Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

BU SAYIDA:
Yapıcılar, Yıkıcılar
ESAT ADİL '
Türkiyed2 İşçi Teşkilâtı
Hüsamettin ÖZDOĞU
F i k r e t i Anıyoruz
RÜŞTÜ ŞARDAĞ
İçelim
Rıfat İLGAZ
Kuru Ekmek ve Taze Şarap A. SARP.
Eğitim Alanında
Haşan TANRIKIJT
Hindistan
M. BÖRKLÜCE
Emekçi Münevver Gözüyle
E. HİKMET
Sendikaların Kuruluşu
Mustafa BÖRKLÜCE
(j ç Ar k a d a ş
Orhan KEMAL
Sayı: 23
KÜLTÜR VE AKSİYON
T. S. P KONFERANSLARI:
Öğrendiğimize göre Türkiye Sosyalist Partisi bir konforans serisi tertiplemiştir. Her hafta cumartesi günleri verilen bu koferansların birincisi Esat Adil Müstecabi tarafından verilmiştir konferans mevzuu Türkiyedeki partiler ve T. S. P programının ana hatlarıdır, Bu hafta verilecek ikinci konferansın mevzuu İse “milli mesele ve sosyalizm,t dır. Kenferanscı Hüsamettin Üzdüğüdür.
T. S. P Broşürler i :
Geçen sayımızda haber vermiş olduğumuz haftalık broşürler yayını maddi bazt zorluklar karşısında gecikmiştir. Öğrendiğimize göre ilk broşür basılmıştır, diğerleri de her hafta muntazam bir surette yayınlanacaktır.
Yenilikler:
Derginin | Ağustos sayısı yüce şairlerimizden Salâh Birsel Beyin ■'Dünya işleri,, adiı bir şaheserile çıkmıştır- Bu bir öyle şaheserdir ki benzerine tekrar Taslayabilmek için dünyanın güneş etrafında en az 2-3 yüz devir yapması lâzım gelecek. Hele bir göz atın da görünene cevher.-.
Aynı dergide Fahir Onger arkadaşımızın olgun'bir insan hali gösteren yazısını; bizim Sait Faik’in bitmez aşklarından birini daha anlatan hikâyesini, Sabahattin Kudret Aksal’ın “Sır,, adlı, yepyeni şeyler fısıldayan şiirini, Lütfü ©zkök’ün “Hatırlama,, ’sını zevkle okuduk. Assosyal olmak isteyen “Yenilikler,, acaba Patagonyada mı yayınlanıyor? Yoksa 1946 da İstanbulda mı? Bel-fi değil.
SENDİKA
Geçen haftadan beri istanbulda Sendika isimli haftalık bir işçi gazetesi yayınlanmaya başlamıştır, işçi ve Sendika haberlerini yavan bu gazeteye başarılar diler, emekçi arkadaşlarımızın mutlaka okumalarını tavsiye ederiz.
SENDİKA HAREKETLERİ
Türkiyede demokrasinin geliş seyri içinde en sevindirici İçtimaî hareketlerden biri de hiç şüphesiz işçi sendikalarıdır. Tamamile gayri
siyasi birer meslek birliği olan bu sendikalardan şimdiye Kadar kurulmuş olanları şunlardır;
1) Türkiye Deniz İşçileri Sendikası, 2) Türkiye mensucat işçileri sendikası, 3) Türkiye el işçileri sendikası, 4) Türkiye inşaat işçileri sendikası, 5) İstanbul tütün işçileri sendikası, 6,, İstanbul kömür işçileri sendikası, 7,, İstanbul madeni eşya işçileri sendikası, 8,, motorlu kara nakil vasıtaları sendikası, 9', Ankara: unlu maddeler işçileri sendikası,
Okuyucularımıza
Evvelce ilân etmiş olduğumuz üzere “Gün,, yeniden ve artık hiç aksamamak üzere muntazaman her hafta yayınlanacaktır.
Birinci cildimizi 22 ci sayı ile bitirmeyi bir an evvel ve yepyeni bir şekile ikinci cildimize başlamayı doğru bulduk.
“Gün,, en hakikî demokrat dergi olmuş imzaya bağlanmayarak her değerli yazıya yer vermiştir. “Gün,, ün kısa tarihi, tam bir İnkilâpçl karakter taşır, 4 Aralık irticainin demokrat cebheye indirilen darbeden doğan zehirli hava içinda yalnız “Gün,, konuşmuş ve İrticadan sonra yayınlanan ilk sayısında “Sırça Köşk”ü neş‘ rederek korkusuzluğunu göstermiştir.
Gün siyasî olmayan sosyal hareketlere ve bu arada sendika faaliyetlerine yer aylrmlştlr.
Evvelce ilân ettiğimiz “Sulh emrinde Fransız düşüncesi,, başlıklı yazllarl önümüzdeki sayıdan itibaren vermeğe başlayacağız-
“Gün,, şimdiye kadar ofduğu gibi bundan sonra da sizindir. eQJgİmiz daima halkln ve “halk İçin kültür,, ün emrinde olacaktır.
Karışık:
©nümde “Yenilikler,, den başka Amaç, Varlık, [Akademi nam dergiler var. HcpsÇde “Sırf Sanat,* diyor,[;Yanirhavada, fan tez ide'sanatı Sanatkârların hem kendilerini hem âlemi aldatmak, mesuliyetten kurtulmak için ortaya attıkları bu tezin elenir tutulur tarafı kaldı mı? bilmem? Onlar san'atın müstakil olduğunu, esmirle yapılamayacağın" söylerler. Sosyal sanatta “emir,, varmış. Bu baylar mevcudiyetine rağmen tesiri his edilmeyen atmosfer tazyikini de inkâr etsinler barı. Hiç bir sosyalist sanatkâr kendini baskı ve emir altında duymaz çün-ki sınıfî tesirlerde atmosfer tazyiki gibidir. Yaptıkları “Pür sanat,, la burjuvaziyee hizmet eden ve onun bakısı altında oldukları halde bu baskıyı his etmeyerek karşı tarafı » “emir^ve baskı altındasın,, diye itham eden baylar! Biraz uyanın canım! Baskı her iki tarafta da zaruri bir cemiyet hadisesi olarak var-: dır: Sizin tarafta milleti saymak bahasına zenginleşen beş on karaborsacı ve patronun his edilmez baskısı.. Birazcık otokritik yapsanız nasıl aldatmakta olduğunuzu hemen anlayacaksınız.
Antoloji :
“Söz,, dergisi yazarlarından ve Halk Partisi abonmanlarile yaşayan “Yücel,, dergisinin sahiplerinden Orhan Burlan'ın yazdığı, 338 ku-ruşlup zenginlere [mahsus bir antolojide en büyük Türk şairi Nazım Hikmet hakkınde budalaca bir takım lâflar söylenmiştir. Bu adam eğer burjuvaziye uşaklık eden şairlerin bir antolojisini vücude ge-iirınek istiyorduysa büyük Nazım Hikmetin böyle bir kitapta hiçbir yeri olmamalıydı. Yok eğer, bütün yeni Türk şiirini toplamak isteyen bir kitap vücude getirecek idiyse Nazım Hikmeti bütün hüviyet ve şahsiyetile. olduğu gibi belirtmeğe mecburdu.
Nâzımdan başka Rıfat İlgaz, H- i. Dinamo, A. Kadir v. s. cemi-yetçi şairler İçin de ayni ihmal ve ayni kasjt görülmektedir.
YAPICILAR, YIKICILAR
Yapıcıları, aralarındaki görüşen farkları ayırabiîse bile onlar yine ayrı ayrı yollardan yaratıcı faaliyetlerine devam ederler : Fakat yıkıcılar : onların bir tek hedefi vardır. Bu zaman, dağıtmak ve yıkmak. Aralarındaki bu karakter beraberliğidirki onları her yerde birleştirir"
İnkılâbcı ve yapıcı bir merhalenin henüz eşiğinde bulunuyoruz. Demokrasimiz ise henüz beşik çağını yaşıyor. Halk kütleleri teşkilâtlandırılmış, rehber kadrolarımız tamamlanmış değildir, İnkılâbcı talim ve terbiye ışığı altında yetiştirilmeye muhtaç milyonlarca emekçi arkadaş elleri böğründe bekleşip durmaktadır. Okuyacak, okunacak kitaplarımız, dergilerimiz, gazetelerimiz yoktur.
Aydınlarımız, tereddüt ve vesvese içindedirler. İçlerinden nazariye ve aksiyon iıstad-ları yeter sayıda yetişmemektedir. Bir çoğunun yapttğı iş fısıltı kahramanlığıdır. Bir çoğu ise rahatından ve mevkiinden bir zerre fedakârlığa razı olmadığı halde aksiyon adamlarını çekiştirmek, sosyal mücadelelerin kirpiğini veya kaşını beğenmemek suretile büyük işler yapar görünmektedir. Birkaç kelime ve formül tekerlemesi içinde isterik baygınlıklar geçirerek inkılâbcı vicdanını ucuzca tatmin yolu bulabilenlerin sayısı da henüz eksilmiş değildir.
Emekçi halk kütlelerinin bugünkü inkılâb-cı durumuna gelince;
İşçi sınıfını birleştirici gayretlerin yanı sıra, aksi inkılâbcı antidemokratik me-todlar kullanmak suretile isteyerek veya ıste-miyerek bu birleşmeyi geciktirici gayretlere rastlanmaktadır. Çayı görmeden paçalarını sıvayan, hedefe olan mesafeyi ayarlamaksızm, o-raya hangi yollardan gidileceğim kestirmeksi-zin koşmaya heveslenen birtakım gayretkeşleri de, bu arada, kuvvot israfı bakımından töh-m ellememiz icabetmektedir.
İşçi sınıfının birleşmesi meselesi bir teknik ve sistem işidir. Bu sınıf, şuur, bilgi, ve idoloji bakımından henüz mütecanis değildir.
Yazan: ESAT ADİL
Şu halde işçiyi her şeyden önce ancak demok rasi alanında toplamak mümkün olabilir. Meslek birlikleri yani sendikalar, düşünüş ve anlayışları ne kadar çeşitli olursa olsun bütün işçilerin toplanmasına ve birleşmesine en elverişli bir demokrasi alanıdır.
İnkılâbcı siyasi talim ve terbiyeye geçmeden önce onu kendi müşterek menfaat şuuru içinde ikılâbcı meslek talim ve terbiyesine tâbi tutmalıyız. Aksi halde, çeşitli siyasî tesirler ve evhamlar içinde bulunan işçileri inkılâbcı bir-srnıf şuuru içinde birleştirmeyi güden gayretler boşuna harcanmış olur.
İşçi sınıfının ilk inkılâbcı vazifesi kendi arasında birlik meydana getirmektir. İkinci vazifesi de diğer emekçi halk kütlelerini kendi tamamlayıcı kuvvetleri halinde yetiştirmektir.
İşçi sınıfı, birinci vazifesini meslek birlikleri yani istihsal esası üzerine kurulmuş olan sendikalar içinde toplanmak, birleşmek suretile başarabilir,
İkinci vazifesini ise ancak kuvvetli bir sınıf şuuru, siyasî bir inkılâbcı talim ve terbiye elde etmekle yürütebilir. Bu, onun önderlik, rehberlik vazifesidir. Köylü ve diğer halk yığınlarını kurtarmak, birleştirmek için işçi sınıfına düşen daha pek çok işler vardır.
Görülüyor ki yolumuz çetindir, arızalıdır. Bu çetin ve arızalı yolun yolculuğuna çıkanlar her şeyden önce, bilgili, tedbirli, namuslu ve gayretli olmaya mecburdurlar.
Şu sıra, yapıcılara'yapıcı, çalışmalara odere-ce muhtacız kİ, saflarımız arasında bir tek bozguncunun bile sokulmasını gözlerimizi dört açarak önlemeye çalışmalıyız. Yoksa sosyal mücadele mes’uliyetini yüklenenler için her hangi bir müsamaha affedilmez bir cinayet olur.
3
TÜRKİYEDE İŞÇİ TEŞKİLÂTI =====
• NASIL KURULMALIDIR
Bugün Türkiye işçi teşkilâtları meselesi, öne alınması ve üzerinde durulması icabeden en mühim bir mevzu olmuştur.
Memleketin demokratik gelişmelerine. muvazi olarak doğmaya başlayan bu işçi teşkilâtları taazzuv eder ve kuvvetlenirken bu harekâta alâka duyan bazı fikir adamlarının da bu husustaki noktayı nazar ve görüşlerinin gazete ve mecmua sütun. Jarmda belirdiğine şahit oluyoruz. Bu mevzu üzerinde serbestçe münakaşa imkânı bulur ve fikirlerimizin çarpışmasından bir netice çıkarabilirsek bugün Türk işçisinin, şuur seviyesinin yükselişine faydalar temin etmiş oluruz kanaatindeyim. Kuruluşları çalışma metodları ve karakterleri itibarile temsil ettikleri sınıfın bazen önünde ve bazen de gerisinde yer alan işçi teşkilâtlarının tarihi, Avrupa memleketlerinde oldukça dolgun rakkamlar-la ifade edilir. Biz maalesef bu hususda da çok geri kalmış bir vaziyetteyiz.
Bazıları bunun sebebini, memleketin sanayi cihetinden geriliğinde ve işçi sınıfının henüz o mertebeye çıkamayan şuurunda ararlar, ve iddialarını bu suretle yürütürler. Bence bu hakiki bir sebep değildir. Bu daha ziyade Türkiyede de çoktanken meydana gelmiş olan işçi kütlesinin teşkilâtlanmasına mani olmak ve serbestçe istismarına imkân vermek için öne sürülen geri ve oyalayıcı bir iddiadır. Bu iddia üzerinde duracak ve onun çürüklüğünü isbata kalkacak değilim.
Çünkü, bugün işçi sınıfının teşkilâtlanması inkâr edilmez bir duruma girmişt,r. Bu hadise bu gün iktisadi bünyemizde bir realite, siyasi veçhemizde bir zaruret olarak kendini göstermiştir. Şimdi asıl mevzuumuza geçelim:
Türkiyede işçi teşkilâtları nasıl yapılmalıdır?
Bu sualin cevabını atarken işçi sınıfının öz malı olan inkilâb-cı görüşten ayrılmamalıdır. Aksi takdirde sınıfla teşkilât arasında uçurum yaratılmış olur. Yine bu suali cevaplandırırken Avrupa işçi harakâtındakî tarihi hataların memleketimizde de tekrarına imkân vermemek- için onların geçirdikleri tecrübelerden, istifadeyi ihmal etmemelidir. Bu mevzu iie alâkadar olanlar Avıupa İşçj harakâtında da bir çok sakat cer-yanların zaman zaman baş gösterdiğini pek alâ bilirler. Opor-tonizim, reformizm ve ekonomi-zm temayü’lerine bürünen bu ceryanlar muayyen merha’elerde işçi sınıfının inkişafına mani ol. mağa çalışmışlardır. İşte memleketimizde yeniden kurulacak olan işçi teşkilâtlarını bu sakat cer-yanlardan korumak lâzımdır. Bence Türkiyede bu ceryanların bu gün en tehlikelisi Ekonomizm -Treduııyonizm - ceryanıdır. Ken. dine mahsus görüş ve ııazariyele-rile işçi kitlesinin ataletine sebep olan bu cereyanın, bazı y.-zılarda akislerini gördüğümüz için bunun üzerinde durmayı faydalı bir münakaşa zemini addediyorum.
Bu ceryanm behi başlı karakteri şudur:
Bu ceryan işçi sınıfının müdafaasını ikinci safa alır, ve iktisadi müdafaayı işçi sınıfı için eri yi bir vasıta olarak kabul eder. Hatta biraz daha ileri giderek iktisadi müdafaanın siyasi müdafaadan evvel yapılmasını ve siyasi müdafanın ondan doğacağını iddia eder. Bu suretle işçi sınıfının daha ziyade iktisadi müdafaadan işe başlamasını ileri sürer. İşte memleketimizde de bu ceryana kapılanlarla karşı karşıya bulunuyoruz. Bunlar da seleflerinin yaptığı gibi siyâsi müdafaayı şimdilik bir tarafa bırakmayı ve iktisadi müdafaadan işe başlamayı iddia ediyorlar. İşçi sınıfının daha ziyade İktisadî menfaatlerini müdafaa edecek olan işçi sendikalarının daha evvel kurulmasını öne sürerek parti kurmakta acele edilmemesi ve beklenilmesini tavsiye ediyorlar.
Bir büroşürde işçi sınıfına sunulan bu öğüt geri bir görüşün mahsulüdür. Daha doğrusu bir zamanlar işçi tarihinde kendîsile mücadele edilmiş ve karakteri çizilmiş aksi inkılâpçı (EKONOMİST) bir ceryanm akisleridir. Fikri" mizce işçi sınıfının siyasi müdafaasını yapacak teşekküllerin (PARTİLERİN)daha evvel kurulması ve kuvvetlendirilmesi zaru. ridir. Çünkü bıı siyasi teşekkül, leri (PARTİLER) bütün işçi harekâtının stratejisin i, taktiğini çizer, med ve cezrini tayin eder. Bu harekâta ıeaberlik edecek kadroya yetiştirir. Bunlardan mahrum olan iktisadi müdafaa nihayet
4

Onu anmak için doğum, ö-lüm günlerinin her yıl tekrarını bekliyor değiliz. Koca Fikret her gün yanı başımızdadır. Günümüzün en saf aktualitesi, davamızın sesi tahribe uğramaz öncüsüdür.
Bir edebiyatçı Fikret vardır: “Servetifununcular arasında bulunup o Edebiyata sığamıyan Fikret! iyi biliyoruz ki her yeni hareket gibi Servetifununcular da Türk edebiyatına çok şey getirdi. Onlar ki tnuhavereyi-klas’ko — romantik resim tas-vırciliğini, tabiatı, mevzu tenev-viinü edebiyata soktular. Bütün bunlar hürmetine paydos bo-rosu çektirilmiş, halkı susturulmuş, istibdadin ruhlarda yarattım durgunluk ve biteviyelik de-v^ıın aden bir devirde göz ahcı şeylerdi: Netekinı o günün yeni sivrilmiye başlayan orta muhii ve özenti meraklıları için bu mektep bir hayli sevimli idi. Fakat bu sevimlilik sınırlı bir ömre dayandı. .Kurucuları başlı başına hareket ettiler ve gördüğümüz üzere bir gün dağıldılar-Gerçi onlarda ne yoktu? Bir yerde dilenciye acırlar, bir yerde halktan nefret ederlerdi. Bir
r akamete mahkûm insiyakı bir ha-ekettir.
Şunu iyi bilraelidirkİ: İktisadi müdafaa siyasi müdafaanın bir parçası olduğu zaman işçi sınıfının benimsiyeceği ileri bir hare ■ kettir. Onun için bugünkü içtimai kuruluş sisteminde işçi sınıfının daha ziyade iktisadi menfa-talerini müdafaa edecek lan işçio
yerde keman sesinin mananısı bir buçuk forma izah edecek kadar hassas, bir yerde memlekete karşı sağırdılar. Şimdi şundan, şimdi bundan söz ettiler. Şartlar da mecbur ediyorlardı gerçi. Fakat bir defa bu havayı müsait görünce bir daha kıpırdamaya lüzum görmediler. Ne çare ki dünyasızdılar. Bir dün' ya görüşleri yoktu. Bu dünya-sızlıkla halktan yüz çevirdiler. Fikret bile “Rubab’ı Şekiste-sinde,, onlardan farksızdır. O da onlar gibi verem sarısı bir edebiyatın içinde yüzer. «Bir hikâ-ye'i sevda, leyâlı grizan, aşk memnu. Rübabı şekiste lânei melâl bir şiir hayal..» Evet, eve) bütün bunlar bir hayal oldu.
Fikret, asil cevheriyle Rûba bı Şikestenin,, dışında kend:n gösterir. "Halûk,, bir vesiledir Onu hedef tutarak yazdığı şiirler, Rubabin cevabı, "Doksan beşe doğru,, ve diğer münferit kaleme aldıklarında onu yeni bir dünya görüşüne sahip olmuş memleket ufku içinde dolaştırdığı gözlierin insanlığın kader üzerine çevirmiş görüyoruz.
Cemiyete bakıyor; zorbalığın
Sendikalarının kuruluşunu part-kuıuluşuna tercih etmek işçi sı çfıntn müdafaasını sakat bırakmak demektir.
Fikrimizi şu şekilde formülleş irebiliriz:
İktisadi müdafaa demekras tin yapılan mücadelenin başlanfi jCi değil ancak bir parçasıdır.
Hüsamettin ÖZDOĞU
karanlığı bütün şiddetile çök müş, “memlekette sabah,, pusuya düşmüştür. Vatana bakıyor; «gözerinde mavi güneşler grup edendendi öz evlâtlarının kötülüklerine kurban giden bir vatan, ln-«sanlığa bakıyor, Kara toprağ fen sayesinde altın edecek insanlığa; ha’a din kavgasında, toprak kavgasında, idealist sandığı ar-eadaşlarına bakıyor: post kavgasında, en iyi arkadaşı Hüseyin Cahit bile onu «Tanin» den kspetlemesini becerecek kadar kalem esnafı olmuş. Bu arada hepsini yüz üstü bırakıp aşiyana çekiliyor. Bu sefer de insandan kaçan «münzevi ruhlu» oluyor. Halbuki passif sanılan durumu asıl bu zaman, için için isyan halindedir. Fikret Molla sıratlara vurur, hüriyeti öğer, isdipta-da lânet savurur, insan oğluna dünya durdukça haysiyetini kayıp etmiyecek olan «Amentü» sünü hediye eder. «Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan, ne me--ek var I»
Günümüzde üç kuruşluk fazla rahat için secdeye kapanma yarışına çıkan soysuz insan artıklarının karşısında asil portresi halâ dim dik konuşur:
“Kıran da olsa kırıl, düş fakat eğilme sakın !„
Türk Edebiyatını tetkikte mezhebimiz edebiyatı şahısların değil, meselelerin etrafında döndürmek olduğu malûmdur. Fakat Fikret te Namık Kemal ve Nazım gibi o sanattandır ki kendileri başlı başına bir meseledir. Nitekim üç idealistin ha-yat’arına bakınız; ne kahramancasına uzanır.
Tevfik Fikret için söylene-eck söz bitmez !
RÜŞTÜ ŞARDAG.
5
İÇELİM
İşte bir aradayız!
Sağlığından kaber beklediklerimiz, yanımızda;
Ve aramızda uzun zamandır
Yüzünü görmediklerimiz!
Bu akşanı keyfimiz yerinde,
Günlük dertlerimizden sıyrılmışız,
Nasıl kazanıldığını unutmuşuz
paranın
Elimiz ° kadar açık,
Harcayalım neşemiz için!
İyisi-gelsin şarabın,
Yüklü olsun mezeler!
Nöbetclsiz geçiyor akşamımız demek
Kilitsiz, demir parmaklıksız;
İstersek burda keser sohbetimizi
Çıkarız kol kola, kelepçesiz .
Dolaşırız canımızın çektiği sokakta.
Hasretini çekmişiz uzun zaman Dostların ve aydınlığın
Duymuşuz her çeşit yalnızlığı
Tek başımıza.
İki çift lâf etmenin karşıkarşıya, Ne demek olduğunu öğrenmişiz. Konuşalım,
Bir suçolduğunu bilerek her sözümüzün
İyi günlerin yaklaştığını söylîyelim, Dört yanımızı kollayarak.
Ne olacak, bilir miyiz birazdan:
Belki hesabı sorulacak neşemizin. Kaldıralım son kadehleri
Ayrılalım arkadaşlar,
Ayrılırken öpüşelim!
RIFAT İLGAZ.
TEVFİK FİKRET
Sabıka Sertelin biiyük bir gayret ve derin bir heyecanla hazırlamış olduğu bu eser basılmış ve satışa çıkarılmıştır. Eser hakkıııdaki görüşlerimizi gelecek sayılarımızda yayınlayacağız.
KİTAPLAR ARASINDA
KURU EKMEK VE TAZE ŞARAP
«Elemek muhtelif buğday tanelerinin bir araya gelmesinden hasıl olur ve böyle olduğu içindir ki, birliği temsil eder.» Böy-leee ekmek de şarap da« birbirlerini andıran ve etrafına faydalı olan şeylerin birliğini timsali» olduğu için hakikat ve kardeşlik denilen şeyler de ekmek ve şarap gibi birbirlerine uygun düşerler.
Mussolini kalyasının ceııub ırgadlarmın durumunu hakikat gözü ve kardeşlik sevgisiyle incelemek için İgnazio Silo'nenun yukarıdaki izahla senbolik bir ifade taşıdığı anlaşılan Ekmek ve Şarap (l)ını okumak faydasız ol-mıyacaktır. Mamafi İgnazio Si" İane S. Ali’nin çevirdiği Fonta" mara’ın da (2) miisbet görüşlü, ve toplu bir çerçeve içinde yinfe Cenub italyasını anlatmıştı. Telie bir eser gibi çok güzel bir türkçe okuduğumuz Fontamara’da çok ince bir istihzanın hâdiseleri neş" terlediğini görmüş ve canlı tiplerin kucağında roman insanda şu soruyu uyandırmıştı:
«Türkiyenin Fontamara sın1 yazacak kalem, eserinin son tashihlerini yapmakla meşgul olsaydı artık.»
Neriman Hikmet’in Köyün Dulları, Reşad Enis'in Toprak Kokusu da Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u gibi - ayrı ayrı değerlerine ve güzelliklerine rağmen - Aııadoluyu istenilen mükemmeliyette ve genişlikte verememişti. Fontamara’yı okuyup bitirdikten sonra Silone' nun kudretine hayran kalmıştık* Ama Ekmek ve Şarap’ı okuyunca Fontamara da erkekleşen kalemin burada klişe ayinlerinde
yakılan ince balmtımları gibi yumuşadığını gördük ve üzüldük. Bununla beraber rahib kılığına bürünen sabık ihtilâlcinin (Pi-etro Spina - Don paolo Spada) durumu icabı esere hâkim olan mistisizmin loş havası insanı bıktırmadan Cristina’nın kurtlar tarafından parçalanmasına kadar götürüyor. Bu 351 sayfaya yer yer serpiştirilen cümlelerle yine «ev için vergi, bag için vergi, eşek için vergi, köpek için vergi, şarap için vergi» veren Ca-fonelerin durumunu anlıyor ve bir çok gerçekleri hatırlıyoruz:
«Hürriyet, hediye olarak alınan bir şey değildir.» ve «dünyanın en hür ülkesinde yaşaınlsa da, eğer insan ruhan tenbe', u-şakbğa alışık, miskin ve gevşek olursa, yine de hür olamaz; ve hiç bir zorbalık olmadığı halde yine de köle gibi yaşandır.» Onun için «hürriyeti kendine mal etmesini bilmek lâzımdır 5. 37» Sesini kaybeden bir meru' lekette “işçi sınıfı cesaretini kaybetmiş, kolu kanadı kırılmış, lâ-kaydleşmiş, devletleştirilmiş vc açlıktan imanı gevretilmiş bir halde olur. «Hatta açlık bile kırtasileştirilmiş» şekliyle karşıya çıkar ve devlet sadakasına hak kazandıran resmî açlık yanında insanı intihara sevk ettiren gayrı resmi açlık olanca azameti ile baş kaldırır. (S. 192) Bu etiketli ve başı bozuk açlıkların hüküm sürdüğü «propaganda ile idare olunan bir ülkede... tonlarca matbu kâğıt, rejimin sözlerini her yere yayar. Binlerce hoparlör, bedava dağıtılan yüzbinler-ce beyanname, bütün meydan ve
6
yol ağızlarındaki sürü sürü hatipler... hep bu sözleri tekrarlar, sersem edinciye kadar, kafalar işlemez oluncıya kadaı, hep, hep ayni sözleri tekrarlayıp dururlar’ Ama bütün bunlara rağmen tek bir insanın, küçücük bir insanın “hayır 1„ demesi, komşusunun kulağına bu “hayır,, fısıldaması veya herhangi bir duvarın üzerine yazması umumî nizamı derhal tehlikeye (!) sokar. S.253,, Zira “öz ve katıksız hakikatten daha kuvvetli bir şey yoktur. S. 311,, îşte bu hakikat uğruna yalanlara ve iftiralara «hayır 1» demek bir muhitin ruhunu yükseltmek için kâfidir. Ve bir şehir için «halkın içinde, işçi ve köylülerin arasında yaşıyan, onlardan bir an bile ayrılmıyan yüz tanecik delikanlı,, mühim bir kazanç olacaktır. Ki bunlar yeni bir insanlık düşüncesine sımSıkı bağlı olacaklar, her fırsatta ve her soru karşısında hakikatten başkasını söylemiyecekler, sadece hakikat için yaşıyacaklar, hiç bir şeye kanmıyacaklar, mal mülk sahibi olmıya çalışmıyacaklar, cinsî işlere düşkünlük göstermi-yecekler, yüzde yüz kardeşlik esasında anlaşmış bulunacaklardır. (S.312-313) Bu kazanç şunun için mühim olacaktır ki “şiddetli buhranların hüküm sürdüğü bir zamanda yaşanılmaktadır. Tanrılaştırılmış bir şefin diktatorası hüküm sürmektedir. İyiden iyiye köhneleşmiş ve çökmeğe yüz tutmuş olan bir klişe vardır, ki ancak sadaka ile ayakta durabilmeğe çalışmaktadır. Ücretli askerlerden meydana gelmiş olan ordunun bütün vazifesi zenginlere rahat bir hazım temin etmektir. Halk baştan başa bir esir yığınıdır. S.31/„ Bu esir yığınının yaşadığı diktatörlük ülkesinde hakikati söylemek, hakikatleri süslü şal örtüsünden sıyırıp çırılçıplak bırakmak esirlerin efendi, efendilerin falan babanın falân oğlu molarak alka-
larına yarıyacaktır. Ayakların baş olduğu ülkelerde ırgadların durumunu yine Ekmek ve Şarap’tan öğrenelim.
Her gün on dört saat çalı-lşırlar. İneklerden ve öküzlerden farksız bir yaşayışları vardır. Ancak soğan ekmek yiyebilirler. Bütün didişmeler bir parçacık toprak sahibi olabilmeleri içindir. Buna muvaffak olabilmek için de tam on yıl analarından emdikleri süt burunlarından gelir. Sonra bir orkan kopar, mahsul mahvolur arazi elden gider-Vergileri ödiyecek, yiyeceğe ve tohuma verecek on paraları kalmaz. Toprağı satmak yeniden işe başlamak zorundadırlar. Çünkü memlekette toprak ve sulama davası ha'ledilmemiştir. Köylüler doğumdan ölüme kadar toprağa esir olarak yaşamağa mahkûmdurlar. Hükümet lüks ve şatafat yüzünden köyün kalkındırılması davasını gerektiği şekilde ön plâna almamıştır. Bunun neticesi olarak adamcağızlar kendilerine yapabildikleri bir evin zelzele veya su baskını ile yıkıldığını görürler. Bu defa mahsule bel bağlarlar. Fakat bir fırtına bu ümidleriııi de mahveder. Hülâsa emniyet içinde yaşamağa bir türlü kavuşamazlar. S.102 Zira hükümet halk hükümeti değildir. Geniş kütlelerden türlü adlarla vergi aldığı halde, bütün masrafları mahdut bir züm-lenin zevki ve istirahatı için harcar. Hükümet vermeğe gelince eli kısadır. Almağa gelince uzun. Bu yüzden köylülerin gözüne de her kıravatlı bir memur, her memur bir parazittir. S.150.
İşte bu fena durum netices-memlekette tam manasiyle korku vardır. Erkekler parmakla sayılırlar. Kütle yalandan sersemlei miş ola-ak hareketsizleşir ve öln bir deniz gibi durgunlaşır. ‘ Kütle ancak realiteler karşısın daken. dine gelir. S. 225., Bu realiteler*
görecek göz, yayacak ağız, aydınlatacak gazete Mussolini ttal-yasmın ancak enperyalist harpler" Ie saltanatını bir müddet devam ettireceğini ve tarihin durdurulmaz akışına hiç bir Şef’in sed çekemı'yeceği için bir gün mutla, ka temelsiz ahşap bir saray gibj gelecek bir fırtına ile-yıktlacağını yayarlar. Ve yaymışlardır.
Bu roman hakkında bir fikir verebilmek için eserin konusunu -unvanlı münekkidler misillû -etrae hca anlatacak yerde Ekmek v-Şarap’tan sıralamam Fortamara’da ki bir hakikata inanmış ölmamdırı Bu hakikat henüz ekonomik hür. riyetlerine kavuşmamış bütün dünya köylülerinin birbirlerini anlayabilmeleri mümkün olduğu halde aynı memleketin şehirlisi ’le köylüsününi anlaşmamaları gerçeğidir. Bu yüzden İtalyan ırgatlarının durumunu aydınlatan yazarın cümlelerin okurken Türk köylüsüne aid, hatta türk sosya bünyesine ait realiteler i hatırlatl mamak elde değildir.
Gerçekleri yüzünden değer ve. rebildiğimiz taraflarına rağmen Ignazio Silone’un bu romanla okuduğumuz ilk eserinden bir kaç adım geriye gittiğini kabu^ etmek lâzımdır. Namuslu bir ya. zarının-nasıl yıkıldığını bütün te-feıruatile bu harp sonlarına doğru öğrenmiş bulunduğumuz - Fa-5>st Italyanın yeraltı faaliyetinden ve sosyal cihazındaki aksaklıklardan başarı sağlıyaca’k bir roman çıkarması pek mümkünken, -bize göre- bu eser bayat ekmek . gibi az lezzedirvei taze şarap gibi az tesirlitl .
Don Paolp başta olmak üze. re tipler canlandırılmamış, hâ dişeler aydınlatılamamıştır. Buna rağmen eserde Roccali bir üniversitelinin. ihtilalci gruplarda bulunup tevkif edildikten sonra hakarate dayanamaması yüzünden
Devamı 16 cı sahifada
7
Eğitim Alanında Rivayet Edilen Değişiklik Münasebetile Eğitimden en Büyük Ha!a
Uzun zaman Amerikan terbiyecisi Jonh Devvey’in terbiye sistemini tatbik etmekte olduğumuz söylenmiştir. Yerimizin darlığı dolayisle Dewey’in nazari-yelerini izaha girmeyeceğiz. Onu bir «malûm» olarak kabul edecek, öylece konuşacağız.
(Çocuğu) içinde bulunduğu cemiyete her bakımdan intibak edebilecek şekilde yetiştirmek icabettiği telâkkisini Dewey, kendi fikir hayatında meydana gelen büyük değişmeden sonra halâ muhafaza ediyor ınu, bilmiyorum. Sosyal tekâmüllerini ikmal etmemiş bir dünyada yukarıki anlayışa dayanan bir pedagoji sisteminin son derece zararlı olduğu muhakkaktır. Bu esasa dayanan bir pedagoji çocuklara daha iyi, daha ileri bir cemiyet ideali telkin etmez. Onları tekâ-mülcü ve inkılâpçı olarak değil mevcutla iktifa eden muhafaza. kâr mahlûklar olarak yetiştirir. Dewey’in terbiye sistemi insanın insan tarafından istismarına imkân bırrkmamış bir cemiyet için ne kadar yerinde ise, istismarı geniş mikyasta devam ettiren kendi cemiyetine benzer cemiyetler için de o kadar zararlıdır. Sosyal tekâmülün istismara imkân bırakmayan safhasından sonra bu safhanın arkasından daha tam bir adalet devresinin gelmedi zarureti düşünülürse, Dewey-ci telâkki Sosyalist cemiyet için bile tam değildir.
Cemiyete intibak etmek bir gaye olarak değil bir vasıta olarak, daha iyi bir cemiyeti yaratmak üzere eskisini iyice kavramış bulunmak anlamında kabul edilmelidir.
Hakların kurtuluşlarına ulaşmadıkları yerlerde böyle bir terbiye prensibi hâk’rn sınıfa hizmet eder. «Intibakçı terbiye» diyebileceğimiz bu sistemin karşısına biz «İnkilâpçı te biye» sistemini çıkarabiliriz. İnkilâpçı terbiye bir burjuya nizamı içinde resmî sistem olatak ortaya konaınasa bile onun en çok iş görebileceği nizam da budur.
Cumhuriyetin ilânından beri maarif sahasında namütenahi proğram ve usul dalgalanmaları içinde kendimizi kaybetmiş vaziyetteyiz. Bu hal cemiyetimizde uzun zaman devam eden şark-garp istikrarsızlık ve telifçiliğinden doğmuş sosyal yaprya tama-tnile uygun bulunur. Bu kararsız ve sallantı halindeki Sosyal düzene “Intibakçı terbiye» yi tatbike kalkmak, yani çocuklarımıza ideal cemiyet düzeni olarak bu telifçi hali teklif etmek korkunç hataların en büyüğüdür. Biz bir taraftan inkilâplar yaparken öte taraftan da intibakçı terbiye sistemini kabul ediyor, «modern pedagojik metot budur« diye şuursuz bir garp hayranlığının etkisi altında bulunuyorduk: Bütün sahalarda inkilâpçıhk, fakat eğitimde intibakçılık!.. Taklit sahasını aşamayan, ve bir özentide baret lan bu 25 senelik devrede maarifimizin yapıcı ve yaratıcı olamayışının başlıca sebebi gençliği inkılâpçılıktan tamamen mahrum brakmak, inkilâpçıhğı terbiye, sistemimize sokmamak gafletinden geliyor. «Halkçılık4 iddilarına rağmen, partiuin ve devletinin servet içinde yüzmesine karşılık nasıl halk açlık-
sıkıntı ve hastalıktan kıvranıyor-sa, inkilâpçıhk iddia'arına rağmen de maarifimiz irtica, hareketsizlik ve yerinde sayma içinde çabalayıp duruyor, köklü bir prensip değiştirmesi yaparak in-tibakçı terbiyenin statik ve “bir mahdut zümrenin menfaatlerini haleldar edilmekten kurtarmak,, hedefini güden bünyesini ortadan kaldırmadıkça daha uzun zaman vekillerin parlak ve boş nutuklarını alkışlamakla vakit geçireceğiz. Mütekebbir ve cakalı,, Haşan Âli’nin köy enstitü ,'eri başarısı Yeni Türkiycnin eğitim tarihinde ilk hakikî inkılâpçı harekettir. Son günlerde bu enstitülerin baltalanacağı hakkında kulağımıza gelen rivayetleri, - harp içinde karaborsa ile semiren burjuvazinin memlekete hakim olması karşısında, - yalan saymak doğru olmasa gerektir.
Şuursuz ve cahilce bir davranışla, inkılâplar yaptığım söyleyen bu memlekete intibakçı terbiye sisteminin zehrini dağıtmış ve onu körüklemiş olan lar eğitimimizin 25 senelik yürekler acısı halinden, halkımızın % 73. 6 nisbetinin cehaletinden mesuldurlar. Inkilâp ancak parti etrafında toplanan zümreyi ihya etmeğe yaramış, halk için takip edilmesi icabeden yol asla tutulmamıştır. Bu zümre, memleketi diktatörlükle idare ederek iyice kuvvetlenince burjuvalaşmış ve artık silâhlı hakimiyetin yerine ekonomik hakimiyeti ikame ederek burjuva diktatörlüğünden (faşizmden) burjuva demokrasisine doğru yol almağa başlamıştır. Demokrat Parti kuvvetlenen
Devamı 16’ncı sayfadan,
8
HİNDİSTAN
Gene Budanın
kaşları çatık, suratı asık.
Ağzından alev,
Burundeliklerinden, duman fışkırıyor, Gandi eğilmiş,
Hindular yerlere serilmiş
Herkes hıçkırıyor ,
Ve herkes birbirine soruyor?
Ne var ?
Ne olmuş ?
Esrar perdesi,
Kara bir haber kapladı, Kalkütanın üstünü.
Oluk kadar dar.
Sokaklardan,
meydanlara, sel gibi İnsan akıyor.
Hıncahınç doldu heryer.
insanlar birbirine hain hain bakıyor.
Gençleri tahrik için ihtiyarlar saçlarını yoldu,
Gençlerin bağrı doldu,
Esti baş döndürücü bir rüzgâr.
Vay anam vay ! I !
Birdenbire,
Birbirine girdi kalabalık.
Kovandan boşanmış arı gibi,
Oğuldayor,
vııılayor, sesler havada.
Boğuşuyorlar, boğalar gibi,
Şalgam k.aparır gibi koparıyorlar,
Birbirlerinin kellelerini.
Neden ?
Niçin ?
Mabette öküz kesildiği için.
Budanın önünde,
gizli maksatla öküzü boğazlayan, Paryalar değil, Mabette ağlama Gandi
Asıl bu sözün önünde eğil
Ey toprak benizli Hind delikanlıları!
Sizi birbirinize düşürüp,
Ölülerinizi sokaklardan devşirip Mukaddes,
Ganj nehrini,
akan kanlarınızla boyamak sizi oyalamak için, Emperyalizmin kurduğu tuzaktır.
Ne Gandinih pısırık vazları
ne, Taguranın afyonlu sözleri size bir şey, veremez.
Cılız peygamber,
Hakikattan çok uzaktır-
Kanlı kardeş kavgalarının karşısında,
Uyuşuk,
buruşuk,
suratile,
Hurma ağacının dibinde kendinden geçip, Keçi sütü içmektedir.
Arada sırada haı maniyesine bürünüp, Koltuğunda süt şişesi,
Yuvarlak masa b şında görünüp, Hindistan namına konuşur-Der ki
«Biz el kaldırmayız efendilerimize.
Bize bir gün gelecek acıyacaklar
ve hak tanıyacaklardır.*
Ey gözleri gibi sözleri dc miyop Gandi ! Memleketini tavuk yolar gibi yoldurduğun Keselerini' doldurtuğun,
lortlar bile, Bakıp bakıp acaipliğine senin,
Kıs kıs gülüyorlar.
Ama sen !
süt sarhoşu, Hindilerin en kafası boşu, Bunu görecek durumda değilsin, Bırak,
bırak artık, Memleketi için boğuşan, İstiklâl için döğüşen
kitleleri,
Yarın, l
Seni torunların,
Sat ı|mış bir budala,
Bir ahmak,
diye anacak,
Ve lanetle damga lıyacak.
M. BÖRKLÜCE.
i
Emekçi Münevver Sözüyle Emperyalizm
va sürükliyecek’şartları hazırlar: kutup sınıflar arasında kalan halkın kahir hir ekseriyetinin prole terya safına geçmesini temin eder ve böylece emperyalizm, mezarını kendi eliyle kazmış olur.
11 — Bizzat emperyalistler arasındaki tezat. Zira, bir emper yalist memleket kuvvetlendikçe istihsali artacak, ham maddelere ihtiyaç bununla mütenasip olarak çoğalacak ve eski pazarlar kifayet etmemeye başlıyacaktır. Diğer emperyalistler de aynı ihtiyaçla çırpınacağından, aralarında bir çatışma hasıl olacak; pazar yerleri ve ham madde kaynakları demek olan müstemlekelere malikiyet için harp zaruri-" leşecektir. Netice emperyalist kuvvetlerden birinin galebesile tahakkuk edince, üçüncü tezat kaçınılmaz bir şekilde belirecektir.
3 — Kuvvetli olan emperya-ist devletle, sermayesini ham madde kaynaklarına doğru soktuğu geri memleketler, müstemleke veya yarı-müstemlekeler arasındaki tezat. Bu da, bu memleketler proletaryasının diktator-ya tesisi işini kolaylaştırır ve çabuklaştırır.
Her üç halde de burjuvazinin sukutuna mukabil proletaryanın suduıu mutlak bir şekilde-ilerlemektedir. Bu arada Türkiye’nin durumu ise şudur:
İçine girilmekte bulunulan demokrasi havası, liberalizm ve do-layısile kapitalizmin inkişafın a temel teşkil eder. Bu tekâmül vetiresi üzerinde birinci tezat kendi kendine belirecek kutup sınıfların arası gittikçe açılacaktır. Emperyalistler gelişmemize müsaade (?) ettikleri takdirde ikinci ve üçüncü tezatların şümulüne girebileceğimiz gibi, aksi takdir
Emekçi halk kitlesinin, istismardan kurtulmak için burjuvaziye karşı giriştiği mücadele, emperyalizm tezadlannın en çok keskinleştiği devrede şiddetli halini alır ve emekçiler, bu kavgaya, organize olarak kuvvetli bir şekilde iştirak etmişlerse, sınıf mücadelesi, proletaryanın, eski hakim sınıf üzerine dikta-torasını tesis ile neticelenir. Artık ehram tersine dönmüştür ; tepesinde bulunanlar, tabanda-k ilerin şiddetli tazyiki altında erimeğe, kaybolmağa mahkûmdurlar. Eski ezilen sınıfın, şimdi ezen sınıf olması devri, mark-sizm dilinde proletarya diktatörlüğü adını alır ki, ker millet ayrı ayrı bu merhaleye geldikten sonra, bu son devlet şekli, tedricen zayıflamağa, kendi kendini yok etmeğe başlayacak, nihayet, hakiki sınıfsız cemiyet şekline bütün dünya milletleri ile birlikte girilecektir.
Ha’ihazırda bu diktatörlük devrinde bulunan Sovyetler ve ikinci cihan harbinm verdiği fırsatlarla bu devreye yaklaşan bazı ufak devletler hariç bırakılacak olursa, içinde bulunduğumuz çağ, can çekişen kapitalizmin son merhalesi, yani emperyalizm çağıdır. Derebeylikten kapitalizme geçerken atılmış olan sosyalist sosyetenin tohumları, bu son merhalede çatlamış olacağından, cemiyet, yeni doğacak olan günün doğum sancılariylc kıvranır, müthiş bir tezatlar hengâmesiyle alt - üst olur, Bu tezatları kısaca üç kategoride mütalâa edebiliriz.
I—-iş. yani ploretarya ile, sermaye, yani: kapitalist sınıf arasındaki tezad. Bu, şundan ileri gelir ki, kapitalizmin inkişaf ettiği nisbette kendisini, mah
de de, yine son tezadın*ifade ettiği veçhile, proletarya mecburen kuvvetlenecektir: İçtimaî ı'nkilâp-kaçınılmaz olacaktır. Fakat her şey kendiliğinden o’acak deyip, eli kolu bağlayıp oturmalı mıdır? Hayır, Gökten necat bekleyen kendiliğinden gelme nazariyesi-uin opportunist zihniyeti allâme lerine vereceğimiz cevap budur. Biz demek istiyoruz ki, emperya, lizm konağına vardıktan sonra proleryanın zaferi zaten muhakkaktır: şu da muhakkak ki, bu zafer cemiyet, tekâmülünün her hangi bir noktasında da elde edilebilir: tabiî bazı şartlarla ..
Emperya'ist tezatların zaruri neticelerinden Türkiye, daimî surette müteessir plınaktad’r. Bu Ingiliz ve Amerikan emperyalizmini, evvelâ doğrudan doğruya ve sonra dolayısıyle olan nüfuz şekliyle tanımak kolaydır. Meselâ, Türkiyeyi iyi bir pazar yeri haline getirmeğe uğraştıkları, A-merikadan ge’en eski elbiselerden de anlaşılabilir. Petrol imtiyazı istemek, muhtelif fabrikalar kurmak için ecnebi şirketlerin müracaatları, v. s... sermayenin nüfuz hareketini en açık bir şekilde gösterir. Fakat, durumu daha iyi an'atntş olmak için, yarını asır evveline şöyle bir bakmak kâfidir.
Kapitalizm o derece gelişmişti ki' temerküz etmekte bulunan sermaye, gerek Avrupa ve gerek Amerikada- tamamile inhisarcılık karakterlerini arzeden tröst ve kartellerin doğmasına sebep olmuştu. Fazla istihsalin inkişafından hasıl olan emtiayı satmak için tröstler, dünya pazarlarım aralarında taksime kalkmışlar ve bunun neticesinde zahirî, sebeplerle maskele-
10
nen 1914 emperyalist harbi olmuştu.
Tarihin bu ve buna yakın devrelerinde emperyalizm, eski dünya denilen kıtalardaki geri memleketlere banka sermayesini sokmak için her türlü vasıtadan istifade etmiş, buraları birer müstemleke veya yarı-müstemleke haline Sokmuştur. Çin, Iran, Os-nıanlı İmparatorluğu, v. s... gibi.
I9OO tarihine yakın olan senelerde emperyalizm devri başlamıştı ki, bu sıralarda Osmanlı İmp.nun iske'eti, düyunu umumiye ve reji müesseseleriniıı tazyiki altında kırılırken, bir yandan da, birdenbire, İngiliz, Fransız. Belçika, Alman ve Amerika bankaları, bir leşe konan kargalar gibi üzerine atılmışlar, inhisarcı rollerini emperyalist karakterlerine has bir şekilde oynayarak, «hasta adamdın- kuruyan damarlarındaki son damla kam da emmeye muvaffak olmuşlardır.
Bu izahat, şimdiki iktisadi ııüfuz hareketinin menşe’ini de göstermesi ilibarile dikkati caliptir. Biz, bu kadar vuzuhla görünen emperyalizmin doğrudan doğruya olan saldırışını daha vazıh kılmaktan üzüntü duyuyoruz. Gelelim emperyalizmin sinsi faaliyetlerine;
İngiliz ve Amerikan emperyalizminin saman altından su yürütmesini hiç umursamadık ; ondan gelecek tehlikeleri düşünmedik; alt-yapmm uğradığı tali avviilâtm üst-yapıya tesir edeceğine inanmadık. Fakat ne oldu Hariçten veya kendi bünyemizden gelen her İktisadî darbe, ekonomik hayatımızda muazzam krizlere yol açarken, buna bağlı olarak, fikriyatımızda, sanatımızda, ahlâkımızda anarşiler yarattı. Bunlar üzerinde uzun uzadıya duracak değiliz ; yalnızca sinsi emperyalist propagandanın nevilerinden kısaca bahsedelim ;
Radyo la belli saatlerinde, hem ajans haberlerindeki yalanları, hem de, çaldığı plâklarla, sayılı kapitalistlerinin müdafiliğini yapmaktadır. Üste' lik Mısır ıadyosile müzik hususunda ağız birliği yapmış gibidir. Acaba Mısır radyosunun Ingiltere için önemi nedir ? Bu nokta üzerinde durulabilir:
Mısır radyosu, birıbir alemin sesini duyurmakta hüner sahibidir. Kur’anla, ezanla, büyük camilerinin vecidle dolu havasını, mefhum cennetin eşiğinden atlamak için, dünya cehenneminin ateşi le kavrulmağa razı olan zavallılara duyurmakla, halk kitlelerini, her türlü reel düşünceden mahrum ederek mistik bir ale' m in batağına sürükler. Ezilen insan'ara yeryüzü nimetlerini hor görmeyi öğretirken göbeği ve kesesi şişkin bir avuç tufeyliler güruhunda da, refah ve şehvet a’eminîn kapıların açar. Aç analar, aç yavrular, ezilen midelerini oğuştururken, şeref sahibi erkânın karılarını, bu rer satılık mal olarak etlerinin zevkini tatmine sevkedeılcr. Bu İlahî ve şeytani radyonun sırrına vakıf olmak sahiden kolay değildir. Nasıl kolay olsun ki. o radyo, hâlâ insanlara saltanatın arabasını çekmeleri için fetva vermektedir ; dünya müslüman-larına yol göstermektedir.
Mısır, Ingiliz imparatorluğu safındadır ; Amerikan ve İngiliz menfaatları işe, dünyada iki emperyalist millet olarak kendileri kalıncaya kadar müşterektir. Zira, Mısır radyosunun alaturka müziği ile Amerikan cazı son tahlilde, ayni neticeye ulaşırlar : biri sükûtü, diğeri hareketi bir tesir icra ettiği halde, kitleleri düşüncesizliğe sevketmek, kendine taallûk eden mes’elelere karşı alâkasını sıfıra indirmek gibi bir tek gayede birleşirler. Sanat bîr propaganda vasıtası olduğu için,
alaturka ve alafranga müzikler de, şark ve garb burjuvazisinin şarkın ipi Iııgilterenin elinde olduğuna göre - hemen hemen, İngiliz ve Amerikan emperyalizminin sinsi faaliyet silâhlarıdır. Kendi vatanlarında bile bu müzikler burjuvaziye aittir ; halkın değildir. Zira biri milli diğeri enternasyonal is t bir ihtirasın vasi tasıdr. Tehlikesi, bir zihniyet aşılamasındadır. Bu zihniyeti, a’afrangada ise, kapitalizm, yine tevekkül, yine irtica ve anti-re-volisyoner zihniyetidir. Her ikisi de hakim sınıfların menfaatini koruyan, halk kitlelerinin afyonu mahiyetindeki zihniyeti empoze etmek azmindedirldr.
Sinema ise ayrı bir davadır. Memleketimizde oynanan filimle-riıı ekserisi Amerikan caz müziğinin propagandasını yapmasından dolayı tehlikesi gösterildi. Diğer tehlikesi ise, Amerikan şirketlerinin, yerli şirketlerin iflâsını intaç edecek şekilde filim piyasasını inhisarı altına almasıdır. Bütün dünyada vaziyet bu merkezde.tir.
En mühim propagandalardan biri de matbuattır. Bunu tafsile ihtiyaç hissetmiyoruz. Her üçünün de, dediğimiz gibi, fikriyatımızda, san’at ve ahlâkımızda uyandırdığı anarşiler pek aşikârdır. Biz, sadece, bir inkilâpçı münevver gözüyle, dünya emperyalizminin ve onun aleti olan memleketlerin açık ve sinsi nüfuz şekillerini halkımıza göstermek, bu nevi saldırganlıklara niçin karşı koymak zarurî ^olduğunu göstermek istedik.Bu menfî propa-ganda’ara kapdmıyarak, biran ev vel kendine inanmasını, kendisini istismardan kurtaracak yegân-kuvvetin yine kendisi olduğunu idrak etmesini istedik.
F. HİKMET,
11
SENDİKALARIN KURULUŞU MÜNASEBETLE
Yalnız ve yalnız, çıplak menfaatlerini, tatmin edebilmek için onu, çeşit çeşit nazarİye’erle, bezeyerek* bütün dünyayı ate.e veren, faşist ejderi, çelikten örülmüş, kaleleri içinde, imha edil-dilten sonra, bu memlekette, bu mabedin, çığırtkanlığını yapan, öömezler, bu uydurma mezhep-den yüz çevirip zoraki, bir demokrasi havasını çalmağa başla" dılar. Harbin, yarattığı sefalet, rezalet, bir kelime ile bütün zorluklar* omuzlarına yüklenen geniş halk kitlelerinin gösterdikleri kuvvet ve kudret yüzünden esmeye başlayan harriyet ve dem-rasi havası, bütün dünyaya yayılırken Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyet devrine intikal ettirilmiş derebeylik aşılı, köhne ve ardına kadar sımsıkı dayaktı bir kapının, deliklerinden, ve yarıklarından sınmaya başladı, Ser nelerden beri hürriyetsizlikten bo ğulmağa yüz tutan geniş halk kütleleri, az da olsa sızan bu havayı teneftüse başlayınca, gözleri açıldı ve yavaş yavaş kımıldanmaya başladı. Memleket dahilinde şahidi olduğumuz hareketler istikbale doğru atılmağa başlanmış ilk adımdır. Biz, bu
durumun içinde asıl konumuza geçelim. Uzun yıllardan beri hak ve hukuk aramak nasıl olur bilmeyen sessiz sedasız, nederlerse boyun eymeye alıştırılmış, geniş halk kütleleri bu uyuşuk vaziyetten kurtulmak için çabalamağa başlamıştır. Bu teşebbüslerden göze çarpanı, birbiri ardı sıra teşekkül eden sendikalardır. Meselâ “deniz işçileri,, sendikası, «dokumacılar» sendikası, “tekel işçileri» sendikası, “tramvay, elektrik işçileri» sendikası «şoförler* sendikası tütüncüler sendikası, bunların nizamnameleri tetkik edi-
lecek olursa, görülecektir ki, Av-rupada uzun yılların mücadelesi içinde elde edilen tecrübeli sendika hareketlerinin iyiden iyiye tetkikile ayarlanmış ve çok güzel tanzim edilmiştir. Bu normal yol üzerinde yürünürken, sağdan soldan bazı aksak ve sakat çıkışlarda göze batmaktadır. Meselâ : Türkiye işçiler derneği ve diğer taraftan «sendika'ar federasyonu* unvanlarını taşıyan ik-teşekküliin daha belirdiğini işitiyoruz. Aksak ve sakat dedik. Çünkü, bu teşekküller tepeden inme despot bir zihniyet taşımakta ve bu suretle de, demokrasi p-rensibine aykırı bir yol tutmaktadır. Nasıl ki, örümceğin sineklerin haberi olmadan ağını kurup on’arı tuzağa düşürdüğü gibi, bu teşekkülleri tepeden inme kurup örümcek gibi iç'ne sinerek sinek avlar gibi sendika avlamak, nıo dern sendika kuruluş sistemile taban tabana zıttır. Demokratik-bir çerçeve içinde «evolüsyonu-nu »tekâmülünü yapan, yani evvelâ bütün istihsal mintaka’arında iş seyri üzerine toplanan insanların sendikalarını kurup her sendikanın içinden seçeceği murahhas diğer sendika’arın, se-
çecekleri murahhaslarla birleşe-rek aktcdilecek bir konğrede merkeziyetçi bir federasyonun tahakkuk ettirilmesidir, bu suretle de en demokratik en hakkaniyet üzerine meydana getirilmiş otoriter bir organizasyon olur, işte: Bu teşekküldür ki, hakkıyla kil leyi temsil salâhiyetini taşıyabilir.
Çünkü, bu heyeti kitle yukarı da sakat ve aksak diye anlat-dığımız teşekküllerin aksine aşağıdan yukarıya, kendi içinden ayırdığı inanarak, severek seçti-
ği elemanlardan meydana getir m iş olur.
Bu gün dünya çapında roj oynayan ve miktarı yetmiş milyona varan demokrasi mücahidi merkeziyetçi federasyon bu demokratik sistemin mahsulüdür. Büyük memleketleri yan tarafa bırakalım. Fakat etrafımızdaki küçük memleketlere bir göz gezdirelim. Gene hepsi bir tarafa uzağa gitmiyelim. Burnumuzun dibinde komşumuz olan İrak, Suriye Lübnandan ibret dersi ala hnı. Kendi memleketlerinde her türlü hak ve hııkuk’arını müdafaa edebilecek, sendika teşekküllerine malik oldukları gibi, dünya çapında hürriyet ve demokrasi mücade’esi yapan dünya sen” dikalar federasyonuna girmiş bulunuyorlar. Bizim için yüz kr zartacak bu durum geniş halk kütlelerinin akılllarını başına toplayıp azami gayret göstermesi ve silkinınesile ortadan kalkar, Hürriyet ve demokrasiyi önleyen bu ardına kadar dayaktı, köhne derebeylik artığı kapıyı ardına kadar açmak, ancak bu suretle olabilir.
Mustafa BÖRKLÜCE.
Düşünce
Eğer bütün intanlar daha rahat yaşasa- lardı
Sulh içinde bir dünyada
İnsan şarkı söylerken
Denize bakarken
Kimbilir ne kadar düşün cesiz olacaktı
Sabahattin KUDRET
12
Türkiye Deniz İşçileri Sendikasının Açılış Münasebetile
25, Ağustos 1946, Türkiye tarihinde yeni bir yaprağın açiiacağı gündür. Bu tarihi olay memleket bünyesinde olduğu kadar Dünya göğsünde dahi Arşı ulusa! bir kıymet ifade etmiş sayılır.
Beşiktaş Gürel Sinema bahçesinin süslü dekoru içinde bu günün şumulunu alkışlayan kalabalık işçi ve halk kitlesinin önünde konuşan işçinin sesi somalarda ve geniş ufaklarda, bu güne kabar mahrum kaldığı barlığın boşluğunu bu günde, duyduğu zevkin heyeca-nile son derece mesuttur.
Mesuttur. Çünki varlığını ilân otmiş sesinin yükselişini kendisi gibi insanlığın da artık işitmiş olduğunu parlak gözleriyle kabaran göğsüyle çok yakından seyretmiştir.
Mesuttur, Ve övünmede haklıdır' Çünki, artık, imal edip istihsal ettiği her şeyin hiç olmazsa Müstehliki safına girebilme çığırını açmıştı.r
Meselâ, zirveleri bulutlarla öpüşmek için dudak uzatmış Asan, sörlü binalarda oturmak için deği) yağmurdan, kardan ve doludan saklanacak bir köşeciğe bir odacığa ihtiyacı olduğunu, inliyen sesiyle değil yücelen sesiyle anlatacak hale gelmiştir.
İnsanca yaşamağa hakkı olduğunu eserilede gösterecek şuuru işçi kendinde bulduğunu bugün söylemekten çekinmiyecektir.
İşçi diyor ki :
Artık, adama ış zihniyetiyle değil işe adam düşüncesiyle çalışalım yani, (Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.
Şahsın görünür Rûtbei Aklı eserinden)
Bu beyitin ihtiva ettiği mana üzerinde durursak, çok büyük bir hakikati görmüş oluruz. Hakikaten her şahsın bütün benliği ve zekâsı; iş kudreti, meydana getirdiği eserde görülür. Yoksa masa başında, şurde burda verilen söz, savurulan kuru vaatiar. O kimsenin eseri sayılamaz. Aaknc ee-is görülür, takdir edilirse
kişi iş adamıdır; ve muhakkak iş başına gelmelidir! İşte işçi oğlu bu gün başlı başına her branşta Rut-bei Aklını gösteriyor ve ayinesi İştir kişinin sözünü müdrik ve eserler veriyor... Binaenaleyh işten, atılmak kovulmak yahut işe adam' yerine, adama iş usulune boyun eğmek İstemiyoruz diyor. Biz vatanımızı kuvvetli pazılarımızın üstünde milletimizi temiz kalplerimizde yüksekten kahramanlarız.
Vatan davasında, varlığımızla olan ihtiyaç duyulmadıkça yurdun refahı halkın saadeti temin edilmemiş olur.
Çünki: yaratıcı yapıcı kollâr işçi saflarında nöbetçidir. Nöbetçisini dikmeyi beslemeyi unutan, her milletin vatan hudutları emin çerçevelenmiş sayılamaz
Memleketimiz bünyesine uygun demokrasi gelişmesine inanmış olarak yürüyor.
Bu yolculuğun, M illet h esabına hiç şüphe yok büyük menfaatler ekayddecegine inanıyoruz.
Bu ahkâmdan olup kurulmuş ve mezkur tarihte açılışı ilân edilmiş T. D. i. sendikası gayelerinin tahakkukunda fyılrnad an yorulmadan çahşacaktıfır. Çünki bu müessese çalışan kolların çalışkan kolları elinde idare edilmektedir. Tür-kiyemizde ilk adımını attığımız ve tarihi mesuliyetini müdrik bulunduğumuz bu mukaddes yuvanın yaşaması Deniz işçilerinin D eniz Sendikasında Tekel işçilerinin' inşoat işçilerinin inşaat mensucat ş ç i efr i n i n d e ve nihayet her istihsal bölgesinde çalışan işçi kardeşlerde kendi sendikalarının birer bina taşı halinde yükselmesi çin yayılıp bu binayı kökleştirip yıkılmaz heybetile muazzam bîr hale getirmelidir.
— işçi kardeş. Sendikanın, açılışı bahtının kara yazısınabir istifham mdır?
— Aldığın cevap : artık bahtın açılmıştır, bu yolda yürümesini bil çalış istikbal bol ışıklı, Ve ümit dolu varlığiyle seni bekliyor.
RÜZGÂRLARIM
KONUŞUYOR
I
Hora tepem sıra dağlar
Omuz omuza.
Toprak değil, taş değil Yüreğimden kopmuştur.

Bir dert halinde nehir
Boşalıyor denize,
Nehir uoğil, deniz değil
Alım teri, gözyaşı.
II
Şimdi doğdum
Ne ağlarsı n a çocuk ?
Milyonların konuştuğu
Bir şehre doğdum.
Kardeşliği, sevgiyi
Yağmur boyu,.arzu boyu Yaşayanlar şehrine.

Bu şehrin insanları
Yedi dağda oturur,
Yedi dağın arasından su geçer Bulut uçar kuş uçar
Yedi dağın yüreğinde ateş var.

Yedi dağın rüzgârı
Yağmur boyu, arzu boyu
Ekmek ekmek çocuk kokar.

Şimdi doğdum
Ne ağlarsın a çocuk ?
Cahit Saffet İRGAT'
13
HİKÂYE
n- .—m ı ı.«.mır- it.
I UÇ ARKADAŞ |
22 ci sayıdan devam
— Hem patron amele işine karışmaz.. Dedi. Onun vazifesi otomobiline binip gelmek, sonra gene otmobiline binip evine dönmek... İşte bu...
Yusuf birdenbire dünkü otomobili, arkadaşlarına ‘‘vali’ydi Iıa!” ^dediğini hatırladı. Arkadaşları da ayni şeyi hâtırlamış-lardı. Birbirini anlıyan bakışlar-lârla baktılar.
Saat sekize doğru çayhaneden çıktılar. -Sabaha karşı yağan yağmurda ıslanan etraf cam gibi parlıyor, sağdaki amele mahallesinin ıslak tahtaları kızgın güneşte tutuyordu.
Yusuf başını güneşe kaldırdı, genzi gıcıklandı, üstüste hapşırdıktan sonra :
— Siz burda bekleyîn! Dedi. Tevekkeltii taalâllah.. Ben to-m afilin önüne çıhacam, iepeliye-cek deel a.. Yavralacam hemşire-
me..
Torbaları omuzlarında. ıslak parkelere kaba kaba basarak, yukarı, aşağı dolaştılar. Az sonra otomobil, dün göründüğü köşeden gene çıkıverdi.
Yusuf :
— Aha, diye ileri alılıp bekledi.
Fabrika kapıcısı’ysa, dünkü gibi derlenip toplandı, açık düğmeleri olup olmadığını yokladı ve hazır ol’a geçti..
Otomobil hızla geliyordu. Bir ara yavaşladı.. Fabrika kapısına on metre kala Yusuf otomobil’in önüne atılıp kollarını havaya kaldırdı. O.omobil derhal durdu, şoför yere atladı, Yusufu tokat-lıyacaktı ki, patron - aplak beyaz yüzünde kıl kıl damarların gözüktüğü, kocaman göbekli bi-ri-şoför’e seslendi. Şoför, Yusuf’u dövmekten vazgeçti, lâkin he
men yetişmiş olan Arnavut ak-pıcı‘_ Yusuf'u hışımla itti. Yusuf yere diz verip kalktı, patron’a koştu, o’nun yandan düğmeli glâse potinlerine atıldı, patronun çekmesine vakit kalmadan, pırıl pırıl ayakları öptü.'
Şu hareket’e patronun canı sıkılmıştı. Ayak öptürmek şöyle dursun, elini öptürmekten bile kaçınır, bunu “cenâbıallâh’a karşı” bir büyüklük {sayardı. Hele böyle, etraflarını alıvermiş .olan işli işsiz bir sürü insanın önünde ayağının öpülmeşi, canım sıktı...
—■ Ne istiyor 1ar? diye sordu.
Yusuf hoşatıdı :
— Seni deyi geldik ağam,. Bizi zâtinizin huzuruna salıvîr-mediler.. Seni hemşerirniz didik koğuverdiler...
Yusuf’un konuşnşundan patron. hemşeri köylülerden olduğunu anlamıştı..
Kısa kesti :
— Eee .. Ne istiyön 'benden domuz? Diye gülümsiyerek şaka etti.
Yusuf demindenberi ortalarda görünmeyen köse Hasan’la pehlivan Ali’yi arandı. Onlar, birbirlerine sokulmuş, uzaktan bakıyorlardı.
— Lan gelsânenize.. Diye seslendi, ne diğeliyomuz orda iç yağ gibi donuk donuk...
Hasan’la Ali hareket e geld* ler. Yusuf :
— İşte ağ'am, dedi, üç gi-şiydik-. Allah ömürler versin, bize inayetinde bi rnazife virsen de diyecedim... Seyanda.*
Patron, otomobilin az ilerisinde, elleri önünde bağlı, dikilen ve şu “ lobut„lara dehşetle sinirlenen koca bıyıklı kapıcıya eliyle “gel,, işaretini yapmağa
Yazan : ORHAN KEMAL kalmadı, beriki, havadan atıanl bir kemiği kapmağa koşan bir köpek iştihâsiyle fırladı, patronun önünde selâm verip durdu.
“Ağa,, talimatını kısaca verdi:
— Çırçır’iarın ırgat başısıria çağırırsın, göre dürsün bu adamları, bahar, işine yararsa iş verir.. Hadi...
Fabrika kapısına yürüdü.
Verilen izahattan pek de bir şey anlamıyan üç arkadaş, “ağa’ nın ardından kaygılı bakıyorlardı ki, Arnavut kakıcı :
—- Abe gelin! Dedi.
Gittiler.
— Gelin arkamdan..
Kulübesine, dâhili telefona yürürken berikiler de peşince hâlâ şaşkın, bakmıyorlardı.
Kapıcı alışkın parmaklarla dahili telefonunun numaralarını çevirdi, aradığı yeri sür’atle buldu. Karşısına adama «ırğat ba-şıyı acele» göndermesini söyleyip mikrkfonu yerine bıraktı.
— Şine gelecek ırgat başı. Dedi. Bekleyin biraz... Durmayın burda, çıkın dışarı, şurda, ha şöyle...
İrgat başı geldi; Daı acık omuzları, upuzun boyu’yla bir maşa’yı hatırlatıyordu. Kapıcıya sordu:
— Çağartmışsın beni?
Kapıcıya gayet ciddi :
— A e gelin, diye üç kişiyi çağırdı, sonra ırgat başıya döndü; ağanın emri : bakacaksın, yararlarsa işe vereceksin iş bunlara!
Ve kulübesine geçti.
Irgat başı üç kişiyi şöyle bir gözden geç T dikten sonra : .,
— Gelin arkamdan! Dedi.
İrgat başı önde, kulaksızların Yusuf ikj adım geride, daha geride de Hasan’la Ali. örslere sal"
14
ânan’balyoz sesleri ve bir ta-kim^mâkine"şakırtıları gelen basık çatılı binaların yanından geçtiler, sonra çürük bir merdivenz lçıkılan çırçır dairesinin kulak Jarı yırtarcasına karmakarışık gürültüsü içinde kendilerini buldular. Buıda her şey dönüyor gibi geldi onlara.. Basık bir çatının altında salkım salkım tozların a-arsında pamuk tozu’yla kaplı u-facık bir ampul sarı sarı yanıyor, yanlarındaki küçük küçük volanların kuvvetli bir sarsıntt-le çalıştırdığı çırçır makinelerin* den şiddetli sesler çıkıyor, tahtaları kapkara basık çatı, toe salkımları, duvarları döşeme tahtaları titriyordu. Her makinenin üstünde ya kadın, yahut çocuk ortalıkta keza, ellerinde uzun saplı süpürgeler bulunan ve makinelerin önlerinde biriken pamuk yığınlarını bir köşeye doğru süpüren kızlar, küçük küçük oğlanlar...
Uç arkadaşın üçü de fena halde afallamıştı. Dönerek, sallanarak çalışan koca ateiyeniıı pamuk tozları uçuşan havası-içindeki daimi hareket’e şaşkın şaşkın bakınıyorlardı. Herkes kendisini kendi işine kaptırmıştı. Kimse onlara bakmıyordu bile...
Irgat başı, çırçırının üstünde sallanarak uyuklayan karşıdaki bir ihtiyar kadını sarsıp uyandırdıktan sonra iiç arkadaşın yanma geldi. Onları «Sulu koza’ cıların orya götürdü.
Burası çırçır dâiresinin gerisinde, yanyana iki mağazaya gitmeden evvel, gümbürtüyle çalıi şan “koza sulama makinesi»yd ki, scba borusu kalınlığındaki borusundan ıslak kozaları kurşun gibi atıyordu. Makinenin yanında, üstleri başları sırımsık-lam, sırtlarında birer semer bulunan «ameleler».
Hepsinin de üstü başı paıam-parça’ydı ve hepsi de dışa-dan gelmiş iri yarı insanlardı - dikiliyor, sulama makinesinde ısla
nıp biriken pnmuk kozalarını çinko küfele ’ne dolduruyor, sırtlıyor, arka taraftaki mağazalara götürüp boşaltıyorlar, tekrar gelince, yeniden doldurup gidiyorlardı. Bu iş on iki saat hiç durmadan tekrarlanmaktan ibaret bir işti. On iki saat, sırılsıklam boyuna gidip gelmek ve ayazda donmanın dayanılmazlığı yüzünden yerli ameleleri bu işe pek yanaşmazlardı. Onun için ırgat başı buraya “acemi» bilhassa dışardan gelmiş, yayla memleket uşaklarını koyardı.
Sulu kozaların harman edildiği arka mağazalara geldiler.
Burası makine gürültüsünden uzak, ııisbeten sessiz, döşeme tahtaları ıslak bir mağazaydı. İhtiyar, fakat dinç bir adam, e-linde, ucu demir büyük bir çatal, « arkacılar »in getirip döktükleri ıslak kozaları karıştırıyordu.
İrgat başı üç arkadaşı bitişik mağazaya - bu mağaza boştu - çekti.
— Bakın, dedi, bu işler köy işine benzemez, ağırdır fabrika işi.. Sizi burya alacam, Sulu ko-za’ya, iş ağırsa da ellerine şarıld.:
— Allah irzası olsun evendi, allah bir tuttuğunu....
— Kaytarmak, avaıalık vermek yok I
— Yoh evendi siyanda evel-âllahın izniynen...
Irgat başı sesini yavaşlattı, etrafı kolladıktan sonra:
— Buranın yevmiyesi 320 sağlam. Dedi. Ben sizi kolladım.. Neden? Gördüm garipsiniz, fakirsiniz, hadi dedim sevabına se-beblensin fıkaralar...
-— .Allah çolûnu çooûnu... Allah daş deyi duttımu...
— Onu da söyleyim.. Bizim burda bir âdet var.. Mâlıırn a, her yerin bir âdeti...
— Tabiî evendi, belliyek de.. Haftadan haftıya, paraları alınca, her amele ırgat başı’ya bir para verir 1
ÜÇ arkadaşın birden neş’ele-n kaçtı.
Kulaksızların Yusuf yüzündeki yara yerini kaşıyarak yutkunduktan sonra:
— Ne virecîk, kaçar para virecîk ? Diye sordu, öle ya, belliyek de...
Arkadaşlariyla bakıştı.
İrgat başı omuz silkti:
— Gönlünüzden ne koparsa.. Çünkü, bak, amelenin pek de bir liizumluğu yok.. EğeJ beni «lüzum yok!» deseydim, sizi kovarlardı...
Pehlivan Ali boş bulundu:
— Buranın sabi bizim hem-şerİmiz... Deyiverdi.
İrgat başının suratı hemen asıldı.
— Hemşeri memşeri sökmez burda.. Burda fabrika, köy yer' değil.. Burda mal sabi bizim işimize karışmaz...
Kulaksızların Yusuf arayagirdi:
— Sen hüs lan I - ırgat ba-şı’ya döndü - sen ona bahma ağam, o cahal.. Biz bilıneyoh mu ki sen olmosan.. Tööbe.. Deli o.. Onun ahlı irmez...
Pehlivan Ali lâfını değiştirdi Sana göre dimedim evendi, biliyom sen olmasan...
Irgat başı yatıştı. Kulaksızların Yusuf.
— Olur aga olur.. Dedi. Ne zeman başbyaçıyh...
— Yarın öğlende.. Saat on bir buçukta içeri giren amele-lerneıı içeri girin, gelin beni burda bulun ..
— Gidek ini şimdi ?
Irgat başı:
— Gidin! dedi ve yürüdü.
Uç arkadaş çırçırdan inip t ıbrika kapışına geldiler. Dışarı çıkınca Yusuf :
— Lan, dedi, sende hiç mi ahıl yoh ? Hele bir ayamızı atalı..* Senin neneaaek- Hemşerimizi belledik a, bir gün yanına çıhar sorarım, ne parasıymış? Bizi gözü küllü belleyor!
Geceyi geçirdikleri top agac ın altına geldiler. Torbalarını bırakıp oturdular, cıgaralarmı sarmağa başladılar.
15
Tevfik Fikret
İdeolojisi ve felsefesi _ SABİHA SERTEL.
Fiatı 200 krş.
SENDİKA
Haftalık işçi gazetesi
Okuyunuz ve okutunuz.
Kuru Ekmek ve Şarap
6 cı sahîjadan devam
polise satılan bu betbaht insanın ıstırabını gü: e' belirtimiş ve okuyanda arkadaşlarını polise satanlara karşı nefret uyandırmıştır. Hele eski bir sınıf arkadaşının doktorluk sağladıktan sonra hasta bir takibliye karş göstersiği çekingenlik düşünen insanda müsbet hisler uyaudırabî-iyor.
Bütün heyecansızlığma ve esere hâkim olan mistik inanışa rağmen ekmek bayat, şarap da taze olsa yine karın doyurur ve mide ısıtır.
Kamulaştırılmamış topraklar-. ad müşterek bir çalışma ile bir mahsul elde ede m iyen toprak kö-fleleriıı’n dünya ölçüsündeki şeametlerini ve durğun hayatlarım-öğrenmek istiyenler evvelce Fon tâmara’yı sonrada - Italyan edebiyatı bahis mevzu olduğundan Ekmek ve Şarap-ı okumalıdırlar, Ve bilmek lâzımdır ki toprağa bağlı olanların tarla sahipleri için yaptıkları bitmez çalışmalar köylünün gerçek manasiyle insan ve e f e n d i olmalarını daima geciktirecektir. Köylülerin toprak üzerindeki kahraman hizmetlerini okumaktan zevk a'anlar bir defe da Şolohof,nn uyandırılmış Top-
Eğitim alanından
8 inci sahijadaıı devam
burjuvazinin, diktatörlüğü devam ettirmekte - gafletle ■ menfaat gören H. P. ye kafa tutuşu olmuştur.
İşte intibakçı terbiye 25 senede semiren zümreyi hiçbir şekilde rahatsız etmeyecek nesillerin yetiştirilmesi gayesini güttü. Halkın yetiştirilmesi düşünülmedi. İnkılâpçı bir terbiye sistemi 25 sene sonra girişilen “her köye bir okul yapmak,, işini 25 sene önce yapar, yani işe halk iktlelerini uyandırmakla başlardı, 25 sene zarfın la pek büyük işler başarırdı. 25 sene, hakim ziim-
rak’ını (3) okurlarsa ekonomik hürriyetin nasıl kazanıldığını anarlar. Igııazio Silone'Ia Şoholof’un mukayesesi iki ayrı toprak İnsanlarının iki ayrı sistemle neler çektiklerini ve nelere kavuştuklarını öğretmesi bakımından faydalı olacaktır.
[1] — Ekmek ve şarap, İgn®-2io S-ilone-A, Hısarlı ve M. Topçu Batı yayını 946.
12] Fontamara, İgnazio Siion.. S. Ali. Akba kitabeyi 943.
[ 3]|Uyandırı imış Toprak, Şoe ohlof Mustafa Nîhad Ozon. Rernzi kıtabevi.
renin kuvvetlendirilmesine har
candı ve ekonomik hâkimiyeti tamamen âline geçirdikten sonra hakim zümre halkı uyandırmağa başlamakta kendisine zarar verecek bir şey görmedi. Maarifte bugün girişilecek olan ıslahatı bu gözle görmek; ve oldukça kuvvetlenen burjuvazinin, maarifimizi kararsız ve şaşkın dev
reden çıkararak kendisine lâzım olan hakikat hale sokmak teşebbüsü diye karşılamak lâzımdır. Bu, kısaca (intibakçı terbiyenin başka şekiller ve programlar altında devam etmesi; yaııı halkın uyandırılması artık bir zaruret olduğuna göre bu uyanmadan burjuvazi alehiııe doğabilecek zararların önlenmesi faaliyetidir.
Burjuva demokrasisi kuvvetlenir ve parti diktatörlüğü iflâs ederken öte yandan da halkçı hareketin kuvvetlenmesi burjuva demokrasisini kuvvetli tenkidi altına a’acaktır.
Tam halkçı bir terbiye sistemine gidilemediği müddetçe bütün sosyal bünye ile birlikte maarifin de istikrar bulması bu
gün artık imkânsızdır.
Nlarko paşa
Mizah Gazetesi
Yakında çıkıyor
/ Tûrkiyde Sosyalist partisi C « Yayınlarından : f
| Siyasî Mücadele İlmi C
Müessisi Esat Adil Mâstecabi. İmtiyaz sahibi ve neşriyat müdürü: Haşan Tanrıkul yıllığı 10, altı aylık 500 3 aylığı 250 kuruştur.
1 J
İdare yeri: Cağaloğlu Çukur han No: 4 İstanbul havale
MARKSİZM
Fiatı 20 kuruştur.
ve muhabere adersi : Posta kutusu 519 İstanbul Baskı ve dizği - Nam basımevi.

Comments (0)