Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi


Kı/at İlgaz
Kıymetli şair Rıfat llgaz^ san’at ve fikir hayatında normal bir tekâmül safhası geçirerek bu günkü ileri fikir ve san’at seviyesine ulaşmıştır.
Rıfat, mensup olduğu sınıfın davasını, büyük bir san’at kudretile dile getiren şairdir. Yaptığımız röportaj ikinci sayfamızdadır.
Demokrasi cennetinde
Atatürk inkılâbı
ne halde?
Geçen sayıda Kur’anm hukuk ve ahlâk kaidelerinin bir topluluğu olduğunu, yalnız ahlâk kaidelerini alıp hukuk kısmını bırakmanın mümkün olmadığını belirtmiştik. Nitekim daha şimdiden Fatın Hoca mecliste, «Tekkeleri açalım» diye bağırıyor ve Atatürkün yetiştirdiklerinden hiç biri «Olamaz!» diyemiyorlar. İrtica üzerimize bütün kuvvetile çullanmıştır.
Diktatör diye bir çok biçarelerin beğenmemeğe kalktıkları Atatürk zamanında vaziyet şöyle idi;
Kelâm profesörü Şerefettin efendi, üniversitede «İslâm din ve felsefesi» okutuyor, İzmirli İsmail Hakkı e. serler veriyor, Kur’am tercüme ediyordu; Materyalist Yusuf Akçora (1) serbestçe ders veriyor, konuşuyor, Marksist Suphi Nuri üniversitede ders okutuyor, Liberal Ahmet Ağaoğlu «Serbest insanlar ülkesinde» «Ben kimim» adlı eserlerini neşrediyor, dinsiz Abdullah Cevdet, taassuba karşı açtığı mücadelesini devam ettiriyor, Nâzım Hikmet kitaplar neşrediyor ve tiyatrolarda aiKişlanıyordu. j ürkıyenın tarihünue hiç bir zaman, fikir bu derece serbest olmamıştı. Bugün ben şu satırları yazarken kendimi korku içinde buluyorum. Dünyanın her tarafında 1789 Fransız inkılâbından beri alelade olmuş bir iki düşünceyi neşredecek bir gazete buladildiğime şükrediyorum. Atatürk zamanında intişar etmiş mecmua ve kitapların bir listesini yapsam ve dostlara: haydi şunlardan bir tanesini olsun neşrediverin de göreyim desem karşımda hiç kimse kalmayacağını kat’î olarak biliyorum. Atatürk inkılâba karşı isyan eden softalarla mücadeleyi orduya, memlekete sokulan ajanları emniyet teşkilâtına ve yukarıda görüldüğü üzere fikri alabildiğine serbest bırakmıştı. Din baskı altında değildi, çünkü herkes camie gidiyor, ibadetini yapıyor, Kur’an tercüme ediliyor, Türkçe ezan okunuyor ve üniversitede İslâmî ilimler serbestçe okutuluyordu.

A şağıda okuy ocağınız yan bir Amerikalı muharir tarafından yazılan bir kitaptan alınmıştır t
1842 senesinde Amerikan gazetelerinde her gün görülen ilânlardan bir kaç örnek:
“Bir zenci kadın kaçmıştır. Kaçmadan birkaç gün önce yanağına kızgın demirie M. markası yazmak istemiştim. Bulup getirene.,,
“Çenesinin sol tarafı dövmeli zenciyi ölü veya diri getirene 100 dolar mükâfat....
“ Uşağım John’u getirene 2f dolar mükâfat. Burnunun ucu kopuktur.
“ Zenci Blokc’u ölü veya diri getirene 50 dolar mükâfat. İki kulağının memesi kesiktir.
Bundan 106 yıl sonra bugün Amerika^3'' halâ şuniara şahft* ofu^ötuz.
(Aşağıda okuduğumuz hadiseler Newyork Times isimli Amerikan gazetesinin 1946 sayılarından alınmıştır.)
“Louisiana da 28 yaşlarında bir zenci beyaz bir kadının evnıe zorla girmek (şüphesile) tevkif edil miştir. Fakat delil bulunmadığından bırakılmıştır. Bir kaç gün sonra
mahkemeden sonra diğer iki kişi asıl hırsızın kendileri olduğunu itiraf etmiştir.,,
“Ku-Klux Klan bir asır danberi Amerika ile daimi harp halinde olan bir terör teşkilâtıdır. Bu teşki-
lâtın en büyük müttefiki nefret en korkunç silâhı da terör’dür. Gayesi de demokrasimizi yoketmektir.
Wolter Wuichell
Yukarıdaki sözler muhafazakâr bir Amerikalı mllharririn fikirleridir.
Biz hangi tekâmülden bahsediyoruz? Türkiye geri gidiyor, çünkü fikre hudut çizilmiştir! Hele İçtimaî i-limler sahasında sosyalizme, Marksizme samimî olarak inanmış bir insanın okullarda, üniversitede söz etmesi kabil değildir. Meğer ki Komünist, ajan ithamlarını yani işinden koğulmak, ekmeğinden olmak «kahramanlığını» göze almış olsun, halbuki bu temayüller dünyada artık alelade şeylerdir. İnkılâpçılığı, lâyıklığı, belkide devletçiliği müdafaa etmek yarın büsbütün günah veya yasak olacaktır.
Kendimizi aldatmıyalım, bugün liberalizm bütünlüğü ile ortaya çıkamaz, Abdullah Cevdet gibi bir dinsiz konuşamaz, gerçek bir sosyalist, sosyalist olduğunu, Marksizmi doğru bulduğunu söyleyemez. Halbuki dün bunun mümkün olduğu fiilen misallerde meydandadır. Şu halde güdük bir demokrasi içindeyiz. Bir kısım temayüller alabildiğine serbesttir. Bir kısmı da alabildiğine baskı altındadır. Diktatörlüklerin yaptığı da bundan başka bir şey değildir. Şu halde iş tam tersine mi dönmüş oluyor: Dün fikir hürriyeti ve bugün istipdad mı var? ' Başdan
(1) Yusuf Akçora’nm materyalizmi anlayışındaki yanlış noktalar gelecek sayılanınızda belirtilecektir

zencile arkadaşı hüviyeti tesbit edilemiyen şahıslar tarafından kaçırılmıştır. Birinin cesedi bir kaç gün sonra bulunmuştur. Zencinin iki eli de kesilmiş olup kafasına, boğazına ve vücuduna indirilen darbelerle öldürüldüğü görülmüştür. Mahallî makamlar hiç bir tevkif atda bulunmağa lüzum görmemiştir. Çünkü bir linç hadisesine delâlet
■ eden ip ucu ele geçmemiş tir-,, L
“ Mississipi’de otuzbeş yaşında bir zenci beş beyaz adam tarafından ölünceye kadar sopayla dövülmüştür. Mütecavizlerin beşi de yakalanarak mahkemeye verilmişler ve zenciye bir kaç tokat attıklarını itiraf etmişlerdir. Jüri heyeti 10 dakikalık bir mü zakereden sonra hepsinin beraatine karar vermiştir. Zenci bir eyer çalmakla ittiham ediliyordu. Fakat
Başka ne yapabiliriz?
Bir gece geç vakitBeyoğlundan geçerken şöyle bir hadise ile karşılaştım, üç bahriyeli Amerikan kikiriği.,. Düttürü elbiseleri içinde artları, İki keleği Amerikan bazından torbaya koyup sıkıştırmış gibi fırlak fırlak. Aylondoz ağacından bir dal gibi ince, taze, sulu.. Öyle sulu kı. cıvık cıvık, vıcık vıcık. Bir erkek İçkisi olan rakı, sarı kâhküllü başlarına vurmuş, dar ve ur jt lyaklınTn üra-rlnde yele tutulmuş kuru kamış gibi sallan'p. ö-tüp duruyarlar.
önlerinde bir adam, yanında bir kadınla yürüyor. Evvelâ kadına el attılar. Kadının yanındaki uyarak misafirlere güler yüz gösterdi. Fakat A-merikalı sitiller, bakkal Bogosun dükkânında tadına bakmak için tereme peynirini parmaklayıp, sonra beğenmemiş gibi yüzlerini buruşturdular, tadını beğenmemişlerdi.
Vahşi kuşların garip seslerde, huhuu, kukuu gibi garip anlaşılmaz, manasız sesler çıkararak tramvaya koştular. Sayın misafirlerimiz, belediye nizamlarının üstüne tüküre tüküre tramvaylara atladılar. Biri vatmanın ensesine tokat, öbürü biletçinin sırtına yumruk vurarak şakalaştı. Üçüncüsü boğaz vapurunun güvertesi gibi tramvayın tepesine çıkıp kuruldu. Bu aırada Belediyenin seyrüsefer memuru hayran hayran ağzını ayran budalası gibi açıp Amerikalıların canbazlı-gını seyretmekte olduğundan^ seyrü sefer durmuştu.
Yaya kaldırımda giden bir kızın üzerine çullandılar. Her nasılsa ve ne dense, Beyoğlu yosması, bahriyelilerin koluna girmek İstemedi. Bir çekişmedir başladı, üç Amerikan tazesiyle. Bey oğlunun bir kart yosması arasındaki çekişmeyi görmek için bir halka çevrildi etrafındakiler Amerikalıların her hareketini takdir hayranlık ile seyrediyorlar. Bu aşağılık, bu bayağının bayağısı ve rezilce hareketlere dayanamayan, bir delikanlı kızı bir yana çekti Amerikan 'kikiriklerine yol verdi. Oğlanlar gitmez, sulandıkça sulanır. Temmuz güneşi görmüş Emin önü asfaltı gibi cıvır da cıvır. Amerikan boyları, altı yumruğu birden delikanlıya çevirip, akılları sıra, direkt,’^!ndirekt, kroşe falan filanla bizim delikanlıyı nakavt edecekler. Demeğe kalmadı, bir.y^bir daha bir daha İki polis, delikanlıyı alıp da kaşlarile, gözlerde, « Lütfen karakola kadar
Beş dakika içinde,
Amerikanın bahriye nezaretine döndü.
Subaylar, inzibatlar, düdükler.. Nihayet bizim delikanlı af dilemeğe mecbur edildi. Delikanlının göz yaşlarını Amerikan subayından gizlediğinin farkına vardım.
Geçende Hürriyet gazetesinde de şöyle bir havadis vardı. Ankarada bir bara iki Amerikalı gitmiş. Bu oğlanlar galiba, bizim kızları kızanları Amerikan düdüklerine hayran sanıyorlar. Ayol burada erkek kıtlığına kıran girmedi?
Şımarık Amerikalılar bir bar kızına sarkıntı-İlığa başlamışlar. Kız yüz vermemiş. Onlar asi|-— Devamı S. 3 de —
ama bırakmadılar ki. götürdü. Amerikalılara, kulakları burunlarile. teşriflerini » rica ettiler. Galatasaray karakolu,
V
BAŞDAN
—— Sahlfe: 2
Kitabı toplananŞair Rıfat İLGAZ
defa şehrin muhtelif sanatoryumlarında yatmış'/r. Bu arada Reşat Şemseddin Si-rer bakan otmuş, bu fırsattan istifade ile Rıfat İlgaz tekrar hocalığa alınması için müracaat etmiştir, Haşan Âli ile Reşat Şemseddin arasındaki ayrılık malumdur. Bu sebeple Rifat, tekrar Boğazlıyan orta okuluna hoca olmuş-‘ tur. Fakat hastalığı artmış tekrar sanatoryuma. yatmıştır. Bu sırada bir Kenan Öner - Haşan Ali davası ortaya çıkmış, Kenan Öner, Haşan Âlinin güya Komünistliğini ispat için, Rifat Ilgazı himaye ettiğini ..öylemiştir. Bunun üzerine bakanlık derhal faaliyete geçmiştir. Haşan Âli zamanında hocalıktan çıkarılan, Reşad Şemsettil zamanında tekrar hocalığa
alınan Rifal İlgaz, ayni kararı vermiş olan umum mü-düdürlerden mürekkep ayni komisyon tarafından bu sefer hocalıktan çıkarılmış ve tahsisatı verilmiş olduğu halde ani bir telgrafla sanatoryumdan da konulmuştur.
Rifat İlgazın üçüncü şiir kitabı olan (yaşadıkça) neşrinden bir sene sonra, geçen hafta Bakanlar Kurulu kararile toplattırılmış-tı Halen Haydarpaşa intaniye hastahanesinde olan Rifatı ziyarette gittim.
Rifat şairliğini şöyle anlattı :
— İlk şiirlerim 927 de memleket gazetelerinde çıktı. O zaman Istanbulda Orhan Seyfi (güneş) isimli bir mecmua çıkarırdı. Güneş mecmuasına gönderdiğim Mehmet Rifat imzalı bir şiiri, Orhan Seyfi üs-
14 Eylül — dalların yazıları arasına koymuştu. A-radan seneler geçti. Orhan Seyfi benim şiirlerimi grmüş. ( Gençler, mevzun ve mukaffa yazamadıkları için yazıyorlar!» demez mi? Bir gün sine 927 temmuzunda neşrettiği hatırlattım. Galiba biraz kızardı. Ilgaza,
— Bazı münekitlerin realist
böyle kendi-şiirimi Rıfat
Rıfat İlgaz Kastamonu ludur. Babası bir küçük düyunumumiye memuru ‘olduğu için, ilk okulu, babası ile beraber doloşttğı yerlerde Cide, Termede okumuştur. Kastamonu muallim mektebini bitirdikten sonra, Gazi Enstitüsü edebiyat kolundan mezun olmuş, Adapazarı orta okulunda hastalığından dol ıstanbula nakledilen R.
ayı fat Nişantaşı daha sonra, \a-ragümrük orta okulunda Türkçe hocalığı yapmış, bu sırada ilk şiir kitabı o-lan (Yarenlik) i neşretıftiş-tir. (Sınıf) adlı ikinci şiir kitabı, biı ay vitrinlerde durduktan sonra, bakanlar kurulu kararile toplattırılmış, Rifat da örfî idare komutanlığı tarafından tevkif edilmiştir. (Sınıf) adlı şiir kı’tab' örfi idare mahkemesi tarafından, akir sınıfı zenginler aleyhine*

dedikleri şiirlerini ne zaman yazdın diye sordum.
— 1940 dan önce mizacıma ve düşüncelerime uygun bir forum arıyor denemeler yapıyor neşredemiyordum. İlk cesareti Ses dergisinde gösterdim. (Yarenlik) bu ilk cesaretimin mahsulüdür.
•— Yarenlikten önceki şiirlerini bir kitap halinde niçin neşretmedin?
— Belki üç kitaplık şiirim vardı. Bunların en mühimleri (Oluş) ve (Varlık) dergilerinde çıkmıştı. Bunları ne-zaman derlemeye kalksam, onlarda bir yapmacık taraf, bir bizden olmayan ve bizi ifade etmeyen tarafın mevcut olduğunu hissediyordum. Bu şiirler daha ziyade aylâk sınıfın, geçim derdinden azade insanların hoşuna gidiyordu. Bizden olmayanların zevkine gayri şuuri olarak yaptığım hizmetin reaksiyonunu geçde olsa duyabildim. Bazı burjuva münekkitlerinin ve antoloji derleyicilerinin hoşuna giden bu şiirler nim gözü bağlı yaşadığım ların en canlı bir ifadesidir, tık kimin için ve niçin yazdığımın farkındayım.
— Bazı antolojilerde şiirlerine rastlayamıyoruz.
L — Evet resini, ve yan resmi
Mektuplar I
hükümet her biriniz için 800 lira değil, 3 bin lira harcayabilir!» Cümle çok kuvvetli.., Fakat hakikatten o kadar uzak-ki, hali vakti yerinde olanlara bu ilâç tatbik ediliyor, iyi neticeley de alınıyor. Ba.Kan onların dosyasını da tetkik ediyor; görülen köy kılavuz istemez. Bu ilâç iki senedir memlekete girmeğe başladı, tik zamanlarda gramı asgari 25 liradan satıldı. Sonra 15 liraya 11 liraya ve 880 kuruşa kadar düştü- Binlerce gram ilâç memlekete girdi. Ve milyonlarca lira memleketten çıktı da halâ ürkek etrafa bakınıyor. Hastaneden mü- tecruoe devresinden kurtulamadı mı? ! him bir şikâyetimiz yok. Ufak tefeT tebYSbe muhakkak paralılar üzerin- g ihmallere rağmen yine memnunuz. işte ae raı yapılacak? Yoksa bu Streptomy- |
bir arkadaş söylnvnr: “Sanatorvıım ar». cin yalnız zengin veremlilere mi iyi ge- I
yorsunuz, paralı,. Ücretli Laik
yomu olur mu? Heybeliye pavyon ilâ Bakan bu isteği ileri süren hastaya I
ve ediliyor diye sevindik; paralı yaptı- soruyor “peki sana bu ilâcı” kim tav- | niZ’ ujıeöelc.. Doktor |
hastanın sanatoryumda işi ne... Yesin. hemen atılıyor. (Hayır bay bakan kim- I
içsin, bendini evinde tedaviye çatişsm . se tavsiye etmedi;,, şu halde doktorlar
Başka bir arkadaş zayıf ciğerinden bek- I lenmeyecek bir gayretle konuşuyor. ( Artık hastahanelerde, sanatoryumlarda sv' ramız en aşağı bir buçuk şçnede çıkıyor. İki, iki buçuk sene bekleyenler dt ■Var.,, ,‘.i f ■
Bütün verem tedavisi için apılatay. he varsa vücudunda denemiş haisîz bir kasta söylüyor; «Streptomycin isteriz vekil bey. ^u ilâçtan isteriz, artık biliyoruz ki bu ilâç her veremliye faydalıdır. Sıtmalıya kinin, Frengiliye Neosal-varsan veren hükümet veremliye de bu ilâçtan vermeli!» Bak bu mühim bir istek. Bu mühim istek şüphesiz hükümete çok pahalıya mal olacak,, gramı 880 kuruş ve en aşağı bir hastaya yüz gram lâzım! Şu halde bu haklı isteği mantık oyuıılarile hemen susturmak.. Bakan cevap veriyor:
(Bu ilâç henüz tecrübe devresinde.. Eğer size faydalı olduğu tespit edilsin,,
Sanatoryumdan
Yazan : RIFAI İLGAZ J
Bugün Hastanede zoraki bir gayret var. Hademeler, hastabakıcıla temizlik ve intizam için yırtınıyorlar.
Her taraftan lizol kokusu yükseliyor. Aklaşıldı .• - Sağlık Us
kanı gelecek.. Veremliler yataklarında..* Ortalık beyaz gömleklilerle doldu. Her kesin derdi okadar birbirine benziyor-ki. İşte bir kafile koğuştan içeri gird’. Bir iki şık zatın arkasında bir yığın beyaz gömlekli var. Baş hekim çok heyecanlı... Hastalardan ters bir söz, falsolu bir ses çıkar korkusu ile ürkek ürkek etrafa bakınıyor. Hastaneden mühim bir şikâyetimiz yok. UfaktereK
kışkııtıcı mahiyette göıüle- S rek altı aya mahkûm edilmiştir. Hapishaneden çıktıktan sonra. Haşan Alinin bakanl ğı zamanında hoca- I hktan çıkarılmıştır. Esasen | hasta olan Rifat bu devrede maddî zaruretler için- | de sanatoryum kapıların- | da nöbet beklıyerek, dört 5
B9M
se tavsiye etmedi;,, hastanın sağlık durumları kadar mali durumlarını da teşhis edebilmeli. Öyle birine tavsiyede bulunmalı, l(i hemen i:;
l^.âcCikendiTbarasile.temin edebilsin. Res-1 mi döktor olmak zorlaşıyor dernek^ MukiRat, söâ cambazlığ’, ile önleme Büyük bir bütçe meselesile karşı k^r-şıyayız. Veyahut bakanın mantıkile biz de şöyle cevap verebiliriz: “Amerikalımı bize yardım yapacaklar mı? Düşmanlarımızdan korunmak için tank ve tayyare veren bu dost millet yine en büyük düşman olan ve hudutlarımızı çoktan aşan basillerden korunmamız için de Streptomycin! versinler, Onların ne kadar İnsanî düşündüklerini elbet biliriz. Şu halde yüz milyon liralık yardımın bir iki milyonunu bu ilâca kapatıversin de iki yıldır hala paralılar üzerinde tecrübe edilen bu ilâç bir azda parasızlar üzerinde denensin, olura belki daha iyi neticeler alınır!,,
B
eom
be-yıl-Ar-şiir
antolojilerde bana rastlamak zordur. Bazı yakınlarımız da taktik (!) olarak bizden bahsetmezler. Dar olmayan bir okuyucu kadromun mevcut olduğunu da iftiharla söyleyebilirim. Eğer satışa müsade etselerdi (Sınıf) ve (Yaşadıkça) isimli kitaplarım kalmayacaktı.
— Kitapların niçin toplanı-: yor?.
— Bir şairin kendinden bahsetmesi kadar tabiî ne olabilir. Veremim hastalıaneden bahsediyorum suç oluyor; öğretmenin çocuklarımdan bahsediyorum suç oluyor,tutuyorlar cezaevine atıyorlar. Mahpushaneden bahsediyorum suç!.. Rahatça yaşatın bizi de rahatl ğımızdan bahsedelim! Vatandan, milletten bizim kadar candan söz eden olmadığı halde onların dilinde vatan haini, millet haini oluyoruz.
— Şiirlerinde kelepçe geçiyor. Sana kelepçe vurdular mı?
— Matbuat suçlusu olduğum halde mahkemeye giderken gelirken her çeşit kelepçe vurulduğu gibi, hapishane içinde de zincire vurdular. Elli altmış arkadaş kaç defa bileklerimizden zincire vurulduk. Cezamı doldurup hapishaneden tahliye edildiğim gün kelepçeli olarak emniyet müdürlüğüne iki süngülü ı ile teslim edildim. Bir zaman İz-mirde bir kaç gazetecinin bileğine yanlışlıkla sürülen kelepçe J den ötürü çıkan gürültünün a-
,J| — Devamı S. 3 de —


14 Eylül
BAŞDAN
Sahife: 3
Bu şehirde her şey anlaşılmaz ve garipti. Kiliselerin renk renk kuleleri göklere yükselirken, fabrikaların duvar ve bacaları çan kulelerini aşıyordu. İbadete çağıran çanların madenî feryatları saç damlar üzerine çöküyor ve evlerin arasındaki dar geçitlerde kayboluyordu. Binalar büyük ve umumiyetle güzel, fakat insanlar bayağı ve daima çirkindi. Sabahtan akşama kadar, kül rengi fareler gibi gözlerini hırs bürümüş bir halde, şehrin dar ve eğri sokaklarında, kimi' ekmek, kimi eğlence peşinde, oraya buraya telâşla koşuşuyordu. Bir kısmı da yol başlarını tutmuş, kuvvetliye sessizce boyun eğmesi için, zayıfı düşmanca göz altında tutuyordu. Kuvvetli olan zenginlerdi. Herkes ancak paranın insanlara kuvvet ve hürriyet verebileceğine inanıyor ve hepsi de iktidarı ve parayı arzulu-yordu. Çünkü hepsi köle idi. Zenginin lüksü, fakirin arzusunu ve kinini çekiyordu. İnsanlar için altın şıkırtısından daha tatlı bir musiki yoktu. Hepsi birbirine düşman olduğundan, hepsi de zulüm altında yaşıyordu.
Bazan şehrin üzerine güneşin doğduğu da oluyordu. Fakat hayat daima karanlık ve insanlar gölge gibi idi. Geceleri binlerce parlak ışık yanar, para ile aşk satan aç kadınlar sokaklara dökülürdü. Çeşitli le-zîz yemeklerin kokusu buram buram tüterken, açların kızgın gözleri hırsla parlar ve elemden boğuk bir sefalet inlitisi haline gelen insan sesleri şehrin üzerine yayılırdı.
Hayat keder ve endişe ile dolu idi. Bütün insan-hirbirine düşman ve bütün insanlar kötü idi. Yal-pek az insan namuslu ve doğru idi. Fakat bunlar hayvanlar gibi katı yürekli ve diğerlerinden daha

*>**-*w*Yaıan’‘: MAKSİM GORKİ
Maxim Gorky 1872 da Nl jnlno vograt’ da kalabalık, fakir bir aile içinde güçlükle II( tahsilini yaptıkdan sonra, baba ve anasının olümiie nine ve dedesinin yanında yaşamış çeşitli küçük işlerde, çıraklık, bu-l»k, kapıcılık yaptıktan sonra ak-_______ üniversite tahsili yapmak (imi-, dile Kazan’a gelmiştir. Oradaki nasibi de bir ekmekçi çıraklığı olmuştur. İşte bu de-gidermek için na | m Gorky yavaş I yavaş kendinde yazı istidadı duymaya başlamış ve hiç bir yerde yazılarını yazmıştır
Bir tesadüfle tanıştığı larını gösterdiği zaman yaz tavsiyesini almış hayatındır bu formüle sadık kalmışta. Gorky yaşadığı hayat itibarile balıkçı, eskici, hamal, fahişe serseri gibi ^insanlarla düşüp kalktığından bütün bunları canlı, sıcak-ve kendine has samimî insaniyetçiliğile tasvir 1 okurken dar bir ahlâkçılıkla hoş Zgöremiyeceğlmiz i i bir müsamaha ile karşılamaya alışırız; Gorky bu basit 1 | insanların ehemmiyetsiz I 1 müş ve bütün İnsanlar İçin I ı ’ da kapita'ar polisinin sonsuz >akip |.ve
f

(yaşam, laşıkcıl : lınca
' virde hayatının elemlerini gic
1 bulduysa okumağa başlaya
neşredilmeyen ilk
Korelenko’ya yazı-ondan gördüğünü ve bütün yaznclhk

ader. Siz bu hikâyeleri £ kısımları geniş % ___________________________: ve mütevazı C hayatlarındaki kötülüklerinin sırrını çöz. 1 ı bir İyilik mücadelesi açmış ve bu uğur. * , 2 -> tazyiklerine uğramıştır. r
feryatları göklere yükseliyordu, endişe, bazan da dehşet hüküm sü-şehir, mabetleri ve simetrik taş küt-aran. gün ışığı görmiyen
bir ha-
gibi bir uğultu-



sizlik sokaklara ölüm havası getirmişti, ha^at durj muştu. Çünkü hayatı doğuran kuvvet, bilmeğe, tanımağa başlamış ve “köle -sinin ifadesi olan sihirli ve yenilmez muştu. Kendini istibdattan kurtarmış ve vetini görmüştü, yani yaratıcının kuvvetini...
O günler kudretlinin, hayata hâkim ve sahip duklanna inananların zillet günleri idi.
Ölü şehrin ışıldan o kadar zayıf ve sönüktü asırlar boyunca inşa edilen şehir bir taş ve odun ğını halinde yükseliyordu. Onlar kendi kuvvetlerini bilmenin ateşi 1 o yanıyor ve gözlerinde gelecek zaferin vaadi »parlıyordu. ikiden uğradıkları hakaret ve istihza ile 'ruhlarında derin yaralar açılan insanlar? şehrin sokaklarında yürürlerken emeklerinin derin mânasını görüyorlardı. Ve bu onlara hayata sahip olmanın bir hak olduğu, kanunların yapıcısı ve yaratıcısı olduklarını anlatıyordu. işte o >;aman birleştirici ve hayat verici kelime yeni bir kuvvet ve göz kamaştıran parıltısı ile ses verdi: “Arkadaş!,,
III
Daha dün yan aç bir hayvan gibi pis sokaklarda nafaka.^ için, bı^iftuua gelip aşk satın almasını bekleyen fahişe de bu kelimeyi işıtmişti. Fakat hüzün ve elemle gülerek tekrarlamağa cesaret edememişti. Şimdiye kadar hiç rastlamadığı bir adam onun yanına geldi ve elini çnun omuzuna koyarak sanki bir akrabasıyla konuşuyormuş gibi “arkadaş!,, dedi. Ka-
artık kendini insan,, irade-kelimeyi bul-kendi öz kuv-
ol-
ki, yı-
din yanık kalbinin şimdiye kadar hiçbir zaman hisset-1
lar nız da zâlimdi.
Herkes yaşamak istiyordu ama, kiui3e nasıl yaşanacağını bilmiyor, hiç kimse arzusunu göre bir yol tutamıyordu. Artık insanın ruhunda, yarına ait parlak hayali sönmüştü. İşkence çeken zeiıi ve sefil insanların inilti ve
Daima elem, rüyordu. Kasvetli lelerile, insanları
pishane gibi hareketsiz duruyordu.
Hayatın musikisi boğuk bir elem ve öfke nefretin yumuşak fısıltısı, korkunç bir zulüm su ve hayvanca bir şiddetin haykırışından ibaretti.
II
Bedbahtlık ve kederin kasvetli uğultusu arasında, hırs ve mahrumiyetin şuursuz mücadelesi ve hotgâm-îığm ko'fku’Kç" bataklığı içinde birkaç hayalperest; şehrin zenginliğini yaratan fakirlerin yaşadığı bodrumlar arasında gizlice dolaşıyordu. Hakarete uğrayan, şamar yiyen, fakat kalbleri insan sevgisi ve insan inancı ile dolu olduğu halde isyanı öğreten bu hayalperestler, uzak hakikat alevinin kıvılcımları idi. Bunlar gibi bodrumlara, basit fakat büyük bir bilginin az da olsa daima verimli olan tohumlarını getiriyorlardı. Kâh soğuk parlayan hasîn gözlerle, kâh okşayıp severek kör ve dilsiz birer âleti olmuş bu köle insanların durgun kalb-Jerine sokuyorlardı. Bu hakîr, bu donuk insanlar, kalblerinin uzun znmandır özlediği bu kelimelerin musikisini güvensizlikle dinliyorlardı. Fakat yavaş yavaş başlarını kaldırarak kudretli ve haris zalimlerin kurnazca ördükleri y ılan ağlarından kendilerini kurtarmağa banladılar
Flemli bir kinle dolu olan hayatlarına, yalan ve mediği sevinçten ağlamamak için hafif ve çekingen, kötülüklerle zehirlenmiş kalblere. kuvvetlinin kaba dü- bjy surette gülümsedi. Daha dün dünyaya aç ve haya-şüncelerle karma karışık ettiği Zihinlere, aşalığm acısını duyan bu sef varlığın içine ışık saçan sâde, yeni sesinin saf yaşları parıldıyordu. Kast dışı edilen, yer-bir kelime düşmüştü: “Arkadaş!..
Bu kelime onlar için yeni değildi. Onu evvelce de işitmiş, hattâ söylemişlerdi. Fakat o zamana kadar, unutmakla bir şey kaybetmedikleri bütün diğer kelimeler gibi manasız bir ses Sanmışlardı. Bu kelimenin şimdi vepyeni. temiz ve kuvveti’’ bir s ı3İ, taze bir mânası. elmas gibi sert, kıvılcımlı, değişik bir çeşnisi vardı.
İnsanlar bu kelinıevl henîmslyerek, bir ananın yavrusunu beşikte salla»'ası gibi onu s vgi ve ihtimamı la söyliverek kalblerinde besliyorlardı. |
“Arkadaş., diyorlardı ve hissedivorîartiı ki. bu kelime bütün dünyayı birleştirmek, bütün insanları hürriyete kavuşturarak, karşılıklı saygının k >pmaz bsğla-rile kaynaştırmak için gelmiştir.
Bu kelime kölelerin kalbine kök saldığı zaman onlar artık köle olmaktan çıkmışlar. Ve bîr gün geldi, hep hirlîkte hükmedenlere bağırdılar?
“Artık yeter!.,,
Hayat durmuştu. Çünkü hayatı harekete getiren kuvvet onlar ve yalnız onlaıdı. Akan sular durdu, a-teşler söndü ve şehir karanlığa gömüldü. Kuvvetliler şimdi yeni doğan çocuklar gibi çaresiz kalmışlardı. Eski zorbaları korku sarmıştı. Kendi pisliklerinin kokusu ile kusarlarken, asîlere karşı duydukları nefreti boşaltıyorlardı. Açlık bir heyula gibi peşlerine takılmıştı, karanlıkta uluyorlardı.
Zifirî karanlığa gömülen kiliseler ve evler ölü bir ateş ve demir kao3U içinde kayboldu. Meş’unı bir ses-
sız bakan gözlerde yaslar, yeni doğan bir çocuk ne-
yüzfinfin hüyük bilenler ailesi içine ahnenlar’n bu sevinci şehrin bütün sokaklarında parıldıyordu.
Daha dün karnını doyursun ve kendi vicdanı rahatlasın diye önüne bir kuruş atılan dilenci de bu kelimeyi^u^muatu. Sefaletin a^u^ırdığı. kalıbı şükran.
Kemikleri pikmiş Biskafibeygirleri koştursun diye, arkasından dürtüle 1 garip arabacı, tekerLekLırin taşlar iıierindu t çıkardığı srürijltüden hîsld| korlenmiş bu adam da güıorek yoldan gpçen birine^'Binen misin arkadaş?,, dx[i. Bunu söyler söylemez,■ kelrmeHn kesineler. ürkmüş dizginleri l^Spariıyarak hemen uzaklaşmaya hazır, bir hnlde, o mc3”ud gîjİHişü ile yoh uya bakıyordu. YeTeu da, onrm karşıîrk'ba-1
çını salladı ve “Teşekkür ederim arkadaş?, gideceğim yer uzak değil,, dedi.
Kaldırımlar üzerinde insanlar küçük topluluklar halinde yürüyor ve dünyayı birleştirecek olan büyük söz bir kıvılcım gibi onların arasında gidip geliyordu: “Arkadaş!,,
Uzun favorili, asık suratlı ve kurumlu bir polis köşebaşında konuşan bir ihtiyarın etrafında toplanan kalabalığa yaklaştı. Bir müddet dinledikten sonra yavaşça: “Sokak toplantıları kanunen yasakfctr. Dağılın Sonra bir an durdu, gözlerini yere yumuşak bir sesle ilâve etti: “Arka-
baylar...,, dedi, doğrıı indirerek daşlar!..,,
Kalblerinde
bu kelimeyi taşıyanların, onu birleştirmeğe çağıran, bit borazan sesi olarak etine ve ka-
nına sokanların yüzünde genç yaratıcıların gururu parlıyordu.
Onların bu kelimeye cömertçe kattıkları kuvvetin yıkılmaz ve tükenmez olduğu aşikârdı.
Onlara karşı kör sürüsü silâhlı adamlar da bir yandan hazırlanıyor, sıraya giriyordu, zâlimlerin gazabı, adalet için mücadele edenlerin üzerine inmek üzereydi.
Büyük şehrin çarpık sokaklarında ve meçhul işçilerin inşa ettiği soğuk ve sessiz duvarlar arasında ise insanların kardeşliğine olan büyük iman gelişerek yayılıyordu: /‘Arkadaşlar!,,
Kvvvetli ve teüagl kardeşlik hissi ile dünyayı bi--alev gibi saracak olan ateş, şurada burada yangınlar halinde kendini göstermeğe başlamıştı. Bu ateş dünyayı sarıp kavuracak, bizi insan kılığından çıkaran kö- • tülük, nefret ve zulmü '‘kül haline getirecek, kalbleri-mizi kaynaştırarak, başı dik, asıl insanların, hür işçilerin dostluk ailesine sıkı sıkıya bağlı, tek bir kalb haline getirecektir.
Kölelerin inşı ettiği ölü şehirde, zulmün hüküra sürdüğü şehrin sokaklarında insanın kendine ve dünyanın kötülüğüne karşı kazanacağı zafere olan imanı büyüyor, kuvvetleniyordu. Ve elemli, huzursuz hayatın kaosu içınd-» parlak ve şen bir yıldız gibi istikbali aydınlatan bir meş’ale gibi şu Bade ve içten kelime parıldıyordu: “Arkadaş!,,
maf tarafı S. 2 kisieri hâlâ kulağımızda. Ben bu macerayı şıîr olarak yazdım ve (Gün) de neşrettim. Bit şiiri (Yaşadıkça) ya aldım. Kimse matbuattan fikir hürriyetinden kelepçeden bahsetmedi. Onlarınki fikirde bizimkiler çakıl taşı mı?.. Yoksa bizimkiler mi bilek değil?
— Şimdi ne yapacaksın?
— Görüyorsunuz hastayım. Evvelâ sıhhatimi kazanacağım. Mücadele için sıhhat en geçer akçadır. Sonra mesleğimi; davam, da-nıştayda.. Bu memlekette adalet varsa çok sevdiğim öğretmenliğe döneceğim.
■»««»mi ı—»ur 1' 11 * i1 1 ■
Başka ne yapabiliriz?
g *— Birinci sayfadan devam — mş ar. Bir tUrk delikanlısı, Amerikalı şımarık dostlarımızı nezakete davet etmiş. Delikanlının kafasına bir şişe indirip. parçalamak suretlle karşılık vermiş* ler.
Bu durum karşısında hiç bir şey yapılamıya cağını anlıyan bir başka Türk deflikanüısı da, hırsından bir bira şişesini çatır çatır dişlerile kırarak, ağzı kan çaneığı içinde, cam parçalarını yutmuş galiba başka da yapacak İş kalmadı. On sekiz milyon Türkün, hırslarından bira şişelerini yemesi lazım geliyor. Fakat, haşmetlû efendilerimiz o kadar vurdum duymaz ki, bu sefer de korkarız, milletin bira şişelerini dişlerile parçala*' ması «çim, Amerikaya şişe ısmarlarlar.
Sahife • 4
BAŞDAN
Eylül 14

Ansiklopedik Bilgiler; Yazan: Fehmi Yazıcı
Sendika çeşitleri
İki türlü sendika vardır. Aksı inkılâbçı sahte sendikalar ki, bunlara « Sarı sendika » ismi verilir ; diğeri de inkılâbçı hakikî sendikalardır.
Bu iki çeşit sendikaların nasıl İktisadî ve sosyal bir zaruretin mahsulu olduklarını inceleyelim :
işçi sınıfı mütehassıs işçi ve mütehassıs olmayan yani kara işçisi diye iki çeşittir, işte işçilerin ihtisarlarına göre, böyle iki gruba ayrılmaları, dünyada Sarı sendika ve hakikî sendika diye iki çeşit sendikanın meydana gelmesine sebep Olmuştur. Şimdi bunun nasıl olduğunu açıklayalım :
Meselâ Fransada, Kara işçisinin (yani ihtisassız işçi) ortalama olarak gündeliğini (1) kabul edersek yine Fransada mütehassıs işçinin gündeliği 1,7 dir. Ameri-kada ve Ingilterede ise bu nisbet 1 e karşı 4—6 Sov-yetler Birliğinde 1 e karşı 3—5, Almanyada ise aşağı yukarı Fransadakinin aynıdır.
Bu rakkamlara dikkatle bakarsak görürüz ki, Amerika ve Ingilterede, işfi sınıfının muayyen bir tabakası olan mütehassıs işçiler, mütehassıs olmayan işçilere nazaren dört beş kere daha fazla gündelik almakta, yani Kara isçisinden çok üstün bir refah içinde yaşamaktadır. İşte Amerikada refah içinde olduğu ileri sürülüp, gözümüz boyanılmak istenen bu çeşit işçilerdir. Elbette böyle refah içinde bulunan işçilerin, onlardan pek daha az gündelik alan kara işçisi ile ayni davayı güdemeyecekleri meydandadır, Bu sebepten Amerikada ve Ingilterede bir çeşit işçi aristokrasisi meydana gelmiştir. Bunlar sosyal nizamda bir değişikliğe taraftar olmak değil, tersine olarak kendi çıkarlarına olan bu düzenin muhafazasını isterler. Çünki bu düzenle günün birinde sermayedar olacaklarını, umar ve beklerler.
işte bu çeşit işçiler “San sendika» lan meydana ge-tfrflirf.Cfdif. Meselâ Ingilteredeki (Trade-Uniord ve Amerikadaki (Amerikan Federation of Labour), sendikaları gibi.
Buna mukabil Amerikadaki, sınıf şuuruna ermiş kara isçilerinin kurdukları ( Industrial Worker of the world (Congrai of Industrial organisation,) isimli sendikalar inkilapçı hakikî sendikalardır.
Amerika ve Ingilterede sarı sendikalara mensup işçilerin gelirleri, memur, asker, hakim... gibi bürokrat zümrenin gelirinden daha yüksektir. Bu da onların kendi sınıflarından uzaklaşarak, Burjuva hayatı sürümelerini sağlamaktadır.
Bu durum ilk bakışda, işçiler için çekici ve tatlı görünebilir. Elbette her işçi iyi bir hayat ister. O halde bütün işçiler mütehassıs işçi haline gelerek, fazla kazansınlar. Fakat gerçek böyle değildir. Eğer bu refah, sonuna kadar devam edecek olsaydı, böyle düşünenler© hak verilebilirdi.
Ingiliz ve Amerikalı sermayedarlar ödedikleri bu yüksek işçi gündeliklerini, kara işçilerinden keserek ve müstemlekelerle, yarı müstemlekelerden yaptıkları yağmalarla temin ederler. Tutulan istatistiklere göre her İngilizin bir günlük hârcadığı parada, Hindistan halkının çalışan sınıfından birinin 65 Şiling i_vardır.
Kara işçileri sendikalar hai nde mücadelelerinde devam ederek haklarını aldıkları ve müstemlekelerin Millî kurtuluş hareketlerini yaparak müstakil milletler haline geldiği gün, bu müstehassıs işçiler de, yüksek gündeliklerini alamıyacaklardır.
Yalancı ve devamsız bir refah içinde yüzen bu mütehassıs işçiler de, müstemleke yağmasının uzun müddet devam edemiyeceklerini anladıkları gün, kendi sınıflarına ihanetten vazgeçerek, kurtuluşlarını işçi birliğinde anhyarak, hakikî sendikalar içinde birleşeceklerdir.
Görülüyor ki, Sarı Sendika ve hakikî sendika diye işçi sınıfını ikiye ayıran sebeblerden en mühimi, mütehassıs işçi ile mütehassıs olmayan işçi gündelikleri arasındaki büyük farkdır. Ancak memleketlerin içinde bulunduğu tarihi şart ve zaruretleri de göz önünde tutmak gerektir.
Okuyucularla I-- Başbaşa _
Bir okuyucumuz “Bu ne biçim magazin. Beğeniyoruz, zevkle okuyoruz. Fakat magazine benzetemedik,, diye yazıyor. Okuyucumuza hak, vermemek mümkün değil; Çünkü bu memleket halkfııa magazin namı altında iç gıcıklayım çıplak kadın resimleri sunuldu ve böyLr alıştırıldı.
Bizimki de işte bu çeşit bir magazindir. Başka memleketlerde örnekleri de vardır. Biz ma.,'^zin deyince şunları anlayoruz:
1 — Herkesi ilgilendiren konular vardır.
2 — Bir memleket halkının her seviyede insanına hitap eder.
3 — Mevzular ciddi ve ağır da olsa - vslup hafif ve kolay anlaşınr tarzdadır.
4 — Bir çok çeşitli mevzularda ya ılar topluluğudur. **
Bir okuuycıı tarafından gönderi biliştir.
Ayni yoldur Sil başdan, al »aşdan, başla yeni başdan
At yeni tarihi ‘diğerini silelim.
Çalış millet iç n korkmayalım he, J
Yol ayni yolour hep bir yolda ölelim..
M. Tarakçıoğlu
Emekçi gazetesi
Türk iyeye giremiyor
İngiliz imparatorluğunun idaresi altında yaşayan Kıbrıstaki Türk işçi teşkilâtlarının neşir vasıtası o-lan «Emekçi» gazetesinin Türkiyeye girmesi Bakanlar kurulu kararı ile yasak edilmiştir..
ESKİ '.AİC.VİZ Gazetemizin eski sayılarını, elde etmek isteyen okuyucularımız", mektupla 10 kuruşluk posta pvlu gönderirlerse adreslerine yollanır. Istan buldaki okuyucularımız eski sâyılarımızî, An-karat caddesi Narlıbahçe sokağında gazimizin bayii Esat' Ekicıgil’den tedarik deebiürler.
Dizildiği yer ' BERK >0Y Basımevi
Basıldığı yer /’. K. Sahibi ve Neşriyat Müdürü ORHAN MÜSTECAPL1



1 Abdülhamid’in bomba suı
ı sı üzerine, aşağıdaki kıta Şair Eşref tarafından ( 1 yazılmıştır:
i Muktezâ-yı hükm-ü kanun-u tabiat bÖyledir
1 Düşmek üzre yıldırım ekser muallâ tâk arar Çokmu namerdin felâketten selamet bulması
1 Her kese gitmez bela, erbab ı istihkak arar
Eşref
İNÖNÜ
neler söylemişti?
İnönü “Bir millet san’at-dan ve san’atkârdan mahrumsa, tam bir hayata malik olamaz.,, demişti. Sayın İnönü ileri görüşü ile, ve-cîz şekilde bu günkü hayatımızı tasvir etmiş bulunuyor. Bugün bütün san’at kollarına bakalım, milletimizin san’at ve san’atkârdan mahrum olduğunu görürüz. Tiyatro eserlerinin sansüre uğradığı, memleket realitesini veren değerli resimlerin sergilere alınmadığı, şiir kitaplarının, hikâye kitaplarının toplat-tırıldığı, romanların bası-lamadığı, mizahın susturulduğu bir memlekette, nasıl olur da san’at ve san’at-kâr olur?
San’atın bukadar kayıt altına alındığı, sözde hürriyet olan memleketimizde müzik namına göbek havası, film diye göbek çalkalaması, resim olarak göbek çukurunda rakı içilen anadan doğma avratlar, roman diye belden aşağılık göbek altı nâmelerinden başka ne beklenebilir?
Sayu»-lt-örD -çok haklı-dırlar: san’attan ve san’atkârdan mahrum bir millet tam bir hayata malik değildir.
♦ * ♦
İnönü şöyle söylemiştir: «Milletin murakabesi, idare üzerinde hakikî ve filf olmadıkça ve böyle olduğuna milletçe kanaat gelmedikçe bir halk idaresi var denemez.»
Bugün gazetelerin yazdıklarına, parti liderlerinin beyanatına ve bizzat millet vekillerinin sözlerine göre, idare üzerinde milletin murakabesi şöyle dursun, tersine olarak, idarenin millet üzerinde müra-kabesi vardır.
Yani Türkiyede bir halk idaresi var denemez.
Jr T * *
İnönü şöyle demişti; «E-ğer bir hükümet bütün meseleleri hal edecekse, onun bir kurun-u vustâ padişahından ne farkı vardır?»
Son bir kaç hükümeti şöyle bir gözden geçirince
ikasdından kurtulma-
“■ '.........I
J
1
nasıl bir padişahlar idaresi altında yaşadığımızı anlarız. Halbuki biz padişahların memleketten koğulduk-larını sanırdık.
Kelime olarak kovuldukları doğrudur, hakikatte ise mal meydanda. Nasıl olsa bir padişah mukadderse, hiç olmazsa, kurunu vustaı olmasınlar, son asır padişahlarına çoktan fit olduk.
*
♦ ♦
İnönü şöyle söylemişti: “Uğraşacağımız en mühim hastalık cehalet ve takip edeceğimiz en feyizli yol müsbet ilimdir.»
Biz sayın İnönünün bu irşatlarına uygun hareket ediyoruz. Biz cehalet hastalığı ile mücadele ediyoruz. Bu memleketin ve milletin hayrına olduğuna inandığımız sosyalizmi, körü körüne ve bilmeden inatla direnenlerin kafasına sok-mıya çalışıyoruz. Yolumuz, müsbet ilimdir; gerilik, softalık, yobazlık, cehalet değildir.
♦ ♦ *
_____ İd önü şöyle söylemisin.. «Her hangi bir işe girişecek adam, haksızlıktan kendini masûn addetmezse hayatta hiç bir çalışmanın hedefi kalmaz.»
Biz, bundan evvelki vesikalı, delilli misallerde, giriştiğimiz bu işte ve girişeceğimiz her işte haksızlığa uğramiyacağımıza güvenemiyoruz. Fakat bu haksızlık tehlikesi bizi bak, hakikat ve halk uğruna mücadeleden döndüremi-yecektir.
♦ r ♦
*
ve idarede yarım bilgili
İnönü,
“Siyasette olan felâket, adamların salâhiyet sahibi
olmalarıdır.» demişti. Bu günkü durumumuzu bundan daha iyi tasvir eden söz pek zor bulunur. Her-vatansevere, her ileri görüşlü insana, kanun nazarında bir suç isnad eden idare ve siyaset adamları bindikleri şahlanmış cehaleti kırbaçlayıp, bir semti meçhule yani felâkete dört nala gidiyorlar.

♦ *
İnönü «Geride kalmak bütün hayatta her şey için bir kusurdur.» demişti. Emperyalizmin Türkiye mümessilleri ve geri kafalı, köhne düşünceliler, acaba Sayın İnönü’nün bu vaci-zelerini duymadılar mı?

Comments (0)