Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi
I
Haşan
Doğan RUŞEN AY e
eıktan ibaret
i
20 Kuruş
o T 1 1 • I>1 X
S
Her Türk inkılâpçısı, halk kitlelerinin sınıfî
-. B
Biz Türk milletinin inkılâpçılarıyız, inki lâpçılığımız, içinde yaşadığımız millî ve
İçtimaî şartlara göre ayarlanmıştır
15 Ağustos
PERŞEM3E sı
BU SAYIDA
Esat Adil MÜSTECABÎ e
Şerif IIULÜSİ
$
Sabahattin RA TUR e
M. AL afS
S
Asını SARİ*
Kenan HARUN
$ f
Rıfat İLGAZ
&
M. BÖRKLÜCE
Behçet ATILGAN
TA.NRIKUT
MUTLUAY
Rauf
i Biz işçi sınıfının şuur [anmasını t köylü ve yarı emekçi kitlelerle birleşmesini ve orta sınıflarla iş birliği yapmasını gerçek demokrasi uğruna girişilecek m uca-delenin ana şartlarından sayıyoruz.
Türk milletinin, varlığını inkılâpçı formüller, inkılapçı formülleri de kendi niılıî ve öz realitemize göre ayarlamadıkça, yapıcı, yaratıcı gayretlerimizi boşuna harcamaktan başka bir şey vapmış sayılanlayız. Zaman ve şeraiti gözetmeksizin ileri formül şövalyeliği ile vakit geçirenlerin bugüne kadar elde ettikleri neticeler, ■m HM
kitleleri birbirinden uzaklaştırıcı, inkılâpçılığı yurt ve millet düşmualigi şeklinde tanıtıcı propagandaları desteklemiş ol-
I J
ve iman etmelidir ki, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiyede de gerçek de, JUukralûu', gerçek marksısller, gerçek inkılâpçılar milletini ve yurdunu herkesten daha çok seven, ondan daha mukaddem bir varlık .tanımayan, millet hâkimiyeti uğruna, herşeyiai ve bay atını harcar makta aslâ tereddüt göndermiyen h^lk ço cuklarıııır.
1
Bul böyle :olduğu, bunun böyle olu-şunda ka m senin zerre kadar şüphesi bulunmadığı halde, ha Bin nasıl olup üuzko-layca kandırılaibiidiğini, gerçek tktnrokraflar m, yani marksistlerin aleyhine bu haince propagandaların nasıl olup da yapılabildiğini esefle, hayretle karşılamak kâ fi değildir. Bu iftira, tezvir, yalan mekanizmasının kuruluş ve faaliyetine hizmet edenlerin bu cüret ve ceısareti nereden tedarik ettiklerini de bilmek kâfi değildir. Asıl mesele gerçek demokratlar ve gerçek marksistlerle, sahte, zevzek, bozguncu, yıkıcı solcuların, yani markscı e-debiyatta kendilerine Gauehiste - Goşist adı verilen kelime ve formül papağanlarımın millet nazarında, emekçi halk kitleleri nazarında tamamile ayırt edilebilme-
sini kolaylaştırmak, bu işi her ne bahasına olursa olsun, mutlaka temin etmek lâzımdır.
Emekçi kitlelerin, milletle gerçek marksistlerin, küçük inkılâpçıların arasına giren, kitlelere yollarım şaşırtan, halikın gerçek demokrasiyi doğru dürüst anlamasına engel olan bu zevzek solcuların inkılâpçı saflardan koğulup atılması zamanı artık gelmişi ir. .
Türk milletinin, Türk emekçilerinin sosyal mücadelesin ı yürütecek olanlar her şeyden önce inkılâpçı formülleri ve yine her şeyden önce bu formüllerin tatbik edileceği millî bünyeyi ve yine her 'Şeyden önce millî ve beynelmilel şartları ayni zamanda bilmiş olmalıdırlar.
Gerçek demokrasi kahramanlarının . idealleri, içinde bulundukları realitenin stünden veya yanından değil tam bağ-
rından geçmelidir, inkılâpçılığını halk kitlelerinin sınıfı menfaat ve millî duygularına en ileri Ls-trk,anıetler verebilecek şekilde ayarlama- -ğa’ möcburıhır. Kendini halktan uzajdaş-tıraınlar, halkın itimat ve muhabbetini kaybedenler, rçamus, gayret ve fedakârlık örneği olamıyanlar aslâ inkılâpçı olamazlar. Çünkü inkılâpçı olmak demek halkı kendine, kendini de halka bağlamak demektir.
İnkılâpçı olmak demek, realite ve şartlar karşısında ileri ve geri taktiğini iyi ayarlamak, inkılâpçı merhaleleri iyiden iyiye hesaplamak demektir.
İnkılâpçı olmak demek, emekçi t,‘t lelerin kurtuluş yolunu engellerden temizlemesini, bu yolda onu arızasız yiirüt-(Devamı sahife 12 de) t
GÜN'E KATILAN ARKADAŞLAR
Dergimizin en büyük dileği sosyal vazifeyi lâyikiyle ifa etmek, sanat ve kültürün aktüalite içinde cemiyet dâvalarına . hasredilmesi icabettiği geleneğini kökleş, •tirmek olmuştur.
Sanat, hissin sosyalleşmesi, yani en endividüel olan tarafımızın egoizm-kurtulup cemiyçre doğru yayılma*!.. Gün, ileri demokrat
yazarları ilin
çok uen
şimdi günlük bir organ kazanmış olmaları
.dolayisiyle sanata bu anlayış çerçevesi dahilinde geniş mikyasta yer vermek kararım almıştır. Bilhassa ikinci cildimizle büsbütün tahakkuk etmesini dilediğimiz bu gaye elimizdeki şu 22 ııci sayıda ortaya çıkmış bulunuyor.
Geçen sayıda Mak iım Cork i hakkın-daki güzel yazısını okuduğunuz değerli hikâyeci arkadaşımız Oktay Akbal, bu sayıda pürüzsüz “konuşma,, suni bulacağınız değerli şair Sabahattin Batur, Kor.. yolanns üzerindeki derin tahlil ve kritiğini bulacağınız Şerif Hulûsi GÜN’ün devamlı yazarları arasına
Bundan başka, iki
t y
Harun ve M. Al, hikây GÜN’de yazacaklardır.
SIĞINAK:
%
Neslimizin en değerli hikayecilerin-Samim Kocagöz, tahsilini ikmal et.
girmişlerdir, genç şair. Kınan eci Rauf Mutluav
den
tiği İşviçreden döndükten sonra ikinci e-seri
“Sığmak,, 1 neşretti. “T’edikarnk, ve “Sığınak,, 1 okuyanlar Samim Kocagöz-ün realist sanat yolundaki tedrici fakat sağlam tekâmülünü hemen göreceklerdir. I .
Arkadaşımız Sığmak ta daima halkı, Anadolu köylüsünü ve, onun/s.tırapîi hîiL nlu h tel:
yatını kuvvetli bir Türkçeyle hikâyeler halinde anlatıyor,®
îsviçrede rastladığı Yakıp Kadrinin, kendisine "neden edebiyatapmamak için kaleminizi zorluyorsunuz?,, |clive sorması üzerine Samim Kocagöz şu çok güzel cevabı veriyor: “Edebiyattan önce yapılacak çok iş 'var zannederim !„
“Sığınak„ı okuyunuz, beğeneceğinizden eminim. Eser “Yenilikler yayını,, nır üçüncü kitabı olarak çıkmıştır, Fiatı 100 kuruştur, H. T.
KESKİN BİR DEMOKRAT:
Bay Mehemmed Cclâletlin Ezine vaktile “yürüyen bir toprak ve yıldırım, lar yağdıran bir gök,, diye tavsif ettiği
Nazi saldırışından sonra şimdi de keskin demokrat,, rolüne çıkmış bulunuyor. Anlaşılan canı, yeni bir Avrupa seyahati istedi.
HÜRRİYET BUHRANI:
B. I-Iamdi Başar tarafından yayınla, aıan bu eserde: bize lâzım olan siyasi hürriyet değil fikir hürriyetidir,, diye buyuruluyor. Bu bilmeceyi çözelim mi? Ne lüzum var? Çözülse de çözülmese d© fikir hayatımıza ilâve edeceği veya ondan, ek? Leceğ* bir ^ey yoktur.
T. S. P. PROGRAMI:
Türkiye Sosyalist Partisinin proğı . ve nizamnamesi ufak, zarif bir broşü: halinde yayınlanmıştır. Fiatı 25 kuruştur
SULH EMRİNDE FRANSIZ
DÜŞÜNCESİ
Dört büyük devletin Dışişleri Bakan-sulh andlaşmalarına tekaüdüm eden
«r«
.. âlim ve muıhar-
lar ı çalışmalarının İkincisini 28 haziranda Pa-riste bitirdikleri gün, “Fransız muhar-lirleri milli birliği,, dört gün süren bir toplantı yapmış “Sulh enirinde Fransız düşüncesi,, adını taşıyan bu dört günlük toplantıda Fransız düşüncesinin harpten sonra Faşizmin yapacağı mücadelenin türlü fikir sahaTarın3a~ne ıgıpımr ı ;ti-kamet alması lâzım geldiği meselesi ü-z erinde başta; Jeon Cas^u "oTmak uze-.M. £■;
luand. J. R, Block, illi rirler söz söylemişler, neticede bu mücadelenin yeryüzünde sulbün devam ile bir-1 i klsft yürümesi Kizuım^ üjj^rijde umumî bir ^ulaşmaya yarılmıştır. Büftin dünyayı ılâkadar eden bu büyük fikir b41 »ketinden tek bilYsatırla cldBı gazete Ufrimia de bahsedilmemiştir. Todlantı zabAarıiım kitjp hâlinde çıkarıİmasına' ihtizareiıy Lps etoiles, Lee Lettı us Françaâss, gibih mecmualar toplantının esas neşre tm işlerdir.
haren, muhtelif memleketlerde Faşizme karşı girişilen mücadelenin, ve Faşizme karşı türlü şekiller altında hâlâ beslenmekte olan sempatik fikri tezahürlerine ait bir hulâsadan sonra, bu mühim toplantıda görüşülen meseleler hakkında malûmat vereceğiz. Jean Cassoıı ile Paul I.angevin, Marcel Prenant’ın pataklarının tamamını neşredeceğiz.
nutukları m
Gelecek sayımızda* iti-
24/7/946
• t
* •
GÜM dergisi Neşriyat Müdüriüğünne
Sıkıyönetim Komutanlığı n d an nan 24/7/946 tarihli tebliğin tasdikli örneği bağlıdır. Gereğinin ona göre pdm a 1 ' ..T çıkmak rim.
alı-bir ya-ilk
ıi ve bu tebliğin gazetenizin sayısınla yaynlanmasını rica ede-
•I 11
Emniyet Müdürü
A. Demir
24/7/946
Millet iradisinin tam bir serbestlikle tecellisini güçleştirir endişesile İstanbul gazetelerinde secime tekaddüm eden günlerde yapılmış olan çeşitli ağır neşriyata karşı hiçbir tedbire başvurulmamıştı. Fakat seçim büyük bir sükûnet ve emniyet havası içinde bitmiş olduğundan halkımızın artık karşılıklı sevgi ve saygı hkleri içinde yaşamaları ve her hangi bir tahrike maruz bırakılmamaları icabeder. Bıı böyle iken de bazı gazetelerin bilhassa seçim sonuçları hakkında vatandaşları şüpheye düşürücü ve bu yüzden msmle-ketin huzurunu sarsıcı ağır neşriydi vam ettiği görülmektedir.
bölgesinde bu gibi tahriklerin devamına müsaade edilmiveceği ve bu kabil yazılara karşı Sıkıyönetim Komutan''ğım i harekete geçeceği tebliğ olunur.
Sıkıyönetim Komutanı Kor General Asım Tı naz tepe
Sıkıyönetim ı deyamma
Yazı Kadromuz
- SAT ADİL
\ (Adiloğlu)
Sait F. AHR.SIYAN1K
Mt AC.
Vwk BALKIŞ
• Sabahattin ALİ
Oktay AKBAL
Niyazi AKINCİOĞLU
Behçet ATILGAN
Mehmet AH AYBAR Halil AYTEKİN
M. AL Arif BARİKAT
Sabahattin BATUR M. P.ÖRKLÜCE Ömer DENİZ Fethi GİRAY
Kenan HARUN
F. HİKMET Şerif HULUSİ •
Rasîlı N. İLERİ Rıfat İLGAZ Atila İLHAN Cahit S. IRGAT Ali KARASU Orhan KEMAL Suavi KOÇER Orhan MÜSTECABİ Aziz NESİN Ziya OYKUT Asım -SARP Sabrı SORAN Haşan TANRIKUT (Doğan RUŞENAY) İlhan TARUS Rauf MUTLUAY Fehmi YAZICI Aziz ZİYA
I
♦ •
İstanbul Üniversitesi •iliz Edebiyatı talebesi,
Fakültesi
Edebiyat profesörleri Halide Turhanın idaresinde
zaman Aul’idius’un halkın reyini kazanıp olan Coriolanus’un Capitule gelen ikû Sicinius’la Brutus'a “müşterek ağızııı diye hakaret ettiğini ve “onlardan nel_ „ öğreniyoruz. Bunun üzerine tri-
kalkın Marcius aleyhinde olduğunu, ve
kanidir. Asiler ellerim ,c silâhları Capitolc yütÜL-
döndürmeğe ttpi( i e-
l.dip, doçentleri Vahit fcj.'iakespcare’in Coriolanus adlı piyesini tercüme etmiştir. Bu piyes Ekim 1945 ayında İstanbul Şehir Tiyatrosunda oynanmış, ve ayın yıl içinde Istan bulda Pulhan matbaasında basılmıştır.
Eserin mevzuu şudur: Ronıada Cumhuriyet devrinin başlarında, yani Milâttan önce V. nci asırdayız. Haık hem buğday fiyatlarının artmasından, hem sefalet içinde kıvranırken a. ristokı-asinin bolluk içinde yaşamasından, neni de halka hakaret eden Cai (s Marcius’e, yânı Coriolanus’a karşı isyan halimdedir. Ilalk, büyük İmik düşmanı olan Aiaıcius öldürülürse işlerin düzeleceğine sırıkları, sopaları ve
keıı karşılarına Marcius'un d -stu Menenius Ag-rippa çıkar. Asileri fikırlcrin^H çalışır, patrisyeıılerin iyhğinri^n, onların bir vücuttaki mide gibi büiüıı vücudu idare den başlar olduklarından, onlij olmadan halkın
kendi kendini idare edemi.veneğinden dem vu-
. Ve halka hakaret ettiği] O da Meneııiuı
onların aşağılık, olduğum halka karşı istûkrahl: tokrat gayziie halkı dağılıp evlerine zorlar. Tam bu sırada bir haberci Volsiyalıların Komaya karşı silâhlandığını .-ıabcr verir. Çürümüş halkı harcamağa bir vesile hazırladığı için bu muharebeden Marcius memnun olur. İk. tribün, yani halk mümessili Siciııius’la Brutus. Marcius’un halk hakkında beslediği bu fikirlerden memnun değillerdir. Volsiyalılarla Roma lıkır arasında harp başlamıştı)-. Romalılar, ba.% larında general Caıus Marcius, Corioli önüne gelmişlerdir. Volsiyalıların ordusunu Tulhıs Suidius idare eder. Volsiy^lılarF Romalıları mağlûp edip siperlere kadar sürerlerse de, sonun, da Marcius’un kahramanca döğüşmesiy’’rJîîfil malılar zaferi kazanırlar, Corioli şehri tilerine düşer, Aufidius şehirden kaçar, birinci perde burada biter.
îkinci perde açıldığı zaman Marcius’un dostu aristokrat Menenius’u halk mümessili iki tribünle halkın aşağılığı hakkında münakaşa e. der, tribünleri hayvan pleblerin çoba-TT nhnalb.’ la ittiham eder görüyoruz. Bu isn adâ t’oriolanuş; başında bir zafer çclengi ile görünü;ı-.“ Halk mümessili iki tribün Coriolannsı’uh elhsül seçilmesi ihtimaline karşı halkı onun uyanık tutmanın lüzumu üzerinde Bu sırada bir haberci ikisinin dı vet edildiklerini bildirir: Senatörler, îttbnenius, ilh.. Coriolanus’a harpteki yararlıklarını anlattıktan sonra konsüllüğü kabul etmesini rica e. derler. O bu yararlıkları vatan için yapmıştır, tekrarlamakla övünmiyecek kadar gururludur. Nihayet Coriolanus senatörlerce konsül seçilmiştir ama, ananeye göre halkın da reyini alması lâzımdır. Oysa ki onun en iğrendiği şey halkın huzuruna çıkmaktır. Nihayet razı olur, halkın “yüzlerini yıkamasını, dişlerini temizlemesini,, emreder. Coriolanus’un bütüp Komayı saran şöhreti karşısında gözleri kamaşfp halk —tek tük aleyhtarlara rağmen— konsül olması lehinde Marcius’e rey verir. Oysa ki Sicinius’la Brutus halka Coriolanus’un buğday meselesinde ap_ dığı vaziyeti, halkın elinden hürriyetini aJmak fikrinde olduğunu, halkı nasıl aşağı gördüğünü
rur
cins gülünür, zü n e kuır şı mağa lâyık insanlar sözlerle,
bir sırada Mar-s gibi halkın yü_ güvennilmez, asıltı söyler. Acı acı ı bakan bir aris_ girmeğe
..
izah ederler, önce rey vermelerine iki tribünün müessir olduğunu söylemeğe ve derhal Capitolc gidip reylerini geri aldıklarını haykırmağa halkı teşvik ederler.
üçüncü perde açıldığı yine baş kaldırdığını, konsül tribün dileri
ret ettiğimi bönler ona karşı beslediği nefreti anlatırlar. Bunu bir nevi suikast sayan Coriol&nus halka “pis kokulu kararsız sürü,, “cüzzam belâsı,, “yedi başiı ‘ejderha,, haı be kalkışması bir küstahlıktır.
______ Coriolanus’un etrafında toplanır. Sicinius halka Marcius’un k$tü niyetlerini bir kere daha hülâsa eder ve bunun şehri yakmak! demek olduğunu söyliyen senatöre: “Şehir ualktan ayrılır şey midir?,, diye itiraz eder, vatandaşlar: “Ilalk demek, şehir ödemektir
Coriolanus halka
„ “cüzzam belâsı,, “
i İh.. diye hakaret eder, çünkü istiyeıek gitmiyen bu sürünün buğday talebine Tribünlerse Corio-un ^ain olarak vasıflan^u-mı. iiuite
,, diye bağırırlar. Lâkin lıak;ıı\ eri ildek devam eder, ve halk ise oriu Tarpeia kayalığından aşağı at. mağa mahkûm eder. Menenius haıkı yatıştırmak isterse de beyini dedir. Coriolanus’un annesi Vo_ luıııııia beğenmez (4
“ShâkespGara eserine pat-rîsyenlâFm ouğdây ffiatım arttırmaları üzertns haletin bar siy cs Kia mnasıi e, üaha bçtK fchr tabirle sınn mücadeseâim bir ihtilale v«au uif masıie başlıyor,,
&
kada,
} vakaı.ııı cer kutlanmaktaki
ıcümearn ınuvaJ+u>îiyeti hakkında sözü İngiliz edebiyatı bilgililerine bn-akıyoruz. Biz burada bu sınıf müca-û'. lesi meselesi üz'erihikte duracağız, göstermeğe çalışac z r iıılarque ıa piyes arasındaki farklann sini açıkiıyacağız, de ısrar edeceğiz.
Vaka Römâ'da Cumhuriyet devrinin
di® edilecek u:>| aile
büyüktür. Meseleleri vaze. •j£mı esnslsMida tiyatro tekudğk mehareti cidden emsalsizdir.
Şhakeı peare’nı bu mevzuu niçin seçtiğini Vakanın tarihî kaynağı mâna-üzerı.ı
i.
(. uriolanus’un şahsiyeti
başlarında, Milâttan önce V nci asırda geçmektedir. Cumnuıiyet devrin,.e Roma sitesi seçilmiş iki konsülle, senato mjelişi tarafından idare edilir-di. İdareci ve kuvv tli sınıf aristokrasi idi. Pat. ıısyenler bu aristokrat sınıfa metisup olanların, Plebler halk tabak; sına mensup olanların adıdır. Cumhuriyet devrinde Roma’nın komşularıyla harpler neticesi elde edilen ganimetlerin ve büyük arazinin Patrisyenlere verilmesi bu iki sınıf arasında menfaat z:dlıkları doğurdu. Umumiyetle konsüllerin, patrisy Ünlere yeni Û141Zİ kazandıran ve harplei it yararlık göstermiş genfera ler arasından seçilmesi aristokrasinin plebler ü_ zerinde kuvvetli bir tazyik yapmasına imkân veriyordu. İşte Shakespeare eserine Patrisyörı-lerin buğday fiyatını arttırhıâları üz&rifie 'lial-ku/bTİ- ayalelanmas ile, daha açık bir tâbirle sınıf mücadelesini bir ihtilâle vardırmasıle baş.
yapmakla ittiham eder. Nihayet halk, vatana Jıyor» ettîöî hizmeti doİayısiyfe halk döşmainı M«r_ cius’u ölüme değil, şehirden sürüp çıkarmağa mahkûm eder, •
”Yüz başlı canava>>r tarafından şehirden "sürülen r.>r i .darı:-’n, -jdöi dünrfi perded'1, halktan ve nadkaKarşı ş likit», i daçsııımayian arife. Lokıusideii in"İKöm almak için V^olslyalılaıın ((•-; m i ali .Vtıfid;'u.'’ta Roma aleyhinde birleşiniş^gö-ıüyoruz dıkları bir
oğlunun halk karşıcındaki huşunetini t onu taktık bilmemekle ittiham eder: Konsül olmadan önce içindekileri; belli etmemeliydin,, “içinden ve kalbinden gelenleri değil, dilinin uçıındakileri söyle; varsın bu keli-melerin içindeki hakikatle alâkası olmasın,, “nalk maskaralarının biraz yüzüne güleceğine, onlara nasıl kaş çattığmı göstermeğe çalışıyorsun, ,. Anasın m Erlerini niyetlenen
Curiolanus'uii, Kenuısuie uıçbu zaman oynayamı-yacağı bir rolü verdiklerini söylemesi üzerine
Cominius “biz 'arkadan fısıldarız,, diyor. Co>-|
riolanus halkın gönlünü almağa razı oluyor, cinius Coriolanus’u halk aleyhinde bir komplo
j Gerçeklen' A ^’idius’la jbi Tik te haZiıiu-oftdunuın barında Ooriolainus JRoma
- * Atffffl’nfs’la eskr^^frralSl^Mîaıi-lanmusile kuvvetli bir kıskançlık uyanmıştır.
Beşinci peninle Menenius’la Cohıinius, Komayı bağışlaması içim Coriolanus’a ricacı gitmeğe hazırlanırlar. Cominius önce gitmiş, lâkin Marcius boyun eğmemiştir. Şimdi Meneniııs gitmeğe hazırlanır. Lâkhı Coriolanus onu da ko_ gar. Nihayet Marcius’un annesi, kansı ve çocuğu ricacı giderler. Coriolanus dayanamaz, onlara şehri bağışlayacağını vadeder. Bu havadis üzerine halk tribünleri parçalamağa kalkışır. Coriolanus’un bu dönekliğinden faydalanan Aufidius oııu ittiham eder ve Antium şehrinin baş. ları önünde suikastçılara Öldürtür.
Göi’üyoruz ki, Shakespeare bu piyesinde sahnede bir sınıf mücadelesini canlandırmağa çalışıyor. Bunu yapmaktaki kudreti cidden tak-
üzerin# yürüyor. Lâkin bu harpteLkondinj ikinci pFn^rTa gören ■ A^fMTns’ta csknaî'ıralâ rmucaıi-
Gerek aristokraside istismar ettiği sınıfa
- • 4 .* *( ( • I k
karşı gerekse halkta kendisini istismar edenle» re karşı mevcut nefreti bu iki ayrı smîfin ni'ü-nMSöiUcri ağzıudau işitiyoruz. Shakes'pöar i * ristoKİ’â.siyi sınıfy şuuruna mâlik
da, hâlkı bu zusundldlr»
‘ ■
«mit’ şua&ııuJson haddine
bii hus'usta aristokrasiyi halk karşısında gevsek davranır "gösteren, işi mutlak bir sınıf dîk-tntoTası hafine getirmek isteyen, halkla her türlü uzlaşmayı reddeden, halkı aristdka-asinin menfaatlerine mutlak surette âlet etmek emtıLin-de, lâkin bu maksada ulaşmak için politika taktiklerine baş vuracak yerde, cepheden hareket eden, cebir ve şiddet kullanatı bir şahsiyat olarak gösteriliyor. Her ne olursa olsun, Sbakes-peare, Coriolanus’un şahsı etrafında sınıf mücadelesinin bütün meselelerini büyük bir kuvvetle toplamağa muvaffak oluyor. Aristokrasinin halkla uyuşmak suretile, Halka hissettirmeden, halkı kendi menfaatlerine kullanmak meselesi yalnız Roma aristokrasisinin değil, Shakespeare devrindeki aristokrasinin ve o-nunja işbirliği etmiş İngiliz burjuvazisinin de bir meselesi idi. Çünkü XVI ııcı asır başında miis-
(Sonu sahife 12 de)
a-
* gösteriyorsa uurdan mahrum göstermek ar-
tforiolaııus piyeste aristokrasinin vardırmak istiyen,
• * * ( - , - . r*
• •
YENİ DÜSAH
Çözülmez yapacağım bütün insanları.
IYIMS
îc
I
*2
f Çözülmez yapacağını outun ınsaıııarı.
Kilitleyin ellerinizi, kanlarınız irbirine
p’
Sabahattin SATUd
“Nikbin olunuz,, ya bir kitap ismiydi yanılt ta ouyuk, unşunürleraen, birisinin soz.li. nuy.uk uuşunur taadi neyse; ama oy-ac uuyuK sozıcruen hogıanıverea Kişıleı-ueiı uegmmaır. in e uıieyım, o öüyuK puyuk
M
/T
M.l
-u. Kişinin üzerinde cm auşunuugu şeyleri oKUuuguın vaaıt guie
ozier ne kauar aııiamıı oluiıarsa aısumaı : lünuiuiiU gider 06111111. lııaıı oitiUH çv-
S ■ ■■■bh
, •w-- *• W- — W
iyimser olmalı; kötümser olmamalıdır diyeceğim. "
Çoğu kişiler içinde bulundukları kötü durum yüzünden hemen kötümser oluverirler. Bir de bakarsınız o insan eski, den tanıdığınız, bildiğiniz insan değildir. Her şeyden vazgeçmiş bir hali vardır; yemez, içmez, uykularından olur. Halbuki insanın iyimserliği veya kötümserliği içinde bulunduğu durumla ilgili olmama, lı. Bu hal rahatlığını düşünen insanların haline benzer. Bana kalırsa iyimserlik kötümserlik insanın yarın veya öbürgün gerçekleşmesini istediği bir halin ya u-mudu ya umutsuzluğudur. Umutla umutsuzluk ise kişinin inancı ile ilgili bir meseledir, Eğer insan inanmadığı bir ise başlamışsa hata etmiştir; pek tabii olarak o işin somundan da bir umudu olmaması gerekir. Umutsuz insanların hali de apaçık olarak kötümserliktir. Bunlara bir diyeceğimiz yok. Hattâ böylelerine “oh ol. sun!,, dense yeridir. t
Ben bir dünya düşünüyorum;
de öyle bir dünya ki, bütün ihsanlan u-routlu,bütün Ilımanlan iyimser. Hayır ben böyle bir dünya
bir dünyanın zaten olması lâzmk Kendi
kendime düşünürken böyle bir dünyanın varhğmı hisseder gibi oluyorum Ne kadar güzel bir şey değil mı: Ne yaptığım» ne istediğini, ne olacağım bilen insanların
geçsiıı 1
Büyük aşklar yaşasın karşılaşınca içi bomboş, o canım yaşlı gözleriniz! Kardeşlerim, dostlarım ve siz bütün tanımadıklarım;
Yolda koluma çarpan, gece rüyama giren, Cı gar ası cıgaramı, eli elimi yakan, Akşam yemeğini yarına bırakan Bütün siz; terlerini, düşüncesini satan Kardeşlerim, dostlarını tanımadıklarını !.. Taksim’de camlı bir kahvede sîzleri düşünüyorum.
Akşam bütün kokusuyla parka akıyor. Boğazdan saçları tel tel eden bit rüzgâr esiy or.
Ve >iz gıptayla bakıyorsunuz geçen lüks otomobillere.
Arkasında bıraktığı tozlardır size kuiaıı, içinizi dolduran, ciğerlerinizi tıkayan. Sabahtan akşama kadar kükürt, talaş yutuyorsunuz;
Bir gün de bu yeşil bulvarda ıslık çalarak gilineği tasarlıyorsuııuz,
Ve bu mümkün mü acep diye kendinize soruyorsunuz.
Tekerlekleri döndüren terinizden çalınan . , , paradır.
I
Bunu biliyorsunuz, fakat gene Kuvvet çorbacıdır, paradır diyorsunuz. Beji size söyüyeyim, imanla ey!
, , , dostlarım!
’ v:. ( 1 1
O gün gelecek! O gün gelecek!
Bağıra, bağıra şarkınızı söyliyebileceksî-
t
I t ‘ İA : I * • :l 1
Çorbacınız küfredemiyecek paranızı
, çalamıyacak.
kö. Yarı kalmış HÜRRİYET ŞARKINIZI,
auşuııuugu şeyleri oKUUUguın vamc güleceğim geiır. u sözleri soynyıenieıın, yazanların ınuzipiıK oısuıı uıye, soyıeuıKie. rini yunul ta yazdıklarını >anırmı. Belki cıe aldaıııyorumdur; anlamadığım ıçiıı bana öyle geliyordur. Her neyse...
Yalnız şu “nikbin olunuz,, sözü bir hayli düşündürdü beni. Düşüncem sözün güzelliği üzerinde değilin. Ben sadece bütün insanları iyimser bir toplum tasarlıyordum. Eğer sözün güzelliğine hayran olu verseydim kendi kendimle de alay etmiş olurdum. Bu ne perhiz bu ııe lahana turşusu demek yeri olurdu. Bense fikrin, sözün güzelliğinden çok davalarına inanmış insanlardan kurulmuş bir toplumun güzelliğini, iyiliğini düşünüyorum. Haklı olarak siz de benim bu tasarıma gülecek, siniz. Sosyoloji ilmi ile uğraşanların dedikleri gibi, temelleri havada duran bir yapı kurulabileceğini söylediğim, için bana “u t h o pist eH diyecıiksiniz. Kimbi-lir daha neler neler söyüteceksiniz» . Bu kadar bozuk düzen; bir tophtnıun içerisinde herkesin üzerinde birleşubiic- hali kimi memnun etmez. Böyle bir top-çekleri bir hayat çizgisi, >ir yol gösteri* lumun, böyle bir kütlenin insanına
tümnerlik yakışır mı? Yakışıp yakişm^^Hörnrev.simcraha yeşil olan bulvarda, yacogı şöyle dursun böyle bir meselenin varlığının sözü bile olmaz. Kötümserliğin
vermenin mânâsız olduğunu ben. de biliyorum. Öyleyken yine de iyimser olmanın
• ;î. lî?: ' f’î AÜ •_ ■ _ . _
bir
I
hem
• •
1 1. >1/
orum; böyle
4
I
î
BİZ,
O gün gelecek; ey benim dostlarım, kardeşlerim! Bunu sise sevinçten ağhyarak söylüyorum,
*
# M ■ İl
Yalnız iyimserlik derken her şeyi güllük realitesi ortadan kalkar. Belki ’ L n bir dü|Lüyorlm.‘ Düşünceleri m de;;: Tekerlekler döfmiyecek J ,Taksim’c|en Boğaziçi’ne bedava Veİ’Ğ
Çorbacınız gidemiyecek “Markiz,, den jjşl W i “Caıilıbalığa,,
Canı istediği zamam.
O dâ bunu bilecek kİ
Her kesin ŞARKI’yla ulaştığı bîr günde Dünyaya, yıldızlara ve bütün kâinata, Tekerlekler dönmiyecek artık boş yere Sizin terlerinizle, altın terlerinizle.
a ' ■ m. AL
I I /
il
• _ i n r
gülüstanlık gören insanların rahatlığını^ saadetini anlatmak istemiyorum. Yanlış' anlaş Umasın; zaten onların ki bir iyimserlik, değil bir memnunluk, eski söyle-, inişiyle, bir zevki sefa halidir. Böyleleri için iyimserlik, kötümserlik diye bir mesele ölamaz; olsa olsa bir rahatlık bir, rahatsızlık olabilir. Ben iyimserlik, derken insanin içinde yaşadığı bütün kötü duruma rağmen^ iyimser olabilmesi halini söylemek istiyorum. Kişinin durumu sınırsız şekilde kötü olabilir; hani nerdey.se yaşamasına bile imkân vermiyen bir halin i-çiııde olabilir. Meselâ: elinijsıallasa kaba, hat, gözünü kırpsa suç olur; düşündüğünü söylese memleketten kovulur. Bütün bunlar daha misli görülmemiş bir şekil, de cezalandırılabilir, öyleyken yine de
cennet
cenneti^. kurulabileceğine inanıyorum.
Peki; ama bu Cennet -kurulmadan nasıl iyimser olmalı? Haklı'olarak böyle Oİk. f
bir «oru sorulabilir. Yukarıda da söylediğim gibi ben iyimserliği bir inanç meselesi olarak alıyorum. Böyle olduğuna göre bozuk düzen bir toplumun içinde bile olsa inanmış insanların bütün zorluklara, bütün olumsuzluklara rağmen iyimser olması gerektiği, kendiliğindeni meydana çıkar.
Dâvalarının gerçek olduğuna inanan insanların iyimser olması kadar tabii bir şey olamaz.
inancı kırık olanların, inancı eksik o. lanlarm değil dâvalarını kendi ufak tefek işlerini bile bir adım öteye götürmeğe güç-
leri yetmez. Onlar inançsızlıktan gelen bir kötümserliğin havasından kurtulamı. yacaklardır. j
Dâvalarının gerçek olduğuna inananlarsa içerisinde bulundukları kötü duruma aldırmazlan ilerliyecekler, ve ister istemez iyimser olacaklardır.
I
♦
• : i ■
/
TÜRK ŞİİRİNDE GELİŞME: 5
r
* • A
r
a nm ıhlardır.
Tevfik Fikret’in öncülüğünü yaptığı ve Nâzım Hikmet’in şuurlu .hamlesiyle gelişen halkçı sanat anlayışını bundan önceki yazılarımızda belirtmeğe çalışmıştık. Şimdi de Nâzım’dan sonra yetişen ileri şairlerimizin üzerinde durdukları belli başlı konulan anlatalım
Genç şairlerimizin çoğu iktidar ve kabiliyetlerine göre Nâzım’m getirdiği iç ve diş yeniliklerden
İlk sıralarda gençler, şiirin fikir ya.p’siy-le değil dış bünyesiyle'- meşgul olur gibi görünmüşlerse de sonraları halkçı sanatın gayesi iyice anlaşılınca gençler - şiirimize o zamana kadar işitilmemiş dinciye genç sesler getirmişlerdir. Hattâ o sna-f-ırda Türkiye sınırları dişındh olan İskenderun Sancağı’nda intişar eden (Yeni Mecmua') adlı bir dergide A. Mccid ve Ahmet Sırrı imzalı şiirler görülmüştür, ki bu şiltlerde kumar, açlık, ağalık , eşraflık mevzuları cesur birer ifade de şiirde anlatılmıştır. Isk mderun Sancağı*-uda çıkanlarda olduğu gibi Kıbrısta yayımlanan dergi veya gazeteler de bize ve-nî sanatın o zaman n/aşıl bir yayılma sürati gösterdiğin! anlatır.
Şöhret yapmış sairlerden Siikûfe Nî hal. G .a v v a a dlı şiir kitabında hece vezniyle yazılmış ruban taze, mâna bakımından insaniyete! şiirler vermiştir. Halid Fahri do hececi şöhretine rağmen Parsı, van’da yeni şiir atmosferinden teneffüs bîr adım ileri gitmiştir. Gene o za (929 - 930) yeni sairlerd in Tî’tOrnî 24 .saait’ına rrNbetle A Birinci fm^ daha verimli ve daha geniş soluklu
lifiz öksürüklü aksanıkır^^v'j^J^-kaldınm tasları şehir arlarının
rnı bırakacak "(’a yazıcısı . oltıvoWî«-
•J
etmiş.
manm Bekir ma’da
sürlor vermekle yeni «mur;tın duvarına h’rka-e tas kovmuştur. Îlhafmî Bekir "^’t-m.aİT rnrlı lisan
tî Senbnbzmden ayrılın modern real^m'0 îvi ve beğenilen ederler veren İlhamı Be-kir mevzularında zaman zaman eski b — gorilisin! kaybettirecek harcı âlembğe düşmüşse de (Yeni Türk koleksiyonlarına bakınız') en son eserinde (Hürriyete kaside') tekrar edebiyatımızda parlamıştır Bu d.« gösteriyor ki. şpına.tkânn mu vaffak olması için günlük politika ve recim kaygısivle “e y v a 11 a h„ demeden, kendini maddî fedakârlıklar pahasına da olsa kalkınmasını istediğimiz yoksul halk kütlelerinin, emrine vermesi lâzımdır.
Sosyal gayesi olan yeni şiir yolunda bir zamanlar sesleri duyulan imzalar. (T). Türkmetn, İsmail Suphi, Fahri Kâmil v.s.)
Genç şairlerin çoğu kabiliyetlerine göre Nazım’ın getirdiği yeniliklerden faydalanmışlardır
sonraları görülmemişse de realist şairler "gökten yağar, yerden biter gibi., çoğalmışlardır. Nail V. ve H. I. Dinamo gibi şiir hayatımızda çok önemli birer yer a_ lan sairler —bilhassa son zamanlarda—
• . • .* •
yazdıklarım toplıyanlamışlarsa da çıkıp kapatılan ileri dergilerdeki eserlerini okuyanlar bu sairlerin belli başlı konularının ekonomik hürriyet olduğunu görürler. B ııiki genç katıksız bir vatanseverlikle birleştirdikleri inteaniyetçİ ideallerini, o-ku yanlar?» gurur veren bir güzellikle şiir. I eştirmeleri sayesinde ileri şiirimizin baş köşesinde yer almışlardır.
"BÎR YTLDTZ AKTI., da tütüncü kızları ne güzel anlatılmıştı. Kemal Tahir’in “Neler hazırlıyorlar., da gördüğümüz A-ymgaci’sı da tütünün ve kaçakçılığın şiire kuvvetli bir kalemle girişini bildirmişti. Ayni konuda A. lûıdîr’în de(olgun ve içli şiirlerini hatırlamamak imkânsızdır. Bu genç ve hassas şairin ilk şiltler’ birden bîre göze çarpacak kadar ustaca yazılmış ve fiîır^HTssın, ir
ri.Jüsi^p^^..^irle^n2^feleTnevdana getirilmişti. Hele askerlikle ilgili şiirleri er TnektunlarınTn doldurduğu geride kala.n-| fart diîsünme’yi ve çeşitli insanlarla do. lıl.Jysla koğuşlarının pofta] ve ter kokan h a lası
m’i64n Oriiinaj bir ad tasivan ilk. krtç’b’ (Tfblîğ) milyonlarca ac, milyonlarca?s1-knf. milyonlarca hasta, milyonlarca öküz ve dul bvakan kahrolası son. harldn
»;
mm canlılığını bizh b^rivlşg Yun-
s
^enkod^n ce nk e ve dolasturü’n- T'a ve şarkılarımıza giren şehirlerin kahra, mambğını yürekten anlatan parçalarla dolu idi. Hürriyet üzerinde duran şairler yalnız îlhami Bekir ve Dinamo’dan ibaret olmadığı gibi askerlikten ve harpten bahseden şair de yalnız A. Kadir değildir. Suad Taşerde, Fethi Girayda hiirri yet ve harp, hattâ sulh vardır. Cahit Irgat "Bu şehrin çocukları,, 'üzerinde titremektedir. Rıfat İlgaz, bu yumuşak dilli içli sair "sınıf,, ında çok muvaffak, "Yârenlik,, inde çok şairdir. Fakir halk.
kenar mahalleler, karaborsadan haber-l 4
dar çocuklar, kunduracılar, mütekaidler, radyo başında toplanan kalabalık..'Rifat İlgaz’ın her gördüğü şey, her karşılaştığı hâdise kuvvetli bir kültür, hatasız bir Türkçe, sade bir ifadenin kaynaşmasiyle hemen şiir oluvermektedir. Bu bol verimli ve niçin yazdığını iyi bilen şairin geçirdiği fikri tekâmül sanat sahasında kendine takdirkâr bir muhit yaratabilmesini sağlamıştır. 1 1 ; 'J
Adlarını yazdıklarımız ve bu yazıda
• • •• L. •
kendilerinden bahsettiğimiz kuvvetli şairlerimizin muvaffak olmalrının belli başlı âmili pörsümüş Ve çürümüş ifafle tarzları içinden frrhytarak taşıdıkları maddeci fikir yüklerine uygun taze deyimlerle şiirlerini yazmalarıdır.
İleri şairlerimizin eserlerinde hâkim olan inkılâpçılık yeni şiirin iyimser (nikbin) olmalarım gerektirmiştir. Bu nikbinlik en acı hâdiseleri teşhir eden eserlerde bile görülüyor. Bu da aydınlarımızm hasretini çektikleri yarına olan güvençlerini gü'zelce belirtiyor. İyimserliği konu yapan birçok şiirlerin yanında günlük hâdiselerin ıstırap veren havası da işlenmiş ve okuyucuya, göre göre alıştığı facialar sebep ve neticeleri ihsas edilerek sanatkâr bir deyimle hatırlatılmıştır. Burjuva edebiyatının sermayesini teşkil e. den hüzün, elem, tamamen sahte olan dünyadan bıkkınlık yeni fikirli şairlerimizin hücıımı lariyle karşılaşıyor. Eskiye ve eski edebiyatın esaslı mevzulanna ('güle, bülbüle) karsı yapılan hücum yeni s nata daha genşî bir yol açması bakımından pek mühimdir. Ve bu mühim is hakkivl yanılmaktadır. Sonra, yeni sairler kendi sosyal muhitleri dışına çıkmamakla sııni-bkt.en kurtuluyorlar. Bu kurtuluş bize Türk cemiyetinin muhtelif sınıflarına mensim insanları, bu insanların düşünüş srvirlerinî di^ ,j
Genel insanların deliği, tekniğin tekâmülü, dinî inanışların hâlâ devam etmesi, aşırı milliyetçiliğin zararları, harp, sulh, askerlik ve hepsinin 'başında h ü r r i y e t. Yani Türk cemiyetinin fikir ve .madde cepheleriyle katk’sız realitesi ve insanivetei ülkü ileri şairlerin belli başlı tornalarıdır.
İleride ayrı ayrı konular ve şairle»’ üzerinde dururken yemi şiirimizin fikir cenhc.-ini ve konu genişliğini derinlemesine tetkiklerimizle anlatmak arzusundayız. 1 1 Xr
faydalı bir şekilde vermektn
olarak kadın telâkkisi, calisen açlığı, amelelerin askı, hovor-
S
Haftanın Hicvi
DÖRT YOL AĞZI
A
8
Kenan HARUN
BU DA BİR Eti
yedi yüz bin ki-
larak yağcı iste kaınatlarile va-
Ih
DOĞAN RUŞEN A ‘‘Zeytinyağı, dalaveresini ne unutan var ııe yutan,, demiştik. Altından dağlar üştü ne çıkıp., keyif getirenler, depolarında stok yedj yüz bin kilo zeytinyağı giz. leyip milletin,, açlık ve »efaletine habis yüzl,erile gülenler var demiştik. “Ajsçaklık iradesi,, diye yüzlerine bağırmıştık. IIoş-lanfla gitmiş olacak ki affı şahanelerine nıazhar olduk*. “Sen misin ağın istemi.. yen, al sana cevap: Ağır yine senin “a-vukatın,, “Sen açken, zeytinyağının dam., laşınî bulamazken, onun yağı çojkmuş Elibette çok olacak, sen bir sefiller sürü ii verem mikrobu yuvasısnı, O ise Ccnatı -hakkın, nazıiM-bî naziri ;
locuk yağı da olmasın ntı?
Ahmet,. Mehmet, herkes, iıınan şeklinde ta.sallüp etmiş alçaklık iradesinin ha yat seyrini, içli, dışlı bilir de herifi bütün dünyaya karşı onu sen istedin, senin mümessilindir,, diye çıkarırlar. Ahmede, Mehmede, faşistler tarafından açılan savaşın “zafer bayrağı,,
yine kanlı dişleri, yarasa tan ananın ufkunda ve hürriyetin cenaze, si üzerinde dalgalanıyor. -
Harp yıllarının korkunç açlık ve sefalet cehennemi içinde millî sıelâmet ica. bı ağız açmayışımızı fırsat bilen karaborsacı, Franko hükümet darbesine pek benziyen mahut “Zeytinyağı darbesi,, m yaparak en nazik zamanda kanımızı sülük gibi emdi.
Halkın/ uyanışını görünce soluğu çö’de aldı, istikbalin karanlığını seçince masuniyete yeniden ihtiyaç duydu.
İş bu kadarla biıt.sc ne iyi? O, öyle bir günden korksun ki zeytinyağı ambarınım sıçanları kaçacak delik bulamıyarak kurtuluş çaresini yağ küplerinde etmekte arayacaklardır.
I
i
1
» M
i
I
Affedin beni insan kardeşlerim... Düğmeliydi dudaklarım kanayan yaranız?. Bir nefesimle d iri İte bilmeliydim
ölenlerinizi.
- > Ve döğüsebilmeliydim sizinle beraber Hürriyet için, ekmek için, Yan yan-a omuz omuza.
Ben bir kimsesiz şair, garip kişiydim; Anadan-, babadan, yârden, dostlardan, Hülâsa sevilenlerden ayrı
Issız bir dağ başında terkedilmiş gibiydim. Fakat sizinle beraber dolaştı kalbim
Beş kıt’anm bütün cephelerini.
St d'ngrat’ta, Narvik’te, Elalemeyn’de
Saf saf. dalga dalga hürriyet byarakb.rı Yük elirken milyonların bası üstünda, YüzyıFarın
Yüzyılların îste bitti,
Kanlı, kızıl
O mes’ut tahayyül içinde dünyaya veda
eden
Bir şehidin son nefesi gibi kesildi birden ■& karanlıklar
BekFnen İziz şafak hâlâ beklemiyor. Y’ne esmer bir
muazzam sefal dini güneşinde eritti®!.
bir pencereden
bulut parçası dolasivor
sem Mn sürüleriyle dolu yollarda sesini dinliyorum.
Ve ben ?ıc ;n-rn
ESFFön
Bu yollar.|lm yollar benîm ebedî yolum, Vn ben
în^aroğlı
• • • M W • ■ A « I - na kıı lıım •’ 1 — • • •
•u
1944 .yıIındasMi, yanhştn yok,
Kiş^ı girdiğin, temmuz ortasLndasııı.
Emirle de olsa açıldı ya îşte demir kapılar ardına kadar, Dişardasm!
Tepende ne zamandır unuttuğun, güneş. Liman bildiğin gibi yerli yerinde,
Hazır, Karadeniz seferine şu vapur.
Şu mavna Haliç’ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen Çekebilirsin ciğerlerine!
Bu sos fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta,
Gidemezsin, elinde değil,-
Emriîıdeşini insanı hiçe şayanların!
Bir liseli tajebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire Tek ııçunuz; hür insanlar gibi konuşmak. Kitaplar; suç ortağınız!
1944 yılındasın, yanlışın yol:,
Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının, T((k forsa kalmadı kalyonlara çakıl».
Roma sirklerinde atılmıyor köleler
• A K
Ver elini ver,
Bayılırım,
bu sözün altında yatan asalete.
2
P1
a “! x
i i ]
w •ası
dnlnrz sant /??!•
rınncJ
LhmaL
al
IA
*> '■ *
Bakma sen benim, demokrat görünüşüme asalet ismi geçtikçe, İngiliz viskisi içmiş gibi, serhoş olur
zo|r,
ayılını m, tori bu memlekette,
Otuz senelik maraba, Nornik’li Ali. J
___[ fra
Hepsi öyle bir günden korkusun Ur 0
ki kaçırılan yağların; İçindemi aktıkları yeraJtı borularında boğdurulacak'ardır.
Ve nihayet bir öyle günün dehşeti le titresinler ki zeytin ağacı korularında ne kendileri gibi sırtlanlar, ııe benzerleri gi.. bi kalınlı inceli ayılar, ne gözlerinin melanetini kara gözlüklerle gizlemek iste, yen menfaat körleri, ne de özlerde kahramanlık, alplık satan kurnaz tilkiler de. ğil, fakat milletin kendisi dolaşacaktır.
Dostlar, gözünüzü fiat barometresinden ayırmayınız: Yağcılar ekibi bütün yamaklarile bitlikte kollarını sıvamış ye. niden makinanın başına. g£çmişt:r. Zeytinyağı fiyatlarına dikkat!
I
(Toprak ananın deli divanesi) ı Fabrikalarda,
^lnrm^a,
j^an^rakjltör kullanan. el, j
Karni yi wSkdört laatte bir
imalâthanelerde ve tezgâh rca isei.
devan hukuk
talşfesfl
A
fı
w
Ve bdh
Yirmi birLyasmd#
m 1uır |vaşın(ıa ^■h^^kelle koltukta
Yaşayan 1 1
Gene, sair,
Başlıyoruz yepyeni bir hayata...
Sarhoşum,
Dudaklarımda ufuklar ve kıtalar dolucu
bir şarkı.
• . I • * 9 \ J» • •
Güneşin, baharın, barışın ve aşkın.
■ ı]h?r ve yıllar süren çilesine irsanlığrn
Bu garip Çemişkezek gecesinde yaş c’öken 4
1 , delikanlı.
t
Azizim ben de bir torik kadar
kodamanım. Halk dediğin nedir senin? sağılır inek, bu hal-
sonsuz
S devam
l J etmek gerek.
Hindistan:
Î.kî kelimeden ibaret,
’ orman,
harman,
savur, savurabildiğin kadar.
Azizim tori, ben de bu memlekette torik kadar kodamanım.
Ben, ( :
bu memlekete gelen sermayenin, köylüyü soymak için, her şeyi,
(
i
1
İRİYET ŞİİRİDİR
Rifat. İLGAZ Aç aslanların ağ z irili.
Çoktan yerle yeksan ettiler Bastil’î Konar mahalleliler.
Hürriyet şarkısıdır söylenen Volgu boylarında Ne Tâif’tesin ne Magosa zindanında, Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın “Vatan kasidesi,, ni
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret’i Yeni anlaşıldı manası “Millet Şarkısı,, nın, Aynı “Sis,, tir memleketin üzerindeki! "Bugün de vaktinde çıktı gazeteler Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti, Ismarlama -yazıları üstad ka (emlerin, Taksim’deki ziyafetten resimler.
Çeyrek saat uzaktasın, çok değil,
O meşhur Babiâli’den Tek satır yok sayfalarda Bu zincirleme esarete dair.
Çekildi dış kapıdan demir s Tuttu süngülüler yolları,
• opyekûn himayesindoyiz zincirlerin!
örgüler,
)
uzanan ellerine, tırnaklık etmişim.
Hâlâ,
aksakallı köylülerin, sırtında, tırnaklarımın,
izleri vardır.
B u izler, asaletimin delilidir, benim.. ...
Bu hesapta böyle yuvarlak, ve geçmişim böyle parlaktır benim.
Azizim tori.
Halka hürriyet verilir hürriyet dediğin, öyle bir ilâçtır ki, onu içen coşar ve hızlı koşar.
Azizim tori, ben.
bazan kaçıklar, açıklarım.
Paralar gelsin, çil çil.
Ben bir kitap yazar, isleri kökünden bozarım.
— Bundan gayrisi, hava - civa.
mi hiç?
-w
M. BÖRKLVCU
1
T ü r k i y c
Sosyalist Partisi
Yayınları
t
Her hafta bir broşür
Ve her broşür 20 kuruştur.
ilk yayınlanacak seri Paris İşçi Üniversitesi dersleridir. * 1
Bu derslerin ilki:
Siyasi mücadele ve marksizm
Devlet ve ihtilâl
Demokrasi ve Sosyalizm
Plânlı devlet ve sosyalizm
Sosyalist zaferinin şartları . i
İşçi sınıfı ve köylü ‘
Millet, ve enternasyonalizm W g Bfl .1
Halk cephesi
İnsanî mücad
elenin tarihteki
rolü
Dışarı: 20
I
gönderilir. Bu broşürler için adresi: Posta
|kuruş pul karşılığı derhal müracaat kutusu 519. İstanbul.
• •
t
t
. -Şarki 'yft'fİÜ gemî
Dul«? düo>anııı de»tizlerı-nj
Yrmi bîr nv
** «
Gikbjj ve kuvvetli omuz başlan İSn i b.üy iiled i alUn _ «in cir n talihi g^el.ı mezhebin müridiyiı
şg— Sanal
»Sosyalisti
yalinlt) sermes i im,
Çarmıha gerildi İ
n.
1
sa>~ ■ , J
Muhammed yürümüş
t
Kızıl çöllerde
Kör kandil ışığında uyudun »sırlarca
Yobazlar türemiş birden
r
Afyonlu arslan parala demir kafesini
Talih bizimle beraber oldu,
insan yirminci asırda yolunu buldu.
SU AV t KOÇER
Gençl iğe Musallat Kargalar
M. AZİZ ÇÖL
ı günün değil, yarının ve
a-
ünden güne ilerliyen büyük sosyal de-•k ğişmeler devrinde yaşıyoruz, her "^memlekette birçok meseleler doğuyor. Büyük‘bir alâka ile münakaşa ediliyor Bu mühim meselelerden biri de GENÇLİK meselesidir. İliç şüphesiz her memlekette ve her devirde olduğu gibi bizde de bir GENÇLİK meselesi vardır. Ve m
daha uzak bir geleceğin de meselesi öL makta devanı edecektir. Çipıkü GENÇLİK meselesi dediğimiz konu esas itibariyle millet hayatının istikbâli meselesi., dj. Yaşları ve nesilleri itibariyle kendi! -rini gençlik dışımla sayanlar bu dâvanın memleket dâvası okluğunu çok kere unuturlar. Ve karga kılıklı birçok şarlatan, tarda gençliği istismara yeltenirler. Gar zetoleriyle, meismualariyle, şiirleriyle, a-çık mektup, broşürleriyle, yılların it mevsiminde bu kargalar türlü türlü ö-tüşleriyle gençlik tarlalarına musallat o-lurlar. Bunların ağzındaki peynirler gösterişlidir. Millet sevgisini ve insanilik sevgisini birbirinden ayıran milletleri keyfî bir tasnife tutan barbar fikirlerdir (ırkçılık _ faşizm). Ortaya attıkları bu me-kökl erini ağaçlardaki yazılar da uçup gitti,
Ma ölfft^z bilâkis
A/kılıklı bir kalbte kök sal..
> ı
sele muazzam bir ağaç gibi gençliğe daldırmıştı. Fakat İ yapraklar gibi bu
hakikat meydana çıktı.. Onlar utanmadı.
. 1ar. Kulakları tırmalıyan binbir hile d-.~ 14 vazılarında hiç te ağızlarına yakışma yan (HUJRRÎYET. DEMOKRASÎ, SOS-
YAL) kelimelerini kullandılar. Bütün bunlar karga beyinlerinin kuru bir sünger kadar boş olduktan yazılarından he. men hissedilir. Hakiki ideal insan ruhnn-sonsuzluk âleminde bi-ki sahibini terletmez. Fakat hakiki hür. Wet KWG "Siz. o
• 1 J ? (S ' a
^Hayatta biz temennilere değil realiteye bel bağlarız. Zira biz kargalardan kendilerini kurtarmış gençliğe ve halka inanıyoruz. Çünkü biz ANADOLUMU-Z1JN yeşil ovalarını, TRA'KYAMIZTN çaL lak topraklarını türküler söyliyen köylülerimizi “18„ milyon insan topluluğunu ve bütün insanları seviyoruz.. Sevgimizde de KATEGORlCÎLÎK yok.. Bir in-a.n a.’ dalabilir, bir nesil aldanabilir, fakat in. sanlık aldanamıaz. İşte bereket versin kî hâdiseler dikkat çeker bir sebat gö meri, yorlar..^
• •
I
7
İKTİSADİ MESELELER:
Devlet fiatlara müessir olabilir mi?
Felsefenin Zaferi
C^tıJLc’* ** ** **
» • * * •
• *
izefe efe dcvalörizasycn yapılırsa İçtimaî
a
adaletsizlik kısmen kalkacaktır.
Maddeci felsefenin her görüldüğü yerde mistisizm karanlığı derhal dağılmakta, maskesi düşmektedir.
Kemal YALAZKAN
B
Umumiyetle (kapitalist cemiyette, vâki olan pahalılığı devletin murakabe noksanlığına neminin hususiyetlerini gelir. Fiyatlar hiç bir zaman kapitalist ekonomide satıcının arzusile taayyün etmez. Eğer keyfiyet böyle olsaydı, bu takdirce devletin müdahalesile fiatları muayyen bir seviyede tutmak mümkün olurdu. Halbuki, bildiğimiz gibi eşya fiyatları . kör bir kanuna, pazar kanununa tâbidir.
Pazar kıymeti; yani, fiyat arz ve talep milnhanilerinin birbirini katettiği noktada taayyün eder.
Devletçe, bu pazar değerinden farklı bir fiyat konduğu takdirde doğacak neticeyi birer birer gözden geçirelim. Devlet, eşyaya pazar değerinden düşük bîr fiyat koyması şıkkını inceliyelim.
(• y Bu
bağlamak, kapitalist eko-kavramamak > an ’ "*alhd
telılik kârı, bu artan vergi ile aşağı yukarı denk gelir. Nihaî tahlilde vergiler iki sınıfa yükletildiği için devletin müstehlik lehine fiyat müdahalesi iki sınıfın uley-hine tecelli eder.
iki şıkkı, yani devlet, emtia-
f:y ıtlrr
Şimdi ya pazar değerinden fazla- fiyat takdir etsin, bu takdirde müstahsil bunu daha ucuza satmağa talip olacaktır. Zira, yüksek fiyat devlet tarafından »konduğundan mezkûr emi iaya rağbet olmayacaktır. Müstahsil malînin elinde kalmaöındansa nna-lını daha düşük fiyata satmayı tercih e. decektir. Bu takdirde devlet müdahalesi miDbct bir netice verecektir.
Görülüyor ki kapitalist cemiyette fi vat devlet elile murakabe volile kurulamaz. Gerçi kapitalist devletin fiyat, iize rıne tesiri mümkündür. Fakat, bu murakabe y/dilç jlegi| DWısa^olile olacaktır. Dovbt: ;-+;b°alî nîan emtianın fivfttı vnkrek olacağından, bu çeşit maddeler-r enn-nlı’.1rna«ı vnhına has vurmak suret ile fiyatı düşürebilir. Aloselâ;. ^işüıci H-’Tbîndo Ctamardı ülkesinde sekerin fi., vatça yükselmemesi sırf İttihat ve rt,er«îkkt
takdirde emtiaya daha yüksek verildiğinde n bu emtiayı satan ad ım bu malı açık pazara arzdan imtina edecektir. Tabiî olarak karaborsa teessüs edecektir. Mallar, el -altından gizli olarak satışa sunulacaktır. Diyelim iki T",rabb1^ «ı.vı devlet, cok şiddetli bir mu’-: kebeye
mrruz kdsın, şiddetli takibat yapsın ve ’ ükûmetînîn bu işleri yapanlar hakkında d İrak oncu P
kanunlar tatbik etsin, bu halde karaborsa ne sekil alacaktır, bun.'i încelîyclim. E-
p Mü
ğer karaborsa
kâr yüksekse, bu takdirde kaTahorhıciBâ.. rm muayyen bîr haddini ıfişvet olır-'k verecektir. Bıı suretle ticaretini dahfe, '•*-mîn ve korkusuz olarak yakacaktır. Egjer kıraborbia fiyatından doğain kânn kıtmı ile büzle bir ritmesîne ki devlet, t ıhavvül yapması mümkündür ki bu dn ancak fiyat kontrolü çerçevesi içinde o ’ bilir. Fakat unutmamalıdır ki bu da, vasi ve ciddi murakabe ve adlî rr-’tem? b?r J dır. Bu ise, daha fazja memur ve hakin kullanmasına yani devletin masrafı, nı arttırmasına bağlıdır; bu d:ı v?rgil •-r’n çoğalmasını zaruri ’nlar. Emtia fiyat. 1 rındaki düşüklükten mütevellit miis-
yoliylepmu
mec
A-
+;
Ipf £ İp !\( l o
rrî T’-
|D
•• 1 |:»h
1
f j
Avusturyadan fazla seker •t m esile k***
İrri bn durumun uzun Tnnddel do dnbileceğine kani oldukları iriyi i -
rüşvet imkânı mevcut değilse, durumda ise karaborsanın yu. imkân yoktur Demek oluyor nazar fiyatı etrafında cüz’i
m
in
volim g s» nnlBTnısHrrhr
-■ çifttin fiyat’ meRutınla ib ^sAd ■'
*
— Memlekette velisen m”^pr‘Tnrig '>|i romJBjnak voBparîct
Hrfo’rtg^jpîn
2
dolayı-siyle memlekete girmesinle olmaya nve böyle bir anda ülke içinde yetişmesi imkânı olmayan emtialar mevzuunda sirasile:
a _ O emtianın yerini tutacak maddeleri ikame etme.
b - Mezkûr emtianın memlekete kaçak y ol ile girmesi imkânlarını araştırın"!. . ilâh, şekilleri hatıra gelebilir.
Mamafih Türkiyede emtiama rtek-> anl’ğı yanında bir de enflâsyondan doğan b:r hayat pahalılığı da mevcutdur ki bu.
ana bu başlığı ilham eden 1847 de Proudhon’un (Sefaletin Felsefesi) ne karşılık Marks’ın (Felsefenin Sefaleti) eserinin adıdır. O zurnan^ Marks, Praudhon’un sırf tomelsrZ bir spekula-tıonla yazdığı bıı eseri tenkit etmişti. Hakikaten o zamana kadar ileri veya geri zihniyeti temsil etsinler, felsefe sahasındaki metodlar hep sübjektif bir sepeku. lasyondan ileri geçememişlerdi. Felsefî tefekkürü ilimle paralel bir düzende yürüten, bütün sosyal felsefesini tarih, et. nografya, istal istik, biyoloji ve fizik ko-nulariyle ve olaylariyle destekliyen Marks bu bakımdan>yalnız bir felsefî doktrinin müessisi olarak değil ayni zamanda, yeni bir felsefî metod üstadı olarak telâkki e. dilmelidir.
Mevzuumtız marksizm hakkında burada incelemede bulunmak değil, içinde yaşadığımız devrin felsefî karakteri hak., kında bazı müşahedeleri açıklamaktır.
1931 Prag milletlerarası felsefe kongresinde fikir çarpışması i,skolastik, metafizikçi bütü nm, maddeci, karşısında soı
ılmuştu.
1931 den beri çok râdiseler gelin gec-H do Ahnanyada bilfklcrTpe kelepçe ve topuklarına, paranga vurulan felsefe soyguncu Alman faşizmini beyinsiz bir Buda mabudu haline getirdi; Ne rasîzmi, re -..emperyalizmi ne de militarizmi b’r türlü ihm® destekliyerek bir felsefî um-belini getiremediler, Tankları. tonln-
I
n mistik felsefe kalıntdarı-diyaltektikçi ve ileri felsefe bir hesap verişi ve düello.
T-Î'e'f4c r mm taMid vanpınsı.
— Harp, abluka ve sair hususlar imkân
nun öi'ünt ancak emüsyonları bertaraf etme ve diğer taraftan emekçi sınıfının Tehine?fakat malı sermayedarların ?1pv-hine olan müterakki ve sistemli bir dövalr-rizasyona başvurmak icabeder. Biz de y»'-P’kcak dövalöriznsyon ihracatı çoğaltmayı doğurabileceği gibi bilhassa İçtimaî ad”, letsizliği kısmen bertaraf edecektir. Nl-, tekim Fransada halk cepehsi bunu yapmıştı.
Türkiye için de devlettin zııunda ekonomiye bu şekilde
hale yapması gerekdiği şekli bu izahlıda taayyün etmiş oluyor.
BEHÇET ATILGAN
hükümeti
fi vat m ov,
*•
bir miidn-
n, tayyareleri, denizaltılarını ve her şeyi düzine düzine imal eden faşistler bir satırlık olsun ayakta tutunabilecek bir i. deoloji kuramadılar. Kollarında gamalı haçla üniversite kapılarından kaz adımlarla geçen nazist profesörler gençliğe verdikleri telkmatın doğruluğuna onlar da kani değildi. Esasen kanaat diye bir şey nazilikte yoktur. Onlarca yalnız vazife vardır. Bir kanaat halini almıyan fikirler bir ideoloji halinde uzun müddet yaşıyamazlar. Sağlam bir ideoloji ilmi materyallerle perçinlenen muhakemeye ve mantığa dayanan ideolojilerdir.
(İman etmek için, iman etmeli). Bu formül hıristiyanlığııı ©n e.->ki formüllerin?, den birlidir. Fakat en büyük imansızlık ta düşünmeden iman edenlerin imanıdır. İlmî spekülasyona bir türlü alışamı-yanlar, ilimsiz, serazat bir felsefe metodunu bir kere daha dene'diler. İııtuitio-nisme, işte bu ilimsiz, aerajzat felsefenin ortaya koyduğu ultra modern bir mistisizmdir.
Fakat asrımızın açık alınlı ve çalışkan sınıfın münevverleri ilin gözünden bir nokta da kaçmamıştır. O da, bütün bu ilimlere karşı yançizdizm felsefeleri döne dolaşa irticayla ve istismarcılıkla ka fadengi oluşlarıdır. Hakikatlen işin en mühim tarafı da burasıdır. İlimsiz ve mürer-ret bir ideoloji halinde onaya çıkan bir çok felsefî doktrinler döne dolaşa nihayet muayyen zümrevî menfaatlerin kararpâ-hında karar kılmaktadırlar»
İşte bundan ötürü bugün cihan ileri gençliğinin felsefî irtica ve irtica fikir, leri karşısında cephe alırlarken ellerinde en mühim silâh olarak ilmi ve ilmî felsefeyi tutmaktadırlar.
Ve yine buaun içindir ki; bugün fel. bu ba5İtlik ve seçiklîğindedir. kefe ve felsefeciler adeta yeni bir mutezile olarak görülmektedirler.
Madderi ve ilmî felsefenin her 3rörül-düğü yerde mistizm karanlığı derhal dn->
———
I
I
I
I
ğılmakta, maskesi düşmektedir.
Modern felsefe irticaın nazarına bin kâbus, korkunç bir kuvvettir. Bu manzara fikir tarihi bakımından ister bir inkılâp, ister bir tekâmül olsum, biz ona felsefenin zaferi diyebiliriz.
. ’ ı 4 .
t . »
KEMAL YALAZKAN
Yaşamalıdır onu dostları Yaşatacaktı
r.
SON YILLARDA SOSYOLOJİ NEŞRİYATI:
ıi
Toplumsal yapı araştırmaları
Yazan: Dr. Behice Sadık BORAN Ankara Üniversitesi yayıniarındanl945, 300 kuruş, 249 saLıfe.
X
^osyoloji doçenti B. S, Boıaıı bu ese-*xAiıiüe, memleketimiz için yeni olan ueneysel sosyoloji örnekleri veriyor. Bati Aııadüiuua iki köy çeşidini konu olarak aian değeni sosyologun eseri üzerinde durmak istiyoruz.. “Toplumsal
tırmalan,, üzeriıyle önemle durulması gereken eserlerden biridir. Çünkü bizde de teu ladığıııı gösterdikten başka, bu
yapı araş-
ı
/ İÜ
"1
jı araştırmalarının ba.j-ı eser batıdaki benzerleri ayarıııdadır ve inaksa», dmda tamamile muvaffak olmdştur. Esasen bu çeşit, müşahedeye ve mukayeseye dayanan eserlerde mesele mel odu tatbikte muvaffak olmak, bu metodla elde edilen malzemeyi büyük bir sabırla işlemektir. B. S. Boran bu hususta tam bir başa rı göstermiş bulunuyor. İJeneysel tetkiklerden parlak ve orijinal sonuçlar umanlar hayal sukutuna uğramağa, mahkumdurlar. Çünkü bu tetkikler her şeyden önce .bir veya birkaç şahsın yapacakları araştırmalarla değil, fakat oldukça uzun bir zaman devam eden yorucu, sabırlı ve çetin anonim çalışmalann bîr‘araya gel-am •"4
• 2 l J
mesile genel ve tatmin
kazanabilirler.
detçe bu çeşit araştırmalar, apdfcültif itiyatlarla yeismiş zihinlere pek basit' görünür. Halbuki müspet ilmin aşıl değeri
, Deneysel eserin sonunda •
X X
mürtecner yânında sosyoloji araştırmalarının ilmî değerinden başka pratik sonuçları da önemlidir. B. S. Boran’ınki gibi köy tetkiklerine araştırma lartn köy ve köylü jIüd bu salanlarda kal
r hasredilen i
memleketi oliıp bu lala'nlarcla
içinde bulunan Türkiye içinîsayılamıya- ' iüyor. Kendi meselesi de bu olduğuna gö-cak katjar çok faydaları vaföır.
Bunfnla ^erabershemen RyliyeMı ki B. B. BoranTn eseri genel olarak anlaşılan şekilde bir köy tetkiki değildir. Sosyologumuzun aydınlatmak istediği konu bir köydeki hayat şartlan olmayıp sosyolojik bir problemdir. “Bu problem nedir? Bir topluluğun sosyal yapısının farklılaştığı fonksiyonel kısımlar arasındaki, bilhası. sa iki esas kısmı arasındaki münasebetleri aydınlatmaktır. “Sosyal yapı,, ve bu yapının “fonksiyonel kısımları veya birim. leri„ dediğimiz gerçekler..,, “Sosyal yapı araştırmalarında, ele alman topluluğun tabiatla olan münasebetleri cephesinden başlıyarak ilerlemek icabeder.,, B. S. Bo-
HAŞAN TANRIKVT
ran, araştırmasında verilmiş (donne) oîa. rak üç olgu alıyor: 1) uemogıaıik şartlar (nutüs), 2) blüıusun toprağı, tabiat. ia ıÜUUÜ4V;Nüfusun, toprağı işletme araçları yani teknolojik durum.,, Son. ra bu belirli ııutus birirniıun; ou beıirl» Kaynakları elindeki araçlarla işletmesi biracında meydana gelen istihsal, iş organizasyonunu (1)
B. Ö. Boran de (shf. 22) ince gesindeki köyleri köyleri diye ayıı
belirtmek icabeder.
“Köy tipleri,, bölüm önlediği Batı Anadolu böl-
1) Ova köyleri, 2) Dağ •mıştir. İki kutup teşkil eden bu iki çeşit köy arasında bir de orta bir tip olan, dağların ovaya bakan cep nelerindeki köyler vardır. Muharrir bu köylerin hususiyetlerini etraflı bir şekilde inceliyor. Sonra?konu olarak aldığı bölgenin kısa bir tarihçesini vererek aıaş-tırma esnasında Tasladığımız bazı noktaları tarih yönünde, aydınlatarak bize daha iyi anlama imkânları hazırlıyor. Tarihçenin ardından köylerim nüfus durumu üzerinde çok alaika verici incelemesini yapıyor. ‘Köylerin • toprak üzerindeki ta az. zuvu» “Ekonomik, durum,, “sosyal taba-kalanına,, (2), “Dışla münasebetler,, “A* ile,, bölümlerinde ve nihayet köylerin şehirleşmesi bölümünde durumları dağ ve ova köylerine ayrı, ayrı tatbik etmekte, aisbeten.— genel neti-çelere ulaşmaktadır. B. S» Boran teorinin sonunda (Sh. 247, 240) sosyal yapı ile hayatın muhtelif kısımları arasında bağlılık meseleafııin henüz çok yeni ve oh kalkınn®? -dukçâ müphem bir mesele olduğunu söy-t• 41 . 4 «X* •
re “yedi’ve?müphem„ .meseleyi işlemek
* t •
ve seçik .bir hale koymak istemiş olduğu düşünülebilir. Muharrir Robıert Lynd.o Helen Lynd’iıı yanlışından kaçınmak için eseri “malzeme yığını halinden kurtarmak istiyor.. Ona göre, bu mütevazi köy etüdünün en büyük önemi sosyal yapının muhtelif kısımları arasındaki 'bağlılığın ve müterafık tahav virtlerin umumiyetle
(1) İş — organizasyon için bak. Sosyoloji Dergisi I “Sosyollojinin movzııu ve usulü,, shf.: 2(5. H. Z. Ülken
(2) Muharrir “Sosyal tabakalanına,, da, köylerimizde İktisadî ku(b-etlc idari kuvvetin bir arada girişine işaret ediyor Shf. 139.
(Sonu sahife 11 de)
r
HİKÂYE
ki .uiiiıtıiiHiıııtiiiifiiiııtrıınıııtiHiıi
M
H
J \jc^oc~L. d.
l
U, şimdiye kadar görmediğim, tatmadığını o ir lezzet.
Ve yol., bir yol gibi uzanıyor.
Bir kahvenin önünden geçiyoruz. Dostum ellerindeki iskambil kâğıtlarında, nelere bedel hazlar arayan adamları göste. riyor. Bir red edasile:
,— Kahveye gitmeyi hiç sevmem, ûi-
. ÜHH
Ve her halde bir tavla partisi tekli' edeceğimi sanarak devam ediyor:
— Benim beğendiğim Inij. ük kumarlardır. Onda kati bir netice vardır. Ka-zanmak veya kaybetmek.. Esasen benim her şeyiıı küçüğüne karşı garezim vardır. Küçük şeyler daima itiyat ve iptilâ olur.j lar; insanı mahveden işte buıiur. Şu camın ardındaki gözlüklü; yıllardır kasası bir kuruşa prafa oynar. On sene sonra gel, eğer ölm inişse onu gene burada bulursun.
İtiyatları öldürmek diye i haykırdı. Ahmak ıslatan yağmurunda kalmaya hiç niyetim yok.
— O da ne cicmeK.'
— Demin bahsettiğim küçük şeyleri Hao enu ubuauuu ısaauırmu. helake ti-eruı büyüklerine rafıyım.® Onlar ihsana nihayet kuvvetli bir yumrukla vururlar..
şarkı dökül-Y tıkarlarda yorgun rüzgârlar yıldızlar bir yuna, bulutlar ö-
I
crşey, her vakitki gibi oldu. Biz iki arkadaştık; hava serin, arzularımız zengin. Onlar da iki kişiydiler ve zannımızca yanlarında zevklerine mâni olacak kimse yoktu.
Her şeyin yalnız güzel taraflarının düşünüldüğü zannedilen bir jaşla, lau şeyin yalnız hakikat taraflarım gören bir ııesilsiz. Arasıra isteklerimizin karşımız dakilerin do hoşuna gideceğini umarız O zaman aklımrzâ-esenlerin hepsi müba.’ tır.
İler şey, her vakitki gibi oldu dedim, yanlış. İler vakitki gibi başladı.
Güzei bir akşamdı. Şelızadebaşınırı a-laca karanlığında avare adımlarla dolaşıyoruz. Leyli bir mektebin, talebesi biz, bir izin gecesinin başıboşııığunıda sevinçliyiz. Günümüzü en alelade sıkıııtılaıia geçirdikten sonra şimdi, arzularımızın istikametinde koştuğumuzu.' hissediyoruz. Fakat yapmak istediklerimiz, yapabileceklerimiz değildir.
Şimdiden, her hoşumuza giden güzeli evvelce tanımış olduğumuz sevgili bir r.şiııa zannettiren bir karanlık var etrafta. Manavların önünde nıeyvaların mükemmel- davetleri; sinemanın sokağa bakan oparlöründen hoş ibir inekte.
t*iyor.,
Lür tarafa gidiyorlar. Sonra gök bomboş kalıyor. Minare uçlarına, ;ığaç tepelcum.7 bizim başlarımıza takılı; ağır ve derin.
Belki en kıymetli şeylere en çok mâlikiz. Vaktimiz var, genciz, sıhhatli, arzulu ve doluyuz. Fakat ne yapılacuğmı miyoruz. t f
Bütün bunların içimle, bemboyaz bil yol uzanıyor. Bugüne kadar, her görü i: | ğümüzü, daha evvel görmüş olduğumu.: bir başka şeye benzetmeye alıştırmışlaı. Teşbih, teşbih. Bana öyle geII\W^ki, bii. tün teşbihler, mânâsız, eksik ve kısırdır. Esasen ne lüzum var? Her yeniyi bir evvelki eskiye benzetmekte ne marifet var? Kızıyorum. Hiçbir şey yapamamanın gazabı, aklıma gelivermiş olan bu mevzuda iyiden iyiye bir kin haline geliyor.
O kadar güzel ki yol; yumuşak bir ıhlamur kokusu, ılık rüzgâı^ havanın tatil yapışkan karanlığı, vahşi hışırtılarla alıntıda ağaçlar, :j*|d
Neye benziyor, Dilimde kopuk mısralar, kafamda kitap sahifeJeri; nafile.
1
■'f
»/£
, I
• i .‘X (
1O
Ağır, fakat bir andır. Darbeler nasıl o. lurlans^Tsunıar, insanı daima Serıy e go-uder, Halbuki küçükler.
Eyüb’ün en büyük şansı . diye devam ’etSJor - halatında hep.büyük fetiketleri^ karşılaşmıj olmasıdır. Allah n. ııun safrını denemek fırsatını bir d et a’ da
fa* • •
turu
baıA vemmH^y. B , jF*
-—-£• Ne Çapardın ?
— Ona, -hepimizin, küçük adıunjuişa-ğı sınıf denilen milyonlarca insanın çektiklerini, nesilleri ölüme mahkum eden göze görünmez dertleri verirdim. Ner -deyse tabiî bir kader telâkki edilecek olan bütün o haksızlıkları ve insana insan tarafından yüklenmiş feci istismarları gösterirdim. , |
— O zaman ne olurdu?
— O zaman o adam Eyüb olmazdı ve inan bizim kadar da sabretmezdi. Bilir misin ki, en büyük inkılâplara mâni olan en küçük alışkanlıklardır.
Paramız yok, sinemaya giremiyoruz.
■ Sİ 1 4
* t
Yürüyoruz, gök gene bomboş. Onun ağırlığını hâlâ başlarımızın üstünde taşıyoruz. Bir şeyler bekler gibiyim. Yolun bizi bilmediğimiz bir diyara götüreceğini ve bıı can sıkıntısının ardından billur sevinçlerin geleceğini tahayyül etme ! __
sın (çoktan unutluk. Kahveye, »i nemaya gitmedik. Bu ufak isteklerimizi dovıır.
j
m makla şimdi daha müşkülpesent açlıkla! n kucağındayız. Dudaklarım kısılmış elL rim cebimde İ hapis, kendimden bihaber yürürken ılık ve hafif bir beste geliyor gecenin içinden.
Bu gelip insana değiyor, kucaklayıp sarıyor. Sonra;
’ derinin dışından lere doğru akıyor. Bir çimizde, bir dafnınmız kesiliyor. Ora -dan kanımızın ürpertici bir lezzetle aktığını hrssediyo. ruz. Kendi kanımızla, kendi sıcaklığımıza sarılmış dinliyoruz, Artık kendimizi aşan acılarımız vardır. Yalnız kendi dert terimizle iktifa, elemeyiz, artık tam insanız. Müzik bitmiş, herşey tükenmiştir. Fakat biz doğduk ya, ona bak sen.
— Ne düşünüyorsun?
Yalan söylüyorum.
— Eski şeyler. Bilirim. Hâtıraları sevmezsin. ( •
Birdenbire jköşenin dönümünde iki zarif gölgenin gelip geçen hışıltılarını duyuyoruz. Arkadaşım mırıldanıyor: •> Eminim yosma Emînem Hayranım sana.
Gülüyorlar. Bu tebessümle birlikte yü/leriRfle koYlffk davetlerin kımıldanış, iarınfl cJa gördüğümüzü zannediyonuz. Lümit bu ya; ve hiç düşünmeden dönüyoruz. Tâüh Bdş azıtt; n Edirnekapıya kadar gitmeyi göze alarak başlıyoruz yürümeye. Dostum beceriklidir. O böyle zamanda ne yapılacağını iyi bilir, sıklaştırıyor, konuşuyor. Dalgın, dayım. Kızlar biteviye gülüyorlar: peşlerinde’ yürüyoruz ve onlar bunu liyorlar.
Önümüzde gidenleri derhal sağ sol o senin bu benim diye taksim ediyou ruz. Bu tercihi onlara bıraktığımız takdirde nasıl olsa kaybedeceğimi bildiğimden itiraz etmiyorum. Aynalar bana ya. lan söylemezler; bunu ben de biliyorum, bir hayli çirkinimdir. Hayata karşı demin hissettiğim lâkayt sükûn yerini bil-
ist'yorum. Boşuna. Biz hayal kurma-
V
ilahi bir esinti halinde bilinmez yollarla derin, şeyler kopuyor i-
hem acı, hem tüyler
(7
Adımlarını
susana, biz bi-
ve
meni neye bırakıyor ki içimde sıcak alâkalar var. Bacaklarının güzelliğimle bu .
Suluyor ve ilerliyoruz, İler şey o kadar güzel ki şimdi, ben de muhakkak gü zel şeyier yapmalıyım diyorum. Oysa k tanımadığım bu kızları takip etmek hiç te hoş değil. Neden takip ettiğimi bile bilmiyorum, iş olsun diye. Burada karalıklı kadın ve erkek cazibesi, sevgi, hoşlanma, aşk hattâ ihtiyaç bile mevzu-uba-his değildir. Sadece alışılmLştır, Öyle alışılmıştır ki, sokakta her önüne gelen kadına lâf atar, takip edebilirdin. Arkadaşların görüp, sırıtırlar, göz kupariai’:
Hadi, hadi derler, işin yolunda. Halbuki yolunda olan hiçbir şey yoktur. Usulen yaklaşıp: — Affedersiniz dersin. Gerçi af dileyecek bir iş yakmadım. F?(ka! belki yanınıza gelmemi küstaâı bir cüret kabul edersiniz. Elimde değildi; o kadar .— istisnası yoktur.— Güzelsiniz ki. Talih bizi karşılaştırmamış»! bunun günahım biz mi çekelim? Ne dersiniz biraz dolaşalım mı?
Bir gün sinemaya gid' rsiniz. Razı olmazsa mı? Bir şey değişmez ki: Ne kaybettiniz. Hiç. olsa olsa buaz dolaşıp yo-ruldünuz, ama zaten başka işiniz yoktu ki. Sinemalar karanlıktır. Bunun himayesinde ahbap olunur. Böyle gidilirse her zaman, film seyredilmiye^k kadar çirkindir. Ahbaplık, biter.
Bu nevi münasebetler* iyiden iyiye canımı sıkıyor. Oysa ki, kendimi bildim bileli en çok hürmete lâyık5 gördüğüm kelime bu ohnuştu: Dostluk. Bütün kadınla-ı(a ilk bak.şım da bu yöndemdi. Düşünü -yorum: — Ilani insan, troh pencerelerin., den selâmlar verir. Tanımadığı, hiç görmüş olmadığı, bir daha da tanımıyacağı insanlara el -sallar. Bu se
ııım ben. öylesine hiir ve teiniz. Keski bütün alâkalarımız böyle olsa. Hasbi ve hilesiz.
Yaln.z kalmışım. Aııl biri t
w
samimiyet, olur., filîm
karşılaşıyoruz.
îmllkl
«ola meylettim ve küçük kıza; bu. 'henüz® ümedneçf titredi k;
i nü gör-■ içim huzurla doldu, (Gene bir an
o
öte ini görmediğim siyah saç k y k Iaşl un. Koluna dok un d u ■ i, Derhal elimi çektim. Bir an yüzi düm;
gözlerini gördüm; kısa ışıklarla, gizli ir. perişlerle parlak, bana garip yaşlarla ıslak gibi geldi. Bu sefer, ben titredim. Bembeyaz, aydınlık tebessümü var; saç lan. dalgalı omuzları mİ a.
Yavaşça yürüyoruz. I>ostum ve dümdüz yüzlü güzel kız, uzaklaşmakta devam ediyorlar. ,
— Size bir şey anlatayım m ? dedim.
— Dinliyorum.
— Küçükken köyün minaresine çıkardım. Bu; ince, uzun, beyaz, basit fa.
.kat ustaca yapılmış bir minare idi rüzgârda. sallanı rdı. Oradan a: tık mahrem bir tarafı 1
ve
aşağılara, kalmamış zaı -ilettiğim dünyaya . bakardım. YukarlarJa yabani kuşlar uçar, ötede dedenin tür; besi, ardıçlar arasında beyaz ve se .sıizdir. Kuyu başında bir kadını, çiçekli babına saçlı bir kadın su çekmek-
»I
hatırlıyamam. Kendi ken. şu güzel neden benim
der, şaşarım. Rüzgâr
% •
o
giymiş, uzun tedir.
Annemi d ime: — Ya
annem olmamış minareyi sallar, korkar inmeğe malarım. Bir bakıma aınnesiz olduğuma Üzülmem. O gündenberi soranlara: — Anr.em çek güzelmiş — derim,. Kuyu başında su çeken; sizirJki gibi çiıçekli basma giymiş, uzun saçlı kadını tarif ederim.
^Bana tanıdık kıyor. Sıcak bir şeyler doluyor içime. Tam bu anda yeni hayat satan çocuk, bozuk kaldırımlardı sürçtü ve düştü. Ayağından kan aktığını gördüm. Dayanılmaz bir acıyla dizimi tutuyorum. Farkında değilim, durmuşum. Nemli gözlü kız yanımda :
— Neyiniz var?
— Ekseriya böyle olur. Garip bir huy. Bazı insanların acılarına öyle girelim ki onlarla lıeraber ben de1 acı çekerim. Şimdi de dizim, çocuğun ki gibi!
★
Öndekileke yaklaştık; bizi bekliyorlardı. Arkadaşım:
— Söz değil mi? dîvordn. On beş da. kik a sonra buradasıuırz
— Evet.
:c;i Alçak bir duvarın üstüne oturduk
(Baş tarafı sahife 3 de) tebit bir kıral olan VIII nci Henri haEc hareketlerine karşı Thomas More’u idam etmek &u-retile hatalı bre vaziyet almıştı. Binaenaleyh Shakespeare’in bu m( vzuu niçin seçmiş olduğu kAndîb'^nnden rneycEna
halkla daimî münasebetler halindedir. Cemiyetin ıktisacL meseleleri ancak haKtın yardımile başarılır. Burjuvazi', iıı ve tabiî aristokrasinin TT , , . . . . -. T_. , ... .... halkla uyuşmamasından doğacak karışık vazi-
Uzaklan.- bınsı ağlıyor. K.mb.lır niçm?. yetler daima burjuvazinin re£ahına engel o|a.
Al ran mi var? cak, kazancını eksiltecek uygunsuzluklara yol
Birini, koşuyor. Bir ağacın ıgöi'g-irinde, açabilir. Denizlerde mücadele eden halk, büyük tehlikelere göğüs gererek servet getiren halk, toprağı işl.yea hy$:, tezgâhları kumaş dokuyan h'.'ri, ve nihayet veı."i veren ve harpler yapan ht. halktly. >0 milde aristokrasinin ve burjuva-VJH.ii kuvvet vö hâkimiyetini ayakta tutacak o-k.n biı I; ’Sİİ Coriolanııs’un düştüğü hatalara Jicir, âşağıliAtır, pistir, dö-i’riîir. kararsızdır, yedi başlı ejderhadır, lıain-(’ir Ph... Ama r.e olursa olsun or.u idare etmek, patrisyenlerîn menfaatlerine işler bir âlet olarak kullanmasını bilmek lâzımdır, bu sınıf mü-
• * caddesinde “nıülâyemot,, politikasından ayııle mamak lâzımdır.
Shaktspeare’in böyle düşündüğünü nereden çıkarıyoruz? Shakespeare Corîolanu* piyesinin mevzuunu Plutarque*m eserinden almıştır. Plutarque’ta Coıiolanus terbiyesiz, kaba, aşağılık bir adamdır. Shakespeare’d e ise cesurdur, mağrurdur, fakat halkla uzlaşmak taktiğinden mahrumdur; o kadar ki, bu hususta, halkla açlaşacak yerde, düşmanile anlaşıp Roma üzerine yürümeğe kadar vanr. Plutarque'ta Coriolanui
Bütün saadetimle sigaramı içiyorum. Soıı tramvaylar gitti. Durakta muttarit ayak s*Mrrile bîr kndın, müşteri
birisi ağlıyor. Kimbilir niçin?.
— Ablam size yalan söyledi! d.'yo* Her zaman öyle yapar. Bugüne kadar ben de ona oyardım. Neiblur darılma. Adruptf* dîyogg Eli ^*3 u-isteneıı ve öz-
111 İlil
de ona ayardım. Ne®ur jVer, şutıi aÂrrm. Kız(’.
çarpıntılı, kolumda. Yavaşça, sr.kiri,*" ki o kadar zamandanberi lenen bir şeymiş gibi., öpüşüyoruz.
Dudakları titrek, yamaüdarı solgun,, gözleri buğulu., gidiyor.
Dönerken, ona adresimi vermemiş (dluğumu hatırlıyorum.
Günler geçti; unuttum, hastalık 1 a hastahanedeyd »m. bellediğim bir izin günü:
. — Kızkardeşin gelmiş,
— Kızkardeşim mi? Yok kil. Kapıdan süzüldü; o. Bir hamlede her
Ağırca biı
Duşlarımı
dediler.
şeyi anlattı. 0 gece arkamızdan koşmuş, yetişememiş. Bir gün sakakta arkadaşımı gö.mış, or.dan öğrenmiş. Ve ilk fırsatta. Elinde biıkaç portakal.
— Neden geldin; diyorum.
— Bugüne kadar hiç olmamıştı di. yor. Garip bir huy. Bir insanın hayatına bilmeden girdim. Onunla beraber yaşıyorum. Sanki sokakta düşen o çocuksun. Bir yerin kanıyor. Benim de.
Ve bir tren penceresinden selâm verir gibi; öylesine hür ve temiz,.
Topumsal Yap; araştırmaları
(Başı salıife 9 da) zannedildiğinden çok daha sıkı olduğunu belirtmesidir,, Dünyanın her tarafında bu cins deneysel araştırmalar asla genel izahlara girmemiş yahut girememişlerdir. Fakat sosyolojinin inkişafı için bu “parça ara\tırmatar„a devam etmekten de baş. ka hiçbir çare yoktur. Bir “parça tetkik,, le bir sosyolojik problemin çözülebilene-ğir.i sanmak aşırı bir ümittir. B. S. Boran eserde sosyolojiyi müsbet ilim haline getirecek yolun üzerindedir. Bu çeşit araştırmaların artması en büyük temennimiz d ir. Müspet sosyoloji bunlardan doğacaktı*
• - T — . -
HAŞAN TANRIKÜT
çıkıyor. Aristokıas:
a
HÜRRİYET
F. Toprak - S. Taşer
S IIII İR İL E İR
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergiii
halkın reyini almak için yaralarını gösterir, Shakespeare gösterim ez. Piyeste Per. IV, sah. II de Coriolanus’un annesi oğluna halkı kendine çekmek için tavsiye ettiği hileli yol Plu-tarque’ta yoktur. Bu hileli yolun ise Ingilte-renin bilhassa di? politikasında ne büyük bir rolü olduğunu biliyoruz. PIutarque’ta Coriolanus kötü bir generaldir, devlçt adamı olmağa lâyık değildir. Oysa ki Shakespeaı-e onun bu sınıf mücadelesinde tuttuğu yolun yanlışlığı ii-zerinde duruyor, ve bunu Menenius’un Coriola-nus’a söylettiği şu sözlerle anlatıyor: “Hadi, hadi, çok sert davranıyorsunuz, hem de pek çok. Dönüp hatanızı tamir ediniz.,, Bütün bunlar gösteriyor ki, Shakespeaı e, Coriolanus’un düştüğü hataları hem gösteriyor, hem de tenkit ediyor. 0 bu misalle hem bir ibret dersi vermek, hem de büyük bir ihtimalle VIII nci Hen-ri’nin hatasına imada bulunmak istiyor. Netekim Elizabet devrinden itibaren burjuvazi ile sıkı bir işbirliği yapmış olan İngiltere kırallannın iktisadi politikalarında daima halk tabakalarını idare etmeğe çalışan ihtiyatlı ve mülâyim bir hareket tarzı görülüyor.
Shakespeare’in halk halkındaki fikirlerine gelince, o bu hususta aristokrat Menenius gibi düşünüyor, Coriolanus kadar ileri gitmiyor. Bunu da şundan anlıyoruz: Shakespeare eserinde gerek halkı, gerekse halk mümessillerini kötü, kararsız, çocukça düşünceli gösteriyorsa da, Plu-tarque’ta bunlar biraz öyle gösterilmek istenmiştir (Plutarque’m da bir aristokrat olduğunu unutmıyahm). Plutarque eserinde bilhassa aristokratların halka ettikleri haksızlıkları olmaları icap eden haklan Shakespeare bunlara temas et halkın hak taleplerini makul olmayan bir hareket olarak görüyor, aristokrasiyi memleketin mutlak hakimi olarak kabul ediyor. Per. V, Sah. İV deki halkın bir tribünü, Coriolanus’un Koma üzerine yürümesine sebep olan sürgünden mesul tutarak sokaklarda sürüdükleri Plu-tarque’ta bulunmadığı gibi, hakkın bugün Co-riolanus’a rey verip, yarın geri almaları da yok tUT.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Bhakespfeare’-İn en muvaffak ererlerinden biri olan bu piyes, Romada cereyan etmiş bir >ınıf mücadelesini, eserin v: n'.cığı zamana nîîöediyor. E-serin son perdesinde aristokratlara 'karşı lord tâbirinin çok yerde kullanması, şahısların kıyafetleri ve zihniyetleri bu iddiayı destekliyor. Plutarque’ta olmayan ve olup ta değiştirilmiş noktalar sanatkârın aristokrasi lehinde, ve halk aleyhinde olduğunu, ve Shakespeare’in XVI ncı asır İngiliz cmiyetinde sınıf şuuruna kuvvetle sahip bir burjuva olduğunu, bütün bunlardan başka o asırda bu sınıf mücadelesinin bilfiil var olduğunu, ve sosyal bir varlık olarak sanatkârımızın bu sınıf mücadelesi karşısında kayıtsız kalamadığını gösteriyor.
Piyes İstanbul Şehir Tiyatrosunda oynandığı sıralarda birçok gazetelerce eserin rafına hiç dolkunan olmadı. Halide Edip gazetesindeki makalesinde, daha önce edebiyatı tarihi’nde piyesin bir “ î---
bu ta-
Akşam
İngiliz
uısan panayı-
rı , olduğunu, her türlü ideolojiden uzak olduğunu ileri sürmüştür. Coriolanus’un tabı başına koyduğu nıukaddemede ise Shakespeare’in bu eseri iki türlü tefsir edilmiştir diyor. Birincisi aristokratların tarafı tutulduğuna, [İkincisi ise halk tarafının tutulduğuna göre. 0 bunlar üzerinde durmuyor, biraz daha maskeli, lâkin hakikatte aristokratları tutan bir üçüncü tefsirden bahsediyor. Onca doğru olan bu ürüncü tefsirdir. Bu tefsir şöyle bir nıütearife ile başlar: Shakespeare karakterlerini şu veya bu tezi müdafaa ve ispat için seçmez, ilh... çünkü onun yarattığı karakterler tipler olmaktan çok fertlerdir. Bu sebeple bu fertler dar bir sınıf veya ideoloji çerçevesine giremezler. Coriola* nu» her devirde devam edecek dare eden ve idare edilenlerin çarpışan menfaat mücadelelerine dayanır. İdare edenler hür, vatanın şerefini müdafaa ederler; halka gelince, davaları daha ziyade İktisadîdir. Her biri ayrı fertlerdir, onları sınıf tealinde ortaya çıkaran şey müşterek sefalet ve açlıktır. Odların ne sınıf şuurları, ne siyasi kanaatleri vardır. Aristokratların onlara temsil halkkı vermeleri sözü ayağa düşürmemek, umumî bir içindir.
Halide Edibin fikrini gözümüzden
dolu sözleri cemiyetin, cemiyet içindeki sınıflar arasında mevcut münasebetlerin iyi anlaşılmamış olmasından, sanatkârın sosyal vaziyetini iyi kavramamaktan, hattâ, sanat Halkkında aydın fikirlere sahip olmamaktan doğuyor. Yukaıda yaptığımız tahlil Halide Edibin piyes hakkında ileri sürdüğü bu karmakarışık fikirlerin ne derece yanlış olduğunu kâfi derecede fapat ediyor. Umumiyetle kendini cemiyetin ludumi iat-zeden burjuvazinin, kendi dâvalarına hizmet eden mücadeleci eserlerin bu mücadeleci vasıflarını. yanj fikir,, cephesini bir Lira fa bırakarak yalnız sanat tarafile meşgul olmağa, bu suretle ıunuahnmış cesedi heıikesin önüne model ittihaz edilecek sanat eseri olarak koymağa, sanat:: Eserinde İçtimaî muhiti silmeğe çalışarak kitleleri» realiteden juzaddaştırmakta menfaati vardır. Halide Edip te bunu yapmağa çalışıyor. Beyhude uğramış. Çünkü Shakespeare’e ihanet etmiş flPluyorVfi' .ff ■
Doçent Vahit Turhan tankından yatılmış S
Realiteden
eçen ideal
(Baş tarafı sahile 1 de) meşini, millet ve yurt menfaatlerde ge -niş halk kitleleri menfaatlerinin aynı olduğunu i^bat etmekte asla zorluk çekmemesini, inikılapçı samimiyet ve dürüstlü. ğü üzerinde en (küçük bir tereddüt uyandırmamasını ve bu samimiyet ve dürüstlüğünü aksiyonun içindeki fedakârlıkları ve gayretlerde isbat etmesini bilmek demektir. ’ | ■ ‘
kargaşalığın
önünü almak
Coriolanus piyesinin esas saklamak için tenakuzlarla
t •
I
İşte bizim ıgerçek demokratlık, gerçek marksistlik, gerçek inkılâpçılıktan anladığımı z mâıia bu d ur.
Bu sebepledir ki bizim idealimiz realiteden geçer. Bizim inkılâpçılığımız, içinde yaşadığımız millî ve İçtimaî hayat şartlarına göre ayarlanmıştır. Biz, emekçi sınıfın tam bir vahdet içinde birleşmesini istiyoruz. Davasını şuurla yürütmesini, ona rehberlik edecek olan kadroların da emekçi sınıfla küçük ve orta sı nıflar arasında işbirliği meydana getirmeyi temin edebilecek bir şuur ve bilgi seviyesine ulaşmış olmasını istiyoruz. Şunu, her inkılâpçının kat’î olarak bilmesi lâzımıdır ki, ğer işçi sınıfı sosyal mücadelesinde, köylü ve istismar olunan halk kitleleri tarafından desteklenmezse, gerçek demokrasiye erişilemez. Ve halk iktidara: geçemez. Bu ana prensibin dışında kalanlar, dışımda çalışanlar, halk kitleleri arasındaki menfaat ve ideoloji bağlarını sağlamlaştıracakları yerde, çürütmüş kopartmış olurlar. Biz, kelime ve formül papağanları değil, aksiyon kahramanları, halkları birleştirici, namuslu, gayrettli, bilgili, şuurlu ve fedakâr millet îıık.lâpçı-ları
yetiştirmek istiyoruz. Biz, kültür, olup, gerçekte Halide Edibin ^^yulkarda hülâsa yefah her fey ve hıer şey halk içindi).
ettiğimiz tenakuzlarla dolu fikirlerini işba ta ça_ prensibine bağlı kadrolara muhtacız,
lışarak “S'h^hi^^B^în si yad. akideleri,, ve “karakter tahlili hakkında,, mevzuları ürerinde durmağa lüzum görmüyoruz. Muhakkak o-lan bir şey varsa, o da Coriolanus mevzuunun ehliyetli bir kimse 'tarafından İlmî bir şekilde işlenmenin mutlaka lüzumlu olduğudur.
ŞERİF HULUSİ
Müessisi:
Esat Adil Müstecaplıoğlu imtiyaz sahibi ve neşriyat müdürü: Hasaıı Tannkut
Muhabere adresi; P. K. 519 İstanbul Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş.
»
Höiksoy Basımevi
Biz, yurdunu, milletini lâfla değil, icabında onlar uğruna hayatını harcamakta bir lâhzia tereddüde düşmiyecek ve hu-fedakârlığı için de bir zerre karşılık bek-lemiyecek vatan çocukları yetiştirmek istiyoruz. îşte bizim inkılâpçı dâvamızın a-na hatları bunlardır.
DAVAMIZ
Sabiha Z. SERTEL M. Zekeriya SErtTEL
Fiyatı 75 kuruttur
İZ
I
Haşan
Doğan RUŞEN AY e
eıktan ibaret
i
20 Kuruş
o T 1 1 • I>1 X
S
Her Türk inkılâpçısı, halk kitlelerinin sınıfî
-. B
Biz Türk milletinin inkılâpçılarıyız, inki lâpçılığımız, içinde yaşadığımız millî ve
İçtimaî şartlara göre ayarlanmıştır
15 Ağustos
PERŞEM3E sı
BU SAYIDA
Esat Adil MÜSTECABÎ e
Şerif IIULÜSİ
$
Sabahattin RA TUR e
M. AL afS
S
Asını SARİ*
Kenan HARUN
$ f
Rıfat İLGAZ
&
M. BÖRKLÜCE
Behçet ATILGAN
TA.NRIKUT
MUTLUAY
Rauf
i Biz işçi sınıfının şuur [anmasını t köylü ve yarı emekçi kitlelerle birleşmesini ve orta sınıflarla iş birliği yapmasını gerçek demokrasi uğruna girişilecek m uca-delenin ana şartlarından sayıyoruz.
Türk milletinin, varlığını inkılâpçı formüller, inkılapçı formülleri de kendi niılıî ve öz realitemize göre ayarlamadıkça, yapıcı, yaratıcı gayretlerimizi boşuna harcamaktan başka bir şey vapmış sayılanlayız. Zaman ve şeraiti gözetmeksizin ileri formül şövalyeliği ile vakit geçirenlerin bugüne kadar elde ettikleri neticeler, ■m HM
kitleleri birbirinden uzaklaştırıcı, inkılâpçılığı yurt ve millet düşmualigi şeklinde tanıtıcı propagandaları desteklemiş ol-
I J
ve iman etmelidir ki, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiyede de gerçek de, JUukralûu', gerçek marksısller, gerçek inkılâpçılar milletini ve yurdunu herkesten daha çok seven, ondan daha mukaddem bir varlık .tanımayan, millet hâkimiyeti uğruna, herşeyiai ve bay atını harcar makta aslâ tereddüt göndermiyen h^lk ço cuklarıııır.
1
Bul böyle :olduğu, bunun böyle olu-şunda ka m senin zerre kadar şüphesi bulunmadığı halde, ha Bin nasıl olup üuzko-layca kandırılaibiidiğini, gerçek tktnrokraflar m, yani marksistlerin aleyhine bu haince propagandaların nasıl olup da yapılabildiğini esefle, hayretle karşılamak kâ fi değildir. Bu iftira, tezvir, yalan mekanizmasının kuruluş ve faaliyetine hizmet edenlerin bu cüret ve ceısareti nereden tedarik ettiklerini de bilmek kâfi değildir. Asıl mesele gerçek demokratlar ve gerçek marksistlerle, sahte, zevzek, bozguncu, yıkıcı solcuların, yani markscı e-debiyatta kendilerine Gauehiste - Goşist adı verilen kelime ve formül papağanlarımın millet nazarında, emekçi halk kitleleri nazarında tamamile ayırt edilebilme-
sini kolaylaştırmak, bu işi her ne bahasına olursa olsun, mutlaka temin etmek lâzımdır.
Emekçi kitlelerin, milletle gerçek marksistlerin, küçük inkılâpçıların arasına giren, kitlelere yollarım şaşırtan, halikın gerçek demokrasiyi doğru dürüst anlamasına engel olan bu zevzek solcuların inkılâpçı saflardan koğulup atılması zamanı artık gelmişi ir. .
Türk milletinin, Türk emekçilerinin sosyal mücadelesin ı yürütecek olanlar her şeyden önce inkılâpçı formülleri ve yine her şeyden önce bu formüllerin tatbik edileceği millî bünyeyi ve yine her 'Şeyden önce millî ve beynelmilel şartları ayni zamanda bilmiş olmalıdırlar.
Gerçek demokrasi kahramanlarının . idealleri, içinde bulundukları realitenin stünden veya yanından değil tam bağ-
rından geçmelidir, inkılâpçılığını halk kitlelerinin sınıfı menfaat ve millî duygularına en ileri Ls-trk,anıetler verebilecek şekilde ayarlama- -ğa’ möcburıhır. Kendini halktan uzajdaş-tıraınlar, halkın itimat ve muhabbetini kaybedenler, rçamus, gayret ve fedakârlık örneği olamıyanlar aslâ inkılâpçı olamazlar. Çünkü inkılâpçı olmak demek halkı kendine, kendini de halka bağlamak demektir.
İnkılâpçı olmak demek, realite ve şartlar karşısında ileri ve geri taktiğini iyi ayarlamak, inkılâpçı merhaleleri iyiden iyiye hesaplamak demektir.
İnkılâpçı olmak demek, emekçi t,‘t lelerin kurtuluş yolunu engellerden temizlemesini, bu yolda onu arızasız yiirüt-(Devamı sahife 12 de) t
GÜN'E KATILAN ARKADAŞLAR
Dergimizin en büyük dileği sosyal vazifeyi lâyikiyle ifa etmek, sanat ve kültürün aktüalite içinde cemiyet dâvalarına . hasredilmesi icabettiği geleneğini kökleş, •tirmek olmuştur.
Sanat, hissin sosyalleşmesi, yani en endividüel olan tarafımızın egoizm-kurtulup cemiyçre doğru yayılma*!.. Gün, ileri demokrat
yazarları ilin
çok uen
şimdi günlük bir organ kazanmış olmaları
.dolayisiyle sanata bu anlayış çerçevesi dahilinde geniş mikyasta yer vermek kararım almıştır. Bilhassa ikinci cildimizle büsbütün tahakkuk etmesini dilediğimiz bu gaye elimizdeki şu 22 ııci sayıda ortaya çıkmış bulunuyor.
Geçen sayıda Mak iım Cork i hakkın-daki güzel yazısını okuduğunuz değerli hikâyeci arkadaşımız Oktay Akbal, bu sayıda pürüzsüz “konuşma,, suni bulacağınız değerli şair Sabahattin Batur, Kor.. yolanns üzerindeki derin tahlil ve kritiğini bulacağınız Şerif Hulûsi GÜN’ün devamlı yazarları arasına
Bundan başka, iki
t y
Harun ve M. Al, hikây GÜN’de yazacaklardır.
SIĞINAK:
%
Neslimizin en değerli hikayecilerin-Samim Kocagöz, tahsilini ikmal et.
girmişlerdir, genç şair. Kınan eci Rauf Mutluav
den
tiği İşviçreden döndükten sonra ikinci e-seri
“Sığmak,, 1 neşretti. “T’edikarnk, ve “Sığınak,, 1 okuyanlar Samim Kocagöz-ün realist sanat yolundaki tedrici fakat sağlam tekâmülünü hemen göreceklerdir. I .
Arkadaşımız Sığmak ta daima halkı, Anadolu köylüsünü ve, onun/s.tırapîi hîiL nlu h tel:
yatını kuvvetli bir Türkçeyle hikâyeler halinde anlatıyor,®
îsviçrede rastladığı Yakıp Kadrinin, kendisine "neden edebiyatapmamak için kaleminizi zorluyorsunuz?,, |clive sorması üzerine Samim Kocagöz şu çok güzel cevabı veriyor: “Edebiyattan önce yapılacak çok iş 'var zannederim !„
“Sığınak„ı okuyunuz, beğeneceğinizden eminim. Eser “Yenilikler yayını,, nır üçüncü kitabı olarak çıkmıştır, Fiatı 100 kuruştur, H. T.
KESKİN BİR DEMOKRAT:
Bay Mehemmed Cclâletlin Ezine vaktile “yürüyen bir toprak ve yıldırım, lar yağdıran bir gök,, diye tavsif ettiği
Nazi saldırışından sonra şimdi de keskin demokrat,, rolüne çıkmış bulunuyor. Anlaşılan canı, yeni bir Avrupa seyahati istedi.
HÜRRİYET BUHRANI:
B. I-Iamdi Başar tarafından yayınla, aıan bu eserde: bize lâzım olan siyasi hürriyet değil fikir hürriyetidir,, diye buyuruluyor. Bu bilmeceyi çözelim mi? Ne lüzum var? Çözülse de çözülmese d© fikir hayatımıza ilâve edeceği veya ondan, ek? Leceğ* bir ^ey yoktur.
T. S. P. PROGRAMI:
Türkiye Sosyalist Partisinin proğı . ve nizamnamesi ufak, zarif bir broşü: halinde yayınlanmıştır. Fiatı 25 kuruştur
SULH EMRİNDE FRANSIZ
DÜŞÜNCESİ
Dört büyük devletin Dışişleri Bakan-sulh andlaşmalarına tekaüdüm eden
«r«
.. âlim ve muıhar-
lar ı çalışmalarının İkincisini 28 haziranda Pa-riste bitirdikleri gün, “Fransız muhar-lirleri milli birliği,, dört gün süren bir toplantı yapmış “Sulh enirinde Fransız düşüncesi,, adını taşıyan bu dört günlük toplantıda Fransız düşüncesinin harpten sonra Faşizmin yapacağı mücadelenin türlü fikir sahaTarın3a~ne ıgıpımr ı ;ti-kamet alması lâzım geldiği meselesi ü-z erinde başta; Jeon Cas^u "oTmak uze-.M. £■;
luand. J. R, Block, illi rirler söz söylemişler, neticede bu mücadelenin yeryüzünde sulbün devam ile bir-1 i klsft yürümesi Kizuım^ üjj^rijde umumî bir ^ulaşmaya yarılmıştır. Büftin dünyayı ılâkadar eden bu büyük fikir b41 »ketinden tek bilYsatırla cldBı gazete Ufrimia de bahsedilmemiştir. Todlantı zabAarıiım kitjp hâlinde çıkarıİmasına' ihtizareiıy Lps etoiles, Lee Lettı us Françaâss, gibih mecmualar toplantının esas neşre tm işlerdir.
haren, muhtelif memleketlerde Faşizme karşı girişilen mücadelenin, ve Faşizme karşı türlü şekiller altında hâlâ beslenmekte olan sempatik fikri tezahürlerine ait bir hulâsadan sonra, bu mühim toplantıda görüşülen meseleler hakkında malûmat vereceğiz. Jean Cassoıı ile Paul I.angevin, Marcel Prenant’ın pataklarının tamamını neşredeceğiz.
nutukları m
Gelecek sayımızda* iti-
24/7/946
• t
* •
GÜM dergisi Neşriyat Müdüriüğünne
Sıkıyönetim Komutanlığı n d an nan 24/7/946 tarihli tebliğin tasdikli örneği bağlıdır. Gereğinin ona göre pdm a 1 ' ..T çıkmak rim.
alı-bir ya-ilk
ıi ve bu tebliğin gazetenizin sayısınla yaynlanmasını rica ede-
•I 11
Emniyet Müdürü
A. Demir
24/7/946
Millet iradisinin tam bir serbestlikle tecellisini güçleştirir endişesile İstanbul gazetelerinde secime tekaddüm eden günlerde yapılmış olan çeşitli ağır neşriyata karşı hiçbir tedbire başvurulmamıştı. Fakat seçim büyük bir sükûnet ve emniyet havası içinde bitmiş olduğundan halkımızın artık karşılıklı sevgi ve saygı hkleri içinde yaşamaları ve her hangi bir tahrike maruz bırakılmamaları icabeder. Bıı böyle iken de bazı gazetelerin bilhassa seçim sonuçları hakkında vatandaşları şüpheye düşürücü ve bu yüzden msmle-ketin huzurunu sarsıcı ağır neşriydi vam ettiği görülmektedir.
bölgesinde bu gibi tahriklerin devamına müsaade edilmiveceği ve bu kabil yazılara karşı Sıkıyönetim Komutan''ğım i harekete geçeceği tebliğ olunur.
Sıkıyönetim Komutanı Kor General Asım Tı naz tepe
Sıkıyönetim ı deyamma
Yazı Kadromuz
- SAT ADİL
\ (Adiloğlu)
Sait F. AHR.SIYAN1K
Mt AC.
Vwk BALKIŞ
• Sabahattin ALİ
Oktay AKBAL
Niyazi AKINCİOĞLU
Behçet ATILGAN
Mehmet AH AYBAR Halil AYTEKİN
M. AL Arif BARİKAT
Sabahattin BATUR M. P.ÖRKLÜCE Ömer DENİZ Fethi GİRAY
Kenan HARUN
F. HİKMET Şerif HULUSİ •
Rasîlı N. İLERİ Rıfat İLGAZ Atila İLHAN Cahit S. IRGAT Ali KARASU Orhan KEMAL Suavi KOÇER Orhan MÜSTECABİ Aziz NESİN Ziya OYKUT Asım -SARP Sabrı SORAN Haşan TANRIKUT (Doğan RUŞENAY) İlhan TARUS Rauf MUTLUAY Fehmi YAZICI Aziz ZİYA
I
♦ •
İstanbul Üniversitesi •iliz Edebiyatı talebesi,
Fakültesi
Edebiyat profesörleri Halide Turhanın idaresinde
zaman Aul’idius’un halkın reyini kazanıp olan Coriolanus’un Capitule gelen ikû Sicinius’la Brutus'a “müşterek ağızııı diye hakaret ettiğini ve “onlardan nel_ „ öğreniyoruz. Bunun üzerine tri-
kalkın Marcius aleyhinde olduğunu, ve
kanidir. Asiler ellerim ,c silâhları Capitolc yütÜL-
döndürmeğe ttpi( i e-
l.dip, doçentleri Vahit fcj.'iakespcare’in Coriolanus adlı piyesini tercüme etmiştir. Bu piyes Ekim 1945 ayında İstanbul Şehir Tiyatrosunda oynanmış, ve ayın yıl içinde Istan bulda Pulhan matbaasında basılmıştır.
Eserin mevzuu şudur: Ronıada Cumhuriyet devrinin başlarında, yani Milâttan önce V. nci asırdayız. Haık hem buğday fiyatlarının artmasından, hem sefalet içinde kıvranırken a. ristokı-asinin bolluk içinde yaşamasından, neni de halka hakaret eden Cai (s Marcius’e, yânı Coriolanus’a karşı isyan halimdedir. Ilalk, büyük İmik düşmanı olan Aiaıcius öldürülürse işlerin düzeleceğine sırıkları, sopaları ve
keıı karşılarına Marcius'un d -stu Menenius Ag-rippa çıkar. Asileri fikırlcrin^H çalışır, patrisyeıılerin iyhğinri^n, onların bir vücuttaki mide gibi büiüıı vücudu idare den başlar olduklarından, onlij olmadan halkın
kendi kendini idare edemi.veneğinden dem vu-
. Ve halka hakaret ettiği] O da Meneııiuı
onların aşağılık, olduğum halka karşı istûkrahl: tokrat gayziie halkı dağılıp evlerine zorlar. Tam bu sırada bir haberci Volsiyalıların Komaya karşı silâhlandığını .-ıabcr verir. Çürümüş halkı harcamağa bir vesile hazırladığı için bu muharebeden Marcius memnun olur. İk. tribün, yani halk mümessili Siciııius’la Brutus. Marcius’un halk hakkında beslediği bu fikirlerden memnun değillerdir. Volsiyalılarla Roma lıkır arasında harp başlamıştı)-. Romalılar, ba.% larında general Caıus Marcius, Corioli önüne gelmişlerdir. Volsiyalıların ordusunu Tulhıs Suidius idare eder. Volsiy^lılarF Romalıları mağlûp edip siperlere kadar sürerlerse de, sonun, da Marcius’un kahramanca döğüşmesiy’’rJîîfil malılar zaferi kazanırlar, Corioli şehri tilerine düşer, Aufidius şehirden kaçar, birinci perde burada biter.
îkinci perde açıldığı zaman Marcius’un dostu aristokrat Menenius’u halk mümessili iki tribünle halkın aşağılığı hakkında münakaşa e. der, tribünleri hayvan pleblerin çoba-TT nhnalb.’ la ittiham eder görüyoruz. Bu isn adâ t’oriolanuş; başında bir zafer çclengi ile görünü;ı-.“ Halk mümessili iki tribün Coriolannsı’uh elhsül seçilmesi ihtimaline karşı halkı onun uyanık tutmanın lüzumu üzerinde Bu sırada bir haberci ikisinin dı vet edildiklerini bildirir: Senatörler, îttbnenius, ilh.. Coriolanus’a harpteki yararlıklarını anlattıktan sonra konsüllüğü kabul etmesini rica e. derler. O bu yararlıkları vatan için yapmıştır, tekrarlamakla övünmiyecek kadar gururludur. Nihayet Coriolanus senatörlerce konsül seçilmiştir ama, ananeye göre halkın da reyini alması lâzımdır. Oysa ki onun en iğrendiği şey halkın huzuruna çıkmaktır. Nihayet razı olur, halkın “yüzlerini yıkamasını, dişlerini temizlemesini,, emreder. Coriolanus’un bütüp Komayı saran şöhreti karşısında gözleri kamaşfp halk —tek tük aleyhtarlara rağmen— konsül olması lehinde Marcius’e rey verir. Oysa ki Sicinius’la Brutus halka Coriolanus’un buğday meselesinde ap_ dığı vaziyeti, halkın elinden hürriyetini aJmak fikrinde olduğunu, halkı nasıl aşağı gördüğünü
rur
cins gülünür, zü n e kuır şı mağa lâyık insanlar sözlerle,
bir sırada Mar-s gibi halkın yü_ güvennilmez, asıltı söyler. Acı acı ı bakan bir aris_ girmeğe
..
izah ederler, önce rey vermelerine iki tribünün müessir olduğunu söylemeğe ve derhal Capitolc gidip reylerini geri aldıklarını haykırmağa halkı teşvik ederler.
üçüncü perde açıldığı yine baş kaldırdığını, konsül tribün dileri
ret ettiğimi bönler ona karşı beslediği nefreti anlatırlar. Bunu bir nevi suikast sayan Coriol&nus halka “pis kokulu kararsız sürü,, “cüzzam belâsı,, “yedi başiı ‘ejderha,, haı be kalkışması bir küstahlıktır.
______ Coriolanus’un etrafında toplanır. Sicinius halka Marcius’un k$tü niyetlerini bir kere daha hülâsa eder ve bunun şehri yakmak! demek olduğunu söyliyen senatöre: “Şehir ualktan ayrılır şey midir?,, diye itiraz eder, vatandaşlar: “Ilalk demek, şehir ödemektir
Coriolanus halka
„ “cüzzam belâsı,, “
i İh.. diye hakaret eder, çünkü istiyeıek gitmiyen bu sürünün buğday talebine Tribünlerse Corio-un ^ain olarak vasıflan^u-mı. iiuite
,, diye bağırırlar. Lâkin lıak;ıı\ eri ildek devam eder, ve halk ise oriu Tarpeia kayalığından aşağı at. mağa mahkûm eder. Menenius haıkı yatıştırmak isterse de beyini dedir. Coriolanus’un annesi Vo_ luıııııia beğenmez (4
“ShâkespGara eserine pat-rîsyenlâFm ouğdây ffiatım arttırmaları üzertns haletin bar siy cs Kia mnasıi e, üaha bçtK fchr tabirle sınn mücadeseâim bir ihtilale v«au uif masıie başlıyor,,
&
kada,
} vakaı.ııı cer kutlanmaktaki
ıcümearn ınuvaJ+u>îiyeti hakkında sözü İngiliz edebiyatı bilgililerine bn-akıyoruz. Biz burada bu sınıf müca-û'. lesi meselesi üz'erihikte duracağız, göstermeğe çalışac z r iıılarque ıa piyes arasındaki farklann sini açıkiıyacağız, de ısrar edeceğiz.
Vaka Römâ'da Cumhuriyet devrinin
di® edilecek u:>| aile
büyüktür. Meseleleri vaze. •j£mı esnslsMida tiyatro tekudğk mehareti cidden emsalsizdir.
Şhakeı peare’nı bu mevzuu niçin seçtiğini Vakanın tarihî kaynağı mâna-üzerı.ı
i.
(. uriolanus’un şahsiyeti
başlarında, Milâttan önce V nci asırda geçmektedir. Cumnuıiyet devrin,.e Roma sitesi seçilmiş iki konsülle, senato mjelişi tarafından idare edilir-di. İdareci ve kuvv tli sınıf aristokrasi idi. Pat. ıısyenler bu aristokrat sınıfa metisup olanların, Plebler halk tabak; sına mensup olanların adıdır. Cumhuriyet devrinde Roma’nın komşularıyla harpler neticesi elde edilen ganimetlerin ve büyük arazinin Patrisyenlere verilmesi bu iki sınıf arasında menfaat z:dlıkları doğurdu. Umumiyetle konsüllerin, patrisy Ünlere yeni Û141Zİ kazandıran ve harplei it yararlık göstermiş genfera ler arasından seçilmesi aristokrasinin plebler ü_ zerinde kuvvetli bir tazyik yapmasına imkân veriyordu. İşte Shakespeare eserine Patrisyörı-lerin buğday fiyatını arttırhıâları üz&rifie 'lial-ku/bTİ- ayalelanmas ile, daha açık bir tâbirle sınıf mücadelesini bir ihtilâle vardırmasıle baş.
yapmakla ittiham eder. Nihayet halk, vatana Jıyor» ettîöî hizmeti doİayısiyfe halk döşmainı M«r_ cius’u ölüme değil, şehirden sürüp çıkarmağa mahkûm eder, •
”Yüz başlı canava>>r tarafından şehirden "sürülen r.>r i .darı:-’n, -jdöi dünrfi perded'1, halktan ve nadkaKarşı ş likit», i daçsııımayian arife. Lokıusideii in"İKöm almak için V^olslyalılaıın ((•-; m i ali .Vtıfid;'u.'’ta Roma aleyhinde birleşiniş^gö-ıüyoruz dıkları bir
oğlunun halk karşıcındaki huşunetini t onu taktık bilmemekle ittiham eder: Konsül olmadan önce içindekileri; belli etmemeliydin,, “içinden ve kalbinden gelenleri değil, dilinin uçıındakileri söyle; varsın bu keli-melerin içindeki hakikatle alâkası olmasın,, “nalk maskaralarının biraz yüzüne güleceğine, onlara nasıl kaş çattığmı göstermeğe çalışıyorsun, ,. Anasın m Erlerini niyetlenen
Curiolanus'uii, Kenuısuie uıçbu zaman oynayamı-yacağı bir rolü verdiklerini söylemesi üzerine
Cominius “biz 'arkadan fısıldarız,, diyor. Co>-|
riolanus halkın gönlünü almağa razı oluyor, cinius Coriolanus’u halk aleyhinde bir komplo
j Gerçeklen' A ^’idius’la jbi Tik te haZiıiu-oftdunuın barında Ooriolainus JRoma
- * Atffffl’nfs’la eskr^^frralSl^Mîaıi-lanmusile kuvvetli bir kıskançlık uyanmıştır.
Beşinci peninle Menenius’la Cohıinius, Komayı bağışlaması içim Coriolanus’a ricacı gitmeğe hazırlanırlar. Cominius önce gitmiş, lâkin Marcius boyun eğmemiştir. Şimdi Meneniııs gitmeğe hazırlanır. Lâkhı Coriolanus onu da ko_ gar. Nihayet Marcius’un annesi, kansı ve çocuğu ricacı giderler. Coriolanus dayanamaz, onlara şehri bağışlayacağını vadeder. Bu havadis üzerine halk tribünleri parçalamağa kalkışır. Coriolanus’un bu dönekliğinden faydalanan Aufidius oııu ittiham eder ve Antium şehrinin baş. ları önünde suikastçılara Öldürtür.
Göi’üyoruz ki, Shakespeare bu piyesinde sahnede bir sınıf mücadelesini canlandırmağa çalışıyor. Bunu yapmaktaki kudreti cidden tak-
üzerin# yürüyor. Lâkin bu harpteLkondinj ikinci pFn^rTa gören ■ A^fMTns’ta csknaî'ıralâ rmucaıi-
Gerek aristokraside istismar ettiği sınıfa
- • 4 .* *( ( • I k
karşı gerekse halkta kendisini istismar edenle» re karşı mevcut nefreti bu iki ayrı smîfin ni'ü-nMSöiUcri ağzıudau işitiyoruz. Shakes'pöar i * ristoKİ’â.siyi sınıfy şuuruna mâlik
da, hâlkı bu zusundldlr»
‘ ■
«mit’ şua&ııuJson haddine
bii hus'usta aristokrasiyi halk karşısında gevsek davranır "gösteren, işi mutlak bir sınıf dîk-tntoTası hafine getirmek isteyen, halkla her türlü uzlaşmayı reddeden, halkı aristdka-asinin menfaatlerine mutlak surette âlet etmek emtıLin-de, lâkin bu maksada ulaşmak için politika taktiklerine baş vuracak yerde, cepheden hareket eden, cebir ve şiddet kullanatı bir şahsiyat olarak gösteriliyor. Her ne olursa olsun, Sbakes-peare, Coriolanus’un şahsı etrafında sınıf mücadelesinin bütün meselelerini büyük bir kuvvetle toplamağa muvaffak oluyor. Aristokrasinin halkla uyuşmak suretile, Halka hissettirmeden, halkı kendi menfaatlerine kullanmak meselesi yalnız Roma aristokrasisinin değil, Shakespeare devrindeki aristokrasinin ve o-nunja işbirliği etmiş İngiliz burjuvazisinin de bir meselesi idi. Çünkü XVI ııcı asır başında miis-
(Sonu sahife 12 de)
a-
* gösteriyorsa uurdan mahrum göstermek ar-
tforiolaııus piyeste aristokrasinin vardırmak istiyen,
• * * ( - , - . r*
• •
YENİ DÜSAH
Çözülmez yapacağım bütün insanları.
IYIMS
îc
I
*2
f Çözülmez yapacağını outun ınsaıııarı.
Kilitleyin ellerinizi, kanlarınız irbirine
p’
Sabahattin SATUd
“Nikbin olunuz,, ya bir kitap ismiydi yanılt ta ouyuk, unşunürleraen, birisinin soz.li. nuy.uk uuşunur taadi neyse; ama oy-ac uuyuK sozıcruen hogıanıverea Kişıleı-ueiı uegmmaır. in e uıieyım, o öüyuK puyuk
M
/T
M.l
-u. Kişinin üzerinde cm auşunuugu şeyleri oKUuuguın vaaıt guie
ozier ne kauar aııiamıı oluiıarsa aısumaı : lünuiuiiU gider 06111111. lııaıı oitiUH çv-
S ■ ■■■bh
, •w-- *• W- — W
iyimser olmalı; kötümser olmamalıdır diyeceğim. "
Çoğu kişiler içinde bulundukları kötü durum yüzünden hemen kötümser oluverirler. Bir de bakarsınız o insan eski, den tanıdığınız, bildiğiniz insan değildir. Her şeyden vazgeçmiş bir hali vardır; yemez, içmez, uykularından olur. Halbuki insanın iyimserliği veya kötümserliği içinde bulunduğu durumla ilgili olmama, lı. Bu hal rahatlığını düşünen insanların haline benzer. Bana kalırsa iyimserlik kötümserlik insanın yarın veya öbürgün gerçekleşmesini istediği bir halin ya u-mudu ya umutsuzluğudur. Umutla umutsuzluk ise kişinin inancı ile ilgili bir meseledir, Eğer insan inanmadığı bir ise başlamışsa hata etmiştir; pek tabii olarak o işin somundan da bir umudu olmaması gerekir. Umutsuz insanların hali de apaçık olarak kötümserliktir. Bunlara bir diyeceğimiz yok. Hattâ böylelerine “oh ol. sun!,, dense yeridir. t
Ben bir dünya düşünüyorum;
de öyle bir dünya ki, bütün ihsanlan u-routlu,bütün Ilımanlan iyimser. Hayır ben böyle bir dünya
bir dünyanın zaten olması lâzmk Kendi
kendime düşünürken böyle bir dünyanın varhğmı hisseder gibi oluyorum Ne kadar güzel bir şey değil mı: Ne yaptığım» ne istediğini, ne olacağım bilen insanların
geçsiıı 1
Büyük aşklar yaşasın karşılaşınca içi bomboş, o canım yaşlı gözleriniz! Kardeşlerim, dostlarım ve siz bütün tanımadıklarım;
Yolda koluma çarpan, gece rüyama giren, Cı gar ası cıgaramı, eli elimi yakan, Akşam yemeğini yarına bırakan Bütün siz; terlerini, düşüncesini satan Kardeşlerim, dostlarını tanımadıklarını !.. Taksim’de camlı bir kahvede sîzleri düşünüyorum.
Akşam bütün kokusuyla parka akıyor. Boğazdan saçları tel tel eden bit rüzgâr esiy or.
Ve >iz gıptayla bakıyorsunuz geçen lüks otomobillere.
Arkasında bıraktığı tozlardır size kuiaıı, içinizi dolduran, ciğerlerinizi tıkayan. Sabahtan akşama kadar kükürt, talaş yutuyorsunuz;
Bir gün de bu yeşil bulvarda ıslık çalarak gilineği tasarlıyorsuııuz,
Ve bu mümkün mü acep diye kendinize soruyorsunuz.
Tekerlekleri döndüren terinizden çalınan . , , paradır.
I
Bunu biliyorsunuz, fakat gene Kuvvet çorbacıdır, paradır diyorsunuz. Beji size söyüyeyim, imanla ey!
, , , dostlarım!
’ v:. ( 1 1
O gün gelecek! O gün gelecek!
Bağıra, bağıra şarkınızı söyliyebileceksî-
t
I t ‘ İA : I * • :l 1
Çorbacınız küfredemiyecek paranızı
, çalamıyacak.
kö. Yarı kalmış HÜRRİYET ŞARKINIZI,
auşuııuugu şeyleri oKUUUguın vamc güleceğim geiır. u sözleri soynyıenieıın, yazanların ınuzipiıK oısuıı uıye, soyıeuıKie. rini yunul ta yazdıklarını >anırmı. Belki cıe aldaıııyorumdur; anlamadığım ıçiıı bana öyle geliyordur. Her neyse...
Yalnız şu “nikbin olunuz,, sözü bir hayli düşündürdü beni. Düşüncem sözün güzelliği üzerinde değilin. Ben sadece bütün insanları iyimser bir toplum tasarlıyordum. Eğer sözün güzelliğine hayran olu verseydim kendi kendimle de alay etmiş olurdum. Bu ne perhiz bu ııe lahana turşusu demek yeri olurdu. Bense fikrin, sözün güzelliğinden çok davalarına inanmış insanlardan kurulmuş bir toplumun güzelliğini, iyiliğini düşünüyorum. Haklı olarak siz de benim bu tasarıma gülecek, siniz. Sosyoloji ilmi ile uğraşanların dedikleri gibi, temelleri havada duran bir yapı kurulabileceğini söylediğim, için bana “u t h o pist eH diyecıiksiniz. Kimbi-lir daha neler neler söyüteceksiniz» . Bu kadar bozuk düzen; bir tophtnıun içerisinde herkesin üzerinde birleşubiic- hali kimi memnun etmez. Böyle bir top-çekleri bir hayat çizgisi, >ir yol gösteri* lumun, böyle bir kütlenin insanına
tümnerlik yakışır mı? Yakışıp yakişm^^Hörnrev.simcraha yeşil olan bulvarda, yacogı şöyle dursun böyle bir meselenin varlığının sözü bile olmaz. Kötümserliğin
vermenin mânâsız olduğunu ben. de biliyorum. Öyleyken yine de iyimser olmanın
• ;î. lî?: ' f’î AÜ •_ ■ _ . _
bir
I
hem
• •
1 1. >1/
orum; böyle
4
I
î
BİZ,
O gün gelecek; ey benim dostlarım, kardeşlerim! Bunu sise sevinçten ağhyarak söylüyorum,
*
# M ■ İl
Yalnız iyimserlik derken her şeyi güllük realitesi ortadan kalkar. Belki ’ L n bir dü|Lüyorlm.‘ Düşünceleri m de;;: Tekerlekler döfmiyecek J ,Taksim’c|en Boğaziçi’ne bedava Veİ’Ğ
Çorbacınız gidemiyecek “Markiz,, den jjşl W i “Caıilıbalığa,,
Canı istediği zamam.
O dâ bunu bilecek kİ
Her kesin ŞARKI’yla ulaştığı bîr günde Dünyaya, yıldızlara ve bütün kâinata, Tekerlekler dönmiyecek artık boş yere Sizin terlerinizle, altın terlerinizle.
a ' ■ m. AL
I I /
il
• _ i n r
gülüstanlık gören insanların rahatlığını^ saadetini anlatmak istemiyorum. Yanlış' anlaş Umasın; zaten onların ki bir iyimserlik, değil bir memnunluk, eski söyle-, inişiyle, bir zevki sefa halidir. Böyleleri için iyimserlik, kötümserlik diye bir mesele ölamaz; olsa olsa bir rahatlık bir, rahatsızlık olabilir. Ben iyimserlik, derken insanin içinde yaşadığı bütün kötü duruma rağmen^ iyimser olabilmesi halini söylemek istiyorum. Kişinin durumu sınırsız şekilde kötü olabilir; hani nerdey.se yaşamasına bile imkân vermiyen bir halin i-çiııde olabilir. Meselâ: elinijsıallasa kaba, hat, gözünü kırpsa suç olur; düşündüğünü söylese memleketten kovulur. Bütün bunlar daha misli görülmemiş bir şekil, de cezalandırılabilir, öyleyken yine de
cennet
cenneti^. kurulabileceğine inanıyorum.
Peki; ama bu Cennet -kurulmadan nasıl iyimser olmalı? Haklı'olarak böyle Oİk. f
bir «oru sorulabilir. Yukarıda da söylediğim gibi ben iyimserliği bir inanç meselesi olarak alıyorum. Böyle olduğuna göre bozuk düzen bir toplumun içinde bile olsa inanmış insanların bütün zorluklara, bütün olumsuzluklara rağmen iyimser olması gerektiği, kendiliğindeni meydana çıkar.
Dâvalarının gerçek olduğuna inanan insanların iyimser olması kadar tabii bir şey olamaz.
inancı kırık olanların, inancı eksik o. lanlarm değil dâvalarını kendi ufak tefek işlerini bile bir adım öteye götürmeğe güç-
leri yetmez. Onlar inançsızlıktan gelen bir kötümserliğin havasından kurtulamı. yacaklardır. j
Dâvalarının gerçek olduğuna inananlarsa içerisinde bulundukları kötü duruma aldırmazlan ilerliyecekler, ve ister istemez iyimser olacaklardır.
I
♦
• : i ■
/
TÜRK ŞİİRİNDE GELİŞME: 5
r
* • A
r
a nm ıhlardır.
Tevfik Fikret’in öncülüğünü yaptığı ve Nâzım Hikmet’in şuurlu .hamlesiyle gelişen halkçı sanat anlayışını bundan önceki yazılarımızda belirtmeğe çalışmıştık. Şimdi de Nâzım’dan sonra yetişen ileri şairlerimizin üzerinde durdukları belli başlı konulan anlatalım
Genç şairlerimizin çoğu iktidar ve kabiliyetlerine göre Nâzım’m getirdiği iç ve diş yeniliklerden
İlk sıralarda gençler, şiirin fikir ya.p’siy-le değil dış bünyesiyle'- meşgul olur gibi görünmüşlerse de sonraları halkçı sanatın gayesi iyice anlaşılınca gençler - şiirimize o zamana kadar işitilmemiş dinciye genç sesler getirmişlerdir. Hattâ o sna-f-ırda Türkiye sınırları dişındh olan İskenderun Sancağı’nda intişar eden (Yeni Mecmua') adlı bir dergide A. Mccid ve Ahmet Sırrı imzalı şiirler görülmüştür, ki bu şiltlerde kumar, açlık, ağalık , eşraflık mevzuları cesur birer ifade de şiirde anlatılmıştır. Isk mderun Sancağı*-uda çıkanlarda olduğu gibi Kıbrısta yayımlanan dergi veya gazeteler de bize ve-nî sanatın o zaman n/aşıl bir yayılma sürati gösterdiğin! anlatır.
Şöhret yapmış sairlerden Siikûfe Nî hal. G .a v v a a dlı şiir kitabında hece vezniyle yazılmış ruban taze, mâna bakımından insaniyete! şiirler vermiştir. Halid Fahri do hececi şöhretine rağmen Parsı, van’da yeni şiir atmosferinden teneffüs bîr adım ileri gitmiştir. Gene o za (929 - 930) yeni sairlerd in Tî’tOrnî 24 .saait’ına rrNbetle A Birinci fm^ daha verimli ve daha geniş soluklu
lifiz öksürüklü aksanıkır^^v'j^J^-kaldınm tasları şehir arlarının
rnı bırakacak "(’a yazıcısı . oltıvoWî«-
•J
etmiş.
manm Bekir ma’da
sürlor vermekle yeni «mur;tın duvarına h’rka-e tas kovmuştur. Îlhafmî Bekir "^’t-m.aİT rnrlı lisan
tî Senbnbzmden ayrılın modern real^m'0 îvi ve beğenilen ederler veren İlhamı Be-kir mevzularında zaman zaman eski b — gorilisin! kaybettirecek harcı âlembğe düşmüşse de (Yeni Türk koleksiyonlarına bakınız') en son eserinde (Hürriyete kaside') tekrar edebiyatımızda parlamıştır Bu d.« gösteriyor ki. şpına.tkânn mu vaffak olması için günlük politika ve recim kaygısivle “e y v a 11 a h„ demeden, kendini maddî fedakârlıklar pahasına da olsa kalkınmasını istediğimiz yoksul halk kütlelerinin, emrine vermesi lâzımdır.
Sosyal gayesi olan yeni şiir yolunda bir zamanlar sesleri duyulan imzalar. (T). Türkmetn, İsmail Suphi, Fahri Kâmil v.s.)
Genç şairlerin çoğu kabiliyetlerine göre Nazım’ın getirdiği yeniliklerden faydalanmışlardır
sonraları görülmemişse de realist şairler "gökten yağar, yerden biter gibi., çoğalmışlardır. Nail V. ve H. I. Dinamo gibi şiir hayatımızda çok önemli birer yer a_ lan sairler —bilhassa son zamanlarda—
• . • .* •
yazdıklarım toplıyanlamışlarsa da çıkıp kapatılan ileri dergilerdeki eserlerini okuyanlar bu sairlerin belli başlı konularının ekonomik hürriyet olduğunu görürler. B ııiki genç katıksız bir vatanseverlikle birleştirdikleri inteaniyetçİ ideallerini, o-ku yanlar?» gurur veren bir güzellikle şiir. I eştirmeleri sayesinde ileri şiirimizin baş köşesinde yer almışlardır.
"BÎR YTLDTZ AKTI., da tütüncü kızları ne güzel anlatılmıştı. Kemal Tahir’in “Neler hazırlıyorlar., da gördüğümüz A-ymgaci’sı da tütünün ve kaçakçılığın şiire kuvvetli bir kalemle girişini bildirmişti. Ayni konuda A. lûıdîr’în de(olgun ve içli şiirlerini hatırlamamak imkânsızdır. Bu genç ve hassas şairin ilk şiltler’ birden bîre göze çarpacak kadar ustaca yazılmış ve fiîır^HTssın, ir
ri.Jüsi^p^^..^irle^n2^feleTnevdana getirilmişti. Hele askerlikle ilgili şiirleri er TnektunlarınTn doldurduğu geride kala.n-| fart diîsünme’yi ve çeşitli insanlarla do. lıl.Jysla koğuşlarının pofta] ve ter kokan h a lası
m’i64n Oriiinaj bir ad tasivan ilk. krtç’b’ (Tfblîğ) milyonlarca ac, milyonlarca?s1-knf. milyonlarca hasta, milyonlarca öküz ve dul bvakan kahrolası son. harldn
»;
mm canlılığını bizh b^rivlşg Yun-
s
^enkod^n ce nk e ve dolasturü’n- T'a ve şarkılarımıza giren şehirlerin kahra, mambğını yürekten anlatan parçalarla dolu idi. Hürriyet üzerinde duran şairler yalnız îlhami Bekir ve Dinamo’dan ibaret olmadığı gibi askerlikten ve harpten bahseden şair de yalnız A. Kadir değildir. Suad Taşerde, Fethi Girayda hiirri yet ve harp, hattâ sulh vardır. Cahit Irgat "Bu şehrin çocukları,, 'üzerinde titremektedir. Rıfat İlgaz, bu yumuşak dilli içli sair "sınıf,, ında çok muvaffak, "Yârenlik,, inde çok şairdir. Fakir halk.
kenar mahalleler, karaborsadan haber-l 4
dar çocuklar, kunduracılar, mütekaidler, radyo başında toplanan kalabalık..'Rifat İlgaz’ın her gördüğü şey, her karşılaştığı hâdise kuvvetli bir kültür, hatasız bir Türkçe, sade bir ifadenin kaynaşmasiyle hemen şiir oluvermektedir. Bu bol verimli ve niçin yazdığını iyi bilen şairin geçirdiği fikri tekâmül sanat sahasında kendine takdirkâr bir muhit yaratabilmesini sağlamıştır. 1 1 ; 'J
Adlarını yazdıklarımız ve bu yazıda
• • •• L. •
kendilerinden bahsettiğimiz kuvvetli şairlerimizin muvaffak olmalrının belli başlı âmili pörsümüş Ve çürümüş ifafle tarzları içinden frrhytarak taşıdıkları maddeci fikir yüklerine uygun taze deyimlerle şiirlerini yazmalarıdır.
İleri şairlerimizin eserlerinde hâkim olan inkılâpçılık yeni şiirin iyimser (nikbin) olmalarım gerektirmiştir. Bu nikbinlik en acı hâdiseleri teşhir eden eserlerde bile görülüyor. Bu da aydınlarımızm hasretini çektikleri yarına olan güvençlerini gü'zelce belirtiyor. İyimserliği konu yapan birçok şiirlerin yanında günlük hâdiselerin ıstırap veren havası da işlenmiş ve okuyucuya, göre göre alıştığı facialar sebep ve neticeleri ihsas edilerek sanatkâr bir deyimle hatırlatılmıştır. Burjuva edebiyatının sermayesini teşkil e. den hüzün, elem, tamamen sahte olan dünyadan bıkkınlık yeni fikirli şairlerimizin hücıımı lariyle karşılaşıyor. Eskiye ve eski edebiyatın esaslı mevzulanna ('güle, bülbüle) karsı yapılan hücum yeni s nata daha genşî bir yol açması bakımından pek mühimdir. Ve bu mühim is hakkivl yanılmaktadır. Sonra, yeni sairler kendi sosyal muhitleri dışına çıkmamakla sııni-bkt.en kurtuluyorlar. Bu kurtuluş bize Türk cemiyetinin muhtelif sınıflarına mensim insanları, bu insanların düşünüş srvirlerinî di^ ,j
Genel insanların deliği, tekniğin tekâmülü, dinî inanışların hâlâ devam etmesi, aşırı milliyetçiliğin zararları, harp, sulh, askerlik ve hepsinin 'başında h ü r r i y e t. Yani Türk cemiyetinin fikir ve .madde cepheleriyle katk’sız realitesi ve insanivetei ülkü ileri şairlerin belli başlı tornalarıdır.
İleride ayrı ayrı konular ve şairle»’ üzerinde dururken yemi şiirimizin fikir cenhc.-ini ve konu genişliğini derinlemesine tetkiklerimizle anlatmak arzusundayız. 1 1 Xr
faydalı bir şekilde vermektn
olarak kadın telâkkisi, calisen açlığı, amelelerin askı, hovor-
S
Haftanın Hicvi
DÖRT YOL AĞZI
A
8
Kenan HARUN
BU DA BİR Eti
yedi yüz bin ki-
larak yağcı iste kaınatlarile va-
Ih
DOĞAN RUŞEN A ‘‘Zeytinyağı, dalaveresini ne unutan var ııe yutan,, demiştik. Altından dağlar üştü ne çıkıp., keyif getirenler, depolarında stok yedj yüz bin kilo zeytinyağı giz. leyip milletin,, açlık ve »efaletine habis yüzl,erile gülenler var demiştik. “Ajsçaklık iradesi,, diye yüzlerine bağırmıştık. IIoş-lanfla gitmiş olacak ki affı şahanelerine nıazhar olduk*. “Sen misin ağın istemi.. yen, al sana cevap: Ağır yine senin “a-vukatın,, “Sen açken, zeytinyağının dam., laşınî bulamazken, onun yağı çojkmuş Elibette çok olacak, sen bir sefiller sürü ii verem mikrobu yuvasısnı, O ise Ccnatı -hakkın, nazıiM-bî naziri ;
locuk yağı da olmasın ntı?
Ahmet,. Mehmet, herkes, iıınan şeklinde ta.sallüp etmiş alçaklık iradesinin ha yat seyrini, içli, dışlı bilir de herifi bütün dünyaya karşı onu sen istedin, senin mümessilindir,, diye çıkarırlar. Ahmede, Mehmede, faşistler tarafından açılan savaşın “zafer bayrağı,,
yine kanlı dişleri, yarasa tan ananın ufkunda ve hürriyetin cenaze, si üzerinde dalgalanıyor. -
Harp yıllarının korkunç açlık ve sefalet cehennemi içinde millî sıelâmet ica. bı ağız açmayışımızı fırsat bilen karaborsacı, Franko hükümet darbesine pek benziyen mahut “Zeytinyağı darbesi,, m yaparak en nazik zamanda kanımızı sülük gibi emdi.
Halkın/ uyanışını görünce soluğu çö’de aldı, istikbalin karanlığını seçince masuniyete yeniden ihtiyaç duydu.
İş bu kadarla biıt.sc ne iyi? O, öyle bir günden korksun ki zeytinyağı ambarınım sıçanları kaçacak delik bulamıyarak kurtuluş çaresini yağ küplerinde etmekte arayacaklardır.
I
i
1
» M
i
I
Affedin beni insan kardeşlerim... Düğmeliydi dudaklarım kanayan yaranız?. Bir nefesimle d iri İte bilmeliydim
ölenlerinizi.
- > Ve döğüsebilmeliydim sizinle beraber Hürriyet için, ekmek için, Yan yan-a omuz omuza.
Ben bir kimsesiz şair, garip kişiydim; Anadan-, babadan, yârden, dostlardan, Hülâsa sevilenlerden ayrı
Issız bir dağ başında terkedilmiş gibiydim. Fakat sizinle beraber dolaştı kalbim
Beş kıt’anm bütün cephelerini.
St d'ngrat’ta, Narvik’te, Elalemeyn’de
Saf saf. dalga dalga hürriyet byarakb.rı Yük elirken milyonların bası üstünda, YüzyıFarın
Yüzyılların îste bitti,
Kanlı, kızıl
O mes’ut tahayyül içinde dünyaya veda
eden
Bir şehidin son nefesi gibi kesildi birden ■& karanlıklar
BekFnen İziz şafak hâlâ beklemiyor. Y’ne esmer bir
muazzam sefal dini güneşinde eritti®!.
bir pencereden
bulut parçası dolasivor
sem Mn sürüleriyle dolu yollarda sesini dinliyorum.
Ve ben ?ıc ;n-rn
ESFFön
Bu yollar.|lm yollar benîm ebedî yolum, Vn ben
în^aroğlı
• • • M W • ■ A « I - na kıı lıım •’ 1 — • • •
•u
1944 .yıIındasMi, yanhştn yok,
Kiş^ı girdiğin, temmuz ortasLndasııı.
Emirle de olsa açıldı ya îşte demir kapılar ardına kadar, Dişardasm!
Tepende ne zamandır unuttuğun, güneş. Liman bildiğin gibi yerli yerinde,
Hazır, Karadeniz seferine şu vapur.
Şu mavna Haliç’ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen Çekebilirsin ciğerlerine!
Bu sos fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta,
Gidemezsin, elinde değil,-
Emriîıdeşini insanı hiçe şayanların!
Bir liseli tajebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire Tek ııçunuz; hür insanlar gibi konuşmak. Kitaplar; suç ortağınız!
1944 yılındasın, yanlışın yol:,
Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının, T((k forsa kalmadı kalyonlara çakıl».
Roma sirklerinde atılmıyor köleler
• A K
Ver elini ver,
Bayılırım,
bu sözün altında yatan asalete.
2
P1
a “! x
i i ]
w •ası
dnlnrz sant /??!•
rınncJ
LhmaL
al
IA
*> '■ *
Bakma sen benim, demokrat görünüşüme asalet ismi geçtikçe, İngiliz viskisi içmiş gibi, serhoş olur
zo|r,
ayılını m, tori bu memlekette,
Otuz senelik maraba, Nornik’li Ali. J
___[ fra
Hepsi öyle bir günden korkusun Ur 0
ki kaçırılan yağların; İçindemi aktıkları yeraJtı borularında boğdurulacak'ardır.
Ve nihayet bir öyle günün dehşeti le titresinler ki zeytin ağacı korularında ne kendileri gibi sırtlanlar, ııe benzerleri gi.. bi kalınlı inceli ayılar, ne gözlerinin melanetini kara gözlüklerle gizlemek iste, yen menfaat körleri, ne de özlerde kahramanlık, alplık satan kurnaz tilkiler de. ğil, fakat milletin kendisi dolaşacaktır.
Dostlar, gözünüzü fiat barometresinden ayırmayınız: Yağcılar ekibi bütün yamaklarile bitlikte kollarını sıvamış ye. niden makinanın başına. g£çmişt:r. Zeytinyağı fiyatlarına dikkat!
I
(Toprak ananın deli divanesi) ı Fabrikalarda,
^lnrm^a,
j^an^rakjltör kullanan. el, j
Karni yi wSkdört laatte bir
imalâthanelerde ve tezgâh rca isei.
devan hukuk
talşfesfl
A
fı
w
Ve bdh
Yirmi birLyasmd#
m 1uır |vaşın(ıa ^■h^^kelle koltukta
Yaşayan 1 1
Gene, sair,
Başlıyoruz yepyeni bir hayata...
Sarhoşum,
Dudaklarımda ufuklar ve kıtalar dolucu
bir şarkı.
• . I • * 9 \ J» • •
Güneşin, baharın, barışın ve aşkın.
■ ı]h?r ve yıllar süren çilesine irsanlığrn
Bu garip Çemişkezek gecesinde yaş c’öken 4
1 , delikanlı.
t
Azizim ben de bir torik kadar
kodamanım. Halk dediğin nedir senin? sağılır inek, bu hal-
sonsuz
S devam
l J etmek gerek.
Hindistan:
Î.kî kelimeden ibaret,
’ orman,
harman,
savur, savurabildiğin kadar.
Azizim tori, ben de bu memlekette torik kadar kodamanım.
Ben, ( :
bu memlekete gelen sermayenin, köylüyü soymak için, her şeyi,
(
i
1
İRİYET ŞİİRİDİR
Rifat. İLGAZ Aç aslanların ağ z irili.
Çoktan yerle yeksan ettiler Bastil’î Konar mahalleliler.
Hürriyet şarkısıdır söylenen Volgu boylarında Ne Tâif’tesin ne Magosa zindanında, Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın “Vatan kasidesi,, ni
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret’i Yeni anlaşıldı manası “Millet Şarkısı,, nın, Aynı “Sis,, tir memleketin üzerindeki! "Bugün de vaktinde çıktı gazeteler Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti, Ismarlama -yazıları üstad ka (emlerin, Taksim’deki ziyafetten resimler.
Çeyrek saat uzaktasın, çok değil,
O meşhur Babiâli’den Tek satır yok sayfalarda Bu zincirleme esarete dair.
Çekildi dış kapıdan demir s Tuttu süngülüler yolları,
• opyekûn himayesindoyiz zincirlerin!
örgüler,
)
uzanan ellerine, tırnaklık etmişim.
Hâlâ,
aksakallı köylülerin, sırtında, tırnaklarımın,
izleri vardır.
B u izler, asaletimin delilidir, benim.. ...
Bu hesapta böyle yuvarlak, ve geçmişim böyle parlaktır benim.
Azizim tori.
Halka hürriyet verilir hürriyet dediğin, öyle bir ilâçtır ki, onu içen coşar ve hızlı koşar.
Azizim tori, ben.
bazan kaçıklar, açıklarım.
Paralar gelsin, çil çil.
Ben bir kitap yazar, isleri kökünden bozarım.
— Bundan gayrisi, hava - civa.
mi hiç?
-w
M. BÖRKLVCU
1
T ü r k i y c
Sosyalist Partisi
Yayınları
t
Her hafta bir broşür
Ve her broşür 20 kuruştur.
ilk yayınlanacak seri Paris İşçi Üniversitesi dersleridir. * 1
Bu derslerin ilki:
Siyasi mücadele ve marksizm
Devlet ve ihtilâl
Demokrasi ve Sosyalizm
Plânlı devlet ve sosyalizm
Sosyalist zaferinin şartları . i
İşçi sınıfı ve köylü ‘
Millet, ve enternasyonalizm W g Bfl .1
Halk cephesi
İnsanî mücad
elenin tarihteki
rolü
Dışarı: 20
I
gönderilir. Bu broşürler için adresi: Posta
|kuruş pul karşılığı derhal müracaat kutusu 519. İstanbul.
• •
t
t
. -Şarki 'yft'fİÜ gemî
Dul«? düo>anııı de»tizlerı-nj
Yrmi bîr nv
** «
Gikbjj ve kuvvetli omuz başlan İSn i b.üy iiled i alUn _ «in cir n talihi g^el.ı mezhebin müridiyiı
şg— Sanal
»Sosyalisti
yalinlt) sermes i im,
Çarmıha gerildi İ
n.
1
sa>~ ■ , J
Muhammed yürümüş
t
Kızıl çöllerde
Kör kandil ışığında uyudun »sırlarca
Yobazlar türemiş birden
r
Afyonlu arslan parala demir kafesini
Talih bizimle beraber oldu,
insan yirminci asırda yolunu buldu.
SU AV t KOÇER
Gençl iğe Musallat Kargalar
M. AZİZ ÇÖL
ı günün değil, yarının ve
a-
ünden güne ilerliyen büyük sosyal de-•k ğişmeler devrinde yaşıyoruz, her "^memlekette birçok meseleler doğuyor. Büyük‘bir alâka ile münakaşa ediliyor Bu mühim meselelerden biri de GENÇLİK meselesidir. İliç şüphesiz her memlekette ve her devirde olduğu gibi bizde de bir GENÇLİK meselesi vardır. Ve m
daha uzak bir geleceğin de meselesi öL makta devanı edecektir. Çipıkü GENÇLİK meselesi dediğimiz konu esas itibariyle millet hayatının istikbâli meselesi., dj. Yaşları ve nesilleri itibariyle kendi! -rini gençlik dışımla sayanlar bu dâvanın memleket dâvası okluğunu çok kere unuturlar. Ve karga kılıklı birçok şarlatan, tarda gençliği istismara yeltenirler. Gar zetoleriyle, meismualariyle, şiirleriyle, a-çık mektup, broşürleriyle, yılların it mevsiminde bu kargalar türlü türlü ö-tüşleriyle gençlik tarlalarına musallat o-lurlar. Bunların ağzındaki peynirler gösterişlidir. Millet sevgisini ve insanilik sevgisini birbirinden ayıran milletleri keyfî bir tasnife tutan barbar fikirlerdir (ırkçılık _ faşizm). Ortaya attıkları bu me-kökl erini ağaçlardaki yazılar da uçup gitti,
Ma ölfft^z bilâkis
A/kılıklı bir kalbte kök sal..
> ı
sele muazzam bir ağaç gibi gençliğe daldırmıştı. Fakat İ yapraklar gibi bu
hakikat meydana çıktı.. Onlar utanmadı.
. 1ar. Kulakları tırmalıyan binbir hile d-.~ 14 vazılarında hiç te ağızlarına yakışma yan (HUJRRÎYET. DEMOKRASÎ, SOS-
YAL) kelimelerini kullandılar. Bütün bunlar karga beyinlerinin kuru bir sünger kadar boş olduktan yazılarından he. men hissedilir. Hakiki ideal insan ruhnn-sonsuzluk âleminde bi-ki sahibini terletmez. Fakat hakiki hür. Wet KWG "Siz. o
• 1 J ? (S ' a
^Hayatta biz temennilere değil realiteye bel bağlarız. Zira biz kargalardan kendilerini kurtarmış gençliğe ve halka inanıyoruz. Çünkü biz ANADOLUMU-Z1JN yeşil ovalarını, TRA'KYAMIZTN çaL lak topraklarını türküler söyliyen köylülerimizi “18„ milyon insan topluluğunu ve bütün insanları seviyoruz.. Sevgimizde de KATEGORlCÎLÎK yok.. Bir in-a.n a.’ dalabilir, bir nesil aldanabilir, fakat in. sanlık aldanamıaz. İşte bereket versin kî hâdiseler dikkat çeker bir sebat gö meri, yorlar..^
• •
I
7
İKTİSADİ MESELELER:
Devlet fiatlara müessir olabilir mi?
Felsefenin Zaferi
C^tıJLc’* ** ** **
» • * * •
• *
izefe efe dcvalörizasycn yapılırsa İçtimaî
a
adaletsizlik kısmen kalkacaktır.
Maddeci felsefenin her görüldüğü yerde mistisizm karanlığı derhal dağılmakta, maskesi düşmektedir.
Kemal YALAZKAN
B
Umumiyetle (kapitalist cemiyette, vâki olan pahalılığı devletin murakabe noksanlığına neminin hususiyetlerini gelir. Fiyatlar hiç bir zaman kapitalist ekonomide satıcının arzusile taayyün etmez. Eğer keyfiyet böyle olsaydı, bu takdirce devletin müdahalesile fiatları muayyen bir seviyede tutmak mümkün olurdu. Halbuki, bildiğimiz gibi eşya fiyatları . kör bir kanuna, pazar kanununa tâbidir.
Pazar kıymeti; yani, fiyat arz ve talep milnhanilerinin birbirini katettiği noktada taayyün eder.
Devletçe, bu pazar değerinden farklı bir fiyat konduğu takdirde doğacak neticeyi birer birer gözden geçirelim. Devlet, eşyaya pazar değerinden düşük bîr fiyat koyması şıkkını inceliyelim.
(• y Bu
bağlamak, kapitalist eko-kavramamak > an ’ "*alhd
telılik kârı, bu artan vergi ile aşağı yukarı denk gelir. Nihaî tahlilde vergiler iki sınıfa yükletildiği için devletin müstehlik lehine fiyat müdahalesi iki sınıfın uley-hine tecelli eder.
iki şıkkı, yani devlet, emtia-
f:y ıtlrr
Şimdi ya pazar değerinden fazla- fiyat takdir etsin, bu takdirde müstahsil bunu daha ucuza satmağa talip olacaktır. Zira, yüksek fiyat devlet tarafından »konduğundan mezkûr emi iaya rağbet olmayacaktır. Müstahsil malînin elinde kalmaöındansa nna-lını daha düşük fiyata satmayı tercih e. decektir. Bu takdirde devlet müdahalesi miDbct bir netice verecektir.
Görülüyor ki kapitalist cemiyette fi vat devlet elile murakabe volile kurulamaz. Gerçi kapitalist devletin fiyat, iize rıne tesiri mümkündür. Fakat, bu murakabe y/dilç jlegi| DWısa^olile olacaktır. Dovbt: ;-+;b°alî nîan emtianın fivfttı vnkrek olacağından, bu çeşit maddeler-r enn-nlı’.1rna«ı vnhına has vurmak suret ile fiyatı düşürebilir. Aloselâ;. ^işüıci H-’Tbîndo Ctamardı ülkesinde sekerin fi., vatça yükselmemesi sırf İttihat ve rt,er«îkkt
takdirde emtiaya daha yüksek verildiğinde n bu emtiayı satan ad ım bu malı açık pazara arzdan imtina edecektir. Tabiî olarak karaborsa teessüs edecektir. Mallar, el -altından gizli olarak satışa sunulacaktır. Diyelim iki T",rabb1^ «ı.vı devlet, cok şiddetli bir mu’-: kebeye
mrruz kdsın, şiddetli takibat yapsın ve ’ ükûmetînîn bu işleri yapanlar hakkında d İrak oncu P
kanunlar tatbik etsin, bu halde karaborsa ne sekil alacaktır, bun.'i încelîyclim. E-
p Mü
ğer karaborsa
kâr yüksekse, bu takdirde kaTahorhıciBâ.. rm muayyen bîr haddini ıfişvet olır-'k verecektir. Bıı suretle ticaretini dahfe, '•*-mîn ve korkusuz olarak yakacaktır. Egjer kıraborbia fiyatından doğain kânn kıtmı ile büzle bir ritmesîne ki devlet, t ıhavvül yapması mümkündür ki bu dn ancak fiyat kontrolü çerçevesi içinde o ’ bilir. Fakat unutmamalıdır ki bu da, vasi ve ciddi murakabe ve adlî rr-’tem? b?r J dır. Bu ise, daha fazja memur ve hakin kullanmasına yani devletin masrafı, nı arttırmasına bağlıdır; bu d:ı v?rgil •-r’n çoğalmasını zaruri ’nlar. Emtia fiyat. 1 rındaki düşüklükten mütevellit miis-
yoliylepmu
mec
A-
+;
Ipf £ İp !\( l o
rrî T’-
|D
•• 1 |:»h
1
f j
Avusturyadan fazla seker •t m esile k***
İrri bn durumun uzun Tnnddel do dnbileceğine kani oldukları iriyi i -
rüşvet imkânı mevcut değilse, durumda ise karaborsanın yu. imkân yoktur Demek oluyor nazar fiyatı etrafında cüz’i
m
in
volim g s» nnlBTnısHrrhr
-■ çifttin fiyat’ meRutınla ib ^sAd ■'
*
— Memlekette velisen m”^pr‘Tnrig '>|i romJBjnak voBparîct
Hrfo’rtg^jpîn
2
dolayı-siyle memlekete girmesinle olmaya nve böyle bir anda ülke içinde yetişmesi imkânı olmayan emtialar mevzuunda sirasile:
a _ O emtianın yerini tutacak maddeleri ikame etme.
b - Mezkûr emtianın memlekete kaçak y ol ile girmesi imkânlarını araştırın"!. . ilâh, şekilleri hatıra gelebilir.
Mamafih Türkiyede emtiama rtek-> anl’ğı yanında bir de enflâsyondan doğan b:r hayat pahalılığı da mevcutdur ki bu.
ana bu başlığı ilham eden 1847 de Proudhon’un (Sefaletin Felsefesi) ne karşılık Marks’ın (Felsefenin Sefaleti) eserinin adıdır. O zurnan^ Marks, Praudhon’un sırf tomelsrZ bir spekula-tıonla yazdığı bıı eseri tenkit etmişti. Hakikaten o zamana kadar ileri veya geri zihniyeti temsil etsinler, felsefe sahasındaki metodlar hep sübjektif bir sepeku. lasyondan ileri geçememişlerdi. Felsefî tefekkürü ilimle paralel bir düzende yürüten, bütün sosyal felsefesini tarih, et. nografya, istal istik, biyoloji ve fizik ko-nulariyle ve olaylariyle destekliyen Marks bu bakımdan>yalnız bir felsefî doktrinin müessisi olarak değil ayni zamanda, yeni bir felsefî metod üstadı olarak telâkki e. dilmelidir.
Mevzuumtız marksizm hakkında burada incelemede bulunmak değil, içinde yaşadığımız devrin felsefî karakteri hak., kında bazı müşahedeleri açıklamaktır.
1931 Prag milletlerarası felsefe kongresinde fikir çarpışması i,skolastik, metafizikçi bütü nm, maddeci, karşısında soı
ılmuştu.
1931 den beri çok râdiseler gelin gec-H do Ahnanyada bilfklcrTpe kelepçe ve topuklarına, paranga vurulan felsefe soyguncu Alman faşizmini beyinsiz bir Buda mabudu haline getirdi; Ne rasîzmi, re -..emperyalizmi ne de militarizmi b’r türlü ihm® destekliyerek bir felsefî um-belini getiremediler, Tankları. tonln-
I
n mistik felsefe kalıntdarı-diyaltektikçi ve ileri felsefe bir hesap verişi ve düello.
T-Î'e'f4c r mm taMid vanpınsı.
— Harp, abluka ve sair hususlar imkân
nun öi'ünt ancak emüsyonları bertaraf etme ve diğer taraftan emekçi sınıfının Tehine?fakat malı sermayedarların ?1pv-hine olan müterakki ve sistemli bir dövalr-rizasyona başvurmak icabeder. Biz de y»'-P’kcak dövalöriznsyon ihracatı çoğaltmayı doğurabileceği gibi bilhassa İçtimaî ad”, letsizliği kısmen bertaraf edecektir. Nl-, tekim Fransada halk cepehsi bunu yapmıştı.
Türkiye için de devlettin zııunda ekonomiye bu şekilde
hale yapması gerekdiği şekli bu izahlıda taayyün etmiş oluyor.
BEHÇET ATILGAN
hükümeti
fi vat m ov,
*•
bir miidn-
n, tayyareleri, denizaltılarını ve her şeyi düzine düzine imal eden faşistler bir satırlık olsun ayakta tutunabilecek bir i. deoloji kuramadılar. Kollarında gamalı haçla üniversite kapılarından kaz adımlarla geçen nazist profesörler gençliğe verdikleri telkmatın doğruluğuna onlar da kani değildi. Esasen kanaat diye bir şey nazilikte yoktur. Onlarca yalnız vazife vardır. Bir kanaat halini almıyan fikirler bir ideoloji halinde uzun müddet yaşıyamazlar. Sağlam bir ideoloji ilmi materyallerle perçinlenen muhakemeye ve mantığa dayanan ideolojilerdir.
(İman etmek için, iman etmeli). Bu formül hıristiyanlığııı ©n e.->ki formüllerin?, den birlidir. Fakat en büyük imansızlık ta düşünmeden iman edenlerin imanıdır. İlmî spekülasyona bir türlü alışamı-yanlar, ilimsiz, serazat bir felsefe metodunu bir kere daha dene'diler. İııtuitio-nisme, işte bu ilimsiz, aerajzat felsefenin ortaya koyduğu ultra modern bir mistisizmdir.
Fakat asrımızın açık alınlı ve çalışkan sınıfın münevverleri ilin gözünden bir nokta da kaçmamıştır. O da, bütün bu ilimlere karşı yançizdizm felsefeleri döne dolaşa irticayla ve istismarcılıkla ka fadengi oluşlarıdır. Hakikatlen işin en mühim tarafı da burasıdır. İlimsiz ve mürer-ret bir ideoloji halinde onaya çıkan bir çok felsefî doktrinler döne dolaşa nihayet muayyen zümrevî menfaatlerin kararpâ-hında karar kılmaktadırlar»
İşte bundan ötürü bugün cihan ileri gençliğinin felsefî irtica ve irtica fikir, leri karşısında cephe alırlarken ellerinde en mühim silâh olarak ilmi ve ilmî felsefeyi tutmaktadırlar.
Ve yine buaun içindir ki; bugün fel. bu ba5İtlik ve seçiklîğindedir. kefe ve felsefeciler adeta yeni bir mutezile olarak görülmektedirler.
Madderi ve ilmî felsefenin her 3rörül-düğü yerde mistizm karanlığı derhal dn->
———
I
I
I
I
ğılmakta, maskesi düşmektedir.
Modern felsefe irticaın nazarına bin kâbus, korkunç bir kuvvettir. Bu manzara fikir tarihi bakımından ister bir inkılâp, ister bir tekâmül olsum, biz ona felsefenin zaferi diyebiliriz.
. ’ ı 4 .
t . »
KEMAL YALAZKAN
Yaşamalıdır onu dostları Yaşatacaktı
r.
SON YILLARDA SOSYOLOJİ NEŞRİYATI:
ıi
Toplumsal yapı araştırmaları
Yazan: Dr. Behice Sadık BORAN Ankara Üniversitesi yayıniarındanl945, 300 kuruş, 249 saLıfe.
X
^osyoloji doçenti B. S, Boıaıı bu ese-*xAiıiüe, memleketimiz için yeni olan ueneysel sosyoloji örnekleri veriyor. Bati Aııadüiuua iki köy çeşidini konu olarak aian değeni sosyologun eseri üzerinde durmak istiyoruz.. “Toplumsal
tırmalan,, üzeriıyle önemle durulması gereken eserlerden biridir. Çünkü bizde de teu ladığıııı gösterdikten başka, bu
yapı araş-
ı
/ İÜ
"1
jı araştırmalarının ba.j-ı eser batıdaki benzerleri ayarıııdadır ve inaksa», dmda tamamile muvaffak olmdştur. Esasen bu çeşit, müşahedeye ve mukayeseye dayanan eserlerde mesele mel odu tatbikte muvaffak olmak, bu metodla elde edilen malzemeyi büyük bir sabırla işlemektir. B. S. Boran bu hususta tam bir başa rı göstermiş bulunuyor. İJeneysel tetkiklerden parlak ve orijinal sonuçlar umanlar hayal sukutuna uğramağa, mahkumdurlar. Çünkü bu tetkikler her şeyden önce .bir veya birkaç şahsın yapacakları araştırmalarla değil, fakat oldukça uzun bir zaman devam eden yorucu, sabırlı ve çetin anonim çalışmalann bîr‘araya gel-am •"4
• 2 l J
mesile genel ve tatmin
kazanabilirler.
detçe bu çeşit araştırmalar, apdfcültif itiyatlarla yeismiş zihinlere pek basit' görünür. Halbuki müspet ilmin aşıl değeri
, Deneysel eserin sonunda •
X X
mürtecner yânında sosyoloji araştırmalarının ilmî değerinden başka pratik sonuçları da önemlidir. B. S. Boran’ınki gibi köy tetkiklerine araştırma lartn köy ve köylü jIüd bu salanlarda kal
r hasredilen i
memleketi oliıp bu lala'nlarcla
içinde bulunan Türkiye içinîsayılamıya- ' iüyor. Kendi meselesi de bu olduğuna gö-cak katjar çok faydaları vaföır.
Bunfnla ^erabershemen RyliyeMı ki B. B. BoranTn eseri genel olarak anlaşılan şekilde bir köy tetkiki değildir. Sosyologumuzun aydınlatmak istediği konu bir köydeki hayat şartlan olmayıp sosyolojik bir problemdir. “Bu problem nedir? Bir topluluğun sosyal yapısının farklılaştığı fonksiyonel kısımlar arasındaki, bilhası. sa iki esas kısmı arasındaki münasebetleri aydınlatmaktır. “Sosyal yapı,, ve bu yapının “fonksiyonel kısımları veya birim. leri„ dediğimiz gerçekler..,, “Sosyal yapı araştırmalarında, ele alman topluluğun tabiatla olan münasebetleri cephesinden başlıyarak ilerlemek icabeder.,, B. S. Bo-
HAŞAN TANRIKVT
ran, araştırmasında verilmiş (donne) oîa. rak üç olgu alıyor: 1) uemogıaıik şartlar (nutüs), 2) blüıusun toprağı, tabiat. ia ıÜUUÜ4V;Nüfusun, toprağı işletme araçları yani teknolojik durum.,, Son. ra bu belirli ııutus birirniıun; ou beıirl» Kaynakları elindeki araçlarla işletmesi biracında meydana gelen istihsal, iş organizasyonunu (1)
B. Ö. Boran de (shf. 22) ince gesindeki köyleri köyleri diye ayıı
belirtmek icabeder.
“Köy tipleri,, bölüm önlediği Batı Anadolu böl-
1) Ova köyleri, 2) Dağ •mıştir. İki kutup teşkil eden bu iki çeşit köy arasında bir de orta bir tip olan, dağların ovaya bakan cep nelerindeki köyler vardır. Muharrir bu köylerin hususiyetlerini etraflı bir şekilde inceliyor. Sonra?konu olarak aldığı bölgenin kısa bir tarihçesini vererek aıaş-tırma esnasında Tasladığımız bazı noktaları tarih yönünde, aydınlatarak bize daha iyi anlama imkânları hazırlıyor. Tarihçenin ardından köylerim nüfus durumu üzerinde çok alaika verici incelemesini yapıyor. ‘Köylerin • toprak üzerindeki ta az. zuvu» “Ekonomik, durum,, “sosyal taba-kalanına,, (2), “Dışla münasebetler,, “A* ile,, bölümlerinde ve nihayet köylerin şehirleşmesi bölümünde durumları dağ ve ova köylerine ayrı, ayrı tatbik etmekte, aisbeten.— genel neti-çelere ulaşmaktadır. B. S» Boran teorinin sonunda (Sh. 247, 240) sosyal yapı ile hayatın muhtelif kısımları arasında bağlılık meseleafııin henüz çok yeni ve oh kalkınn®? -dukçâ müphem bir mesele olduğunu söy-t• 41 . 4 «X* •
re “yedi’ve?müphem„ .meseleyi işlemek
* t •
ve seçik .bir hale koymak istemiş olduğu düşünülebilir. Muharrir Robıert Lynd.o Helen Lynd’iıı yanlışından kaçınmak için eseri “malzeme yığını halinden kurtarmak istiyor.. Ona göre, bu mütevazi köy etüdünün en büyük önemi sosyal yapının muhtelif kısımları arasındaki 'bağlılığın ve müterafık tahav virtlerin umumiyetle
(1) İş — organizasyon için bak. Sosyoloji Dergisi I “Sosyollojinin movzııu ve usulü,, shf.: 2(5. H. Z. Ülken
(2) Muharrir “Sosyal tabakalanına,, da, köylerimizde İktisadî ku(b-etlc idari kuvvetin bir arada girişine işaret ediyor Shf. 139.
(Sonu sahife 11 de)
r
HİKÂYE
ki .uiiiıtıiiHiıııtiiiifiiiııtrıınıııtiHiıi
M
H
J \jc^oc~L. d.
l
U, şimdiye kadar görmediğim, tatmadığını o ir lezzet.
Ve yol., bir yol gibi uzanıyor.
Bir kahvenin önünden geçiyoruz. Dostum ellerindeki iskambil kâğıtlarında, nelere bedel hazlar arayan adamları göste. riyor. Bir red edasile:
,— Kahveye gitmeyi hiç sevmem, ûi-
. ÜHH
Ve her halde bir tavla partisi tekli' edeceğimi sanarak devam ediyor:
— Benim beğendiğim Inij. ük kumarlardır. Onda kati bir netice vardır. Ka-zanmak veya kaybetmek.. Esasen benim her şeyiıı küçüğüne karşı garezim vardır. Küçük şeyler daima itiyat ve iptilâ olur.j lar; insanı mahveden işte buıiur. Şu camın ardındaki gözlüklü; yıllardır kasası bir kuruşa prafa oynar. On sene sonra gel, eğer ölm inişse onu gene burada bulursun.
İtiyatları öldürmek diye i haykırdı. Ahmak ıslatan yağmurunda kalmaya hiç niyetim yok.
— O da ne cicmeK.'
— Demin bahsettiğim küçük şeyleri Hao enu ubuauuu ısaauırmu. helake ti-eruı büyüklerine rafıyım.® Onlar ihsana nihayet kuvvetli bir yumrukla vururlar..
şarkı dökül-Y tıkarlarda yorgun rüzgârlar yıldızlar bir yuna, bulutlar ö-
I
crşey, her vakitki gibi oldu. Biz iki arkadaştık; hava serin, arzularımız zengin. Onlar da iki kişiydiler ve zannımızca yanlarında zevklerine mâni olacak kimse yoktu.
Her şeyin yalnız güzel taraflarının düşünüldüğü zannedilen bir jaşla, lau şeyin yalnız hakikat taraflarım gören bir ııesilsiz. Arasıra isteklerimizin karşımız dakilerin do hoşuna gideceğini umarız O zaman aklımrzâ-esenlerin hepsi müba.’ tır.
İler şey, her vakitki gibi oldu dedim, yanlış. İler vakitki gibi başladı.
Güzei bir akşamdı. Şelızadebaşınırı a-laca karanlığında avare adımlarla dolaşıyoruz. Leyli bir mektebin, talebesi biz, bir izin gecesinin başıboşııığunıda sevinçliyiz. Günümüzü en alelade sıkıııtılaıia geçirdikten sonra şimdi, arzularımızın istikametinde koştuğumuzu.' hissediyoruz. Fakat yapmak istediklerimiz, yapabileceklerimiz değildir.
Şimdiden, her hoşumuza giden güzeli evvelce tanımış olduğumuz sevgili bir r.şiııa zannettiren bir karanlık var etrafta. Manavların önünde nıeyvaların mükemmel- davetleri; sinemanın sokağa bakan oparlöründen hoş ibir inekte.
t*iyor.,
Lür tarafa gidiyorlar. Sonra gök bomboş kalıyor. Minare uçlarına, ;ığaç tepelcum.7 bizim başlarımıza takılı; ağır ve derin.
Belki en kıymetli şeylere en çok mâlikiz. Vaktimiz var, genciz, sıhhatli, arzulu ve doluyuz. Fakat ne yapılacuğmı miyoruz. t f
Bütün bunların içimle, bemboyaz bil yol uzanıyor. Bugüne kadar, her görü i: | ğümüzü, daha evvel görmüş olduğumu.: bir başka şeye benzetmeye alıştırmışlaı. Teşbih, teşbih. Bana öyle geII\W^ki, bii. tün teşbihler, mânâsız, eksik ve kısırdır. Esasen ne lüzum var? Her yeniyi bir evvelki eskiye benzetmekte ne marifet var? Kızıyorum. Hiçbir şey yapamamanın gazabı, aklıma gelivermiş olan bu mevzuda iyiden iyiye bir kin haline geliyor.
O kadar güzel ki yol; yumuşak bir ıhlamur kokusu, ılık rüzgâı^ havanın tatil yapışkan karanlığı, vahşi hışırtılarla alıntıda ağaçlar, :j*|d
Neye benziyor, Dilimde kopuk mısralar, kafamda kitap sahifeJeri; nafile.
1
■'f
»/£
, I
• i .‘X (
1O
Ağır, fakat bir andır. Darbeler nasıl o. lurlans^Tsunıar, insanı daima Serıy e go-uder, Halbuki küçükler.
Eyüb’ün en büyük şansı . diye devam ’etSJor - halatında hep.büyük fetiketleri^ karşılaşmıj olmasıdır. Allah n. ııun safrını denemek fırsatını bir d et a’ da
fa* • •
turu
baıA vemmH^y. B , jF*
-—-£• Ne Çapardın ?
— Ona, -hepimizin, küçük adıunjuişa-ğı sınıf denilen milyonlarca insanın çektiklerini, nesilleri ölüme mahkum eden göze görünmez dertleri verirdim. Ner -deyse tabiî bir kader telâkki edilecek olan bütün o haksızlıkları ve insana insan tarafından yüklenmiş feci istismarları gösterirdim. , |
— O zaman ne olurdu?
— O zaman o adam Eyüb olmazdı ve inan bizim kadar da sabretmezdi. Bilir misin ki, en büyük inkılâplara mâni olan en küçük alışkanlıklardır.
Paramız yok, sinemaya giremiyoruz.
■ Sİ 1 4
* t
Yürüyoruz, gök gene bomboş. Onun ağırlığını hâlâ başlarımızın üstünde taşıyoruz. Bir şeyler bekler gibiyim. Yolun bizi bilmediğimiz bir diyara götüreceğini ve bıı can sıkıntısının ardından billur sevinçlerin geleceğini tahayyül etme ! __
sın (çoktan unutluk. Kahveye, »i nemaya gitmedik. Bu ufak isteklerimizi dovıır.
j
m makla şimdi daha müşkülpesent açlıkla! n kucağındayız. Dudaklarım kısılmış elL rim cebimde İ hapis, kendimden bihaber yürürken ılık ve hafif bir beste geliyor gecenin içinden.
Bu gelip insana değiyor, kucaklayıp sarıyor. Sonra;
’ derinin dışından lere doğru akıyor. Bir çimizde, bir dafnınmız kesiliyor. Ora -dan kanımızın ürpertici bir lezzetle aktığını hrssediyo. ruz. Kendi kanımızla, kendi sıcaklığımıza sarılmış dinliyoruz, Artık kendimizi aşan acılarımız vardır. Yalnız kendi dert terimizle iktifa, elemeyiz, artık tam insanız. Müzik bitmiş, herşey tükenmiştir. Fakat biz doğduk ya, ona bak sen.
— Ne düşünüyorsun?
Yalan söylüyorum.
— Eski şeyler. Bilirim. Hâtıraları sevmezsin. ( •
Birdenbire jköşenin dönümünde iki zarif gölgenin gelip geçen hışıltılarını duyuyoruz. Arkadaşım mırıldanıyor: •> Eminim yosma Emînem Hayranım sana.
Gülüyorlar. Bu tebessümle birlikte yü/leriRfle koYlffk davetlerin kımıldanış, iarınfl cJa gördüğümüzü zannediyonuz. Lümit bu ya; ve hiç düşünmeden dönüyoruz. Tâüh Bdş azıtt; n Edirnekapıya kadar gitmeyi göze alarak başlıyoruz yürümeye. Dostum beceriklidir. O böyle zamanda ne yapılacağını iyi bilir, sıklaştırıyor, konuşuyor. Dalgın, dayım. Kızlar biteviye gülüyorlar: peşlerinde’ yürüyoruz ve onlar bunu liyorlar.
Önümüzde gidenleri derhal sağ sol o senin bu benim diye taksim ediyou ruz. Bu tercihi onlara bıraktığımız takdirde nasıl olsa kaybedeceğimi bildiğimden itiraz etmiyorum. Aynalar bana ya. lan söylemezler; bunu ben de biliyorum, bir hayli çirkinimdir. Hayata karşı demin hissettiğim lâkayt sükûn yerini bil-
ist'yorum. Boşuna. Biz hayal kurma-
V
ilahi bir esinti halinde bilinmez yollarla derin, şeyler kopuyor i-
hem acı, hem tüyler
(7
Adımlarını
susana, biz bi-
ve
meni neye bırakıyor ki içimde sıcak alâkalar var. Bacaklarının güzelliğimle bu .
Suluyor ve ilerliyoruz, İler şey o kadar güzel ki şimdi, ben de muhakkak gü zel şeyier yapmalıyım diyorum. Oysa k tanımadığım bu kızları takip etmek hiç te hoş değil. Neden takip ettiğimi bile bilmiyorum, iş olsun diye. Burada karalıklı kadın ve erkek cazibesi, sevgi, hoşlanma, aşk hattâ ihtiyaç bile mevzu-uba-his değildir. Sadece alışılmLştır, Öyle alışılmıştır ki, sokakta her önüne gelen kadına lâf atar, takip edebilirdin. Arkadaşların görüp, sırıtırlar, göz kupariai’:
Hadi, hadi derler, işin yolunda. Halbuki yolunda olan hiçbir şey yoktur. Usulen yaklaşıp: — Affedersiniz dersin. Gerçi af dileyecek bir iş yakmadım. F?(ka! belki yanınıza gelmemi küstaâı bir cüret kabul edersiniz. Elimde değildi; o kadar .— istisnası yoktur.— Güzelsiniz ki. Talih bizi karşılaştırmamış»! bunun günahım biz mi çekelim? Ne dersiniz biraz dolaşalım mı?
Bir gün sinemaya gid' rsiniz. Razı olmazsa mı? Bir şey değişmez ki: Ne kaybettiniz. Hiç. olsa olsa buaz dolaşıp yo-ruldünuz, ama zaten başka işiniz yoktu ki. Sinemalar karanlıktır. Bunun himayesinde ahbap olunur. Böyle gidilirse her zaman, film seyredilmiye^k kadar çirkindir. Ahbaplık, biter.
Bu nevi münasebetler* iyiden iyiye canımı sıkıyor. Oysa ki, kendimi bildim bileli en çok hürmete lâyık5 gördüğüm kelime bu ohnuştu: Dostluk. Bütün kadınla-ı(a ilk bak.şım da bu yöndemdi. Düşünü -yorum: — Ilani insan, troh pencerelerin., den selâmlar verir. Tanımadığı, hiç görmüş olmadığı, bir daha da tanımıyacağı insanlara el -sallar. Bu se
ııım ben. öylesine hiir ve teiniz. Keski bütün alâkalarımız böyle olsa. Hasbi ve hilesiz.
Yaln.z kalmışım. Aııl biri t
w
samimiyet, olur., filîm
karşılaşıyoruz.
îmllkl
«ola meylettim ve küçük kıza; bu. 'henüz® ümedneçf titredi k;
i nü gör-■ içim huzurla doldu, (Gene bir an
o
öte ini görmediğim siyah saç k y k Iaşl un. Koluna dok un d u ■ i, Derhal elimi çektim. Bir an yüzi düm;
gözlerini gördüm; kısa ışıklarla, gizli ir. perişlerle parlak, bana garip yaşlarla ıslak gibi geldi. Bu sefer, ben titredim. Bembeyaz, aydınlık tebessümü var; saç lan. dalgalı omuzları mİ a.
Yavaşça yürüyoruz. I>ostum ve dümdüz yüzlü güzel kız, uzaklaşmakta devam ediyorlar. ,
— Size bir şey anlatayım m ? dedim.
— Dinliyorum.
— Küçükken köyün minaresine çıkardım. Bu; ince, uzun, beyaz, basit fa.
.kat ustaca yapılmış bir minare idi rüzgârda. sallanı rdı. Oradan a: tık mahrem bir tarafı 1
ve
aşağılara, kalmamış zaı -ilettiğim dünyaya . bakardım. YukarlarJa yabani kuşlar uçar, ötede dedenin tür; besi, ardıçlar arasında beyaz ve se .sıizdir. Kuyu başında bir kadını, çiçekli babına saçlı bir kadın su çekmek-
»I
hatırlıyamam. Kendi ken. şu güzel neden benim
der, şaşarım. Rüzgâr
% •
o
giymiş, uzun tedir.
Annemi d ime: — Ya
annem olmamış minareyi sallar, korkar inmeğe malarım. Bir bakıma aınnesiz olduğuma Üzülmem. O gündenberi soranlara: — Anr.em çek güzelmiş — derim,. Kuyu başında su çeken; sizirJki gibi çiıçekli basma giymiş, uzun saçlı kadını tarif ederim.
^Bana tanıdık kıyor. Sıcak bir şeyler doluyor içime. Tam bu anda yeni hayat satan çocuk, bozuk kaldırımlardı sürçtü ve düştü. Ayağından kan aktığını gördüm. Dayanılmaz bir acıyla dizimi tutuyorum. Farkında değilim, durmuşum. Nemli gözlü kız yanımda :
— Neyiniz var?
— Ekseriya böyle olur. Garip bir huy. Bazı insanların acılarına öyle girelim ki onlarla lıeraber ben de1 acı çekerim. Şimdi de dizim, çocuğun ki gibi!
★
Öndekileke yaklaştık; bizi bekliyorlardı. Arkadaşım:
— Söz değil mi? dîvordn. On beş da. kik a sonra buradasıuırz
— Evet.
:c;i Alçak bir duvarın üstüne oturduk
(Baş tarafı sahife 3 de) tebit bir kıral olan VIII nci Henri haEc hareketlerine karşı Thomas More’u idam etmek &u-retile hatalı bre vaziyet almıştı. Binaenaleyh Shakespeare’in bu m( vzuu niçin seçmiş olduğu kAndîb'^nnden rneycEna
halkla daimî münasebetler halindedir. Cemiyetin ıktisacL meseleleri ancak haKtın yardımile başarılır. Burjuvazi', iıı ve tabiî aristokrasinin TT , , . . . . -. T_. , ... .... halkla uyuşmamasından doğacak karışık vazi-
Uzaklan.- bınsı ağlıyor. K.mb.lır niçm?. yetler daima burjuvazinin re£ahına engel o|a.
Al ran mi var? cak, kazancını eksiltecek uygunsuzluklara yol
Birini, koşuyor. Bir ağacın ıgöi'g-irinde, açabilir. Denizlerde mücadele eden halk, büyük tehlikelere göğüs gererek servet getiren halk, toprağı işl.yea hy$:, tezgâhları kumaş dokuyan h'.'ri, ve nihayet veı."i veren ve harpler yapan ht. halktly. >0 milde aristokrasinin ve burjuva-VJH.ii kuvvet vö hâkimiyetini ayakta tutacak o-k.n biı I; ’Sİİ Coriolanııs’un düştüğü hatalara Jicir, âşağıliAtır, pistir, dö-i’riîir. kararsızdır, yedi başlı ejderhadır, lıain-(’ir Ph... Ama r.e olursa olsun or.u idare etmek, patrisyenlerîn menfaatlerine işler bir âlet olarak kullanmasını bilmek lâzımdır, bu sınıf mü-
• * caddesinde “nıülâyemot,, politikasından ayııle mamak lâzımdır.
Shaktspeare’in böyle düşündüğünü nereden çıkarıyoruz? Shakespeare Corîolanu* piyesinin mevzuunu Plutarque*m eserinden almıştır. Plutarque’ta Coıiolanus terbiyesiz, kaba, aşağılık bir adamdır. Shakespeare’d e ise cesurdur, mağrurdur, fakat halkla uzlaşmak taktiğinden mahrumdur; o kadar ki, bu hususta, halkla açlaşacak yerde, düşmanile anlaşıp Roma üzerine yürümeğe kadar vanr. Plutarque'ta Coriolanui
Bütün saadetimle sigaramı içiyorum. Soıı tramvaylar gitti. Durakta muttarit ayak s*Mrrile bîr kndın, müşteri
birisi ağlıyor. Kimbilir niçin?.
— Ablam size yalan söyledi! d.'yo* Her zaman öyle yapar. Bugüne kadar ben de ona oyardım. Neiblur darılma. Adruptf* dîyogg Eli ^*3 u-isteneıı ve öz-
111 İlil
de ona ayardım. Ne®ur jVer, şutıi aÂrrm. Kız(’.
çarpıntılı, kolumda. Yavaşça, sr.kiri,*" ki o kadar zamandanberi lenen bir şeymiş gibi., öpüşüyoruz.
Dudakları titrek, yamaüdarı solgun,, gözleri buğulu., gidiyor.
Dönerken, ona adresimi vermemiş (dluğumu hatırlıyorum.
Günler geçti; unuttum, hastalık 1 a hastahanedeyd »m. bellediğim bir izin günü:
. — Kızkardeşin gelmiş,
— Kızkardeşim mi? Yok kil. Kapıdan süzüldü; o. Bir hamlede her
Ağırca biı
Duşlarımı
dediler.
şeyi anlattı. 0 gece arkamızdan koşmuş, yetişememiş. Bir gün sakakta arkadaşımı gö.mış, or.dan öğrenmiş. Ve ilk fırsatta. Elinde biıkaç portakal.
— Neden geldin; diyorum.
— Bugüne kadar hiç olmamıştı di. yor. Garip bir huy. Bir insanın hayatına bilmeden girdim. Onunla beraber yaşıyorum. Sanki sokakta düşen o çocuksun. Bir yerin kanıyor. Benim de.
Ve bir tren penceresinden selâm verir gibi; öylesine hür ve temiz,.
Topumsal Yap; araştırmaları
(Başı salıife 9 da) zannedildiğinden çok daha sıkı olduğunu belirtmesidir,, Dünyanın her tarafında bu cins deneysel araştırmalar asla genel izahlara girmemiş yahut girememişlerdir. Fakat sosyolojinin inkişafı için bu “parça ara\tırmatar„a devam etmekten de baş. ka hiçbir çare yoktur. Bir “parça tetkik,, le bir sosyolojik problemin çözülebilene-ğir.i sanmak aşırı bir ümittir. B. S. Boran eserde sosyolojiyi müsbet ilim haline getirecek yolun üzerindedir. Bu çeşit araştırmaların artması en büyük temennimiz d ir. Müspet sosyoloji bunlardan doğacaktı*
• - T — . -
HAŞAN TANRIKÜT
çıkıyor. Aristokıas:
a
HÜRRİYET
F. Toprak - S. Taşer
S IIII İR İL E İR
Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergiii
halkın reyini almak için yaralarını gösterir, Shakespeare gösterim ez. Piyeste Per. IV, sah. II de Coriolanus’un annesi oğluna halkı kendine çekmek için tavsiye ettiği hileli yol Plu-tarque’ta yoktur. Bu hileli yolun ise Ingilte-renin bilhassa di? politikasında ne büyük bir rolü olduğunu biliyoruz. PIutarque’ta Coriolanus kötü bir generaldir, devlçt adamı olmağa lâyık değildir. Oysa ki Shakespeaı-e onun bu sınıf mücadelesinde tuttuğu yolun yanlışlığı ii-zerinde duruyor, ve bunu Menenius’un Coriola-nus’a söylettiği şu sözlerle anlatıyor: “Hadi, hadi, çok sert davranıyorsunuz, hem de pek çok. Dönüp hatanızı tamir ediniz.,, Bütün bunlar gösteriyor ki, Shakespeaı e, Coriolanus’un düştüğü hataları hem gösteriyor, hem de tenkit ediyor. 0 bu misalle hem bir ibret dersi vermek, hem de büyük bir ihtimalle VIII nci Hen-ri’nin hatasına imada bulunmak istiyor. Netekim Elizabet devrinden itibaren burjuvazi ile sıkı bir işbirliği yapmış olan İngiltere kırallannın iktisadi politikalarında daima halk tabakalarını idare etmeğe çalışan ihtiyatlı ve mülâyim bir hareket tarzı görülüyor.
Shakespeare’in halk halkındaki fikirlerine gelince, o bu hususta aristokrat Menenius gibi düşünüyor, Coriolanus kadar ileri gitmiyor. Bunu da şundan anlıyoruz: Shakespeare eserinde gerek halkı, gerekse halk mümessillerini kötü, kararsız, çocukça düşünceli gösteriyorsa da, Plu-tarque’ta bunlar biraz öyle gösterilmek istenmiştir (Plutarque’m da bir aristokrat olduğunu unutmıyahm). Plutarque eserinde bilhassa aristokratların halka ettikleri haksızlıkları olmaları icap eden haklan Shakespeare bunlara temas et halkın hak taleplerini makul olmayan bir hareket olarak görüyor, aristokrasiyi memleketin mutlak hakimi olarak kabul ediyor. Per. V, Sah. İV deki halkın bir tribünü, Coriolanus’un Koma üzerine yürümesine sebep olan sürgünden mesul tutarak sokaklarda sürüdükleri Plu-tarque’ta bulunmadığı gibi, hakkın bugün Co-riolanus’a rey verip, yarın geri almaları da yok tUT.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Bhakespfeare’-İn en muvaffak ererlerinden biri olan bu piyes, Romada cereyan etmiş bir >ınıf mücadelesini, eserin v: n'.cığı zamana nîîöediyor. E-serin son perdesinde aristokratlara 'karşı lord tâbirinin çok yerde kullanması, şahısların kıyafetleri ve zihniyetleri bu iddiayı destekliyor. Plutarque’ta olmayan ve olup ta değiştirilmiş noktalar sanatkârın aristokrasi lehinde, ve halk aleyhinde olduğunu, ve Shakespeare’in XVI ncı asır İngiliz cmiyetinde sınıf şuuruna kuvvetle sahip bir burjuva olduğunu, bütün bunlardan başka o asırda bu sınıf mücadelesinin bilfiil var olduğunu, ve sosyal bir varlık olarak sanatkârımızın bu sınıf mücadelesi karşısında kayıtsız kalamadığını gösteriyor.
Piyes İstanbul Şehir Tiyatrosunda oynandığı sıralarda birçok gazetelerce eserin rafına hiç dolkunan olmadı. Halide Edip gazetesindeki makalesinde, daha önce edebiyatı tarihi’nde piyesin bir “ î---
bu ta-
Akşam
İngiliz
uısan panayı-
rı , olduğunu, her türlü ideolojiden uzak olduğunu ileri sürmüştür. Coriolanus’un tabı başına koyduğu nıukaddemede ise Shakespeare’in bu eseri iki türlü tefsir edilmiştir diyor. Birincisi aristokratların tarafı tutulduğuna, [İkincisi ise halk tarafının tutulduğuna göre. 0 bunlar üzerinde durmuyor, biraz daha maskeli, lâkin hakikatte aristokratları tutan bir üçüncü tefsirden bahsediyor. Onca doğru olan bu ürüncü tefsirdir. Bu tefsir şöyle bir nıütearife ile başlar: Shakespeare karakterlerini şu veya bu tezi müdafaa ve ispat için seçmez, ilh... çünkü onun yarattığı karakterler tipler olmaktan çok fertlerdir. Bu sebeple bu fertler dar bir sınıf veya ideoloji çerçevesine giremezler. Coriola* nu» her devirde devam edecek dare eden ve idare edilenlerin çarpışan menfaat mücadelelerine dayanır. İdare edenler hür, vatanın şerefini müdafaa ederler; halka gelince, davaları daha ziyade İktisadîdir. Her biri ayrı fertlerdir, onları sınıf tealinde ortaya çıkaran şey müşterek sefalet ve açlıktır. Odların ne sınıf şuurları, ne siyasi kanaatleri vardır. Aristokratların onlara temsil halkkı vermeleri sözü ayağa düşürmemek, umumî bir içindir.
Halide Edibin fikrini gözümüzden
dolu sözleri cemiyetin, cemiyet içindeki sınıflar arasında mevcut münasebetlerin iyi anlaşılmamış olmasından, sanatkârın sosyal vaziyetini iyi kavramamaktan, hattâ, sanat Halkkında aydın fikirlere sahip olmamaktan doğuyor. Yukaıda yaptığımız tahlil Halide Edibin piyes hakkında ileri sürdüğü bu karmakarışık fikirlerin ne derece yanlış olduğunu kâfi derecede fapat ediyor. Umumiyetle kendini cemiyetin ludumi iat-zeden burjuvazinin, kendi dâvalarına hizmet eden mücadeleci eserlerin bu mücadeleci vasıflarını. yanj fikir,, cephesini bir Lira fa bırakarak yalnız sanat tarafile meşgul olmağa, bu suretle ıunuahnmış cesedi heıikesin önüne model ittihaz edilecek sanat eseri olarak koymağa, sanat:: Eserinde İçtimaî muhiti silmeğe çalışarak kitleleri» realiteden juzaddaştırmakta menfaati vardır. Halide Edip te bunu yapmağa çalışıyor. Beyhude uğramış. Çünkü Shakespeare’e ihanet etmiş flPluyorVfi' .ff ■
Doçent Vahit Turhan tankından yatılmış S
Realiteden
eçen ideal
(Baş tarafı sahile 1 de) meşini, millet ve yurt menfaatlerde ge -niş halk kitleleri menfaatlerinin aynı olduğunu i^bat etmekte asla zorluk çekmemesini, inikılapçı samimiyet ve dürüstlü. ğü üzerinde en (küçük bir tereddüt uyandırmamasını ve bu samimiyet ve dürüstlüğünü aksiyonun içindeki fedakârlıkları ve gayretlerde isbat etmesini bilmek demektir. ’ | ■ ‘
kargaşalığın
önünü almak
Coriolanus piyesinin esas saklamak için tenakuzlarla
t •
I
İşte bizim ıgerçek demokratlık, gerçek marksistlik, gerçek inkılâpçılıktan anladığımı z mâıia bu d ur.
Bu sebepledir ki bizim idealimiz realiteden geçer. Bizim inkılâpçılığımız, içinde yaşadığımız millî ve İçtimaî hayat şartlarına göre ayarlanmıştır. Biz, emekçi sınıfın tam bir vahdet içinde birleşmesini istiyoruz. Davasını şuurla yürütmesini, ona rehberlik edecek olan kadroların da emekçi sınıfla küçük ve orta sı nıflar arasında işbirliği meydana getirmeyi temin edebilecek bir şuur ve bilgi seviyesine ulaşmış olmasını istiyoruz. Şunu, her inkılâpçının kat’î olarak bilmesi lâzımıdır ki, ğer işçi sınıfı sosyal mücadelesinde, köylü ve istismar olunan halk kitleleri tarafından desteklenmezse, gerçek demokrasiye erişilemez. Ve halk iktidara: geçemez. Bu ana prensibin dışında kalanlar, dışımda çalışanlar, halk kitleleri arasındaki menfaat ve ideoloji bağlarını sağlamlaştıracakları yerde, çürütmüş kopartmış olurlar. Biz, kelime ve formül papağanları değil, aksiyon kahramanları, halkları birleştirici, namuslu, gayrettli, bilgili, şuurlu ve fedakâr millet îıık.lâpçı-ları
yetiştirmek istiyoruz. Biz, kültür, olup, gerçekte Halide Edibin ^^yulkarda hülâsa yefah her fey ve hıer şey halk içindi).
ettiğimiz tenakuzlarla dolu fikirlerini işba ta ça_ prensibine bağlı kadrolara muhtacız,
lışarak “S'h^hi^^B^în si yad. akideleri,, ve “karakter tahlili hakkında,, mevzuları ürerinde durmağa lüzum görmüyoruz. Muhakkak o-lan bir şey varsa, o da Coriolanus mevzuunun ehliyetli bir kimse 'tarafından İlmî bir şekilde işlenmenin mutlaka lüzumlu olduğudur.
ŞERİF HULUSİ
Müessisi:
Esat Adil Müstecaplıoğlu imtiyaz sahibi ve neşriyat müdürü: Hasaıı Tannkut
Muhabere adresi; P. K. 519 İstanbul Abone: Seneliği 800, Altı aylığı 400, üç aylığı 200 Krş.
»
Höiksoy Basımevi
Biz, yurdunu, milletini lâfla değil, icabında onlar uğruna hayatını harcamakta bir lâhzia tereddüde düşmiyecek ve hu-fedakârlığı için de bir zerre karşılık bek-lemiyecek vatan çocukları yetiştirmek istiyoruz. îşte bizim inkılâpçı dâvamızın a-na hatları bunlardır.
DAVAMIZ
Sabiha Z. SERTEL M. Zekeriya SErtTEL
Fiyatı 75 kuruttur
İZ
Comments (0)