Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

.Mermin Menemencioğh .Behice S. Boran
■■Liko Amar
..Muzaffer Şerif Başoğl ..Bekir Sıtkı Kunt
İÇİNDEKİLER
Athnf r ..
Mille Sevgisi
Açık olun Türkiısu .....
Bu E, rp Yıllarında Fransız Ş
İlim ■ Cemiyet................
Mnsi ve Cemiyet...............
İnsaî ve İçtimai Nizam .......
Beşil -lik ...................
.Siyasi Ağı
vın içinden; 23 Nisan -
isi.vs t rnersitesi — Hayranbğm Kötüsü. Yarınlar: Sosyoloji Dergisi — Kürk Mantolu Madonno
Gelecek Sayımızda :
Prof; Hilmi Ziya Ülken : Bugünün Felsefe Anlayışının Bir Cephesi.
Prof. J. Cam borde : Bugünkü Fransız Romanında Yeni Temayüller. Muvaffak Şeref: İleri Bir Cemiyete Doğru.
Gelecek Sayılarımızda :
Dnrkheim - Ziya Gökalp Sosyolojiğinin Tenkidi.
Ajıkaramızda Bugünkü Fikir Cereyanları.
«Sanat., sanat içindir, sanat, cemiyet içindir» Dolambacı.
Şehir ve Köy Anlayışında İkilik.
Memlek
Hangi
Terbiye ve Meslek Sertimi.
nada Millî İlim!
Gençliğinin Sosyal Psikolojisi.
•İh
Modanın Sosyal Psikol •jis
Radyonun Sosyal LMfa-ojisi.
Sinemanın »Sosyal Psik ? J s i
i'homaş Mana, He-
Burbuase ilh....
Modern Türk ve Düny ’M-bıy.:.-! dan: Yakup Kadri, T mingway, ’ Steiııbeck, B .- - - d Shaw İİ,J : "

ADIMLAR vatanda okuyucularına bugünün en t anınmış tiyatro eser ferinden birini A^ederektirJ^p&ri^ii^nıU bir dille çevritarfy ‘TUSTAV
■■ ■ ■■ .. . •
Adımlar
Aylık Fikir ve Kültür Dergisi
YIL! I MAYIS —lııli! SAYI: 1
ADIMLAR
Adımlar, hareket seyrini buıriuıiin, arlık gözle görülür. elle tutulur hale gelen çıplak hakika'ııiLİıiıı alıyor. IJ-vsı kuşu gibi bunu göz y-nmmnk. kendimizi oyalamak beyhu-
de bir kaçamak yalııdur. Yaşıyım. yürüyen, durrınyım hakikat ellilide sununda gelip bize çarpıyor.
Bugün geçiş İmlinde ıtranıit> -n bulunun bir dîiııyu içinde yaşıyoruz. Her şey hareket İmlinde... Zamanın seyri esrikliğini kaybetmiş putları deviriyor, zarla uyakta tutulun;..! .»ılışıl: m rınıil ııı Ihri kın .muş kliklerinden «iilcflyor, yere seriyor. Bu geçiş hali tarihin b benzemiyor. Bn^^ajıiiktetı, daha
esaslı. daha b.. dontlürüd ■ .•■.'•■ir. milletle ı milletleri) insanın insanla olan mü S^dÜbtinİ e, iş temp .unda, münakale' ve i ri- »^asıtıllal itlerde jMiasd her şeyde bunun der izlerini gikuyvru». ou ayan uyumabilcnler, b . seyrin akışı ile atabileni r Jmraluşlnn ile. kiilıi mı geçir eklerdir. Bu se karşı, geçmiş asırların İzdik y-.digârı olaü kı -akta tutmağa çulıfaölır ne kadar
tutunmuş ol .: rsa olsunlar bir çöp gii ipiirüleeeklerdir. Devir ;rin en yamanında y.ı •. ruz. İyi ki başta rama. bu zamanda dünyaya ı İdik. İyi ki
istikrarsızımın huzursuzluğuna, hattâ ı : m rağmen bu yirmjncl .ısır yıllarının insımlarıy ' te-.'*
Biz de, bi ıı milletimiz Türk mille ian seyrin içindeyiz. lilhassa bu
harp yılların ı İ milletlerin birhiriyie it ıvi alış veriş halinde olduğunu daha
kuvvetle tınla t Anladık değil, ya?» huy.ıt niymetlerimizin zaruri olan
daralışında, r. yularımızın başında, e ıııız.ı- aldığımız gazete itunlarında
.-. .. .,.•■.. ardık." !■> rnstgele, bir yara değil, mil-
. •!. ileri mıınh-lıTİııin v.-trdığı yuldıuı ilerliyerak ışıkh ve belir ; bir yarına
doğru girmek tiyoruz. Bu yinu mŞ*> »amnuiaşıuruı İler türlü gelişmesine elverişli bir nizam lindc. d" k vo kill ini yüksek
bir millet olarak "karşılanma isliyoruz.
2
-A. D I M L A R
yoruz. Buradan kesin dersler çıkarıyoruz. îleri hamleler, boşlukta, mukavemetsiz değil, geri hamleleri, kara hamleleri yere Rftrerek ilerliyor. Tarih hiç bir yerde, hiç bir memlekette kendiliğinden olmuş ileri bir hamle kaydetmiyor. Her ileri atılış, geri kuvvetlere karşı bir zafer olarâk beliriyor. Bilhassa biz, dünyanın kimyevî inkılâp geçiren milletlerinden biriyiz. Kuruluşu çatırdamış, kıymetleri tereddi etmiş bir imparatorluktan çıktık. Etrafımızda harabeler, çöküntüler var. Bunları temizliye temizliye yol alıyoruz. Açılan şehrahlar, harabeler, yıkıntılar temizlenerek şehrah oluyor. Kafamız da. kültür gelişmemiz de öyle... Özümüz olan halk diline, halk sözüne, halk şiirino divan yolunu arkada bırakarak vardık. Vo buradan evvelâ dünyayı da, bugünün dünyasını da tadarak, dünyaya sesleneceğiz. Bunu, sahnemiz, müziğimiz, ve yeni tatmağa başladığımız diğer yeni niymetlerimiz için de aöyliyebiliriz. Bu, şu demektir ki, hiç bir ilerleyiş kendiliğinden olmuyor. Eski ile yeninin mücadelesinden ve yeninin zaferinden doğuyor.
Garbı anlayışımız da öyle... İçimizde garbı, kendimize karşı koyanlar var. Bunu yaptıktan sonra, bazılarımız ona hayran oluyoruz, bamlarımız «Kendimize kapanalım, kendimize dönelim» diyoruz. Bizce her ikisi de yanlıştır. Garp, olmuş, bitmiş, şeklini, kemâlini tamamlamış bir medeniyet değildir. Garp medeniyeti şu veya bu milletin imtiyazlı malı da değildir. Bugün garbın ileri hareketleri insanlığın, milletlerin ileri hareketini temsil ediyor. Garpta «la bu ileri hareketleri çelmeğe çalışan softalar var, mür-teciler var, kara kuvvetler var. Zamanlarında, hakikat ışığını taşıyan Galilo’nin, Pas-tcur’ün. önüne kara bir set gibi çıktpı Avrupa softaları bunların misalleridir. Tabiat, cemiyet ve kültür alanlarında, bizi geriye çeken hiç bir putun önünde eğilmiyen ileri zihni}'ctk».ilad jjöriişle biz de garbın, içindeyiz. Bu ileri«’iddeu hayranız.
Yalnız hakikatin ve olanın bitenin mefhumlaştırünUufe^ förmülleştirilmeai demek olun ilme* bunun vardığı neticelere, bunun, mümkün ^ildiği niynıetlerc hayranız. Her hangi liir ilim sabasında varılmış olan hakikatlar, hakikat olarak, hiç bir milletin malı değildir. Bunlar bütün insanlığın malıdır. Bizim de milletler arası bir kıymet ueviye-■ sine yükselecek olan ilmimiz bu milletler arası hakikatlann bizim öz problemlerimize, gerçeklerimize tatbik edilmesinden doğacaktır. Ancak o zııman biz de bu hakikati ara yeni takibatlar katacak bir (hırama varmış olacağız.
İnsan anlayışımız da öyle... İnsan, anasından biyolojik bir varlık -olarak doğar, diğer hayvanlar gibi... Fakat zamanla, mîlletî içinde bir vatandaş, bir insan olarak gelişmek imkânlarıyla birlikte doğar. tnsamn^Bh örgüsü, etrafındaki insanlarla karşılıklı münasebetlerde, iş birliği içinde örülür; bp. suret lo insan, milleti uuı ve insanlığın evlâdı olur. Buntın yanında ve dışında insanın ezeliyetton gelen, armadan polen ayrı bir ruhu ye benliği yoktur. Burada olduğu gibi, biz, felsefe, cemiyet, teknik ve kültür anlayışında da her türlü ikiliği (düaiizmi) çürük ve hatâh buluyoruz. Biz parçacı -değiliz, yamalı bohça İstemiyoruz. ... ■ i. ■. . u...
Meselâ ffiu düa.1 izinlerden biri şehir ve köy İkiliğidir. Şehir - köy ikiliği ile başlayarak köy veya şehir romantizmi yapanların yoluma d«r vn ■ tek taraflı buluyoruz. Köy dâvası., umumî cemiyet dâvasının bir parçasıdır. Bu dâva, umumî cemiyet dâvası dışımla, ondan a$?ı-olarak yürütülemez, ludlf dileği ez. garptan öğrendiğimiz dersle biliyoruz: köyleri g^rî bir Jıalde bulunan bir cemiyet bünyesi içinde mâmur ve müreffeh
A D İMLA B
şehirler gelişenler ve gelişmeyi sürekli bir hale getiremez. Bunun gibi, şehirleri sefalet içinde yüzen bir cemiyet yapısında sürekli bir köy refahı olamaz. Şehirle köy âhenkli bir surette el ele vermedikçe ne köyde, ne şehirde hakikî refah gilnoşi doğamaz.
Bizce ahlâkm tek kaynağı insanların karşılıklı münasebetleridir, iş 'birliğidir. Bunun dışında, yıldızlı semanın yedinci kaini dan. tabiat dışı bir kuvvetten gelen bir ahlâk kaynağı yoktur. Vicdan fıtrî değildir. Vicdan örgüsü müşahhas insan münasebetleri içinde örülür. Kendi servet ve refahmı. memleket ve milletinin refahı üstünde tutan fertlerde ahlâk olamaz. Bu insanlar ahlâkın esas şartını bozan insanlardır. Bunların ağızlarındaki büyük büyük kıymet, vazife ve mesuliyet «özleri lüks gösterisinden başka bir şey değildir.
M&zîden biz(» geçmiş olan zararlı ve sunî ikiliklerden biri de talim ve terbiye ikiliğidir. Bu, zamanımıza, eski formol terbiye zihniyetinden geliyor. Öğretimle terbiyeyi günün saatlerine göre ayırmak, biitiiu ve müşahhas olan hayat seyrini sunî olarak bölmek demektir. İnsan, ders ve kitap üzerinde olsun, ders dışı faaliyetlerde olsun, çalışırken hem öğrenir, hem terbiye olur. Onun için bugünün iyi mektebi ancak bütün hayat faaliyetlerini kucaklıyan, içinde yaşatan mektep olabilir.
İçinde yaşadığımız yirminci asır yıllanmn yeni sanat öperleriyle, yeni kültür hamleleriyle, insan problemleriyle karşılaşınıya nlaT, bunun akislerini içlerinde duymıyan-lar, bu problemlerin doğurduğu sıkıntılarla kıvranmıyanlar milletimizin ve insanlığın geçmiş kültür ve sanat eserlerini içten duyamazlar, kıymetlendiremezler. İçinde yaşadığı günü içten duyamıyan, günüyle içten haşır neşir olamıyan insan, hakikaten duyabildi, kavrayabilen insan değildir. Onun için buıılnr, geçmişin kültür ve sanat eserlerinden, kendilerinden geçerek bahse iseler de bu, kabuktadır, içte değildir. Bunun içindir ki, Adımlar. memleketimizin ve dünyanın bilhassa modern kültür, sanat ve fikir eserleri üzerinde ısrarla duracaktır. Soıı senelerde memleketimizde hususî kitap evlerinin çıkardığı büyük dünya gdebiyatı :■ n ümelerinîn gördüğü sıcak kabulün sebebini iurada aramak lâzımdır. Bize öyle geliyor ki, Shakespeare’i Goethe’yi, Virgil'i. Home-ros’u hakikaten tatacak olanlarımız, bu .reni eserlerin özünden geçmiş olanlanmızdır. İnsan ancak bulunduğu yerden görebilir, içinde yaşadığı andan tadabilir.
Tarihin seyri içinde, zamanlarına göre, insanın maddî ve manevî gelişmesine, dahu hür 'İmasına, insan haysiyeti ile yaşamasına/ genişleyen ufuklara doğru yol almasına hizmet etmiş bütün fikir, kül ı ve teknik: hamlelerine hayranız. Bunlar bütün milletlerin. bütün insanlığın 3nym t hazînesidir. Tarih boyunca gelen, durmıyan ve her yeni nesille zenginleşecek olan bı& hakikî kıymet hâzinesiyle insanlığım in n kıymetlendiğine inanıyoruz. Bu hakikî hum aitti zinaya bağlılığımızla biz de hümanistiz. Bu. hakiki huma-nizma ile millî kültür bağldiğı birbirinin nttı değildir. Bu. humanizma içinde biz de va-™.
Fakat, bugün garpta kenfKtıc «htfmanîzmn» .-.-lını veren re yukarıda ana {ilgileriyle belirttiğimiz mânadan ayrı ve dar bir mâna taşıyan sarih bir cereyan -vardır. Avrupa’da m Amerika'da bn «hümanist» 1er ve «yeni hnmaniat* 1er (neo-humaniata) kültür ve insan kemalinin yalıllt giçinişte. eski Yunanda, eski Somada, Rönesânsta bulunduğuna inanan insanlardır. Bunların mümessillerine büyük, fakat izahı güç olmıyan Hbeplçrden dolayı TOümıyetlijiBsnn ilimlerinde çeri kalmış olan, dünya üniversitelerinde de rastlıyoruz. Batılar, keıisjle, olgjnıiüğa varmaleiçin, hattâ bugünün yeni isti-kametlrri® bira® ak pahasm» olarak, Kılziye «Sanek, onlar-gibi yalamak, onlar gibi
4 ......
— ^-TA D T M 1. A R
duymak iddiasını güden ınfizi düşkünleridir. Bu cereyana mensup olan insanlar arasında a munrmıznı makiua, endüstri mederiiyetinin insan ruhunu bozduğuna inanan mülteci insanlar da vardır. Bunların terbiyecileri arasında, mekteplerde bugünün ihtiyaç* tartıldan doğan faaliyetlerin, bilhassa teknik faaliyetlerin, aleyhtarı olanlar vardır, in* sânın zekâ vo şahsiyet olgunluğuna, teknik öğretim ihmal edilerek, yalnız lâtinee yolu ile varılacağino inananlar vardır. Halbuki biz, yirminci asır yıllarının kültür sahasındaki başarıların a da ve makinanm (iyi plânlaştığı takdirde) insanı şimdiye kadar görülmemiş derecelerde yükselteceğine inanıyoruz. Yarının, milletimiz ve insanlık için dünden daha parlak imkânlara gebe olduğuna inanıyoruz.
Bununla, geçmişin büyük kültür, sanat vo fikir eserlerini inkâr ediyor değiliz. Bilâkis milletimizin vo dünyanın büyük eserleri olmadan. Yunus, Nasrettin Iloca, Sinan. Fuzuli, Fikret, Homeros, Eflâtun, Aristo, Virgil, Geordano Brııuo. Galile, Newton. Shakespearc, Goethe, Tolstoy ilh... gelmeden bugüne gelemezdik diyoruz. Tam vatandaş ve insan olarak genişlemek, yükselmek için bunlarla genişlemek, bunlarla yükselmek lâzımdır, diyoruz. Fakat bugünü inkâr ederek, bugünü lıor görerek değil... Evvelâ bngtinü içten duyduktan, bugünün hamlelerini kavradıktan, bugünün iştiyaklarım sezdikten sonradır ki bunu gerçek olarakbaşarabiliriz. Böyle anlaşılırsa, geçmiş, ölü bir yük olmaktan çıkar, yeni hamlelerimizin bîr kaynağı olur. Biz geçmişe bugünden bakıyoruz: geçmişi bugünün binbir tecrübeden sonra elde edilmiş gözlükleri ile görüyoruz. Geçmiş, ileri gidişimiz üzerine yüklenen bir yük, bizi geriye çeken bir engel olduğu zaman onu tereddütsüz sırtımızdan atarız. Biz kültür bahasında inkılâpçılığı bu mânada anlıyoruz. Jhjjmprlarda hülâsa olarak söylediklerimizin teferruatını fırsat düştükçe İşliyeceğJ müşahhas misallerim vereceğiz.
Yarın yalnız ‘mili etimiz in değil, bütün insanlığın da kültür hâzineni ne geçecek kültür ve sanat eserlerimizin büyük kaynağı, şüphesiz halkımızın özünden tabiî bir suretle çıkmış olan söz, türkü, şiir, mizah hazînesidir! Yarının "büyük Türk romanı, Türk komedini, Türk dramı, Türk senfonisi özünü şüphelîz bunlardan ve halk kitlelerinin hayatından alacaktır. Hakikî kıymet incak halk tamlerindodir. Halk temleri hâlistir, pürüzsüzdür, yapmacığı yoktur. Onun için bunlar (zamanla silinmiyor, canlı kalıyor. Baharda nem? toprağın yeşermesi, ağacın çiçek!.-i.inesi, meyve vermesi gibi halk temleri de halkın hayatından, tabiî olarak gelişiyor. Bilmem hangi şatoda, hangi köşkte oturan bir genç kızın yalnız kendisine mahsus olaınince hislerini işlemekte . uzaklaşan bugünün büyiik roman tarzına, prima «ionnasızlığa doğru bir istikamet alan bugünün tiyatrocuna, daha kitlevl bir halde gelişen bugünün freskosıuın vr senfonine varmak için halk temlerine, halk hayatına karışmak, bir tıjrcih meselesi değil, bir zaruret olarak beliriyor. Fakat, dünyanın büyük çapta sanat! gelişmesin i duymıyaİ,»çıkmaza sapmış sanatkârın eseri temini halk türkülerinden, hflîk şiirlerinden almış ©Isa bile, bir kerre kendi çıkmaz bir yola saplanmış olduğundan dolayı, insanları yerinden oynatmak şöyle dursun, kılını bile kıpırdatmıyor.
Onun için bugün, bir sanat eserinin bir sanat eseri olarak insanları sarabilmesi, bir kıymet haline 'ölebilmesi için birind şart halkın hâlis «annt kaynağından kana kana içmekse, ikinci . ımrî şart da bu^yirminci asır yıllarının hayat vo sanat gidişinin nabzını duymaktır, bununla birlikte akmaktır. .tıiH.au reva zümfo olarak ne kadar kuvvetli
. .°İUİ.’U1’ akışını durduramazız, geri çeyireşjkyiz. Bunun .için değil mi-
r ı, uğun etrafiıuzda »âlin h|lk teinlerini çifterine aktıkları âtide bunlarla gCYİş
A b 1 M LA h
5
getirmekten i leri gidemiyen sanat ve kültür mensuplan var. Eğer hâlis halk temlorinî bugünün gelişmesine uygun olarak yuğuraçak kıvama gelmemişsek, hiç olmam bunların halisliğini boznuyalım. Halkın bize verdiği hâlistir, pürüzsüzdür. Bunu bir bulantı haline getirirsek nankörlük etmiş oluruz. Bu nankörlükten kaçınmak için kendimizi dünya «anat âleminin nabzını duyan, temposuna uyan bir kıvama getirmeğe çalışmalıyız. Bu, bizim borcumuzdur.
Bu kıvama gelen sanatkârlarımızın elinde işlenen hâlis halk temleri genişlik ve derinlik kazanır, gür bir sel haline gelir. Bu suretle doğacak sanat eserlerimiz yalnız bizim kıymetlerimiz olmak derecesini aşar, beşeri olur. Bu mâna ile hakikaten millî olanla beşerî olan birleşir. Hâlis mânada millî ile beşerî birbirinin zıddı değildir, birbirinin içindedir.
Adımlar, yukarıda hülâsa ettiğimiz istikametlerde çalışmak için yola çıkıyor.
TUSTAV
MÎLLET SEVGİSİ
Nîtazk Ağirnasli
İlk hâtıralarım arasında bugiin bile hafızamda bütün teferruatı ile vaşıyan bir tanesi var ki, iyiye hasret çeken yüreğimde kanayan İçtimaî yaraya başlangıç oldu.
Bu uzun bir kağnı yolculuğudur. Kızıl bir toprak Üstünde ağır ağır yürüyen hır çift öküzün sürüklediği iki tekerlekli arabalardan birinde yaptığım bu yolculuk bir gün şafaktan akşam karanlığına kadar sürmüştü. Akşam karanlığı basana ve kasabaya ulaşana kadar kızıl bir tos teneffüs ettim ve ovalara Çöküp eriyen gıcırtıları dinledim. Ne ihtiyar öküzleT, ne dr onları güdenler hiç seele etmemijlerdi.
Sonradan yapılan hesaplara göre ber» o zaman altı yaşıma yem girmiştim ve bıı yavaşlığın sebeplerini anlıyamamakla beraber, bitmek b İlmiyen yollardan usandığımı, ağlamak için vesileler bulduğumu iyice hatırlıyorum. T'-^nz, bncaksız bir çöl dünyası gibi gözlerimin ününde serili step, nlî5 tabiat içimi karartmış ve çocuk yüreğime keder çöktürmüştfi. Bu çorak stenlerde açılmış ham yoldan, sonraları yüzlerce defa geçtim ve gördüm ki öküzlerin on dört saatte ulaşabildikleri bir menzile otomobil bir saatte varıyor.
Dert bilinmeden derman bulunmaz derler. Biz. İçtimaî dertlerin deşilmesin,» ve oî-..duğ^gibi ortaya konmasına taraftarız. Ana-I . ■ dolu" çiçek'mryve bahçeleri ortasında
Tçimdn maMuaya Ve tekniğe muhabbet vapllmı, şirin k5y]eraen, asfalt voli,, büyük o zaman doğdu ve In^aeneler geçtikçe go- şehirlerâen ibaret degiL Ovalardan altın lişti ve olgunlaştı. ı,oj?axIna
Bn küçük hâtnranıfiüBtünden bir çeyrek kadar tok, sıhhatli ve mesnt insanlarla dolu asırdan fazla zaman gcçtLÖrtaAnadolırdaİnr cennet, tablosu gösterenler zavallı mis-toprak hâlâ umumiyetle bn canı ^ğırOhay- tiklerdir. Anadolu, üstünde doğnp büyudü-vanlarla aktarılır. Sapı onlar *aşrr. dfivrni ğümüz bir toprak pşcrçasıd^rve biram vatanımı lar nurar ve şeklini defiştîrınafcş o ipti- . nazflır. Çıplak ovalarında şamnrdan ve kara d at vasıtayı, kağnıyı onlajy sürülupr. taştan beşsin evli/koyler. kel dağlan seyre-
Kağnıyı yan kutsi ve dokunulmaz sayanlar varmış. Buna, kara sapana ve maziden kalma iptidaîliklerin hepsine birden «Millî hususiyetlerimizin. ananelerimizin manevî dayanakları» diye dört elle sarılmalı imişiz. «İnsanlığın başına belâları teknik ve maki-na açıyormuş. Biz makinesiz lıir medeniyet kurmalı imişiz.» Böyle düşünenler günün bîrinde «tekkeleri, zaviyeleri ihya etmeli, mazide daha mesuttuk» dîye bağırırlarsa hiç te şaşmamalı.
Afaziyi geri getirmeğe çalışanları. Anadolu’yu yalnız fantezi âleminde! görenleri bir tarafa bırakalım. Bizim millet sevgimizde muhafazakârlığın, geriliğin yeri yoktur. Her köylü çocuğu bilir ki: toprak kara sapanla derin sürülemeTnektedir. (Tühre atılamamakta ve sıılanamamaktadır. Taşlı tarlalardaki cılız başaklan için yağmur bakliyen milyonlarcaiîhsan hâlâ sağır göklere umutla ve yalvaran gözlerle bakar. Gübre: tezek ve kerpiç halinde yakılmakta, toprağa atılamamakta ve toprak ta verebileceğinin onda birini bile insanlardan esirgemektedir
A D I M L a n - —
den yolsuz kasabalar var. Orada sıtmanın, trahomun. tifüsün, veremin ve eski devir mültezimlerinin kemire kemire tüketemccli-ği insanlar yaşar. Bunların hayatı basit ve. iptidaidir.
Kıllı göğüslerini şimal rüzgârlarına açmış Karadeniz çoraklan, coşun kabaran deniri seyrederek tütün tarlalarında, sık fındık dallan arasında çalışıp didinirler. Darı ve buğday alabilmek ve yoksul ömürlerini sürükleyebilmek için tütün kırmak, fındık toplamak gerek.
Yanık yüzlü tazeler pamuk tarlalannda. Akdenize bakan portakal bahçelerinde çalışır; günleri, mevsimleri dertli türküler söy-liycrek geçirirler.
■Rga bölgesinde insanlar zeytin ve incir toplar, üzüm ezer, yahut tütün kırarlar. Kışlık yeygilerini alabilmek için çalışmak lâzım
Tabiatla toplu mücadele ve insandan gayri her şeyin inamı saadeti için beraberce ve en iyi usullerle istismarı aaflıasıntı henüz gelememiş olan millet topluluğumuzun üstündeki ağır sosyal baskılan kaldırmağa çalışmak, cemiyetin ‘kâtnülflnü kızlaştırmak millet sevgisi besliyenlere bir borçtur.
Bugüne kadar yapılan millet tarifleri, ana ıınsur olarak kullanılan esaslar itibari ile hatalı, mistik veya hiç olmazsa noksandır. Aynı hâkimiyet ülkesi içinde ynşamalt. aynı ırktan olmak. .ıynı dine inanmak, hattâ aynı dili kullanmak... insanlar arasında müşterek ve kuvvetli bir bağ olabilmeğe kâfi değildir. Aynı dinden olmaları, aynı dili kullanmaları insanların birbirini Mismar etmelerine her zaman engel olamamaktadır. Bunlara ve bıına benzer unsurlara dayanan tarifler, dalın ziyade politik tramviîl-lere hizmet eden birer propagıınd^ ^sıtası ölerek kullanılmışlardır. Yaşauuı şadları birbirine benziyim insanlar araşuııln birleştirici âmiller yalnız bu tariflerin şaydığiun^
========= 7
surlardan değil, aynı zamanda ve bilhassa hayat şartlarından doğuyor.
Memleketimizin' bazı mıntakalarinıu sa. kinlerine Arap, Kürt, Lftz, Çingene. Boşnak veya Arnavut diyenler, milleti birleştirici olmaktan ziyade parçalayıcı bir zihniyetin mümessilleridir. Siyasî sınırlarımız içinde, arzulara ve şahsî hırslara göre parçalananlara engel -olmaca çalışmayı bir vazife sayıyoruz. Buna benzer parçalayıcı fikirlerin ancak zararlı bir tesiri olabilir.
Biz Trakyamızm çatlamış topraklanın. Ege mıntıkasının üzüm bağlarını, zeytinliklerini. Cenup Anadolu’nun portakal bahçelerini ve nihayet büyük bir toprak parçasını stepleri ve kel dağlan ile kaplıyan kara taştan yapılmış köyleriyle, orta Anadolu’yu seviyorum.
Memleketimizin, başından kan ve bulutu eksik olmıyan dağlarını, yeşil yamaçların kıvrıla kıvrıla akan ırmaklarım seviyorum.
Tabanı çatlak bncılan, trahomlu yavruları, yanık türküler söylîyen yetimleri vo yeni gelinleriyle teknik ve makinenin getireceği refahı bokliyen bütün bu insan çokluğunu toptan seriyoruz.
Ciğerlerini pamuk veya kömür tozlan île harap ederek gündelik geçimlerini temine çalışan insan kütlelerini seviyoruz Ve işte bizbıı TnilIfttİmla bu kalk andırmaya çalıştığımız insan kümeleridir. Sessiz «cmiîb çalışan. ne içîttrolduğunu sormadan vç kahraman ad nü beklemeden harpler değölen. mustarip kümeler... Hayatımızın bir tek mânasını bu şuurlaşan sevgide bulduk. Bn sevgide inhisarcılık yok. Kendini hasis hırslarına kaplu'inıyan, menfaatlere köle olmadan bütün im millerin hizmetine girmeyi şeref bilenlerle yolumuz da. yüreğimiz de. sevgimiz de birleşir._________
ihsanları Arap ^atlh-nha benzetip ırklarına. şecerelerine, kafa taslarına veya kanla-rına bakarak asaletlerini tayine.çalışanlar vn^sa- bniğar var>m gîzlfflgnak şatların birer küçük kıiklnsı omutfea devam .-.etsinler. Bîz.

hiitnn hıı İlmî tümelden ıuahrum iddialara inanmıyoruz ve asalet iddia edenerin yüz tıınosino Kalabil köyünden bir çiftçiyi. Zonguldak ocaklarında naırnıskâT emeğinin verimiyle yaşamağa çalışan bir işçiyi derişmeyiz, çünkü bunlar milletimizin özüdür. Biz tanıdığımı* veya tanıma dışımız, aydın vey-yarı aydin, çiftçi veya îşei... bir büyük adsız kahraman kütlesiyle arkadaşız, biriz ve bfr-raboriz. Tarlada çiftçi, fabrikada işçi k(“y-dc muallim veya dnîrrde memur... Bizim kıymet ölçülerimiz» göre inandır ve eşittir-Biz kuvvetimizi köklü bir severinin doğurdu-ğu birlik ve beraberlik robundan ve hızımın tabiattan ve tarihî tekâmülün akışından alıyoruz. Büyük içtimai sevgilerin derin bir surette kökleştiği yüreklerde küçük hırsların veri olamaz.
Velhasıl biz. üzerinde doğnp büyüdüğümüz ve ölünceye kadar bağlı olacağrmız bu tonrağı seviyoruz. Dağlarını. vadilerini. ve
rimsTs steolmü^^^jmlî ovalarım, sıcak bölnrleriûi. ffiŞgglgB yaylâltınm oldrh-Inn gibi. h& jHSESL'-]:ı siiskmec'* lüzum görmeden. h^H^^^Bıevi küçümseyerek, seviyioruz. olan
bu toprağı ormanları, madenleri. ka:ı ocakları, (.u kuvvetleri, miinbit v bölgaleriylo. biitûn yer üstü ve yer :ı niy-metî eriyle viyoruz. Bir millet ol: A tîinjsfc yaş? 'iğimiz ve bu yaşamam konmez kır ’iağı olan bn toprağı elin ’ tidnî voRita’arın bütün imkânlarında dalanarak ömür tüketen bir çalışım lîfven ve ym-m ujmkinaya bütün hak *
rerek onu da nstabkîa knlhnacak- kabili-yet te olanları, tircnlerimî» yurdun bir batandan öbürüne işletenleri, fabrikalarımızda* çarkları dönürenlcri. çocuklarımızı okutan. Iî(tstalnnmıx.ı bakanları, kitleleri, daha müreffeh, daha kültürlü bir topluluk hayatını gerçpkleşHrmck için kendini veren herkesi seviyoruz. Bizim bu sevgimiz daraltıcı, parçalayıcı değil. bütün millet topluluüunu kucaklayan bir sevgidir. Bu sevgiyi inhisar altına almak istıyenler varsa, Arap alları gibi millet içijıd? yedi göbek şecere peşinde koşanlar varsa. vatandaşların doğmuş oldukları bölgelere göre fark gözetmek isti-
( r ■ ■■ ••• ha •• ivet w tatlılık farkı ditmek iriiyenlor varsa, bunların, iyi niyetleri bile olsö. yanlış ve daraltıcı yokla yürüdüklerine kaniiz. Bizim millet sevgîıhiz geniştir, korucudur, yapımdır. İçimizi sevinç, şevk ve ümitle doldurur; başkalarına, başka topluluklara karşı kin ve garezle değil... .Düş-
menlik, kin ve
yanıcı,
sevgisi değildi . Bûr mili. j-işini bn
cel ’ ' a r|
' ı
•i"» kurulan millet İM his, hakikî mille! M n dikkat ve ener-yapdnea’- işlerden, arişile-

ma millî enerjiyi. h$l$ nıığn soben «hır iniııci asır ilim ve td ik vnsıtnîarı ile îin milletler, insanlar için, müreffeh. :sek bir lıayut seviyea imkanlarına ma olan bu yer yüzünde, sarar vprmi-biriın gibi kendi mlU kriııin ve insau-Ülküleri için çniışa toplulukları d * alacak kndnr birim İlet sevgimiz cö-. geniş ve saçaktın
151
TÜSTAV
AÇIK YOLUN TÜRKÜSÜ
W ALT WHJTMAN
Walt Whitman 11819 - 1892) Amerikan şiirine «serbest nazmı» getirmiş Te kendine •i.t> üslubu ve işlediği mevzular!» o zaman» kadar şiirde alışılmış şekillerden uzaklaşmıştır. Evvelâ şiirleri anlaşılmamış ve beğenilmemiştir, hattâ ilk kitabını basacak tabi’ bulamadığından kitabı kcııdiai dizmiş ve bakmış. Şöhret ona yavaş, yavaş, geç gelmiştir. Modern Avrupa şiirleri üzerine tesirleri olmuştur. Şiirlerinde bazı kısımlar «.serbest nazım» olmaktan da çıkar; nesirden farksızdır. XÇfhitman’ın şiirlerinde, hâkim bir surette, hayatta olmanın şevki ve sevinci vardır. Tabiatı bütün halleri ile sever; şiir yazmak için «yüksek mevzu» aramaz; patates ve havuçlarda da güzellik vardır. Fakat Vhitman bu «kiiçiik şeyleri» küçük şeyler olarak ele almaz; onlun daha geniş bir muhteva içinde, kâinatı kucaklıyan bir tabiat sevgisi içinde işler. İnsana ve insanın istikbaline inana varılır. Onun için Wlıitman çok iyimser bîr hayat görüşü ifade eder; fakat bu, her şeyi olduğu gibi kabul eden, uyuşuk bir iyimserlik değildir. Bu, inançla girişilen bir hayal mücadelesinin, istikbale inancın doğurduğu gürbüz, nabzı vuran bir iyimserliktir.
Vhitman’ın kendi hakkında yazdığı bîr şiirden çevirdiğim üç parça Maarif Vekilli-ı i -eli iği Tenlime mecmuasının ikinci cilt, yedinci sayısında çıkmıştı. Burada da diğer bir şiirinden üç parçanın tercümesini veriyoruz.
İ t &
B. S. Bobam
Aydın yürekle, yaya. açık yolu çıkıyorum.
Sağlı bentte, hürriyet bende, dünya önümde,
Uzun esmer; yol önümde, nereye dilesem oraya götürür.
Bundan böyle talihim açık olsun demiyorum, açık talih artık benim kendimde;
Bundan böyle sızlanmıyorum, işimi yarma bırakmıyorum, bana gereken hiç bir şey yok; Ciiçlü, hem de halimden hoşnut, açık yolu b oyluyorum.
Bu y*-r yüzü - o bana yeler.
Yıldız 'limeler i daha yakın olsun demem; Oldukları yerde onlar, iyidirler, bilirim; Oradaki' re de onlar yeterdir, bilirim.
{Halâ o eski, tatlı, yüklerimi j
Taşıyorum, onları, erkeklerle kadınlan — nereye gitsem beraber götürürüm; İnan oban, onlartlun kurtulmamın yolu yok;
Ben onlarla dolurum; gün gelir, karşılık, ben de onları doldururum.}
um:
Bundan Öte, kirrrtyet.
Bundan öte fyndimdşfe.rrnarİ ettim; sınırlardan, hayalî bölümlerden kurtul, dedim; Gönlümün çtytlfa giderim; / t .
“A D I M L A R
Kendi kendimin efendisiyim, lam ve mutlak.
Başkalarını dinlerim» dediklerini iyi lorlarım.
Duraklarım, araştırırım, düşünürüm,
Fncitm fiden, ama bükülmez bir irade ile, beni tutacak tutkaçlardan sıyrılırım.
Genişliklerden derin nefesler çekiyorum;
Doğuyla batı benimdir; şimalle cenup benimdir;
Umduğumdan da daha büyük, daha iyiyim;
Bende bu kadar iyilik bulunduğunu bilmezdim.
Bana har şey güzel geliyor.
FIcm erkeklere. hem kadınlara tekrar ederim : sîzlerin bana ne kadar iyiliğiniz dokundu,
ben de size öyle iyilik etmek isterim.
Yol boyunca kendim- için dr, sizin için de toplıyacağım;
Yol boyunca, erkeklerle kadınlar arasına dağ lacağım;
Onlartn araşma bu yeni neşeyle dobrahğı salacağım ;
Her kim beni reddederse etsin» umursamam;
Her kim beni kabul ederse, o erkek veya kadın mutlu olur, beni de mutlu kılar.
Haydi ! Kim olursan ol, gel benimle yola koyul !
Benimle yol alırken, o hiç bıktırmıyan şeyi bulursun.
Bu toprak hiç bıktırnm:;;.
Bu toprak kabadır, susar» anlaşılmaz ilkin — Tabiat kabadır, anlaşılmaz ilkin;
Yüreğin pek olsun, kırdma -Snirü git — tanrılara d1'ter şeyler vardır * iyice örtünmüş, dud içerim sana, dilin anlaiamıyaı a i : kadar güzel, tanrılara değer şeyler vardır.
Haydi ! Burada durırtamalıyız 1
İVe kadar tatlı olursa -olsun bu biriktirilen ffBrler — ne kadar kullanışlı bu ev; harada kalamayız:
Ne kadar kuytu ise • !■ bu liman, ne kadar durulmuş olsa da bıı sular, burada demir ala-
Anayız;
kadar hoşsa da bizi saran misafirlik, onu ancak kısa bir zaman tatmak için iznimiz i vardır.
••
Dinle ! Seninle açık konuşacağım.
Ben o eski cilâlı mit L-afallardan vermiyorum; k'[ba saiıa ymıi mükâfatlar veriyorum; Başından gcçmtıri gıkken günleri bir gör*.
Şu zenginlik denen y ylerden yığmtyırrnksm.
Bütün kazandıkları) . açık elle dağıtacaksın,
' " fin? Hemen yeni-
rfr» yol-. > oyulmak emriyl*. dayanılmaz bir çağırdışla rafırddın. ,-r-ı--------piilümaemelerini, alaylarını sunacaklar.
yakıc^n&ılış öpticükluriyle cevap verimlisin, serttiffıtrfsM j
Ardına kalanlar sana iğnol Gönderilen sevgi ■nişanelerine Seni tutmak için uzaııqp**Uar
BU HARP YILLARINDA FRANSIZ ŞİÎRt
Nermİn M. Menemen cîoölu
Doğrusunu söylemek lasımsa, çerçeveler (saman, mekân} çatladılar.
Arlık çerçeve yok. İçlerindeki şeyler de çatladı. Ve aralarındaki münasebetler de. (İlliyet, cevher.) Jean IVahi
Fonlaines, Temmuz - V.ylül 1942.
1940 senesinin ilk baharında belki asrımızın en boklenilmiyoıı hâdisesini gördük: Fransız inkılâbından bori milyonlarca insanın kendilerine manevî vatan bildikleri Fransa istilâya uğradı. Yıkılacak köprüler yıkılmadı, müdafaa edilecek şehirler müdafaa edilmedi, zabitler askerlerini bırakıp ailelerine döndü, askerler ordu ordu teslim oldu, hükümet, adamları paniğe tutuldu. Avrupa. ve hattâ Amerika münevverlerinin ve artistleTİnin kâboşî olan Paris düşman tarafından kolaylıkla işgal edildi ve Işıklar şehrinin sönmesi ile biitün Fransa’yı blackout kapladı. Bu hâdise herkesi alâkadar ettiği gibi bizi de çok alâkadar eder. Bizim istibdat günlerimizde (Yakup Kadri’nin Sürgü:; romanında gördüğümüz gibi) Paris’e kaçmak. hürriyete, aydıiöığa, terakkiye kavuşmak demekti. Yüz seneden beri Fransız edebiyatı edebiyatımıza tesir etmiştir. Bu tesirlerin daima mfıspet olup olmadığını burada münakaşa etmeyelim. Hakikat şudur ki herkesçe, ve biz Türklerce, birinci derece bir devlet ve büyük bir kültür menbaı sayılı Fransa bir kaç hafta zarfında mağlûp edildi. Daha doğrusu, mağlûp edilmedi, ıcJiih oldu. Bn hayret verici hftdi»icnirî’'SPbnpTer^f*J incelemek henüz taraamlyle mümkün değil, çünkü 1940 senesi bize çok yakındır. ve hadisenin iç yüzünü anlamamız için^s^elcrin geçinesi, olayların ortaya çıkarılma«ı lâzımdır. Fakat şimdiden kendBıize bazı sualle;
sorabilip onlara cevap ımıyabilSz, Meselâ,s
acaba Fransa’nın siyasî ve askerî teslimine rağmen kültürel varlığı devam ediyor muî Eğer devam ediyorsa, bugiin ellerine kalem alanlar geçmiş olayları bizim için biraz olsun aydınlntabiliyorlar mı ? Fransa niçin teslim oldu? sualine cevap verebiliyorlar mı?
Tabiî harp Fransızlar için az sürmesine rağmen bazı münevverlerin ölümüne sebep oldu: meselâ genç ve değerli ror ancı Paul Hizan Dünkcrk’in gerilerinde müttefiklerinin vapurlnrn yüklenebilmesi iriJ harp eden Fransız kuvvetleri ile umu-
miyetle Fransız münevverleri Polonya’da, Çekoslovakya’da Yugoslavya'da. Yunanis-taııMs olduğu gibi işgal kuvvetleri tarafın-rlan ddiiııilmeaniştir. Bir çok eskiden şöhret kazanmış kimseler yazmağa devain ettiği gibi yeni neşredilen (yani 1939 da çarp edecek yaşta olan nesilden) sayısız gençler her türlü yeni gacete, mecmııa, kitap neşretmektedirler.
Haziran 1940 tan 1942 niUavu ine (tek-nûl Fransa’nın işgaline) kadar Fransız mıı-■ lifirrîrT^fiıu üç o ayırmak mümkündü. Bir kısım işgal altında olan Paris’te! yazı yazmakla olanlardı. Bunlar arasında eskiden "HTOoıgınnzT öKuuÜcÜıı a- meşhıir kimseler çok olduğu halde bu grııpla alâk; dar degi-ıızr^manlannteşviki v.‘va sadece müsaadesi île yapılan neşriyat Fransız kültürüne «ü^alsp-hMaıİBrfetirih’nıeKsBir :inci grup-Al-mçnya’daesi? olaAiki ıdavona^yakın asker aç/usmdırÇbııluna/ mılıarrirleydir. Bunların
1>
:A » I M L A B
bir çoğunun neler yazdıklarım ancak daha sonra görebileceğiz. Fakat ara sıra Fransa'nın son tannanlara kadar işgal altında bulunmayan kısımlarında neşredilen mecmualarda, esir şairlerin eserlerini -okumak mümkündü. Üçüncü grup işgal edilmemiş Fransa’da ve müstemlekelerde neşriyat yapan gruptur. Aralarında hem Paris’ten kaçmağa muvaffak olan bazı tanınmış muharrirler hem do ilk defa işitilen isimler var. Her gnıı yeni kitaplar, yeni mecmualar basılmakta. Kitapların çoğu şimdilik maalesef burada bulunmadığı îçiıı ancak tenkitlerini okuyabildik. Fakat edabî mecmuaların bir kısmını sayalım:
-Poesie 1942. Evvelâ 1939 ilkteşrininde «Poetes Casqufs» ismi ile çıkan şiir mecmuası. Villeneuve - lös - Avignon’da neşredilir
Profil Literaire de la France. Evvelâ yine 1939 da «Bevue Septembre» ismi ile çıkan mecmua. Niee’da neşredilir.
Confluencea. «Fransız Rnnesansıuuı mecmuası» başlığını taşır. İki senedenberi Lyon-da çıkar.
Oahiers dü Sud. Şiir, tenkit, felsefeye ait 28 senelik bir mecmuadır, fakat son seneler yeni bir mâna keşfetmiştir.
Fontaine. »Yeni Fransız edebiyatımı» ait aylık mecmuadır. Cezair’de çıkar
Quatre-Vents. Tunus'ta, Genç Fransa grnbu tarafından neşredilir.
Idees. Viohy’de çıkan yeni bir aylık mecmuadır.
Pyrânâes Toulouae’da çıkan yeni bîr mecmuadır
L’Arbalite. (Lyon).
La Tıınisie Françaıse Lıllomire. i’ıuıus.
Bu gibi mecmualar en çok şiir neşretmektedirler; ve reklam saSifeîerinde isimleri zikredilen kitapların çoğu da şiir kitabıdır Demek ki barp senelerinde! çok şiir yazılıyor. Btl hâdi^yi yalnız Praasa'da ’değil
aynı zamanda Ingiltere'de de görüyoruz. Orada da harp başlar başlamaz şiir neşriyatı birden arttı. Fakat Fransa’ya dönelim. Fransız şairleri bir yenilemeden ,bir Ronesanstaıı bahsediyorlar. Muhakkak ki vatanlarının geçirdiği büyük facia böyle bir Rönesans için başlangıç teşkil edecek kadar vahim bir hâdisedir. Fakat acaba hakikaten bir Rönesans karşısında mıyız? Fransız şairleri dedelerinin yaptığı gibi büyük bir mnvzudan ilham alarak büyük şiirler mi yazımı ktalar!
Okuduğumuz şiirlerde harpten, mağlûbiyetten, Fransa’nın son seneler zarfında geçirdiği maddi ve manevî buhranlardan hemen hemen hiç bahis yok. Yeni çıkan mecmuaların birinin, meselâ Profil Litteraire de la France mecmuasının 10 uncu nüshasının fihristini alalını. Makalelerin ve şiirlerin isimleri, sıra ile:
Decouverte d’uııı- ile (Bir adanın keşfi).
Speetres (Hayal - Hayalet), rntroduetion JLdes M emoires (Hatırata giriş).
Les Amants et leurs llorts (Aşıklar ve ölüler).
Trois Poâmes (Sortile;'--, la Coloime, La fille n’a Plus de Food) (Üç şiir: Füsun, Sütun, Şehrin dibi kalmamış).
Le Coeur de Tous (Hepsinin kabi),
Dâroute de mon Ombr- (Gölgemin hezimeti),
Les Trois Nuits (tfç gece), Nuit de Songc (Rüya gecesi), Nötre Largo (Enginimiz), Dıırer (Devam etmek).
Une Poösie (Bir şiir),
Retour (Avdet), N'octurne (Noktam).
Gölgelerin, hoı-tlakdarm. ölümün, rüyaların. karanlık gecelerin d ulaştığı bu sahif e-leriıı her hangi bir memlekette her hangi bir tarihte yazılması mümkündü. Bu sahifelere muhakkak bir tarih atmak icap öderse, o «aman «On. dokuzuncu asrın sonlarına doğra» diyebiliri». Çünkü bu gibi şiirlerde Ban-
ÂDIMLA!
— u
delaire, Rımbaud. Malların^, Appollinaire’in ve hattâ dadaist ve sürrealistlerin izlerini görebiliyoruz. Bu gibi bir cereyana Rönesans değil, ricat demek daha doğru olur. Dada-i«m ve sürrealizm 1914 dünyasının uyandırdığı tiksintiden ilham alan kuvvetli cereyanlardı. Bir çok insanları güldüren bu sanat cereyanları esas olarak ciddi bir gaye takip ediyorlardı: mademki içinde bulunduğumuz cemiyet bu kadar çirkin, hu kadar çürük, mademki bu cemiyetin çirkinliği ve çürüklüğü korkunç ve (o zamana kadar) emsali görülmemiş bir harbe sebebiyet veriyor, o halde biz bu cemiyetin kıymet verdiği şeyleri hiçe sayacağız, eserlerimizde bir ayna gibi hakikatin manasızlığım aksettireceğiz, kelimeleri, renkleri, şekilleri alt üst edip onlara üstün bir hakikat ortaya çıkaracağız. Bu gayenin çerçevesi içinde dadaist ve sürrealistlerin en acayip, en saçma eserlerini bile az çok anlamak mümkün oluyor. Halbuki bugünkü mânası müphem, vezni zayıf şiirlerde onctk- bu eski cereyanların hafif bir aksini girebiliyoruz. Her sanat cereyanı zamanının hâdiselerinden ilham alır. Esasında 6irf bir isyan olan bir sanat cereyanını taklit eînjek, voya onu yepyeni şerait altında devamı ettirmek, büyük bir &rbi-yât yaratmanın tam aksidir.
Bu noktayı incelemek için Fransa'da bu-gün. yazılan fena şiirlerden misal getirmek kolaydır. Okuduğumuz mecmualar», hepsinde bir çok çirkin ve ehemnıiyemiz şiirler var. Fakat ba gibi şiirler belki de daima yasılır. ve okunduktan sonra unutulur. Ele aldığımız meseleyi belirtmek için bizce kuvvetli bit^pairin eserlerinden bahsetmek daha doğra olur:
Harp başlıyalı Fransa’da en çok okunan, en büyük şöhret kazanan kitap, Louîs Ara-gon’un te Creve-Coeur ismindeki.şiir kitabıdır. Aragon’u eskiden tanır ve severiz. Bir zamanlar o da dadaist şiirler yazdı, sonra isyan devrinden daha müspet bir devra geçerek Lee Cloches de Bâle, Lee JBeatır (Juar-tiers gibi içtimai romanlar, Traitd du Style, La Peinture an D6fi gibi kritik eserler verdi. Şimdi harp senelerinde tekrar şiir yazmağa başlamış. Şiirlerinde sevgilisinden ay-I ığılın acılığını, Bevdiği yerlerden uzak kal-manın nostaljisini, ölüm ve mağlûbiyetin fecaatim anlatıyor. Şüphesiz ki son «eneler-do bir çok Fransıriar sevgililerinden ve memleketlerinden uzak kaldılar, bir çoğunun dostlan, akrabaları harpte öldü, tanklar altında çiğnendi, veya erir dü$tü. Mevzular güzel, ve Aragon’u» şiirleri de güzel Bir misal verelim
0 rnoifi dea floraİAons, mois des nı/’damorphoae»
Mai qui fut sana nuage el .Tuin piınıarcM
Je n'oublierai jamais les lilns ni les rosea
Ni cenx que le pıîntcmps dans hos plûra gardös
Jr n’O’Ublierai jamais rillusion tragigue
Le cortâge loş eriş la foulc ot le solcil
Les^chars cliargSs d’amour İrs doşsde La Belgique
L’air qui trendde et la route â r? 'bbbfdöû d’abeillea Le triomphe inıpudent qui prime la querelle
Le saug qui prâfigıu-v en carmiiı U baiser
Et ceux qui vont monrîr debont dan» les toıırdîe* Entonrös de lilaa par uı* peuple grise
Je n’oublierai jamais les jardins de La France Semblablea aux miMels des aiecles disparus Ni le troubîe des soirs rönigma du silence Le» rosa* tout le long du ehemin parç»uru
14
Adimlar
J.r dömeııti dcs fleurs au vent de la panigue Aux şoldats qui passaieut »ur l’aile de la peur Aux volos (ÎAliraııl« aux can ons ironiqucs Aux pitoyable aceoutrement dea faux eampeııra
Mbîb je ne sais pourquoi ee tourbilloıı d'imagcB Me ramöne tonjours au meme point d?arrât A silinle Marthe Un gtaöral De noirs ramages üne villa Normande au bord de la foröt Toui se ta.it Trenneml dans l’ombro se repoae On nous a dit ce sair que Paris s’est rendu Je n’o-ııblİGrai jamaia les lilas ni les roses Et ni les dcux amourB quc nous avons perdus
Boııqu.ets du premier jcur lilas lilas de* FlandreB Douccur de l’ombre dont la mort farde lea joues Et vous bouqueıs do la. reıraite roses tendres Cvulcur de l’incendic atı loin roses d’Anjou (1)
Giizel, fakat bu leylâklar ve güller içinde bir gerginlik, bir neo-romantizm, bir bozgun luıvnRi esiyor. Eskiden Fransa’nın İçtimaî tiplerini keskin bir pıçakla oyan, iç
mekanizmalarını ortaya çıkaran muharrir şimdi ne kadar yumuşamış, beklediği buhranla karşılaştığı zaman nasıl kendi içine çekilmiş! Bir başka şiirinde (2):
RandeŞ-moi rendez-moi mon ciel et nın mıısique Ma fânnıc sana qui rien n’a cbanson ni couleur Şans qui Mal n’et pour moi que le desert phyaique Le solci i insulte et l’ombrc une douleö
l)£y çiçeklerle yaprakların açılma ayı her şeyin | [değiştiği ay. Bulutsuz rfçen Mayıs pıçmklanan Hı :.uı. Leylâkla-i gülleri hiç bir zaman unutınıycca-ğım-Ne de balının kıvrımlarımı gizledik! rin.. Feci kuruntuyu hiç bir zanoûn unutır• lyaciğlm Alayı hay ıraları halkı ne d? güneş;
Aij-k yüklü arabaları Beiçikanm W yelerini Titreyen Javoyl ne d-ı artların Sgudadığı yolu Ne de dâv-ınu» üstün? çıkan hayasız zafşçi öpüşmeyi kırmışı rnklc temsil edra ksnt Ne de bir halk tarafından leylâklam
’ WÜİ p
meğe gidenleri. tatlılığı
Fransa 1. ilçelerini :ıiç bir zaman unutmıyaca- ve siz ricat bukatleri yumuşak güller
Geçen
ası
Yangın rengi Anjou gülleri.
N* de
Geçilen Çiçeklerin Korkunun
Hezeyana tutulmuş bisikletlere, «alaycı toplara Yalancı konakçıların zavallı kıyafetlerini yalanlamasını Fakat bilmem ki neden bu teşbih kasırgası Beni hep aynı durak noktasına getirir Saint Marth’da bir general siyah dallar Orman kt-narmda bir Hbrmandiya köşkü Her şı-y susuyor düşman gölgede dinleniyor Paris'in teslim olduğunu bize bu akşam söyle-diler Hiç bir zammı leylâklarla gülleri unutnuyacağım Ne de kaybettiğimiz çifte aşkı ilk günün buketi leylâk Flandr leylâğı Öİtfmün yanaklarına diizgiln 6Ürdüğû gölgenin
geri verin musikiyi geri verin renk kalmıyan kadınımı çismanî çöldür
gtög» bir acı
Ad imla r
-----15
X
Gençlerde belki daha tabiî, bıılunau bu hal, Aragon gibi pişkin bir muharrirde bizi biraz hayrete, biran da endişeye aevkediyor. Demek o sevdiğimiz giizel Fransa’da istikbal o kadar ümitsiz midir ki dahili vo harici düşmana mukavemet liiıâshıden alâmet göremiyoruz? Herkesi deriu bir bedbinliğe kapılmış : «Dünya, vatan, başkaları, ne oIutku olsun, moi je nı’en fichc, beni rahat bıraksınlar, aileme, sevgilime kavuşayım, işte o kadar.»
Bir fraıısız odibi «Şiirin gûya yeııilenme-aindeu» bahsederken (Georgcs Lorriı, D’Un Protondu Renouvoau Po4tique, Confluences, Mayıs 1942) diyor ki: «İfade kudretlerinden o kadar emin olnn şairlerin gayelerini izah cdon bir manifesto neşretmelerini arzu edebiliriz... Fakat şayanı dikkattir ki son aylarda ortaya çıkan yegâne manifesto Arıı-goıı’un Cröve-Coour adlı eseridir. Halbuki Aragon’ıın şairlerimize teklif ettiği usııl, hiç olmazsa şekil ve katiya noktui nazarından tamamen anakronik bir usuldür.., Şiiy manifestosu obııfyk Le^ffibve-Coeur uktiialiteden pek uzaktı®. Olayların, cereyanların kari-, cinde anca İt onlara tezat teşkil ederek mahiyetlerini. belirtiyor. Ihıgiinkjj. şiirin istikameti hâlâ tayin edilmemiştir.»
Aragoıı roman tizine kaçmış. Tanınmış şairlerden Morre İSmınanuol clifflE mistikliğe ricat ediyor. Başka bir çoklan (l;» sadece «Fant&iflieJ ye kavuşuyor, hazan edişi güzel, daima mânası nrtiphoın şiirler .yazıyorlar. Hattâ «normal» mevzulardan (aşktan, aileden, memleket güzelliğinden, mevsimlerin (leği-şmeshıden, tarladan, m güllerden,> bahsettikleri zamun, 1943 senesin b yaşadığımızı hatıriıyarak yino Georgcs rmrrfa’in kullandığı bir tâbiri düşünüyoruz: âclatan-te İnactualiU.
Şüphesi» Franm-r alduslifeSha? fâm
rak bilmiyoruz. Fakat şurada burada okuduğumuz havadisleri, Franan’dan gelen yolcuların söylediklerini bir araya getirerek isr tîkbalde daha mufassal olarak öğreneceğimiz hakikatin ne kadar acı olduğunu tahmin etmek mümkündür. Harbin başlangıcından bugüne kadar Fransa’da neşredilesi şiirlerde bu hakikatin akislerini ancak menfi bir tarzda görüyoruz: ve eğer okuduklarımızdan umumi bir netice çıkarmak istersek, Fransız ediplerinin perişan bir lıalde olduklarına, gfhıü geçmiş kalıplar içinde bir bozgun edebiyatı yaratmakta olduklarına kanaat getirebiliriz. Fakat bîr edebî cereyana fazla umumî bir mahiyet vermek de tehlikeli ve yanlış bir şeydir. Şüphesiz ki mağlûbiyetten hemen sonra çıkan edebiyat mağlûbiyetin oebepleriui biraz olsun aydınlatır. Nihayet bu şairler Fransa'nın karışık ve kirli siyasî hayatına doğrudan doğruya iştirak etmemişseler bile rey veren, askere çağırılan, hayatını kazanmaya mecbur olan insanlardır. Hattâ harp senelerinde yaşadıklarını kabul ederek kenc^rme^^iîiğferlî Şaft.*» ismini vermişler. bu. şairlerin eser-
lerini tetkik ederken bazı şeyleri unutmamamız lâzım, fin başta; Stalaglarda, Oflazlarda- (yani Alman esir kamplarında) yazılan sütler gayet tabiî olarak sıln bir sansüre tâbi tutulduğu gibi>\çepup Fransa’da ve müstemlekelerde de neşredilen mecmualar ayrıca sansürden geçerler, kapaklarında sansür vizesini taşırlar. Bir Fransız şairi memleketinin dertlerini anlatmak istese de btınu ancak sansürün muvafık gördüğü tarzda yapabilir. Bu variyet şairleri müphem, hülya dç»lu bir üslûp kullanmağa sevkeder. Bizde Abdü llıa mit zam anım da olduğa gibi. Bazı şairlerin kalplerindeki acıyı örtülü bir tarzda şiirlerine döktük i ■ -riııî de görüyoruz.
_ Jieaâ İmeote’tın bir şiirinden misal ala-Inn m/’
«Tai le mal des eapitales â poss€der
Comme on Streint sa soeor dana les naufrages
3) Bhj Nasıl ki İntikam
ve görmezler iksekn tufanı hayatı tatlı bularak giderler.
rlonbonds haineıız saııs rspoir de vengcance Lls son t lâ par milli ors qui no voient pas tın döluge monter sc.ua la pierre tombala .pıi trouvant la vie honnc an prcmier veııt d’avril s’en vont faire 1'ann.ıır dana, le lit des morts
Ve tVeınaberg'de esir olan Henri Hanginin bir şiirinden (4):
La place est vide an cnbaret el vide elK-Mt prös de nos fcmnıes et dans le coeur nn ereni parfail et dans la tcte un vont matıvıde et de l’acide dans les larmes ...Çrşignons de n’olre heurcuı qu’â poiııe Qunnd notu seron i. la maisoıı Et nos filles fercmt neuvaine Nos fil» sont dâjâ capitaines Pont* çu'on notta remette on prisoııî
Bit son satırlara müphem bile diyemeyiz. Burada şair, meslekî geleneğinin müsaadesi aiabetiude hakikate yaklaşıyor. Daha ötesini incelemek belki şairlere değil, başkalarına düşer.
Esasen Fransız s^iri^ıneselesi çok daha biiyiik bir meseleye bağlıdır: Fransa’nın istikbali meseleni. Bütün Franaızlar bedbin değil, bütün kafalarda fena rüzgârlar esmiyor. Vo Fransa'nın istikbalini düşünen, hayatlarını tehlikeye koyarak onu hanTİnyan bir çok insanlaT var. Fransa'nın dirilmekuv-retini yalnız şairlerinin eserleri ile ölçmek brtemeyin. Şairi ar bir ayna gibi bir. haleti ruhiyenin akislerini gösterirler, fakat o bileti. rııhiyenlıı haricinde bir çok faaliyetler olabilir. Başka menbnlardau da öğreniyoruz ki, Fransa’da gizli kapak altında mukavemet. teşkilâtlanma, ilerleyiş hareketleri mevcut. Çürük üçüncü cumhuriyetin yıkılış, belki de netice olIraJc faydalı bir şey olarak
Muazzam bir dünya kilittir buhranı içinde bulunuyoruz. Yarınki kültürün, yarınki edebi cereyanların iıtikamotiui harpten son
raki sullı şartları tayin edecek. Bngiin nıı-eak şunu diyebiliriz: evet. 1940-1942 seııele-riııde okuduğumuz Fransız şiirlerinde ıımıı-pıiyetle bedbinlik, istikametsizlik, hakikatten kaçış, geriye dönüş alâmetleri var. Fakat bu alâmetler yarından ziyade düne aittir - Fransızlar kaMMUBk: iıjııde iken memleketleri gördüğümüz bala dûşebilirdL Fakat üçüncü cumhuriyetin yıkılması ile büyük Fransa oı-ladan ebediyen mi kalkacak? Fransız, kültürü Yunan ve Süitin kültürlerine mi 'karışacak? Bunu asla zannetmiyoruz. Neo-romantik veya neo-«i ir realist. Viehy .vlebiyatınnı yerine hakikat a dayanan yelli ve kuvvetli bir Fransız cılı’niyatımn varn-tılaeı ğını iimitle bekliyoruz.
i > Meyhanede yer beş kaldı Ve kanlarınızın yanındaki yine bo» Ve kalbin İçinde mutlak bir Ijbsluk Ve kolada kötü bir rüzgar Ve güz yaşlarında bîr ekşilik.
Evö d’ndUğümüz vakit Yarı mesul olmaktan kertelim
..thğyjlaruçaz arids yüzbaşı oliTşşştur
Kızlarımız da dokuz gün LtikM.ı ç-kikeekler Bizi yine hapsa köysuoîir diye'1
ÎLİM VE CEMİYET
Bf.lîiCE Sidik Boran
Modern llnıııı yarattığı bilgi hâzinesinin sanayide, muhtelif istihsal faaliyetleri sahasında ne tadar geniş tatbik edildiği noktası, üzerinde uzun tıznn durulmaya hacet göster-miyeeek kudur aşikârdır, timin tatbikatı demek olun teknolojiyi kaldırınız, garp medeniyeti denilen medeniyetin temelini çöktürmüş olursunuz. İlmin tatbikatının cemiyetteki bıı hayatî mevkii umumiyetle kabul olunmakla beraber, lıftlâ mantık kitaplarında, felsefî düşünenler ve «saf ilim» taraftarları arasında «ilim, ilim iğindir» diye bir »8z geçer. Bu kanaatte olanlar, bİTbiTİnden ayırt edilmesi İs 2 tm gelen ılı i göriişii birbirine knrıştıny-orlarr-Biri. ilmin, ilmi faaliyette bulunan fertlerîn,siibö«-k t if köşesinden göriiniişii: yani ilim adamının yaptığı işe karşı aldığı ruhi lavır (attitnde). Diğeri ise, ilim faaliyetinin topluluğun hayatı bakımından telâkkisi; ya ili topluluğun bu faaliyete bitçiti değer vo bu faaliyetin topluluğun hayatında gördüğü iştir.
İlim adamı, «ilim, ilim içindir» kanaati, ruhî hali içinde çalışabilir; çalışmalarının tatbiki neticeleriyle ilgilonıniyebilir. Hattâ bir bakıma onun bu kanaatle çalışması iyidir de; zira hemen pratik not içeler elde etmek gayesiyle çalışılırsa, ilmi çalışmaların ufukları daralabilir; yeni buluşların, gelişmelerin pratik neticesi ne olacaktır, önceden kestirilemez. İlim adamı pratik gayeler mitin eden «saf ilim .ışkı» ile -açlışa^ıırauıı, cninde sonunda bu faaliyetinin ffütîcelhrî tatbikatta yerini bulacaktır. Brınıml^ıaraber ilim adamının bu suraıle pratikten. tatbikattan uzak yaşaması ancak Jbir İmfanıa iyidir; diğer taraftan bn ruhî »ilin bir tehli&si var
dır. etlim, ilim içindir» diyerek ilim adamı mesuliyetten kaçınmış oluyor. Halbuki o yalnız ilm! faaliyette bulunan bir kimse, bir makine değildir; her şeyden önce bir cemiyetin uzvu, vatandaşıdır, kendi çalışmalarının neticelerinin tatbikatta ne gibi gayeler için kullanıldığı meselesi ile ilgilenmeli, bunun da mesuliyetini hiMetmelidir.
timi faaliyet topluluğun gözil ile görüldüğü zaman, ilmin insan için, cemiyet için olduğu açık olarak belirir. Evinin bodrumun-dn, veya avludaki anbarda kendi kendine çalışarak keşiflerde bulunan veya bulunmaya gayret eden kâşifler devri artık geçmiştir. İlim adamı, iş arkadaşları, asistanları, kitapları, lâboral.tıvaılan, palııılı Aletleri ile cemiyetin ona temin ettiği miicssesnlcrdc çalışır. İlmin gelişmesi için ‘-topluluk büyük sennajffl vb yardımcı insan emeği ayını. Topluluk bunu, âlimin fcrrtîbilgi tecessüsünü, hakikat aşktın tatmin etmek için yapmaz, Niçin yapar! Şu vrya bn çalışmanın, buluşun hemen pratik bir faydası olmasa bile, uzıinca zaman seyri içipde topyekûn ilmi ■.alışmanın verdiği netîerlerin işte, tatbikte mühim hizmeti vardır da onun için. Böyle sosyal bir fonksiyonu olmasaydı, ilim, birkaç m ütecessisin, hakikat ûşıktmn kendi vasıtalan ile giriştikleri bir faaliyet, bir nevi merak (me«rii şntranç merakı gibi) olur-dn.
İlmin topluluk için ne gibi faydaları vsr-alrf diye sorulursa. cevâp olarak muhtelif •abalardaki faydalarının uzun bir listesi yanılabilir : -istihsalin şçtması,,.insan uzviyetine dîiştıün şartlar ye diğer uzviyetlerle mücadele Öıastalıklatın tedavisi), mesafelerin kl"
18
A D 1 M L A R
saltılması (muhabere ve nakil vasıtaları) ilh.. İlinin tatbikatında gördüğü bütün bu hizmetleri en umurnî vasıfları ile bir hüküm halinde ifade etmek gerekirse. diyebiliriz ki ilim, hadise ve eşyayı insan maksatları için kontrol altına almak işini görür. İlmî bilgi* nin tatbiki neticesinde insanlar tabiata hû* kim oluyorlar, onu kendi gayeleri için kullanıyorlar. Müsbet ilimler bu kontrol ve hâkimiyeti filen, gerçekten veriyorlar. Fakat, müsbet ilimler gelişmeden önce mevcut olan eilırî ve dinî bilgi veya bilgi denilen şey de yine bir kontrol vc hâkimiyet vasıtası idi ve cemiyetteki mühim mevkii bundan geliyordu. Sihirbazlar, büyücüler, ulema vc ruhban sınıfı umumun bilmediği bir takım gizli kuvvetleri biliyorInr, onlara istediklerini yaptırabiliyorlar, sanılırdı. Âyinler, kurbanlar. dualar, sihrî formüllerle hâdiselere ve eşyaya hükmetmek, onları erişilecek maksada göre idare etmek istenilirdi. Eşyaya, hâdiselere, îtHıinlatâ hâkim olabilmek imkânını verdiği Ramlan bu sihrî ve diftî bilgi, ona mâlik olanlıir tarafmdaiı bir sır olarak saklanırdı. Cenıiyatln bilgiye değer vermesindeki başlıca âmil, onui bir kontrol ve hâkimiyet vasıtası olucudur. Btıjıirinci ile ilişikli olarak, bilginin bugüne kudur olan sosyal itibarının diğer bir âmili de bu kontrol ve hâkimiyet vasıtasının cemiyette üst'tabakanın hizmetinde oluşu olmuştur.
İnsan ilimleri’ (sosyoloji, psikoloji) tabii ilimlerin gösterdiği gelişmeyi henüz göstermemişlerdir; cemiyettekî mevkiini fizik, kimya ve l»i yol o j minkine kıyas edilemez. Fakat sosyal münasebetlerde ve eemiyctâıı gidişinde gittikçe artacak bir rol oynamaları beklenir. Son bir asır zarfında bu ilimlerin belirip gittikçe canlanması gelecekteki vaziyetin habercisidir. Bugiin.ua sürath de--ftişon cemiyetlerinde ifıtörrr ilimlerinin gör** men gereken mühim işler vardır. Bunları kısaca birkaç T^âsa cfıiıe-
ğo çalışalım:
Süratle «ieğ*şe|L^c>İıiWtk’rde; eslgffyŞ&e? şik sosyal «ieğerlgr sistffti ydâdnnjufaiat
ortadan kalkmamıştır. Eski ile yeni ve iki arasında derece dereoe her çeşidi aynı zamanda mevcuttur. Koyu dindarlılık ve dinsizlik, siyasî muhafazakârlık ve radikallik, örf ve âdetlere bağlılık ve serbestlik bir arada gider. Bu vaziyette fert, hangi kıymetlere uyacağını, nasıl seçim yapacağım şaşırır; mütenakıs vaziyetler arasında bocalar. Topluluğun .müessesçi eri d.e bocalar; meselâ terbiyede gençlere hangi kıymetleri ve nasıl vereceğimiz meselesi münakaşalar doğurur. Cemiyetin seyrini tanzim ve idarede rehberlik edecek bîr ışığa ihtiyaç vardır. İşte bu noktada İlmî metodun sosyal gerçeğe tatbiki, sosyoloji ve sosyal psikoloji ilimlerinin verileri mühim bir iş görebilirler. Sosyal kıymetler hakkında bir hüküm veerbilme-mize yardım edebilirler ve etmelidirler do. Sosyal kıymetler cemiyetin bünyesindeki, hayat şartlarındaki değişmelere göre değişirler. Yeni şûrtlnr yeni kıymetler doğurur. Mevcut kıymetler karışıklığında, hangilerinin cemiyetin seyrine uygun, realiteye dayanan kıymetler olduğu, hangilerinin köhneleşmiş, artık cemiyete fazla ağırlık eden, gidişine engel olan kıymetler olduğu meselesini aydınlatmak vazifesi sosyoLojik araştırmalara düşer. Mevcut kıymetler mevcut şartlara uyuyor mu? Veya, mevcut şartlar altında erişmek istediğimiz gayelere erişebi-Lir|gençlere yerleştirmek istediğimiz kıymetleri yerleştirebilir miyiz? Gerçek şartlar buna müsait midir? Bu suallerin cevabını,
sosyal değerlerle (ahlâk, din, siyaset, sanat, nezaket ilh.. kıymetleri) gerçekte mevcut yurtlar ye insan mtinasob-‘ileri nizamı arasındaki bağlılığı inceliycrek. aydınlatarak insan ilimlerinin araştırmaları verebilir.
İkincisi, değişen şartlar ve sosyal kıymetler sistemi içinde feri, yolunu şaşırıyor veya güçlükle bııîuyor; bocalıyor. Ona artık kati formüller halinde, nasıl hareket etmesi icap ettiğine dair reçeteler veremiyoruz. Ferdi yetiştirenler ona uuuak, umumî prensipler, gayçjor verebilirler. Bu ıımuınî prensiplere. şayçjere &re Serdin gttnlük hayatın
Adimlab------------------------—■ —
müşahhas vaziyetlerinde muvaffakiyetle hareket edebilmesi, yolunu bulabilmesi için onda tahlil ve tenkit edici bir kalanın teşekkül etmesi lâzımdır. Başka bir deyimle, ilmi zihniyeti lAboratuvar ve İlmî araştırmalar sahasından çıkarıp hayatın, pratik meselelerine de tatbik etmelidir. Gençlere, her şoyi gerçeğin mihengino vurarak değerlendirmek itiyadını (ki bu ilmin metodudur) vermeliyiz.
Üçüncüsü, bugünkü cemiyetlerin gidişi artan bir surette halkçılığa doğrudur. En diktatör rejimler bile kendilerinin halkçı olduklarını iddia etmek, bu noktada kendilerini müdafaa etmek zorunda kalıyorlar. Halkçılık, vatandaş olarak ferde kıymet vermeği tazammun eder. Bugünün cemiyet id.eali, lıer vatandaşa, yani her ferde kendi kabiliyetlerine göre en fazla gelişme imkânım. veren bir nizamdır. Bu ideali tam gerçekleştirebilmek için, fertle içtimai nizamı ahenkli bâr surette birbirine ayarlamak lâzımdır. Ferdin biyolojisinin ortaya koyduğu bir takım zaruretler ve verdiği bir takım imkânlar vardır. Cemiyet, bu zaruretler ve imkânlar çerçevesi içinde Çerde kendi kıymetlerinin damgasını vurabilir, ona içtimaileştirir. Her ferde azamî gelişme imkânlar: verecek bir İçtimaî nizam kurabilmek için ferdin biyolojik ve psikolojik realitesini, v-içinde yetiştiği sosyal realiteyi ve bunlunu karşılıklı bağlılığını bilmek gerektir. Bu-" için geleceğin içt imnî nizamı ânsan ilimler -nin gelişmesine v« verilerine dayanmak zorundadır. O zaman, tabiatla olan münzsp betler gibi insanlar arasındaki münasebetler de İlmî bilginin verilerine, rasyonel ühuDero göre tanzim ve idare olunacaktır. İlmin, insan münasebetlerini tanzim ve idarede de
-------=^. . . -r 19 hâkim bir mevkie geleceğinin, insan münasebetlerinin ilmin verilerine göre tanzim edileceğinin habercileri, başlangıcı, âz mikyasta da olsa, şimdiden mevcuttur. Mekteplerimizi, ceza evlerimizi insan ilimlerinin verilerine uygun olarak kurmağa, ona göre terbiye ve Islâh usullerimizi değiştirmeğe çalışı;- oruz. Bizden daha ileri olan memleketlerde insan ilimlerinin tatbikata konuluşu derecesi, geleeeğin ne istikamette olacağım şimdiden gösteriyor.
İlmin insan münasebetlerini tanzim ve idarede hâkim bir rol alışı, ilmin, ahlâk, sanat ve diğer sosyal kıymetlerin yerini alışı demek değildir, tüm ahlâkın, sanatın ve diğer bütün sosyal değerlerin yerini alamaz; onları ortadan kaldıracak değildir. Fakat ahlâk, sanat ilh.. sosyal kıymetlerin belirmesi, değişmesi, gelişmesi şartlarını meydana koyarak, hâdiseler arasındaki münasebetlerin muayyeniyetini belirterek sosyal kıymet hâdiselerini anlamamıza ve netice olarak da kontrol edebilmemize imkân verecektir. Sosyal değerlerin, bilgisini elde ettikten sonra, giiriiilmesi gereken sosyal gayeler hakkında daha .isabetli hükümler verebilecek ve bu gayelere daha az bocalıya-rak. daha verimli yollardan ilerliyerek erişebileceğiz. Tabiî ilimlerin gelişmesi, tekno-lojiye tatbik edilmesi nasıl tabiata hâkim olmayı mümkün kıldı ise, insan ilimlerinin gelişme^ ve tatbiki de insan topluluklarının kendi mukadderatlarına hâkim olabilmelerinin vasıtalarını verecektir. İlmî metodun vo ziluiîyetin insan münasebetlerine tatbiki, insan ilimlerinin gelişmesi, Sosyal kıymetlerin . rini almayacak bilâkis bu değerlerin senİTum? ve lam bir surette gerçekleşmesine hizmet edecektir.
MUSİKİ VE CEMİYET
Uko Amab
Milletlerin ve cemiyetlerin hayalında fikir tezahürlerinin yeri ve öııenıi daimî bir değişikliğe tâbidir. Musiki de bu yönde bir istisna teşkil otıııez; mahiyeti, rolü ve önemi, tarihî bir rolil olan muayyen bir kütlenin daima değişen görüşlerine uyıırak değişir. İnsanların hayat durumu değişlikçe, manevî ihtiyaçları da değişir. İhtiyaç ve ihtiyaçları karşılamak veya karşılayamamak meselesi, fikir varlıklarının gelişmesine hâkimdir. Musiki, mücerret, mefhumlarla kavranabilecek varlıklardan her ne kadar uzak görünüyorsa ılş^-şymktınıııın tâbidir. Hattâ musiki hassas ve ince bir sanat olduğundan, fikir ve hayal dünyasında drğişik durumları gösteren oldukça dakik bir barometreye benzer. Fikirl er, hayaller de insanın milli ve sosyal dnruurmuıı aksidir.
Avrupa’da asırlarca, bazan ardı sıra, bozan yanyaua şelişen, birbirinden çok farklı musiki üslûptan, kafaların, ruhların türlü türlü temayüllerini aksettiren birer aynadan ibarettir. Görünüşe bakılırsa, bu gelişme kendi hayatını yaşıyan, kendi k. nna uyan müstakil bir gelişmedir. «Müstakil anat» gibi sathî,görünüşe dayanan 19 ıın-
en asrın sana tarihi ve sanat felsefesi, musikinin muayyen bir ihtiyaç ve bir maksadı karşılıyan bv sahât olduğunu TtılTınjrBe-mezdi. Mamafih muayyen bir zamanda muayyen yerlerde muayy.'n,hir üslûbun jistiin-lük kaznnd’.ğT Tiiİinııvlı Fakat çelişmenin nereden geldiği, nereye giltiğL neden böyle olup başka türlü ^buaılığı sumlerinc.eevııp verilmezdi; zira «bir devrin ifadesi» vç ı «modanın değişrfesi» »ty fiktrlef^ieıua-edildiği holde, musiki nalilpl anadaki değiş
melere âmil olan derin sebepler gösterilmiyor ve gösterilemezdi de. Oysa ki hakikat pek uzakta değildi. Sanatların gelişmesi insanların gelişmesi gibi basitten mudile gider. Bu gelişme diipediiz olmamakla, arada bir duraklndığı görülmekle beraber, hiç bir tarihçinin inkâr edemiyeeeği açık bir gerçektir. tnsnn vo hayat şartlarındaki değişmeler daima göz önünde tutulursa, bu îki gelişmenin - yani bir yandan insanların gelişmesi. öbiır yandan fikir mahsul Icrininki -birbiriyle olan bağlarım belirtmek kolay
Musikiyi, onu yaratan ve kullanan insana göre ölçersat derhal şu sualleri sormak zonutdaJuılmn insan .muayyen şartlar al-İıııüta başka insanlar için ne gibi bir'mıısiki yaratır! muayyen bir ülke ilin, muayyen bir kütlenin insanları musiki- i nasıl ve nerede kollanırlar?. Bu suallere eevap verebilmek
n, insanların zaman zama» musikiden ne istediklerini, ne bekledik lirini ve muayyen İçtimaî, milli ve daha başka şartlar altında musikiyi nasıl kullnndikl;.n meselesini incelemek önemlidir. Musiki yapan veya dinle-ı her insan için bu m-selelori tetkik etmek faydalı oltrr. Fakat bu yazının çerçevesi biltfin. bn sualleri) cevap vermeğe yetmez. An.'.Gc tvmpa’nm yaşadığı türlii çağlarda musikinin tuttuğu yeri, oynadığı rolü bir kaç s-rüa ıı kısa örnekle-ıe göstermeğe çalışacağız.
Avrupa medeniyetinin ve sanatının tarihi Q uncu ilâ 10 uncu asır ile başlar. Yunan-Boum çağı batıladır. eriri kültürün kaplattığı memlekt-d'-r Annufinî olayların dışında kalmış, ona şfanl Avrupa inkişafların
A B 1 M t A *
— 21
merkezi olmuştur. Musiki alanında esaslı kir değişiklik gorüliiyor: çok seslilik doğuyor. Avrupa musikisine has ve münhasır olan bu önemli değişme, sonraları musiki alanındaki lıer gelişmeye istikamet vermiştir. Bu yeııi tezahür insanların şuurunda ve görüşlerinde deriue giden değişmelere delalet eder: çok «eşliliğin doğduğu çağ hakkında tarih bilgimiz eksilt olduğundan, bu gelişmeye dair netice çıkarmak, İzahlar vermek şimdilik daha mümkün değildir. Fakat musikinin evveline nuzııran bir buut daha kazandığını katiyetle «öyliyebîliriz. 12 Inei, 13 üncü ve 14 üncü yüzyıllarda yanı çok sesliliğin yayıldığı zamanlarda, sonraları Avrupa’yı dünyanın büyük bir kısmına hâkini medeniyet haline getirecek olan zihniyet ve tefekkürün esasları da meydana gelmiştir.
O zamanın hâkim kuvvetleri bir taraftan Hıristiyan dini, öbiir taraftan da feodal derebeylik sistemidir. Din insan hayatının manevî olaylarım idara edjyor ve dünyevî hâkimiyet sahasında birkaçpstisna hariç olmak iizere, derebeylerinin kuvvetini tanzim etmekle kifayet ediyordu. Fakat derekeyle-rin, hâkimiyeti icra etmekle edindikleri kazançlardan tabiî kendi de pay alıyordu, ilinin asıl sahnsı olan ahlâk ve ı-ıik’ten baş" sahalar da dine inhisar etmiş bulunuyorlar ■ bundan dolayı yen; musiki de dinin himayesi altında gelişmiş: ir, Bu gelişmenin en olgun mahsulü orta çağın vokal polifonisidir. Vokal polifoni, sonraları dinin yüksek idarecinden kurtulduı-u bir zamanda bile d: . monşeini inkâr edememiştir. Yükselt Böne-sans devrinde, dinin, htlkmii çoktan beri sarsıntıda olduğu ve musiki artık çok deha müstakil düşünen ve duran~iııaanl*ra hitan ettiği bir anda Felemenk mektebi polifoniyi en parlak mertebesine çıkarmıştır. Demek ağacın zirvesi çiçek açarken, kökleri kummuş bulunuyordu. Aynı istiare medeniyetin bir çok parlak devirlerini de tavsif etmeğe yanyabilir. Filhakika BSııa&ai'- 't; ,som-^ rındn polifoni de sukut etmiştir V|J poli-
foııik sea musikisi, şalisi veya İçtimaî hayatlarında insanları ferdî duygulardan büsbütün mahrum eden bir çağa uygun olarak şahsiyetsiz, değişik ifadesi cimiyim, soğuk, uzak ve parlaklığı zamanında beşerin üstünde bir azameti olan bir musikidir.
Asilzade derebeylerinin musikisi tam rnt-ııasiyle bir saray sanatı olan Minnesnng’tır. Musiki bakımından gelişmiş oluuyan. polifoniye lllaşamıyan Minncsang musiki tarihinde belli başlı izler bırakmamıştır. Asıl karakterine göre bu snnnt daha çok edebiyata ait olduğundan, makalemizin çerçevesine girnıoz.
Faka» orta çağın hâkim unsurlarının yanında daha doğrusu altında, muayyen tâbi bir sınıf olan şehir burjuvazisi do harekete gelmiştir. Yavaş yavaş, adım adım gelişen bu amit, hayatını dcrebeyleritı idare ettiği çalışmanın dışında kalan serbest bir çalışmaya dayanarak kurmuştur. Köylii ise köleliğe benzer bir vaziyette olduğundan kültür alanında benliğini ifwjçşşdçt$k durumda değildi. Çelişen burjuvazinin ve bazen da asilzadelerin dinin dışında olan musiki ihtiyaçlarını önceleri «ayyar çalgıcılar» tatmin ediyordu.*Soşyal durumlar: bakımından hem hokkabaz, hem dilenci olu. bu insanların hayınlarına dair do, musiki'-rine dair de lıımı- ii hemen İliç bir şey bilmeyiz. O zamanlar okuma yazmayı inhisar altında tutan ki-
■ mensuplan onlun hor gürlüğü, onlarla miieadels ettiği için, faaliyetlere; dair elimize lıi': bir vesika geçmemiştir Fakat sonraları burjuvazinin kuvvetlenin rai ve şehirlerin hâffiniyet kanıntnasiyle durumlarında değişiklik olmuştur. Seyyar çalgıcıların çoğu, kcmlileruıe geçim teinin ■den yerlere yerleşip belediye çalgıcısı, kule borucusu v.«. olmuş ve böylelikle cemiyette bir yer edinebilmiştir. Böylece musikilerinin de seviyesi yükselmiş, sanat, musikiû mert ebesin? çıkmış ve yariyle tespit edilmiştir. Bu mnsiki-den elimize geçen parçalar mütevazı şeyler tao^teKSnV vMdcreHEvleriııJK baskısından iız ço|ş-Snırtulpıuş kopili Bayatını yaşıyan
22
-A D I Mİ A R
bir sınıfın ifadesi sayılır. O devrin hususi-
vetini belirten bir nokta da, yerleşmiş olan çalgıcıların öbür meslekler gibi 13 üncü yüzyıldan itibaren loncalar kurduklarıdır. Fransa’da mcydann gelen «Çonferie de 8t. Julien» in merkezi Paris’ti; Almanya’da da şehirlere veyn bazı mıntakalara loncalar 'kurulmuştu. Almanya'nın bir çok yorinde şehir çalgı cilan yoni şartlara uyarak, «Stadtpfei-feroi »adı ile hâlâ bugün bile yaşamaktadır. Fnknt sanat alanında ehemmiyetleri günden güne azalmıştır.
yi vazife bilen dinin gayelerine her bakım-
Orta çağın sonlarına doğru tam burjuva «anatı olan «Meistersiîlger» sanatı revaç bulmuştur. Muhtelif loncaların ustaları, bn sanatı kendi muhitlerinde inkişaf ettirmiş.
dan uygundu. Katolik dininin her şeyi aşan azameti karşısında insanların derin bir huşâ duymasını teinin edebiliyordu. Zor olan bu musikinin bütün cemaat tarafından değil dr ancak kilisenin talim görmüş koronu tarafından söylenebilmesi bu gerçeği açıkça ispat eder. Alelâde insan bn musiki karşısında susmaktan başka ne yapabilirdi! Görülüyor ki polifoni hem ruhlara müessir olan, onları mistik ahrete hnzırlıynn, irşad eden, hem de aynı zamanda hüküm sürmekte olan
şarkılarının bestesini de güftesini de kendileri yarar ve lavta refakatiyle söylerlerdi Lonca teşekküllerinin sıkı, donuk nizamına tâbi olan bn burjuva muhitlerinin tlar görüş ve diişiiniiş çerçevesi içinde doğan bu şiir ve şarkı kaideleri en ufak teferrnntınn kadar tespit edilmiş kuru ■ fantezisiz kaidelerdir. Bununla beraber i. ■ .u, gülünç, tadsız görünen bn saniıfm. devri aksettirmek bakımından çok önemli olduğunu ileride göreceğiz.
Şimdiye kadar söylediklerimize dayanarak musikinin Rönesans’a kadar geçirdiği gelişmeyi hülâsa edersek, şu neticeyi- varına:
müessesenin, yani Katolik dininin azamet ve ihtişamlın ifade eden mükemmel bir vasıtaydı. Ohütı yanında orta çağın saray sanatı büsbütün solmuş, küçük bir muhite inhisar
etmiştir.
Yeni doğan burjuva sanatının. «Meister-gesang» uı durumu bambaşkadır. Bu sanat her 11e katlar dar ve kıırn ise de, dine bağlı olmıyan yeni kültürün inkâr edilmez bîr tezahürü, yalnız günlük... İhtiyaçlar alanında değil, estetik bakımından da inkişaf etmeli için bir gayretin ifadesi yayılır. Bu temayüller sonraki, yani Rönesaps zamanındaki go-Iismetlin heniiz pek mütevazı olan temelini o-şkîl eder. Fakat bu gelişme, kuvvetlenmiş bir-îjj burjuva sınıfının, b lsrt lâyikleştikten sı ııra, siyasi ve medenî iddialarını kabul ot-■ irmek için, giriştiği mücadelede kültürü en
■ rimli silâhı olarak fcuHonmnsiyle netice-
En çok sivrilen ve en yüksek mertebeye ulaşım musiki her sahaya hâkim dinin ınoy-dann getirdiği ses polifonisidir. Bn musiki, zengin olsun, fakir olsun bütün intanların ruhlarına hâkim olmayı, onları idare etnıe-
lıımiştir. Mesleklerini fara edebilmek için ' uma yazma öğrenmek sorunda kalan burjuva tüccarları gibi «MrMrirsinger» ler de biigîhin, kültürün ve saııııtm din tahakkümünden kurtulmasına yardım etmişlerdir.
İNSAN VE İÇTİMAÎ NİZAM
M uzarım ŞerIf BaşoCi.p
Şüphesiz, insan olan milletinin kuludur, insan zihniyetinin çizgilerini, zevklerini ve kıymetlerini bağrından çıktığı milletten alır. Buna uygun olarak düşünür, duyar ve hareket eder. Bununla o kadar yoğtırulmuş-tur ki, bilhassa cemiyetlerin nisbeten, normal ve karışık olınndığı zamanlarda, hu uygunluk ona hava teneffüs etmesi, su içmesi kadar tabiî gelebilir. Onun için kendini, samimî bir surette, daha doğuştan dünyaya bunlarla birlikte gelmiş gibi hİMOdebilir. Böyle olduğu için insan olarak, şahsiyet olarak kendi düşünmesinin umumî çizgilerini, kendi zevklerini, kendi (nkh selim* mi dünyadaki bütün insanlarda müşterektir sandığı olur. «İnsan psikolojisinin cemiyet içinde gayri meş'ur bir - mette ayarlanması» nı tetkik eden biiyiik -■ litoloji bilgini E. Sapir bize bunun inen bir tahlilini vermiştir.
Yalnız şu veya bu millete mensup insan hakkında değil, bütün insanlar ve inMt lık hakkında verilen hükümler üzerinde bulur tesiri görülür. G».jiş halinde (tansition) bıı-lunan bn yirmine! aaır yıllarında yolların çatallaştığı, insan münasebetlerindeki kıırı-şıklığın büsbütün arttığı bir safhada yaşıyoruz. Bunun doğurduğu güçlükler, »ıkıntılar ve problemler var. İnsanlar aralarında, içtimai nizam ve insan meselelerini ister istemez konuşuyorlar, hararetir v
palı münakaşalara prişivarlar Ttun» dayanarak İçtimaî nizııirMiİAın4a.İMÜcüpteı ğU-Tİ sürüyorlar. Bn nıünnlıoşnlar Tl-^riyn. in sanın esas mahiyeti, «tab’ı heşer»v|ıakkınl ı toptan hükümler çıkarılmağa. varım bir sahaya dökülüyor. Öemîy-' büçesiııdo' lılikikı müsavatın, hakiki dc&krasimıı ve hürriy»-
tin no suretle kurulabileceği hususunda miişrterak kanaatlere varılmağa doğru gidilse bile, insan oğlunun hakikî mahiyeti hakkında ortaya atılan kat’î hükümler müşterek bir neticeyo varılmasının önüne, aşılması mümkün oLmıyan bir uçurum gibi çıkıyor. Bu gibi münakaşalarda ekseriya insanın esas mahiyeti hakkında kati vaziyet almış iki taraf beliriyor. Bir tarafa göre insanın esas mahiyeti hotkümdır, rekabetçidir, başkalarına her ne pahasına olursa olsıın hükmetmek ister. Tine bıı tarafın fikrine göre İnsanda, her ne pahasına olursa nlsun. büyük servete sahip bunak, başkalarına hükmetmek, başkalarım geçmek;.Jönüne geçilmez bir iştiyaktır. He- tiirlfl teçıl; kiııin esasında bıı hükmetme, servet tıBSııına hırsı Vardır. Bunları iddia eden insân’lnrın içinde bu iddialara samimî olarak inanii'.ış insanlar da vardır Onların bu iddialara s.ımimî olarak inıınmtŞ olmaları, bnnun dışr in bİT hakikat i’nremomeleTİ bıı fikrin d-ğru olduğunu ispat .itmez. Onlar burada, cemiyeti erinden kinlikten beri aldıkları ■ kendilerine mnl d tikleri bir zihniyeti aksettirmiş oluyor! - Karşı tarafın iddian ı ı göre insan ıısaaiuılan iyidir, insanın mahiyetinde kar-•kslik, yardım, işbirliği duyp'iları vardır. Bunlar ancak cemiyet içinde bozulmuştur. Bn gibi fikirlere bilhassa Itov-şeau’dan beri rastlıyoruz. Problemi iıu tarzıln ele aldıkları için, buıılnr da meseleyi ilmi bırak ele almış değildirler.
İıuaııuı doğuşundan e-?!™ psikolojik «na-1 hıyetj/'bıııriiırın psilll o.i isinin cn öu saftıı gi'leıı^anularıuduıı binilir, İçtimaî nizamla l JL V
?4
\ O î M t A R
ilgili münakaşalarda, insan mahiyetinin esasından ferdiyetçi, rekabetçi* mülkiyetçi ve Rorveu? düşkün olup nlnıııdğı gibi meseleler ortaya atılan bejli başla nnnelcJerrlir. Bu kadar mühim olan bu «jetin mesele üzerinde, cidden, haki kalın ne oldnğnnn anlayabilmek için evve»lA, bu hususlarda örflerden, âdetlerden, içindi» yaşadığımız muhitin tesirlerinden kurtulup objektif bir avziyet almak. yanı o zamana kadar amiyane olarak öğrendiklerimizden ayrılıp bir prwpektif kazanmak icap eder. Her ilimde ulduğtı gibi, psikoloji sahasında varılan İlmî neticeler ancak bu prespektifi. bu objektifi iği kazanmak sayesinde mümkün olmuştur. Objektiflik ve prespektif kazanmak için bir de iıı-saıı cemiyetinin isti-kbııli ve insanın mahiyeti hakkında kendi kendimize edindiğimiz fantezileri ve hedefleri de evvelâ bir tarafa koymak icap eder. Çiinkii hakikat bizim keyfî olarak edindiğimiz fantezilere, hedeflere tâbi değildir. Fantezi ve keyf üzerine hedefler kurmak, samimî de olsak, idealist de olsak buz üzerinde temelsiz bitin kurmağa benzer.
Ahenkli bîr cemiyet nizamı düşünülürken insanın doğuştan gelen mahiyetini, saiklerini (insiyaklarını!. ihtiyaçların bilmek hakikaten göz önünde butandaru’ması lâzım gelen eaaîjşnrtlardan biridir«fciinkü mütemadiyen, inşanın mahiyetinde mıhına» ihtiyaçları, anikleri inkâr eden, baskı altına alan, ezen bir cemiyet bünyesi ahenkli ve sürekli bir cemiyet bünyesi olamaz. Jtsanhırın hnmrsnzlujffi tatmin edilmiyen il t y. • lanıı. insiyakların ergeç mukadder ofin tepkisi neticesinde çatışmalar, sürtüşmeler (friction) mutlaka baş gösterir. Bunların neticelerini MitjBtâ tarih beyti:.-a
Çiinkii. ayrı ayrı şu veya bu ferde yahut fertlere ircaı kahiî Ötp.’yan ietnng nizam, içindeki insanların ihtiyaçlarını, maddî ve manevî gelişmesini daha plnuJı.-daha Ahenkli bir suretti» temin, etmek için y^rdır^JKörü körüne fertlerin imjyaçlagnı reddedjh. yalnız tepeden bakânStoriteHbir relim taftlınıı
bir zeminden mahrum olan rejimdir. «Fert yok cemiyet var, hak yok vazife var» diyerek de bunun içinden, çıkamayız. Feriler cemiyet İçin var olduğu gibi, cemiyet dr feriler için vardır.
İhsanın cemiyetten eemiyete değışmiyeu mahiyeti hakkında (L"ğru bir fikre varabilmek için doğuştan gelen esas aniklçri, esas insiyakları bir psikoloji konusu olarak ele almak, ilini bir surette incelemek gerekir. Bu mevzua tekrar tekrar dönmemiz günün münakaşalarındım beliren bir zarurett:r. Diğer uzviyetler gibi insanın da hareketlerinin, kör bir makine gibi işlememesini, he-defli, gayeli o'lmasmı icap ettiren sebep onların dnha doğuştan bazı insiyaklarlu dünyaya gelmeleridir. Uzviyetlerde, daha içti* nmileşnjeden evvel bile, bir hedefe, bir gayeye doğru hareket etmek, yönelmek, eehitler-de bulunmak insiyakların rntmini yolunda meydana geliyor. Bunlnr bizde csmh ihtiyaçlar, olarak beliriyor: yemek, içmek ve çiftleşmek gibi... Uzviyetin bu esas iticileri (•movers^ bugünün ptjkolo i’şinde insiyaklar (inştinçts ı. sniklcy (drîvçs), yahut ihtiyaçlar (needsi olarft-şfe almıyor. Şüphesiz tg-kâ'nülün muhtelif safhalarında bulunan uz-vivntlerdt? ihtiyaçların, insiyakların çeşitliliği ve tasnifi azalıyor, çoğalıyor. Hayvan silsilesinde insana doğru geldikçe. ıvzvlyet-h'txle insiyaklar azalmıyor, bilâkis çoğalıyor. Daha geçen asrın sanlarında tekâmül n.ızariy esinin tesiri a Itır da zilin iyicili 5 e karşı, "(en. biiyük tepkilerden birini teşkil eden?’ ^ames psikolojisi Lima ehemmiyetle nazarı dikkati çekmişti. (Burada James’in daha sonra meydana getirdiği felsnf(»den balı satmıyorum. James’in gençlik senelerinde ortaya koyduğu psikoloji daha sonra yazdığı felsefesine nazaran bugün daha ziyade nyh*kf»d(Tffn.yor.)
Uzviyetlerin hareketlerine hedcfli, gayeli olma vasfını veren cihet insiyaklardır. .CII^4jrfteıı, . gayeden bahsederken determi-niaıu nuduArını -aşrın ideolojik bir hedef-ı pj hahsûM&pnnn.) Tolman gibi ruhiyatçı-
A D I M I. A R
ların gösterdikleri gibi insiyaklar basit rcf-lelrelere irca olunamaz. bıuıhırı bir hedefe, bir gayeye yönelmiş toptan hıi-reketlcr olarak almak-icap eder. B’-yle bedelli bir faaliyette (meselâ gıda aramada) bütün. ıırvi-yotte bir gerginlik hali vardır, hedefe varı-lincaya kadar bu gerginlik devam eder. hedefe varıldıktan sonra nzvivet uis’.ı muvazenesine döner lloçjçfr varmak için zihnî fn-nliyetlor vc hareketler bu toptan faaliyetin hİCTietMc iş görür. Ay ıİ neviden idim fertlerde ayın insiyaklar vardır. Her hangi bir cemiyet bünyesi içinde bıı pmiim insiyakların, İhtiyaçların. hiç olmazsa hir dereceye kadar, tatmin oluııınns» lâzımdır. Ynk-m uzviyet normal bir suretle işleyemez. Insıınm esııs psikolojik Miahîyotinden bahsederken kastedilen şey esas insiyaklarııı nelerden ibaret olduğu meselesidir, insiyakların tam bir surette tasnifi İşidir. İnsiyakların tasnifi yolunda şimdiye kader bir çok tasnifler ileri çürütmüştür. Bnnkr arauında Mac Dou-ffflll’nı, Frı-nd’nıı. AYoâ&M!1''1 ” Thorn-dikn’in tasniflerini MyftbiİiHz. TTencz bıi":in psikolojide ruhiyatçılar r-n fuı ■ > ı umumî bir kabule mazh.tr'olmuş bir . ’ ı -başarıl» inamı ştır Avrupa'da ve Amerika' non on boş-seııo zıtrfinda. çıkan psikoloji kitaplarına bir gciz atmak bu neticeye variıuı’ için kâfidir.
Yemek, içmek, çiftleşmek cinsinden o'.nı.
1 nnfttoiısik organları bulunun, uzviyetin mctaboİitı muvazenesinde detir, tesirler gös»er(S insiyaklar bütiîn insan nevin dr müşterektir. Bunlar insanın da esas insiynklnn ahumu • -dır. Hangi kültüre, hangi cemiyete mensup olursa olsun insanda bıı saîkler vardır. Ü-u . rada mevznnmnz. bu cinsten bıl*Wrı--'î?iKfinb»--ra şâmil olan insiyakların bir listecini vermek değildir. A ;ıl iyirv: ınnızn dönelini: Görüyoruz ki insanlar, yalnız muayyen bir anda, Uzviyetin. ibtıyflçlıırnlnı i.-HT: ettirdi"; insiyakı hedefler uğru»id; tanlr-.-Hcrd- l»u-bıtluıınuıyo-rlar. !vffia»ı ı?nulfânıîl jmjyTr* lerde İçtimaî kıyınetl«nı v* Benlik tavusu.
I
terinin taya ettiği hedefler uğrunda da ça-llşiyorİFVT» didiniyorlar vc hattâ hayatlarını feda ediyorlar. Bilhassa Avrupa vc Amerika cemiyetlerimle insanların unmnriyetlo büyük Korvetler toplamak, hayal yarışımla hur ne pahasına olursa olsun etrafıııdukıleri geride bırakmak, başkalarına tahakküm etmek mlıında müthiş gayretler sarfettîkleri-rîni görüyoruz. Bunlar ileri Rİirfderek, kör rekabetin, ferdiyetçiliğin. doymak bilmez bir mülkiyet duygusunun insanlnnn mahiyetinde önüne geçilmez aslî silikler olarak mevcut olduğu iddia ediliyor. Hakikaten bunlar dıı yemek, içmek ve çiftleşmek gibi bütün TMnn nevine şâmil ohııı ve işlemeleri için uzviyette muayyen organları bülünOil insiyaklar einaitiften insanın a(lf mahiyetini belirten snikler midir? Yoksa bunlar. mııay-. yen cemiyet bünyelerinin hususiyetlerin d em Ziınırî olarak doğan kıymetlerin, fertlerine notlarılu-nsı. onların benliğinde kuvvetle yerleşmesi yüzünden doğan neticeler midir t
Beka bet. t öuıkk^^^^mnımnuı alalım.
Ezer rekabet . ı «haleldim duygusu bütün it^an nevine şâmil HHinsiyşj^ :>e bmnın her emniyette, her d virde mfilnka kuvvetle ' HİisiĞî göstermesi lâzımdır yemek ve i(j-sivaklarında bunu görüyoruz. Halbuki • • uıthi bir gözle bile n»lı:clif devirler-»■■•ılıMif cemiyetlere bak'işimiz zurnan, hu lıtı^S bunlar tıraşın» mukayeseler
’ mız zıınmn insUuIftA tflhakkiîmtin.
ı I' tânr ferdiyetçiliğin h-c zaman, her
• ı. ayni surette cari oluıadığmı görüyoruz. Meselâ köylerde relcn-b»- duygnsn şe-’ ' ’-’-’ekİ kadar keskin ola» belirmiyor. iluy.ıL’i realitesin ilen kaçamı yapıp içleri-
• •anmağa çılışnn mily ularca Hintli-n;,. ^«ir^deJe lîirznuı, lı yat yarışı te-lâldaterinî ele alalım. Nisbeta» durgun de-virhr.lp Irrisf.iyııi! ijavat görüşünün koyu bir surette hâkini olduğu zn* .-Ahırı ve yer-!> ri göz /Mitinde bulunduralım..Bunu yaptığını'? zumun rekabet vc tâhııkkpm dııygusu-npnjmek. i'■Ark emLindçmbrıtiln insanlar-da hor verdyhW:ınüım gö/eron bir iıısivılc
1G =.
ADIMLAR
olmadığı neticesine Taracağıs. Demek ki b»ı duyjru cemiyet bünyesine göre şiddetleniyor, zayıflıyor ve hattâ kendini hiç göstermiyor diyebileceğimiz tezahürler g-ftsterebi-liyor.
Son zamanlarda psikolojide ve etnolojide aynen. iş birliği, rekabet, tahakküm, ferdiyetçilik duygularının tetkiki husuuanda son derecede mühim bnr.ı anıştırmalar yapı’-iniştir. Bunların arasında M. Mead'iu reisliği altında çalışan bilginler, coğrafya itibariyle birbirinden uzak mesafelerde bulunan niı-beten iptidai on üç «emiyoti ole almışlar, bu cemiyetleri ba bakımdnn tetkik etmişlerdir, yfisbeten iptidaî oemiyetler, her bengi psikolojik bir hususu tetkik etmok için, şiipbo-stz, daha elverişli tetkik sahasıdır, çünkü bunlarda şu veya bu fıtktBrll ayırmak, kompleks eemiyotloro imzanın, nisheton dalın kolaydır. Mead vo arkadaşlarının tetkik ettikleri iptidaî dönıiyctler şunlardır: Yeni Gine Arapesh’lcHfi Greehdand Eskimolan. Kalında Ojibw:ıî»rıI Doğu Afrika Baclıiga’-Inrı, Filipin Ifugao'ları, Vnncouver Adası Kıvakiutl’l eri. Amiral (idıılpi'iJMAnus’ları. Amerika fromiıı'leri, Pasifik Bnmoıı’lırı, Yeni Meksika Zuni’leri. Cenup Afrika Bat-hongn'lıın. A».,-vikıt Dakotıı'ları, Yeni Zelanda Maori’kriS: Bıı nrıışiırnıalannffietiee-leri Mend larrl’ ndan 1937 da çıkarılan «İptidai Cem iye ricale İş birliği ve Rekabet» (Conneration "id Competiticm Among Pri-mitive PeopleA adlı kitapta neşrolunanı?-tur.
Bıı mühim ■ «irde varılan umnmî netice şudur ki insan'.ırda iş birliği, rekabch ta: hakküm dııygıı'01, mühim bir dereeede, bu insanların içinde yaşadıkları cemiyet bünyesine göre değistent&Tbtkik edilen cemiyetlerden Manua'lajj Kırnkiutrier, IfugaoTar yüksek derecede rekabetçi bir vasıf taşıyorlar; Baslıipa'lar OjibTa’lnr.®14§kimolar v> Arapeslı’ler elahia ŞfdiyâST bir va-
sıf gösteriyorlar; hıitıa mtıİ^bil IrO j’.ıuislar. Sanınnn’lar. Ztıııi’ief, BMhfflaga’Uıj Dakdtfc
lar ve Maori’ler iş birliği ve sıkı bir tesanüt gösteren bir vasıfla beliriyorlar. Bscrde, iş birliği - rekabet tezahürü hususunda gösterilen bu aykırı psikolojik vasıfların nasıl sıkı sıkıya cemiyet bünyesinin, hayat şartlarının hususiyetlerine göre farklı mecralara girdiği sarih bir surette gösteriliyor. Mülkiyet duygusu hususunda da muhtelif cemiyet bünyeleri içinde yaşıvan insanlarda bu farklı ve birbirine aykırı tezahürleri görüyoruz. Rivers, Radcliffe - Browıı, Loırie. Mcatl. llulitıoıvski ve bilhassa Beaglelıole gibi bilginlerin eserlerinde tenim bir çok delillerini bu/uyornz. Bu mevzuu ayrıca ele olacağız. Bu araştırmalar göz önünde tutulunca insan nevinin mahiyetinde kör bir servet biriktirme, kör bir ferdî tahakküm ve ı :‘ra bet hırsı vardır demek ilmin bize bu salında verdiği bir çok vakaları inkâr etmek olur. Bunun böyle olduğunu iddia etmekte fııydn göron insanlar buiıu yapmakta devam edebilirler. Milletlerin menfaat-ı ilim haki-kullarım inkâr etmek yönümle değildir, bilâkis tabiat ve inffi^lwarında hakikatları olduğu gibi kabın etmekler e.
İnsanda iş birliği ■ rekabet, ferdiyetçilik-■ ' , sanüt gibi psikolojik hususlar sıkı sıkıya benliğe bağlı olan fonksiyonlardır. Benlik i-. ' fıtrî ve mutlak bir meleke değildir, tasanda benlik, doğduktan s ura etrafındaki mailde ve insanlarla karşı’; 1:1ı ilgiler örüldükçe örülür. Bunun böyle olduğu husıı-s-ın,la :en büyük ruhiyatçdar arasında iştira!: vardır. Bıınlar arasımla Preyer, J. M. Fiilinin. Piagel, Emrin, ICoffka, Allport, iluıplıy ve İVailon gibi büyük ruhiyntçıla-rın p.llanu.1 savabiliriz Böyle olduğu için insanın mülkiyet, ferdiyetçi' :k - tesanüt, rekabet - iş birliği hususlarında da lıangi isti-kamerietaan^-rTe hufctnaei:'?ı. bangr istikamete yönelerek benliğini tatmin edeceği, içinde bulunduğu cemiyet bünyesinin hususiyetlerine. hayat şar’larına göre şeklini ve ç’zşjirinî alıA BıîMÜa yâSF.ı ana neticesini veıfliğiıniz at^nüh» mcşeloye yine dönere-
> % /
HİKAYE
BEŞtBtRLİK
Bekİh S İTKİ K.ITVT
dünlerden beri yağan kar, yollan kapat -maş, köy tin evlerini şekilsiz birer beyaz yığın, birer kaba küme haline koymuştu. Köyde hayat çök beliniz, durgun ve sensizdi. Yalnız bacalardan tiiten esmer duman, burada insanların yaşamakta olduğunu gösteriyordu. Kardan kayalara oyulmuş mağaralara benziyen ve birbirine ayak izleriyle çiğnenmiş birer ince yolla bağlı olan evlerde ise, kadınlar ocağın aydınlığında tarhana pişiriyor, ihtiyarlar, tarlalarda karın besliyeeeği mahsulün bereketini düşünerek rahat ve mesut tm&hjyor, çocuklar levha-laT kadnr ufacık camlı pMeerelerden dışarıya, karla kaplı manzaralara, o sonsuz beyazlıklara bakıyorlardı. Tek «lalı evlerin birer köşesini davarlar işgal ediyor, yan loşluk içinde koyırnların kımıldadığı görülüyor, ara sıra melemeler ve. dışarıdaki saf, beyaz havaya İn 'del, buralarda saman ve gübre kokusu, ağıt ağır yayılıyor, kerpiç duvarlara, tavana alili mısır koçanlarına, yerdeki erzak çuvallarına, bir köşede yığılı duran yatak ve yorganlara daha çok siniyordu.
Köytin gençleri evlerde oturmaktan sıkılıyorlar, çok defa, tbiş’in, evlerden beş on adım ötedeki kahvesinde toplanıyorlar lı Bu kahvede yamru yumru bir kaç masa ile arkalıksız on beş, yirmi iskemle, duvarda Atatürk’ün oyularak fiynaya ‘ yapıştırılmış mareşal kıyafetinde taş basması renkli biî resmi ve tavanda, her zaman isli duran bir gaz lâmbazı vardı. Köyün tek Mikstî bu kahve idi ve çok ta kulşTISlik oluyor, yeJlfŞk' gidip geç dönenler oturacak iskemle bulamayıp, bir yer boşalsın diye ayakta bekli
yorlar, kâğıt oynıyaulamn başında bekliyorlardı. Tarlalarda işleri biten, büyük şehirlerde amelelik, kilfccilik. seyyar satırdık yapıp kış gelince oralarda barınamıyarak köylerine dönen ve askerlikten tezkere alanlar, hep bu kuhvede vakit geçiriyorlar, kasabadan bİT kolayım bulup rakı getirenler, durmadan içiyorlar ve İbiş'in şehirdeki bir kahveciden tedarik ettiği, artık atılaenk balo gelmiş pis, kirli, yırtık pırtık, hattâ kâğıtları noksan iskambillerle, kumara dalıyorlardı. Kumar, tarlada kazma sollamadan, şehirde küfe taşımadamrahatça ve kolayca, bir iki kâğıt çevirerek pnra kazanmak hırsı, bütiin kahved eltileri deli gibi sarıyordu. I-Iiç bir zekiliğe. bilgiye iltiynç göstermiyor!, çok basit bir oyun oyu ; yurlar, meselâ kim daha yüksek sayılı kâğıt çekerse paraları kazanıyordu. Paralar durmadan birinin elinden öbürüne geçiyor, -.-eoe yanlarından sonraya kadnr. dudaklarında kargıdan ağızlıklar, kahvenin içini 'Tara dumanı, bir bulut gibi kaplamış, k -frılnrı dolgun, gönleri bayağı kanlanmış, durmadan oynuyorlar. Bazı geceler on lira, on beş lira kazanan veya kaybeden oluyor Kaybedenlerden kızanlnr, “hır çıkarmak; istiyenler oluyorsa da, kumar «âdübınış hilen eskiler, tecrübeliler bunları önleyip yatıştırıyorlar. Borçlananlar, saatlerini ortaya koyanlar, şehirden sidiği roketini öne süreliler de eksilt değili,- Yani kşırnar, her yârde olduğu gibi, hıı köy iknhvesindr rtf hükmünü icra ediyor!...
Kçfâgöz (^fcılları#dıııı SİfTomyaıı Yüeeer, bu eŞce gerçekten çök putesızdt. Her çek-tığı kâğıt karşaındııkindeıı daha küçük Çi-
~ -----A D 1 M L A B
Rıyor, her öne sürdüğü para kanatlanmış gibi, uçup gidiyordu. Şimdi öbür masadaki köylüler, kendi oyunlarını bırakmışlar. Süleyman’ı seyrediyorlar, doğrusu bu kadar şanssızlığa parmak ısırıyorlardı. Süleyman her kâğıt aıplışm-da 'kirli bir meşin cüzdandan, dudaklarında takılıp kalan bir gizli küfürle ufaklıklar, liralıklar, iki buçukluk ve beşlikler çıkarıyor, fakat bunlar da kısa bir zamanda, karşısındakinin, Snnoğlu Ah-med’in önünde toplanıyordu, Etraftakiler Süleyman yeniden lıer paTa çıkardıkça sırıtıyorlar, belli ki, ona hiç acımıyor, Sanoğlu-ımn kazanışını takdir ediyorlardı. Sanoğlu Ahmet de, başlarına toplan arılarım bu ilgisinden. sanki «esaret ve kuvvet alıyor, gözlerinde ve ellcrindc büyük bir hırsla hep kazanıyor, kazundıkçu da, ağzında toplanan salyada bayıltan bîr tuhaf lezzet duyuyordu. Kumar masasında asabı geren bir hava vardı. Bi raralık, Süleyman kâğıdın dinine imanına sunturlu bir küfür savurdu ve boşalan cüzdanından son bir lira dulıa çıkardı. Bir kâğıt açılışında o da gitti. Köylüler, Süleyman’ın bu yenilişine hep birden gülüşüverdiler. O, bir deli gibi azgın ve yerinden. fırlamış gözlerle, kanburJaşnu.ş gibi, beli bükük, masad.jn kalktı. İradesini kaybetmiş gibiydi. Etrafına görnııyen. fakat Rin ve nefret saçan müthiş gözlerle hakti;»caba ne yapacaktı. Köylüler korkarak, biraz açıldılar. Sanoğlu ürkek ürkek, paralan (■(‘bine dolduruyor, brir taraftan da. Sfileynuın'm hareketlerini kollayarak, kendisine bir fenalık yapmağa kalkarsa karşılamağa hazırlanıyordu. Süteyman bir zaman ne ytpam-ğını bılemiyerek, durdu. Kan başına -mış, yüzü ve kulakları kıp kırmızı kesilmişti. Süleyman’ın çok hırslı, İmin, kavgacı ve bulaşkan bir adam clduğuntı h»?rkeş^MEd.i, ama., hiç kimse ıııı şimdiki kadar azgın, yırtıcı ve korkun ç görmeııJşıL ^adaki^bütÜA-köylüler, bir ş^y* olacak. diye^'b^KİMTÎcT. Fakat hiç bîr şey olmadı. Ş^lçyman daha bîr mîîddci, para^v^beraber aklım.dnjkayr betmiş gibi, ne yapStak'istediği, n- d'iişün* düğü belli olmadan, karınız ve iureS^bd?
kaldı. Sonra birden, hiç kimseye bakmadan, bîr lâf söylemeden, kollan kısık yumrukları tıkılmış olarak, kahvenin kapısını araladı, çıktı gitti
Dışarıda, elekten sıçrayan, patlamış mısır büyüklüğünde, gene kar yağıyordu. Vu-kit geç olmalıydı. Hiç bir evde ufak bir ışık bile görünmüyordu. Fakat gece karanlık değildi. Karın donuk beyazlığı, geceyi aydınlatıyordu,
Süleyman, çarığının tabanında yeni yağan karnı yumuşaklığını ve kar tanelerinin ynziinû iğneleyişini duya duya, susuzluktan içi yanmış bir hayvanın suya kavuşma ilnti-ra8İyle, hızlı hızlı evine doğru ilerliyordu. Sabit bir fikir kafasına bir bıçak gibi kaplanmıştı. İlle kaybettiklerinin hepsini alınalı, Sanoğlu’na bunu yutturmamak ve arka-duşlarının yanında gülünç olmaktan kurtulmalıydı. Fakat, kazanmak için para lâzımdı. Her kazançta olduğu gibi, buna da ser* maye lâzımdı. Para, para!...
Evinin kapısına geünce:. eliyle, kapıdaki karları temizledi! 8onra kapıyı itip bir hırsız gibi, ayaklarının uçuna basarak, hiç ses çıkarmadan, içer| girdi. Kapıyı kapadı. Oeak yırı sönmüştü, ama. oda ılıktı. Yavaş ndımlffln yatağa doğru yürüdü.
Tereddütlü, bozuk, karma karışık bir inli bâletı içindeydi. Karısını uyandırmaktan çekinerek, daha dikkatli, daha sinsi olarak, biraz daha, biraz daha sokuldu.. Yorganı açtı. Ocağın henüz kül tutmuş korla-r melali gelen hafif kızıllık, karısının. boynundaki beşibirliği, hıramı kamçıhyân bir parılfe De, aydınlattı. Buut gihi ellerini uzattı- Beşibirliği tuttu. İri, yuvarlak altuı ona sımsıcak geldi. Kopçaya bağlı kaytanı orta r'‘rmaklan arasından geçirerek, beşibirliği Avucunun içine aldı Çabuk köpür zaııuederç.k çekti İnce kaytan, bir kement HM itısdı™ boynuna dolanmıştı. Kadın birden neye uğradığını bilemiye-r«k,-İlıcan içind^gözlecÛLİ içti. Fakat uyku j m kinliğindir. ve odaiırtı karanlığındaıı dolBn, bp^tıirli«?i tyftTnrfılıın koparmak î|-
A D I M L
29
tiyenin kim olduğunu anlıyamadı. Bunu bir hırsız zannetti. 0 da iki eliyle beşibirliğî yakaladı, çekti, vermemek isledi. Aralarında şiddetli bir boğuşma başlamıştı. Alt alta, tisi üste oldular. Kadın, rastgelo, kocasının ellerini, kollarını, yüzünü «ırıyor, onu devirip gırtlağını sıkarak beşibirliğini kurtarmağa çalışıyordu. Fakat kocası güçlii kollıı-riyle onu yere seriyor, atışlarından tutup bir köşeden öbürüne sürüklüyordu.
Mücadele uzayor, genç kadııı, bir kâbusun çıkartabileceği boğuk seslerle, bağırıyordu, İkide bir, domuz oğlu, domuz oğlu dediği işitiliyor, nefes nefese, yorgun ve bitkin solumaları hissediliyordu. Siileymau bir eli beşibirlikte, iibür eliyle karısının ağzını tıkamağa, sesini çıkartınıııuRğa çalışıyordu. O İliç ağzını açmıyor, sesinden karısı kendisini tanır diye çekiniyordu. Fakat bu kadar boğuşmadan sonra kadının kocasını, onun vücudunu, onun kokusunu hissetmemesi kabil değildi, amil, o da bunu İliç belli etmiyordu.
. Siileyman’ıı. kafasında binbir karanlık düşünce, birbiriıd kovalîym'du. Bir türlü beşibirliği kopargmamıştı. Sonra baktı ki, olmıyacak, tuttuğa işi «Lia^Ljlğglıu..
binden bıçağım çıkardı, boşibirliğiıı i mi kenti. Genç kailin ellerini kaytanın!Sekile çclcilc zedelediğimi boynuna götürdü » m ıı-vazenoHİni kaybederek, bİT hayvan çiftesi yemiş gibi, yere yığılıverdi.
Süleyman şimdi altının ağırlığını ara-cunda dnyuynr.ltj. Kaçıp giclooekti.mfakat karısı tekrar ayağa kalkmış, onu tam kapı
dan çıkarken yakalamıştı. Kıskaç gibi kollarla hırsızı bırakmıyordu.
Süleyman müthiş bir hiddet feveranı içinde geri döndü, kanama baktı. TUmsuıuı elemli, karışık, perişan yüzü, biı- uçurum gibi, oııu korkuttu. B-ııradıın, bu uçurumdan, bu garip hırsızlık hâdisesinden sıyrılmak, kaçmak, bu çengel kollardan kurtulmak istiyordu, kurtulmak ve tekrar kumar masasına. kavuşmak!.. Ya kahve dağılırsa.. Yu Sarıoğlu’nu bulamazsa... Başka hiç bir şey düşiineıniyordıı. Bilinemez nasıl nıhşi bir hisle, birden eliııi havaya kaldırdı vo hızla indirip pıçağı karısının göğsüne soktu. O anda karısının vıcık vıcık, sısın cık kanının ellerine bulaştığını hissetti. Hepsi o kadar!..
Kendisini çıldırmış gibi dışarıya fırlatıp attığı zaman, kar lıillâ devam ediyordu. Kafası uğulduyor, soğuğa rağmen, vücudu ateş gibi yanıyordu. îçıııde müthiş bir korku vo nedamet vardı. Tirtîr titriyordu. Ş-imdî yalnız hııyvanlarınkino benziyeıi bir insiyakla, canını kıırtarraal^ buralardan, her tehlikeden uzak bir yerJkauatlanıp uçmak istiyordu. Etimi’- ipinde] tuttuğu kanlı bir beşibir-lik sallantı Biıllanâ,.ki, bu beşîbirlik karısının güzel, taze ve dolgun göğsünü ne hoş siishrdi. hiç de kahveye .değil, kurtların, sırı! .uların sürüyle azgın ezgin dolaştığı karlı ovaya doğru, o da bu myvanlardan bı-' i vmiş gibi, geceye karışıp kayboldu.
Btt karlı kış gecesi no kadar sakin ve sessizdi Köpekler bile havlıtnıyurılıı. Köy, sanki kardan bir yorgan altında uyuyordu.
AYIN ÎÇİNDEN:
Ayın içinden sütunlarında «Adımlara, günümüzün müşahhas seyrinden bazı tipik olayları yakalıya r ak bunların fikir ve kültür hayatımız üzerindeki mânasını objektif bir •lirette kıymetlendirmeğe çalışacak ve yeni yayınlar üzerinde duracaktır. Bunu yapar* ken bazı miyarlara uygun olarak hareket edeceğiz. Bizim anlayışımıza göre neşriyat alanı eş dost arasında bir cilveleşmek fırsatı hazırlıyan bir nlan değildir. Şahı» olarak birinin nazarı dikkatini çekmek, birine ehemmiyet verdiğimizi göstermek, birine kızdığımızı izhar etmek istiyorsak bunu pahı* olarak yapmalıyız. Herkesin malı olan neşriyat sütunları şaheîoLmıvun bir platformdur. Onun için biz bu sütunlar tin olayları ve yayınları yalntz ubjeklif İmli gayri şahsî miyarlara göre kıymetlendireceğim. Sonra, neşriyat sütunları, olayları ve fikirleri olduğu gibi gözümüzün önüne sermesi lâzım gelen bir alandır. Bunu, tan inmiş adamlara çatabileceği-nıizi göstererek tanınma ve başka mal.-ıil.tr için bir atlama tahtası olarak kullan in ı ya hakkımız yoktur. Yazıcılar, yalnız yazılarının kıymetim- vc hakikî canlılığına dayanarak varacakları yere varabilmelidirler.
23 Nisan Bnyramr.
Geçen hafta milletimiz 23 Nisam kutladı. 23 Nisan millî gelişmemizin büyük bir merhalesinin başıdır» 23 Nisan azilmiş .bitmiş sanılan bir milletin, onu somuri!IcnJairjıuce haline getirecık olan emperyalist litihamlara Vft kuvvetlere karşı IçalkuunflâiniU, isyanının en sarih ve şuuriü bir «trene teşkil atlandığı gündür. 23 Ninni» ûlılâ ordularını temizlemekle netice leııçu, ıııiUı kurtuluş harekfrLUlfa en büyük kııvvot günlerinden biri olarak târihe geçti. Milli kurtuluş hareketi teknik ye
kültür alanlarındaki gelişmelerin kuvvet aldığı kaynak oldu. 0 kaynakta emperyalist kuvvetler gibi zamanının geri kuvvetleri, kara kuvvetleri, irtica kuvvetleri de eritildi, dağıtıldı,
Geniş ufuklara doğru yol alacak olan milli kurtuluş hareketinin teşkilâtlanmasının en sarih ifadesi ve kara kuvvetlere karşı mücadele ruhunun belli başlı kaynaklarından biri 23 Nisan millî hâkimiyet bayramı, yeni yetişecek olan Türk nesline mal edildi, çocuk bayramı oldu. Bugün bütün Avrupıı kıtasında birçok milletlerin, çocuklun ve gençleri istilâ kuvvetlerinin baskısı altında ezilirken bizim çocuklarımız 23 Nisanın derin mânasını içten duyuyorlar. İstikbale, aralarında gelişme ve hayat fımtları bakımından hiç bir fark ol> mıyan ileri bir ııeeil olarak geçebilmenin kıy* mel ve ehemmiyetini her yeni tahsil merlıa" leşini geride bıraktıkça daha derînden duya-caklar ve bu kıymeti gerçekleştireceklerdir. Ancak bu duygu derinleştiği ve gerçekleştiği nisbette» memleketimizde bakımsız ve tahsil ııivmelinden mahrum bir U-k çocuk kalmıya-caktıri
Kurtuluş harekelinin, inkılâp hareketinin ı( jkilâllanmasının başlangıcı olan bu günün yeni nesillere mal edilmesinin, onların bayramı yapılmasının sembolik bîr mânası vardır; zira 23 Nisanın, başlangıcını işaretlediği hareketi ilerletecek, halk hâkimiyeti nizamını geliştirecek olanlar yeni nesillerdir. Halk hakimiyeti bayramım çorak bayramı ile birleştirmek, yeni cemiyet nizamım yeni nesillere tevdi etmek mânaaim taşır. Yeni nesillerin kendilerinden beklenen vazifeleri başaracaklarına, açılan inkılipçı yolda durmadan derliveceklerine inancımız vardır.
A D İMLA H —
31
/İnkara Üniversiteni
Artık gözle görülür, elle tutulur bir suret-te Ankara’da yeni ve genç bir üniversitenin bir gerçek haline gelmekte olduğunu görüyoruz, görerek seviniyoruz. Muhtelif fakülteler yayın başlıklarına Ankara üniversitesi.... Fakültesi başlığını koyuyor, Tetkik gezilerinde fakülte adının üstünde toplayıcı vc birleştirici Ankara Üniversitesi adının konulduğunu görmek insanı sevindiriyor.
Dil ve Tarih • Coğrafya Fakültesi ile artık akademik geleneğini kurmuğa başlamış bir Edebiyat Fakültemiz var, Ankara'nın ilk fakültesi olun Hukuk Fakültesi şimdiden dünyanın diğer hukuk fakültelerinin vasfı ile beliriyor, onun yanı başında Siyasal Bil* gider Okıılıı günüm güne Osmunü devrinde bü mektepte bulunınıVan ycııi derelerle gelişmekte». Tıp Fakiiltcninin projeleri hazırlanmış bir halde bulunuyor. gerçekleşmesi için cu yakın müsait fırsatı beklemekte... Ankara Yüksek Mühendis Fakültesi gerçekleşme yoluna girmiştir. Yüksek Ziraat Enstitümüz her sene nı(ıııl(k'tin toprak mahsulleri verimini artıraca» elcnıanlı r yetiştirmekte. Artık bütün bu ihtisas öğr timi p İnmelerinin topluluğum) îffidc ede ( k olan udi vermek vc bunun iliiıı Atıktır» ilim vekülliir havasım kucakladığını gönıırk bir giin meselesi olduğunu -ıcak bir duygu ile duy uy > rnz.
İstanbul ünivusîtemizde mulıcndiı;y-e ziraat fakülteleri yoktur diye yeni Ankara'nın yeni üniversitelinde ziraat ve mübendi- fa-kültelerinin bu'unmaeını yadırgamak 'eni başşehrini izin gelişme buanriyi'ilcrini aSzdt’n kaçırmak olur. Büyük fikir, kiihür. cemiyet ve iktisat gelişimleri ilim topluluğundu kendini izhar (jhiı. udir. Ziraat ve endüstri alanlarındaki kalkın um hareketlerin ıTDaşşrhrm ilim topluluğumla ifades:wî loıİmalıdır. Başşehrimizde, ziraaŞvc en(( -ırijc^ınmafazj’»' Ankara’nın y.-nr 4iniverri terin de temril etmek, nıemlekdin ziraat ve teknik realitesine ilmimizin en büyük ocağında ver vcriuek demek olur. Bunun* yeni 'almakta olduğu-,
muz gelinmeleri hülasa eden eenbolik bir mânası vnrdır. Kaldı ki, bu güzel ilim ve teknik topluluğu ameli yeni dünyada ilk defa bizim yapacağımız bir üniversite yeniliği değildir. Diiuyaıun ban büyük üniversiteler inde bunu yerleşmiş bir gerçrk olarak görüyoruz. Meselâ, dünyanın büyük üniversiteleri arasında bulunan Corndl Üniversitesinin en kuvvetli fakültesi ziraat fakültesidir. Yine büyük dünya üniversiteleri arasında sayılan Harvnrd ve Colııınbia üniversitelerinde yüksek mühendis fakülteleri vardır.
Hayranlığın Kötüsü :
Son zamanlarda bazı dergilerde garp hayranlığım alaya alan, tenkit eden yazılar yine çoğalmağa başladı. Köı* gıırp hayrmları-na, kozmopolitlere, züppelere mi p t ıklan yanlış yolun yanlışlığına göstermek şüphesiz faydalı bir iştir. «Otobüse hindini» verine «otobüs aldım» demek, züppelik ifade eden bir luıtâdır. Meselâ Paris’e gid-en bir gencin otelin karyolasında nasıl yalıtacağını bilin emesi vc yabancı insanlara karşı mahcup vaziyete düşmekten çekinerek Kanepenin üstünde, yatağın, yanında yatması lüzumsuz bir mahcubiyet v( çekingenlik hâleti ruhiyeaini gösterir. Kılığı kıyafeti Roheıt Taylor’un bir roldeki elbiseline uydurmağa çalışmak havai bir hap Bitliliktir. Tuvaleti, ile Greta Garbo ya Ilıîddy Lanıare'a henzetet •ğiıu diye türlü : ılııııetlere katlanmak beyhude vc hatta zara rh bir emektir. İlle ecnebi dili bildiğini gi rmek için çayda veya başka bir toplantıda -çııe-bi dili konuşmakta lüzumsuz bir ısrar y'hlcrmek eaçuın bir faenliliktir.
Garp hayranlığının yukarıdaki misallerde gördüğümüz cinsten ohtnian hatâlc vc zararlı (»lmaklıı beraber çabuk düzeltilir cinstendir. Bunları alaya almakla hatâlar düzelebilir.
Bir dc garp hay ranlığınnı tınıl kötüsü ve F»raTİı®ı var. Bu cins hevvflnhk yuk ar dahiler gibi yalnız satıhta değildir, köklüdür. Hem hu. cins, kotii ha}TaUJjJ> ağır başlılıkla, yapılır. Onun için bir çok insanlar bunun
32
—--------------------------------------------A O t W I. A ft
kâr bir hayranlık okluğunun farkına varmazlar. Öylelerine rastlıyoruz ki, garbın yalnız bir memleketinde bulunmuşlardır, yahut okumuşlardır, yahut muhtelif garp ıııvnılr* ketlerinde bulunmuş bile obalar, tnuayycıı sebeplerin tceiri altında, yalnu bir tek memleketin, kültürüne, tekniğine, zihniyetine hayran kalmışlardır. Kör değneğini bellemiş gi yalnız bunu bellemişlerdir. Dervişler gibi medeniyetin, kültürün yalnız bu tek noktadan geleceğini tekrar eder dururlar. Bunların fikrinec. mekteplerimiz yalnız bu noktaya göre nynrlıınmalıdır. ecnebi memleketlere giden talelıc yalnız bu noktaya gönderilmelidir, büyük kültür,, biivük medeniyet yalnız bu noktada bulunur. Bunlar dillerine yalnız lıu noktanın bir kaç büyük kül tür ve fikir adamını dolamışlardır. Derviş gibi bunlun tekrar etmeden yahut hatırlamadan hiç bir şey düşünemezler, çünkü bunlar putauz» kara kitapsız düşünemezler. Bıııı lann garp hayranlığını tenkit etmelerine bakmayın. Kendileri garbın muayyen bir noktasının ve devrinin vccitli softalarıdır. Onun için bnulunu hayrındı ğı ve softalığı daha zararlıdır Bunlıır irinlilerini hayran değilmiş gibi gösteren bir kabuk içine sokulmuşlardır. Hayranlığın asıl kötüsü, Lsı] zararlısı hu inbi-arcı avukatlık şektimld lıeliri yor. Halbuki garp, olmuş bitmiş hir medeni-
Yayınla3* alanında:
Sosyoloji Dergisi. İstanbul Önl^eısitesi Sosyoloji Sen;ineri Tetkik 've Araştırma!.»-rı. Müdür: Proi. Hilmi Ziya Ülken, 1JH2.
Kalın bir cilt teşkil eden hu derginin telif ve tercüme yazılan arasında im fazla üzerinde durulmağa değer yazı 1’ruû Hijııi,Ziya Ülken’in «Sosyolojinin ıJreWfiîrv> n>iılüi adlı yazısıdır. Bu yazısında muharrir, meni* lekelimiz eoeyoloji anlayış vc tcdrİHotında hâkim ulan Durkheinı sosvoİojfciıni uıujjlelif noktalardan ol/ Aİfttak tenkit inliyor ve ondan farklı bir sosyoloji mUayışium esas hatlarına belirtiyor.
yel değildir* Garp da değişme halindedir. Ve bilhassa ileri zihniyeti ile, ilmin ve tekniğin yeni buluşlarına ayak uydurarak son asırlar zarfında her zaman bir değişilir temposu ha linrle olmuştur, (inip diye ktılı bir şekle girmiş bir korkuluk yoktur. İleri adım* lar. ileri zihniyet, ileri kültür anlayışı yanında geri zihniyet, kara ribııiyel, sof ta zihniyeti garpta da vardır. Garp dün de böyle idi. hugiin de böylcdir. Garbın bu dinamik ve tezatlar içinden ilerJiycn, dur-nııyıııı hareketini dnynııyanlar. garbı yalnız bir nokttı Biti da yakalıyorlar, bir kere böyle yaptıktan sonra ona hayran olanlar yahut oııdan ürkenler garbın yalnız bir kısım kabuğunu yoklıynbilıniş olan korlerdir. İlli körler garbın yalnız noftalik tarafını tem sil ederler. Onun için asıl zararlı hayranlar bunlardır. Zihniyetimizin, ileri, hamleci, araştırıcı ve düzenli olaıı tarafı ile biz d.* garplıyız, onun dışında değiliz. Garp bugün yalnız bir coğrafî hini olmaktan çıkmıştır. Garp, dünyanın her yerinde ileri zihniyetin adıdır. Kendimizi bu ileri zihniyetten ayrı sayarak ona karşı kor bir hayranlık vaziyeti 31inak da, ondun ürkerdik içimize kapanmaya çalışmak da bizi durguıB kapalı suların kok-mumluğuna, hayranlığın a- i kötüsüne ve zararlısına götürür.
Muharririn Dıırkhcim sosyolojisi hakkında belirttiği en mühim nokta, bu Fransız sosyologunun düşmüg olduğu, telifi, halli kabil ohıııyım ıııiiıcnakiB haldir. Durkheinı, sosvoloji ınüsbet bir ilimdir, olmalıdır diye en kuvvetle, en ısrarla bağıran sosyologİHr şra.-ıind^üuHj Durkhcin/ın sosyolojinin müs-T»et bir ilim oluşu hakkın'a söylediklerini olduğu gibi kabul edenlere - de kendisi gayet İlimci lırr Trraf^frfckFr 4vr sosyolog olarak tandır. Halbuki Durklıeim’ın cemiyet anlayışı, cemiyet hâdiselerinin müU»'-t bir ilminin kn-ı ulnbi Inıc-shii inıkSpsız Bırakıyor. Durkhcim -ıiS*.d hâdiseyi öyle bir tavsif ediyor ki. Ira suretle anlaşılan sosyal hâdisenin ilmi mü-
Ad imla n
31
şahcdcyc mevzu olabilmesi jniimkiin değil* dir. Sosyal hâdise adındıı bir fikir, bir la-«avvurdur, fakat. onu sanki «M* iniş gibi telâkki eunck ve haricî ifadeleri-ile yakalamak. tetkik etmek gerektir. Şu halde, sosyo Jog hiç bir zammı sosyal vakıanın kendisini (maşerî vicdanı) tetkik clnıiyc cek, ancak onun «gölgesi» ile uğraşacaktır. Durkbetm spiıilunlistc’tir; fakat zamanın sosyal problemlerinin hallini İlmî metottan, ilini bilginin tatbikinden bekler. Halbuki spritualiate bîr.gerçek göruşii ile ilmi zihniyet birbirine zıttır; bunun için Durkheim böyle tenakustu bir vaziyete düşüyor. İşte Hilmi Ziya tll-ken*ın Durklıcim hakkında belirttiği esas tenkit budıır. Durklıcim’ın böyle tenakusa düşmesinin sebebini Hilmi Ziya ülken onun prcjüjelerdrn (peşin verilmiş hükümlerden* kurtulamamış olmasında buluyor. Bütün İlmî zihniyet ve objektif olmak iddialarına rtığmrn Dıırkbelm kendisini bir takım önceden doğru olduğuna inandığı fikirlerin tesirlerinden kurtaramam ıştır. Maddî • manevî ikiliğine ve «Fransa cooperali.-tc partilerinin prcjiijclcrine bağlı kalmıştır».
Prof. Hilmi Ziya’nın Durkheim hakkında ileri sürdüğü bu tenkitlerin bizim irin, memleketimiz irin hususî bir ehemini}( n vardır. Zira. Durkhcinfın «ilmi sosyoloji» -■ ilin İlmî olmadı lıöyİrcc meydana: vurulunca, o sosyolojiye dayanarak memleketi mirde de kurıd ı/.çimekte olan «»temlerin tcmrhizlîği meydana çıkar. Meselâ, Ziva Gökjılp hakkında çıkan bazı yazılarda* on tın il.nıî nıctod ve^bilgi ile zamanının ıncsch b rini aydınlattığı, incelediği söyleniyor. Halbuki Ziya Gokalp» ,eo*yal halliderdo otolite olarak kabul ettiği Purkheint’in kendisinin de yaptığı g'bh ilmi, kendi gördrirrini müdafaa etmek ve kabul ettirmekte bir kal* kun. bir vaeıtu (ılaX$M^ı»»ıyvr. Ziya Gök-alp’ın gayesi içinde yaşadığı Rosyal Yapının ilmi tetkikini vo izahını yapmak değildir. O imparatorluğun karşılaştığı m Herek rç. h >' çaresi arıyor yc ken-line ’ğörçij ouldutu cr releri? ilim kim-im- HiiriiyeıSc otoriter, salahiyetli YO bunun içio de ddgyu diye kabul
edilmesi gereken hakikatlar şekline sokuyor. Kendisinin işine yarıyan «İlmî temel» i Durkheim’dn buluşu dn sebepsiz değildir. Ziya Gökıılp’ta gayet kuvvetli mistik bir taraf vardır: madde âlemini bayağı, aşağı !»’• lur; insanın bu «sefil madde» den olduğunu kabul etmez, peşinen «aşağı» olduğuna karar verdiği madde âleminde «ıılvî ruh» ıı arar. Gençliğinde de mistiklerin yazıları ite çok ilgilenmiş. onları çok okumuştur. Fakat diğer taraftan akıllı bir adamdır, hakikatleri sade imanı ile değil aklı İle dc anlayıp kabul etmek ister. İşte Durkhcinfın esasında apritu-aliste, kabuğunda ilini olan sosyolojisi böyle bir mizaç için biçilmiş bir kaftandır. Diğer taraftan bu sosyoloji zamanın şartlarına da uygundur. Birbirine zıt şartlan birbirivlc telif etmek gayretine elverişlidir. Durkheiııı spritualısnıc ile ilmi zihniyeti sözde telif etlikten sonra, şark ile garbı, İslâm dini ile rnsyonel, ilmi zihniyeti, hars ile tekniği yan yarın beraberce kabul edip telif etmek Ziya Cökalp için kolaylaşmıştı.
Ziya Gökalp’tcu beri Durklıcim sosyolojisi nıetnleketimizdfi' j yerleşmiştir. Halbuki bizde dc sosyolojinin hakikî ilim yoluuda ileri ivebilmesi için, saptığı Durkheim çıkmayandan Çıkarılması lâzımdır. Prof. Ililnıi Ziya Ülken’in tenkitleri bu işte ilk atılan adıllardır. b
B. S. Boran
Sabahattin Ali, Yeni Dünya, hikâyeler. Remsi Kitabevi. 1943. s. 136, 75 krç.
Sabahattin Ali. Kürk İİantırlu .Ifadonna, hikûve. Remzi Kitabevi. 1943, 177. 100 kr?
Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali-den .diriğimiz ve beklediğimiz çeşitten bir c?er değildir. Roman ve hikâyelerinde bize kasaba ve köylerimizi tanıtan. İçimizdeki Şcytan’da lelanbuFa geçmekle beraber yine onda da bize yerli bir mevzuu veren, oözdr intclektüel gurupların iç yüzünü deşen. Ku-yucaklı Yusuf'la dilimizin belki cn güzel ro~ cnanııM veren muharrir, Kürk Mantolu Ma-donnogla sadçee «bife^şk hikayesi» anlatıyor. Kitabın ilk 0 fatifcei Sabahattin Ali
34
ÂDIMLA
tarzında haşlıyor vc ilerliyor. Bu kısımda küçük bir memur tipini onun aile hayatını görüyoruz. Muharrir bize güzel sahneler çiziyor. Fakat bu kısım «mukaddime» dir. 45 inci sayfadan sonra sessiz, uysal mütercim Raif efendinin gençlik hatıratına dönüyoruz; hikâye Birinci Cihan ITarbi’nden sonraki ilk senelerde Almanya’ya atlıyor ve artık bir Tiirk genci ile bir reasnm - bar - artisti Alman kızının aşk hikâyesine dalıyoruz.
Bütün realist mcvzulartna ve üslûbuna rağmen Sabahattin Ali’de romantik bir taraf var. Realist memleket hikâyelerinde bu romantiklik, hayatın karanlık, acı taraflarını daha da nıübalâğalandırmak, «acıklı bir hikâye» yi daha da acıklı yapmak temayülü halinde beliriyor. Aynı romantiklik, bir başka şekilde, içimizdeki Şeytan’daki aşk temin* de beliriyor. Orada, fakir genç çiftin zor ha* yatı romantik bir bava içinde verildiğinden, tatlı ve cazip görünüyor, tıpkı bohem hayat hikâyelerinde, yedinci kal tavan arasında oturan «artist» in sefaleti, avareliğinin her* cümerci penbr ve cazip?göründiiğu gibi. Mu* harrir, Öbür kitaplarında gemlediği bu romantikliği Kürk Mantolu Madonna’da başı boş bırakıvermiş. Belki bu tarafı bu|suretlr bu kitapta boM.ılnnp olur da bundan »onraki ererleri bu zayıflatıcı âmilden büsbütün kurtulmuş. olur.
Biraz keyifri® olup da işe gitmeyip ,-vdc kaldığınız bir gün, veya yorgunca olduğunuz bir akşam, rahat bir sedire uzanıp kafanızı yormadan vakit geçirmek, istediğiniz zaman Kürk Mantolu Madonna’yı tatlı tatlı okuyabilirsiniz. Yormaz da, sıkmaz -da. İy: anlatılmış bir hikâyedir. Fnknt «en •afm okuyup kitabı kapadıktan sonra da böyle bir kitap okuduğunuzu hemen unutuverirsiniz. Sabahattin Ali bu kitabı yatmamış Öİtfhydı. romancı ve hikfiyeci olarak bir şey kaybetmiş olmazdı.
Yeni Diînya’da tekrar Şabâhattin Ali’yi buluyor vc seviniyoruz. Hepri aynı ayarda olmamakla berabc^on iiçfoüzel hikâye-,yar. Asfalt Yol. Hanemde Melek. Yeni Dnnya.
Haşan boğuldu benim en bcğeodiklerimdir. Sonra reyimi sırasıyla Çaydanlık Selâm ve İki Kfidın'u veririm. Bu hikâyelerin bazılarında yukarıda bahactliğim romantikliğin izleri, acıklıyı daha acıklı yapmak, karayı daha da karaya boyamak temayülü seziliyor. Isıtmak için, Ayran, Sulfata hikâyelerinde lıunun izleri görülüyor. Mesele, hayatta böyle feci hâdiseler olur mn, olmaz mı? Realiteye uygun mu. değil mi? meşeleri, değildir. Şüphesiz böyle hâdiseler gerçekte aynı fecaatle vâki olur, hattâ daha kötülerine de raat-lanabilir. Fakat hikayeci okuyucuya, «dozu fazla kaçırıyor» hışmin i vermemelidir. Hattâ fantezi, bayatlı mevzular yazanlar bile, eğer mahir hikâyeni iseler, hikâyeyi okuduğumuz müddetçe bize «olmıyacak şey» dedirtmezler, dcdirtmemclidirler; okuduğumuz şeyin bir masal, efsane veya rüya olduğunu bildiğimiz, mantığımızı kııllsjıdığımız zaman anlatılan nenden bîr hikâyenin gerçekçe ola-ınıyacağını bildiğimiz halde, okurken bu bil-gimiri gemler ve kendinizi hikâyeye bırakırız.. Hikayecinin mehareri buradadır.
Asfalt Yol île- Hasanhoğuldu üzerinde biraz durmak isterim. Bu iki hikâye bence diğerlerinden - hem bu kitaptakilerden, hem daba evvelce okuduğum muharririn başka hikâyelerinden - ayrılan vasıflar taşıyor. Aa-falti YolMa muharririn hafifçe alayla ' iğneli-yen .okuyucuyu gülümseterek düşündüren bir çeşni var. Muharririn bu iğneleyici nlayı lam' ölçülü, kontrollü. Eğer o «tam çizgi» yi geçmiş olsaydı, hikâye ’ tesirini kaybeder. ’• v metten düşerdi. Meselâ Bir Konferans adlı parçada da alaylı iğneleme var, fakat hu paren Asfalt Yol ile aynı ayarda değil, işaret ettiğimiz tehlike orada beliriyor ve mevzu AsfaİL ı ul kadar güzel olmaya müsait olduğu ‘hırlde, tnm kıvamını bulamadığından, bence kitabın en zayıf yazılarından biri olu-
Haaanboğuldn,$nhn bariz bir suretle di-ğ(irieriiıdeu ayrılıyor. Bn hikâyede, fikrimi a ulatmak için başka tâbir bulamadığımdan, bir eiir havası var» ıliycceğim. Mevzu acık-
A D I M t A R
-......z 35
h, yani ölümle bileti bir aşk hikâyesi olmasına rağmen. ışıklı, renkli, hayatla çarpan bir bava var. Sahne! Ege sahillerinin yeşil, çiçekli, buz gibi berrak »ulu. çanı kûkulu bir köşesidir. Tabiat, bol mikyasla hikâyeye giriyor. Bu, çıplak, haçın, mağmuma bir tabiat değildir; verimli, hayat dolu, muhteşem ve güzel bir tabiattır, tnsan, tuzlu deniz rüzgârlarını yüzünde, cbüvetrierin buz gibi soğuk, berruk sularını parkalarının ucunda hissediyor, Bu hikâyede muharrir tabiatla dosttur; onu. insanın ezelî mücadelesinde yenmeğe çalıştığı bir uıuur olarak almıyor, Anlatılan acıklı aşk hikayesi de «realist» bir hikâye olmak gayesinde değildir. Bu, dağların mnğnır bit* kızı ile bir ovndcöyii delikanlısı arasındaki yarım kaimi» bir sevginin duyularak tınla» tılmış bir hikâyesidir. Yazıda bir efsane çeşnisi var. Hacer kızın diliyle anlatılmam, muharririn onun diline verdiği çeşni, bu efaane-liği, şiir havası dediğim vasfı belirtiyor. O kadar canlı, kıvrak, ifadeli bir dil ki. okuyucu kelimelerin, cümlelerin kuvvetle farkına ve zevkine varıyor? hîk&yeyi bitirdikten sonra da sırf hu dil için yeniden o kısınılan okuyacağı çeliyor. Bazı okuyucular bu hik-' yeyî gerçeğe uygun bulmıyabilirlerş biç kö’-lii kın. yürük kızı yabancı bir şehirli erk^k-ile Byle konuşur mu. helo sonunda ağaca .( • lanıp koşma okur mu? diyebilirler. Böyle diyeceklere,, yukarıda fantezi nevinden, hayalî mevzuları isliycn-yazılar hakkında söylediklerimi hatırlatmalıyım. Hasanhoğuld»
realist bİT köy hikâye» değildir; o çeşit vaa-Inr arasına girmez; onu kep d i çeşidi içinde kabul etmek lâzımdır. Bu hikâveyi okurken mantığı, gerçek duygusunu kaska altına alıp kendimizi hiknyttrîn Savuşma daldırmak akışına bırakmak lâzım. Muharririn mnvaf-
fskiyeti de orada ki, okuyucuyu farkettir-meden bu yola genrjypr,-hikâyenin içine daldırarak kendi istediği; ye rv jptüriiyor.
âb. S. BQRAI\ J
Rıfat İlgaz, Yarenlik* Şiirlcrt A. A. Neşriyatı, 1943.
Rıfat İlgaz, kendine mahsus bir cdâsi olan, şuurlu veya şuursuz taklitten U2âk. müstakil şahsiyetli bir şair olarak beliriyor. Yazılarında gösteriş, şu veya bu olmak iddiası yok. Yakından bildiği, içten duyduğu mevzuları. kendi hayat tecrübelerini işliyor. Bu-ntıtı içindir ki, entelektüel iddialara, «bir şiir anlayışı» izahlarına girmeden, lüzum görmeden, kendine mahsus bir yatış geliştiriyor. Muhteva öz, halis, yamaeıklan uzak olunca. İfade tarzını. vAAitalarmı da kendiliğinden buluyor. Rıfat İlgaz halk-şairi, köy-şniri olmak gayretinde değil, fakat kendisi halktan olduğu İçin, halkla beraber yaşadığı, duyduğu için, ve eaııalının dia ehli olduğu için şiir» lerinde temiz, giizel bir dil, halkın dili beliriyor ve Rıfat İlgaz «halka inmek» gayretinde olan, zoraki köy şiirleri yazan, halk çi» irlerinin kalıbını alarak halk şairi olduklarını sananlardan çok daha fazla, onlarm eri-şemiyeceği kadar, bugünün h ılk şairi oluyor. Gerçekten bildiği, samimî olarak duyduğu mevzuları ışliyen sanatkâr, eğer sanstliâr* ise. mevzuunu en uygun şekli bu'nr vc bu şekil sadece bir kalıp olmaktan çıkar. Muhteva ile şekil ayrılmaz bir Burette bütünleşir. Rıfat İlgaz böyle bir şairdir.
Rıfat Uşazın işlediği mevzular günlük, herkı-ûn başından geçen veya geçebilecek olan hâdiselerdir. Böyle «küçük şeylerden bnh*’’tnek» genç şairlerimiz-arasında beliren bir i'-niayüldiir. Fakat bazıları bunu adetâ bir dogma haline getiriyorlar, küçük şeylerden bahsetmeyi gaye ediniyor r; •• / iman bu r. Rıfat İlgaz’da böyle bir tema* jö dizelerden, «kii-
Ibir şiir felsefesi değil, ifade ihtiyacını hissettiği İçeriseler btı olduau için mevzuları
Bu çerçeve i^nde kulıyor. Fakat temenni edelîlh ki şriria-. hayât’ tecrübeleri, alâkaları. Anlamı daha -gâaiglcBhı, r(- yine taklide, boş
bir nevi şiir züppeliği oluyo beğendiğim rihet kendisinde pil olmayışıdır, O, günlük h ç iik serlerden > buhşerineji haline getirmemiş. Bnnnnh meşgul Bildiği, duyduğu.
ADIMLAR
36 ı=z-=_—1 . -1-1-1——
kalıplara dökülmeden, göriiç, duyuş, anlayış ufukları gerçekten genişlediği için bize daha geniş, daha derinlere giden öz mevzular içlesin. Rıfat İlgaz’ın yolu çıkıııaz bir yol değil, kendisinin bu yolda sonuna kadar açıl-maeını bekleriz.
Rıfat Ugaz müreffeh bir zümrenin değil, fakat bir günden, öbürüne yaşıyabilmek. için didişen ve böyle üriintülü günlerin akşamın» da, bazan. «gününü gün etmek için, şöyle bir demlenen» halkın sairidir. Onun için şiirlerinde gifl, bülbül, berrak sema, mavi deniz, kalp ağrıları yok. Hayatın dnha karanlık, daha hüzünlü taraflarının akisleri var. Bununla beraber şiirlerinde hayatı kötümser bir ruh hali de a ezilmiyor. Şair, isyankar da değil. Kendisini hâdiselerden biraz uzağa çekiyor ve hayata karşıdan bakarak gülebiliyor: alaylı olmakla beraber halden anlıyan. şefkatli, müsamahalı bir gülüş; acı, yakıcı bir istihza değil. Bu hoş gÖTen tarzda alay.
içinde bir hüzün de gizliycrek, bilhassa Yarenlik ve Komşuluk şiirlerinde beliriyor: Kitaplar şiirinde şair daha iğneleyicidir; kof bilginlerin kofluğunu deşiveriyor. Hâdiseleri içlerken kentlisini böyle biraz uzağa çekebil-m ek kabiliyetinden dolayıdır ki şair, ölümden. kendi ölüm ihtimalinden bile görünüşte lâkaytlığı* benzer bir tabiîlikte bahsedebiliyor. Bir arkadaşının ölümünden bahseden (fştc böyle. azizim» şiirinde ince bir sızı, keder var: fakat şair his taşkınlığından çekiniyor, ölüme laailrvû esrarlı, feci bir şekil vermiyor. Heyecan- İfadesinde şair tutumludur; baskı ûltiha ulııınıış. hattâ yarı alaylı ifade edilen notların »atilimiliğine, özliilüğüne okuyucu inanıyor ve şairle birlikte duyuyor.
Hülâsa. «Yarenlik» bugünkü şiirimize yeni bit şey getiriyor ve Rıfat İlgaz bize ilerisi için ümit verici görünüyor. Kendisine başladığı yalda muvaffakiyet dileriz.
B. S. Bokan

Gelecek sayımızda tahlil edeceğimiz bazı eserler:
1. Şeytanla konuşmalar, Prof. Hilmi Ztya Ülken.
2. İrlanda Tiyatrosu. Doç. Saffet Korkut.
3. Uzun Yol, çev. Dr. Medilıa Berkcs.
4. Irk psikolojisi, Doç. Muzaffer Şerif Boşolğu.
Gelecek sayıdan itibaren -Köyün tçindeta» başlıklı bir kısmımız olacaktır. Bu sütunlarda köyümüzün içten realitesini belirtmeğe çalışacağız;
------------------------.
ADIMI AB
Sahibi ve Heşriyat Müdürii: Dr. Behice Sadık Boran
Abone: Altı aylağı 160 krş.; yıllığı 300 krş.
Adres: Adımlar, Posta Kutusu 81, Ankara
SAVAŞ KARDEŞLER İZMİR TİCARETHANESİ
Zeytin, Zeytinyağı, Sabun ve her nevi Sade Yağar, Peynir ve saire sabşevi
Anafartalar Mevsim Sokak No. 5
Tel. No. 237T Ev: 6235
Sicil No. 3334, kuruluş 1930
ALİ PERÇİNEL VE KÂZIM PERÇİNEL TİCARET EVİ
Zeytin, Zeytinyağı, Sabun ve her nevi Sade Yağlar, Peynir 8 ve saire toptan satış yeri
Koopffl&tif arkası Ali Nazmı Apartır. ,--u No. 1/
Tel. No. 3153 Telgraf Ali Kâzım Sicil No 1912, kuruluş 1930

HALİM ŞAPCI,
Zeytin, Zeytinyağı, Sabun ve her nevi Sade Yağlar, Peynir
Tel. No. 2752

Comments (0)