim yünlünün sahibidir, saat dörtten sonra ftep orada 'bulunur. Al istersen adresini vereyim.»
Gömleğinin cebinden çıkardığı ince bir kartı hastanın eline tutuşturdu, İşine koyuldu. Kafasının İçinde hep (> acayip, bütün iradesini elinden alan ilâç kokusu>lu hastaneden ayntan Avnl, ağır ağır yürüyerek, otelu geldi, p.arhiz yemeğini bile y iye m hyerek-sadece bir cay içti ve bir saat kadar dinlendikten sonra, hemen kapının önünde duran, tramvaylardan birine atlıyaruk Dirim Yurdunun yolunu tuttu.
f faatı icabı olarak" fikir beyan etmişti. ' ve kemik halin- hu ..alca
t irad asi» yıllara
£ meninden vp e
(İ?1
1 ha
Profesör Osman onu,haslanedcklnlnlanı •tersine, büyük bir alâka İle muayene etti, hattâ tatlı dflfnl Borlu o kadar övdüğü -halde suratı hep canı sıkılmış gibi duran doktor İrfanın aksine, doktor Osman sahiden tatlı dilil, güler yüzlü İdi. Bütün fiJJmleri, rapor* «iri teker teker gözden geçildi, bir çok söyler sorup soruşturdu, nihayet, aralarında tam bir itimat bağı kurulduğuna kanal getirince, ellerini Avni’nln omuzların.* dayayarak:;
"Bakkardeştir... dedi,
■’lyetinl iyice ahlattım, cahil bir insan I hayatını, aileni düşünmeye ıhecburKı,
ver. Tek çare ameliyattır. Taşı çıkarırız,* bir kav ay da sıkı perhiz t der, vereceğim ilâçları alırsın. Allahın izniyle bir şeyciğln kalmaz.,.
"Hastanede de söyledim ya doktor, emrin ne ise öyle ederim. /Beni hastaneye yatırıver.,,
"Fakülte hastanesine yatıramam; hem yer yok, hem de hastalığın öyle fevkalâdeden yatırılmanı lca bittirecek mahiyette bir şey değil. Basit bir böbrek taşı. Yer açılmasını beklemek ister do sıraya girersen a.vlar sürer, halbuki hastalığının buna tahammülü yok. Bak düşün, taşın. İstersen benim kliniğe yatırayım. ama senin İçin biraz masraflı qlur.„
Avnl doktorun gözlüklerinin içine bakarak.'
•‘sara hastalığının ma-
ıdeğılsln, kararını
Donan RUSFK'AY
DİKKAT :
Abone, mektup, azı ve her türlü muhaberat için adresimiz şudur:
Gün-Posta kutusu 519 - İstanbul
"GÜN» den memnunsanız ve yaşamasını isteyorsanız abone olunuz., muhitinize yayınız!
“Yarenlik,, ve
Rıfat İLGAZ
t
Rıfat İlgaz Yarenlik isimi ilk şiir kita bım. hakkında yazılmış tenkitleri de alarak, yeniden bastırdı. Bu tenkitlerden birini alıyoruz:
Şairin en dikkati çeken tarafı, Türk cemiyetindeki emekçi ve yarı çınekci sınıfın iktisadi ,içtimai ve maral cenheleriri bir kaç mısra içinde '.çizivermesindeki ustalıktır.
Aylak sınıf şairlerinin çizdiği İstanbul tablolarıyla, Rıfat İlgaz’ın İstanbul tablcCarı arasındaki tezatlar, günde ondört saat alınteri döken kol ve kafa işçisinin — ki 15 - 16 milyonu bulmaktadır — sofrası ile mirasyedi vurguncu sofrası arasındaki tezatlara benzer.
Niçin onlar ^realiteden ürküyor, hakikat ile sanatın imtizaç edemiyeceğini mi sanıyorlar? Bildiğim bir şey varsa o da her sanatkârın mensup olduğu sınıfın İktisadî ve İçtimaî şartlarının bir mahsulü oluşudur. Onlar, halkın ıztıraplariy&ı sakatlarını kirletmek (!) istemezler. Çünkü onların mensup olduğu ve propogandasını yaptıkları aylak sınıfın maddî ıztıracÇarı yoktur. Onlar bütün tarih 'boyvcca yaşanmış zümre saltanatlarının ve kus tüyü yataklarda kuş sütüyle beslenenler arasındaki muaşakaların hasretini çekmektedirler. Bütün kedeıCeri aradıklarını bulamamaktandır. Onım için hakikate gözlerini kaparlar, halka sırtlarını çevirirler. Yaldızlı hülyalılara dalar, lâcivert rüyalar görmeğe başlarlar.
Halbuki Rıfat İlgaz, cnaltı milyonun bu günkü durumundan, köprü altları ve Haliç kıyıları sefâlelCerinden, teneke suratlı kulübelerden, İstanbul kaldırımlarında param parç sürümen a£tt bin Türk çocuğundan, mekteplerdeki umumî zafiyete müptelâ onbin-Çerce gıdasız talebeden, karaborsadan, vurguncudan hülâsa, bu lıal kın içinde kıvrandığı hayat realitesinden haberdardır. Bütün bunlardan: haberdar olan bir sanatkâr, elbette bize Babil şarkıları söyliyemez. Ve Cem in şeririne cârlis sülâle devrindeki muğbeçe-lerle inasıl tanıştığımı, açlıktan gözleri kararmış insanlara dinletemez. işte Rıfat İlgaz, bu bakımdan okunmalı, beyhude zahmete girip onda sahtekâr bir Cirizm aramamalıdır. Şiirleri kuokuru kelimelerle tertiplenmiş, kupkuru rrusralardan ibarettir. Ne klâsik bir ahenk, ne bir melodi havası, hatta ne de bütün kitanta bir tek kafiye bulabilirsiniz. Fakat hu kupkuru mısraiarda sabahtan akşama kadar bir lokma ekmek narası peşinde koşup ta onu bulamı-yan bir insanını kupkuru gözlerinde rastlanan derin, korkunç ve anlatılmaz bir şeyler vardır, işte bu da bir sanattır ve belki henüz alışamadığımız sanat.. Musikiniz, vezinsiz, kafiyesiz yâni nazmın ve- hatta serbest nazmın b?e kendine göre mevcut şart ve kaide-leririden mahrum bir şekle bürünmüş acayip bir realizm. Fakat bu acayiplik bizi, okurken acı acı düşünmeğe, ağCamağa, ve hiç beklenmedik bir yerde kahkaha ile gülmeğe mecbur edecek kadar kuvvetli bir sanat rolü oynıyor.
Ben Rıfat İlgaz m naıjınılarıyla Ahmet Rasim’jn nesirleri arasmda tasvir, mevzu seçimi, hadiselerin detaylarına kadar iniş bakımından kuvvetli bir benzerlik görüyorum. Ahmet Rasim gibi İlgaz’ın da iyi bildiği bir çok şeyter var: Bu arada yeni tiirkçe, balkın örf ve adetleri, eskiye ve yeniye aşınâlık ve Jstanbulun semtleri... Belki bir mektep hocası olduğundandır, şair çocuğu iyi tanıyor ve çocukla meşgul olmaktan hoşlanıyor.
Bu memleketin o büyük ve asla hal edilmemiş alan çocuk meselesinin bir çok cephelerine şiirlerinde sarahatle rastladım. Mensup olduğu kültürün, sınıfını ve dâvânın pıopagandas.eıı yaparken sanatkârın dikkat etmesi gereken cihet şudur: İnanma — 8 —
kalitesini ve inanma tekniğini yükseltmek, geliştirmek. Şiir, her türlü heyecanlarımızın yalnız yazık şekilde ortaya konması demek değildir. Bu heyecanlan okuyana da ayni samimiyet ve şiddetle his ettirtmek ustalığıdır. Bunun bence hiçbir kaidesi yoktur. Kaideler muvaffak cCma vakıasının tahlilinden çıkar. Şu halde her sanatkârın kendine göre şahsi kaideleri var demektir. Klâsik veya modern kaidelerle iş yürütülemediği hallerde şahsi kaideler yaratmasını da beceremiyen adam sanatkâr cîamaz.
Rıfat İlgaz, şimdilik klâsik veya modern hiçbir nazım kaide sine bağlı değil gibi görünüyor. Nazmı, nesiri andırıyor ama, yazdığı da nesir değildir. Halbuki nazmı, nesri andırır şekilde yazmak modern kaideler arasındadır. Fakat oöyle bir kaidenin de Rıfat İlgaz'ın şiirlerinde tatbik edildiğini söyCemiye muktedir değilim. Onun, nazım tarzını şahsileştirmek üzere olduğunu, nek yakında altında imzasını görmeden, yazdıklarını tanıyabileceğimizi ümit ediyorum, işte o zaman şairden sanat kaidelerinden hiç olmazsa birime olsun bağlanmasını istememize artık lüzum kalmıyacaktır. Çünkü o zaman kenidi kaide ve tekniğini ortaya koymuş alacakta.
Esat Adil MÜSTECABLIOĞLU
Kahveler Gazeteler
Kimini vurguncu yantı 39 harbi, Kinz’r.i karaborsacı.
Lâf olur diye dost çayı içmeyenler, Mahkemelik oldu rüşvet yüzünden. Gaz fişi, ekmek karnesi derken Kimler karışmadı İd, piyasaya.
»Kimini sefil etti 39 harbi,
Kimini şair etti»
Beni de gazete tiryakisi
Dadandık kahvelere ajans yüzünden, Bir bardak ıhlamur bedeline
Yeni nizamda-, dem vuran makaleler
okuduk.
1 Düştük eli kalem tutupta
/ Eh salâh tutmayanların peşine,
i Cenk meydanlarını dolaştık
p Denizler geçtik, dağlar aştık,
ı Gün oldu kırıldı kanadımız
/ Kaldık çöllerde.
> Gün oldu, Urallardan vurup
/ Ulaşmak istedik Kızıl elma’ya.
> Yürüdük şehir şehir,
/ Bir de ne görelim,
> Arpa boyu yol gitmişiz!
/ Düşenin dostu mu olur,
J Zafer nerde, biz orda:
/ ■( Meserret »’te kurtardık Sivastoool’u
i »İkbal»de girdik Berlin’e
/ Atikaii kahvesinde pdtlad:
) Atom bombası.
/ Pes dediler bir ağustos akşamı
i Şehzadebaşı’nda Japcnlar,
/ Çektik zafer bayrağını kapıya!
i
i
i
$
i
Rıfat İLGAZ
Toprak kanununun köylerimizde uyandırdığ
Toprak kanununun Meclisten çıkışı memlekette ileri, geri bir hayli gürültlye yol açtı. O günlerde Metlisin içinde ve dışında geniş toprağı olan kimseleri” nasıı çırpınıp, çabaladıklarını, memleket -fe duyup öğrenmeyen kalır, amıştştr.
Hatta öyle ki yalnız or.yedinci mad denin müzakeresinde lehte ve aleyhte fsöy3enen sözler ve çatışmalar bir kaç gün sürüp giti. O zaman iki tarafı temsil edenlerden birinci gurup, bu kar.unu, memle-lekette asırlardır kökleşmiş derebeylik ni-ızarr.ırkn kir tasfiyesi olarak gösterip, onu ileri ve irkilancı bir hareket olarak kabul ediyor, karşı taraf fikirlerini buna göre .müdafap ediyorlardı.
İkinci bir grup «ki ekseriyetini büyük ara-zi sahipleri ve çiftlik sahipleri teşkil etmekte idi» tamamıie birincilerin aksı bir yol tutarak böyle kir kanunu «dünyanın kutsal saydıkları mülkiyet bağlarına bir teca-.vüz» diye vasıflandırarak, böyle bir şeyin pıemleketi anarşiye ve nizamsızlığa sürükleyeceğini iddia ettiler. Bunların arasında tamamile ayrı düşünen üçüncü bir grup da .birincilerle ba^rı noktalarda birleştikleri halde, toprakların küçük parçalara ve işletmelerden ayrılmasına muhalif bulunuyorlardı. Bunlar köylümüzün çalıştıkları toprakların saihibi ve efendisi olmasını istemekle beraket,küçük işletmelerin sanayi de olbuğu gibi büyük işletmeler karşısında tutunamıyacağırn ileri sürüyorlar böyle (bir şeyin asrımızın teknik ve ekonomik şa rtlarına uygun düşmeyen bir yol olduğunu açıklamağa çalışıyorlardı. Böyle düşünenlerin arasına bazı gazete ve dergiler de katıktı. Bu mesele üzerinde uzun uzadıya yazılar yazdılar. Bunların toptan yürüttüğü mütalaa aşağı yukarı şöyle hülâsa edilebilir: Onlar diyorlar ki, madem ki düıı-;ya büyük işletmelere ve toptan iş çıkarma esasına doğru gidiyor, bizim, dünyanın gidişine aykırı bir tedbir almamız, senelerce daha köylüyü kara sapanile karşı karşıya bırakır. Belki daha uzun yıllar köye teknik ziraat aletferi girmekten alakoya -rak senelerce köylüyü bir avuç toprağın üzerinde süründürmeğe mahkûm eder.
Beri, geri yürütülen bu mütalaaları memleketin sosyal ve ekonomik şartlarile onun toprak tabiyesi çerçevesi içerisinde incelersek gerçek mesele kendiliğinden ortaya çıknuş olur. Bunlardan da anlaşılıyor ki, memeket,bazı bölgeler hariç,henüz teknik ziraat vasıtalarına kavuşmamıştır.
Böyle olduğuna göre, mevcut sosyal dü zenic içerisinde topraksan birleştirerek top lu ziraat yapma cihetlerine de gidilemiye-ceğıne göre, toprak kanununun nüfusumuzun çoğunluğunu teşkil eden köylümüz i-
ı yankılar çın ileri ve kalkındırıcı bir dava olarak e-le amak lazım. l>ıger meseleler bunun pekinden çeker.
lürkiyenın n uhteif bölgelerinde yaptığım incelemeler, bu meselenin ne kadar ciddi ve sıkı tutulması gerektiğini yöste-fir. Toprağı verimli ve müsait bölgeleri bırak, bugün orta Anadolu gibi toprağı çorak ve kısır bölgelerde bile öyle Köyler ve .çiftlikler vaıdır ki, en geniş ve işe yarar yerleri samanda eşraf ve ocakza. elerin ederine geçmiş, ha,lk buralaıda bir zaman ker.nişinden gaspedilen topr(>k'(ar üzerinde ortakçı ve yeirımcı duruma inm ştir. Sırasile bu cihetleri bütün çıplaklığile Yurt ve dünya, Ant dergilerinde belirtmeğe çalıştım.
Bugünki yazımda da toprak kanununun kabulde, onvaı uygulanmağa geçilmesinde gecikmeler göstermesi, köy>ülerimız üze-ri-nde acaba nasıl bir tepki ve yankı ya ratı. ? Ondan bahsedeceğim.
Geçen scsıe toprak kanununun müzakc resi sılasında Ankaraya gelen bir köylümü yanıma takarak M er'.ise götürdüm. Bu adam babasının babas ndan beri ocak zadelere ait olan bir çiftlikte ortakçı olduğundan, toprak esaretinin azap ve acılarını bol bal tatmıştı.
O gün de tesadüfi hatipler arasında şiddetli çarpıştı atlar ve tartışmalar oluyordu. Millet vekic.eriırin bir çoklan bu mesele dolayısıyla hitabet yarışına girmiş,gö rüçûerini belirtmeğe çalışıyorlardı. Konuşma, baştan sona kadar köylü ve tığından toprak ürerinde dönüp dolaştığın dan, bizim köylü ahbap, zaman zaman ayağa kdHnj'or, bir taraftan da kolunu dür terek, söz alan hatipleri işaretle: 'söyle ka rdeş bu bizden mîi? bzden yana mı konuşuyor?» diye benden izahat alıyordu. (
Nihayet, toprak kar.unu eyice gürültü ve taztışmauaıdan sonra kabul edildi. Hiç bir kanunun çıksşı köylümüzü bu derece yakıtrdan alâkadar etmemiştir, sanırım. Öyle ki o günlerde toprağa kavuşmak ü-midile, yorganını sırlayarak gurbetten kö y« göç eden köylü vatandaşlara rastladım
Bu sevince kapılan köj'üd n birisi de benim Meclis müzakeresine götürdüğüm adamın köyüdür. Bir efendinin çiftliğinde yancı olan bu köylü o giinle.de işe olup bitmiş gözile bakılarak, ce davul, zurna çakarak şenlik bile yapmış lardır.
Geçerlerde bu köyün altı, yedi sene ak ekimini alan birisi, Ankara’da karşı -ma çıktı. Yakından tanıdığını bu uyanık ve ateşli delikanlı elinde bir istida ile dolaşıyordu. Anlattığına göre, köyden vilâyet yetiyle yeldikleri istidalar cevapsız kal-
bu gün ler-
Hiciv Tarihi
Eşi ef
1
liiirrlyrl Ka»id(M»i*nden:
Hükümet uıuuıuı tulu hayata mail olsan da Defterken gardiyanlar ku'. tartı hıfzı emanetten Çtkar.ian yntiızu tıynet değişmez İsle zılbıllah Utanmaz kendi nefsinden haya etmez melfımetten Açıktıı babı mııhbc s ılıt ilâ f t kavil millette yjuer ıncnıa u.*..uuuı ıLuınuıı reyi ümmetten Eğer bir zelzele nlıruzsa bir yer titremez amma Yurvkier hoplamakta bizde fıkdanı metanetten Nasıl bir zincire vurdu yirmi milyon slrl bir maymun
Ulansın sirl deızenciı h * bendi -hakaretten Biz ol sürü tabiat bir takım C mgAnekfinız kim Cihanda farklınız yok şimdi bir çulsuz aşiretten Eden çok ben sibi mqyhum.de davn-i- hürriyet Eakat tırnağını kessen kaçar meydanı gayretten. Umumi blı hücum isle, ki ced&dı ezip geçsin Bizim evlâdımız da yoksa kurtulmaz eı.aretten Ne mümkün başka, türlü bizce istihsali hüniyet Çalış hünkârı kaldır otludan hallet hilâfetten dığında-n, şimdi çıkıp Ankara’ya gelmiş ti. Bir defa oa ziraat vekâletine baş vurup müsbet bir .•.cüce alamazsa ondan sonra başır-an çaresine ban;'cağını söyliyordu.
Eğer, diyordu, yakır.da hükümet bu işi yapmazsa hepimiz açlıktan öleceğiz. O, zaman leprak kanununun hayrını gör. Ve gene iaive ettiğine göre, toprağının efendisi, çiftlikten «def olup gitmeleri» için her tü.Üû yardımı kesmiş, eski harçlar İçinde iki ayaklarını bir papuca koymuş. Hele evler cerae ise başlarına uçacakmış.
Bir taraftan parti ve partinin gazete-eri çıkardıkları bu kanunla, öğüne dursunlar. Bı_“ucı çok acı misallerine b.'şka bölgelerde de rastlıyoruz.
Geçen gün orta Anadolu’nun şimale bakan bir çeltik bölgesinde köylünün bi -riyle konuşurken aynı şeylerden yana yakıla dert yandı. Bu köylü, «B» kazasında oturan efendisinden şikâyetçi idi. Oturduğu çiftlik iki yüz bin '.İraya bir kaç köye satdmıştı; bu köylü a’e çoluk çocuk kapı dışan edilmişti.
Toprak kanunumun yarıcıları ilgilendiren faslına dokunarak «peki enayi gibi ne diye çıktımız, kanun açık, hiç bir ortakçıyı çiftlik sahibi hiçbir sebepte yarıcı olduğu topraktan süremez, satışa mani olabilirsi ııiz» dedim. Köylü budalaya bak-» der git» omuz silkti. «Haydi çıkma bakalım elendi, Ağa tohum, hayvan vermez, suladığın bendi de yıkarsa, bir dahaki seneye taşan kırığını mı yiyeceksin? Duyduk, hükümet toprak kanunu çıkarmış, ama o biz-lere göre değil. Biııim sahibimiz daha bu dünyaya gedmemiş !>
Köylerde durum bu merkezde iken bir gazetenin ünlü başyazarı, üzerine toz konduran biri çıktı mı, herşeyi olup bitmiş göstererek, ikide bir toprak kanununu diline dolayarak, şaklabanlığa başlar. Bu suretle de muarızlarını Don Kişotvari pa-'lavrasiyle susturduğunu sanır. Ortalığı her zaman güllük gülüstanlık göstermeğe meraklı bu efendi, toprak kanununun yanı-— 9 —
TEL
« Devletin Menşei» adlı eser hakkın -daki kısa tenkidimizi okumuş olanlar şüb-hesiz. o yazıda telifle sentez arasındaki farkı belirtmeğe yarayacak bir düşüncenin ipuçlarını görmüşlerdir.
«Telifçilik» deyimini, metod bakımından mütenakıs, düşünce ve action’lan birleştirmeğe teşebbüs etmekten ibaret o-lan cehillere hasredebiliriz. Metodça. yani prensiplerde, kökten zıt lolan fikir ve acti-onlar mütecanis bütün'ler vücude getirmi-yecekleri için birbirlerinin- yanında iğreti ve aralarında boşluklar olduğu halde dururlar. Bu vaziyet karşısında sentez mev-zubahs olamaz. Sentez, metod bakımından mütecanis fikir ve action'larm derhal kaynaşması; telifçilik metodça gayrı mütecanis fikir ve actionlann kaynaşmayarak iğreti, ayrı kalmağıdır.
Bu mânada tarihi maddecilik, Ş;sya lizm ile sınıf mücadelesi ve kıymet fazlası teorilerinin 'bir telifi değil bir sentezidir. Buna mukabil realizm jle idealizmi; maddeci sosyoloji ile ruhçu sosyolojiyi birleştirmeğe kalkanı bütün teşebbüsler telifçiliktir. Sentez, metodik tecanüs; telifçilik, me-todik tenakus içinde ortaya çıkan birer hâdisedir.
Sentezle telifçiliğin sosyal kökleri olduğu ve insan, zihninde esrarengiz kuvvetlerle beliren hâdiseler olmadıkları âşikâr -dır. Sentez sosyal bir sınıfa sıkıdan sıkıya merbut; hayatı ve düşünüş tarzı bu sınıfın şartlarile tamamen tayin editoıiş bulunan mütefekkirlerin ulaşabildiği orijinal bir neticedir. Telifçilik ise, umumiyetle halk sınıfı ile burjuva sınıfı arasında sallanan daima kararsız ve mütereddit küçük burjuva sınıfın^ mensup o sınıfın şartları tarafından tayin edilmiş olması d-ojayısile sınıfının bü-na son günlerde bir de ilk öğretim seferberliğinin uygulanması ile ofis vergisinin ilgası meselesini kattı o meydanı boş bu -lup borazanını öttüre dursun bu işlere bizim köylü dayılar ne diyor bakalım: Geçen bu yazılardan birinin her zaman konuş tuğum gazeteye meraklı, bir köylüye okudum. Bıyık altından kıs, kıs gülerek göz ■ berime baktı:.
— Bakıyorum da dedi bu hükümet toprak kanunu çıkarmakla çok kurnaz davrandı doğrusu. Bu iş biraz da tavşana kaç tazıya tut diyen avcının işine benzer. Bana sorarsan bu, kanunun çıkışı yarıcılar ve ortakçılar için ölüm çiftlik sahihleri için ihya oldu. Hani hükümet satışa miida-hele edecekti (Ç xx) oğlunun sekiz tane çiftliği şimdi satılık herif topraktan alıp apartımana yatırıyor. Yarıcılar açlıktan zı baracaknuş, Allah hükümetimize zeval ver
IF-SEN
Haşan TANRIKUT
tün kararsızlıklarile dolu) mütefekkirlerin haleti ruhiyesi, düşünüş ve hareket ediş ta rzrdır.
ı Küçük burjuvaziden çıkan mütefekkirler kültür terbiyesine müstenit bir cehille ya. lıalk sınıfının veya burjuvazinin adamı haline gelecek veyahut kararsızlık (telifçilik) içirşde ömürlerini bitireceklerdir. 1 a ıiâhî maddecilikte fikirle actionun tahlili (gayrıkabil olan bütünlüğü dblayısile küçük (burjuvaziden halk sınıfına geçen mütefekkir. hadiselerin daimî akışı içinde ya gerdekten halkın malı olur veyahut yarı yol-(dan döner: O, kararsızlık içinde yaşamakla devam edecek, yahut halk yolunun is-gediği fedainefs karşısında yılmış olmaktan (gelen duygunun tesiri altmlda burjuvazinin .hazır ve bundan dolayı emin, tehlikesiz görünen saflan arasında halk’a cephe ala ,c aktır!
Bizde burjuva sınıfmm var olmayışı, küçük burjuva sınıfını, halka bağlanamamış, bir sürü şaşkın münevverin yatağı haline getirmektedir. Böylece telifçilik uzun müddet fikir hayatımızın baskın durumu haline gelmiştir.
Her nekadar bu harp içinde - yumurtadan vakitsiz çıkmış acaip piliçler gibi * bir burjuva sınıfı karalbjcirsaya dayanarak kurulur gibi görünüyorsa da çek geciktiği için Avıupa nizamına aykırı gelen bu halin trmelii ve devamlı olması imkansızdır. Kavimlerin, uzun asırlarda geciktirdikleri tekamülü fertlerin kısacık ömürleri içinde suratla geçivermeleri gibi biz de. Avnupanm uzun tekâmülü mahsulü olan burjuva d'evre.üni süratle geçerek çağdaş şartlara uymak zoıun,da kalacağız. Bun -dan dolayı burjuva partileri istedikleri karnesin bakalım arkasından ne çıkacak.
ilk öğretim seferberliğile, ofis vergisinin vlgakı meselesine gelince köylü konuşmasını şu sözlerle bitirdi: «Bunlardan kime ne? Köylünün sığırını, sıpasını satıyorlar. Onbeş, yirmi haneli bir köye 15000 liralık bir bina çökertiyorlar. Yine Ahali razı olsun ama bu kadar vergi veriyoruz yatdımlarını biraz arttıramazlar ıra? Böyle giderse çocuğumuzun çoğu bile bu ağır yük altından kafltamıyacak.
Gelelim ofis işine: «Gazeteci bunu da köylüye müjdeliyor. Sevindik ama ya ba şımıza takmak olursa... Ofislere istif edip çürüttükleri mis gibi buğdaylarımıza ne ■ diyelim?» Artık köjfiinvc b» acı fakat hakikat olan sözlerine katacak bir şey bulamıyorum.
Sekli Köyü : Halil AYTEK1N
TEZ
dar kurulsunlar sosyal zaman kadroları içinde uzun ömürlü olmalarına imkân yoktur. Zarurî olarak halka gidileceği işin «şaşkın - telifçi» mütefekkirler de ortadan kalkacaktır! Hiç olmazsa cemiyetle sıkı temasta oldukları müddetçe şaşkın hallerinin devam etmesine imkân kalmaz. Bunlar cemiyetle ilgilerini keserek içlerine kapanacakları arda rfcmantik ve mistik te mayüllere sürüklenmekten kurtulamayacaklardır.
Fikir ve aksiyonda tecaniise. senteze varabilip varamamanın sosyolojik ve so» yal şartları bunlar olsa gerek.
Ekonomik kriz: Tarihin gelişme seyrinde kapitalist içtimai nizama has, müz mir.leşmiş bir hastalıktır. Kapitalist nizamının bünyesindeki tezadların mahsulü o-lan ekonomik kriz, kapitalizmin, bilhassa emperyalist devresine girdiği zaman genişlemiş ve bütün dünyayı birden sanp zelzele halini almıştır. Her on senede tekrarlayan krizin sebebi şudur: Kapitalist İçtimaî nizamında istihsal ve dağılış ferdie -rin, zümrelerin ve grupların elindedir. Bunlar arasındaki daimi rekabetde işlerini birikirlerinden gizü tutmak, esasına dayandığı için ortaya plânsız istihsal tarzı ve anarşik bir tevziat sistemi vücude getirmiştir. Yani emtialarını sevk edecekleri pazarların ne kadar eşyaya ihti acı olduğunu ve ne kadar alıcı geleceğini bilmelerine imkân olmayan kapitalistler şuur -suz ve plânsız şekilde habire istihsal yaparlar ve mal pazara gider. Alıcıların İh tiyacından fazlla.ı birikmeğe başlar, büyük stoklar meydana gelir nihayet bu vaziyeti gören fabrikatörün kafasına dank der ve derhal ani bir tedbirle istihsali keser, işçilere yol verir. Bu suretle de bütün dünyada işsizler ordusu meydana gelir iş siz kalan bir sürü insan da şaşkın bir vaziyette sarsılır, kalır. Satın alma kabiliyetlerini de kaybettikleri için ortada mallar büsbütün satılmaz olur. BöyS'ece umumî durum, bir fasit çember içinde yuvarlan -mağa başlar, işte ham madde teinin etmek ve mamul emtiayı satabilmek için pazarlarda kapitalistler biribirlerine girerler ve emperyalist devletCer arasındaki bu rekabet cihan muharebelerini doğurur. Büyük kayıplardan başka açlık, sefalet, yeryüzünü kaplar. İşte İktisad ilmindeki «Kriznin kapitalist nizam hastalığının başlıca sebep ve neticeleri bunlardır.
te
B Ö B
(Baştarafı 6 ncıda) g
«Yani ne kadar olur doktor bey?® dedi. Bur-■ punu, kafasını gene o uğursuz *ilâc kokusu dol-3 duruvcrmiştl. Gözleri kararıyordu. Doktorun zayıf; yüzünün hafif bir gülümseme ile buruştuğunu ha- £ yal maval farketti ve uğuldayan kulakları onun yumuşak, cana yakın sesini uzaklardan gelir uibt *» İşitti: — • •(
«Yatak''parası ve ameliyat Içuı bin lirayı göze almalısın.»
Avnl’nln kafasını saran bulut bir an için a
çılır gibi oldu. Boğuk bir sesle:
«Aman doktor’? dedi. Profesör hep o tatlı
gülüansemesiyle sözünü kesti:
«Söyledim ya, biraz masraflı, olur, istersen Kayseri hastanesine bas vur. Ama vilâyet, hastaneleri ve doktorları,,,
• >
Sen daha iyi bilirsin ya, başından geçti,,,?
«iyi ama doktor, bin liranın yolu nerue?» öteki bütün yüzünü kaplryan tatlı bir gülüşle:
«Bunu bana mı soruyorsun? Bilsem vallahi söylerdim.® dedi. Şakaya katlanacak halde olma-(yan Avni eliyle kulağının arkasını kaşıyarak kendi kendine mırıldandı: «Çoluk çocuğa, yazıt» bağla bahçeden birini sattırman mı ki? Can her peyden üstün.» Sonra doktora o öndü: «Bana biraz ikram edemez misin, bak sana ralebertden mektup pa getirdim.»
(Ha, kim o çocuk? İsmi yabancı değil ama. bir türlü hatırlıyamadım. Neyse simdi .seninle bakkal pazarlığı yapacak değiliz- dedim ya, dü-.şün, taşın, kararını jv^r. Ben herg ün öğleden sonra hurdayım.»
İlâç kokusu, yorgunluk, açlık, t eceleri sancılar yüzünden uyuyamamak hastayı öyle bir hale getirmişti ki, kafasında su anda: (Ne olacaksa hemen olsun.» düşüncesinden başka bir şey yoktu. Tekrar doktor doktor dolaşmak, röntgenlerde soyunmak, İğnelerle kan aldırmak, şişelere. İşemek, bekleme odalarında saatlerce, günlerce pinekle -mek, artık bunl-arın hiç birine > dayanmryacaktı Sönük gözlerini ağır ağır Profesör Osman’a çevirerek:
"Nlğdeye mektup yazalım da bizim elma bahçesini satsınlar bakalım. Şimdi mahsul mevsim’.-•lir, herhalde para eder.,, dedi:
A I • •
"istersen bir telgraf -yaz. bârı hemen gönderleyim. Sen de git, otelden eşyalarını al. buraya naklet. Para gelir -gelmez ameliyatı yaparız.,,
Bu İsler o gün tamamlandı. Avni. hustahane için hususi satın aldığı mavi yollu llsör pijama İle beyaz karyolasının kenarına oturarak Niğde* den para gözledi. (Her geçen gün, hesabını hiç yoktan onbeş lira arttırıyor ve hasta bazan: «Bu mevsimde bir bahçe satmak bu kadar sürdürülür mü? Kendi soyumuzda bile İnilden anlayan olmadıktan sonra.... diye söylenerek Nigdedekllere kızıyor. hazan da: "Ne diye para geleslye kadar o-lelde kalmadım da doktorun sözüne uyup buraya tasındım kİ? Otelin gecesi bir buçuk lira idi. Bj hastalık bende 'akıl komamıs, , loclli.,, diye kendi kendine içerliyordu. Kliniğe yatı iğinin on -birinci günü telgraf huvaleslyfe bin iki yüz lira geldi, he mm ertesi gün, ikindi vaktine doğru, ameliyat masasına yattı.
Henüz narkozun tesiriyle sersem bir ha?de gözlerini aralayınca İlk gördüğü şey doktor Onmanın gülümseyen yüzü oldu.
«Nasılsınız? İyisiniz ya!» diyordu, -On beş güne varmaz kalkarsınız. Çıkardığım taş; görmek İster -misin? Fındık kadar.,, Bak*>
Avni daha iyice açamadığı dumanlı gözleri'. I? doktorun etindeki yuvarlak şeye baktı, sonra biraz geride duran asistanla hemşireyi de süzerek iticilikle mırıldandı:
«Teşekkür ederim doktor,., öbür taş da böyle kocaman am?»
Profesör Osman karşısındakinin ne dediğini anlnmıyarak iri camlı gözlüklerini arkasındakile-re çevirdi. Genç asistan yarağa yaklaştı:
R E K
"Hangi tas?,,
O zaman hastanın gözleri büyük bir korkuyla açıldı, karşısındaki üçpbcyaz gömlekliyi birer birer dolaştı, sonra hırıltılı bîr sesle sordu:
"İki taş olacaktı! Ocağına dÜfidüm, birini İçerde mİ koydun yoksa?,,
«Kim söyledi İki tas diye?.
"Kayseride söylediler. Ilöntg-. n öyle gösteriyormuş... —
Profesör vo asistanı filimlerin oulunduğu zarfı açtılar,'pencerenin yanma gioi-p uzun uzun baktılar; biri baktıktan sonra ellndekini ötekine veriyor, yeni aldığını «özden geçiriyordu. Odadn çıt yoktu. Apasrra iki doktor birbirlerine filimde bir şey gösteriyorlar, fakat tek söz söylemiyorlardı. Nihayet profesör Osman hastaya yaklaştı:
«Zannetmiyorum!» dedi, «Gerçi filimin orası biraz bulanık ama. Kayseri hastanesinin röntgenine pek güvenilmez, bu taşın gölgesi düşmüş o-lacak. Belki sen de filim çekilirken biraz kımıldar, dm. Ben böbrekte başka bir tasa taslamadım: Hiç merak etme."
Bundan sonraki günler, hattâ haftalar, hattâ aylar A'vni Akbulut için yun rüya halinde geçtiler. Sanki ameliyat gününde yapılan narkozdan hâlâ kurtulamamıştı. Doktorlar o gün filimler! a hp götürmüşler ve bir daha ortaya çıkarmamışlardı. Her gün bir kaç kere yanma geliyorlar. "Nasılsın? -Bir şikâyetin var mı?" diye soruyor -lar, bazan hemşire pansuman yaparken bulunu -yorlar, fakat ikinci taş meselesini hiç açmıyorlardı. Bu halde bir a,y kadar yattıktan sonra, — dikişler olmalı daha sekiz gün olmuştu. — Avni’de tekrar sancılar başladı. Yeniden röntgenler, idrar tahlilleri, konsültasyonlar yapıldı. I*rofesör: "Senin bünyen taş yapmağa çok müsait, böbrekte gene kilsi bir teşekkül ihtimali var. Esaslı bir müdahale daha- icab edecek gajiba!" dedi. ati
Niğde’ye tekrar -acele telgraflar çekildi, sat: lan bağın paracı bu sefer yirmi günde geldi. İkinci ameliyat için Avni’yi masaya yatırdıkları zaman, eski nüfus memuru bir deri bir kemik kalmıştı. Gözleri bir şey seçemiyor, kulakları uğulduyor, sesi fısıltı halinde çıkıyordu. Yüzüne maskeyi koyduktan zaman bu uykudan bir daha uyanantı* ^acağuıı sanıyor, ama buna oktular üzülmüyordu.
Ameliyat bir saate yakın sürdü, itoktor hem yarayı kesiyor, derinlere gidiyor, hemşirenin uzattığı makası, bıçağı pensi alıyor, eğiliyor, doğruluyor, hem de bu aralık asistaniyle konuşuyordu:
"Bizim şu Adad- ki köşkün banyosuna ne renk fayans koydurayım, bir türlü karar veremedim. Mavi kasvetli olacak, (penbe do yatak odasına uyanıyor,,, En İyisi filimi ama. piyasada iyisi yok. Ne halt etmeli »bflmom-"
Nihayçl böbrekten leblebi kadar bu-, tuş daha çıktı, fakat İki a,y gibi kısa bir zamanda İki defa ’flst (İste bıçak yiyen bu ufacık et parçası da artık eanrndan bezmiş gibiydi: taşı aldıkları yerde beliren ince bir kan sızıntısı bir türlü durmuyordu Profesör Osman: "No yapacağız?” der gibi gözlüklerini aststaniyle htvnşiroye çevirdi. Beş dakikadan fazla beklediler, kan ne azalıyor, ne çoğalıyor, hep ayni şekilde, hafif hafif sızıyordu. Haşlanın zayıf vücudunda kımıldamalar ba$lq/nıştt. Bir kaç dakika daha beklediler. Ööbrğği böyle kanar halde bırakmak yarayı tfapamnk, hastanın yüzde yüz «ölümü demekti. Profesör! asistaniyle bir kaç keJtme konuştuktan sonra tekrar makaslarını. bıçaklarını elin»' aldı, böbreği etrafına bağlayan çeşit çeşit etleri, sinirleri kesti, inceli kalınlı damarları düğümledi*; bir anda pörsümüş gibi gevşeyen bu morumsu et parçasını beyaz bir küvetin içine bıraktı, ($onıa ^yorgun bir sesle asistanına yarayı kapatıp dikmesini söyledi, alnında beliren terleri gömleğinin koluna silerek musluğa. ellerini yıkamağa gitti.
Avni Akbulut yatağında kendine gelip, ölmediğini, yalnız böbreğinin çıkarıldığını, artık bir tek. o da ameliyatlı böbrekle kaldığını öğrenince pek şaşırmadı, başını öte tarafa çevirip gözlerini
Haftanın kronolojisi
oü^*' (**%»“*-*•
15 — SI Niıu«n
Odasında, ustura İle paralanan Ahmet has-tahanede Öldü.
îki hırsız «altışar ay hüküm geydi.
Gangster çetesi mahkemeye verildi.
£ Yükseli çiğneyib Öldüren şöför Cavlt mahkûm oldu.
£ Bursada bir değirmenci değirmen çark ma kendini kaptrndı ve parçalanarak öldü.
Zıdananm Raztyeler köyünden Mehmet bir kadm meselesinden Tosunu av tilfeğlle Öldürdü.
Yine Adananın Kırmıklı köyünden Mehmet Mustaftayı uyurken tüfekle öldürdü. Sebeb kadın meselesidir.
£ Tirenden atlaman Ln zarın Sinemadan dönen EyüblU birbirlerini yaraladılar. Karısını öldüren ve kayın yan Halil mahkûm oldu. Aliyi öldüren lb yaşındaki kûm oldu.
ayağı kırıldı dört arkadaş
babasını yanal ı-
Vajıdettin mah-
kup ad t. Haftalarca bu halde vattı. Artık iki günde bir uğreyan doktora, hcıgün pansumana gelen asistana bir şey sqylemiyor, bir soy sorenu-yordu. Ytalnız günün birinde profesör Osman yatağının kenarına oturup yalancıktan gülmlye çalışan brr yüzle, artık hastalığının tamamen iyi olmuş s-ayıldbileceğinl, tek böbrekle katananm öyle pek korkulacak sjey olmadığını, çünkü insan bünyesinin böyle hallerde bütün dikkatini, bütün «ayıttin! öteki böbreğe vererek onu adamakıllı kuvvetlendirdiğini, ve p.-tık Avni (Jçln Niğde’ye dönüp istirahıU etmekten, hâla akmakta olan yarasını da haftada İki detu bir doktora, hatta bir sıhhat memuruna pansuman ettirmekten başka .bir iş kalınadığmt söyleyince, hasta o fersiz gözlerini karşoundakinin yüzüne dikti, ağır ağır, fakat sarsrlmnz bir sesle:
"Yok doktor," dedi, "beni bu halimde sokağa atamazsın. Gayri sattırıp parasını getirtecek bağ, t^hce kalmadı hma, gene de beni bu halimde sokağa atamazsın. Ben bu halimde memlekete dönecek olumum bana sokaktaki itler bile güler. Ya bu yara kapanır, deitmanım yerine gelir, yürü-^•o yürüye tirene giderim, ya bu karyolada ölür, çoluğun çocuğun başına belâ olmam. Kolumdan tutup utsan bile, kapının önünden bir udim gitmem, geleni geçeni başıma toplarım, iste, kendin düşün artık."
Bu sözlerden sonra hastanın gözlerini kapayıp basını öteye çevirdiğini gören doktor, sesini çıkarmadan odadan çıktı gitti. Avni toir hafta kadar bekledi, her kapı açılısında yüreği oynuyor. "Acaba sokağa atarlar nu ki? Buhalde Niğde'ye, çotuğun çocuğun yanina nasıl varırım." (llye düşünüyor, pansumana gelen asistanla hemşirenin yüzlerine dikkat ve korkuyla bakıyoıdu. Ama on-. ların kendisine karşı muameleleri değişmemLştf. Hep aynı nazik dalgınlıkla sargılarını çözüyorlar, -Nasılsınız?/ d ive..‘sorduktan sonra hep ayni seklide, cevap beklemeden bfrbirlertyie konuşuyor ve odadan çtkıj-orlardi.
Bir gün profesör Osman o zorla gülen yüziy-le oday.t girdi. Hemşireyle asistan da arkastnday-dı. Kırışık 'alnını yutağa doğru eğerek hastayı sıkı bfr muayeneden geçirdi, bir çok şeyler sordu, hâlâ kapan miyarı yarayı kendi eliyle açtı, tabelâyı ve amVMyaltan sonra çekilen röntgen alimlerini aslsttvnlyle birlikte bir daha gözden geçinil, sonra Aval Akbulut’a dönerek:
«Hastalığın bu safhası talebe içip çok enteresandır. sizi yarm fakülte hastanesine k-ajdrrı-c&ğızh dedi.
• — SON
— 11 —
Rıfat İlgaz
YARENLİK
Şiirleri
İkinci Baskı
Cahit Saffet lrqat
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI
ŞİİRLER
OKUYUNUZ
GÜIN
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi
İleri kültür ve ileri sanatın Sosyal kökleri
ylV - XVI yüzyıllarda ltalyada “bas-layatn kuvvetli bir ekonomik yükseliş ha reketi, feodal sistem içinde keskin bir sınıf mücadelesinin doğuşuna sebep oldu. Bu mücadele Ticaret kapitalizminin, derebeylikle birleştirilmesi mümkün olmayan menfaatlarının korunması ve serbestlikleri zemini üzerinde doğmuş, keskinleşmiş, de-rebeyci münasebetlere ve kiliseye karşı n-kilâpçı bir mücadele şeklini ve karakterini almıştı. Bu mücadele seyrinde o Idevir Avrupasırida sosyal, politik, ve kültürel bir hareket şeklinde - Ticaret burjuvazisi nin inkilâpçı bir hareketi manasında, • ortaya çıkan Rönesans hareketi, insanlık tarihinin en, önemli çağlarından birini açi-j1ct, insanlığın o zamana kadar geçirdiği en ileri değişikliği ifade ediyordu.
Rönesans, antik Yunan - Roma Hü-manizm'ini, daha geniş ve daha zengin bir muhteva^ ile .diriltmek manasını taşıdığı gibi, bu devirde yeni dloğmakta olan ticaret burjuvazisinin, derebeylik ve kilisenin tahakkümüne karşı açtığı mücadele sey -rinde, tekemmül eden ileri bir dünya görüşü oldu. Ortaçağ’ın kast zihniyeti yerine. bütün insanlar için şahsî hürriyet istiyor; asalet tarla tanımıyor, lnsan'a, insanın fikir ve vicdan hürriyeti’ne inanıyor, hörmet ediyordu, öyle bir dünya görüşü ki. Ortaçağ’ın skolaMik dogmatizmine karşı musibet ilmi ve onun musibet neticelerini koyuyordu.
Bu şartlar içinde başlayan Rönesans hareketi, XVI - X\ ll yüzyıllarda, sermayeci ekonomi'nin uyanmasına muvazi olarak. garb Avrupası'nın diğer memleketlerinde de inkişaf etmiş; XVIII, yüzyıl inkilâbının zaferi üzerine, daha üniversel bir mahiyet kazanarak, bugünkü Burjuva Hümanizmi şeklini almıştır. Burjuva sınıfı - ve ona bağlı lolarak Burjuva Hüma -nizmi - yeni istihsal kuvvetlerinin ve istih sal sisteminin - kapitalizm'in, - inkişafın: köstekiiyen ve bukağılayan derebeylik sis teminin dar istihsal şartlarına ve münasebetlerine hücum ederek yüzyıllık lanetleri üzerinde taşıyan Derebeylikle birlikte, o-nun ideolojik müdafii olan kilise yi devirmek için mücadele dttiği, ve yerine mo • dern tekniği, bu ileri teknik'e cevap verebilecek müsbet ilmi koyduğu ölçüde in-kilâpçı idî; ve geri münasebetlerin baskısından. daha geniş münasebetlere doğru «zaruretler sahasından, hürriyetler sahasına doğrun sıçrayışlar yaparken de geniş halk kitlelerinin menfaUtma uygun bir
Yazan: Dr. Ziya OYKUT hareket yapmış oluyordu. Bu Hümanizm ve bu sınıf, bu siyasî, iktisadi, içtimai hareket seyrinde, yüzyıllarca köle kalan köylünün, yüzyıllarca dar münasebetler içinde sıkışmış ve büzülmüş olan fakir zanaatçı, işçinin, bir kelime ile büyük bir çoğunluğun menfaatlarına tercüman .olan Avangard bir fikir, Avangard bir sınıf olduğu içindir ki, o devir için tarihen müsbet ve müterakki bir rol oynayabilmişti. Böyle olduğu müddetçe, Burjuva Hümanizmi, karanlıklardan kurtulan insan ru hunu ileri, aydınlık ufuklara) götüren bir fikir ve sanat hareketi olarak kaldı.
Bu zaruretler çerçevesi içinde, inkılâpçı ve hamleci olan burjuvazi, kendi sınıf menfaatlannı tatmin edecek ve emniyet altına alacağı, içtimai, iktisadi ve siyasî imkânları temin ettikten sonra, yavaş yavaş inkilâba yüz çevirdi; muhafazakâr bir zümre oldu. İlmi iııkikâfı, düşünce hürriyetini daraltan veya tamajniyle gas-beden bir zihniyete büründü. Derebeylik zülmüne ve d'erebeyci dünya görüşüne karşı yüzyıllar boyunca savaşan ve bu mücadele seyrinde ileri ve inkilâpçı bir hamle olarak gelişen, ve hakikaten nı^türel iktisadın dar imkânları yerine, geniş istihsal imkânları getiren bu yeni ekonomi, inkişafının muayyen bir merhalesinde cemiyete öyle bir iş bölmü sokmuştur ki, artık ne şahıs hürriyeti ne düşünce hürriyeti kalmamış, geniş halk yığınları, muazzam bir istihsal makinesinin alelâde, basit birer vidası haline gelmişlerdir. Fertlerin şahsiyeti, yaratma kabiliyeti körlenmiş veya büsbütün ıcrtadan (kalkmıştır. Bu ekonominin inkişafı, gittikçe fakirleşen, sefille- i şen ve nüilkıyetsizieşen büyük halk yığınlarının karsısında, sermayenin muayyen ellerde temerküzü ve toplanması şeklinde j başlayan aynlık, geniş halk yığınları ile. bu istihsal vasıtalarına sahip hakim zümre 1 araşma da derin, uçurumlar açmıştır.
Bütün insanlar için şahsi hürriyet is teyen. Asalet farkı tanımıyan lnsan’a, in-san'ın FİKİR ve VİCDAN HÜRRİYE-Tl'ne inanan ve hörnıet eden HÜMANİZM bit seyirler içinde, bu geniş insan inancından vaz geçerek. b».r geniş ve bu büyülü manayı idareci, istihsal vasıtalarına sahip «hakim zümre nin insanın mana sır.da daraltmış. ANCAK bu HAKİM İNSANA İNANIR BİR DURUMA DÜŞMÜŞTÜR.
Hümanizm’in bu dar insan zümresine inhisarı ile sukutu, halk yığınlarının 1871 Parisinde - hem istilâcı kuvvetlere hem de
DAUAMLAfi-GEOCEULEO
£ 1937 — 1943 yılları içinde Türk iyedeki 1$ yerlerinde husule gelen fş kazaları:
YU Kaza bayisi
1937 4891
1938 7246
1939 7482
1940 8620
1941 9668
1942 9293J
1943 11958
£ 1948 yılı İş kazalarının is şubelerine güre aynimi: —
Kuza fsuyiM
Maden Kömürü istihsalûtmda 5692
Madem izale, demir ve emsali
İmalatında 2117
Vajgon, otomobil tayyare imalât
ve tamiratında 2086
diğer maden kstihsâlatında 686
Pamuk sanayiinde 310
A 1943 yılı is kazaların neticeleri :
Sayı
Geçici arızalar 10035
Ktrrk, Çatlak 465
Yanrk 608
İç uzuvlarda arıza 297
Aza kaybı 248
Fıtık 122
Ani ölüm 96
Ameliyatla aza kaybı •K»
Tedavi sırajsın-la ölüm 26
Gazla boğulma 11
Meslek hastalıkları 6
Felç 3
Suda boğulma 1
1943 yılı is' kazalarmm sebepleri:
.Sayı
İş* üzerine bir cismin düğmesi 4078
Batma, kesilme, ezilme ve paire 2966
isçinin düşmesi 920
Malklnaye kaptırma 872
Müsademe 691
Yük kaldırma, zorlama 629
isçinin sözüne blf elsim girmesi 569
Çeşitli sebepler 324
Yakıcı veya sıcak mayi dökülmesi 316
infilâk 206
Göçme, yıkılma 134
Bir muharrikin carnmajsı
sürüklemesi . 117
.Elektrik canunasr 63
Buhar lazytkl, gazla zehirlenme 59
‘Blı basması, su tazyiki 14
(dahilî istismarcı zümreye karşı açtığı -kurtuluş mücadelesinden sonra, daha şu-prlu bir irtica, felsefesi ihtiyacı ile kıvranan. I 789 yıllarının inkilâpçı sınıfı, her ileri şeyden uzaklaşmış, nihayet her gün bir az daha geri çekile çekile. nihayet ka-rranlık bir irtica batağına boylu boyunca gömülmüş bulunuyor.
Bütün bu irtica ile birlikte. Ortaçağ irticaına taş çıkartan yirmi birinci yüzyılın utanç lekesi, silâhlı, barbar faşist irticaini da gelecek yazı dâ göstereceğiz.
Hakikat yolundan sapmayınız!
[Modern kültür, aklın ve vicdanın hürriyetini koruyan tek silâhtır
Kültür Lokomotifi raydan çıktıktan sonra ister sağa ister sola devrilmiş olsun, neticeyi değiştirmedikçe bunun ne ehemmiyeti vardır..
Avukat
ESAT ADİL
ÇARŞAMBA
BU SAYIDA
t
Sabahattin Ali
Böbrek
t
(
Adiloğlu «Yetfil» delikanlıya, mektup
Behçet Atılgan İnkılâpçı Parti er
Halil Aytekin
Toprak Kanuni yankıları
Dogatn Ruşenay
Atır
Rasih Nuri ileri üonıavftji bunu dorler
Dr. Ziya Oykut
İleri Kültür
Aziz Nesin
Mİsıırl
Rifal İlgaz: Şijr
ı
z
Haşan Tanrıkut
Telif - Sentez
ve
Büyük Demokratlar Rrt kumlar — Gerçekler Haftanın Kronoloji kİ
Küçük Ansiklopedini
SAYI
1
20 Kuruş
i
Yarab, benim hayretimi artır! Sözile Peygamber Muhammet jıınu demek istemişti: Hakikat yolunu bana açık tut ve öğreteceğin her yeni bitiği ile beni hayretlere düşür!
Marxs, Balzak’dan bahsederken «kendisinden çok faydalaııdun-■ diyor. Çünkü Bal-zak içinde yaşadığı cemiyet ve sındın bir çok iğrenç taraflarını açıklamak suretile, tarihi materyalizme, «temeğe, istemeye hizmet etmiştir. Bu suretle Kari Marks kendi iddialarını hasmın ifşaatih perçir.Cemiştir.
Bizim de her gün ■ Hayretimizi, arttıra.ı ve cemiyet üzerindeki müşahedelerimizin doğ ru neticelerini perçinlemenize yardım eden bir çok muharrir ve fikir adamları vardır ki, onlara karşı şükran borcumuz gün geçtikçe artmaktadır.
Yalanlar, iftiralar, mugalatalar, efsaneler olmasaydı, hakikat bize bu kadar güzel görü>ebilirmidi.. «Eğrilik- 1er olmasaydı. - Doğruluk»dan bcüki de hiç bir tat olmazdık. Nasılki çirkin güzelin değerini arttırırsa, yalan ve mugalatalarda, hakikatin muzaffer atmasını, yayılmasını kolaylaştırır. Baharın tadını getiren kıştır ve gündüzü değerlendiren kararlık gecelerdir. Fikir hasımlan yalan ve mugalatada ifrata gittikçe sevinmedi ve daha çok iimitlenmeliyiz. Çünkü bu, sabahın yaklaştığına, hakikatin gözükeceğine bir işa-Bettir.
Tarihin akışını kim durdurabilmiştir ki, bu akışm her gün biraz daha olgunlaştırdığı «içtimai hakikat» ışığını her hangi bir «Mugalata» karartabilsin!
Bu günkü modern küftür, cehalet ve ta-assubnn devamlı baskısı altında doğub, gelişmiştir. Esaret zencirleri kalınlaştıkça, insanlarda hürriyet hasreti artmış,. Akıl ve vicdan sayededir ki, hür elmanın lüzumunu duymuştur.
Bütün bunlar ispat eder ki, İçtimai hakikat düşmanlığındaki bu günkü ifrat ve taassup, bu hakikatin dostları ve onun yolcular, için ümit arttırıcı ve sevindirici bir hadisedir. Bir insan ki, insan sevmesini bilir, onun ken di milletini herkesten daha fazla sevebileceği muhakkaktır. Onun bütün insanlar için arzuladığı güzel şeyleri, kendi milleti için daha şiddetle arzuladığından asia şüphe edilemez.
Hakikat sevgisi de böyledir. O, hakikatinde her yerden önce kendi yurduna İşık saçmasını ister. Bunda hayret ve teessüflere yol açan ne vardır ki, Mugalata saflarının yayga rası durmadan yükseliyor!
Biz, yobazlığa, her tüıiü taassup ve geriliğe, İçtimaî müsavat ve Adalet düşmanlığına karşı koyduksa Türk milletinin refah ve kültür dâvasını yürütmek istedikse, hakikati hakikat olarak eCe alıp onu tahrife tenezzül etmedikse ve muarızlarımızın da arzulayıp yapmak istedikleri ayni şeylerse ne diye meselâ, neşriyat saflarında ardı arası kesilmeyen tehevvüıfere, diş gıcırtılarına, ve kalem oyunlarına rastlıyoruz.
Bunun sebebmi yine biz açıklayalım: Metot ve Kültür lokomolifi raydan çıktıktan sonra ister sağa ister sola devriksin bunun artık hiç bir ehemmiyeti yoktur.
işte bizim âlim ve fadıl muarızlarımız raydan çıkmış lokomotiflere benziyorlar. Onla nn kimi sağa, kimi sola devrilmiştir. Artık raydan çıkıp devrilmiş olanların sağına, soluna itibar ediC'emez! Onlar için akla karanın farkı kalmamıştır. Bu hadise. Metodun ve Kültürün hakikat yolundan sapması ve artık işe yaramaz hale gelmesi hadisesidir. Gerçi köy görünmüştür, fakat onların yine kılavuza ihtiyaçları vardır ve biz onlar için bu vazifeyi de yapmağa hazırız. Yeter ki, yarı yolda cayıb tekrar mugalâtaya sapmasınlar!
BİRBİRİMİZ...
Kırabilir belki bukadar sevmezdik birbirimizi
Uzaktan seyredemezsek ruhunu biribirimizi.ı
Kimbilir, ftCek ayırmasa idi bizi biribirimizden.
Belki bu kadar olmazdık birebirimizin.
KANARYAM
Aramızda sadece bir derece farkı
var,
İşte böyle kanaryam,
Sen kanatlan olan, düşiinemeyen kuşsun.
Ben tileri olan, düşünebilen adam..
NURETTİN EŞFAK
EMEK
Geniş gövdeleri, sert hareketleri, Alınlarmct faydalı zaferlerin rüys^üe, Nefes nefese işçi kafileleri,
Hafızamda hailevi ve gerçek Kahramanlık tabloları çizerek.
Dikilip karşısına ajırlarut
Koşuyor ileri..
Yiğit dölleri kumral ülkelerin,
Cilalı, ağır arabaların, kişneyen atların sürücüleri, Severim sizleri..
Ve sizi, kızıl oduncuları burcu burcu kokan ormanların
Ve seni, çamurlu, çarpık yollarıyla yalnız tar laları seven,
Ve canlarsın, ışıklansın diye, cömert elleriyle.
Tohumu güneşe serpen
Beyaz köylerin aşınmış çehreli ihtiyar çiftçisi..
Ve sizi,
Gece yıldızlar uyanır, yelkenler atlas rüzgariyle şişer,
Cilalı halatlar gıcırdar, serenler inlerken, Dudaklarında bir türkü, denize açılan bahriyeliler..
Ve sizleri,
Kutupların sınırlarına kadar, kudurmuş dalgaları gemleyen,
Güneşin altında boyuna gidip gelen gemileri
Yaldızlı rıhtımlarda boyuna boşaltıp yükleyen
Zorlu taşıt işçileri..
Ve sizleri.
Kardan kumsallarda, buzdan ovalarda, Kıvranıp mengenesinde soğuğun Bembeyaz diyarlarda,
Haya(i madenler arayanlar
Ve sizleri,
Dişleririiz arasında lamba.
Titreyen kömürün, görülmeyen emekleriniz karşısında,
— 2
Büyük Demokratlar
llt M î N
946 senesi Nisan aynım 21 inci günü, Vladimir İliç Uiianof Lenin in doğumunun 76 met yıl .dönümü idi. Tarihde bazı büyük adannlar doğuşiarj]e if.sanbğı mr .’.J kdmışlardır. Lenin bu büyük adamlardan biridir.
Leutin mektepde iken daima sınıfınım birincisi olmuş ve bilaistisna her dersten tam r.umara athnıştır. Bir muharrir onun mektepdeki halini şöyle anlatır.
«Açık bir alını, dikkatli gözleri, mü tevabi bir hali vardı. Dürüst harekelileri, üstünün başman temizliği, saçlarının daima taranmış bulunması ve elmacık kemiklerinin. çıkıklığı ve gözlerinin mailiği ile arkadaşlarının kalbinde sıcak bir sevgi yaratmıştı.
Kazan üniversitesini bitirdikten sonra, Maarif müfettişi, Simibirsk vilâyeti köy mektepleri Umum Müdürü oldu. Bu müddet içeride balkı tenvir etmek için canla başla çalıştı ve yaşadığı müddetçe de bu vazifesinde en ufak bir ihmâl göstermedi.
«Tarihin büyük vak’alarının sırrınım ne olduğunu anlayabilmek için onların üzerinde tesir edip seyirlerim değiştirebilenlerin hayatını bilmek faydalıda*.
Halûkların ve milletlerin ve bu arada Türk milletinin kurtuluş ve istiklâl savaşı nı destekleyen tek dost devlet adamı Lenin dir.
Lenin in büyüklüğünün mühim bir cebhe-si de nazariye ile aksyona aynı derecede kıymet vermesi ve her iki sahada da dünyada bil' otorite olmuş olmasıdır. Onu.ı riazarında teoriğiz aksiyon ve aksiyonsuz teorinin kıymeti .daima yarımdı ve her ikisi de aynı derecede kavramamış ilim ve aksiyon adamları yarım adamlardı ve bu mutf’ak olarak böyle idi.
Mübalağasız söylenebilir ki Lenin
Teslim o|duğu dar maden damarına kadar Süreklenen yer altı işçileri..
Severim seni de.
Dev ocakların, alev kusan örslerin etrafında,
Belfi şimdi dimdik, şimdi iki kat,
Demiri ve tuncu döven, Mürekkepten ve altından çehresiyle Sisi ve gölgeyi delen, ırgat!
Korkunç, aç ve tantanalı şehirlerde, Sırjf, sıra, asırlardan asırlara,
Ve git gide daha heybetle uzanan:, Ölmez eserleri kunnak içir yaratılan Adsız ma’den emekçileri..
Duyuyorum sizi içimde
Ve çarpıyor yürekleriniz,
Bütün hıncı, bütün acılariyle, yüreğimde..
dünya mütefekkirleri arasında dünya demokrasilerinin ve onun müesseselerinin na-zariyecisidir.. Lenisı sosyalist kurıtfuşa taraftardı. Hayatında iken sosyalizm ve demokrasinin birikintiden ayrılamıyacağı po-lit&asuh takip ediyor ve «sona erdirici demokrat sosyalist olmalıdır» diyordu.
Lenin tarihte bütün demokrasi şekü -lerirri ayrı ayn fikir Iaboratuvarında teşrih etti, onların’ kötü ve eyi taraflarml göster-,di.
O, «kamı tok ile karnı aç, zenginle fakir, sömürenle sömürüleri' arasında demokrasinin olamıyacağmi ve bir cemiyette matbaalar, kâğıtlar zenginlerin elinde ise ve geniş hafk tabakaları bu ve buna benzer bir takım maddî imkânlardan1 mahrum e-dilmlşlerse orada demokrasinin vücudu, yalan ve boş bir sözden ibarettir. Hak e-ri t fiğinin takınmasından onun gerçekleştirilmesine geçilmelidir.
Demokrasiyi ilân etmek yetmez. Onu halkın, alt yapılarında, halkın irisiyaklarKe kurmak lâzımdır ve bu bakımdan parlamenteri demokrasi insanlığın sosyal gelişi-miıkie ancak ileri bir adımdır» diye yazı yordu. ,
Lenin teorisini yaptığı . demokrasiyi Sovyetler devletini kurarak pratikde tatbik etti.
Lenfinin kitaplarımda demokrasiye a-yırdığı bahislerde şur.ları okuyoruz. «Demokrasi bütün halkuıi deıüeti idare etmesidir. Sovyet Demokrasisi bütün haklara ayrılmak ve müstakil devlet teşkil etmek, hakkını vermiştir. Bütün halkları ezen halknr. kendisi de müstakil olamaz.»
«Yaln'ız halka yaran ve ona inan. Canlı hatk kaynağınsa yaratıcılığımdan ilham alan yenecektir.»
Fehmi YAZICI
Sahralarda, denizlerde, kalbinde dağların, Bu ne zorlu, ne çetin, rie inatçı emek!.. Milyonlar^ işçi eli.
Erkek gayretleriyle
Zincirleri her her diyarda perçinleyerek. Ağzı baştan başa kucaklayıp
Birleştiriyor kilometreleri..
Bu atejji, bu usta, bu yorulmaz eller,
— Herşeye rağmen — baş eğen
kainata, insan gücünün ve kaynaşmasının damgasını vurmak için, Ve dağları, sahraları, denizleri, Brtrrrbaşka bir emel, taptaze bir iradeyle Yeni baştan kurmak için, Kenetlendi birbirine aşıp
kilometreleri.
E. VERHAEREN Çeviren : Cemil Meriç
V
öl ellö k®nll uy® m @ K t u p :
I *dir.
Milli Hâkimiyet Bayramımız
Yazan: ADİLOÛLU
«Hakimiyet bilâ kaydışart mi.'.etin-
»
W
Kemâl ATATÜRK
Sayın Bay Peyami Safa:
Su son günlerde de bir Kızıl çocuğa «Libâsı Müsavat» nasıl giyilir, öğretmeğe tenezzül buyurmuşsunuz! Ve işte böyle ( giyinilir diye kıp kızıi karşısına çıkmış, üs- ı tatlığınıza parmak ıtuimişsinizI Bana ka -/ Çünjcü ı «Hırkai Şerif» gibi «Libası müsavat »da öy , le çarşı pazar malı değildir ki, siz onu ko- ı layca tedarik edip giyelbilesiniz.. Herhalde ı (O. ya sahte, ya taklitti. 11
| I :■
s Şehir şehir köy köy dolaşmaksın
( I; •' M* lığın baştacı bir marş biliyorsun ( Gidenler onunla gittiler / Dudaklarında alevden ıslıklan i En ilerde öldüler. 7 Kan konuşmalıdır / Ve sen varoşlara da külolmuş ı Konuşmalısın. » Kristof Kolomb’un yelkenlerini
» Sen çektin kürekli . ™ __
» Köpüklü -kyanusların.la,
( - ç Bahil
Bilirim, kaleminiz Ceyran cağlarındaki keçiler kadar aksi ve huysuzdur. Sizde Kenan diyarının hovarda çobanı gibi gü vercinı bakışlı yaylia kızlarına kaval çalıp Masal söylemekle ömür tüketiyorsunuz. Birbirinize ne kadar beri|Zİyo*rsu.nuz, O, bir tırsa, L-u haberce bir yanlışlık var. Oışiliın kızının kızıl saçları içim koskoca bir keçi sürüsü bağışlladi, siz de, bir «Kızıl Çocuk» uğruna hazineler değerinde hakikatler feda efdiyorsunuz. Arzı banımdan elhak, daha üstün nız!
Kenan: ço • hovardası-
çok sever-
» Şairler, akşam Kızıllığını
İler, sizin gibi bir «şairi maderzat» zade, » nasılı olurda Mekike yeşili gibi renklere gö ■ İınül kaptırır! diyorlar ki, siz de bir zaman-»lar gelincik tarlalarında ilhamlar devşir -İmiş, çağdaşınız'delikanlılarla güzel Mayıs »günleri yaşamışsınız., yokta Kızıldan ) çevirip, yeşil e meyi edişiniz o büyük > nalhlarımza kefaret otsun diye midir!..
yüz gü-
Yıllardır, fikir pazarında hak ve kikat satışı ile geçiniyor muşsunuz. Kâr-ı-kisibiniz.de asla gözümüz yoktur.. Yine son günlerde, - O hiç sevmediğiniz Kavmi ya-hudün, rağmına olcak yeniller aevşirüb eskiler satıyorm-uşsunuz. Yani, sizin anlayacağınız faşizm eskilerini demokrasi bilâsı-
yeni meş- fdiyor. Anda da
! _
\ ie l-ıampa ediytcnmuşsun-uz. Bu »galeniz de size mübarek olsun.
asla gözümüz yoktur.
J pek
ha-
Siz olsa olsa Marksın, değil, Kautski'-nin beiki de Beınştayun taşıdığı «Libası müsavatı» giymişsinizdir.. Netekim görenler kumaşın boyası has değildi diyorlar..
Latife lâtif gerek, sayın Peyami Safa! Bizim bildiğimiz «Libası müsavat»! sınıflar giyeı. Fertler değil. Fertler her" renkte ve her kalitede kostüm taşımakta ■serbesttirler.
Biz, tabiatın çeşitli yaratış kudretini 'herkesleri iyi bilir ve ona itaat ederiz. Bir boyda, biı çırpda Standart fertle'rden müteşekkil cemiyet tasavvuıunun mesuliyetini -bunun naucidi ve propagandacısı olmıı-ıruz hesabile yine «izin yüklenmeniz ica'oe-
Sizi «Kostüm Demokr^tnla
de ahım şahım bulmamışlarmış.. Eski deri «Kırrstüm faşist siniz ile daha cakahl: görüntünmüşsünüz. Günahı biiib söyleyen lerin boynuna..
gör enler,
> Ben ki modadan anlamaz biriyim ve
/ mevsimlere kılık uydurmasını hiç de bece-
> remem. Halbuki siz bu işte pek üstat mış- k Ve gayrisi. Say n Peyami Safa. «Kılsınız, nasıl oluyor da bu yeni kiliğınızla Çocuğa tr.enku'b dakiler gibi Lafû gii-» lüzumu kadar cakalı görünemediniz ve aafcfır.
Jelaleme burun kıvırttınız! Doğrusu bunı
> pek üzüldüm, şüphesiz sizin, ve hayranla
/ rınızın hesabına..
ı
Anadbluda ilk Millî hükümetin tenıe-i 26 yıl evvel 23 Nisan günü atdlmış ve bu suretle Büyük Millet meclisi kurulmuştur.
bı
Bizce bugünün Türk Milleti için ifade ettiği mâna Atatürkün yukarıya sCdığumz «Hakimiyet bilâ kayduşart Milletindir > söyleriyle değerlencjlrilmiştir. Mildi Hâkimiyet bayramı Türk Milletine kutlu olsun.
EMEKÇİ
GÜN
Kâmuran Kadri BOZKIR
şehirlerin
sen şişirdin, erini Albatros’un Köpüklü ~kyanusların.|a,
O miyop gözlerle bakılan Ehram senin eserin lıplak sırtlarında kırbaç izleri — Babil’leri, Akropol’leri sen kurdun.
/ Kervı,.vsaıaylar, Şatolar, Katedraller / Ağırnas’Jı Sinan ım, Süleymaniyem!
> 102 katlı selâmı Güneşe Nevyork’un ) Ve kemer kemer sütun sütun ihtişam İ* serden.
Seslin kanınla yıkandı köprüler sabaha karşı
J Sel
Bizim müsavatçılığımız, insanını insan tarafından istismarı usulünün yok edilmesi. İçtimaî «nyfcr çrasındaki. iktisadi iktidar farklarının kaldırılması; bütün fertlerin kendi zeka ve kabiliyetlerini serbestçe geliştiren imkânlarına ermesi ve nihayet herkesin muktedir olduğu kadarını cemiyete C Şehirler kavganda atıldı ihtiyacı kadarını cemiyetden alıb verme \ — e!a,:le kurulacak — ^hakkına, sahip kılması demektir. ( Bu yol senin yolun arslacnm!
\ — Varılacak! — Napolyon’u Moskova’ya götüren de sensin
Adiâığlu
Vaterlo’ya getiren de
Şu meydan harplerinin yadigârı - aç insan -
Komik Hikâyeler Seri: No: I
PARTİ KURMAK...
PARTİ VURMAK...
Yazan : Aziz NESİN
Yakında Çıkıyor...
J Şendendir.
• O büyük ihtilâfı sen yaptın!
l'1 ilerde taşımak bayrağı zor şeydir.
Ect önde ölmek mükemmel!
İnsanlığın hastacı bir marş biliyorsun... Ölenier güvenerek öldüler!
Paydrs borusu çalındı korkulara
Ve en korkunç silâhlara doğru yüründü Kazandılar zaferi.
Hakkın var Halk’ıın benim!
Durm »k yok, İleri!
— 3 —
Demagoji
buna
Peyami Sefa Büyükcioğu dergisinin 19,23 ve 24 üncü sayılarında «Kızıl Çocuğa» üç mektup yazdı. Bu şaka uzun sür • meğe başladı. A,ncak Peyami tanıiunış bir yazıcı okluğundan ve bu makaleleri, Marxiz me bir hücum olmayıp bir tahrılten ibaret bulunduğundan, hem yapabilecekleri tesir bakımınıdan, hem de İlmî dürüstlük bakı -mından fcptan bir cevap vermek gerekiyor.
Peyami Sefa «Kızıl Çocuk» kelimesinden Marx tarat taklarını kasttettiğini makalesinin daha ilk satırlarında söyledikten sonra bu teoriye hücuma başlıyor: I) Bu teoriye bir çok tenkitler yapılmış; 2) «Marx'm içinde doğduğu Hegel düşüncesinin metafizik bünyesinden onun aksülâ-mellerinden ve her ikisini de çok aşmış olan» bugünkü ilimden bahsediyor;.
Hep hücum edilen ve daima daha kuv • vetli, daha zinlde çıkan Marx teorisi tatbi-katle tahminlerinin hep doğru çıkmasıyla doğruluğunu ispat etmiştir.
Dialektiği, yani metıcdu Hegeld’en a-lan Marx, kendi tabiriyle onu tersine çevirmiş, idealizmden, metafizikten ayırmış ve ta Yunanlılardan gelen bu düşünrüş tarzını materializme tatibik etmiştir. Şimdi ise Sovyetler Birliği hariç tutulsa bile Frar>-sada ve hele en büyük Amerikan üniversitelerinde bu teoriler ilmin en son merhalesi sayılmaktadır.
Bunları suiniyeti ve sahte alimliği açığa çıkartmak için, Peyaminin nekadar sudan konuştuğunu göstermek için belirtiyorum; gelelim «üstadın» Manrizmi tahlil ve tenkidine:
Manc’ist ne istiyormuş!..
I ) «İçtimai adalet» bunu Peyami de istiyormuş.
2) «İnsanin insanı sömürmemesi, imtiyazlı burjua sınıfının, emrinde çalıştırdığı yığının alın terin; gözyaşına çeviren alçakça istismar sisteminin yıkılmasını istiyorsun» bunu Peyami de istiyormuş.
3- «Siyasi hürriyetten evvel iktisadi müsavat.» Bunu Peyami de istiyormuş.
Böyfece ekseri solculardan daha «Kızıl» görünmektedir.
Yani (okuduğumuza inanmak icap etse üstadın «yüz senedir iflâs etmiş» Marxiz min. has 'bir müridi 'olcfuğunu zannedeceğiz. Fakat derhal hücum başlıyor, bakın Peyami Marx'tan bir tek noktada ayrılı ■ yormuş, aralarında bir düşünüş farkı var -mış, Manc’ı batırıp Peyamiyi göklere çıkartan, da her had'e odur:
Peyami de iktisadi müsavat işitiyor, «fakat nasıl müsavat? Evvelâ bunu konuşalım. Sen istiyorsun ki. istihsalin neticesi olan kazanç, ona emeği geçenlerin hepsi arasında müsavi paylaşılsın; kâr ücretten
Raslh Nuri İleri
fazla olmasın. Daha doğrusu ne kâr, ne ücret; çalışmanın bütün çalışanlara verebileceği refah seviyeleri müsavi olsun.»
Görüyoruz ki. Peyami Marxizmin kusuru (olarak Marxizm olmayıp çloktan iflâs etmiş «müsaviciük» prensibini gösteriyor, bu prensibi üç makalede yıkmağa uğraşıyor. ve böylelikle Manrizmi yıktığını haykırıyor.
Diyor ki, böylece müsavat olmaz, ten beller ihya olur, aoâlet olmaz ve hele kimse çalışmak istemez.
Peyami diyor ki: «Kapitalist nizamda da liyakatlar arasındaki müsavatsızlık çok defa .liyakatler aleyhinde kurulmuş haksız bir nisbet vardır... Burada berabersiz.»
Fakat «ahır süpüren uşakla büyük tabiat kuvveti keşfeden (?) âlimi aynı refah (»eviyesi içinde buluşturarak, kapitalist nizamın haksız müsavatsızlığı kadar haksız bir müsavat tesir edecektir.» ■
Bakal ım Peyami Sefa ne istiyor:
« Liyakat derecesini 8 iarzettiği -jıiz adamın refah seviyesini 8. liyakat derecesini 3 farzettiğimiz adamın refah seviyesini 3 derecede tesbit eden bir müsavat.' :Ve bu sistemi lıaklı alarak müdafaa ediyor.
İşin püf noktasına geldik, üstadın kullandığı çok eski bir taktiktir: karşındakme söylediğinin aksini isnat edip onu batır-jmak.
Bakalım Marx ve Engek bu meselede ne düşünüyor:
«Proletarya mütalibatınm esası sirpf -lan kaldırmaktır. Bu gayeyi aşan her eşitlik isteği bizi doğrudan doğruya saçmalıklara sevkeder.» Anti - Diihring.
«Sosyalizmin ana prensibi herkesin kabiliyetine göre çalışması, ve çalıştığı kadar cemiyetten faydalanmasıdır.»
Bu prensip hatta Sovyetler Birliğinde ana yasaya geçmiştir ve orada Peyaminin istediği ve beğendiği gibi bir sistem hüküm
(Sürüyor. }
İkinci yazısında Peyami «Kızıl Çocuk / jcevap veremedi aliye fena: $ak senin ye-
rinde olsaydım müsaviciliği nasıl müdafaa pderdim, diyor. , I
Peyamiye göre Marxist: Asırlardan-•beri «seleksyfon» prensibine göre Ijyakat burjuaflarda toplanjdı, bndhn siz liya.katı müdafaa ediyorsunuz» demeli imiş. Yani zayıf ve kötü olarak Peyami Engelsin. yukarıdaki fikrini kullanıyor, fakat ( yinq esi ;mühim tarafını, müsaviciliğin saçmalığını gizliyor. J
Üçüncü mektupta ise «ben sana Iiya-
derler
katın buırjualarçla toplanmasının sebebini sorarım creyıp. yine mevhum «Kızıl Çocuğu» konuşturuyor ve ona şu cevabı veri -yor: Ketan. liyakati doğuruT; liyakat refahı, bunun içinden çıkılmaz, iktisadi şartlaı saae oır seoep aeğıl aynı zamanca da bir nence olabiliyor ve «artık iktisattı şartları aşan, ua_ıa deniri sebeplere bağlanmak. çür.k.ü seoepleruı de sebebi vardır.», lOn-aaıı sonra taşistiejrin meşhur, «her uzuv lâzımdır, burjua da, halkda» tezi üzerinde incelemeler yapıyor.
Yine burada uniuduyor ki tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan tarzında sahte meseleleri dialektik macdecilikle, sebep ve netice arasındaki bağı, mütekabil tesirleri belirtmekle yine Marx ve Engels yıkmış onların foyasını meydana çıkarmıştır. (,
Bakalım Peyami daha ne diyor: «Nerede tekâmül varsa orada müsa vat yoktur ve mutlaka müsavata dkğru gidiş, geriye doğru gidiş demektir.»
^imbi de Peyaminin foyası(tam mâna sıyia ortaya çıkmıştır. isimlerine nasyonal -Sosyalist diyen faşistleri taklitle Peyami Sosyalist görünüyor ve tekâmülle müsava tın gayri kabili telif olduğupıu üstadı nazı filozofu Rozertberg gibi iddia ediyor. Halbuki bütün tarih sınıflaT arasındaki müsavatsızlığın, her nevi tekâmülü frenlediğini, krizler harpler doğurduğunu bize göstermektedir. ı
Hülâsa edelim:
1) Peyamiye göre Maıxistlerle tek ihtilâftı r(;lktası müsavicilik meselesi. Male-sef Peyami ile Marx(bu meselede aynı fikirde yani ekonomik ve sosyal cihetten Peyami tam bir Marxisttir. (I).
2) Sebeple netice arasında ( karşılıklı münasebetten bahseden Peyami bilmiyor ki Marx ve Engels bunu görmüş ve hatta ana prensip olarak almışlardır:
Peyami bu meselede de insiyaki olarak birşeyler sezmiştir,
Rozertberg , vari, müsavatla tekâ-tezat teşkil ettiği iddiası ise ancak
cahillikle tafsif edilebilir.
Peyami Sefa samimi ise kendisini kızıl komünist ilân etmelidir, yoksa fikirleri bir demagoziden, bir maskeden ibarettir.
Rasih Nuri İLERİ
3)
mülün
Müessisi :
Esat Adil Müsteeaphöğlu
İmtiyaz Sahibi ve Neşriyat Müdürü HAŞAN TANRIKUT
Muhabere adresi P. K. 519 İstanbul Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş,
Basıldığı yer: S ta d Matbaası
I
İnkılâpçı partilerin tarihteki sosyal vazifeleri
Disipline dair yazdığımız yazıda (Gün sayı I I ) halkçı demokrasinin gelişmesinde paTti saflarında merkeziyetçi bir Demokrasinin olmasının gerektiğini ilen sürmüştük. Halbuki, sınıflı bir cemiyetin inkişaf ve gelişmesini ve orada halkçı b'r Demokrasinin yerleşmesini | ancak Maksi -malist bir ademi merkeziyetçilikte olalbile ceğini sosyolojice malûmdur.
İlk bakışta jhafkcı Demokrasinin oluşu sınıflı cemiyette ad'emi merkeziyetçilikte, buna mukabil parti saflarında ise merkeziyetçilikte oluşu ıbir tezat gibi görünmektedir. Diğer bir tabirle sınıflı cemiyetin inki-;afile. sınıflı cemiyette partinin inkişafı birbirinden farklı mâna arzetmektedir.
bu ayrılık hiç bir zaman sınıflı cemiyetin inkişafı ile sınıflı cemiyette partinin inkişafı muhtelif İçtimaî kanunlara tabi oluşun -dan ileri gelmez; bilâkis sınıflı cemiyetin inkişafı ile, sınıflı cemiyette partinin inkişafı ayni Sosyal kanuna tabi oluş hakikatini bulup ortaya k/cyan Diyalektik metodu olmuştur. Fakat, ayni karışımın birinde mer keziyetciliği diğerinde ademi merkeziyetçi liği icap ettiri.şi Diyalektik sentezin unsurlarındaki farklılıktan yelmektedir. Bu nok tayı tebarüz ettirebilmek için her 'şeyden evvel partinin ve cemiyetin mahiyetini bil ■ memiz lâzımdır. Parti hdckındaki düşüncelerimizi (Gün sayı 9) da, bildirmiştik.
Parti, bir sınıfın iktidar için mücadelesinde kurduğu en son teşkilâttır. Bu bakıma göre parti muayyen ‘bir kültür seviyesine ve muayyen tezatların muayyen bir .merhaleye ulaşmasında kendini gösterir: bu parti Diyalektiğinin Determinizmidir. Eğer cemiyette inkişaf mekanik ve müstakim bir seyir takip etseydi bu taktirde partinin en son teşekkül etmesi icap ederdi. Halbuki, parti ile cemiyetini inkişafı Diyalekti bir manzara arzeder; karşılıklı bir tesir hali mevcuttur. Yani parti, inkılâpçı hayatın eseri olduğu gibi ayni zamanda da inkilâpcı hayatın müessiridir. Bu tarife göre cemiyet, paTtininı ıtemel kalıbıdır. (Sub3t ratum)
O halde partinin cemiyeti muayyen bir kalıba sokması, yani cemiyete müessir olabilmesi için şuurlu bir kitlenin dört esasta tam ve mutlak bir mutabakat halinde -bulunması lâzımdır. Bunlar da şunlar-■dır:
1 — İddoloji
2 — istrateji,
3 — Taktik. , m
4 — Organizasyon.
Parti ideolojisini Determine eden beş ilim şubesi vardır.
1 — Ekonomi Politik,
2 — Emperyalizm,
3 — Sosyalizm,
Behçet ATILfiAN
4 — Diyalektik Materyalizm,
5 — Dünya tarihi ve kendi Milli tarihi.
Bu beş ilim şubesi anlayışında tam bir mutabakat olamadığı taktirde şüphe yokki nazari esaslarda bir mutabakat olamaz. İdeoloji; İstrateji ve taktiği şartlandırdığına göfe ideoE'jik esaslarda vaki inhiraf İstrateji ve taktikte kaçınılmaz ayrılıklar doğurur. Bu sebeptendir ki, her parti, evvel? mensuplarına bu muayyen ideolojiyi tanıtmak ve benimsetmek zorundadır. Partide her ferdin şüphe yok ki bu beş ilim şubesinde tam bir bilgisi yoktur. Partinin rehber kadrosunu teşkil edenler bu bilgilere sahip olmaları ve bir iştirak halinde bulunmaları şarttır. Geniş kitlenin talim ve terbiyesini yapmak geniş kitleye muayyen bir yön vermek şuurlu bir azlığın tarihi (vazi -fesidir. İşte şuurlu bir azhğı geniş kitleye bir yön vermek ve geniş kitleyi kendi ide-
Acep nedendir ?
Bunsa Bayii: Gün satılmıyor, göndermeyiniz.
Buvsalı okuyucumuz: «Allaiı aşkına bu işle alâkadar olmanızı ve gazetemizin neden Bursaya’ gelmediğini tahkik etmenizi rica ederim...»
A'ntepli okuyucumuz: Buraya gönderdiğiniz mecmua paketlerini bayi açmıyor bile, olduğu gibi saklıyor. Derginizi bana gönderin. *
Gelibolu, İsparta, Kütahya. Ş. Kara-hisar; Turhal; Tire; Bergama v.s, v. s., yerler bize mecmuayı kendi ambalajımızla, yani açmadlan IcISduğu g’bi geri gönderi- I yorlar. Acaba. Ibeş(on kuruş kazanmak istemeleri tâbi" Iclan bayileri paketleri açıp mecmuamızın satışını yapmaktan men e den kasit ve korku nedir Bunu artık bilmeyen 'kalmadı.
İki bayi de tazyik altında oldukları cihetle mecmuamızı el altından sattıklarını -ve gönderdiğimiz miktar az geldiği halde bunu bize tahriren bildirmekten çekindiklerini iki yolcu £!e şifahen bildirdiler. Kanunî yollardan çıkan bir mecmuanın «il altından-- katılmasına ne buyurulur.
Okuyucularımıza; Gönderdiğiniz mektupların zarfların! yapıştırmakta dikkatli olmanızı rica ederiz. Çünkü mektuplarınızı ya turnamın yahut yarı açılmış bir şe- | kilde alıyoruz.
GÜN
1 olojisi ile yetiştirmek ancak parti saflarında bir merkeziyetçilikle olabilir.
Bu izahatımıza göre parti; bir sınıf ın en şuurlu en bilgili en faal tve şahsan en fazla fedakârlık yapabilecek olan elemanlarının teşkil ettiği bİT topluluktur. Bu tarifimize göre partinin kuvveti, aza miktarında değil onun kitleyi harekete getirme kud-retindedir. Fransız inkılabını bir avuç ja-ktcbenci, Sovyetler ihtilalini bir avuç Bolşevik partisi. Türkiye Millî kurtulluş çıkışını bir avuç Müdafaayı Hukukçular başarmıştır. Türk inkılâbında müdafai hukuk cemiyetinin talhriki kuvveti hakkında (yeni yol sayı 2) deki arkadaşımız Abidin Ne-simi’nin yazısını hatırlatırız.
Partinin bu tahriki kudreti yanımda i-kinci mühim hassası dia harekete gelmiş o-lan elemanları muayyen gaye etrafında vazifelendirmesidir. Partililerin bu vazifeyi yapabilmeleri için iki esaslı çalışma sistemi vardır:
1 — Örümcek sistemi,
2 — Arı sistemi.
1 — Örümcek sistemi, inkılâacılarm kenara çekilerek harekete gelecek elemanların muayyen parti ağına düşmesini bekle-
1 mesidir. tıpkı bir örümceğin şikârını avlamak için kenara saklanıp şikârının ağa düşmesini beklemesi gibi.
2 — Arı sistemi, inkılâpçıların örümcek sisteminin aksine olarak elemanların yanına gelmesini beklemek değil bilâkis kitlenin içersine dalmak ve elemanları o-,nun içersinden bulup çıkarmaktır. Tıpkı ,arı gibi her çiçekten alınabilecek balı alması gibi.
İnkılâpçı partiler daima arı sistemini tercih etmişlerdir. Fakat bu hiç bir zaman I (örümcek sisteminde olduğu gibi muayyen .bir ağ yapmamak mânasına gelmez. İnkılâpçı. daima hayatın içersine girerek - tıpkı •bir dâlgıcın efenize dalıp inci çıkarması gibi - inkılâpçı elemanları bulup çıkarır ve ,ayni zamanda yanma gelmiş elemanları da •hiç bir zaman küçümsemez.
Parti saflarımda merkeziyetçi Demokrasi esas olduğu gibi tek merkez esastır; ■muvazi merkez hali, hakim sınıfın terör •devresinde tatbik edilmesi caiz olan bir -durumdür. İktidarı henüz almamış partiler ■de muayyen hedefi elde etmek ve bilhassa iştikal devrelerinde froıılar yapmak bir ■zarurettir fakat bunu inkılâpçı parti saflarında hiç bir zaman hizip kurmaya müsaade etme mânasına almamalıdır.
Parller tarihi rollerini başarmak için ancak bu yollardan geçmek zorundadırlar. ■ Bu hususta klâsik misal olarak Burjuva partilerinin esas aldıkları karbcnarı teşkilâtını zikredebiliriz.
İnkılâpçı parti iç organizasyonunu'da diğer bir yazıda inceleyeceğiz.
5
M I S U R 1
Bir geldi bir gitti. Hoş geldi, hoş gitti. Ama doğrusunu isterseniz pir geldi, pir gitti. Gazeteler birbirine girdi. Gazeteciler birbirine. İstanbul birbiirne. Kadınlar kocalarına. kocalan karılarına vc Missouri bize. biz Missouriye girdik çıktık. Arap saçına döndük.
Missouri gitti, hatırası gitmedi. Missou ri pastaları. Missouri cıgaraları, Missouri nj/dalan çıktı da çıktı. Şimdi Missouri ları, gazinoları açılacakmış.
Futundan ekmek alıyordum. Ekmeğin biri uzunca, eğ.’i büğrü çıkmış tezgâhtar.
— Missouri Francalaları beyim dedi. Yedimizden yetmişimize kad'ar Misso-urist olduk.
Mutlaka bir şev almamız lâzım geldiğine göre Missourist olmamız elbette iyi bir şeydir.
Evvelâ şu kelimenin nasıl okunacağını öğrenemedik. Kimi Misuri kimi Mişvri. kimi Missuri. kimi de Mizuri d'odi. Sinamaya 1 nema denmesini teklif eden Nurullah Ataç belki Mikuri demiştir.
Doksanlık kadınlar bile yellim yelâli; Sellim Selâli eteklerini toplayıp.
— Ayol bir Müsii — gelmiş. göreFm drye sokaklara döküldüler.
Amerikanca ne de kolaymış.
— Ayol hu. diye kocalarını çağıran ( kadınlar.
— Hello Bay. demeğe başladı. (
Haminneler torunlarını
— Boy. Boy ı
Kam Tııyar diye çağırmağa başladı. Kurultayca konuşanlar bile, tün aydın, gün aydın'ı bırakıp Good Morring. Good Knigt demeğe başladılar.
Hoş geildini attık Vel kam'ı aldık. Bey'oğlunda bir kahpe tanırım ki, eliıı deki deftere Türkçe imlâ ile İngilizce yazıp öğrendiği İngilizce ile Tommylere lâf atıyor.
Amerikalıların üzerinde şirinlik muskası mı var. şeytan, tüyümü var nedir bilmem ne misafir perver olduğumuzu da gösterdik. Yine Tommylerin İstanbulda bulun duğu bir gece iki arkadaş şöyle konuşuyorlardı.
— Ben. artık eve gideyim.
— Gitme, evde misafirler var.
Ah canım Tommyler. nede şirin, nede güzel nede hoş çocuklar çok e.-pirtüel olu yorlar.
— Bir çadır, bir cımbız, bir can sıkıcı kitap, bir boş kibrit kutusu ve bir dürbününüz var.
Bunlarla bir 1 imsah avlayabilir misiniz?
— Ben T imsahı tüfekle bile avlaya-mam.
— Çadırı ajır. Nilin kenarında kurar-
park
I ı t
ım ,
i
i
Doktor onları pek bekletmeden kabul etti. Muayenehanesi pırıl pırıl âletlerle foluydu. Avni arlık alıştığı, fakat bir türlü sevmediği o acayip ilâç kokusunu gene duyunca hemen orada bıçak altına yatırmışlar gibi ttremeğv başladı. İçinden: . Gene düştük bu naleUerin eline.- diye söyleniyor. bu andan itibaren artrk hiç bir şeyin kendi elinde olmadığını, onlar ne derse* itiraz etmeden yapmağa mecbur kalacağını biliyordu.
Kendisini beyaz örtülü, yüksekçe bir sedir* yatırıp karnını iteleyen adv«ma baktı: bu kısa, kalın. yassı birisiydi. Her ân bir kalb duı masından ölü verecek mis hissini veren kırmızı, şişkin, iri delikli yüzü yağlı gibi parlıyordu. Dehşetli canı sıkılmış gibi bir hali vardı. Hastanın karnını, göğsünü. sırtını, ağzını, burnunu muayene ettikten ve Kayseride çekilen röntgen filmini gözden geçirdikten sonra:
«Sizi kliniğe kaldırıp müşahede altına alalım. ica,p ederse ameliyat ederiz. Bünyenizin böbrekle tas yapmak temayülü var. Sıkı rejim, kuvvetli ilâçlar lâzım,v dedi.
Değirmi sakallı Borlu Müsaade buyur!» diye doktoru ç;J:.;ek. A\nlnln (le duyabile-
ceği bir sesle, hastanın bu masarifi kaldıramıya-cağını, kendisini sıkıca bir muayeneden geçirip Al-manyu/lân gelen ilâçlarla derdine derman olmasını rica ettiğini söyledi. Avni söze karışıp. «Bilmem ulur mu ki? Bana Kayseride bu taşlur amellyat-şız düşmez dedİlerili.' diyecek oldu, fakat doktorun sert bir el hareketi onu susturdu:
«Düşmez ne demek? Tı&şın cinsine bağlı, ll&çin eriyen vas var. erimlyen vur. önce iyi bir tahlil yaptırıp bunu anlamalı, bünyenin hususiyetlerini her bakımdan incelemeli, tedaviyi buna güre tayin etmeli, Ope. jjllf müdahale en sonra düşünüle-cek şeydir, öyle her karnı ağrıyana ameliyat diyen doktorla ı a pek güvenme, Bugün tababetin e-sası kimyadır. Cerrahlık ya.vaş > uvas maziye karışacak.»
Bu İlmi mülâhazaları pek İyi kavrayamıynn ve doktorun yüzündeki can sıkıntısı Ifa.dcsinln artmakta olduğunu fark eden Avni: Siz nasrl münasip görürsen./ öyle yapalım, doktor.» diyerek razı oldu.
Bundan sonra yirmi xun kadar süren muayene ve tedavisinde Borlu, hemşerisl Avniyi hemen hiç yalnız bırakmadı. Elinden gelen her yardımı her kolaylığı gösterd' Ara sıra işlerinin yüzüstü kaldığtnda.n bahsetse bile. Avninin: «Siz artık zal-oret etmeyin, ben kendim gider gelirim.» yollu tekliflerini aslıı kabul etmiyor. onunla birlikte
sın» kapısını can sıkıcı kitabı açar sın. Çbütierini alır, kadıda uzak bir tepeye çıkarsın.
Timsah çadırca adam var dîye gelir sıkıcı kitabı görürce okumağa başlar, !nkıbr uyur. Sen dfe tottrrtfırgun tepe düıbiinün ters I
BÜYÜK H İ K Â Y
IB ’B
•bulunca pa^ar-bünyesinl iyice defa, gittikleri mütehassısları.
karaborsada röntgen filmi arıyor, lıiını kendisi ediverlyor, Avninin anlamak için her birine bir kac bakterlologktr. dahillyeciler. ırnlde
asabiyeciler, kalbciler, gözcüler, kulakçılarla o konuşuyor, çeşit çeşit yapılan kan ve idrar tahlilleri için çeşit çeşit laboıatuvarlara. girip çıkıyor, raporları okuyup, tecrübelerine dayanarak izah ediyor, nihayet doktor İrfanın reçetelerinde yazılı olup pl-
perişan, yatağına
nasıl oldu da ba-sakaiına nu kan-
bu sancılar böyle -geli:» çıksa medet ya melâikc İlâçların da bir faydasını kurban olduğum doktorurl
bırakır- f
!
/ kadar çc
> înley
rr dfe ’otm'cftrğun tepe - > tarafıla Timsaha ba- / karsın. Timsah küçücük gözükür. Hrrmcn / elindeki csmbızı uzatır Timsahı yakalar /
....— • t yirmi t J nu stul
» sa su ı ne hu- / Dünya ( ı
i
• 'V,n C NV1 ( yeni
köyüyle r- /
Tommyler « gönlümde (
yabadan kalkmış bulunan şifalı Alman ilâçlarının ol altından satıldığı yerleri o .meydana çıkarıyor ve biraz pahalı da olsa elde edilmesini sağlıyordu.
Bu gidip gelmeler üç hafta kadar sürdükten ve Avni Akbuiul, hemşerilerden tedarik ettim diye cebindeki parapm dört yüz liradan fazlasını doktor vizitelerine, tahlillere, fiiimlere ve ilâçlara > atırdıkvan sonra, bir gün Borlu hayır sahibi ortadan kayboldu. Otel kâtibine sorunca», '‘Nüfus kâğıdını aldı gitti:,, laştı. Bir on lirayı baş vurduğu doktor sıkıntısı ifadesiyle, bir kac ay sonra bir daha gelmesini söyledi.
Nasıl bir tuzağı düştüğünü yavaş yavaş an-Uyan Avni, büsbütün halsiz ve uzanıp düşüncelere daldı:
"ülen all&hın sersem kulu, s i relin başlandı? Borlunun kır dm, tatlı diline mİ?
Sen böyle dolaplara girecek adam miydin, gel gelelim şu kör olası hastalık insana göz açtırmıyor. /İman anetm-glttikçe karşıma arza il diylp eline sarılacağım, görmedik! İnsaniyetine bir kere yüzünün güldüğüne raslamadrm. Ne gi-’ dersin bilmediğin adama? Niğde doktorunun ver-j diğl mektubu nerelere tıktık acaba? Koskoca I profesörü bırakıp soyguncuların elinde kaz gibi ( jy olundun, Avni Akbulut, senin ettiğini parmak çocuklar etmez."
ye İnleye karyoladan inip bavulunu karıs-j tirdi, ikiye kalbınmış mektubu bulunca cebine yerleştirdi. Sonra iskemlenin kenarına ilişerek komodinin mermerinde parasını hesapladı: Oda klrusı-ı nı haftadan haftaya ödemiş, perhiz yemekleri pl-ı slrttlğ! şişman hizmetçiye masruflan günü günıi-, ne vermişti. Simdi yanında, yol parası içinde, yüz bey lirası vardı Böbreğinde İki tuşile, kolıı-Ilava sallaya N iğdeye dönmeli miydi, yoksa şu profesörü bir denemek daha mr akıl t kân İdi, Borlunun hastaneler için söylediklerini şimdi* şüphe İle karşılıyor. • Devletin hastanesinde adamı coluğn cocugn ‘doğratırlar «mı? Attı köpoğlu kopeki;, d'ye kendine cesaret veriyordu.
Hemen ertesi 'gün hastanenin yolunu tuttu. Elindeki mektubu Önce kapıcıya, sonra koridor-" garda tasladığı. doktor mudur, hademe mİ belli Olmıyan beyaz, gömlekli bir kac kişiye gösterdi, myet "Bevliye., kliniğinin önünde sıra bekll-yenlvrin urâama karıştı Etrafmda şehirli, köylü: Kftdm. erkek? yaşlı, genç bir cok İnsanlar; ellerinde birer kâğıtla başka servislerden gönderilmiş dar ve kısa pijamalı hastalar: koridorun bir başından öbüir başına apış apış gidip gelen deli-gönlümde c kanlılar vardı, öğleye kadar bir kenarda durdu.
Doktoru yalnız görüp mektubu vermek iplediği için ortalığın tenhalaşmasını beklemeyi muvafık bulmuştu. Kapının önündekilerl teker teker İçeriye bırakan hademeye bir kaç kere sokulup, doktorun yanı kalabalık mı? diye soracak oldu, fr*W
sorunca,,
jollu kısa bir cevapla karşı-daho, gözden çıkarıp tekrar İrfan, yüzünde o korkunç can İlâçlara devam etmesini ve
can
canı den
kibrit kufusuna korsun ve hep birden kahkahayı ÎJâsIt'ılar.
. —. Ne rahat, re asude, ne feru’h,
zur içinde insanlar. Ben ve bütün onlara gıpta ediyoruz. En’dişe: ferdadan u-zak gönülleri her 4em aşık olabilir, aşık o-labilecek bol zamanları, harcamakla bit-miyecek kadar ’boi paraları var. Kaşını oynatıp, gülüyor, gözünü kırpıp gülüyorlar ne kolay gülüyor ve ine kolay'.yaşıyorlar, ne kolay Timsahı kibrit kutusuna lar.
Yaşasın Missouri. yas^sm yabasın demeğe mecburum ve öyle istiyor, çünkü nasıl olsa yaşayacaklar ve nasıl olsa Timsahı kibrit kutusuna koyacaklar WeJlcome Missouri, Good boy / Missouri Atiz NESİN Ç
İP IE IH
,knl öteki cevap olarak: "Numara aldm mı?.. (11-'ylnce elindeki mektubu gösterdi. "Hususi konuşacağım!., dedi. Hademe Avnl Akbulut'un bütün ü-, midini baSladıüı mektuba bir göz bile atmadan onu eliyle kenara İtti:
"Bekle öyleyse, çıkarken yanına sokulabilirsen verirsin!,,
Orada durdukça bazı beyaz gömlekli asistan ve doktorların, sıraya İlilin bakmadan, hastalar-
,N :
:tin ÂLİ
dan tanıdıkları her hangi birini arkalarına takıp İçeri soktuklarım gören Avnl, açıkgözlük ederek bunlardan birinin peşine takıldı. içerde onbes, «yirmi kadar delikanlı İle iki kız vardı. İkisi d« «özlüklü ve kısa boylu olan kıüar, orta yerde bir hastayı muayene eden küçücük. >;ska, buruşuk tyüzlü, kır bıyıklı bir adamın etrafında dönüp ağzının içine bakıyorlar, delikanlılar kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Profesör olduğu 'anlaşılan ortadaki sıska adam, camları parladığı İçin gözlerini göstermlyen kocaman gözlüklerini bu gençlere dikerek:
"Bakınız hanımlar!., diyordu, "Zahmet olmazsa siz de bakınız efendiler!,, Bu hasta bayan, bir müddet evvel lohusalık şualarında,,, Nasıl efendim? Doğumdan önce mİ başlamıştı?,,, Evet efendim. şu halde hamlin sonlarına doğru, oldukça ağır bîr eklampsl, yani hra.vale geçirmiştir. Bu hastalığın böbreklerdeki komplikasyonlarını biliyorsunuz,, Yani böbrek ensüfizansı,, Yani ademi kifa^’esl,,, Evet efendim,, Aşna aradan bu kadar aylar geçtikten sorra,, Nasıl efendim? Cc hafta nu? Evet, üç hafta geçtikten sonra bu seklide eğü bir üremi halinde tezahürü tıp literatüründe pek ender görülür. Inzarı ekseriyetle vahimdir. Nasıl efendim? Zevcenisiniz efendim? Merak etmeyiniz. gececek efendim. Hastayı kaldırsınlar."
îkl hademe, yukardaki nisaiye koğuşumlan sedye ile indirdikleri hasta kadını tekrar alıp götürdüler. Kocası asistanlara ve talebeye sokularak, «Inzarı vahim* tabirinin ne demek olduğunu öğrenmeye çalışıyor, fakat hepsinden kaçamaklr cevaplar alınca telâsı büsbütürt artıyordu. Nihayet profesöre başvurdu:
«ölecek mİ!»
öteki, gözlüklerinin arkasında kaybolan gözlerini karşısındakine dikerek y umuşak bir sesle-
«Biz doktorlar nıç bir hasi.tdan ümidi kesme yiz efendlm-ı, dedi.
Hasta kadının kocası, bu cevabın derinliğini kavramak istiyormuş gibi düşünceli ve şaşkın, dışarı çıktı.
Profesörün gözleri bu anda önünde belirive-ren Avnl Akbulut'a ilişince bfr şeye hayret ediyormuş gibi kaşları yukarı kalktı, alnı buruştu, o yumuşak fakat hor şeyden uzak sesiyle şortlu:
«Sizin neyiniz var efendim?»
Avnl bir şey söylemeden Niğde hükümet dok-1 torunun mektubunu uzattı. Profesör. hen kaşları M kalkık ve alnı kırışık, zarfı v\çtı ve içindeki kâğıda şöyle bir göz gezdirdi. Altındaki imzayı hatırlamak İster gibi biraz düşündü. sonra başını •yolladı ve Avnl’ye dönerek:
«Peki, ne İstiyorsunuz.?» dedi.
Hasla hemen denlini anlatmıyu başladı. Cebinden raporlar., tahlil neticelerini, kolluğunun altından, »ayısı onu geçen röntgen mimlerini çıkardı, İlk defa nasıl ameliyat olduğunu, sonra hastalığın nasıl yeniden teptiğini saydı döktü.
Bu sırada doktor muslukta ellerini yıkıyor, ispirto ile oğuşturuyor, beyaz l>lr havluya kuruluyordu. Onun kendisini pek can kulağıyla dinle -
| Haftanın Hicvi :
/ Zeytinyağı dalaveresini ne unutan var ? ne yutan! Hal olmuj gibi gösterilmesine
• rağmeoı o bglâ karaborsacılık yel'u ile - a-/ sâlet ve nezaket bile taslamağa başlamış 'olan - bir sonradan görmeler burjuvasının / yaradılrcasutda kullanılmış başlıca vasıta-{ lardan biridir.
/ Zeytinyağcılar içinde bir öylesi var ki,
• dostlar bizim, yemekleri yağsız yediğimiz / günlerde depolarında stok yediyüz bin { kilo zeytinyağı vardı.. Bizim çamurdan bir / ekmek aîabilmek için fırın önlerinde so-
• ğuktan titreşerek biribirimizi çiğnediğimiz » demlerde o bir altındağa binmiş zevkini ! getiriyordu.. Maaşlara onbeş lira zam yap-J mak için münakaşalar cereyan ettiği gün-Şİerde memleket mâliyesinin yüksek men-
i. Et
: ve kemik haline gedmiş olan bu ..alçaklık :a, Anadolu çocuklarının e-z meğinâen ve ekmeğinden keserek Vatan le-inin görülmesi için verdikleri parayı
- babasının malıymış gibi kumandı, s"mür-
( dü, bundan yorulunca da "bahı hükümet-J ten—bir Namık Kemâl gibi—izzet - ü -
unutul-f mak, mi&yonlarile başbaşa, üstüste, altalta »sessizce «mütevazı bir vatandaş» gibi öm-■se- • rimü itmam etmek gnyesi peşindedir! Şe-nil‘ ( refsizlik ve haysiyetsizliğin bu en korkunç f canavarı kendi kendini unutmuş olduğu l için halkm da her şeyi unutmuş olduğunu f sanıyor-. Halk iyiyi unutmadığı gibi kötü-
( yü de unutmaz! Sana gelince, sen tifüsün
• biti» inkılâp gençliğinin hafızası-da, daî-( ma; imha edilmesi itk ve en büy”k vazife
• olan «millî düşmen» olar?k yasavacaksın! ( Hafızada sessiz, hareketsi’, bir hatıra ola-« rak yaşamak tehlik di ohn»k şövle dursun ( rahatça bir iştir. A™a berhrtde bilirsin ki, «biz hayaller ve fikî-Ie-le değil aksyonlarla (yaşayan nisanlarız. Seni hafızamıza, bütün «çirkefliğinle nakşetmiş cüm’mızm sebebi
halkın çiğnemiş olduğun haklarım kurta -« racağımız günlerde çirkefliğin ak’yonlan-j miza amansız bir muharrik olum dîyedir! İ Hartı senelerin™ korkunç sefjfet giinle-« rmde senin habis vüzun memlek"ti-( ufkun-İ cfa sıntıo milletin sefaleti—- gül-r; çalın-) mis milvonlartnm dağ manzara? balkm u-«kmtıÇarile yanetr ve albnlan"— sesi fer-J yatlarımızı duyulmaz kılmak isterdit Seni \ unutursak bîri de halk ve namusumuz ) unutsun.
I I
lüklerinin İçine bakarak: >
(Devamı 11 incide) f
«netliğini farkeden Avnl şimdi asistanlara, talebelere dönmüş, hikâyesine devam ediyordu. Sözünü tamamladığı zaman doktor da gömleğin! çıkarmış, beyaz sadakor ceketini giymişti. Baş asistana dönerek sordu:
«Neymiş?.» ,
öteki blı* kaç doktorca kelime mırıldandı ve filimlerden birini uzattı. Profesör az önce yıkadığı ellerini kirletmemek için filme dokunmadı, ■asistanına tutturarak gözlerini büzdü ve dikkatle baktı. Sonra Avnl’ye döndü:
-Böbreğinizde taş var.»
v.Biliyorum efendim..-«Aldırmanız lâzım, p «Başüstünc efendim.» «Ama hemen ameliyat olmalısınız. Her geçen gün . sizin için tehlikelidir.»
«Hemen olsun efendim. Emredin bu günden
yatayım.»
Profesör karşısındakinin ne demek istediğini ilk anda anlıyamamış gibi başını arkaya atarak bir on düşündü, sonra baş asistana dönerek: Bizim serviste boş yatağımız .var mı?» diye sordu.
«Hiç yok efendim.»
Avnl atıldı:
«Bir kaç gün beklerim, belki o zamana kadar
boşalır.»
Asistan cevap verdi:
«Zannetmiyorum, yakında çıkacak hastamız yok. Sonra bir çok da sıra bekleyen var./
Profesör kapıya doğru yürüyerek ilâve etti:
«Si? bilirsiniz, fakat hastalığınızın beklemeğe tahammülü .yok. Hemen bir ho.staneye yatıp taşları aldırmaksınız.»
Bunları söylerken kapıdan çıkmıştı. Avni’nln cevabını beklemeden koridorda hızla yürüdü gitti. Talebelerle asistanlar da arkasından odayı boşalttılar. Avnl elinde raporları, filimler! He or-tu yerde kalıverdi. Bu sırada İçeri gelip ortalısı/ikbal ile çekildi. Şimdi silinmek, düzeltmeğe koyulan o kapıdaki hademe, onun hâ- ■ lâ odada dikildiğini görünce:
«Ne bekliyorsunuz?» diye hordu. Avnl dertleşecek kafa dengi birini bulmuş gibi] ona Kayse-ri’den başlayarak böbreğinin hikâyesini anlatma ya kalkınca, hademe eliyle sözünü kesti:
«Doktor Osman beyin burada bunları dlnllyc-cek vakti yok. Görmedin mİ, işi başından aşkın. Burası fakir fıkara yeri: Sen efendi ikdamsın, git ■derdini muayenehanesinde anlat. Dirim yünlünün sahibidir, saat dörtten sonra ftep orada 'bulunur. Al istersen adresini vereyim.»
Gömleğinin cebinden çıkardığı ince bir kartı hastanın eline tutuşturdu, İşine koyuldu. Kafasının İçinde hep (> acayip, bütün iradesini elinden alan ilâç kokusu>lu hastaneden ayntan Avnl, ağır ağır yürüyerek, otelu geldi, p.arhiz yemeğini bile y iye m hyerek-sadece bir cay içti ve bir saat kadar dinlendikten sonra, hemen kapının önünde duran, tramvaylardan birine atlıyaruk Dirim Yurdunun yolunu tuttu.
f faatı icabı olarak" fikir beyan etmişti. ' ve kemik halin- hu ..alca
t irad asi» yıllara
£ meninden vp e
(İ?1
1 ha
Profesör Osman onu,haslanedcklnlnlanı •tersine, büyük bir alâka İle muayene etti, hattâ tatlı dflfnl Borlu o kadar övdüğü -halde suratı hep canı sıkılmış gibi duran doktor İrfanın aksine, doktor Osman sahiden tatlı dilil, güler yüzlü İdi. Bütün fiJJmleri, rapor* «iri teker teker gözden geçildi, bir çok söyler sorup soruşturdu, nihayet, aralarında tam bir itimat bağı kurulduğuna kanal getirince, ellerini Avni’nln omuzların.* dayayarak:;
"Bakkardeştir... dedi,
■’lyetinl iyice ahlattım, cahil bir insan I hayatını, aileni düşünmeye ıhecburKı,
ver. Tek çare ameliyattır. Taşı çıkarırız,* bir kav ay da sıkı perhiz t der, vereceğim ilâçları alırsın. Allahın izniyle bir şeyciğln kalmaz.,.
"Hastanede de söyledim ya doktor, emrin ne ise öyle ederim. /Beni hastaneye yatırıver.,,
"Fakülte hastanesine yatıramam; hem yer yok, hem de hastalığın öyle fevkalâdeden yatırılmanı lca bittirecek mahiyette bir şey değil. Basit bir böbrek taşı. Yer açılmasını beklemek ister do sıraya girersen a.vlar sürer, halbuki hastalığının buna tahammülü yok. Bak düşün, taşın. İstersen benim kliniğe yatırayım. ama senin İçin biraz masraflı qlur.„
Avnl doktorun gözlüklerinin içine bakarak.'
•‘sara hastalığının ma-
ıdeğılsln, kararını
Donan RUSFK'AY
DİKKAT :
Abone, mektup, azı ve her türlü muhaberat için adresimiz şudur:
Gün-Posta kutusu 519 - İstanbul
"GÜN» den memnunsanız ve yaşamasını isteyorsanız abone olunuz., muhitinize yayınız!
“Yarenlik,, ve
Rıfat İLGAZ
t
Rıfat İlgaz Yarenlik isimi ilk şiir kita bım. hakkında yazılmış tenkitleri de alarak, yeniden bastırdı. Bu tenkitlerden birini alıyoruz:
Şairin en dikkati çeken tarafı, Türk cemiyetindeki emekçi ve yarı çınekci sınıfın iktisadi ,içtimai ve maral cenheleriri bir kaç mısra içinde '.çizivermesindeki ustalıktır.
Aylak sınıf şairlerinin çizdiği İstanbul tablolarıyla, Rıfat İlgaz’ın İstanbul tablcCarı arasındaki tezatlar, günde ondört saat alınteri döken kol ve kafa işçisinin — ki 15 - 16 milyonu bulmaktadır — sofrası ile mirasyedi vurguncu sofrası arasındaki tezatlara benzer.
Niçin onlar ^realiteden ürküyor, hakikat ile sanatın imtizaç edemiyeceğini mi sanıyorlar? Bildiğim bir şey varsa o da her sanatkârın mensup olduğu sınıfın İktisadî ve İçtimaî şartlarının bir mahsulü oluşudur. Onlar, halkın ıztıraplariy&ı sakatlarını kirletmek (!) istemezler. Çünkü onların mensup olduğu ve propogandasını yaptıkları aylak sınıfın maddî ıztıracÇarı yoktur. Onlar bütün tarih 'boyvcca yaşanmış zümre saltanatlarının ve kus tüyü yataklarda kuş sütüyle beslenenler arasındaki muaşakaların hasretini çekmektedirler. Bütün kedeıCeri aradıklarını bulamamaktandır. Onım için hakikate gözlerini kaparlar, halka sırtlarını çevirirler. Yaldızlı hülyalılara dalar, lâcivert rüyalar görmeğe başlarlar.
Halbuki Rıfat İlgaz, cnaltı milyonun bu günkü durumundan, köprü altları ve Haliç kıyıları sefâlelCerinden, teneke suratlı kulübelerden, İstanbul kaldırımlarında param parç sürümen a£tt bin Türk çocuğundan, mekteplerdeki umumî zafiyete müptelâ onbin-Çerce gıdasız talebeden, karaborsadan, vurguncudan hülâsa, bu lıal kın içinde kıvrandığı hayat realitesinden haberdardır. Bütün bunlardan: haberdar olan bir sanatkâr, elbette bize Babil şarkıları söyliyemez. Ve Cem in şeririne cârlis sülâle devrindeki muğbeçe-lerle inasıl tanıştığımı, açlıktan gözleri kararmış insanlara dinletemez. işte Rıfat İlgaz, bu bakımdan okunmalı, beyhude zahmete girip onda sahtekâr bir Cirizm aramamalıdır. Şiirleri kuokuru kelimelerle tertiplenmiş, kupkuru rrusralardan ibarettir. Ne klâsik bir ahenk, ne bir melodi havası, hatta ne de bütün kitanta bir tek kafiye bulabilirsiniz. Fakat hu kupkuru mısraiarda sabahtan akşama kadar bir lokma ekmek narası peşinde koşup ta onu bulamı-yan bir insanını kupkuru gözlerinde rastlanan derin, korkunç ve anlatılmaz bir şeyler vardır, işte bu da bir sanattır ve belki henüz alışamadığımız sanat.. Musikiniz, vezinsiz, kafiyesiz yâni nazmın ve- hatta serbest nazmın b?e kendine göre mevcut şart ve kaide-leririden mahrum bir şekle bürünmüş acayip bir realizm. Fakat bu acayiplik bizi, okurken acı acı düşünmeğe, ağCamağa, ve hiç beklenmedik bir yerde kahkaha ile gülmeğe mecbur edecek kadar kuvvetli bir sanat rolü oynıyor.
Ben Rıfat İlgaz m naıjınılarıyla Ahmet Rasim’jn nesirleri arasmda tasvir, mevzu seçimi, hadiselerin detaylarına kadar iniş bakımından kuvvetli bir benzerlik görüyorum. Ahmet Rasim gibi İlgaz’ın da iyi bildiği bir çok şeyter var: Bu arada yeni tiirkçe, balkın örf ve adetleri, eskiye ve yeniye aşınâlık ve Jstanbulun semtleri... Belki bir mektep hocası olduğundandır, şair çocuğu iyi tanıyor ve çocukla meşgul olmaktan hoşlanıyor.
Bu memleketin o büyük ve asla hal edilmemiş alan çocuk meselesinin bir çok cephelerine şiirlerinde sarahatle rastladım. Mensup olduğu kültürün, sınıfını ve dâvânın pıopagandas.eıı yaparken sanatkârın dikkat etmesi gereken cihet şudur: İnanma — 8 —
kalitesini ve inanma tekniğini yükseltmek, geliştirmek. Şiir, her türlü heyecanlarımızın yalnız yazık şekilde ortaya konması demek değildir. Bu heyecanlan okuyana da ayni samimiyet ve şiddetle his ettirtmek ustalığıdır. Bunun bence hiçbir kaidesi yoktur. Kaideler muvaffak cCma vakıasının tahlilinden çıkar. Şu halde her sanatkârın kendine göre şahsi kaideleri var demektir. Klâsik veya modern kaidelerle iş yürütülemediği hallerde şahsi kaideler yaratmasını da beceremiyen adam sanatkâr cîamaz.
Rıfat İlgaz, şimdilik klâsik veya modern hiçbir nazım kaide sine bağlı değil gibi görünüyor. Nazmı, nesiri andırıyor ama, yazdığı da nesir değildir. Halbuki nazmı, nesri andırır şekilde yazmak modern kaideler arasındadır. Fakat oöyle bir kaidenin de Rıfat İlgaz'ın şiirlerinde tatbik edildiğini söyCemiye muktedir değilim. Onun, nazım tarzını şahsileştirmek üzere olduğunu, nek yakında altında imzasını görmeden, yazdıklarını tanıyabileceğimizi ümit ediyorum, işte o zaman şairden sanat kaidelerinden hiç olmazsa birime olsun bağlanmasını istememize artık lüzum kalmıyacaktır. Çünkü o zaman kenidi kaide ve tekniğini ortaya koymuş alacakta.
Esat Adil MÜSTECABLIOĞLU
Kahveler Gazeteler
Kimini vurguncu yantı 39 harbi, Kinz’r.i karaborsacı.
Lâf olur diye dost çayı içmeyenler, Mahkemelik oldu rüşvet yüzünden. Gaz fişi, ekmek karnesi derken Kimler karışmadı İd, piyasaya.
»Kimini sefil etti 39 harbi,
Kimini şair etti»
Beni de gazete tiryakisi
Dadandık kahvelere ajans yüzünden, Bir bardak ıhlamur bedeline
Yeni nizamda-, dem vuran makaleler
okuduk.
1 Düştük eli kalem tutupta
/ Eh salâh tutmayanların peşine,
i Cenk meydanlarını dolaştık
p Denizler geçtik, dağlar aştık,
ı Gün oldu kırıldı kanadımız
/ Kaldık çöllerde.
> Gün oldu, Urallardan vurup
/ Ulaşmak istedik Kızıl elma’ya.
> Yürüdük şehir şehir,
/ Bir de ne görelim,
> Arpa boyu yol gitmişiz!
/ Düşenin dostu mu olur,
J Zafer nerde, biz orda:
/ ■( Meserret »’te kurtardık Sivastoool’u
i »İkbal»de girdik Berlin’e
/ Atikaii kahvesinde pdtlad:
) Atom bombası.
/ Pes dediler bir ağustos akşamı
i Şehzadebaşı’nda Japcnlar,
/ Çektik zafer bayrağını kapıya!
i
i
i
$
i
Rıfat İLGAZ
Toprak kanununun köylerimizde uyandırdığ
Toprak kanununun Meclisten çıkışı memlekette ileri, geri bir hayli gürültlye yol açtı. O günlerde Metlisin içinde ve dışında geniş toprağı olan kimseleri” nasıı çırpınıp, çabaladıklarını, memleket -fe duyup öğrenmeyen kalır, amıştştr.
Hatta öyle ki yalnız or.yedinci mad denin müzakeresinde lehte ve aleyhte fsöy3enen sözler ve çatışmalar bir kaç gün sürüp giti. O zaman iki tarafı temsil edenlerden birinci gurup, bu kar.unu, memle-lekette asırlardır kökleşmiş derebeylik ni-ızarr.ırkn kir tasfiyesi olarak gösterip, onu ileri ve irkilancı bir hareket olarak kabul ediyor, karşı taraf fikirlerini buna göre .müdafap ediyorlardı.
İkinci bir grup «ki ekseriyetini büyük ara-zi sahipleri ve çiftlik sahipleri teşkil etmekte idi» tamamıie birincilerin aksı bir yol tutarak böyle kir kanunu «dünyanın kutsal saydıkları mülkiyet bağlarına bir teca-.vüz» diye vasıflandırarak, böyle bir şeyin pıemleketi anarşiye ve nizamsızlığa sürükleyeceğini iddia ettiler. Bunların arasında tamamile ayrı düşünen üçüncü bir grup da .birincilerle ba^rı noktalarda birleştikleri halde, toprakların küçük parçalara ve işletmelerden ayrılmasına muhalif bulunuyorlardı. Bunlar köylümüzün çalıştıkları toprakların saihibi ve efendisi olmasını istemekle beraket,küçük işletmelerin sanayi de olbuğu gibi büyük işletmeler karşısında tutunamıyacağırn ileri sürüyorlar böyle (bir şeyin asrımızın teknik ve ekonomik şa rtlarına uygun düşmeyen bir yol olduğunu açıklamağa çalışıyorlardı. Böyle düşünenlerin arasına bazı gazete ve dergiler de katıktı. Bu mesele üzerinde uzun uzadıya yazılar yazdılar. Bunların toptan yürüttüğü mütalaa aşağı yukarı şöyle hülâsa edilebilir: Onlar diyorlar ki, madem ki düıı-;ya büyük işletmelere ve toptan iş çıkarma esasına doğru gidiyor, bizim, dünyanın gidişine aykırı bir tedbir almamız, senelerce daha köylüyü kara sapanile karşı karşıya bırakır. Belki daha uzun yıllar köye teknik ziraat aletferi girmekten alakoya -rak senelerce köylüyü bir avuç toprağın üzerinde süründürmeğe mahkûm eder.
Beri, geri yürütülen bu mütalaaları memleketin sosyal ve ekonomik şartlarile onun toprak tabiyesi çerçevesi içerisinde incelersek gerçek mesele kendiliğinden ortaya çıknuş olur. Bunlardan da anlaşılıyor ki, memeket,bazı bölgeler hariç,henüz teknik ziraat vasıtalarına kavuşmamıştır.
Böyle olduğuna göre, mevcut sosyal dü zenic içerisinde topraksan birleştirerek top lu ziraat yapma cihetlerine de gidilemiye-ceğıne göre, toprak kanununun nüfusumuzun çoğunluğunu teşkil eden köylümüz i-
ı yankılar çın ileri ve kalkındırıcı bir dava olarak e-le amak lazım. l>ıger meseleler bunun pekinden çeker.
lürkiyenın n uhteif bölgelerinde yaptığım incelemeler, bu meselenin ne kadar ciddi ve sıkı tutulması gerektiğini yöste-fir. Toprağı verimli ve müsait bölgeleri bırak, bugün orta Anadolu gibi toprağı çorak ve kısır bölgelerde bile öyle Köyler ve .çiftlikler vaıdır ki, en geniş ve işe yarar yerleri samanda eşraf ve ocakza. elerin ederine geçmiş, ha,lk buralaıda bir zaman ker.nişinden gaspedilen topr(>k'(ar üzerinde ortakçı ve yeirımcı duruma inm ştir. Sırasile bu cihetleri bütün çıplaklığile Yurt ve dünya, Ant dergilerinde belirtmeğe çalıştım.
Bugünki yazımda da toprak kanununun kabulde, onvaı uygulanmağa geçilmesinde gecikmeler göstermesi, köy>ülerimız üze-ri-nde acaba nasıl bir tepki ve yankı ya ratı. ? Ondan bahsedeceğim.
Geçen scsıe toprak kanununun müzakc resi sılasında Ankaraya gelen bir köylümü yanıma takarak M er'.ise götürdüm. Bu adam babasının babas ndan beri ocak zadelere ait olan bir çiftlikte ortakçı olduğundan, toprak esaretinin azap ve acılarını bol bal tatmıştı.
O gün de tesadüfi hatipler arasında şiddetli çarpıştı atlar ve tartışmalar oluyordu. Millet vekic.eriırin bir çoklan bu mesele dolayısıyla hitabet yarışına girmiş,gö rüçûerini belirtmeğe çalışıyorlardı. Konuşma, baştan sona kadar köylü ve tığından toprak ürerinde dönüp dolaştığın dan, bizim köylü ahbap, zaman zaman ayağa kdHnj'or, bir taraftan da kolunu dür terek, söz alan hatipleri işaretle: 'söyle ka rdeş bu bizden mîi? bzden yana mı konuşuyor?» diye benden izahat alıyordu. (
Nihayet, toprak kar.unu eyice gürültü ve taztışmauaıdan sonra kabul edildi. Hiç bir kanunun çıksşı köylümüzü bu derece yakıtrdan alâkadar etmemiştir, sanırım. Öyle ki o günlerde toprağa kavuşmak ü-midile, yorganını sırlayarak gurbetten kö y« göç eden köylü vatandaşlara rastladım
Bu sevince kapılan köj'üd n birisi de benim Meclis müzakeresine götürdüğüm adamın köyüdür. Bir efendinin çiftliğinde yancı olan bu köylü o giinle.de işe olup bitmiş gözile bakılarak, ce davul, zurna çakarak şenlik bile yapmış lardır.
Geçerlerde bu köyün altı, yedi sene ak ekimini alan birisi, Ankara’da karşı -ma çıktı. Yakından tanıdığını bu uyanık ve ateşli delikanlı elinde bir istida ile dolaşıyordu. Anlattığına göre, köyden vilâyet yetiyle yeldikleri istidalar cevapsız kal-
bu gün ler-
Hiciv Tarihi
Eşi ef
1
liiirrlyrl Ka»id(M»i*nden:
Hükümet uıuuıuı tulu hayata mail olsan da Defterken gardiyanlar ku'. tartı hıfzı emanetten Çtkar.ian yntiızu tıynet değişmez İsle zılbıllah Utanmaz kendi nefsinden haya etmez melfımetten Açıktıı babı mııhbc s ılıt ilâ f t kavil millette yjuer ıncnıa u.*..uuuı ıLuınuıı reyi ümmetten Eğer bir zelzele nlıruzsa bir yer titremez amma Yurvkier hoplamakta bizde fıkdanı metanetten Nasıl bir zincire vurdu yirmi milyon slrl bir maymun
Ulansın sirl deızenciı h * bendi -hakaretten Biz ol sürü tabiat bir takım C mgAnekfinız kim Cihanda farklınız yok şimdi bir çulsuz aşiretten Eden çok ben sibi mqyhum.de davn-i- hürriyet Eakat tırnağını kessen kaçar meydanı gayretten. Umumi blı hücum isle, ki ced&dı ezip geçsin Bizim evlâdımız da yoksa kurtulmaz eı.aretten Ne mümkün başka, türlü bizce istihsali hüniyet Çalış hünkârı kaldır otludan hallet hilâfetten dığında-n, şimdi çıkıp Ankara’ya gelmiş ti. Bir defa oa ziraat vekâletine baş vurup müsbet bir .•.cüce alamazsa ondan sonra başır-an çaresine ban;'cağını söyliyordu.
Eğer, diyordu, yakır.da hükümet bu işi yapmazsa hepimiz açlıktan öleceğiz. O, zaman leprak kanununun hayrını gör. Ve gene iaive ettiğine göre, toprağının efendisi, çiftlikten «def olup gitmeleri» için her tü.Üû yardımı kesmiş, eski harçlar İçinde iki ayaklarını bir papuca koymuş. Hele evler cerae ise başlarına uçacakmış.
Bir taraftan parti ve partinin gazete-eri çıkardıkları bu kanunla, öğüne dursunlar. Bı_“ucı çok acı misallerine b.'şka bölgelerde de rastlıyoruz.
Geçen gün orta Anadolu’nun şimale bakan bir çeltik bölgesinde köylünün bi -riyle konuşurken aynı şeylerden yana yakıla dert yandı. Bu köylü, «B» kazasında oturan efendisinden şikâyetçi idi. Oturduğu çiftlik iki yüz bin '.İraya bir kaç köye satdmıştı; bu köylü a’e çoluk çocuk kapı dışan edilmişti.
Toprak kanunumun yarıcıları ilgilendiren faslına dokunarak «peki enayi gibi ne diye çıktımız, kanun açık, hiç bir ortakçıyı çiftlik sahibi hiçbir sebepte yarıcı olduğu topraktan süremez, satışa mani olabilirsi ııiz» dedim. Köylü budalaya bak-» der git» omuz silkti. «Haydi çıkma bakalım elendi, Ağa tohum, hayvan vermez, suladığın bendi de yıkarsa, bir dahaki seneye taşan kırığını mı yiyeceksin? Duyduk, hükümet toprak kanunu çıkarmış, ama o biz-lere göre değil. Biııim sahibimiz daha bu dünyaya gedmemiş !>
Köylerde durum bu merkezde iken bir gazetenin ünlü başyazarı, üzerine toz konduran biri çıktı mı, herşeyi olup bitmiş göstererek, ikide bir toprak kanununu diline dolayarak, şaklabanlığa başlar. Bu suretle de muarızlarını Don Kişotvari pa-'lavrasiyle susturduğunu sanır. Ortalığı her zaman güllük gülüstanlık göstermeğe meraklı bu efendi, toprak kanununun yanı-— 9 —
TEL
« Devletin Menşei» adlı eser hakkın -daki kısa tenkidimizi okumuş olanlar şüb-hesiz. o yazıda telifle sentez arasındaki farkı belirtmeğe yarayacak bir düşüncenin ipuçlarını görmüşlerdir.
«Telifçilik» deyimini, metod bakımından mütenakıs, düşünce ve action’lan birleştirmeğe teşebbüs etmekten ibaret o-lan cehillere hasredebiliriz. Metodça. yani prensiplerde, kökten zıt lolan fikir ve acti-onlar mütecanis bütün'ler vücude getirmi-yecekleri için birbirlerinin- yanında iğreti ve aralarında boşluklar olduğu halde dururlar. Bu vaziyet karşısında sentez mev-zubahs olamaz. Sentez, metod bakımından mütecanis fikir ve action'larm derhal kaynaşması; telifçilik metodça gayrı mütecanis fikir ve actionlann kaynaşmayarak iğreti, ayrı kalmağıdır.
Bu mânada tarihi maddecilik, Ş;sya lizm ile sınıf mücadelesi ve kıymet fazlası teorilerinin 'bir telifi değil bir sentezidir. Buna mukabil realizm jle idealizmi; maddeci sosyoloji ile ruhçu sosyolojiyi birleştirmeğe kalkanı bütün teşebbüsler telifçiliktir. Sentez, metodik tecanüs; telifçilik, me-todik tenakus içinde ortaya çıkan birer hâdisedir.
Sentezle telifçiliğin sosyal kökleri olduğu ve insan, zihninde esrarengiz kuvvetlerle beliren hâdiseler olmadıkları âşikâr -dır. Sentez sosyal bir sınıfa sıkıdan sıkıya merbut; hayatı ve düşünüş tarzı bu sınıfın şartlarile tamamen tayin editoıiş bulunan mütefekkirlerin ulaşabildiği orijinal bir neticedir. Telifçilik ise, umumiyetle halk sınıfı ile burjuva sınıfı arasında sallanan daima kararsız ve mütereddit küçük burjuva sınıfın^ mensup o sınıfın şartları tarafından tayin edilmiş olması d-ojayısile sınıfının bü-na son günlerde bir de ilk öğretim seferberliğinin uygulanması ile ofis vergisinin ilgası meselesini kattı o meydanı boş bu -lup borazanını öttüre dursun bu işlere bizim köylü dayılar ne diyor bakalım: Geçen bu yazılardan birinin her zaman konuş tuğum gazeteye meraklı, bir köylüye okudum. Bıyık altından kıs, kıs gülerek göz ■ berime baktı:.
— Bakıyorum da dedi bu hükümet toprak kanunu çıkarmakla çok kurnaz davrandı doğrusu. Bu iş biraz da tavşana kaç tazıya tut diyen avcının işine benzer. Bana sorarsan bu, kanunun çıkışı yarıcılar ve ortakçılar için ölüm çiftlik sahihleri için ihya oldu. Hani hükümet satışa miida-hele edecekti (Ç xx) oğlunun sekiz tane çiftliği şimdi satılık herif topraktan alıp apartımana yatırıyor. Yarıcılar açlıktan zı baracaknuş, Allah hükümetimize zeval ver
IF-SEN
Haşan TANRIKUT
tün kararsızlıklarile dolu) mütefekkirlerin haleti ruhiyesi, düşünüş ve hareket ediş ta rzrdır.
ı Küçük burjuvaziden çıkan mütefekkirler kültür terbiyesine müstenit bir cehille ya. lıalk sınıfının veya burjuvazinin adamı haline gelecek veyahut kararsızlık (telifçilik) içirşde ömürlerini bitireceklerdir. 1 a ıiâhî maddecilikte fikirle actionun tahlili (gayrıkabil olan bütünlüğü dblayısile küçük (burjuvaziden halk sınıfına geçen mütefekkir. hadiselerin daimî akışı içinde ya gerdekten halkın malı olur veyahut yarı yol-(dan döner: O, kararsızlık içinde yaşamakla devam edecek, yahut halk yolunun is-gediği fedainefs karşısında yılmış olmaktan (gelen duygunun tesiri altmlda burjuvazinin .hazır ve bundan dolayı emin, tehlikesiz görünen saflan arasında halk’a cephe ala ,c aktır!
Bizde burjuva sınıfmm var olmayışı, küçük burjuva sınıfını, halka bağlanamamış, bir sürü şaşkın münevverin yatağı haline getirmektedir. Böylece telifçilik uzun müddet fikir hayatımızın baskın durumu haline gelmiştir.
Her nekadar bu harp içinde - yumurtadan vakitsiz çıkmış acaip piliçler gibi * bir burjuva sınıfı karalbjcirsaya dayanarak kurulur gibi görünüyorsa da çek geciktiği için Avıupa nizamına aykırı gelen bu halin trmelii ve devamlı olması imkansızdır. Kavimlerin, uzun asırlarda geciktirdikleri tekamülü fertlerin kısacık ömürleri içinde suratla geçivermeleri gibi biz de. Avnupanm uzun tekâmülü mahsulü olan burjuva d'evre.üni süratle geçerek çağdaş şartlara uymak zoıun,da kalacağız. Bun -dan dolayı burjuva partileri istedikleri karnesin bakalım arkasından ne çıkacak.
ilk öğretim seferberliğile, ofis vergisinin vlgakı meselesine gelince köylü konuşmasını şu sözlerle bitirdi: «Bunlardan kime ne? Köylünün sığırını, sıpasını satıyorlar. Onbeş, yirmi haneli bir köye 15000 liralık bir bina çökertiyorlar. Yine Ahali razı olsun ama bu kadar vergi veriyoruz yatdımlarını biraz arttıramazlar ıra? Böyle giderse çocuğumuzun çoğu bile bu ağır yük altından kafltamıyacak.
Gelelim ofis işine: «Gazeteci bunu da köylüye müjdeliyor. Sevindik ama ya ba şımıza takmak olursa... Ofislere istif edip çürüttükleri mis gibi buğdaylarımıza ne ■ diyelim?» Artık köjfiinvc b» acı fakat hakikat olan sözlerine katacak bir şey bulamıyorum.
Sekli Köyü : Halil AYTEK1N
TEZ
dar kurulsunlar sosyal zaman kadroları içinde uzun ömürlü olmalarına imkân yoktur. Zarurî olarak halka gidileceği işin «şaşkın - telifçi» mütefekkirler de ortadan kalkacaktır! Hiç olmazsa cemiyetle sıkı temasta oldukları müddetçe şaşkın hallerinin devam etmesine imkân kalmaz. Bunlar cemiyetle ilgilerini keserek içlerine kapanacakları arda rfcmantik ve mistik te mayüllere sürüklenmekten kurtulamayacaklardır.
Fikir ve aksiyonda tecaniise. senteze varabilip varamamanın sosyolojik ve so» yal şartları bunlar olsa gerek.
Ekonomik kriz: Tarihin gelişme seyrinde kapitalist içtimai nizama has, müz mir.leşmiş bir hastalıktır. Kapitalist nizamının bünyesindeki tezadların mahsulü o-lan ekonomik kriz, kapitalizmin, bilhassa emperyalist devresine girdiği zaman genişlemiş ve bütün dünyayı birden sanp zelzele halini almıştır. Her on senede tekrarlayan krizin sebebi şudur: Kapitalist İçtimaî nizamında istihsal ve dağılış ferdie -rin, zümrelerin ve grupların elindedir. Bunlar arasındaki daimi rekabetde işlerini birikirlerinden gizü tutmak, esasına dayandığı için ortaya plânsız istihsal tarzı ve anarşik bir tevziat sistemi vücude getirmiştir. Yani emtialarını sevk edecekleri pazarların ne kadar eşyaya ihti acı olduğunu ve ne kadar alıcı geleceğini bilmelerine imkân olmayan kapitalistler şuur -suz ve plânsız şekilde habire istihsal yaparlar ve mal pazara gider. Alıcıların İh tiyacından fazlla.ı birikmeğe başlar, büyük stoklar meydana gelir nihayet bu vaziyeti gören fabrikatörün kafasına dank der ve derhal ani bir tedbirle istihsali keser, işçilere yol verir. Bu suretle de bütün dünyada işsizler ordusu meydana gelir iş siz kalan bir sürü insan da şaşkın bir vaziyette sarsılır, kalır. Satın alma kabiliyetlerini de kaybettikleri için ortada mallar büsbütün satılmaz olur. BöyS'ece umumî durum, bir fasit çember içinde yuvarlan -mağa başlar, işte ham madde teinin etmek ve mamul emtiayı satabilmek için pazarlarda kapitalistler biribirlerine girerler ve emperyalist devletCer arasındaki bu rekabet cihan muharebelerini doğurur. Büyük kayıplardan başka açlık, sefalet, yeryüzünü kaplar. İşte İktisad ilmindeki «Kriznin kapitalist nizam hastalığının başlıca sebep ve neticeleri bunlardır.
te
B Ö B
(Baştarafı 6 ncıda) g
«Yani ne kadar olur doktor bey?® dedi. Bur-■ punu, kafasını gene o uğursuz *ilâc kokusu dol-3 duruvcrmiştl. Gözleri kararıyordu. Doktorun zayıf; yüzünün hafif bir gülümseme ile buruştuğunu ha- £ yal maval farketti ve uğuldayan kulakları onun yumuşak, cana yakın sesini uzaklardan gelir uibt *» İşitti: — • •(
«Yatak''parası ve ameliyat Içuı bin lirayı göze almalısın.»
Avnl’nln kafasını saran bulut bir an için a
çılır gibi oldu. Boğuk bir sesle:
«Aman doktor’? dedi. Profesör hep o tatlı
gülüansemesiyle sözünü kesti:
«Söyledim ya, biraz masraflı, olur, istersen Kayseri hastanesine bas vur. Ama vilâyet, hastaneleri ve doktorları,,,
• >
Sen daha iyi bilirsin ya, başından geçti,,,?
«iyi ama doktor, bin liranın yolu nerue?» öteki bütün yüzünü kaplryan tatlı bir gülüşle:
«Bunu bana mı soruyorsun? Bilsem vallahi söylerdim.® dedi. Şakaya katlanacak halde olma-(yan Avni eliyle kulağının arkasını kaşıyarak kendi kendine mırıldandı: «Çoluk çocuğa, yazıt» bağla bahçeden birini sattırman mı ki? Can her peyden üstün.» Sonra doktora o öndü: «Bana biraz ikram edemez misin, bak sana ralebertden mektup pa getirdim.»
(Ha, kim o çocuk? İsmi yabancı değil ama. bir türlü hatırlıyamadım. Neyse simdi .seninle bakkal pazarlığı yapacak değiliz- dedim ya, dü-.şün, taşın, kararını jv^r. Ben herg ün öğleden sonra hurdayım.»
İlâç kokusu, yorgunluk, açlık, t eceleri sancılar yüzünden uyuyamamak hastayı öyle bir hale getirmişti ki, kafasında su anda: (Ne olacaksa hemen olsun.» düşüncesinden başka bir şey yoktu. Tekrar doktor doktor dolaşmak, röntgenlerde soyunmak, İğnelerle kan aldırmak, şişelere. İşemek, bekleme odalarında saatlerce, günlerce pinekle -mek, artık bunl-arın hiç birine > dayanmryacaktı Sönük gözlerini ağır ağır Profesör Osman’a çevirerek:
"Nlğdeye mektup yazalım da bizim elma bahçesini satsınlar bakalım. Şimdi mahsul mevsim’.-•lir, herhalde para eder.,, dedi:
A I • •
"istersen bir telgraf -yaz. bârı hemen gönderleyim. Sen de git, otelden eşyalarını al. buraya naklet. Para gelir -gelmez ameliyatı yaparız.,,
Bu İsler o gün tamamlandı. Avni. hustahane için hususi satın aldığı mavi yollu llsör pijama İle beyaz karyolasının kenarına oturarak Niğde* den para gözledi. (Her geçen gün, hesabını hiç yoktan onbeş lira arttırıyor ve hasta bazan: «Bu mevsimde bir bahçe satmak bu kadar sürdürülür mü? Kendi soyumuzda bile İnilden anlayan olmadıktan sonra.... diye söylenerek Nigdedekllere kızıyor. hazan da: "Ne diye para geleslye kadar o-lelde kalmadım da doktorun sözüne uyup buraya tasındım kİ? Otelin gecesi bir buçuk lira idi. Bj hastalık bende 'akıl komamıs, , loclli.,, diye kendi kendine içerliyordu. Kliniğe yatı iğinin on -birinci günü telgraf huvaleslyfe bin iki yüz lira geldi, he mm ertesi gün, ikindi vaktine doğru, ameliyat masasına yattı.
Henüz narkozun tesiriyle sersem bir ha?de gözlerini aralayınca İlk gördüğü şey doktor Onmanın gülümseyen yüzü oldu.
«Nasılsınız? İyisiniz ya!» diyordu, -On beş güne varmaz kalkarsınız. Çıkardığım taş; görmek İster -misin? Fındık kadar.,, Bak*>
Avni daha iyice açamadığı dumanlı gözleri'. I? doktorun etindeki yuvarlak şeye baktı, sonra biraz geride duran asistanla hemşireyi de süzerek iticilikle mırıldandı:
«Teşekkür ederim doktor,., öbür taş da böyle kocaman am?»
Profesör Osman karşısındakinin ne dediğini anlnmıyarak iri camlı gözlüklerini arkasındakile-re çevirdi. Genç asistan yarağa yaklaştı:
R E K
"Hangi tas?,,
O zaman hastanın gözleri büyük bir korkuyla açıldı, karşısındaki üçpbcyaz gömlekliyi birer birer dolaştı, sonra hırıltılı bîr sesle sordu:
"İki taş olacaktı! Ocağına dÜfidüm, birini İçerde mİ koydun yoksa?,,
«Kim söyledi İki tas diye?.
"Kayseride söylediler. Ilöntg-. n öyle gösteriyormuş... —
Profesör vo asistanı filimlerin oulunduğu zarfı açtılar,'pencerenin yanma gioi-p uzun uzun baktılar; biri baktıktan sonra ellndekini ötekine veriyor, yeni aldığını «özden geçiriyordu. Odadn çıt yoktu. Apasrra iki doktor birbirlerine filimde bir şey gösteriyorlar, fakat tek söz söylemiyorlardı. Nihayet profesör Osman hastaya yaklaştı:
«Zannetmiyorum!» dedi, «Gerçi filimin orası biraz bulanık ama. Kayseri hastanesinin röntgenine pek güvenilmez, bu taşın gölgesi düşmüş o-lacak. Belki sen de filim çekilirken biraz kımıldar, dm. Ben böbrekte başka bir tasa taslamadım: Hiç merak etme."
Bundan sonraki günler, hattâ haftalar, hattâ aylar A'vni Akbulut için yun rüya halinde geçtiler. Sanki ameliyat gününde yapılan narkozdan hâlâ kurtulamamıştı. Doktorlar o gün filimler! a hp götürmüşler ve bir daha ortaya çıkarmamışlardı. Her gün bir kaç kere yanma geliyorlar. "Nasılsın? -Bir şikâyetin var mı?" diye soruyor -lar, bazan hemşire pansuman yaparken bulunu -yorlar, fakat ikinci taş meselesini hiç açmıyorlardı. Bu halde bir a,y kadar yattıktan sonra, — dikişler olmalı daha sekiz gün olmuştu. — Avni’de tekrar sancılar başladı. Yeniden röntgenler, idrar tahlilleri, konsültasyonlar yapıldı. I*rofesör: "Senin bünyen taş yapmağa çok müsait, böbrekte gene kilsi bir teşekkül ihtimali var. Esaslı bir müdahale daha- icab edecek gajiba!" dedi. ati
Niğde’ye tekrar -acele telgraflar çekildi, sat: lan bağın paracı bu sefer yirmi günde geldi. İkinci ameliyat için Avni’yi masaya yatırdıkları zaman, eski nüfus memuru bir deri bir kemik kalmıştı. Gözleri bir şey seçemiyor, kulakları uğulduyor, sesi fısıltı halinde çıkıyordu. Yüzüne maskeyi koyduktan zaman bu uykudan bir daha uyanantı* ^acağuıı sanıyor, ama buna oktular üzülmüyordu.
Ameliyat bir saate yakın sürdü, itoktor hem yarayı kesiyor, derinlere gidiyor, hemşirenin uzattığı makası, bıçağı pensi alıyor, eğiliyor, doğruluyor, hem de bu aralık asistaniyle konuşuyordu:
"Bizim şu Adad- ki köşkün banyosuna ne renk fayans koydurayım, bir türlü karar veremedim. Mavi kasvetli olacak, (penbe do yatak odasına uyanıyor,,, En İyisi filimi ama. piyasada iyisi yok. Ne halt etmeli »bflmom-"
Nihayçl böbrekten leblebi kadar bu-, tuş daha çıktı, fakat İki a,y gibi kısa bir zamanda İki defa ’flst (İste bıçak yiyen bu ufacık et parçası da artık eanrndan bezmiş gibiydi: taşı aldıkları yerde beliren ince bir kan sızıntısı bir türlü durmuyordu Profesör Osman: "No yapacağız?” der gibi gözlüklerini aststaniyle htvnşiroye çevirdi. Beş dakikadan fazla beklediler, kan ne azalıyor, ne çoğalıyor, hep ayni şekilde, hafif hafif sızıyordu. Haşlanın zayıf vücudunda kımıldamalar ba$lq/nıştt. Bir kaç dakika daha beklediler. Ööbrğği böyle kanar halde bırakmak yarayı tfapamnk, hastanın yüzde yüz «ölümü demekti. Profesör! asistaniyle bir kaç keJtme konuştuktan sonra tekrar makaslarını. bıçaklarını elin»' aldı, böbreği etrafına bağlayan çeşit çeşit etleri, sinirleri kesti, inceli kalınlı damarları düğümledi*; bir anda pörsümüş gibi gevşeyen bu morumsu et parçasını beyaz bir küvetin içine bıraktı, ($onıa ^yorgun bir sesle asistanına yarayı kapatıp dikmesini söyledi, alnında beliren terleri gömleğinin koluna silerek musluğa. ellerini yıkamağa gitti.
Avni Akbulut yatağında kendine gelip, ölmediğini, yalnız böbreğinin çıkarıldığını, artık bir tek. o da ameliyatlı böbrekle kaldığını öğrenince pek şaşırmadı, başını öte tarafa çevirip gözlerini
Haftanın kronolojisi
oü^*' (**%»“*-*•
15 — SI Niıu«n
Odasında, ustura İle paralanan Ahmet has-tahanede Öldü.
îki hırsız «altışar ay hüküm geydi.
Gangster çetesi mahkemeye verildi.
£ Yükseli çiğneyib Öldüren şöför Cavlt mahkûm oldu.
£ Bursada bir değirmenci değirmen çark ma kendini kaptrndı ve parçalanarak öldü.
Zıdananm Raztyeler köyünden Mehmet bir kadm meselesinden Tosunu av tilfeğlle Öldürdü.
Yine Adananın Kırmıklı köyünden Mehmet Mustaftayı uyurken tüfekle öldürdü. Sebeb kadın meselesidir.
£ Tirenden atlaman Ln zarın Sinemadan dönen EyüblU birbirlerini yaraladılar. Karısını öldüren ve kayın yan Halil mahkûm oldu. Aliyi öldüren lb yaşındaki kûm oldu.
ayağı kırıldı dört arkadaş
babasını yanal ı-
Vajıdettin mah-
kup ad t. Haftalarca bu halde vattı. Artık iki günde bir uğreyan doktora, hcıgün pansumana gelen asistana bir şey sqylemiyor, bir soy sorenu-yordu. Ytalnız günün birinde profesör Osman yatağının kenarına oturup yalancıktan gülmlye çalışan brr yüzle, artık hastalığının tamamen iyi olmuş s-ayıldbileceğinl, tek böbrekle katananm öyle pek korkulacak sjey olmadığını, çünkü insan bünyesinin böyle hallerde bütün dikkatini, bütün «ayıttin! öteki böbreğe vererek onu adamakıllı kuvvetlendirdiğini, ve p.-tık Avni (Jçln Niğde’ye dönüp istirahıU etmekten, hâla akmakta olan yarasını da haftada İki detu bir doktora, hatta bir sıhhat memuruna pansuman ettirmekten başka .bir iş kalınadığmt söyleyince, hasta o fersiz gözlerini karşoundakinin yüzüne dikti, ağır ağır, fakat sarsrlmnz bir sesle:
"Yok doktor," dedi, "beni bu halimde sokağa atamazsın. Gayri sattırıp parasını getirtecek bağ, t^hce kalmadı hma, gene de beni bu halimde sokağa atamazsın. Ben bu halimde memlekete dönecek olumum bana sokaktaki itler bile güler. Ya bu yara kapanır, deitmanım yerine gelir, yürü-^•o yürüye tirene giderim, ya bu karyolada ölür, çoluğun çocuğun başına belâ olmam. Kolumdan tutup utsan bile, kapının önünden bir udim gitmem, geleni geçeni başıma toplarım, iste, kendin düşün artık."
Bu sözlerden sonra hastanın gözlerini kapayıp basını öteye çevirdiğini gören doktor, sesini çıkarmadan odadan çıktı gitti. Avni toir hafta kadar bekledi, her kapı açılısında yüreği oynuyor. "Acaba sokağa atarlar nu ki? Buhalde Niğde'ye, çotuğun çocuğun yanina nasıl varırım." (llye düşünüyor, pansumana gelen asistanla hemşirenin yüzlerine dikkat ve korkuyla bakıyoıdu. Ama on-. ların kendisine karşı muameleleri değişmemLştf. Hep aynı nazik dalgınlıkla sargılarını çözüyorlar, -Nasılsınız?/ d ive..‘sorduktan sonra hep ayni seklide, cevap beklemeden bfrbirlertyie konuşuyor ve odadan çtkıj-orlardi.
Bir gün profesör Osman o zorla gülen yüziy-le oday.t girdi. Hemşireyle asistan da arkastnday-dı. Kırışık 'alnını yutağa doğru eğerek hastayı sıkı bfr muayeneden geçirdi, bir çok şeyler sordu, hâlâ kapan miyarı yarayı kendi eliyle açtı, tabelâyı ve amVMyaltan sonra çekilen röntgen alimlerini aslsttvnlyle birlikte bir daha gözden geçinil, sonra Aval Akbulut’a dönerek:
«Hastalığın bu safhası talebe içip çok enteresandır. sizi yarm fakülte hastanesine k-ajdrrı-c&ğızh dedi.
• — SON
— 11 —
Rıfat İlgaz
YARENLİK
Şiirleri
İkinci Baskı
Cahit Saffet lrqat
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI
ŞİİRLER
OKUYUNUZ
GÜIN
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi
İleri kültür ve ileri sanatın Sosyal kökleri
ylV - XVI yüzyıllarda ltalyada “bas-layatn kuvvetli bir ekonomik yükseliş ha reketi, feodal sistem içinde keskin bir sınıf mücadelesinin doğuşuna sebep oldu. Bu mücadele Ticaret kapitalizminin, derebeylikle birleştirilmesi mümkün olmayan menfaatlarının korunması ve serbestlikleri zemini üzerinde doğmuş, keskinleşmiş, de-rebeyci münasebetlere ve kiliseye karşı n-kilâpçı bir mücadele şeklini ve karakterini almıştı. Bu mücadele seyrinde o Idevir Avrupasırida sosyal, politik, ve kültürel bir hareket şeklinde - Ticaret burjuvazisi nin inkilâpçı bir hareketi manasında, • ortaya çıkan Rönesans hareketi, insanlık tarihinin en, önemli çağlarından birini açi-j1ct, insanlığın o zamana kadar geçirdiği en ileri değişikliği ifade ediyordu.
Rönesans, antik Yunan - Roma Hü-manizm'ini, daha geniş ve daha zengin bir muhteva^ ile .diriltmek manasını taşıdığı gibi, bu devirde yeni dloğmakta olan ticaret burjuvazisinin, derebeylik ve kilisenin tahakkümüne karşı açtığı mücadele sey -rinde, tekemmül eden ileri bir dünya görüşü oldu. Ortaçağ’ın kast zihniyeti yerine. bütün insanlar için şahsî hürriyet istiyor; asalet tarla tanımıyor, lnsan'a, insanın fikir ve vicdan hürriyeti’ne inanıyor, hörmet ediyordu, öyle bir dünya görüşü ki. Ortaçağ’ın skolaMik dogmatizmine karşı musibet ilmi ve onun musibet neticelerini koyuyordu.
Bu şartlar içinde başlayan Rönesans hareketi, XVI - X\ ll yüzyıllarda, sermayeci ekonomi'nin uyanmasına muvazi olarak. garb Avrupası'nın diğer memleketlerinde de inkişaf etmiş; XVIII, yüzyıl inkilâbının zaferi üzerine, daha üniversel bir mahiyet kazanarak, bugünkü Burjuva Hümanizmi şeklini almıştır. Burjuva sınıfı - ve ona bağlı lolarak Burjuva Hüma -nizmi - yeni istihsal kuvvetlerinin ve istih sal sisteminin - kapitalizm'in, - inkişafın: köstekiiyen ve bukağılayan derebeylik sis teminin dar istihsal şartlarına ve münasebetlerine hücum ederek yüzyıllık lanetleri üzerinde taşıyan Derebeylikle birlikte, o-nun ideolojik müdafii olan kilise yi devirmek için mücadele dttiği, ve yerine mo • dern tekniği, bu ileri teknik'e cevap verebilecek müsbet ilmi koyduğu ölçüde in-kilâpçı idî; ve geri münasebetlerin baskısından. daha geniş münasebetlere doğru «zaruretler sahasından, hürriyetler sahasına doğrun sıçrayışlar yaparken de geniş halk kitlelerinin menfaUtma uygun bir
Yazan: Dr. Ziya OYKUT hareket yapmış oluyordu. Bu Hümanizm ve bu sınıf, bu siyasî, iktisadi, içtimai hareket seyrinde, yüzyıllarca köle kalan köylünün, yüzyıllarca dar münasebetler içinde sıkışmış ve büzülmüş olan fakir zanaatçı, işçinin, bir kelime ile büyük bir çoğunluğun menfaatlarına tercüman .olan Avangard bir fikir, Avangard bir sınıf olduğu içindir ki, o devir için tarihen müsbet ve müterakki bir rol oynayabilmişti. Böyle olduğu müddetçe, Burjuva Hümanizmi, karanlıklardan kurtulan insan ru hunu ileri, aydınlık ufuklara) götüren bir fikir ve sanat hareketi olarak kaldı.
Bu zaruretler çerçevesi içinde, inkılâpçı ve hamleci olan burjuvazi, kendi sınıf menfaatlannı tatmin edecek ve emniyet altına alacağı, içtimai, iktisadi ve siyasî imkânları temin ettikten sonra, yavaş yavaş inkilâba yüz çevirdi; muhafazakâr bir zümre oldu. İlmi iııkikâfı, düşünce hürriyetini daraltan veya tamajniyle gas-beden bir zihniyete büründü. Derebeylik zülmüne ve d'erebeyci dünya görüşüne karşı yüzyıllar boyunca savaşan ve bu mücadele seyrinde ileri ve inkilâpçı bir hamle olarak gelişen, ve hakikaten nı^türel iktisadın dar imkânları yerine, geniş istihsal imkânları getiren bu yeni ekonomi, inkişafının muayyen bir merhalesinde cemiyete öyle bir iş bölmü sokmuştur ki, artık ne şahıs hürriyeti ne düşünce hürriyeti kalmamış, geniş halk yığınları, muazzam bir istihsal makinesinin alelâde, basit birer vidası haline gelmişlerdir. Fertlerin şahsiyeti, yaratma kabiliyeti körlenmiş veya büsbütün ıcrtadan (kalkmıştır. Bu ekonominin inkişafı, gittikçe fakirleşen, sefille- i şen ve nüilkıyetsizieşen büyük halk yığınlarının karsısında, sermayenin muayyen ellerde temerküzü ve toplanması şeklinde j başlayan aynlık, geniş halk yığınları ile. bu istihsal vasıtalarına sahip hakim zümre 1 araşma da derin, uçurumlar açmıştır.
Bütün insanlar için şahsi hürriyet is teyen. Asalet farkı tanımıyan lnsan’a, in-san'ın FİKİR ve VİCDAN HÜRRİYE-Tl'ne inanan ve hörnıet eden HÜMANİZM bit seyirler içinde, bu geniş insan inancından vaz geçerek. b».r geniş ve bu büyülü manayı idareci, istihsal vasıtalarına sahip «hakim zümre nin insanın mana sır.da daraltmış. ANCAK bu HAKİM İNSANA İNANIR BİR DURUMA DÜŞMÜŞTÜR.
Hümanizm’in bu dar insan zümresine inhisarı ile sukutu, halk yığınlarının 1871 Parisinde - hem istilâcı kuvvetlere hem de
DAUAMLAfi-GEOCEULEO
£ 1937 — 1943 yılları içinde Türk iyedeki 1$ yerlerinde husule gelen fş kazaları:
YU Kaza bayisi
1937 4891
1938 7246
1939 7482
1940 8620
1941 9668
1942 9293J
1943 11958
£ 1948 yılı İş kazalarının is şubelerine güre aynimi: —
Kuza fsuyiM
Maden Kömürü istihsalûtmda 5692
Madem izale, demir ve emsali
İmalatında 2117
Vajgon, otomobil tayyare imalât
ve tamiratında 2086
diğer maden kstihsâlatında 686
Pamuk sanayiinde 310
A 1943 yılı is kazaların neticeleri :
Sayı
Geçici arızalar 10035
Ktrrk, Çatlak 465
Yanrk 608
İç uzuvlarda arıza 297
Aza kaybı 248
Fıtık 122
Ani ölüm 96
Ameliyatla aza kaybı •K»
Tedavi sırajsın-la ölüm 26
Gazla boğulma 11
Meslek hastalıkları 6
Felç 3
Suda boğulma 1
1943 yılı is' kazalarmm sebepleri:
.Sayı
İş* üzerine bir cismin düğmesi 4078
Batma, kesilme, ezilme ve paire 2966
isçinin düşmesi 920
Malklnaye kaptırma 872
Müsademe 691
Yük kaldırma, zorlama 629
isçinin sözüne blf elsim girmesi 569
Çeşitli sebepler 324
Yakıcı veya sıcak mayi dökülmesi 316
infilâk 206
Göçme, yıkılma 134
Bir muharrikin carnmajsı
sürüklemesi . 117
.Elektrik canunasr 63
Buhar lazytkl, gazla zehirlenme 59
‘Blı basması, su tazyiki 14
(dahilî istismarcı zümreye karşı açtığı -kurtuluş mücadelesinden sonra, daha şu-prlu bir irtica, felsefesi ihtiyacı ile kıvranan. I 789 yıllarının inkilâpçı sınıfı, her ileri şeyden uzaklaşmış, nihayet her gün bir az daha geri çekile çekile. nihayet ka-rranlık bir irtica batağına boylu boyunca gömülmüş bulunuyor.
Bütün bu irtica ile birlikte. Ortaçağ irticaına taş çıkartan yirmi birinci yüzyılın utanç lekesi, silâhlı, barbar faşist irticaini da gelecek yazı dâ göstereceğiz.
Comments (0)