Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

SAYI : 2 — 15 Ekim - 1946
Fiyatı: 25 kuruş
k *
Veremle mücadele bir fer d işi bir devlet
Dr. Sabirr
Dram Sanatı
Prof.
değil
DOSDOĞRU * *
p
BAFF
I
Yunus mu söylüyor oratoryo mu?
Abdatb&ki GÖLPINARL1
Bizim sokak
Cevdet Kudret SOLOK
Şarlo ve Demokrasi
Aratan KAYNARDAĞ
’ARAFINDAN BAĞIŞLANMIŞTIR
BU YAYIN/BELGE TARİH VAK F l’na vUİB '•AN Sikleri
/
- !
2-15 Ekim - 1946
SAYI :
Fiyatı: 25 kuruş

Veremle mücadele bir ferd işi değil bir devlet işidir
Dr. Sabire DOSDOĞRU
Dram Sanatı
' Prof. SAFFET
Yunus mu yalan söylüyor oratoryo mu?
Abdülbâki GÖLPINARLI
Bizim sokak
Cevdet Kudret SOLOK .
■f: W**** - 'J‘
wb*4- *^r’
L

öraüSH-.i'iiÇv ~-vK^Sı ’•»*$> o3L-.


fjiç • JESaKh



jfl||SWSa^
jy /i f»’ . *9sl*

1 «•» mr/ZİMt

■ .
Şarlove Demokrasi
Aralan. KAYNARDAÖ

Herbert Wells’in Ölümü
AJANSLAR İngiliz romancısı..
Herbert VFells'in öldiiğiinii berber verdiler. En muhafazakar memleketlerden birinde ileriye, insanların geniş saadetine doğru giden hareketlerin ’ daima sadık miidafaacılarından olan böyle bir adamın ölümün.‘i* demokrasi için kayıp sayıyoruz Son dakikalarına kadar İngiliz emperyalizminin en acı tenkitçilerindin, oldu. İkinci cephenin bir an evvel açılarak diğer cephelerin yardımına koşulması için bir çok yazılar yazdı. 19^3 de İngiliz faşist liderlerinden O s w a l d M o s (c y’in ser best bırakılması üzerine Tribüne dergisinde Çörçil,e karşı sert bir yazı yazarak onu istifaya davet etmiştir.
Nells’i çoğumuz muazzam muhayyelesinin yarattığı romanlarından tanırız. O bunlarda asrımızın hasretlerini ifadede çok muvaffak olmuştur. Pedegoji, fek* s^fe, miisbet ilimlerle de meşgul olduğu için eserlerinin sağlam yapısına daima bunların tesirini görmek kabildir, Ayrıca müsbet ilimler, felsefe ve tarihe ait eserleri de vardır. Bu arada cihan tarihinin Ana Hatları tiirkçeye çevrilmiştir. İnandığı ileri fikirleri eserlerine bir tez olarak koyarak telkinlerde bulunuyordu, ölümüyle dünya pek muhtaç olduğu namuslu kimselerin birisinden daha ayrılmış oluyor. • ,
Dünya Üniversiteliler Kongresi
DÜNYA üniversitelileri kongresi 18 Ağustosta çalışmalarına son vermiştir. Kongre son oturumunda Prttğda çıkmak üzere bir aylık dergi yayınlamayı karar altına almıştır. Dergi Fransızca, Rusça, İngilizce, ve Çekçe olarak hazırlanacaktır.
—YIĞIN —

Her ayın 1 inde ve 15 inde çıkar fikir ve sanat mecmuasıdır. Yıllık abonesi ( 600 ) kuruş, altı aylık ( 300 ) kuruştur. Öğretmen ve öğrenciler için bu fiyatlar 500 ve 250 kuruştur - Basılmıyan yazılar geri verilmez - Muhabere adresi: Posta Kutu-'su ( 1600 ) Galata - İstanbul - Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden: Adil Yağcı. Basıldığı yer : F - K Basımevi
— İstanbul —
Romanyada Tercüme Faaliyeti
n • .
(Sİ İLÂ dan kurtulalı bir seneyi geçiyor. Bu zaman içinde Ro-
r
manyada her sahada yeni bir faaliyet başlamıştır. Bilhassa geniş bir te. etime
çalışması göze çarpıyor ki, burada bundan bahsedeceğiz.
Son günlerde muhtelif milletler-
den çevrilen eserlerin mühimlerini bildiriyoruz. Malt \Vitman . ot yapt rakları; Eug. O’Ncill “ Elektro laşan keder „ Erskine Calduel ; “ Tütün
}'alu\', J. Stenbeck, Gazap Üzümleri, sonsuz mücadele, Kenar Mahalle; Sihc-lairs L.uis: Canavar; A. Huxley; İki veya üç iyilik; İl ya Ehrenburg Hatırla Alınan yada Barisin sukûtu; Aragon: Fransızların büyüklük ve' zaafları; Roger martin'du Gard: Les Thibault; Saint E.vupery: İnsanlar.in Toprağı; Marcel Frenant: Daruûn; Marcel Ollivier: Spa-rtacus; 1. Berrin : Atomlar.
Bunlardan başka Roman ya tabileri bir çok eserleri Fransızca olarak basmı-ya hazırlanıyorlar. Fransa ile alış veriş imkânları henüz düzelmediğinden halkın kitap ihtiyacı böylelikle karşılanacaktır..
4 I
Bu hummalı ve özlü tercüme çalışması Maarif Vekilliğimize ve kitapçılarımıza basacakları kitapları seçerken örnek olacak bir seviyededir.
: ’tt
. !
Filim Festivali
' 1 RANSA’nın Cannes şehrinde
| enternasyonal filim festivali açılmış bulunuyor, iştirak eden on dokuz millet iiç haftalık bir zamanda en güzel {ilimlerini teşhir edeceklerdir, festivalin mükemmel ceryan edebilmesi ve tamamen antifaşist bir karekter göstermesi için Fransız hükümet makamları bilfiil alâka göstermektedirler. Festivalin sonunda en iyi artistlere, sahne vazı ,larıha, filim müzisiyenlerine ve rejisörlere bir jüri tarafından tâyin edilen mükâfat verilecektir. Festivale yerli {ilimleriyle katılan devletlerin isimlerini bildiriyoruz: Arjantin, Danimarka,
Amerika Birleşik devletleri, İngiltere, İtalya, Meksika, Portekiz,' İsveç, Çekoslovakya, Romanya, Sovyet Rusya, Belçika, Kanada, Norveç,- İsviçre ve Fransa' ,
Yukarda saydığımız isimler arasında Türkiyeyi de görmek isterdik .
Festivalde mükâfat kazanan {ilimlerin, artistlerin, müzik parçalarının isimlerini gelecek sayımızda bildireceğiz:
Harpten önce Fransız romanının halkçı temayülleri Pierre Hamp, Roger Martin dıi Gard, Eugene Dabit ve Aragon gibi muharrirler yanında Paul Nizan ı da bir ad olarak ortaya koymuştu. Kendisin, den çok şeyler umulduğu sırada harp onu aramızdan aldı. 1940 da Normandie’de kumanda ettiği kıtasının başında çarpışırken ölmüştür.
Ölümüne kadar demokrasinin en dinamik bir savaşçısı oldu. Hele İspanya iç harbi günlerinde faşistler aleyhine söylediği her nutuk, Cumhuriyetçi İspanya için yeni bir kuvvet oluyordu. Genç olduğu halde birçok eserler verebilmiştir. Aden Arabie adındaki romanı Goncourt mükâfatını kazanmıştır. İnkılâpçı ve ileri temayülü gazete ve mecmualarda yazdığı bütün yazıları topladı. Eserlerinde, istihsal enerjisinin uğuldı-yan atmosferini bütün genişliğiyle buluyoruz.
Conspiration en mühim eseridir. Bekçi köpekleri romandan ziyade bir takım münevverlerin hicvidir.
A n t o i n e B 1 o i y e romanında demiryolu işçisini titizlikle tetkik ederken edebi dehasını göstermekten de geri kalmamıştır. Eserleri arasında bir de Dabit’ye Tazim kitabını sayabiliriz.
Pariste »Ecole Normale’i bitirdikten sonra klasik öğretimin faydalı olmadığına kani olarak ileri muhitlere devama başladıl
Harp çıkmıştı, o, bu harbin halkçı karakterini herkesden önce görenlerdendir. Cepheye giderken (bu harp zalimlere karşı hürriyetin zaferiyle nihayetlenecektir» diyordu. Fakat zaferi göremedi.
2
Atatürk İnkılâbı ve Tarikatlerin Kaldırılışı
Mısırdan sonra Suriyede de tarikatların kaldırıldığını Marseilla-isede Röber tSaladin’in bir yazısından öğreniyoruz ( Sayı 104,21-, Ağustos-1946) bu suretle tarikatlar, Türkiye’den itibaren Afrika müstesna, bütün şark ülkelerinde tarihe karışmış bulunmaktadır.
Müslümanlık, inanıştı ve tanrıya yakınlıkta dereceler kabul ■ ederse de Kur’aııda felsefî delil ve düşünceler yoktur.
Fakat sııırlır geni 1-di.tçe bir y.njan Hint-İran, öbür yandan Roma Bizans »esrlerıyle bir . din felsefesi olm.ış, mezheplerle b>rer düşünce sist mi Kur.ıiın.ış, ayni zamanda iatisıdî şartlar, Hint ve Yunan felsefesindeki mistik telâkkilerin yayılmasına sebep olmuştur. Bu suretle tasavvuf, bazı yerlerde zahitlik halinde sistemleşirken yer yer de eski Türk Şamanizm’inden, Mazde-izmden, Maniheizmden,' hattâ Mezdek ve Babek mezheplerinden unsurlar almış, inanış bakımından pek az farklarla aşın A-levî-Batınî zümreler halinde sis” temleşmiştir. Bunlar müslüman lıktaki mümin, kâfir aykırılığını ve zahirî hükümleri kaldırarak insaniyetçi bir görüşü benimsemiş, Yeni eflâtuncuların 'mistik “vahdeti vücudiyle İsmailileriıı yay. dıkları eskiYunan felsefesinin müs lümanlaşmış şeklinden başka bir şey olmıyan Hukema mesleki de yüksek bilgi sahibi sofilere geniş bir tesirde bulunmuştur.
Böylece iki çeşit tarikatlar topluluğu meydana gelmiştir; 1) Tan-^ ri adlarını anarak hakikate ulaşacaklarına inanan ve kendilerinden olmıyanlardan külahları elbiseleriyle, ayrılan, daha ziyade zahitçe hareket eden sofiler, 2) Her türlü kayıtlardan kurtulmayı esas tutan ve ancak aşk ve cezbeyi’ (extase) kabul eden aşırı vahdeti vücutçular. ,
Kaadiri ve rufai gibi ilk kuruluşlarında tamamile sünni olan tarikatlar İran ve Anadolu’da batini zümrelerin tesiri altında mahiyetlerini kaybetmişler, böylece Nakşilerin halidî kolundan başka hemen hepsi Alevileşmiştir. He- , le rumeli rufaileri, - tamamile bektaşileşm işlerdir.
Türkiyede sosyal hayatta bek-taşi ve mevlevilerle sanradan hamzavî adını alan .bayrami melâ milerinin sürekli bir tesiri olmuş-" tur. Bektaşîliğin kökü ve kaynağı olan babailer, daha XIII. üncü yüz yılda Anadöluda büyük bir
çoğunluk kazanmışlar, köylü ve göçebe Türkmenlere dayanarak Selçuk imparatorluğuna karşı büyük bir halk isyanı meydana getirmişlerdi. Temelleri sarsılan İmparatorluğu üç yıl bunaltan bu isyandan sonra XV. inci yüz yıl da Bedreddin, daha açık bir prensiple ortaya atılmıştı. XVI. ııcı asırda bektaşil^rin kalender çelebi isyanın 'aıı sonra tarihle bu kadar geniş ve hedefii bir halk hareketi görülmüyorsa da softa isyanlarından başka isyankarını hele celali isyanları m’ çoğunda batını inanışın büyük bir tesir, olduğu muhakkaktır. Mevleviler hiçbir vakit böyle bir hare ıctte buluııınaınakla beraber çok sıkı disiplenlerile kitle arasında tama . mile ayrı bir topluluk halinde devam~etmişlerdir.
Hamzavilerse fütüvvet yoiu-lunun, yâni ahılarin teşkilâtına vâris olarak aralarında Bedred‘ dinin fikirlerini tahakkuk ettirmişler, hükümetin bir çok imha hareketlerine rağmen son devirlere kadar özlü bir kardeş hayatı sürebilmişlerdir. Din, rakıs, ve müziği, hattâ şiiri haram sayarken bütün bunları ibadet sayan, halk ve divan edebiyatında özel bir çeşit yaratan tarikatlar, XVII inci yüz yılından itibaren çökmiye dalkavuklar yeliştirmiye başlamışlar, kuruldukları devir-lerde.ileri fikirlere insaniyetçi birer topluluk yeri olan tekkeler, işsizlere geçim ocağı, ahlâksızlara redaet yatağı haline gelmişti. Böylece müsbet düşünce devresinde tarikatlar, lüzumsuz olmakla kalmamış, muzır bir müessese olmuştu.
Atatürk medreselerden sonra tarikatları da kaldırmakla büyük bir isabet göstermiştir.
Siyasî Partiler
Fikir hayatımız uzun zaman-daııberi hasretini çektiği çeşitten bir kitaba kavuştu. Niyazi Berkes’in " Siyasî Partiler „ kitabını son senelerin kültür hayatında büyük bir hâdise olarak kabul ediyoruz.’. Son harp insanların zararını gör düğü peşin fikirlerden çoğunu tasfiye etti; rehberin, rehberliğin, beliren iki taraftan hangisinde olduğunu göstermeğe yardım etti. Memleketimizin de de mokrasi tecrübelerine giriştiği bir anda böyle bir kil ıhın neşri ' bizim içiıı ekme ’ad-.r, sıı kindar kıymetlidir
Fakat, hemen şıııu soy iyel.rn. ki bu yazıy.e, itabın politika ile ilgili bir tanıtması ’1 yapacak değiliz; onun içtimai ve külüre 1 değerini belirteceğiz. Yurt ve Dünya yayınları sosyal problemler serisinin üçüncüsü olan eserde seçilen dört büyük devletin siyası partileri anlatılmaktadır. Kitabin ilk bölümü, siyasî parti nedir, sualine cevap veriyor. Edebiyat ve felsefeden uzak müsbet bir tahlilin elde ettiği tarif şudur: “Modern mllnasiyle parti bir camianın işlerini yürütmek meselesinde ortaya çıkan ve bir takını menfaatlere dayanan görüşlerin hangisinin üstiin geleceğini tâyin etmek üzere halkı hakem olarak kabul eden ve çoğunluk hangi tarafı tutarsa iktidarı ona bırakan zümrelerdir. •.
Partilerinin gelişmesi kitapta ilk olarak ele alınan İngiltere, tarihili bir devrinde diğer millet, lere idaresiyle örnek olmuştu-Krala karşı, derebeylere,hak arayan Magne Charla, nihayet işçi sınıfı na hak isteyen Peoplcs Charter’i z.i]ı~ rettikteıı sonra, Tory, İFtğr (yâni muhafazakâr, liberal) zıddiyetinin tarih boyunca durumu anlatılıyor. 7rnde - ımion'larin (yâni İngiliz sendikalarının ) nasıl teşekkül ettiğini öğreniyoruz. İşçi partisi hakkında: kuvvetli olduğu zamanların-(Sonu lOunCıı sayfada)
Cahit Saffet İrgat
Rüzgârlarım Konuşuyor* —Şiirler—
Okuyunuz
3
A
ve „ p’rola-ilk günlerde Batı kültür dünyasına ‘erine
YENİ ADAM- dergisinin, oıı ■ üç yıl neşriyatlna’devam ettikten sonra faaliyetini tatil ettiğihi teessürle öğrendik. Memleketimiz için oldukça uzun bir ma ti demek olan bu on üç yıl içinde
dergi çok değişik bir karakterler manzumesi göstermiştir. İleri bir kültür a'nlayışiyle şerefli sayılmakta tereddüt edilmiyecek günler idrak eden Yeni A d a m, zaman zaman bu günlere aksi istikamette bocalamalar geçirmiştir. Cumhuriyetin onun cu yılında “Ülkümüz demokrasi cumhuriyet için çalışmaktır siyle çıktığı............... " '
açılanjbiricik penceremiz olmuştu. Bu karakterine ancak b‘.r yıl ısrarlı devam eden gazete, okuyucu sayısını *rtırmık maksadiyle yazılırını vülgarize etmek mecburiyetini hissetmiş ve bu sıralardı tavukçuluktan bergsonizme kadar değişik mevzular üzerinde küçümsenmeyecek bir neşriyat yapmıştır. 1936 yıllarında derginin neşriyatında bir kalkınma başlamıştır. “İrk dâvası batıldır, m illiyet davası haktır, prensibiyle kendi fikir . istikametini çizmiş bulunan Baltacıoğlu,' bu yıllar içinde daha ileri bir kültür dünyasına geçmek istidadını gös'ermiş ve bu, onu, “Niçin a n t i -faşistim ?„ adlı meşhur makalesini yazmıya götürmüştür. c936 1937 • 1938 yılları Yeni
A d a m ’ ın tarihçesinde aydınlık bir yapraktır. Memlekette reaksiyoner elemanların şahlandıkları ve “demokratım, anti faşistim,, demenin bir cesa rete mütevakkıf olduğu günlerde Yeni Adam, etrafına toplanan namuslu münevverlerle demokrasi ve cumhuriyet yolunda vaade ttiği vazifeyi hakk yle başarmıya çalışıyordu. Fakat, iktibas 'ttiği bazı ecnebi kari -.atürleri ve yazılarından birkaçı fazla taşkın addedildiğinden uzunca bir müddet kapatıldı. Bu tatil onun inkılâpçı zihniyetine iyi bir dar be oldu. Uzun bir sükûttan sonra tekrar çıkmıya başlıyan Yeni Adam artık siyasî hakkını kaybetmiş bulunuyordu. Fakat ileri ruhunu terkede' ceğîne dair henüz ortada bir emare joktu. Fakat inkılâpçı karakteri gittikçe daha .n-J. yok oldu. Bu devirde Baltacıoğlu’nun, ki dostlarından ; _ arkada'bıraktığı şerefli maziyi kabuslu
zayıfladı ve vefakâr es-ayrllmık imkânları aradığını ve ı bir rüya addettiğini teessürle gördük. İleri fikirli elemanlarını birer vesiyle icadedip atlatan Baltacıoğlu işi, yıllarca’bir bayrak gibi dalgalandırdığı “Ülküm üz Demokrasi ve cumhuriyet için çalışmaktır» aforizmasını gazetesinde* atacak kadar ileri götürdü. Artık Yeni ; Adam için, Baltacıoğlu’nun yalnız kendi mez'ye1 ve üstünlüklerinden bahseden ve küçük bir hay yanlar gurupunıı etrafına toplıyan devri başlamıştır. Sübjektif hükümleri» beslediği "ve “Türke Doğru» umumî başlığı altındı topladığı birtakım yazıları muhitten ciddi bir aksülâmel değil ancak bir is tihza toplamıştır. Kuş lokumu, Aşure, Alaturka hamam ve Maraş papucu... üzerine yapılan methiyeler yalnız arkadaşlarını değ'l okuyucularını da dağıtmıya başlamıştır. Bir zamanlar, “Yeni eskiyi değiştire değiştire değil, yeniyi araya araya bulunabilir» diyerek herşeyin en ilerisini arayan Balta-cıoğlu, hudutları belirsiz bir gelenekçilik peşine düşerek etrafını nyalamıya başlamıştır.
4

Bu eski rektör, fik:r hayatımı-za çok müsbet tesirleri olan bu üniversite profesörü tekrar profesörlüğüne kavuşunca, etrafta, mücadeleci şahsiyetini bıraktığı zehabini uyandırmış, hattâ, bütün
bu mücadelelerin tekrar eski mevkiini elde eteni-ye bir basamak olarak yapılmış olduğu kanaatini vermiştir, Silik bir şekilde neşriyatına devam eden Yeni Ad a m’ın varlığı ile yokluğu aracında bir fark kalmamıştır. Fakat memleketimizde _de gelişmiye başlıyan demokrasi anlayışiyle tezat haline düşen .bu son neşriyatı tevil maksadiyle birtakım sathî yenilikler yapmak zarureti hissedilmiştir. “Türke Doğru» tezi en iyi materyellerin bile indî hüküm ve tefsirlerle insanı, çıkmazlara sürükleyebileceğinin güzel bir delilidir. Burada ele alınan gelenekçilik, her devir için ileri hamlelere bir enerji, kaynağı olmaktan ziyade reaksi--' yoner mukavemetlere bir dayanak vazifesi görmüştür. “Türke Doğru» tezi, acemi br taktikle yerini “Batıya Doğru» ya terk etmiştir. Durkheim sosyolojisinin mı ni; çitimizde en kuvvstli bir ta rafları olmakla tanınan sayın profesör yavaş yavaş eklektik bi.r jkarm akarı şıklık içinde fikrî şahsiyetinin safiyetini kaybetmiş, ve kendisini, günün hâkim ceryanlarına kaptıran ve bu yüzden her an renk değiştiren bir bukalemon tavrı takınmıştır Ne çare ki, “Batıya Doğru» tezi de Yeni 'Adam’ın canlanmasına yariyaeak bir serum olmaktan uzak kalmıştı*. Zira öz aynı kaldıkça, satıh üzerinde yapılan demagojik değişikler hiçbir şey ifade edemezler. Son aylar içinde Yeni Adam, yeniden siyasî yazmak imkânlarını'elde etmiştir. Fakat bu, onun büsbütün rağbetsizliğe düşmesine katî bir sebep olmuştur. Kıymetli elemanlarının- hemen hepsini kaybeden ve politik- olgunluk bir yana, esaslı birlise kültüründen mahrum birkaç acemi yazıcının yardımına muhtaç bir halde bulunan Yeni Adam gün geçtikçe zarar eder bir mevkie düşmüştür. Öyleki, neşriyatını tatil etmeden birkaç hafta önce, bütün geliri, bazı makamların temin ettikleri birkaç yüz aboneye inhisar • ediyordu... '
Bütün bun ara rağmen, Yeni Adam’ın kapanışı içim zde bir acı uyandırmaktan geri, kalmadı-Nasıl uyandırmasın ki iyi günlerinde; .memleketin kıymetli şahsiyetlerinin yardımını temin ederek, bizim fikir ve ruh gıdamız olmuş, ve birçok gençleri, himayesi altına alarek yetişmelerine, ilk şöhretlerini yapmalarına zemin hazırlamıştır. Toprağı, bol olsun.
' ■■ O'ı
Hürriyet, hürriyeti jFatay’ın Ziya Gökalp’a ait bir h .tıraşı: “Rahmetli ZiyaGökalp, İttihat - Terakki cemiyetinin /umumî j merkez âzasından idi. ; Geçen dünya harbinde bir gün [ Büyükada’da bir. piknikte bulananlar, kendisinin çamlıktan:
Hürriyet... hürriyet diye bağırdığını duyarlar. İttihat -ve - Terakki umumî merkez âzasınıu sıkıyönetim devrinde bağıra bağıra hürriyet arayışı herkesin;tuhafına gider. İçlerinden bir kısmı- • na biraz da şüphelenme gelir.' Halbuki hürriyet, rahmetlinin kızının adı idi»

cephesinin
Arslan Kaynardağ
|Çütüphane dolusu ciltlerden daha çok, Şarlo’nun filimleri zamanımızı gelecek nesillere anlatacaktır. Şarlo yirminci asrın ilk yarısının en büyük mümessilleri arasında bulunuyor. Alelade bir mü' ■ zik-hol artisti iken büyük tereddütlerden sonra 1913 de sinema sahasında çalışrrıya başladı. Lu-miere kardeşlerin insanlığa hediye ettikleri bu yeni temaşa tnzı o zaman henüz sırf tecessüs yüzünden halk kitlelerinin ilgisin1 çeken l ir eğlence nev’inden başka bu şey değildi. Seneler ilerledi; bazı sinema züpptleıi tamamiyle basit mânaları haiz olan şiir, pivrs, hi ' kâye halinde denemelerle Şarlo’ya müracaata başladılar. Onunla be* raber bayrak açmak isteyen eks" presyonistler, dadaistler, sürrealist’ ler vardı. Hattâ bir Alman ekspres . yonistinin ifadesine göre Şarlo uzun ve meşakkatli çalışmalardan sonra bastonunu kullanmıya karar vermiş ve bu sayede insanlara bugünkü dünyanın mevcut sınırları dışında bir yol göstermek is1 temiştir. Elie Faure da bir yazısın da Şarlo hakkında şöyle yazıyordu. «Ayaklarile kendine gör.e bir şekil vererek sıçradığı zaman tefekkürün iki müfrit hududunu temsil etmektedir; sol ayak biraz zavallı gözüküyor fakat kendinden en emin ve bilgisi en hakiki olanı edur. Sağ ayak ise nekadar doymaz bir hırsa sahip...» Halbuk’5 Şarlo’nun kendisi böyle mitolojik t( mayüllerden kaçınır. Realist sinemanın bir şaheseri olan L a P a risienne, Pelerin, P e t i * ot eserleri yeni a>ti fn haıpt n önceki çürük yollı İliç ür alâkas1 bulunmadığını gösteriyordu ve bu f.timler n. en sonuncusu 19?3 d: stüdyodan çıkmıştı.. G. niş bir. reı lite aulay şı, sosy .l tenkit f kr> hayatın kalkcı anlayışını karakte' rize eden bir felsrfe ve hümanizm Şarlo’nun eserlerinin vasıflarından-dır. Yukarda saydıklarımızı taki-btden “Altına Hücum,
k
ŞARLO’nun yeri Demokrasi ön safındadır
Canbazhane, Şehir Işıkları, A s r i Z a m a n I a r„ git i Mimlerinde bu hususiyetler daha açık görülüyor. Diktatör, fi-limlerinin şaheseri, onun nekadar. olgun ve yüksek bir sanatkâr olduğuma delilidir. Ş ırlo’nun yeri demokrasi mücnd( leşinin en ön safındadır. Stalingrat sav-şlaıı sırasında Sovyeller Birliğine hitabede bulunan Şarlo «Demokrasinin en ileri • ve en kuvvetli hattının sovyet sınırlarından geçtiğini» ilân
■ r .ediyordu.
İddiaya göre bir New-York sineması 1916 senesinde programına Şarlo’nun iki filmini koymuştu. O zamanki hasılattan yaptırdığı salonu 30 senedir kullanmaktadır. Sinema kapılarında uzun uzun insan dizilerini görmek için Şarlo’nun Mimlerinden birisinin ilânını veımek kâfidir. Modası geç-miyen filimler sadece onun filim-leridir. Bu hal onun bir sokak çocuğuna olduğu kadat bir köylüye, bir şehir memuruna hitabetmesini bilen dehasından ileri gelmektedir-.
Şaılo’ııun Festival C ha r 1 C h a p 1 i n ismindeki son bir eserinin bugün Ameıila fe Avrıpa-da çok l iiyv.k bir ilgi topladığını işit yotuz. Bu eser Şarlo’nun'İ917 de çeviıdiği dört filmin devamıdıı* Fı-kat işin en mühim tarafı Ame" tıkan filim prodüktörlerinin Şarlo’-nun filimlerini sansüre ı taneleridir. Meselâ E m i g r a n.jt isimli filminin en güzel sahneleri makaslan-mıştır. Gemi limana gelir, uzaktan hürriyet heykeli görünür, f(kat tam o s rada bir süıü polis muhacirler üzerine atılarak onları, hayvanmış gibi döverltr... Bu sahne filimden olduğu gibi . çıkarılmıştır. Kapitalistler Şarlo’yu telifei göstermek istiyorlar. Halbuki o bugünkü eri
t- lifei olmaması sayesinde muştur.
r5:" Şa-lo’ı.u ı
şilmı z. durumunu su f
lul-
ilk f İminden son fi-liml-'rine kadir geçird ği tekâmülün mantıki şeyi nedir; dünya si-n-maçlığında Şarlo’nun nasıl bir yeri va>d r; eserinin esas tema ve davaları hangisidir? Bil suallere son zamanda Amerikada çıkan bir kitapla cevap verilmek istenmiştir. Biraz da bu kitaptan bahsedelim: Kitabın ismi Charles Spencer Chaplin’dir. (Sinema tarihi ve dünya sinemecıl'ğı üzerine mater-, yr İler isimli serinin ikinci cildi). Eser iiç kısımdan müteşekkildir. Birinci kısımda Şarlo hakkında dört makale vardır. İkinci kısım Şarlo’-• nun kendisi ve san’atı halikındaki sözlerini ihtiva ediyor. Üçüncü kısımda Şarlonun filmografısi dır. f *'
Bu kitapta “((üçük insanın isimli makalesinde M.
«I
var-
por-Blei-•Chaplin bu günkü sinema (Sonu 73 üncü sayfado)
tresi„
nwnn
Yunus mu yalan söylüyor, yoksa Oratoryomu?
Yunus, yalnız mistik olsaydı, ölüm korkusundan, tanrı aşkından, niyaz, inkiyat ve tevekkülden, nihayet son nefesini vermeğe hazırianışından ibaret olsaydı çoktan ölecek, Sayın Ahmet Adnan Saygun’dan kurtulmuş olacaktı.
ECEN sayımızda biz," bizim Yunıı-sumuzu değil,dev-rinin Yunusunu, hakikatin Yunusunu, gerçek Yu-nv.s’u, Yunus’un sözleriyle anlat" tık. “Oratoryodaki şiirlerin hepsi Yunus Emre’nin dir.„ ( Ahmet Adnan Saygun: Yunus Emre, Oratoryo, Ankara Millî Eğitim Basımevi, 1946, s. 12) diyen kitap, yalan söylemiyorsa şüphe yok ki yanlış söylüyor. Fakat biz, yazımızdaki şiirlerin hepsi Yunus Emre’ııindir diyoruz yanılmıyorsak sözümüz doğrudur., Yunus’un yeni yazmalarına XIII ün-’cü yüzyıldan .XVIII inci yüzyıla kadar gelip geçeıı sofi şairlerin birçok şiirleri karışmıştır. Şöhreti yüzünden sonradan ağızdan ağlza gelen ve kimin olduğu bi-linmiyen İlâhi ve nefeslerin çoğu da Yûnus adına kaydedilmiştir.-Eski ve Yunus zamanına yakın yazmalarda bu karışıklıklar tabii pek azdır. Zaten Yunus’un dili ve edası, o kadar bellidir ki ondan başka şairlere ait olan şiirler, hemen anlaşılır. Bütün bunları ayrı ayrı makalelerimizde, sonra da “Yunus Emre - hayatı,, adlı eserimizle (İkbal kitabevi, İstanbul,. 1936) “ Yunus Emre divanı,, nın önsözünde (Ahmet Halit kitabevi, İstanbul,1943) etraflıca yazdık, ispat ettik. Fakat oratoryo bestecisi, bütün bu olaylardan habersiz kalmış, oratoryosunu on üç parça şiirle meydana getirmiş. Bu şiirleri, bizim yayınladığımız divandan önce yayınlanan ve altı asır içinde gelen birçok şairlerin, Yuııus’a izafe edilmiş' şiirlerini muhtevi bulunan bir divandan derlemiş. Halbuki bu on üç parça şiirin sekiz tanesi Yunus’un değildir. Birinci bölümdeki ilk şiir parçasiyle
6
Abdülbâki GÖLPINARLI
(No 1 Grave) ikinci bölümdeki birinci şiir parçası (No. 6 Aria), . ara bölümdeki şiir (No. 11 Re sitativo), üçüncü bölümdeki şiirin ilk mısraı, ‘ .
Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni
mısraiyle başlıyan parça (No. 12 Vıvo) ve oratoryo’nun son parçası (No. 13 Koral) Yunus’un-dur. Bunlardan başka, oratoryoyu meydana getiren şiirlerin hiçbiri, tekrar edelim ki Yunus’un değildir. Zaten dil ve eda bakımından da bu bozuk düzen şiirlerin Yu- . nııs’a ait olmadığı ehline malûm--dur. 9 numaralı parça, Bayramiye tarikatından Himmetiye kolunu kuran ve XVIII inci yüzyıl şeyhlerinden'olan Himmet efendinindir, divanında vardır v.e bu asırdan önce yazılan Yunııs divanlarının hiçbirinde yoktur, tekkeler kapanıncıya kadar hepsinde de Himmet’e ait olarak söylenirdi. 12 numaralı şiirin ilk mısramdan sonraki dört mısra Aşık paşanın dır. Nuruosmani’deki mecmuada ve daha birçok eski yazmalarda Aşık paşa adına kayıtlıdır, hatta yine Aşık paşanın olarak yayınlanmıştır da. Öbür parçalar da Yunus Emre’den başka Yunus’la-rln, yahut büsbütün başka kişilerindir.
Oratoryoda “Yaşum, işüm, te-ferrüç eyleyû, vardım, gerû, deyû, gibi bir hayli gariplikler de var. Ozamanın konuşma hususiyetlerini bugün, hem de yanlış olarak göslermiye ne lüzum vardı? Mutlaka asla riayet lâzımsa bunların .doğrusu “ Eyleyü, gerü, deyü „ olarak yazılmalı, söylenmeli ve “benim, kanadım,, yerine de “be-ııüm, kaııadum„ denmeliydi (s 14).
Sekiz numaralı parçanın birinci, ikinci, dördüncü, beşinci ve altıncı mısralarında vezin düşüktür. Müzik bakımından söz söylemek bize düşmez. Yalnız şu kadar-cık söylemeden de geçemiyeceğiz: Kitabın II nci kısmında (s 20-26)> eserde yerli nağmeler bulunduğu kaydedilmektedir. Bu nağmeler en fazla “No. 4 Arıa„ ile “No. 8 Ariazo„ ve “No. 12 Vivo„da kulağa çarpıyor. Ariada, bilıûem yanılıyormuyuz, hiç bir zaman mevlevihanelerin hiçbirinde çalınmamış olduğu halde yanlış olarak mevlevihane peşrevi denen peşrevden nağmeler duyduk, ari-azoda Pirsultan’ın “Güzel aşık çevrimizi çekemezsin demedim mi» mısraiyle başlıyan. nefesini dinledik. Bu nefesin ' bestesi, “Aman şimdi, halim yaman şimdi„ diye başlıyan uydurma bir halk havasına da giydirilmiştir. Vivo-nun son üç dörtlüğü, bizim Yunus’un olmıyan, sonraki . Yunus’-lardan birine ait bulunan meşhur “Şol cennetin ırmakları akar al-" lah deyü deyü„ bestesine tatbik edilmiş. Eserin bir yârinde bir marş bestesi de duyar gibi olduk. Ağır ve günlük kokan bir kilise havasının içinde birkaç yari bildik sese raslamak, gurbette hem-şeri görmiye benziyor.
* *
Eser, tamamiyle mistik bir hava taşımada. Bunu kitap da bir çok yerinde açıkça söylüyor. Bu esere nazaran Yunus’un, “hayatı seven, ölümü düşünen ve hayatın ötesi hakkında hiçbir şey bilmediği ve bilemediği içitı ağlıyan„ ve “alın yazısını değiştirmek mümkün olmadığından ona boyun eğmekten - başka yapacak - birşey,, bulamıyan qciz bir zavallıdır. (Birinci bölüm, s 12) derken derhal, hem de bu zihniyetde olduğu hal-
de tanrıya isyan .eder. Bunun üzerine “bilinmiyen illerden gelen bir ses» “Yunus Emre’yi dost ülkesine davet» eder. “Fakat yol nerede ? Tanrıya sığınmaktan başka yol yoktur.» (İkinci bölüm, s 14) “Uçtun hey gönül uçtun, uçtun, uçtun, uçtun» 1ar da bu bölümde. Yunus “tanrının aşkına ermiş» fakat işin garibine bakın, “şevkten uzak.» (Ara bölüm s., . 16) nihayet Yunus “dosta vâsıl olmuş ve son nefesini vermiye hazırlanmış.» (s 17) %
İşte oratoryo bestecisi, Yunus Emre’yi böyle anlıyor ve oratoryo, Yunus’u böyle anlatıyor. Bu anlayış ve anlatışın ne ehemmiyeti var demiyeceğiz, ne lüzumu var diyoruz. Bu kadar zavallı ve bu kadar aptalmıydı Yunus? Gerçekten ölümden korkan, kadere boyun eğen, dost eline çağrılan, yol bulamayıp tanrıya sığman ve nihayet dosta vasıl olup son ne* fesini vermiye hazırlanan bir meczup devrişmiydi o? Eğer Yunus buysa, bundan ibaretse halk tarafından nasıl benimsenmiş, halkın şairi olmuş ve nasıl bugüne kadar gelmiş, hâlâ yaşıyor? Bu anlatılan Yunus’ta, bu “efendim hu, mevlâm hu» lu bestenin Yunusunda bugün için ne değer bulabiliriz ? Yunus’un yalnız mistik cephesini almak, bugün için lüzumsuz değil, hattâ muzır. Fakat mistik cephesi bakımından da bu değil Yunus. 'Bu eserde o cephe de belirtilmiyor. Nasıl belirtilebilir ki. besteyi ören sözler onun değil. Söz onun olmayınca ses onun olabilir mi? Dünün değerlerini, dünün hususiyetlerini gözeterek tahlil etmek gerek. Doğru, fakat bugün verilecek hüküm, zamanını aşamamış olan değerleri zamanına ve tarihe gömmekten ibaret olabilir. San’atkâr ve san’at eseri ne kadar zamanından taşar, sınıfları, mesafeleri aşarsa o kadar canlıdır ve o kadar ebedidir. Yunus, bu miskin mistisizmle mi bugüne kadar gelmiştir.
Bundan önceki yazımızda Yunus’u, Yunus’un diliyle, Yunus’un sözleriyle anlattık. Yunus kendisini anlattı. O mu yalan söylüyor, oratoryo mu? Bu eser bu kadar uçurul masaydı, bize Yunus’un duygularını taşıyor iddiasiyle su-nulmasaydı, bilmiyenleri ve bu arada E. Zuckmayer’i yanmasay-dl hiç aldırmıyacaktık. Netekim Yunus yalnız mistik olsaydı, ölüm korkusundan, tanrı aşkından, bo-
r
t*r
t
■t
Ellerimde muhabbet
Seni konuşuyorum. ,
. ı
t *
' 'i
c
Ağaç yeşil, mevsiminde.
Çöl sapsarı, kökünden.
Senin yeşil mevsimin de olmadı
Sen çölmüsütı insanoğlu ?
Sana çocuk doğurttular
Sırtı sıra, aç acına,
Umurlarında mı sanırsın
Ölen çocuklarının kefen borçları?
■ 1
ror
• • i ", t?
Kahir yüklü avuçların biliyi Bu toprağın derdini;
Sor, ihtiyar gemiciye Rüzgârını anlatsın.
Sor, ihtiyar çiftçiye Ekmeği neye mısır?
Marangoz dostlar bilir Ömür nasıl rendelenir.
Kömüre sor, anlatsın Bahtının rengini, amelesinin.
Böyle rahat uyuma
Allııteri var döşemesinde
Merhametine girdiğin bu yapıların
Ve avuç sıcaklığı -
Ayrı ayrı her taşında
Taş taşıyan insanların. .
il
t

1
Asırların dolaştığı şehirde
İstiklâl caddesidir ana cadde.
Cahit Saffet IRGAT.
t
yun eğme, niyaz ve tevekkülden ibaret olsaydı çoktan ölecek, sayın Ahmet Adnan Saygun’dan kurtulmuş olacaktı. Fakat Yunus,, hiç de böyle değil. Onun yalnız mistik cephesini almak, onu, onun 'olmıyan “koyundan yavaş, söğene dilsiz, döğene elsiz» sözleriyle meczup ve mütevekkil bir derviş olarak, fikir âlemine sunmak, onu öldürmeye kastetmektir. Onda insan ve insanlık var. Onda insan ruhunun binbir haleti var Onda değirmeniyle, ıınuyle, deresiyle, dağlariyle, belleriyle, hasretiyle, acısiyle, zulmeden beyleriyle, zulüm gören halkiyle yurt var, ana-dolu var. Onda biz varız. Onun için yazıyoruz : Ve bilmiyenler
beyeııebilirler, hattâ yabancı illerde ilgi uyandırabilir müzik bakımından güzelliği bulunabilir, fakat bu oratoryo bizim sesimiz değildir ve bu oratoryonun Yu-nus’ıı bizim Yunusumuz, gerçek Yunus değildir.
7
I
Bunlardan bir ikisini misal ola*
Verem, ara sıra zenginin kapısını da çalarsa da, fakirin çalınacak bir kapısı bile yoktur. Durmadan çalışıp yıpranan, fakat en az kazananlar arasında âfet, yataktan yatağa, evden- eve, nesilden nesile yayılıp büyük bir süratle genişler
. ..
rir.
İnsanlığın en eski derdi olan “verem„ yüz yıllar boyunca medeniyetler ve devirler aşıp hiç azalıp eksilmeden, kötülüğünden bir zer^e kaybetmeden halâ ayr.ı şiddetle hüküm sürmektedir. Bütün kıtlık ve açlık yıllarını', küçük büyük harpleri takib eden senelerde daha ziyade gelişmiş bir halde halk yığınlarına saldı-
> t -
Verem basilini ilk defa dünya ya tanıtan büyük insan R. Koch’-dan beri pek çok gayretlere rağmen bu meselede henüz ileriye doğru büyük bir' adım atılmış değildir. Verem mücadelesi tama-miyle sosyal hekimliğin gelişmesine bağlı olan sosyal bir dâvadır. x '■
Halk yığınlarının sefilliğin^ bir son verilip her fert için asgari bir hayat seviyesi • temin e‘ dildiği, hekimliğin ferdî sahadan sosyal sahaya .doğru kayması sağlandığı ve dolayısiyle veremlilerin aranıp ayrılmasiyle sağlamların korunması ve hastaların da erken tedavileri yapılabildiği gün verem savaşında ilk müsbet adım alilmiş olacaktır.
19 uncu asırda büyük endüstri inkilâbını , takip eden yıllardan-beri halkın yaşama şekilleri de değişmiş, fabrikalar, üzinler kesif işçi yığınlarını bir araya toplamışlardır. Bu şekilde büyük merkezlerde t ve şehirlerde esasen mevcut sefalet mahalleleri de beraberce genişlemiştir. Sana* '• yi hareketinin ilerlemesiyle sosyal hayat şartları da -ta başından beri ona muvazi olarak ileri doğru götürülemediğinden, büyük sanayi inkilâbının feyizlerinden yalnız âzaminin üzerinde bir refaha kavuşan patronlar 'Sınıfı istifade etmiş, asıl emeğin sahibi olan milyonlarca insan ise bilâkis sermayenin esiri -olarak her ğün biraz daha artan bir sefalete düşmüşlerdin Simflar arasındaki
------ YAZAN:-----
| Dr. Sabire DOSDOĞRU
bu iktisadi kutuplaşma veremin nesiller boyunca yerleşip kök salmasına sebep olmuştur.
. Kollektif yaşama şartları ica' bı her sınıftan insan vereme ya kalanabilir. Fakat her yaka'lanan verem hastalığına tutulmaz. Has talik tahribatını hiçbir mukavemeti olmıyan, tedbirsiz, çaresiz fakir halk kitleleri arasında ya*, par. Verem ara sıra zenginin kapısını çalarsa da, fakirin çalına cak bir kapısı bile yoktur. Durmadan çalışarak yıpranan, fakat en az kazanan ve netice itibarile en sefil bir hayat siirmiye mahkûm lıuluııanlar arasında âfet, ya-' taktan yatağa, odadan odaya, ev-
den eve. ve.nesilden neşile ya-• yılıp süratle genişler.
Bu sahada yapılan pek çok istatistik tetkikleri veremin iktisadi ve sosyal şartlara ne kadar sl-bağlı olduğunu göstermiştir.
kl
£
..;»».
■Desen t Kat he Kohuitz
rak zikredelim: ;
Hamburg’da 1901-1905 yıllarında halkın kazancı üzerine nis-bet edilen veremden ölüm miktarı : (Cetveldeki hastalık hisbeti 100.000 nüfus üzerine hesaplanmıştır )
Senede mark - ; - V - -
900 kazananlarda ver.emden ölüm 48,2 2000 ■ • . 44,7
3500 ' - » v . 27,#
5000 . . ■■'■ ' ■ .25,4
daha fazla , .,. ^eyfr.,12
Ayni bir şehirde zengin mahalleleri ile fakir mahallelerinin farkı da büyüktür. 'Viyanada yapılan bir istatistiğe göre zenginlerin oturdukları yerlerde 10.000 nüfusa isabet eden veremden.-ö-lüm 39,9; fa’ ir mohallelerinde ise yine 10.000 nüfusa düşen ve-• rem ölümü 128,8 dir.
Verem hayat pahalılığı dere; cesinde mesken şeraitine de bağ 1 bir davadır Esasen mesken meselesi de yine iktisadi vaziyete, içitimai sınıfa merbuttur. Zengin mahallelerindo bir- *“kişiye bir kaç oda isabet ederken kalabalık fakir , mahallelerinde bir , odaya b r kaç kişi . isabet eder.. Yani ana, baba, ; çoluk çocuk hep bir odada hattâ bir çok yerlerde V! —»—•—
t -•
u >
* •

r
/

* bütün aile 1 odada
2
3
„ „ ¥ ve
oturmakta idiler.

birindeu çok
muhtelif meni' nüfus üzerine
■■
■10,7
17.3 -
13,9
18.3
34,5 tır.
sebep ne
bu vaziyet veremin kolayca yayılmasında fol ovnıyan en büyük âmildir. Bu vaziyeti iyice tebarüz ettirmek üzere Bellinde' 1900 -1905 seneleri arasında yapılmış olan bir istatistiği misâl olarak verelim J
Bu seneler-arasında evlerinde veremden ölenlerin sayısı 5933 idi. Bnnlarm : ■ , ,.
'Is 46,7 si
% 41,6 .
’/• 11,3 ü % 6,4 fazla odada
Verem basili memleket ve kıta farkı gözetmediği halde muhtelif memleketlerin aynı bir senede yapılmış olan verem ölüm istatistikleri bir farklıdır. Meselâ :
1911 senesinde leketlerde 10.000 veremden ölüm :
İngiltere İrlanda Almanya Fransa Avusturya
Bu farkı? ’dağuran dir ? Bazı memleketlerin zirai (İrlanda gibi), bazılarının sınai (İngiltere gibi) olması bir sebep kabul edilemez. En düşük rakam gösteren İngilterede verem 1882 de verem basilinin R. Koch tarafından keşfinden çok evvel J azalmiya başlamıştır. Yani verem basilinin bilinmesiyle almmıya başlıyan tedbirler 1845 te başlı-yan azalmiya müessir olmuş değildir. Azalmanın asıl sebebi e sıralarda tatbike geçirilen (Public Health act) sıhhi kanunlardır.
Buna benzer ikinci kanun 1875 _
de neşredilmiştir. Buna göre Belediye ve idari makamlara şehirlerin sıhhileştirilmesi için bir çok haklar verilmiştir. Meselâ sıhhate uygun olmıyan binaların yıktırılması ve yerlerine modern sıhhilerinin yapılması gibi...
İngilterede bu azalmayı temin eden sebeplerden birisi de çok feci bir durumda olan işçi etelerinin İslah edilmesidir. 1890 da çıkan yeni bir kanunla bıı mesele bir dereceye kadar halledilmiştir. Bu arada gıda maddeleri-niu fiyatlarının indirilmesi ve kazancın artması ve buna bağlı ola-* rak umumi kültür seviyesinin de beraber yükselmesi de önemli sebepler meyanındadır. İngilterede veremin azaldığı bu seneler sanayiin en ziyade ilerlediği senelerdir. Demek ki veremi ço-

/
■ -r'?
rem var, Verem!
ı •> * ,. . ■ . . ı- . • • •
Verem Iıiç bir vakit ferih ,fahur yaşıyanların hastalığı, itite ' hastalık olmamıştır. Ümitsiz aşk, hasta üzüntü, yersiz uyku-küçük hanımefendileri.
hastalık olmamıştır. Ümitsiz aşk, suzluk, romanlarla dökülen gözyaşları, yalnız deli, ve sinirli yapabilmiş; küçük beylerse yalnız üzmüşe Ier-ve eğleıımişlerdir. Verem, eski saraylarda dünkü .konak-, larda, bugünkü apartmanlarda ancak çdlınıp getirilen cariyelerıj dövülüp sevilen,* babasız çacııkları düşürtülüp çırak edilen, ha- ' layıkları, yeryüzünü göremiyecek kadar yüksekte, tavan aralarında, gökyüzünü göremiyecek kadar alçakta, yer altında yaşı-yanları kucaklamıştır. Saraylarda, konaklarda, apartıtnanlarda bile sınıf farkını gözeten bir hastalıktır o. Şehirlerin kenar mahalleleri sığınağıdır onun. Yeraltında gün görmiyerek çalışan, günün doğuşunu beklemeden alaca karanlıkta işine koşan, kemiklerinin sızılarını ısındığı bucakta uykuyla uyuşturmıya çalışan, gözleri yanan, nasırlı avucunu sıkamıyan, alnının terini si-Iemiyen, gönlünün dileğini bulamıyan işçinin düşmanıdır verçm. Mehtap seyretmiyenlere, günün doğuşunu görmiyenlere, batışını bilmiyenlere musallattır o. Kömür ocaklarında titriyenlere, tütün işlenen yerlerde solanlara, denkler altında inliyenlere, ocak başlarında teriiyenlere, karda yalın ayak gezenlere, ilâçsız kadınlara, kitapsız talebeye, yaşatıp ölenlere, yaşayıp sürünenlere düşmandır o. Tonozlarda yatanların, yangın yerlerinde ya-şiyanların, bankaların mermer merdivenlerinde geceliyenlerin, lokanta camekânlarinı midelerini hazmederek seyredenlerin, tit--riyenlerin ve terliyeıılerin hastalığıdır verem. . Korçforlıi salonlara girmez, manikürlü elleri öpmez, levanla kokusundap hoşlanmaz, otomobillere binmez verem. . _i
Dev gibi bir vücut görürsünüz, dün kan küsmüştür^ Dağ gibi, bir delikanlıya raslarsınız, yarın alçıya'girecektir., Gözleri .. parlıyan bir kızla konuşursunuz, ikindi nöbetini geçirmektedir. -İçten gelen kesik öksürükler duyarsınız, ben varım demektedir verem. Sanatoryöma •sıra verenleri sırası gelmeden alır. Doktora gidemiyenleri; sanatoryom nedir bilmiyenleri süründürerek öldürür. Ciğerlerimizi bitirir, kemiklerimizi kemirir, bizi.beynimizden vurur, derimizi yer. Verem var verem ! Bir şiir, bir hayal değildir, içimizde^yaşamaktadır, bizim sefaletimizdir o.
• t
ğaltan, endüstrinin işçi kitlelerini bir araya toklaması değil, bu toplanan insanlara lâzım gelen ihtimamın gösterîlmemesidir. Sanayiinin inkişafiyle sosyal yardım işlerini de beraber (eksik derecelerde de olsa) olarak inkişaf ettirebilmiş endüstri memleketlerinde verem, ziraat memleketlerine nazaran gerilemiştir.
Veremin çoğalmasına en ziyade sebep olan âmillerin başında hiç şüphesiz ki harpler gelir. Bir taraftan insanları, cephelerde yıpratan harp diğer taraftan ikdisa-diyatı felce uğratarak açlık ve kıtlık neticesi halk tabakalarının bütün mukavemetini kemirir ve veremin birdenbire artmasına sebep olur. Geçen büyük harbi takip eden yılların her memlekete ait olan statistıkleri bu hakikati açıkça ortaya koymuştur Bilfiil harbe iştirak etmiyen devletler de bu ikinci sebep yüzünden ve-
remin yayılmasından ' kurtulamamışlardır, Bilhassa 1939 harbinin bu sahadaki tesirleri pek korkunçtur. Avrupa memleketlerinde bilhassa Yunanistanda, Asyada, Çin ve Hindistanda 'Toplanan rakamlar şimdiden pek , müthiş bir dereceyi bulmuştur. Biz harpten bilfiil uzak kalmış olmakla beraber harbe giren devletler kadar harp sonu zararlarına uğramış bulunmaktayız- Elimizde tam ve bütün Türkiyeye şamil adetler olmamakla beraber harpten- evvelki senelerle' harp içindeki senelerin ölüm istatistik-, terini ve dispanser faaliyetlerini tetkik edecek ol .rsak bu hususta az çek bir fikir edinebiliriz. Resmî ölüm istatistiklerinde 1931 den 1925 e kadar olan beş sene ile harp yıllarının dahil bulunduğu (1938—1942) beş seneyi halk ve
' ’ (Sayfayı çeviriniz) '
9
f
işçi kitlelerinin nisbeten daha kesif bulunduğu 7 vilâyetimizde mukayese edelim :
1931-1935 1938- 1942
İstanbul 8768 9411
Aukara 619 1168
İzmir 2098 2280
Adana 519 637
Samsun 426 541
Eskişehir 383 600
Bursa 1012 1227
Yekûn 13852 15863
Harbin ilk senelerinde yani yukarıda eski senelere nazaran verem ölümünün nisbeten artmış olduğu 38-42 yıllarında hayat pahalılığı henüz bu derecelerde yükselmiş değildi. Asıl yüzde beşyüz nişbetindeki artış 1942 den itibaren başlamıştır. Binaenaleyh 42 den sonraki senelere ait istatistikler tamamlanır da neşre-dilirse daha kabarık yekûnlarla karşılaşacağımız bedihidir.
Sanayimizin belkemiğini teşkil eden Zonguldak kömür havzasında son yedi senelik tüberküloz vaziyeti şöyledir :
(Açık ve Kapalı)
1038 de verem adedi 121
1939 da » » • 198
1940 „ n 286
1941 de n 396
1942 „ ■ n 652
1943 „ 758
1944 „ » » 960 .
Resmi istatistik rakamları bir memleketteki hakiki 'verem miktarını (bilhassa bizde) göstermekten uzaktır. Zira ölüm sebepleri her zaman her yerde doğru olarak gösterilemez. Bilhassa köylerimizde bu köylünün kendi teşhisine kalmıştır. Ekseriyetle ne olduğu anlaşılmadan uzun veya kısa süren bir kastalıkla ölen bir şahıs hakkında ezbere bir sebep yazılır. Ancak hastane ’ ve sana-toryom kayıtları ile organizasyonu mükemme.l şehirlerde tutulan kayıtlara itimat edilebilir.
İstanbul’da Fatih kazasının ölüm ihbar kâğıtlarından çıkarılan bir malûmata göre 1934-35' 36 senelerindeki verem vefiyatı çok şayanı dikkattir. ' 1935 sayımında bu kazanın nüfusu 172902 olarak tesbit edilmiştir. Üç yıl zarfında mecmu ölüm miktarı 12796 ve veremden ölüm 2063dür. Bu iki adedin birbirine nisbeti 1/6 dır. Yâni Fatih kazasında bu bu üç sene”zarfında ölenlerden 6 kişiden biri veremden Ölmüştür' Bu nisbet 1910 senesinde İngil- ' terede Wal’de 1/11, Amerikada 10
1/12, Prusyada 1/12 olarak tesbit edilmiştir.
İstanbul’un muhtelif bölgele rindeki verem dispanserlerinin kayıtları da 1941 - 1944 yıllan arasında oldukça büyük farklar gösteriyorlarsada bu bir taraftan verem artmasına işaret olduğu kadar , halkın dispanserlere daha-ziyade müracaata alışıp mevcut veremlilerin teşhisinin-daha zi yade imkân dahiline girdiği neticesini de verebilir.
Verem mücadelesinin sosyal tababet bakımından bir kaç cebhe-si vardır :
Fabrika, üzin, mektep gibi topluluklarda özel teşkilâtla sistemli daimi kontrol; işçi sigortalarının tatbiki; her işçinin yarınını düşünmiyerek kendi sağlığını başkalarınınki ile beraber göz önünde tutmasının temini; şehir taksimatına göre muhtelif bölgelerde bölge dispanserlerinin tam teşkilât ve âzami randımanla faaliyete geçmesi; mesken meselesinin halli ve her aileye yeter derecede geniş, sıhhi ev temini en lüzumlu gıda maddele' rinin herkesin alabileceği normal bir hadde indirilmesi; ilâ • •••
Bu çok cepheli mücadele meselesi bunlardan yalnız biri veya ikisinin halliyle hiç bir zaman temin edilemez. Hepsinin birbirine bağlı bir tarzda işlemesi lâzım" dır. Bilhassa harbi (takip eden bu yıllarda verem yer yüzünde o derece yaygın bir hal almıştır ki bundan gelecek nesiller hesabına büyük bir endişe duymak ve derhal en büyük fedakârlıklarla ha" rekete geçmek zamanı çoktan gelmiş -bulunmaktadır. Bilhassa, şehirlerde sun’î olarak yaratılmış olan mesken buhranının en k*sa yoldan kaldırılması ve insanın gıdasından ve havasından haraç almaktan doymamış olan kara borsacıların en ağır cezalara çarptırılarak yersizlikten ve gıdasızlıktan harap olan halk yığınlarının ve dolayisiyle yarınki neslin kurtarılması gecikmemelidir .
Verem mücadelesinde sana-töryomlarm ehemmiyeti hemen yok gibidir. Buraya ancak paralı veya hatırlı yahutta aylarla şıra bekleyen mahdut adette veremli yatar. Bunlar ya tedavi veya yalnızca tecrit edilirler. Zira mevcut yatak adedi memleket nüfusuna nisbetle pek cüz’idir.. Binaenaleyh büyük masraf ve feda, kârlıklar istiyen saııatoryomlar-dan ziyade mücadelede esaslı rolü olan tam teşkilâtlı (vizitöz-
hemşireleri, röntgen cihazları, la. boratuvarı, tedavi vasıtaları) b.öl-ge dispanserlerinin çoğaltılması yoluna gidilmelidir.
Verem mücadelesi bir hayır , cemiyeti davası ve bayramlarda toplanan ianelerle üç beş zenginin gönlünden kopacak sadakalar, ın halledebileceği bir mesele değil, memleketin yarını bakımından üzerinde ısrarla durulması gereken bir DEVLET DAVASI dır.
[*) J statistikler istatistik yıllığı ve E.K.l. Merkez Jıastahanesi röntgen muayene defterlerinden çıkarılmıştır,
Kİ T A P LAR
‘ ( Baştarafı 3 üncüde )
dahile istiklâl zihniyetini benimsiyeme-miştir: kaydından .sonra İngiliz komünist partisinin 1920 de işçi partisinin ayrılan sol . kanadından meydana geldiğini öğreniyoruz. Eserdeki en mühim bilgiler arasında, bugün işçi partisi iktidarda olduğu halde, İngiltere yi; mu? haifazakâr sınıf şebekelerinin nasıl idare ettiğini gösterenler vardır.
Amerika . siyasî partilerinin gelişmesi üçüncü'bölümdedir.Bur-da Amerikada bugüııki ikili parti sisteminin iç yüzü, Demokrat ve Cumhuriyet partileri arasında re-aksiyonerlik bakımdan fark kalmadığı ve bir sosyolojik zaruret . olarak üçüncü partinin doğması gününün yaklaştığı belirtiliyor.
Çok partilere bölünmenin değil de müfrit sağcı partilerin vatan sevmezliğinin Fransaya ne kadar zarar verdiği Fransa --bölümünde bilhassa belirtilmiş, faşizm ve halk cephesi karşı karşıya lâyık oldukları ehemmiyetle ele alınmıştır .
Kitabın beşinci bölümü Alman siyasî partilerine ayrılmıştır. Nazilikten önceki demokrasi temayülünün macerası ' .ve ’’ bugün toparlanan sağlam bir “Birleşik Sosyalist Parti„nin azmi bu sahi-feler içinde okunabilir. En sonuncu bölüm ek bölümüdür. Bu*.. rada Avrupadaki diğer milletlerdeki partilerin durumlarının son şeklini buluyoruz. Kitap Faşizmin en yeni kımıldanışlarını bize bir ihtar olarak bildiriyor. Dünya havadis borsasına kâkim olan ajans ve gazetelerin iç yüzünü-sırası geldikçe bildirmekle, Ber-kes okuyucuya daha faydalı .olmuştur. ( .
Arslan KAYNARDAĞ
Desen : Picasso
Kendilerini bir daha görmediklerimin ölmezliği adına
Ünlii Fransız şairi Pa- ' ul Eluard’ın ETERNITE DE CEUX QUE JE N’AI PAS REVUS adlı şiirin-.den N. İlhan Berk tarafından tercüme edilmiştir.
>
ilkin dona kaldım
Zaman üstüne zamatı
Ve sıkıntıya karşılık sabırsızlık • Nasıl peşi sıra gelirce
Gecenin ardından bir başka gece Ve gün kül rengi bir hayale dönerse Ve sonra kara bir hayale gulyabaniye Öyle olduğu gibi bakmalı ona Öyle hatıranın gözleriyle Hemendem görülmez olur , Hemcndem gıcedcn ibaret olur.
Gezer gibiyim şimdi ( Kederinde alevden akşamların Gizli gözyaşlaıı ve gülüşleriyle Hayatın silinip gittiği bir dünyada Tanıdığım insanlar Görünüp kayboluyorlar Siz hayattan emin insanlar Siz ümitle beşli insanlar Siz ey cesur kardeşlerim Siz ey. aşkla dolu kardeşlerim Sizleri
t-
? V
göremez oldum.
ziyadar yüzler bulanık hatıralar birdenbire bir darbe
O saf Sonra Yanmış kâğıtlar misali .çehrelerde Külden ibaret hafızada Soğuk külü nisyantn Bununla beraber Desnos bununla’ beraber peri Cremieux Fondane Pierre Unik Sylvain İtkine Jaen Jausion . Grou - Radenez Lııcien Legrcs Zamanın tahammül .edilmâz oluşu Politzer Decour Robert Blache Sergc Meyer Mathias Lübeck Maurice Bo'irdet ve Jean Frayssc Dominiqüc Corticchialo Ve Max Jacop ve Saint - Pol - Roux Zaman hiç mevcut olmamak demektir.
■ |
I ■ ■ '
. ' . t

Zaman herşey olmak demektir.
Kendine g(len hafızımda-
■ Zamanın Desnos’dan başka Perjden başka
Birşey olmadığını bildiğim hafızada Zaman . Cremieüx olmaktan başka Veya Decour veya Politzer
. Yahut Saint pol yahut Max Jacob Grou - Radenez Lucien Legres Sylvain İtkine Jean Jaussion .. Serge Meyer Mathias Lübeck Blache Fondane Pierre Unik Dominique Corticchiato
Maurice Bourdet yahut Jaen Fraysse olmaktan başka Zaman hiç bir şey değildir
Cümlesi oldukları gibi mevcut
Cümlesi hayat demek.
t •
Bu güı eşli dekor içinde Ve yenilenmiş denizler içinde Kahramanlar kurbanlar
• İşlerin ve hürriyetsizliklerin Kederlerin ve kıtlıkların Bu hercümerci içinde Bir kardeşlik aynasında . ' Onların elleri ellerimi sıktılar Sesleri sesime şekil verdi Ve ellerim varın doğacak olan .insanların ellerini sıkacaklar Ben ölmezleştiğime inandıkça Onlar ölmez kalacaklar

Kan akar durmaz ölüm kırıp geçirir.
Bundan böyle biz çoğunluk değiliz . Sona geldik
Işık hava gece (
Cümlesi içimize yerleşmiş
■ Siz ey cesur kardeşlerim
Ben mükemmel bir ömür boyunda Nisyanı unuttum
Ertesi günler eşkidir Geçmiş serapa yeni Ve biz müşterekiz
Yer yüzünde her şey müşterektir Ve her şey bir kanad vuruşu ile Çıplak tarlalara ve mahsûllere Ve gökle toprağa Karışan bir tek kuş misali
. Herşey sade ve müşterektir.
*

I
î
♦♦♦♦♦«♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦a
: Dram Sanatı
Dram, nerede halktan uzak kalmamışsa nerede dînin baskısından kurtulmuşsa, nerede sade bir zümrenin, hattâ bir sınıfın malı olmaktan çıkmışsa, işte ancak orada feyizli ve kudretli olmuştur
Prof. SAFFET .
l
ğunluğuna hitabedebilmelidir. Hi-tabedebilmek için ide o topluluğun büyük bir kısmının ortaklaşa duydukları meyilleri, yaşayışını, dertlerini, zevklerini aksettirebil-
RAM, bir milletin kalkınmasında çok kere halkı yetiştiren bir kürsü olarak rol oynamış-
tır. Çünkü 'dram, öbür san’atlar arasında böyle bir yetiştirme işine en uygun gelenidir. Dram, harekete ve karşılıklı konuşmaya dayanır. Hareketsiz ve muhave-resiz dram olmaz. En hareketsiz, . meli, topluluk, eseri kendine ya-uzun nutukları en fazla olan dramlarda bile gene bir dereceye kadar hareket ve ' konuşma vardır. Dramın temeli hareket ve muhavere olduğu için ' sahnede oynanırken seyircinin evvelce belirli bir kültür hazırlığı ile temsile gelmesini pek îcabettirmez-Hele resim, musikî, şiir, mimari ve heykel traşlık gibi • san'atlarla . kıyas edilince böyle bir küftür ve bilgi hazırlığını en az zaruri kılan bir sanattır denebilir. Daha kolaylıkla anlaşılır. '■ V
Dramın başka' bir özelliği daha var: Öbür san’at eserlerini ferd tek başına seyreder, dinler, yahut okur. Gerçi şimdi bazı memleketlerde, Rusyada, Ameri-kada bir romanın sekiz milyon nüshasının birden basılıp çıkarıldığını, sergilere binlerce milyonlarca insanın girip eserleri seyrettiğini biliyoruz. Bir temsili muhakkak bir grup insanın birden görmesi gerekiyor. (Radyofonik bir temsili insan tek başı- • na odasında dinlerse de böyle, okunan bir kitabı dinler gibi bir radyo temsilini dinlemekle sahnede bir piyesi görmek arasında bîr fark yoktur demek kimin ak lından geçer?) Böyle, büyük bir kütlenin bir konseri ^dinledikleri gibi dramı da hep birden :—kon’ serden daha kolay anhyarak— seyredebilmeleri drama, halkın kalkınıp yetişmesi bakımından belirli bir üstünlük verir.
Her hangi bir sanat eseri hususiyle bir dram, yaşıyabilmek için, hangi topluluk içinde doğmuşsa o topluluğun büyük ço-
•«
kın, hatta kendinden bir parça sayabilmelidir. Yoksa sahneye konan eser tutunamaz.
Dramın Avrupada nasıl doğup geliştiğini incelerken bir olay dikkati çekiyor: Dram nerede — sosyal şartlar icabı — halkt n uzak kalmamışsa, sade bir sınıfı değil, bütün topluluğu göz önün--de tutmuşsa orada feyizli ve u-zun zaman yaşayabilen eserler ortaya çıkmış; nerede zevkleri fazla hususileşmiş, dar bir guru-. bun patronluğu altına girmişse» yani sanatkâr eserini sade bu dar gurubun zevjkını okşamak için or- ; taya koymuşsa orada kısa ömürlü, kısır eserler meydana gelmiş tir. Misal olarak esas temaları bakımından eski Grek tragedyalarını ele alalım: Bir Antigo-ne’yi, bir Zincire vurulmuş Prometheo s’u, bir H i p p o 1 y tus’u, Kurbağala r’ı Atinanın zengini de, fakiri de, kölesi de, efendisi de aynı amfiteatrdan seyreder, heybet ve merhamet duyar ve gülerdi. Sonra Rönesans Ital-yasiyle İspanyasında canlılık gösteren dram hareketlerini ve bilhassa İngilterede Elizabet devri dramını hatırlıyalım. Onaltıncı Yüzyıl Rönesans Londrasında bir hususi, bir de umumî (p u b 1 i c) halk tiyatroları vardı. En fazla ve en çeşitli temsiller verilen tiyatrolar bu halk tiyatrolarıydı. Buraların üstü açıktı. Duhuliyesi, ' avluda ayakta durup seyretmeğe razı olanlar için gayet azdı. Galeri ve balkonlarda Kıraliçenin,. ‘ Beyzadelerin locaları vardı. Sahnenin üzerinde bile, yakasının
danteli dik, kolu bol, yeni.mada sakosunu, biçimli bacaklarımı göstermeğe dikkati aktörden çok kendi üstüne çekmeğe, azmetmiş şık beylerin, yüksek bir duhuliye mukabili oturup caka sattıkları arkasız iskemleler vardı- Böylece Elizabet devrinde Klraliçeden tutun da işçi, çırak, hamala kadar kadınlı, erkekli' kalabalık bir sürü dinleyicinin san’at zevkini, tatmin eden Shakespeare dramları ortaya çıkıyor. Bu dramların büyüklüğünde Shakespeare’in kendi dehası kadar seyircilerinin böyle cemiyeti, halkı iyi .temsil eden bir kütle oluşu, sanatkârın kendisini bu kütleden uzak tut-mayışı da âmil olmuştur, Fransız kılâsik dramları arasında neden Rasinle Korney’in. tragedyalarından ziyade Molyerin. komedyaları dünyanın her yanında rağ-bet görüyor ? Sualine -cevap ve- . rirken, onun da şahsî dehası kadar hatta daha ziyade • Taşrada halkın arasında geçen, çıraklık ve insanlığı tanıma devrini göz ö* nünde tutmak lâzımdır
Dramın Avrupada gelişmesini incelerken gözümüze çarpan bir başka nokta da şu oldu : Dram nerede dinin baskısından kurtulursa, nerede sade bir zümrenin, hatta sade bir sınıfın malı.olmak- , tan çıkarsa, o sınıfın maddî mânevi kontrolünden uzak kalırsa orada kuvvetleniyor.' Misal olarak gene İngiliz'dramını düşünelim. Ortaçağda bu dram,' kilise içinde Temsil edilirken kilise baskısı devam ettikçe dirilemiyor.
’ Fakat daha kilisenin kapısından çıkıp mezarlıkta oynanmağa başlar başlamaz kilisenin yasağından kendini kurtardıktan- sonra kuvvetlenmeğe yüz tutuyor. Çün-
• kü artık halkın eline ^geçiyor, orada kök salmağa, oradan hayat suyunu toplamağa başlayor. Az z sonra loncaların malı olunca daha da serpiliyor; fakat bu sefer loncaların kayıt ve y aşağılar tınca kalınlaşıyor. On altıncı'yüz yılın sonlarına doğru loncalardan* kür tulup, tiyatro kumpanyaların eline geçen va halkın arasına katılan dram iyice gürbüzleşiyor. Fakat bakıyoruz 17 ve 18 inci, yüz--yıllarda gene canlılığını Kaybetmiş. Çünkü ortyedinci yüzyılın başından sonra dramı ilkint.şaray kuruyor; saray zevkine göre ■ oyunlar yazılıyor, teyzadeleri de
-Kıralı da iktisaden avucunun içir
12
• ı

/
*e alacak kadar"* kuvvetlenmiş olan orta sınıfın düşmanlığını üs-. tün» çekiyor. 1642 de Londrada tiyatrolar kapanıyor. Gerçi 1663 da tekrar açılıyorsa da dram gene sarayla beyzadelerin patron- . luğu altında kalıyor; veya ancak pek fazla sermaye bulup kullanmakla tutunabiliyor. Artık temsiller, dekor, sahne mimarisi, kostüm, külfetli, masraflı bir hal almıştır. Dram müellifleri buğde-virde sözünü geçiren zenginler sınıfının karışık zevklerine ayak uydurarak’eserler yazmışlar, hal* ' kı unutmuşlar, basma kalıp bir takım kahramanlık dramları ortaya koymuşlar, ya Shakespeare ya Fransızlar ya da Ispanyollar gibi komedya ve tr ıgedyalar yazmağa özenmişlerdir. On seki inci yüzyılda ferdiyetçilik en istikrarlı halini bulur. Bu yüzden roman gelişir. Özü bakımından ferdiyetçiliğe uymayan dram kısır kalmakta devam eder, ondokuzun-cu yüzyılda ise orta sınıfın servet ve refahı daha da artarsa da işçi halkı da ihmal edemez olur. Nihayet ondokuzuncu yüzyılın sonunda halk hareketleri epeyi kuv vetlenir. Halk unsuru drama yeniden tesire başlar; dram ticaret-cilerin çok yerde patronluğundan ' kurtulur, serbestler, Avrupanın hemen her memleketinde yeni bir uyanış hareketiyle birlikte bilhassa şimal memleketlerinde, bu arada İngiltere ve bilhassa İrlan. dada bir dram hareketini, G- B-Shaw ve J. M. Synge’le karşılaşırız. ; ’
-• •
*^>>>>>>>>>>>;
ZAFERİ
ABİDESİ
jL YAZAN: ERİCH . , « MARIA
$ REMARÇUE
• V
W ÇEVİREN: ZERİA KARADENİZ BÜTÜN KİTABEVİ
Fiyatı 380 karaftar
i
Genç yaşta aramızdan ayrılan Profesör Saffet Drama ve ce-,illiyetle ilgisine dair bu yazışımı geçen yıl yayınlamak üzere bir .arkadaşımıza göndermişti. Ya zanın fikir şahsiyetini gösteren bu güzel yazıyı sayfalarına geçirmek fırsatını kazanan YIĞIN, bu acı ölüm karşısında da büyük bir teessür duymaktadır. Bu kayıp do-layısiyle sayın profesörün şimdiye ikadar yayınlamış olduğu kitap ve makalelerin bir listesini veriyoruz.
Kitaplar : Shakespeare kimdir fi9387» Shakespeare trajedisi (1939), İrlanda tiyatrosunu kuranlar .ve .dramlarından numuneler (1943),
Tercümeler : Francis Bacon’dan Denemeler (Önsöz ve notlarla), C. H. Herford-dan İngiliz Edebiyatı (Kitabın 1900 den sonra olan kısmı teliftir); J. Galsvvorthy’-den - Sadakat Bağları^ J. M. Barrie’den Mary Rose\ J. M. Synge’den Babayiğit,
Muhtelif dergilerde çıkan makaleleri
Ülkü*de»* Rudyard Kipling’in hayatı ve eserlerine dair (1931),
. Kalem’do.* Kral Lir (King Lear-Sha-^esptare) hakkında (1931), Macbeth*e dair (1931).
Yücel’de; Vatan veya Silistirernin bir dram eseri olarak tenkidi (19407/ J. M. MackaiVin Hamanisma mevzuu etrafında yandığı bazı makalelerin [Zercü-meleri f19407»
Yurt ve Dünya’da; Hamlet Deli miy" di ? fl9417» Shakespeare Komedyası ve Falstaff (1941), Charles Dickens, Şahsiyeti ve romanı (19417» Halide Edib’in Edebiyat tarihinin tenkidi (1942).
Tercüme’de; “Sarı Esirler» tercümesinin tenkidi (1940), “Kitabı ‘mukaddes* in İngilizce tercümelerine dair (1941) tercümesinin tenkidi (1. Şahinbaş*la beraber 7 ('19427» Shakespeare*in Periciğinden tercüme fl9417» Shakespeare* in “Antony and Cleopatra*sından tercime (1943).

Şarlo - Demokrasi
(Mastarafı 5 incide)
âleminin şüphesiz en müraccah ve en halkçı artistidir» diyor ve “za-1 manimiz edebiyatındaki en esaslı meselelerle beraber zamanımızın en ciddi fikirlerini onun filimleri aksettirmektedir» diye ilâye'ediyor’ O. Henry, Sinclair-Levis, Hsming-way, Dos-Passos, Werfel, Fallade, Natan Ashe, Sherwood Anderson, gibi muharrirlerin eserlerindeki kü-' çük insanın mukadderatının tekâmülü diyor, . Bleimann, daha müşahhas olarak Şarlo’nun filimlerinde görülüyor. Artist, bu filimlere insan hayatının yükseltilmesini ve saadetin teminini tema olarak koymaktadır. Bu. sanat diğer sanatlardan daha keskin daha orijinal daha plast k ve belki de-emsalsizdir. / • ’
Sahne vazıı G. Kozinstev, in makalesinin - adı Şarlo’nun halkçı sanatı’dır. Muharrir burda ezcümle, Şarlo’nun bambu bastonu, içtimai müsavatsızlığa, in* sanın insan tarafından istismarına faşist diktatürasma karşı kaldırılmış şiddetli bir itham işaretidir. O, insanları güldürürken fena şeyleri kıyasıya yıkmasını bilmiştir, mimik san’atını halka götürmeye muvaf-, fak olmuştur, hükmünü veriyor.
S. Yukeviç. tarafından yazılan üçüncü makalenin serlevhası “Sir John Falstaff ve Mister C h a r 1 i e C h a p 1 i ndir.(Shakespe-are’nin yarattığı komik bir tip. Muharrir burda, “Elizabet devrindeki komikle muasır sinemanın komiği tarihin en hakiki fikirlerini temsile muktedir trajikomik şahıslar olmasını bilmişlerdir. Her * iki tip de hümanisttir, insanın mukadderatının önümüze serilişidir» diyor.
Son makaleyi, S. Eisenstein yazarak mevzuunu Şarlo’nun en popüler filimlerinden Charlie the Kid’e tahsis etmiştir. Eisenstein burda Şarlo’nun hadiselerin realitesini kavramaktaki harukulâdeli-ğiııe işaret ederek "Anide, çocuklardaki gibi bir kahkaha .nöbeti içinde» diyor.
Eserin büyük, sanatkâr hakkında-söyledikleri hiç bir zaman iltifat değildir. Yirminci asrın bu an-tifaşist sanatkârı her bakımdan örnek tutulacak değerdedir. Vazife-■ sini yapmış sayılabilirse de, insan’ lık ondan daha bir çok eserlor bekliyor. İnsanlığı kurtaracaklar arasında Şarlo da vardır.
Aralan KAYNARDAĞ
13
f
X
BİZİM SOKAK
Cevdet Kudret S O L O K
Bizim sokak İstanbulun tâ öbür ucundadır. Bu, içinde yirmi kadar, ev bulunan bir çıkmaz sokaktır. Önce on iki ev boyunca düz gider, sonra sağa kıvrılır, orada bir bahçe dıvarı ile tıkanıp kalır. Ağzı, Cerrahpaşa hastahanesinin yanında Davut-paşa iskelesine doğru inen dik yola açılmaktadır. Belediyenin bütün medeni vasıtaları onun önünden veya etrafından geçer, fakat içine girmez.
Cerrahpaşadan t o p la d ı klan çöpleri denize dökmek üzere arabalarını yokuş aşağı hızla süren çöpçüler, bizim sokağın ağzına geldikleri zaman ona şöyle bir bakarlar, Fakat uğramağı akıllarına bile getirmezler. Halk,| gündüzleri dolan çöp tenekeleri-»S ni, geceleri götürüp sokağın kar* şısındaki boş arsaya döker, za' manla bozulan süprüntülerin çıkardığı müthiş bir koku, arsanın üstünde göğe doğru yükselir, hele yazın sıcak günlerinde bu, o kadar kesifleşirki adeta gözle görülür bir hal alır. Rüzgârlı günlerde bu müthiş koku sağa sola dalgalanır ve lodos rüzgârı estiği zaman ağır ağır bizim sokağın içinde dolmağa, - iki sıralı evlerin .arasında bir nehir gibi akmağa başlar, pençereleri sim hiç bir yerden odaların boğucu germek lâzımdır.
Elektrik de içine uğramaz, ki mahalle camiinden ve bir az yukarımızdaki bakkal . Bodos’un dükkânından başka o’ civardaki yapıların hiç. birimde elektrik yoktur. .Sözüifc'kısası, “elektrik,, denen nesne, bir allahın evinde bir de bakkal Bodos ağanın dük- . kânında vardır. Evlerde ise pet-' rol lâmbası yakılır.
İçme suyuna gelince: O, evvelâ bizim sokağın beşyüz metre uzağında bulunur. Akşamları işten yorgun' argın dönen erkekler 14
hava karardıktan sonra su kovalarını alırlar Cerrahpaşaya ' çıkan yolun en dik yerindeki yokuş-çeşmeye kadar birkaç defa gidip
: gelirler, evlerindeki su küplerini •
./ doldururlar. İşte ondan sonra günlük işlerini bitirmiş ve ancak saat on buçuğa doğru dinlenmek üzere yataklarına girmiş olabilirler.
Nesiller değişir, fakat bizim sokağın çocukları hiç .değişmez, gerçi, Nuriden Sonra İhsan, İhsandan sonra Celâl, Celâlden . sonra Saim gelir, fakat oyunlar, sesler, hareketler, ruh halleri hep aynıdır. Nesiller büyür, iş güç sahibi olur, bunlar içinden . yalnız çokça para kazanmağa başlıyanlar bizim sokaktan ayrılırlar.
yirmi küçük aşağı küçük esnaf eski evlerinde kalırlar. Çıkanların yerine başkaları ve bizim sokakta hayat hep ayni seviyede, hep ayni yoksulluk, ehemmiyetsizlik içinde akar gider. Benim gibi, delikanlılık çağın da şiir yazmağa başlıyan ve yir-_ mi beş lira aslî maaşa geçer geç mez kendini bir şey oldum sananlarsa i*k fırsatta oradan ayrı-lanlar arasındadır. Fakat aradan seneler geçtikten sonra, işte
- .böyle, koptuğu ağacın hasre-
Öyle günlerde sıkı kapamak, hava aimıyan sıcağına göğüs
bizim sokağın Bir az altımızda-
Geri kalanlar, yani en çok lira aslî maaş alan pek memurla aylık kazancı yukarı o kadarı tutabilen
tini çeken bir meyve gibi, ne tekrar eski ağaca dönmeğe, nede başka vbir ağaca bağlanmağa imkân jbulamıyarak ruhlarının saflığı bozulmuş, imanları sarsılmış bir halde, ayrılmış oldukları sokağın rüyasını görmeğe başlarlar. Halbuki sokak, onları çoktan unutmuştur.
♦ * *
Orada » insanların evleri ayrı .
■ ise de, her hangi bir olay karşısında hisleri, düşünceleri hep birdir. Belki de yaşadıkları hayat şartlarının benzerliği, 'aynı ailenin ferdleri gibi, onları birbirlerine bu kadar yakınlaştırmıştır. “efkârlumumiye„ ve “maşerî vicdan» denen şeyler, bizim sokak-da elde tutulacak kadar canlıdır, lürkçeye zan ederim Ziya Gök-alp tarafından sokulan'bu tâbir, ler sanki bizim sokak için uydurulmuştur.
Hayat orada saatle değil, güneşle ayarlanmıştır. Yaz ve kış saat kaçı gösterirse göstersin, güneş {battıktan sonra çocuklar eve girer, kadınlar kafes arkasında kocalarını bekler, erkekler" ellerinde birer çıkınla evlerine döner, çöplerin dökülmesi, çeşmeden suların taşınması işi de bittikten sonra kapılar kilitlenir ve gittikçe koyulaşan bir karanlık, evlerin arasındaki boşluğu doldurur, bütün sokağı bölüntü-süz bir darlık haline getirir ve sessizlik, bu varlığın üstünü bir kılıf gibi örter.
Bir gece, hiç beklenmiyen bir saatte, belki on ikide, belki birde, dışardan bir takım sesler gelmeğe başladı; az sonra da bir -kadın çığlığı sokağı boydan boya kapladı, karanlığın içinde söndü, pencereye koştum: dipte, sokağın yanına doğru büküldüğü noktada halk toplanıyor, fenerle üç beş insan gölgesi telâşla sağa sola gidif» geliyordu, bütün , evlerin pencereleri açılmış, dışarıya vuran lamba ışıklariyle karanlık, yer '' yer parçalanmıştı. Hemen giyindim ve çıktım. Ben bir cinayet oldu sanmıştım, meğer, dört ev aşırı komşumuz kamarot Salilı efendinin karısı doğuruyormuş-. Salih efendi iki gün evvel gemi-siyle Karadeniz yolculuğuna çıkmıştı; kadın evde, »ihtiyar kay-nanasıyle yalnız kalmıştı; bereket versin, böyle bir gecede komşu kadınlar onu yalnız bırakma-
Sv
ı,

./

K

nıış, hizmetine koşmuşlardı. Er kekler de az ileride sokağın kıvrım noktasında, neticeyi merakla bekliyorlardı. Halktaki bu telâş ve merakın sebebini öğrenmekte gecikmedim : Çocuk ters gelmiş, ebe, iş'iı içinden çıkamamış, doktor istemiş ; mahalleden iki kişi doktora koşmuş amma aradan yarim saatten fazla bir zaman geçtiği halde halâ dönmemişler. Tam bu sırada, uzaktan, dört nalla gelen beygirlerin ayak sesleri ve onlarla bir yürüyen bir araba sesi- duyuldu. Herkes, gecenin sessizliği içinde koşan atların ve kaldırımlarda hızla dönen tekerleklerin çıkardığı kurtarıcı gürültüye kulak vermiş, çok ağır bir hastaı ın sırtını dinleyen bir doktor gibi, dikkatle geceyi dinli-yo rdıı. Yanılmak ihtimaline karşı bütün kulakların yalvararak din lediği ses nihayet yokuşa saptı, az sonra da araba sokağın ağzında durdu. Tez canlı olanlar, arabanın yokuşa saptığını duyunca, daha fazla beklemeye tahammül edememiş, hep birden sokağın başına seyirtmişlerdi. Arabadan inen çan* tali adama, hiç yoktan insan yaratan ve felâkete ..uğramışların yardımına koşan allaha bakar gibi bakıyorlardı; hayatta, ölüm de, onun elindeydi. Etrafını sardılar eve kadar hep beraberyürüdüler. Kapı açıktı. Doktor içeriye girdi, taşlıkta kendisini karşılayan kadınlara : '
— Hasta nerede ? diye sordu. Cevap verdiler :
— Yukarda l
Doktor etrafına bakındı, yine sordu : - _,
— Ev sahrbi hanginiz ?
Kamarot Salihin anasını gös;4 terdiler :
— İşte bu’J
Erkekler dışarda kalmışlardı, fakat bir lâmba ışığile aydınlanan taşlığı görebiliyorlar, sesleri duyuyorlardı .
Doktor ihtiyar kadına döndü : — Hanım dedi, ben her şeyi önceden konuşmasını severim: benim vizitem elli liradır-bili" yormuşunuz ?
Son dakikada bir olup bitti yapmış olmak için, bunu kendisi ni almak için gelenlere önceden söylememişti .
İhtiyar kadın yutkundu, bir müddet hiç bir şey diyemedi, sesi sanki ta derinlere kaçmıştı; neden sonra, ancak bir cümle söyliyebildi :
— Elli liramı ?
gaz altında karanlık görü-
etti : anlaşmazlık ola-konuşmak iyidir.
Ağzından başka söz çıkmadı gitti, merdiven basamağına oturdu, başını avuçlarının arasıııa aldı, taşlığın ortasında, elinde çan • ta ile ayakta duran bu elli liralık adanu seyretmeye başladı. Hayretle açılan dişsiz"*'- ağzı, lâmbasının hafif ışığı müthiş derin ve ııüyordu. .
Doktor ilâve
— Soiıradaıı cağına Önceden
Kadınlardan biri: Doktor dedi, bizim o kadar paramız yok; hiç bir zamanda olmadı. Size, ancak yirmi lira verebileceğiz l
Doktor cevap verdi :
— Yapamam efendim, başkaları belki yapar, fakat- ben meşhur doktorum, .vizitemi düşüre ıııem. Yapamam ! i
• O zamana kadar merdivenin ortasında, yüzü karanlıkta duran bir kadın kendini tutamadı, birdenbire bağırdı :
— Doktor/ bey, doktor beyi Burası bir kamarot evidir, kaptan evi değil I lütfen ona göre bir •fiyat isteyin !
Doktor soğuk ve kesin cevap verdi :
— Tarifemizde kamarotlara tenzilât yoktur efendim . ' .
Sonra döndü, kapıdan çıktı:
Bütün bu konuşma sırasında erkekler evin önüne birikmiş, iki. üçü. kapının iki yatıma dayanan bir yarım halka şeklinde o-muz. omuza sıkışmış, yolu tıkamışlardı. Az evvel İki dakika hareketsiz duramıyaıı bu insanlar kaskatı kesilmişler dişler kilitli kollar aşağıya doğru alabildiğine gergin, gözler dehşetle açılmış, içeriye merdiven başındaki sahneye bakıyorlardı. ' Orada konuşulan her söz, onları bir az daha jcatıjaştırıyor, hareketsiz hale getiriyordu. Doktor gitmek için iki adım attı, geçecek bir yer, bulamadı; karşısına rastlayanlardan birisine müsaade edermisiniz? dedi.
Adam hiç kımıldamadı; doktor başka birisine gitti, fakat o da kımıldamıyor, sadece bakıyordu. Doktor yol açmak için karşısındaki insan çitini itmek istedi, eli adamlardan birinin tenine değdi, o zaman şiddetle geriye çekildi; ’ ayazda kalmış bir mermere dokunmuş gibi eli üşümüştü. Baktı: karşısında sanki bir takım taş-^,'1 tan heykeller vardı ve hepsinin k yüzü bem beyazdı. Hiç bir şeydi söylemeden döndü, tekrar kapı-»
dan içeri girdi, gıcırdıyan tahta merdivenlerden çıkmaya başladı o zaman kapının önündeki heykellerden biri seslendi :
— Doktorl
Doktor merdivenin beşinci basamağı üzerinde döndü bekledi; heykel devam etti :
— “Kaza„ denen şey’i kabul etmiyoruz I
Doktor tekrar döndü, geri kalan basamakları çıktı, gözden kayboldu. Damarlarındaki buzlar yavaş yavaş çözülmeğe, kapının önündeki insanlar yeniden kımıldamıya yaşamağa başladılar. Sırtını evin kaplamasına dayıyan bir adam dediki :
— İçerde haydi haydi bir saat çalınacak soııra yirmi lira alacak...
Sözü başka birisi tamamladı :
— Büıııı da beğenıniyecek .
— Halbuki bizim bir saatimiz yirmi kuruşa geliyor .
Konuşma bu şekilde uzayıp giderken üst kattan son defa çok acı bir çığlık ve arkasından bir çocuk sesi duyuldu. Kapının önündekiler birdenbire susmuş, ... doktorun alın yazısının ne olabi- c, i' leceğini düşünmiye başlamışlardı. Aradan on beş dakika geçmiş -
■ geçmemişti ki ebe, merdivenin ortasına kadar koşa koşa inmiş, aşağıda, taşlıkta bekliyen komşu kadınlara: “ Müjdel Müjde! kurtuldu! „ diye seslenmişti. - Az
- sonrada ayni merdivenden doktor indi, fakat onun yüzü,’ ebe hanımın yüzü gibi neşeli görünmüyordu.
Kapının önü yine kalabalıksa da bu sefer yol kapalı değildi. Ma- ’ halleden iki kişi, doktoru sokağın başına, arabaya kadar uğurladı.
dileyen hayfif bir sesle, doktor, dedi, bir ata sözü vardır: kimi, nin parası kiminin duası.
Sustular . Arabaya varıncaya kadar üç erkeğin yalnız ayak sesleri duyuldu. ’
♦♦♦♦♦♦♦♦•♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
.* f
■lA x-
*-»* .
I
t
I
I
Bunlardan biri, yolda özür
I-
Sha
ROMAİN ROLLAND
W i lif a ■
♦ ■
peare
I
Çevirenler:
Ercüment Kenber-Ziya Oykut Büyük dâhinin hayatı ve sanatı büyük çapta bir sanatkâr tarafından anlatılmaktadır
Arpad Yayınevi • 50 kuruş
15
f.
Ölüme
İbrahim S A B R I
Bir Ac»m şairi, ölüm âdildir, diyor,
şaşıyprsı adıaızmı; agi-bis-ş, JömiiFTcü
Ne tuhaf şey, ben »izi ölmüş zannediyordun» Hücreme'. pencereden girdiniz, ‘buyurun, oturun’ dostlar, hoş gelip safalar getirdiniz.
Neden öyle yüzüme bir acayip bakılıyor, * Osman oğlu Haştm?.i
KimVili/ij^sıf yanmıştır .canınız?
Ayakta durmaym'oturun;. ■ Ç S-,
ben sizi ölmüş zannediyordum, / > Hücreme^pencereden giydiniz, R yüzünüzde yıldızların aydınlığı, hoş gelip safalar getirdiniz.
Kpyalarköylü Yakup, iC' : iki gözüm, merhaba I v Çf
Siz de ölmedinizmlydi ? 1
Çocuklara sıtmanızı ye açlığl ’ çok sıcak bir yaz günü
--Hna-?-^. h'k^rdeşim, «raîr gemi amba >40^ öldüğünü.? lT». -vfe
Gözümle gördüm toprağa tabutunuzun .indiğini.
.' J .
Hem galiba
tabut‘biraz kısaydı boyunuzdan.. Ona ‘bırakın. Ahmet Cemil I Vazgeçmemişsinlz-eskl- huyunuzdan;
O i|âç şişesidir, rakı şlsesl değil.' . GBnde elll kuruşu tutabilmek İçin-: .
yapayalnız dünyayı unutabilmek içli ne kadar da çok iç diniz. Ben sizi ölmüş zannediyordum, ' baj ucumda durup el ele verdiniz. Buyurun, oturun dostlar
..koş gelip safalar getirdiniz.
Bir ( ski Aeem şairi... • Doştiar, beni bırakıp, ' .
K dosttalr böyle hışımla , P ——' nereye gidiyorsunuz?
yapraksız kaUristaMı Demek ölmemişsiniz,
Ya siz,.-.
Ne tuhaf şey, hani siz ölmüştünüz kardeşim. İstanbul limanında, ' .
, kömür yüklerken bir ecnebi şilebi» kömür küfesiyle beraber'*'" '■ I düşmüştünüz, ambarın dibini, / Şilebin vinci çıkarmıştı nâştnızK~ l vc . paydostan önce yıkamıştı V.ı kıpkırmızı kapınız, / -*
'. simAyalı başınızı. I İ
Bu y u r unuettfruÇdoMlar^__]i--^^S
'' hoş gelip safa lajx®tîrdi»t)J(^.
Biliyorum, benju^urken,/^' hücromezliencereden girdiniz.
Ne ince Koyun'ilâç şişesini,
... ne kırmızı kutuyu-devirdiniz.
' ÎİS» Yüzünüzde yıldızların aydınlığı, ■îO baş ucuıüdâ durup el ele verdiniz, hoş gelip safalar getirdiniz.
fnhaf şey, ben, sizi ölmüş zannediyordum. Ve inanmadığım'için ne ahret gününe,'ne Allaha, dostlara; bir . tut$m tütün olsun ikram edemedim.diyordum bir daha

Comments (0)