1946 Ekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1946 Ekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

25 kuruş > Haftalık kültür ve aktüalite Deröisi 20 Cumartesi 40-946
BU SAYIDA :
Demokrasiyi İnkâr Eden Bir Demokrat!
.T
Gerçek t en Bihaber Bir Profesör
Y a 2 a u
ESAT ADİL'
V E
DOĞAN RUŞENAY, ŞERİF HULUSİ, NUH NACİ ÖZMEN, ATTİLÂ İLHAN, İHVAN’KABACİOĞLU
VE METE KONUK’UN ŞİİR VE YAZILARI
e
Sayı: 2 7

" La Penste,, Meı
Fransanın fmarksist âlimleri ve ^muharrirleri -- tarafından /-üç avda birFçıkartlan - modern Tas-J ı --**—L.—
yonalizmin organıjh bu •- muhlin fikir, mecmuası « 1939Jda ç kurulmuştu. Harp yıllarında kesintilere uğrayan çıkışı, yeni seri' adile 1945 ten itibaren tekrar muntazam bir şekilde çıkmağa başlamıştır. Bugüne kadar yedi sayısı çıkan .mecmuanın Nisan-Mayıs-Hazirarı 1946 tarihli yedinci sayısında şu yazılar vardır :
Paul Langevin, Pasteur, le savant et l’homme. Bu yazıda değerli âlim. Pasteur’ün tıp ilmindeki ehemmiyetli mevkiini ve İnsanlığa yaptığı büyük hizmetleri anlatıyor.
Dr. Fernand Nitti, La met-hode pastorienne.
Bu yazı Pasteur’ün tıp ilmine getirdiği yeni teşhis metodunun tahlilini yapıyor.
Paul Dupuy, Pasteur a l’E-cole Normale. Pasteur’ün hayatına ait bir vesikadan bahsediyor.
F. Joliot-Curie, Note sur la eience sovietique. Bu yazıda, Joliot-Curie muhtelif vesilelerle Sovyetler iline yaptığı İlmî seyahatlerle, son 1945 te yaptığı seyahat esnasında orada gördüğü müspet ilimler çalışmaları hakkındaki intihalarını anlatıyor, kapitalist memleketlerde ilmin bazan kötü maksatlara alet olmasına karşılık, Sovyetlerde nasıl tamamen insanlık hizmetine verilmiş olduğunu gösteriyor, ve oradaki bu çalışma ahlakının diğer memleketlere de iyi bir numune olmasını temenni ediyor.
Auguste Chevelier, Les problemes français actuel en
ımnası
Afrı’que ııoire. Fransız zenci Afrikasmın, yani Sudan, Fransız kongosu ilh.in sosyal ve İktisadî meselelerini tetkik eden bu devamlı yazının ikinci kısmında: Mahalli ziraat veya kapitalist ziraat meselesi ele alınmış, kapitalizmin bu memleketleri nasıl iptidai aletlerle çalıştırdığı, ne kötü bir idare sistemi ile idare ettiği, insanları nasıl yarı ölü hale getirecek şekilde istismar ettiği gösteriliyor. Bu memleketi kasıp kavuran hastalık, sefalet, gerilik, ilh.. Hakkında vesikalara dayanan malumat veriliyor.
Pierre George, Problemes de la Tunisie contemporaine: note3 de geographie economi(|ue et politicjue. Tamamen rnark-sist bir coğrafya metodile yazılan bu yazıda ilk önce içtimai meselenin kötü olan gıda meselesine temas ediliyor. Tunusta emekçi halkın alabildiği günlük kalori 2.030 ile 1.000 arasındadır. Buna karşılık emekçi halkın istihsal ettiği bütün gıda maddeleri memleketin zenginleri tarafından istihlâk, pek mühim bir kısmı da kapitalist memleketlere ihraç edilmektedir- Ziraat sistemi çok kötüdür, davarını harp yüzünden kaybeden küçük köylünün kara sabanına kendini ve karısını koştuğu olmuştur. Irga-dm gündeliği 15-20 frank arasındadır. Bu sınıf için tahsil, kendini tedavi imkânları yoktur, ve bu insanları verem, frengi, kanser alıp götürmektedir, işçi sınıfına gelince, trgat ve küçük köylüden daha az sayıda olan bu sınıfın da şartları köylü sınıfının acıklı manzarasını arzet-mektedir. Millî ve siyasi meseleleri bakımından da Tunus, mu
harrire göre, feodal şartlardan hîç uzaklaşmamıştır. Bu mühim yazının bir tercümesini gelecek sayılarımızda okuyacaksınız.
Bu mühim mecmuayı okumalarını okuyucularımıza hararetle tavsiye ederiz.
“Azerbeycan dâvası,.
M. Nizamettin Tebrizli tarafından yazılan «Azerbeycan Davası» adlı kitap piyasaya çıkmıştır. Bu küçük kitapta Azerbey-canlı kardeşlerimizin hürriyet ve millî kurtuluş uğrunda yaptıkları mücadeleler feodal zümreler ve mürteci oligarşilerin tazyik ve istibdadı altında Azerbeycan köylüsü ve halkının çektiği sefalet ve ıztıraplar anlatılmaktadır. Eser Azerbeycenın geçirmiş olduğu tarihi devirlerin kısa bir hülâsasını yaptıktan sonra hürriyet kahramanı “Settar han,, mücadelelerini ve nihayet pehlevî hanedanının tazyik ve istibdadı, büyük toprak ağalarının ve de-•rebeylerinin insafsız istismarı altında kurtuluş mücadelesine devam eden Azerbeycan halk hareketinin Azerbeycan millî meclisi tarafından «Fedailer atası,, unvanı verilen Pişevari’nin liderliği altında nasıl muzaffer olduğu anlatılmakta, ve imperyaliz-min ve irticaın hizmetindeki ajanslar ve matbuat tarafından en iğrenç iftiralarla lekelenmek istenilen Azerbeycan millî kur-tuşun hareketinin hakikî mahiyeti izah edilmektedir.
Bu kitkp bilbassa, Azerbey-canlı kardeşlerimizin milli kurtuluş hareketini ezmek için emperyalizmin ve beynelmilel irticaın açtığı iftira savaşına utanç ve-(Oevamı 16 inci sayifede)
götürmez bir sarahatle, tekrar tekrar İnkâr etti.
demokrat Köprülü demokrasiyi, profesör Köprülü hakikatiarı açıkça, îevll
ESAT ADİL
Çok uzun yılların, çok kısa bir hikâyesini anlatacağım. Hikâye şudur: Bu memlekette adları ve şöhretleri büyük bir lakım ilim ve politika adamları vardı. Bunlar yıllarca gaflet beşiklerinde, faşist ninnilerile uyudular. Ara sıra gözlerini açtılarsa da, kendilerini uyutan ninniyi tekrarlayarak yine uyumayı tercih ettiler. .
Birgün geldi. Bu ninniler kesiliverdi. Beş on fikir kahramanının yükselttiği hürriyet ve demokrasi şarkılarının velvelesi bütün Türkiye-yi yerinden sarstığı bir sırada bu nazeninler gözlerini uğuştura uğuştura uyandılar ve beşik' Ierinden birer birer sıçrayıp şarkıları dikkatle dinle’diler, bunlar bam başka bir şeydi ve anla-dılarki faşist ninnilerinin modası çoktan geçmiştir. Artık bu yeni şarkıları bellemek gerektir’ Notalarını bulaular, ezberlediler, tekrarladılar, ninni dinlemekteki ustalıklarını bu hürriyet şarkılarını söylemekte de isbat ettiler.
İşte, sayın profesör, millet vekili ve demokrat parti erkânından bay Fuat Köprülü yıllarca uyuduğu beşiğinden bir hamlede sıçrayıp, başkalarının bestelediği şarkıları bir hamlede ezberleyip, hürriyet kafilelerinin arasına sokulan yine bir hamlede bando başına geçenlerden biridir.
Biz bu zatın, hürriyet ve demokrasiyi çok acele bellemekten ötürü, sık sık falso yaptığını işitiyor, gürüyor, fakat onun bu yadırgayış ve acemiliğini dersini iyi belleyememiş bir öğrencinin haline benzetiyor ve kendisini mazur tutmaya çalışıyorduk.
Gün geçtikçe, Köprülünün masumluğuna ve bilgisizliğine bağışladığımız bu falsoların ardı arası gelmez ve kesilmez oldu. Artık bunun bir gaflet değil bir şuur eseri olduğu ve demokrasi konserinin ahengini bozan falsolarının bir kasde dayandığı anlaşıldı.
Demokrat Köprülü demokrasiyi, profesör Köprülü hakikatiarı açıkça, tevil götürmez bir sarahatle, tekrar tekrar inkâr etti.
Gazete sütunlarında yayınladığı yazıları, çeşitli beyanatı ve bütün bir hayatı ve fikriyatı
ile sayın bay Fuat Köprülünün sosyai mücadele tarihinin gelişme seyrinden tamamile bi haber bulunduğu, demokrasi namına ve Türkiyeniıı milli problemleri namına hiç bir şey bilmediği, yer yüzünü kucaklayan, sevk ve idare eden politikanın iktisadi ve içtimai dayanaklarından hiç birinin farkında bile olmadığı şu son İzmir'deki beyanatı ile bir defa daha sabit oldu.
Biz, bir fikir ve politika adamı sıfatile sayın, Köprülünün şuur ve kasde dayanan sözlerini bir hukukçu tekniği ile eleyip; inceleyip demokrat partinin ideolojik karakterini ve bu partinin erkânından olan Fuat Köprülünün politik sistemini bulmaya, ortaya koymaya çalışacağız :
1) Tarafından hiç bir suretle yalanlanmamış olan îzmir beyanatının başında Fuat Köprülü: «Sınıf mücadelesi yapmak isteyenlere Türkiyede yer yoktur* diyor ve bir despot gibi konuşuyor. Bu ne biçim demokrattir ki, bir hükümdar, veya bir tophane müşiri edasile Türk vatanında canının istediğine yer verip, canının istemediğine «Size yer yoktur* diye biliyor.
Eski cemiyetler kanununun “Sınıf esası üzerine düşünmek ve teşkilâtlanmak,, hürriyetini ilga etliği zamanda millet vekili olan Köprülü, acaba tekrar o zamanki müstebit şahsiyetini mi iktisap etti?
Yoksa Fuat Köprülü kanunun son tadiline, «Sınıf esası üzerine teşkilâtlanma» hürriyeti mecliste kabul edilirken, bu hükme muhalefet mi etmişti 1
Eğer sınıf mücadelesi yapmak isteyenlere Türkiyede yer yoksa, sayın profesörün de derhal Türkiyeyi terk etmesi icap eder. Çünkü, kendisinin de, partisinin de yürüttüğü dâva sınıf mücadelesi dâvasıdır. Onlar, bıı memlekette varlıklı sınıfın, büyük toprak ve sermaye sahiplerinin menfaatlerini korumaktadırlar. Bankalar, fabrikalar, büyük şirketler, büyük toprak işletmeleri, bir kelime ile kapitalizmin iktisadi ve malî dayanağı olan büyük istihsal vasıtaları Fuat Köprülünün bekasına çalıştığı sınıfın elindedir. Hattâ Köprülü ve partisi, devlet eline geçmiş
3 —«
olanları da geriye almak ve fertlere iade etmek* için savaşmaktadır. Sınıf mücadelesi, yalnız aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya doğruda yapılır. Emekçi kitlelerin kültür ve refah hakkı istemesi nasıl bir sınıf mücadelesi ise varlıklı sınıfın, kapitalizmin kendi inhisarında tuttuğu kültür ve refah imkânlarından halkı faydalandırmak istemeyişi de yine bir smıf mücadelesidir. İşte, bilerek veya bilmiyerek Fuat Köprülünün yapmakta olduğu mücadele de bu çeşittendir.
2) Yine sayın profesör ve uıillet vekili, beyanatında: «Sınıf mücadelesi alafranga bir tabirdir* «Türkiyede sınıf diye bir şey yoktur* -Ne kapital ne de kapitalist vardır* «Kökü dı şarda olan fikirler istemiyoruz» gibi hikmetler savuruyor.
Acaba profesörün, bir kaç ay içinde “Demokrat* oluşu da bir a’afrangalık mıdır? Demokrasi. cumhuriyet, parlamento, siyasî parti gibi müesseselerin kökü dtşarda değil midir? Medenî kanunumuz, ceza kanunumuz ve diğer bütün kanunlarımız ve bunların dayandığı medenî prensipler acaba hep yerli midir ?
Medeniyet ailesine mensup olan ve birleşmiş milletler âzası bulunan Türk milletinin bir vekili-bir Üniversite profesörü âleme karşı böyle nasıl konuşabiliyor!
Fuat Köprülünün, ceketinden, taşıdığı profesörlük titrine kadar her şeyi alafranga ve her şeyin kökü dışarda olduğunu ileri sürmemiz bizim için de bir acaiplik olmaz mı?
Türkiyede eğer sınıf yoksa, kapital ve kapitalist yoksa, şu halde memleketimizde komünizm var demektir. Koskoca bir profesörün ne söyle, diğini, söylediklerinden ne mânalar çıkabileceğini düşünememesi cidden çok garip bir tefekkür hâdisesidir.
Fuat Köprülü, eğer bilmiyorsa, bilmeli ve Öğrenmelidir ki, Türkiyede sosyal ve ekonomik karakteri olan sınıflar vardır, dolavısile sınıf mücadelesi de vardır. Bu mücadele ' hiç kimsenin şahsî icadı ve dâvası değildir. O, tarihî sevrin bir icabıdır,
Türkiyede emeğini kiralayarak geçinen milyonlarca emekçi insan ve başkalarının emeğinin İstismarile şişen ve büyüyen sermaye ve sermayedarlar da vardır.
Fuat Köprülünün bunu anlayabilmesi için büyük zahmetlere lüzum yoktur. Bizzat iş birliği ettiği en yakın politika dostları arasında büyük sermaye, büyük toprak sahibi pek çok insan görebilir.
Fakat Köprülünün görmek ve tanımak istemediği hakikat bu dostlarının ırgatları, gündelikçileridir.
3) Profesör ve millet vekili Köprülünün be
yanatı içinde şöyle bir cümleye de rastladık “Köylünün sefaleti topraksızlıktan değildir.» Köprülü farkında olmadan bir espİri yapmıştır. Ha. kikaten sefalet topraksızlıktan değil, bilâkis-büyük çayır, geniş toprakların mevcudiyetinden ve bir ülke kadar büyük olan bu toprakların muayyen ellerde toplanmış olmasındandır.
Şüphesiz ki, toprak kanununa muhalif olduğunu sandığım sayın Fuat Köprülünün maksadı espiri yapmak değil korkunç bir hakikati inkar etmektir.
Türkiyenin en büyük toprak sahiplerini ihtiva eden demokrat partinin kurucularından olan Fuat Köprülü “Köylünün sefaleti topraksızlıktandır,, diye haykırsa idi işte asıl o zaman hayrete düşerdik.
Sayın Fuat Köprülü, nasıl bir profesör ve nasıl bir millet vekilidir ki, Türkiye nufıısunun İktisadî ve İçtimaî kompozisyonunun farkında bile değildir, Beş buçuk milyonu aşan tamaraİle topraksız ırgat köylünün varlığından bi haber olan bir millet vekili, hiç şüphe yok ki, şehirlerin yine milyonları aşan işçi kitlelerinin varlığından da bi haberdir. Acaba, Fuat Köprülü kendisini millet vekili seçenlerin kimler olduğu nun farkındamıdır?
Kendisini ve partisini, köylerde ve şehirlerde dekteklemiş olan bu işçiler ve ırgatlar kitlesine karşı sayın millet vekili Fuat Köprülünün bu şükrangüzarlığı, ve bu demokratça mukabelesi cidden hayretlere sezadır!
Bir defa daha anlamış oluyoruzki, emekç kitlelerin refah ve saadet dâvası varlıklı sınıfın kültür ve menfaat mümessili olan böyle pro-esörlerle değil ancak kendi içinden yetiştireceği ıkir ve aksiyon adamlarile yürütülebilecektir.
I
I f
Dikkat
Bayilerimize
Gün’ün bu güne kadar satılmış olanlarının bedellerinin gönderilmesini,
Satılmamış olanların da iade edilmesini bilhassa rica ederiz.
İngiliz—İran petrol kumpanyasının reisi kumpanyasının umumî heyet toplantısında, orta şarkta yapmış olduğu seyahat hakkında şu beyanatta bulunmuştur :
(1945 senesi sonunda orta şarkta yaptığım bir seyahat hakkında size malumat vermenin münasip olduğunu zannediyorum.
İlkönce Tahran’a gittim ve majeste şah tarafından kabul edilmek şerefine nail oldum, Sa majeste kumpanyanın faaliyeti hakkında mükemmel malûmat sahibi idi, ve altı sene süren harpten sonra halletmemiz lâzım gelen meseleleri açıkça anladığını gösteriyordu. Tahranda ve başka yerlerde kabine azalan ve diğer mühim şahsiyetlerle temas etmek fırsatını buldum, ve İran hükümeti ile kumpanyanız arasındaki münasebetleri müşahede etmekle bahtiyar oldum.
• .
Tahrandan sonra Abadan’a uğradım. Abadan petrol tasfiyehaneleri, belki de dünyadaki bütün tasfiyehanelerden daha fazla petrol tasfiye etmektedir. Burada hava kuvvetleri için akaryakıt istihsal eden yeni fabrikalar kurulması ve mevcut tesisatın genişletilmesi hususunda muazzam başarılar elde edilmiştir.
getirilmiş, yeni tesisat yapılmış ve Basra körfezine döşenen denizaltı petrol boruları ile yeni bir pompaj sistemi tesis edilmiştir. Bu tarik ile hanı petrol sev-kiyatı bu aydan itibaren başlamıştır. Böylece .harp dolayisiyle kısa bir devre için fasılaya uğradıktan sonra, bu petrol imtiyazımız yeni bir istihsal devresine girmiştir ve bu sahada gayet mühim miktarda ham petrol ihtiyatı mevcut olduğu anlaşılmıştır.
a
Irakı ziyaretim esnasında ise son Altes kıral naibi ile ve hükümet azalan ile görüşmek şerefine nail oldum, Aksiyoner-lerimizin de bildikleri gibi İrakta bir petrol sahasını, bir tasfiyehane ve bir de satış teşkilâtını işletmekteyiz. Bundan başka Akdenize doğru tesis edilmiş petrol borusunun kapasitesini arttırmakta olan (İrak, petrol kumpanyası) nda da aksiyonlarımız vardır, Bilhassa Irak petrollerini işleyen Hay fa tasfiyehanelerimizin kapasitesi 1945 de 4,010,853 tona yükselmiştir . I asfiyelıaneyi büyütmek ve makine yağı imal edecek bir fabrikanın daha kurulması için planlar hazırlanmaktadır.
Muazzam malî kudretler ifa de eden bu yabancı sermaye, nufuz ettiği memleketin en mürteci oligarşik ve feodal zümreleriyle ittifak etmekte.
Her türlü -sosyal ıslahata düşman olan bu zümrelerin men faatleriyle sıkı sıkıya bağlanmak tadır. Son zamanlarda bir çok memleketlerde girişilen toprak ıslahatı ve millileştirme teşebbüs leri daima ayni ittifakın mukave meti ile karşılaşmıştır.
Meselâ Ingiliz — İran petrol şirketi de yeni İran hükümetinin sosyal ve İktisadî kalkınma prog ramı karşısın a endişeye düşmek teydi. Bu hükümetin giriştiği toprak ıslahatı üzerine Cenubta ki büyük arazi sahipleri ve dere beylerinin ayaklanması da yaba ncı sermaye ile [yerli istismarcı oligarşilerin menfaat • birliğini açıkça göstern ektedir.
Bu aynı oligarşiler bütün As ya topraklarındaki esir halk küt lelerinin emperyalizme karşı millî kurtuluş hareketlerini ezmek için yabancı sermaye ve beynelmilel kapitalizm ’le birleşmekte y3 gayri millî mahiyetlerini açıg« vurmaktadırlar. Asıl gasile şu ki, hakim sinıfları teşkil eden bu İstismarcı zümreler daima en ko yu bir milliyetçilik kisvesi altın da hareket etmektedirler. Bu garp anlamındaki demokrasin, n bazı şark milletlerinin yarı feodal bün yelerindeki garip tezahürdür. ’ V. B.
Ortaşark seyahatim esnasında Kuveyt’e de uğradım, ve Kuveyt Petrol kumpanyasının işlerine karşı daima en canlı bir alâka göstermekte olan Son altes «Şeyh’ tarafından pek nazikâne bir hüsnü kabul gördüm. Bu kumpanyayı Amerikan “Gulf petrol şirketi» ile birlikte işletmekteyiz. Burada istihsal me-todlarımız düzeltilmiş, petrol kuyularımız daha iyi bir hale
Görülüyor ki İngiliz- İran petrol kumpanyası adını alan bu tröst Orta şarkın birçok zengin petrol uıenbalarıtn eline geçirmiş, bazan yalnız başına, bazan başka tröstlerle birlikte bu toprakların zenginliklerini sömürmektedir. Bu beynelmilel tröstler ortaşark milletlerinin istiklâlleri millî ve sosyal kalkınma ları karşısında en büyük bir engel olarak dikilmektedir.
C Türkiye Sosyalist Partisi t »' Yayınlarından: a
Sivasi Mücadele ilmi ?
a
SENDIKALİZMİN MENŞELERİ
Fransız ihtilâlinden 1884 e kadar
Fransız ihtilâlinden 1884 de k adar vaziyet. — 1789 ihtilâlinin ktisadî sahada verdiği ilk netice işle sermayenin cezri şekilde birbirlerinden ayrılmalarıdır. Mu-kaveleler yapabilmek bu siyaseti iş isteyenlerle iş verenleri karşı karşıya getirmiştir. Böylelikle, sadece gücü kuvvetile zengin ve istihsal vasıtalarını ellerinde bulunduranlardan iş İstemeğe mahkum bir proleter sınıfı doğdu. 1789 da temelleri atılan bu rejim, her şeyden önce ferdiyetçi bîr rejmdir. Fert hürdür; lâkin başkalarile birleşmekte hür değildir; çünkü birlik bu hürriyeti sınırlar. Onun için değil midir iki, hukukî rejim topluluklara düşmandır: bu toplulukları yasak eder, takip eder. Buna rağmen, işçi toplulukları kanunun bir köşesinde sığıntı olarak inkişaf etmektedir; gittikçe canlılıkları daha kuvvetle kendini gösteriyor; karşılarında gittikçe arttırılan kanunî maniaları aşacak derecede kuvvetli bir sınıf şuurunun varlığını ifade ediyorlar.
İşçinin karşısına ilk çıkan mania, Le chapelier kanunudur. Hürriyetin tam manası ve birleşmenin bu hürriyeti sınırbyaca-ğı düşüncesine dayanan bu kanun, bütün meslekî toplulukları yasak etti. Aslında ferdî hürriyetin bir belirtisi olan hür birleşmeyi yasak ediyor. «Sözüm ona müşterek menfaatler,, diye vasıflandırdığı aynı zanaatla çalışan emekçilerde müşterek menfaatleri hiç kale almak istemez. Hakikatle, bu kanun her türlü emekçiler birleşmesini devlet için tehlikeli telekki eder. Devletle fert arasında aracı bulunmamalıdır; çünkü devlet içinde devlet ol amaz.
Bu kanunî mevzuat, kısa süren bazı devreler dışında, ruhu
y a Z AN:
ANDRE CHANTAL I
itibarile 1884 de kadar hüküm sürmüştür. Hatta bazan daha da kuvvetlendirildiği olmuştur. Gerçekten ceza kanunu (291 inci maddesi), Le Chapelier kanunundan çok ileri gitmiştir: çünkü, hükümetin müsaadesi olmadıkça yalnız işçinin kollektif faaliyetini değil, gayesi ne olursa olsun yirmi kişiden fazla olan her türlü birleşmeyi yasak eder. Topluluk hatta edebî, hayırseverlik v eya ilmi maksatlarla bile olsa, bunda meslekî birlikler kurmağa yöneltilmiş bir vetire gören kanun vaziînin gözüne, şüpheli görünür.
Lâkin, şüpheli şorüneni bilhassa işçi birliğidir: Şiddetle takip edileni, ıshatsız edileni odur. İhtilâl takviminin yıl II 22 ierminalinde çıkan kanunda ve ceza kanununun 414 ve 415 inci maddelerinde (ki bu kanun-■ 1ar önce konmuş yasağı teyit eder, ve birleşmek suçunu tenkil hakkını polise vermek suıefile bu yasağı daha da kuvvetlendirirler) işçi meslek birliklerde, patron meslek birlikleri arasında bir- ayırma yapılmıştır. Birinciler istisnasız yasak edildiği halde, İkinciler ücretleri “haksız ve insafsız,, casma indüdikleri takdirde ancak takibata uğrayacaklardır.
10 Nisan 1834 kanunu da yine işçilere karşı tedbir almak maksadım güder, 'hem bu defa yirmi kişiden az olan her türlü birleşmeler yasak ediliyor. Bu vaziyet, işçiyi, halkı kötü kişi sayan burjuva sınıfıma ruhî halini
anlatmaktadır. Bu vaziyet, aynı zamanda, işçiyi çalıştırana bağlı tutmak endişesine de cevap veriyor. Patron birliklerini takip ve rahatsız etmek, işçinin bağlı kalmamak arzularını arttırmak, işçiyi yarı resmî bir şekilde müessese şeflerine karşı isyana davet etmektir.
Bu andan itibaren, işçi tazyiki karşısında, kanun vazii tere ddüte düşüyor, bazan da boyun eğiyor ve kabul ediyor, çünkü sınıf şuurunn hesaba katmak zorundadır. Umumî efkârda (Vil-lerme ve Buıet anketlerinin neşri neticesi) işçinin sefaletini ve buna bir çare bulmak luzumunu anlıyor.
Bu, muvakkat hükümetin (25 şubat 1848 kanunu) niçin birlik kurma hürriyetini ilân ve cez.a kanununun 414 ve 416 inci maddelerini 27 kasım 1849 tarihli kanunla İslah ettiğini izalı eder. Bunlar yarını olmayan tedbirlerdir, çünkü, bu İslahı takip eden gı evler ve ayaklanmalar hareket tarzında bir değişikliğe sebep oluyor, birlik kurma hürriyeti önce geçici olarak, sonra da kati şekilde rafa konuyor (25 mart 1842 kanunu) yasağa rağmen, 25 mayıs 1864 de çıkan bir kanunla sendikacı harekete resmi olarak tekrar müsamaha ediliyor; çiînkü bu kanun birleşme suçunu ortadan kaldırıyor. Lâkin yine de birlik kurma hürriyeti tanınmış. değildir. Böyle olmakla beraber, çok- mühim bir adım atılmıştır. 1868 yılı martında hükümet hukukî bakımdan olmasa bile, resmen sendika hukukunu tanıyor: bu hak nihayet 25 mart 1884 kanunileşecektir.
Vakılara bakınca görürz ki, 19 uncu asır —1884 te sona erer ilk üç çeyreği— kanun çerçevesi dışındaki işçi hareketlerinin cer-
yan ettiği asırdır, bu asır hem sendikacı hareketlerinin kuvvetile hem de tamamen meslekî karakterde temayüz eder.
Yasak edici kanunların varlığına rağmen, m esleî bir takım birlikler meydana çıkıyor, ve türlü şekiller altında inkişaf ediyorlar, Lâkin her türlü siyasî faaliyetten uzak duruyorlar. Yalnız asrın son yıllarında, siyasî faaliyetle kooparatif faaliyeti mez-ceden meslekî bir takım topluluklara doğru temayüller beliriyor.
Eski kalfa birlikleri Fransız ihtilâlinden sonra bir müddet faaliyetlerinde devam ediyorlarsa da, çökmekten kendilerini kurtaramıyorlar. Esnaf teşkilâtı rejiminin ortadan kalkmasından ve bu teşkilâtı doğuran lonca zihniyeti yerine, gittikçe kuvvetlenen sınıf zihniyetinin kaim oluşundan sonra bu kalfa birlikleri yaşayamazlardı- Muhtelif esnaf loncaları arasındaki eski kavgalar, işçi sınıfınn tesanüdü ye hakim sınıfa karşı gittikçe .artan muhalefeti kendini belli ettikçe zayıflamaktadır.
11 İşçi faaliyeti bundan böyle başka şekiller altında ifadesini bulmaktadır. Eski birliklere o zamana kadar canlılıklarını veren indî ve mistik zihniyetten sıyrılmış olan yeni birlikler, daha açık bir şekilde meslekî, lâkin bir hamlede kuvvetini gösteremiye-cek bir temayül; olduğunu belirtiyorlar. Bu temayül yavaş yavaş meydana çıkıyor, ve ancak lö84 kanununun kabulü arifesinde bütün çıplakhığile kendini belli ediyor. Karşılıklı yardım cemiyetlerinde hemen hemen hiç varlığı bilinmeyen bu temayül mukavemet cemiyetlerinde, yardımsever bir vasfı olan tamamen sosyal bir takım temayüllerle biı* lik olarak kendini göstermekte vejsendika odalarında birinci yeri, her türlü başka temayülü dışında bırakan bir yer almaktadır.
Iî KARŞILIKLI YARDİM CEMİYETLERİ. -- İşçi hareketi
1830 yıllarına kadar bilhassa kar' şılıklı yardım cemiyetleri şekli altında faaliyet göstermektedir. Gaye her şeyden önce yardımlaşma, emekçileri: ihtiyarlık, hastalık, istiyerek olmayan işsizlik gibi sosyal tehlikelere karşı korumaktır. Bu cemiyetler maruz kaldıkları yasaklara rağmen kurulabilirler ve esasen müsamaha da görmüşlerdir; çünkü ,bu sosyal hizmeti görmeği üzerine almış olan devlet (kendi adını taşıyan kanunun kabulü sırasında Le Cnapilier böyle söylemişti) bu hizmeti görememek gibi bir imkânsızlık içindedir.
Bazan devlet müsaade ediyor, bazan da göz yumuyor. Öyle ki, 1823 yılında tarihte bu türlü 160 birlik vardı. Bu toplulukların yardımlaşma vasfı, Restauration devrine kadarki sosyal raporlarda ifade edilen nısbî sükunu izah eder. Sosyal asayiş ancak kıtlık ve hayat pahalılığı zamanlarında bozulmuştur. M.*Laroque’un dediği gibi; “Muhalefet, bir takım fakirlerin zenginlere karşı muhalefetidir, bir takım işçilerin patronlara karşı muhalefeti değildir,,.
Sanayie geniş bir ölçüde makinenin girmesi neticesi Restauration devrinde işsizlik başlayınca bu cemiyetlerin vasıflarını değiştiren bir takım grevler patlak verdi. Aynı meslekten olan işçiler arasında istiyerek kurulan bu eemiyeler gittikçe daha iyi beliren meslekî bir vasıf kazanmakta gecikmiyeceklerd’r: öyle ki, bu cemiyetlerin esaslı rollerini teşkil eden istiyerek olmıyan işsiz kalanlara yardımdan, gelecekteki belli başlı rollerini teşkil edecek istiyerek işsiz kalanlara, yani grevcilere yardıma geçmek pek kolay olmuştur.
MUKAVEMET CEMİYETLERİ ___ Karşılıklı yardım cemiy-
etlerinden farklı olarak, sosyal rollerine meslekî bir rol de katan mukavemet cemiyetleri bu suretle meydana çıkmıştır. Karşılıklı yardım toplulukları da, bir takım meslekî müdafaa toplulukları haline geliyor.
İşçi faaliyeti 1864 yıllarına kadar bu şekli alıyor. 1830 a doğru çok revaçta olan bu ce’ miyetıer 1834 ve 1840 yılları arasında bir küsufa uğruyor ve sonraları daha artan bir faaliyet gösteriyorlar. Gayeleri daima karşılıklı yardımlaşma olarak görünüyor; 1828 da Lyon'da kurulan yardım sandığı ve 1839 da Pariste kurulan matbaacılar birliği hep karşılıklı yardımlaşma olarak görünüyor. Lâkin, bu cemiyetler boykotaj yapmak sure-tile azalarının meslekî menfaatlerinin korunması için seve seve teşkilâtlanıyorlar . İş şartlarında bir değişiklik yaptırmak mak-sadile grevleri tahrik ediyorlar (1830 da Paris, 1831 de Lyon grevleri). İstekleri daima meslekî sahanın sınırları içindedir. Kasım 1831 Lyon hadise'eriuin de işba t ettiği gibi, işçiler hareketlerine siyasî bir vasıf vermek istemi* yorlar; Valinin huzurile patronlarla yapılan bir mukavele sayesinde bir ücret yükselmesi koparmış iken nazır bu mukavelenin her türlü hukukî değerden mahrum olduğunu söyleyince ka“ zandıklarım kaybettiler, kargaşalıklar da sona erdi.
Sonraları işçi faaliyeti tekrar başlıyor, ve ciddi tazyiklere mevzu teşkil eden şiddetli bir takım taşkınlıkları ve isyanları davet ederekten şiddetleniyor. 1834 ten itibaren ve 1840 a kadar kaynaşma hemen büsbütün sona eriyor.
Bir an için boğulan mukavemet cemiyetleri 1840 a doğru tekrar meydana çıkıyor. 1845 ten itibaran bu cemiyetlerin en ehemmiyetlisi olan Paris matbaacılar cemiyeti, başşehrin matbaa işçilerinin yansını etrafında toplamaktadır. Daha bir çok cemiyetler kuruluyor ve bütün Fransa işçilerini içine alan bîr federasyon kurmak fikri her yere yayılıyor. Grevler de yeniden başlıyor, lâkin mahallî vasıflarını muhafaza ediyorlar. Bununla beraber, 1848 ihtilâli kısmen işçi kitlelerinin eseridir
(Devamı 14 cı sayfada)
Amerik an edebiyatı üzerine denemeler -- 2
W A L T T-I İ T M A N
YAZAN ; NUH NACİ ÖZMEN
Whitman için en iyi isini arkadaşı W. O. O’conner söylemiştir. «İyi kırsAçiı şair> Daima kıravatsız köylü elbisesi içinde işçi kasketile rastladığımız fotoğraflarından ve kendisinin birer kopyası olan şiirlerinden -onun şöyle bir portresini çizebiliriz, uzun boylu geniş omuzlu açık yeşil gözlü, ve top sakallı sağlam bünyeli mert bir halk adamı. Amerikanın değil bütün dünyanın şairi olan Whitman, geniş nefesli ve geniş muhtevalı şiirlerde demokrasinin vaizliğini yapmış ve mısralarında beş kıtanın bütün hayatını incelemiş ve geniş halk kütlelerinin beşeri ihtiyaçlarına cevap verebilen en büyük eseri ortaya atmıştır. «Le-ares af Gross». Ondozuncu asır Amerikasının kabul ettiği eserlerini bu gün bütün hürriyet ve adalete susamış milletler heyecanla okumakta ve demokrasi dünyası onu bir “dünya şairi,, adıyla anmaktadır. O iyi bir insan örneği idi ve bütün insanlığı kendisinin bir kopyesi olan eserinde tahlil ediyordu. Leares af Cross demokrasi doktrini içinde düşünülmüş geniş bir sistemin [şiirleridir. Whitnıanın demokratlığı Önce çiftlik sahibi sonra İnşaat ustası olan babasının liberal gurubu tutınasiyle başlar, ahlâktaki mazbutluğu ise 17 inci asır puritenlerine kadar çıkan bir quaker aileye mensup olmasından gelir. Upton Sinclair «Whi (manın hayatı ve eserleri san’atın san’ankârca şekillendiril
(*) 1 numaralı deneme üpton Sinclaire aittir. Dergimizde [neşredilmişti.
-8 —
miş etikten başka bir şey olmı-yacağım isbat etmektedir,, diyor. Whitman her zaman san’atın bir gaye için kullanılabileceğine ve hele insan ruhunu ıslah İçin bir vasıta olabileceğine o kadar inanıyorduk)' bu onun bütün eserlerinde esas motif oluyordu.
Bu noktada Dante, Tolstoy Milton ve William Langlandla birleşmektedir. Whitmanın aleyhinde konuşmak isteyenler onda-ki bu kendine fazla güvenmesinden meydana gelen “egotism? e belki itiraz edebilirler. Fakat bu o kadar iyi neticeler vermiş yani kendini tahlille bütün insanlığın tahlilini yapmtya o kadar muvaffak olmuştur ki bizi san’atkârin hareket tarzı usul ve taktiğini düşündürrniyecek kadar heyecanlandırmakta ve hakikat içinde mestetmektedir. Whitman muhakkakki devrinin adamı değil fakat istikbale bakan bir deha idi. Bize 19 uncu asır Amerika-sindan çok az şey nakleder lâkin bizden 1 asır önce yaşadığı halde bize ikinci dünya harbin" den sonraki dünyamızın aynasını o zamandan hazırlamıştır. Whitmanin devrinin cemiyeti ta“ rafından kabul edilmeyişine se" bep, münekkitlerin onun hakkında san’attan bir domuzun matematikten anladığı kadar anlar demelerine sebep onun dehasının o devrin zihniyetinden ve kültür seviyesinden çok çok ilerde olmasıdır, Bir taraftan Sİdney La-mier gibi manzum yazıcılar Whit-rtıanın şiirlerinden halkın ne deme^ istediğini anlıyamadığını ileri sürerken diğer taraftan Emerson gibi şairler onu takdir ediyorlardı. Haiâ Whitmanın bir yalancı gibi nefret edilmesi lâ
zım geldiği veya bir peygamber gibi hürmetle anılması lâzım olan bir kıymet olduğu münakaşaları vardır.
AValt YZilitmaıı Long Islanda Huntingtondan bir kaç mil ce-nubta West Hills adındaki köyde doğdu (31 mayıs 1819) Dokuz kardeşin hür birer insan olarak tahsillerini temin eden anneleridir-. 1623 te ailesi Brooklyne göç. ettiği zaman Whitmaıi köyden ayrılmamıştır. Cemiyeti ikl baştan kavrayan iki sınıftan da arkadaşları vardı. Kendi tabiri-le - güçlü kuvvetli fakat tahsil-sizler* gemiciler-, işçiler, otobüs şoförleri arabacılar ve ırgatlar', diğer taraftan da küçük veya büyük burjuvazideki kibar centilmenler, bu büyük emekçi kütleleri onun çok iyi dostlarıydı. Onları çok iyi tanıyor ve bu büyük kürlelerin içinde geniş insiyaki kuvvetlerin sakh olduğunu biliyordu. O bu noktaya lâkayt kalmamış ve insan topluluklarını gaspedıien haklarım geri almak için harekete getirmek istemiştir.
Çok kuvvetle muhtemeldir ki Whitman 1917 de grevleri yaşamış olsaydı bize çok daha ateşli ve Londonun Demir Öksesindeki kadar kuvvetli şeyler söylerdir.! Eğer o “Songof myself,, in 5 inci kısmında mistisizmi tecrübeye kalktıysa bu tesadüfi olarak dindar muharirlerin tesirinde kalışı ve puriten bir aileye mensup oluşundandır: Fakat dine bağlanmakla Whitman başka şairler gibi içine kapanmış ve içtimai hareketlerden sıyrılmış değildir, Onun dini bütün şekilciliklerden uzak- insanlar arasında adalet ve karşılikh sevgiye dayanan bir kardeşlik dosttuk tesi-
sinden ibaretti. İşte Whiimanın eserlerinde en mistik olarak seçilebilecek parça
Biliyorum
Allahın eliyle yaratılmışım
Allahın ruhuyla kardeşim
Bana kardeş yaratılmıştır bütün erkekler
Bana dost
Bana sevgili bütün kadınlar
GİRİŞ
Broklyn de bir taraftan işçilerle hayat sürerken aynı zamanda tefekkür içinde zaman ayın yordu. Thomas moore in Utop ia sında görülen cemiyetin bir ferdi gibi ilk önce midesini do yutuyordu sonra kafasını.
Sergileri konferaniarı tiyatro opera konserleri ve siyasî top lantıları hiç kaçırmıyor ve tahsilini bu san’at ve kültür hareketlerini takip ederek tamamlı yordu.
Önce bir çok odacılık ve ka pıcıliklarda yer değiştirip durdu. Sonra müretteplik öğrendi. 1836 Hempstede köyüne döndü ve konferanslar vererek geçimini te nün. etti. The long Islandın|de mokrat dergisinde şiirlerini neş retti. Bir taraftan da Aeschylus, •Shakespoare ve Danteyı okuyor du. Sonra Brooklyne gelip Bro oklyn Ere em an,, i haftalık olarak çıkartmıya başladı. Artık san'a tında inkişaf açikça hissedilebile cek hızla artmaktadır. Epictetus ve Hindoo Bible ın tesirinde ka larak “Song af myself,, Kendi Şarkım ve Starting fram Paum anak “Paumanaktan başlıyarak adlı şiirlerini yazdı. 1860 da Bos tona gitti, orada kendi hayatının akisleri olan büyük iki seri ha Ündeki şiirlerini verdi. Birinci seri En fan t d'ada m “ademin ço cukları,, idi ve cinsiyet arasında pisikoiojik tahliller yapıyor ve aşkı terennüm ediyordu. Öteki lerde Calamus adı altında idi ve onlarda da sadakat ve kuvvetli aşktan! bahsediyordu, Whitman demokrasinin en kuvvetli bağı olarak aşkı kabul eder,
(Sonu gelecek sayıda)
Bu akşam boğazlanmış aydınlığın şarkısı Giineş susmuş, bulutlar darma—dağın şimşeğin gözlerime vuruyor ışıltısı ve toprak ısınmış bağrı gibi anamtn, meyvarun yarığında üsare köpürüyor;
İşte usul usul örtülüyor akşamın üstümüze yeniden lâcivert kanatları, yine rüzgar, yine bulutlar yürüyor
Bu akşam şimşeklerin kıİtcıyle delinmiş dermanı yok: Kan sızıyor yarasından, târifsiz bir korku yaşıyor havalarda siyah tüylü kocaman bir yarasa gibi; damlar terlemiş, bulutlar yere yakın ötmüyor Ötmüyor bülbül dedikleri. Sürü sürü insanlar düşmüş yollara^ Gözleri gölgelenmiş yüzlerse erkek, dudakarı titriyen yüzlerce kadın; çığlıkları kuşlar gibi kanat çırpıyor, rüzgârları coşuyor cenk şarkılarının. Yâğma mı var, kıyamet mi kopacak? Az mı bahar gömdük yer yüzüne? iliklerine kadar kan ile yıkandı toprak, ağlamak istemiyor gayri gözlerimiz. Lâkin Avrupa’nın bir memleketinde tanklarla ezilmiş Hürriyetin kemikleri Hucum diye ulumuş çengel perçemli titan yayılmış lâvlar gibi îstllâordulan, Yine mi harp, yine mi kan yine mİ kan?
Bu akşam el ele tutmuşuz farzedelîm dudaklarımızda büyük-.unutulmaz şarkılar kalbizde insan ve Hüriyet sevgisi, yürüyelim Döne'm, beraber yürüyelim önümüzde İnsanlar, ardımızda insanlar. Gözlerin büyük büyük açılmasın karanlığa. Yağmur mu çiseliyor, saçların mı ıslanmış? Gölgeler mi düşmüş sıcak avuçlarına? Kalbim yanıyor : Kurşuna dizilmiş saadet. Elbet büyük toplar gibi gürlesin isterim zulme ve temerküz kamplarına karşı Hürriyet’den, hürrıyet’den bahseden mısralar Yürüyelim Döne’m, beraber yürüyelim Kalbimizde insan ve Hürriyet sevgisi önümüzde Insanlat, ardımızda insanlar yürüyelim sabaha kadar.
Attilâ 11 ha
— 9
Faşizmin işçi sınıfını ezme politikası
YAZAN: DANlEL GUERİN
I. Faşist devlet sendikaları ortadan kaldırır,
işçinin mukavemetini felce uğratır
Faşist devlet iktidarı ele alıp dikta- törlüğünü kurduktan sonra ele aldığı en mühim meselelerden biri işçi meselesi olmuştur.
Kapitalist devler maksatlarına ulaşmışlardır: temenni ettikleri «kuvvetli devlet»! nihayst avuçları içine almışlardır. Sosyal ve İktisadî-^bir^ sıra"; tedbirlerle, Fa* §ist devlet bunların kârlarını’azal-masına*] mani olmağa, teşebbüslerini daha çok gelir getirecek,, hale getirm eğe çalışacaktır.
Bu faaliyet ilk önce, ve bilhassa işçi -sınıfına karşı cephe almak şeklinde kendini gösterir, Faşist devlet, ücretlerin katliâm edilmesine imkân verecek şartları cat etmekle işe başlar işçi sendikalarının fabrikalardaki] şubelerinin ortadan kaldırılması, grev hakkının kaldırılması, kollektif mukavelelerin hükümsüz bırakıl* ması,’ kapitalist teşebbüsün 'ku' cağında patron istibdadının ye. niden kurulması.
Lâkin, bu, programın ancak pirinci kısmıdır. Bundan başka,işçi kitleleri arasında gelecekteki her türlü topluluk imkânlarım da önlemek lâzımdır? Onun için Faşist, devlet iş anlaşmaziılslarına" mümkün olduğu kadar az karışan de' mokratik devletin • tamamen zıddına, bütün otoritesini iş verenlerin, hizmetine âmâde bulundu" rur: işçileri^ polis nezareti altındaki bir takım teşkilatları içinde bir araya toplar; bu teşkilatın reisleri tepeden inme tayin edilmiştir. Teşkilâtın azalan tarafından kontrol edilemezler,- lâkin bu reisler tam bir yalan ve tezvirle kendilerine bu teşkilât aza-armm «temsilcileri» adını verir-er. Faşist devlet her grev teşeb
büsünü şiddetli pisiplin cezaları-ile cezalandırır: datrona kârşı mücadele etmek, devlete karşı gelmek demektir; her riirlü iş anlaşmazlığını önlemek için «ken dişinin hakem tayin edilmesini mecburî kılar, yani patronların arzularını hakem kararları -kılık kıyafetine sokar bu kararlara itiraz eden her kimse devletin düşmanı olarak telekki edilir, Nihayet, kapitalist devletin sömürdükleri işçilere vermeği münasip gördükleri ücretleri kabulü işinde otoritesini müeyyede olarak kullanır, bu ü ?.-etlerin kabul etmemek, deviek İtaat et» memek demek oîur.
ÎTALYADA
f îtalyada işçi-sendikalarmın yok edilmesi, Faşizmin iktidarı ele almasından çok evvel başladığı için, biraz dada eski zamanlara gitmemiz icap ediyor. Faşizm ilk önce yaralanması daha kolay ziraat sendikacılığına hücum ediyor. «Kızıl birlikler? in ve ırgat kooperatiflerinin merkezlerin} yağma ediyor, bu teşkilâtların mesul mücadelecilerini öldürüyor. Buna mnvazi olarak, büyük toprak sahiplerinin himayesi altındaki faşist “sendikalar,,] kuruluyor ; «Bu \ faşist ] sendikacılığı nasıl mı kurulmuştur? diyor Mıı-solini. Doğum tarihi: 1921, yeri de; ‘ Po vadisi. İçinde doğduğu şartlar; İhtilâlci müstahkem mevkilerin zapt ve tahribi» (3) Emekçileri faşist «sendtklarsa yazılmağa zorlamak için her türlü cebir ve tazyik çarelerine baş vurulmuştur. Mal sahipleri ancak gündelikçilere iş veriyor, ancak yarıcılarla iş görüyor, bankalar ise faşist teşkilâtlara girmiş çift
çilere ancak kredi yapıvorlar.(4) Sosyalist ve’kooperatifçî düşüncenin kökleştiği bazı merkezlerde mukavemet daha kuvvetli oluyor ve (yıllarca sürüyor. (5) İş verenlerin ısrarlarına boyun eğmedikleri takdirde yavaş yavaş açtıktan ölmeğe mahkûm hale düşen Irgatlar gerek teker teker gerekse toplu bir halde faşist“sen dikalara,, girmeğe razı oluyorlar. Gorgoli’nin anlattığına göre: «bir kart, beyanname ve bayrak paketi yapılıyor, en yakın (fascio) meıkezine toplu olarak kaydolmağa gidiliyordu.» g)
Ancak iktidarı ele aldıktan sonradır ki, faşizm büyük sanayi emekçileri sendikalarına hucum etmeğe cesaret ediyor. ‘ Roma üzerine yürüyüş „ ün ferdasında mahallî (fasciolar hemen her yer-de^ sendikaya” dahil olanların listelerini ele geçiriyor, bu sendika azalarını bir araya toplayıp, tazyik göreceklerini söylemek sure-tile gözlerinrkorkutarak, bunlara* faşisG“sendikaIar a aza olmaları için nasihat ediyorlar, Ellerinde «kızıl,, sendika kartı bulunanları gebertinceye i kadar dö-ğüyor, işkence ediyor, boykot ediyorlar, Patronlar, işe yerleştirme müesseseleri aııcak ellerinde faşist, «sendika„sı kartı bulunan işçileri işe alıyor, kabul ediyorlar; sanayicilerin kendi adamlarını bizzat faşisl “sendikalarda yazdırdıkları ve ücretler üzerinden azalık taahhütlerini ‘kestikleri sık sık görülmüştür, 1923 Ağustosundan itabaren Bü -yük faşist meclisi Büyük umumî (patron) konfederasyoniie münasebetlere girişiyor ve bu konfe-derasyoun faşist «sendikalar,, ile
daimi bir temas kurmıya davet adıyor. Aralık ayında «Chigi sarayı» anlaşması adı verilen anlaşma yapılıyor: bu anlaşmaya göre patronlar faşist «sendıRlar,,! kesmen tanımış oluyorlar. Büyük sanayi umumi konfederasyonile faşist «sendikalar:- ı konfederasyonu daimi karma bir komisyon seçiyorlar; bu komisyonun vazifesi her iki cemıyetn politikasını «ahenkli bir şekilde yürütmektir» Bu tanınma ile kuvvetlenen faşist sendikalar,, , işçi sendikalarının sosyal mirasçılığını kanunî yollarla da elde ediyorlar. 24 Ocak lş24 farildi bir kanun bu teşkilâtların idarecilerini az-etmek, ve bu teşkilâtlar dağıldıktan sonra mallarını tasfiye etmekle vazifelendirilmiş bir takım “komiserler,, tayin etmek hususunda valilere müsaade veriyor. Bu şehirde muayyen sayıda işçi sendikası firarileri toplamağa muvaffak olunca, rakip faşist sendika, eski sendikanın; gayri menkul, banka hesapları, v, s.... gibi mülkiyetinin mirasçısı olduğunu iddia ediyor ve bu hakkı da kazanıyor. (7)
Lâkin, bu taktik muvaffakiyetli neticeler vermekten uzaktır. (Sendika hürriyeti yaşadığı müd-defçe) İş umumi komitesi kanuni bir şekilde yaşamağa devam ettikçe, kullandığı bütün tazyik vasıtalarına rağmen, faşist «sendikalar» büyük sanayi emekçileri arasında pek az terakki gösteriyor : «fabrika dahili komiteleri,, seçimlerinde faşist namzet listeleri «kırmızı reyler karşısında tam bir bozguna uğramışlardır,, (8); 1925 Martında, Brescıa madencileri faşist sendikası grev emrini verdiği zaman, bu emre yalnız işçilerin % 20 si icabet etmiş, bütün ötekileri İtalyan maden işçileri federasyanunun (F- 1. O. M.) iki gün sonra verdiği emre göre hareket etmişlerdir.
Tazyike baş vurmaktan başka çare kalmıyor. 1925 le totaliter diktatörlük başladığı zaman, sendikalardan arta kalanları kati
surette ortadan kaldırılmıştır '■ «Vidoni sarayı» anlaşması denen 2 Ekim anlaşmasile, Büyük sanayi umumi kondeferasyonu faşist “sendikalarsa münhasır bir İmtiyazı tanıyor; bundan böyle iş mukaveleleri akdetmek hakkı yalnız faşist sendikaların inhisarı altındadır. Ayni zamanda grev hakkı ortadan kaldırılmış, «fabrika dahili komisyonları lâğvedîlmiştir. Kasım ayında kursları, sendikalar, henüz mevcut federasyonlar dağıtılmış, malları müsadere edilmiştir. Ancak ismen yaşamakta devam eden Iş umumi komitası da 1926 da ortadan kalkıyor.
İşçi teşkilâtları yok edilmiştir. Teşebbüs sahasında patronlar mutlak otoritelerini yeniden ele geçirmişleredir. Şimdi de gelecek için tedbirler almağa sıra geliyor. (Enquete en Italie fas-ciste adlı kitabında KeriBis “Sendikacılık olmadan işçi mukavemetini nasıl felce uğratmak? diye itirafta bulunuyor. 9)
HİCİV TARİHİ
EŞREF
Hulûsu kalp ile işte duaya eyledim a gaz Garaz Sultan için bence duadır şairiyetlen Yaşa zülm lizre züfmeyle. günahkâr ol ki şol rütbe Geçerken yık Sıratı ortasından tartı sikfetten Dilin kopsun demirden kerpetenle son zamanında Edersin belki tövbe, kadir olmuş ebkemiyetisn Doyar aç gözlerin belki toprakla, terki dünya et Boyanmış lahyenl kuvvet al da kurtar Şamlı İzzetten Nefes alma kilitlensin o sun’i dişlerin zalim Boğul boğdurduğun Mithat gidi sen de o haletten Giderken mahşere olsun elinde hur,u mazlûırıin Kına sansın görenler ehli sünnet velcemaatteıı. Teverrümet, kurudukça kuru amma yene sağol -T,' Bükülsün kametin ucube ol çık ademiyetten O rütbe kambur ol ki kendin eyle zillini takbil Diken batsın yürürken burnuna hâki mezelletten Felek tutsun koparsın saçlarından bir eleklik kıl Söz aldım ben ucuz yapmak için çingâne himmetten ... in dönsün buruşmuş bir hiyara giib resizi i kten Ikındıkça, ıkın mahrum olunca defi hacetten Seni bir sandığa koysunda Jön Türkler dolaştırsın Katılsın seyredenler haline zehkii meserretten Ne mümkün bence yazmak seyylatı asrı hakklle Gerek derdi maişetten, gerek aiemi gurbetten
(İşçi mukavemetini felce uğratmak,) «siyasî disiplin,, organizmaları haline gelmiş faşist «sendikalar,, in bundan böyle üzerlerine aldıkları en mühim vazife olacaktır. 10) Emekçiler belli sayıda bir «meslek bölmeleri «içine sokulmuşlardır 12), onların bu bölmeler içindeki faaliyetlerini nezaret altında bulundurmak, ve böylece zaptetmekten kolay ne var ?
3 Nisan 1926 tarihli kanunla faşist "sendikalar,, 1 hakikaten «sendika temsilciliği,, imtiyazla larının teyit edildiğini görüyorlar 12). Lâkin bunlar sadece ismen sendikadırlar. Faşist «sendika azası» nın hiç bir hakkı yoktur; temsilcilerini serbestçe seçmek gibi en basit ihtiyardan bile mahrumdur. Bu sözüm ona «sendikalar», hakikatte, devlet idarelerinin organlar in dan başka bir şey değildirler;, sendika şefleri, bizzat Rossoni’nin itirafına ğöre, "sendikaları sevk ve idare etmek üzre hükümet tarafından (Devamı 14cü sayfada)
GORKI’YE DAİR HATIRALAR
A. Şerebrovdan Çeviren : Oktay Akbal
© ® @
(A. Tikhonof Sovyet edebiyatında A. Serebrof adiyle tanınır. Maksim Gorki ile otuz dört yıl süren uzun dostluğu müdde-tince- Serebrof’un aşağıya aldığımız yazısı hatıralar adındaki eserinden bir parçadır. Dikkatimizi çekeiı diğer enteresan parçaları da ilerde takdim edeceğiz.)
® ® ® 9
Sanat sevmeyenler, sanat ti-yatrosununun'provalarında elbette bulunamazlardı. Fakat ben bu tiyatrosunun yabancısı değilim Petersburg’daki temsilcilerini görmüştüm. Şimdide piyesin müellifi tarafından provaları seyretmeğe davet edilmiştim.;:
‘‘Aşağı tabaka arasında,, nın dördüncü perdesini prova ediyorlardı. sSalon yarı karanlığa gömülmüştü, yalnız sahne aydın» {atılmıştı. Sahne ’vazıının masa" sında müdür Nemirovtç-Dançen-ko, dekoratör ?,Simov ve Moro-zov ve tanımadığım yalnız en • sesini görebildiğim ^sakallı bir zatın hayalleri j b e 1 i r i y o r d u . Gorki;yle ben on ikinci ; sırada oiuruyorduk. Onu; sahne \ vazıı-nın masasına davet etmişlerdi fakat o bu teklifi red etmişti.
— Bana bir barometreye bakar gibi bakacaklar: halbuki ben daima “Mütehavvil,, işaretini taşırım.
Mütehavvil tam kelimeydi; gülümsedi. “Çıkış,., ‘kelimesi yazılı lambaya bir göz attı. Aktörün monoloğundan sonra Gorki eğildi, gözlerinden bir damla yaş düştü. Piyes bitmişti. Dançenko ellerini şaklattı, derhal perde açıldı., aktör ve aktrisler salona indiler ve sahnede temsil ettikleri insanlar olmaktan çıktılar. Ta
nıdık simalar; Staııislavski, Ka-şalof, Moskuin/ Kiniper... 'Onla-larıkpılı pırtı piçinde, pis, ; kirli görmek hoş değildi. Jes leri, sesleri dışları ile"ahenk halinde değildi. -■
i Dançenko müellife yaklaştı :
—~ .Bugünkü temsil -jhoşunuza gitti mi? |
l.Görki gözlerini findirdi, bıyıklarını burdu.
— Verecek bir emriniz'varmı?
Dançenko, jGogol’un müfettişini taklit aderek isti za etmişti.
Nezaket mübadelesi başladı. Gorki :
— Rioa ederim, jburada emir vermek size aittir.-
— Fakat?
— Evvelcede söylemiştim.. Bu hoşuma giden bi, şey. Fakat bu biraz çok karanlık. Çekov mektubunda artık herkes nazarında bir bedbin olarak telâkki edileceğimi yazıyordu. Ben bedbin ha.. Bu piyeste açıkça söy lenen nedir? İşte bir gece ba rınağinda yaşayan insanlar, bun lar bütün kötülüklerine rağmen insandırlar. Paçavralara bürün irıüş olmalarının ne ziyanı var. İnsan, paçavralar altındayken üniforma ve gece elbisesi 'ile ol duğundan daha iyi görülür. Bu onlara karşı bir merhamet değil bir saygıdır; ve bu insanların sizin bu şeytan seyircilerinizle rinizde uyandıkları korkudur. Eğer bu fakir insanlar gelip şöy le deseler: “Biraz geri çekilin, bize de yer verin, sizin bizden daha üstün bir tarafınız yok. İş te bütün mesele. Fakat sizin sah nenizde bu bir sadak-dan fark sız. Servetinizde alınıp fakirlere verilen bir meteliğe ;benzer bir his veriyor insana...Kostantin Ser guyeviç (Stanislavski)\nükemme’, fakat insan mevzuu babis olduğu zaman az ^mniyet verici bîr şe kilde oynuyor., Bir rüya.. Çekof
un dediğine gÖı e ikiyüz üçyüz sene olacak.. Fakat insan işte Karşınızda ona bakmak -zahmeti ni ihiiyar edin.. Her bîrimize. Hakiki kaynak korası.. Onsuz in sanlar birer odundur* Görüyor sunuz, kendimi bir beyanname gibi halka sunmaktan sıkılmaya cağım.. Sesinizi yükseltin, bunun tabii folmayacağınımı sanıyorsu nuz? O şeytan Natüralizm! Onun la Boborikin meşgul olsun,.Zaten ikiside birbirlerine benzerler: kabak kafalı, dişsiz jve gözlüklü dürler.
Gorki faktörlerin onu dinle mek için etrafını aldıklarını "gör dü. Aktörlere döndü:
— Size bir kere daha teşek kür ederim dedi.
Ve sağı solu selâmlıyarak üzerine “çıkış,, yazısı olan lam balı kapıya doğru 'yürüdü.
Çaddede kol kola yürürken Gorki bana şöyle diyordu:
— Onlara Lükas’ın iki keli mesile dokunabilirdim. Lâkin bu insanlara hitap etmek beni sıkı yor. Sanki ders veriyormuşum gibi geliyor bana, Lükas Kara tayev’in bir parodisidir. Bu o ka dar basit ki farkına varılmaz. Za ten aynı dili kullanırlar. Lükas bana göre zararlı bir mahluktur. Moskvin’se onu bir aziz, bir don ötesinin Tikhong’u gibi yapıyor Adınızı taşıyan bu adamın karakteri Sen Fransuva Dasiz cin sinden. Voronej’de doğmuş, onun güzel bir portresi çizilebilir. Dostoyevski “Kararamazoflar,,da bir denedi, muvaffak olamadı. Fedor Mihailoyiç (Dostoyevski) ince bir oyun oynadı. Bu Tik hon, görüyorsunuz ki sadece or manda bir ırmak gibidir.
Gazetni ve Nikitskaya cad delerinin köşesinde, çıplak ayak ları lastiklerde bir dilenci, delik
Devamı 16 inci saylfade
İş VE İŞÇİ HAYATI
Samet Ağaoğlu’na Cevap
İstanbul Liman Komitesi
Vatan gazesinin 27-9-946 sayısında yukardaki başlık altında bir yazınızı neşr ederek sendikalar hakkında bazı meseleleri ortaya koyuyorsunuz deniz işçileri sendikasının bir azası olduğum İçin koymuş olduğunuz meseleler hakkında kendi fikrimi söylemeyi faydalı puldum.
Yurdumuzda evvelâ sendikaların kurulması halk partisinin olağan üstü toplantısında alınmış bir lutuf karan olduğunu'kabul etmiyoruz, çünkü sîzinde ra-bul ettiğiniz gibi 150 seneden-beri demokrat memleketlerde sınıf esası üzerine cemiyet kurmak hakkı verildiği halde Türkiyemizde bunun yasak olması işçilerimizin sendika kurmak kabiliyetlerinin olmadığından değil, bazı menfaat sever insanların iyice istismar edebilmeleri için kullandıkları bir taktikten başka bir şey değildi. İkinci dünya harbinden sonra birleşmiş- milletler ana yasasına imza koyarak demokrak milletler safında yer alan bir Türkiye-nin bu hakkı tanıması artık bir zaruret haline gelmişti, binaena. leyh hükümet cemiyetler kanununu bir lütuf olarak değiştirmemiştir. Bu gün mensucat İşçileri sendikası;kurulalı ancak bir ayı geçmemişken bu teşkilât bugün 4500 aza kayıt etmiştir işte deniz işçileri sendikaşı aza sayısı 1000 i çoktan geçmiştir bunu takip eden inşaat sendikaları gibi adedleri her gün biraz daha artmaktadır.
Üzerinde hassasiyetle durduğunuz bir mesele bu sendikaların kuruluş ve işletmelerinde hangi prensipin rehber olacağı sorusudur. Buna gelince Türk iş-çişi asırlardanberi iş verenlerden
ne çekdiğini çok iyi bilir. Bu patron kim olursa olsun hatta bazen devlet bile ameleye eıı kötü hayat şartlarını reva görmüştür. Evvelâ ona gayrı sıhhî şartlar altında uzun saatler çalıştırmış bu işine mukabil en az parayı ödemiştir bazan onu bile aylarca sallayan patronlar hala mevcuttur. Bu gün sendikasını kurarak kendisi için emek verenler uzun tecrübelerden sonra kimin dost kimin düşman olduğunu çok iyi bilen insanlardır.
Biz bize dostça hareket edenlere daima dost elimizi uzatan fedakâr ve vefakâr insanlarız, asırlardanberi çok çalışıp az kazandık buna mukabil şimdi az çalışıp çok kazanmak istemiyoruz. Bizim istediğimiz en basit hakkımız yani insan olduğumuzun tanınmasıdır her cemiyetin fertleri gibi muayyen saatiarda çalışmak keza muayyen saatlaıde dinlenmek okumak eğlenmek istiyoruz.
Bugünkü içtimai nizam bizi bırgün işten kovulmakla tehdit etmektedir. Bizim de-izzeti nefsimiz vardır çalışdığımız yerlerde bir garanti isteriz.B iz nihayet emeğinin kira bedelinden başka geçim vasıtası olmayan insanlarız fakat bu emek heı patronun keyfine göre kullanıldığı takdirde bu günkü işçi sefaleti meydana geliyor.
Biz ne devlet içinde ne de devlete karşı kurulmuş sendikalar değiliz. Biz kendimiz için kurulmuş sendikalarız kendi yaralarımızı kendimiz saracak kendimiz paylaşagız. Ancak bize karşı iş verenlerin ilerde takınacakları tavır sendikalarımızın istikametini tayin edecektir; yoksa bu gün hiç bir kötü niyetle ha-
Türkiye Deniz işçileri Sendikası kuruluşunun üçüncü ayını doldurmaktadır. Bu müddet içinde hızlı adımlarla yürümüş nizamnamesi ahkâmından olarak her türlü faaliyetini artırmış bulunmaktadır. Gayelerinin tahakkuku için elzem olan teşkilât ve kadrolarını tamamlamakla meşguldür.
İşte ilk ve canlı delili olarak İstanbul liman komitesini tesis etmiş bulunuyor. Liman komitesi kurucularının her biri kendisine has bir karakter ve ve-kar içinde kendi dâvalarında başarılar kazanacaklarına inanmış işçilerden mürekkep, davalarını idrak etmiş temiz insanlar olduklarını hareketlerde gösterecek örnek insanlardır.
Liman komitesinin şu kadrosu Deniz işçilerinin değerini ifadeye kâfi bir listedir.
Nazım Tanyolaç Selâhattin Peliter. Hamza Dinç İhvan Ka-bacıoğlu Sâmih Güt Mustafa Gümüş Alev Kemal, (Hüsamettin) Ahmet Doğuşa! Cevdet Bilir. Mustafa Gürmeydan Muzaffer İlk Çak Mehmet Emin Alp-(Devamı 16 da)
rekete geçmiş değiliz bunun en büyük delili nizamname ve programlarımızdaki sefahattir. Maksadımız hasta veya işsiz arkadaşlarımıza yardım için aramızda te-sanüdü sağlamak patronun karşısına bir varlık olarak dikilmekten başka bir şey değildir. Bu kısa yazımızla size sendikalarımız hakkında oldukça malumat verebildimse kendimi bahtiyar ad ederim.
KAYNAKÇI USTASI İHVAN KABACIOĞLU
Faşizmin İşçi Sınıfını Ezme Politikası
Baş .tarafı 11 inci sahifede seçilmiş bir takım kara gömleklilerdir (13). Zaman zaman, sendikaların, federasyonların ve ya vilâyet birliklerinin yaptıkları toplantılarda veya kongrelerde hiç bîr münakaşaya müsaade edilmez- Floransada çıkan (Uni-versale) gazetesinde şunları yazıyor: «Çalıştığım sanayi şubelerinin sendikasına nizamına uygun bir şekilde kayıtlı bulunan ben, hiç bir zaman teşkilâtla temasta bulunmak, toplantılarda münakaşa etmek, düşüncelerimi serbestçe ifade etmek (müsaadelerine nail olmam)]
Bu sendikrlara aza olmak sözüm ona (ihtiyaridir). Lâkin, hakikatte, bu sendikalara girmemiş işçiler yine «sendika- aidatlarım vermeğe ve (bu sendikaların iş verenlerle mutabık kalarak hazırladıkları iş şartlarını ve tes-bit ettikleri ücretleri) kabule mecburdurlar. Esasen işçileri bu sendikalara aza olmağa mecbur etmek için her türlü cebir ve tazyik vasıtalarına baş vurulmuştur : meselâ, işsiz kalmış bir işçi, işe yerleştirme bürosundan ancak “sendika,, kartını gösterebildiği takdirde yardım görebilir veya iş bulabilir.
Faşist hükümet emekçileri «san» teşkilatlar içine tıkmakla da yetinmez; işçilerin her türlü istiklâl gösterilerini de şiddetli disiplin cezalarile cezalandırır. Bilhassa, grev devlet aleyhine işlenmiş bir suç, «İçtimaî düzene karşı» işlenmiş bir suç olarak telâkki edilmiştir. Bu yüzden bu suçu işleyenler bir yıldan üç yıla kadar, “grev tahriki yapanlar,, ise üç yıldan yedi yıla kadar küreğe mahkûm olurlar. Grev “siyasî» bîr karakter taşımıyorsa, cezalar daha hafif olur. Lâkin,
— 14 ~
grev her zaman «siyasî» bir faaliyet telâkki edilmiştir
Devletin himayesi altında faşist sendikalar tarafından aktedi-len sözüm ona «iş mukaveleleri» inde işçilere yüklenen vazifelere işçilerin (haklarından) daha fazla yer verilmiştir: Meselâ inşaat mukavelesinde yalnız on iki madde disiplin meselelerine ayrılmıştır. Bu mukavele askerî bir talimatname hazırlanmıştır : "Bütün işçiler, mertebeler sîlsi-leşince kurulmuş sıraya göre, bir üst şeflerine tabidirler,, (15)
Faşist devlet “iş cüzdanı» nı ihya ediyor. Resmî makamlar bu cüzdana, hamilinin tavır ve hareketi “millî bakımdan tatmin edici» midir, değil midir, bunu yazarlar, iş veren ise. doğruluk kâğıdı vermek icap edince, çıkarılan işçinin kabiliyetli olup olmadığını emniyetli olup olmadığını kaydeder.
e
Her türlü iş anlaşmazlığını önlemek için, faşist devlet kendi hakemliğini zorla kabul ettirir : ister «vilâyet sendikalararası komiteler,, içinde (1927 den 1931 e kadar), ister ‘‘vilâyet korpora-tif ekonomi komiteleri,, içinde (1931 den. itibaren), ister “kor-porasyonlar!’m “uzlaştırma komite leri(( içinde (1334 ten itibaren) ve isterse bunların zirvesinde iş hakimliği (16) (1926) huzurunda olsun, bu “hakemlik,, senaryosu hep aynıdır : faşist devlet memurları patron temsilcilerde “işçi mümessilleri^ aralarını bulmağa çalışırlar: lâkin, hakikatte, patronların arzularını hakem kararları kılık kıyafetine sokmaktan başka bir şey yapmazlar. Bir samimiyet anında, Mussoiini, büyük sanayi konfederasyonu reisine şu sözleri söylüyor: “Sizi temin ederim ki, Bay Benni> ben iktidarda bulundukça iş verenle
rin iş hakimliğinden korkacak bir şeyleri yoktur.,, (17)
Patronların arzularına karşı gelmek, devlete karşı itaatsizlik etmektir; İş hakimliği tarafından verilen kararlara uygu-, hareket etmek istemiyen emekçiler bir aydan bir yıla kadar hapis cezasına ve 100 liretten 5,000 lirete kadar para cezasına çarpılırlar. Çeviren : Şerit HULÛSİ
Notlar:
[1] Bu yazı serisinde görüleceği veçhile Faşizmin İşçiye karşı aldığı bütün tedbirleri, yaptığı bütün tazyikleri bizim işçi mevzuatımızla karşılaştıran bir yszıyı bu makale serisinin sonunda neşredeceğiz.
[2] Mussoiini, 1926 yılında Senatoda verdiği nutuk,
[3] Niroletti, «Le fascisms contre le paysan.» 1929.
[4] Pietro Neni, «La failiiie du syndicalisme fasciste.» ds Cahiers bleu’ 27 Temmuz 1929.
[5] Gorgolini, «Fascisme.» 1921.
[6] Salvemini, «Le syndicaHsma fasciste, cis. Nouveİle Revue soci-aliste.
[7] pietro Neni, «Adı geçen eseri.» [8J Echo ds Paris gazetesi, 6-19 Ekim 1933,
9) Razza faşist şefinin itirafı, 3 Ekim 1933;
10) Valois, Fînances itaiiennes' 1930;
11) 1 Temmuz 1926 nizamrıame-sile tamamlanan kanun;
12) 1929 da Popolo d’İtalla'da çıkan ve 9 Şubat 1935 tarihli Le Populaire gazetesinde zikredilen mekale;
13) (üniversele) gazetesi Floransa, 25 Nisan 1934:
[14] R. Boati, «Ou mene la dome-stication d es syndlcats,» ds. Re’ -valutin «prolitarienne,» 25 Mayıs^ 1934.
[15] Şu son günlerde bizde de kurulacağından bahsedilen iş mah kemelerinin her haldebuna yakın faşist bir müessese olacağı ve işçiyi yine eskisi gibi mahkeme kapılarında süründsreceği anlaşılıyor.
[19] Juho, «La charte fasciste du Travall.» 1927 de zikredilmiştir.
Se n dikalizmin Menşeleri
7’lnci sayfadan:
Kaynaşmalar türlü şekillerde takibata maruz kalıyor. Lâkin 25 mayıs 1894 kanunu kabul edi İince, yeni bir takım işçi toplulukları sendika odaları şekli altında kurulmakta devanı ediyor.-
SENDİKA ODALARI. -Bundan böyle artık karşılıklı yaı dun toplulukları değil, me3İe kî korunma ve işçi terbiyes grupları bahis mevzuudur; bunların gayeleri iyice belli ve açıktır. karşılıklı yardım paravanas1 arkasında gizlenmiş değildir'^ Şüphesiz bunlarda hep gayri kanunî topluluklardır. Bununla beraber, hükümet ticaret nazırı Foureade de la Rocjuette’in ağzından 1858 martında bunların müsamaha göreceklerini söylüyor-65 cemiyetin bulunduğu Pariste 1869 da işçi cemiyetleri federa-odası kuruluyor ve millî ölçül dahilinde geniş bir federasyon hareketinin meydana çıktığı görülüyor. Bu harekete tesanüt grevleri ve grevcilere ödünç para veren sandıkların ihdası da katılıyor. Bu tesanüt hatta milletlerarası bir Ölçüde yayılıyor.
1870 harbi, komün hareket; ve bunu takip eden kanlı tazyik sekiz yıl müddetle işçi hareketini felce uğratıyor. Bu faaliyet yeniden başladığı zaman, sadece meslekî sahada kalıyor, ve her türlü siyasî faaliyete yabancı bir tavır takmıyor, Greve baş vurmak bile bazı topluluklar tarafından bazan mahkum edilmiştir-Amiens (1876) ve Lyon (1878) kongrelerinde bu zihniyet kendini gösteriyor.
Böyle olmakla beraber, daha bu devirde Jules Guesde’in pro-pogandaları meyvalarını vermeğe başlıyor ve Marsilya kongresi (1879) sendika faaliyetine muhalif bir cephe alarak, siyasî fa-
HAFTANiN HİCVİ
Karaborsacılar
“Zenginlik insanlığın yüzkarası, ahlâksızlığın nezaket kılığına bürünüşü ve milletin ekmeğinden çalınmış hakların ferdi ellerde birikerek gene milleti ezmek üzere kullanılışıdır. Her nerede sömürülecek bir menba görürlerse. arpaya saldıran eşekler gibi, zenginler oraya saldırır, birbirlerine girer, birbirlerinin kafasını gözünü yararak en büyük parçayı koparmağa kalkarlar.
Zenginler mal ve mülkleri uğrunda satmadık değer, çiğnemedik his, kirletmedik fikir bırakmamışlardır. Amma onlar daima millî kahramanlar olarak gözükür. açlar, sefiller, veremliler kitlesinin derdine çare bulmak meselelerinin başında « Arzı servet,, eder; yene bu meselelerin başında papellerine papel; apartmanlarına apartıman ve soy-gunc aklarına soygunculuk katarak, çat! ay ası midelerine hizmet ederler. Zenginler saltanatta dalkavuk , Meşrutiyette dalkavuk, Cumhuriyette dalkavuk, yani daima soyguncu miî-rai , daima yalnız kendilerine hizmet etmiş ve insanlığın en hayvani şevki tabiilerinden yoğurummuş menfaat kadavralarıdır. Burjuva nizamı denilen ekonomik istibdat rejimi bütün ha-
aiiyete taraftar olduğunu açıktan açığa bildiriyor. O zaman, sendika hareketine kanunî haklarım veren 25 mart 1884 t. kanun kabul edilmiştir. Bundan böyle, çi faaliyeti, kanunla tam bir anlaşma halinde ve açıkça kendini
Döğ^n Ruşenay
yatlarını sıkıntılar içinde geçiren ve icabettiği zaman da cebheler-de ölmeğe giden halk kitlelerini inlete, inlete, zenginlerin saltanatını devam ettirmek için kurulmuştur.
Patron kılığına girerek işçinin emeğini mütaahhit kılığına girerek milletin parasını, tüccar kılığına girerek halkın yiyecek ve giyeceğini, doktor kılığına girerek kitlelerin sıhhatini ve nihayet (saltanatı* ele geçirerek içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya kadar herşeyi çalan bu zenginler çirkefidir.
Asırlardır, sefalet çukurlarından bu kanlı, bu kuduz, zengın-er resmigeçidini seyreden kitleler, işte aç mideleri, paramparça olanlar, veremli gövdelerde çukurlarından çıkıyor. Fümen, tümen, sürü, sürü aç mezarlardan fırlayan iskelet gibi toprağın sathında intikam orduları kurarak saf, saf diziliyor. Suru İsrafil çalmış öiüler mezarlarından çıkmıştır! Kıyamet kopacak, ve bu kıyamete katılmayan, kıyametin rüzgârı içinde bir zerre gibi sav-rulacaktır.
Kıyamet kopuyor, «tahta sa-panlısarı Çinden» ‘‘ÇeliklerFelek-triktenmiş NewYork’un içme kadar» her karış toarakta açların kıyameti kopuyor..
gösterebilecek; artık hükümet değişmelerine oyuncak olmıyacak ve yürüdüğü yoldan kendisini döndüren bir kuvvetten korkusu ohnıyacaktır.
Fransızcasından çeviren Şerif Hulusi
— 15 —
Tevfik Fikret
İdeolojisi ve felsefesi
SABİHA SERTEL
Fiatı 200 krş.
YIĞIN
Fikir dergisi
Okuyunuz ve okutunuz.
İstanbul Liman Komitesi
GORKI’YE DAİR HATIRALAR
(Başlarafı 13 üncü sayfade ) kan, Abduihamit Akarslan Mahmut Yüksel. Bu genç elamanlarda Türkiye Deniz işçileri Sendikası Türkiye Deniz işçilerinin içinden fışkıran abidenin başına takılmış b'r çelenk misali ve heybetile selâma değer işçilerdir. Ancak sendikalarının kuvvet buldukça Menfaatlerinin sağlanacağına ve hayatlarının garanti edileceğine iman ederek giriştikleri işi şerefle başaracak bu arkadaşlar gibi Türkiyenin diğer limanlarında kurulacak teşkilât ve komiteler için hazır-lanmakta olan diğer elemanlara da başarılar dilemeyi bir borç bilir. Hepsini saygıyla anarım.
T. D. î. S. Başkanı
M. Mete Konuk
W V
Kültür ve Aksiyon
(Baş tarafı 2 ci sayfada) rici bir şakide bilet ek veya bil-miyerek iştirak etmiş olan bir kısım matbuatımızın bu yüz kızartıcı hareketine karşı bir it hamdır. Bu kitapta Azerbeycaıı hareketleri hakkında en namuslu ve cesaretli sesi duyduk. Bu eseri okuyucularımıza hararetle tavsiye ederiz.
Devamı 12 inci sayfada şapkasını geniş bir jestle kaldır dı ve yolumuzu kesti:
— Entelektüel proleter için birşey verin dedi.
Ve biraz evvel sahnede sey rettiğimiz aktör gibi (Kardeşim, hasta kardeşim) diye söylenme ye başladı. Gorki onun avucuna bir miktar para koydu. Çtplak ayaklı fakir Gorkiyi tanıyarak ;
■— Çok teşekkür ederim de di. Sonra birden minnet duygu su ile; haykırdı:
—‘ Yaşasın Maksim Gorki.. Maksim..
Gorki onu yakasından yaka ladı:
— Sus hay Allah cezanı ver sin; sus.
Fakat iş işten geçmişti, biri işitmişti, biri başka birine söyle mış, o da üçüncü bir şahsa an iatmış. üçtincüde beş kişiye bir den havadisi geçirmişti. Gorki adı, cadde üstünde bezelyelerin toprakda yuvarlanışı gibi yayık verdi. Bunlar aralarında ve kom şularıyle konuşan, bazdan acele bazıları avare adımlarla yürüyen, kendilerini mağaza vitrinlerinde seyreden insanlardı.
Ve -bu âlem birden çılgına dönüverdi, yüzlerde bîr memnuniyet belirdi. Ağızlar açık. Bir birini itmeler. Caddeden bize
doğru “Gorki Gorki Gorki,, seı Ierile koşuşuyorlardı.
Esnaf, tüccar, dükkânlardan mağazalardan çıkıyor; yarı traş olmuş bir adam berberden fırlı yordu. Ayaklar arasında bir kö pek havlayor, küçük çocuklar ıslık çalıp «Gorki* diye bağrış yorlardı. Arabacılar arabalarım kaldırım kenarında durdurup ki min alkışlandığını anlamak isti yorlardı.
“Gorki nerede ?„ “Hangisi, “Tam bir işçi,, Selâm Aleksi Maksimoviç,, “Rus kartalma selâm.,,
(Sonu geiecek sayıda)
SAMIM KOCAGÖZ
@
SIG'NAK
Hikâyeler
Mutlaka okuyunuz
Müessisi Esat Adil Müstecabi.lmtiyaz sahibi,neşriyatı fiilen idare eden: Haşan Tanrıkut Yıllığı 10, altı AylığıSOO, üç aylığı 250 kuruştur. AdresıP. K. 519 —Nam Basımevi.

Kaynak: TÜSTAV - Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Arşivi

BU SAYIDA:
Korporasyonc dara Dikkat
ESAT ADIL
YENİ DÜNYA
MEHMET ALİ A YE AR
Sulh Enirinde Fransîz Düşüncesi
PAUL L A N G E V. I N
BABAMIZ (Hikâye) VALANTİN KATAYEF ŞERİF. HULÛS!
- Son Ekonomik Tedbirler
Haşan T A N R i K U T
Pearî Buckkn Değeri Var mıdır?
Tuna BALTACIOGLU
©
ŞİİRLER:
RIFAT İLGAZ
ME, FUAT HOP OKTAY AKBAL
©
S a y ı: 2 6
Protesto ederiz
Şoven esajara dayanan yeni eğitim ceryanı Köy enstitüleri teşebbüsüyle halkçı; klâsikleri tercüme ettirmekle hümanist; ve demokrat katalı unsurları, içine girmiş olduğu havanın müsaadesi nis-betinde korumakla «liberal» olmuş olan Haşan Âli Yücelin bir İki müs-bet icraatını birer, birer aksi istikamete çevirmeğe başlamıştır. 8u irticaî faaliyetleri demokrasi ve memleketin selâmeti namına protesto ederi*.
Alınlık okulkrı
Gazetelerde, azınlık okullarında Türkçe ve k_ Itür derslerini okn-tan öğretmenlerin, bundan sonra maaşlarını eğitim bakanlığından alacaklarını okuduk. Türk vatandaşlarından bir kısmına karşı yeniden beslenmeğe başlamış olan İtimatsızlığın ve onların okulların; diğer özel okullardan ayırmak su-retile, şahsiyetlerine saygı göstermemenin bir tezahürü olduğu İçin bunu tamamile menfi bir teşebbüs olarak karşılıyoruz. Biz «a/ınlık okullatı» tabirinin dahi kaldırılıp «özel okullar» tabirini onlara da teşmil etmeyi; demokratik bir hamle oJarak, beklerken bu anti-de-mokratik karara şaştık.
Istanbulun Kurtuluşu
6 Ekim 1923 te İngilizler başta olmak üzere garbin emperyalist sürüleri, millî kurtuluş ordumuzun önünde tarihlerinin bütün «debdebe»; ve deni «medeniyetlerinin» bütün şaşaasile dize gelerek atlarımızın üzengilerin! öpmüşler, İs-tanbuidan koyulmuşlardı.
23 yıl önce kurtarılan güzel İstanbul ayni emperyalist sürülerin yeniden, aşikâr veya sinsi bir istilâsına oğrarsa bu hücum karşısında inkılâpçı Atatürk gençliğini bir hak ve intikam âbidesi olara^ dikilmiş bulacak, emperyalizmi kökünden söküp atmağa karar veren dünya halklarile birlikte tarihin yeni bir devir açacak olan, en büyük hezimetine oğratılacaktır.
İnkılâpçı Türk gençliği ve işçi sınıfı daima millî menfaatlerin emrindedir.
h/' cilâ - İ Zaman
Bir s o fanın ölümü mîinase-betile Mithat Cemal Kuntay “Son Posta,, da feryada geldi : Güzel şark, benim camın, ruhum şark. Softa öldü am? sen yine kubbelerin, ezanlarında ayaktasın, hem değil iki, dört, ayak üzerinde kavi duruyorsun... Eğer o softa. Mithat Cemal efendi hazretlerince buyurulduğu üzere, bir zihniyetin “toprağa düşen son taşı,, ise ne saadet? Ama maalesef değil.. Verem halkımızı kırar geçerken, hastahaneler veremlilerle taşarken «Zenginlerimiz» camiler inşa ediyorlar, bunun sebebi veremden ölenlerin çokluğu karşısında İsianbulda ve Türkiyede mevcut sayısız caminin cenaze namazlarına kâfi gelmemesi olabil’r. , Sosyal hayatımızda hüküm süren beceriksizlikte o menfur şarkın elan “ğarp-lılık« cilâsı altında; tıpkı demok
KARA KUVVET
Kara kuvvet,
Bugün hükmünle inlettiğin bu memleket Anlamıyor sanma içyüzünü,
Bugün senin hasta gözlerini kamaştıran iik ışıklar,
Yarın bir güneş olup yurtda pırıldar,
Kara kuvvet
Uludun'bütüngün kitaplar, Kitapçılar önünde. Çamurlu ellerinle saldırdın
Kardeş! iğe,müsavata,hurriyete.
Kıyıdnız
Kurtuluş savaşında ölenlerin yüce hatırasına Saldırdınız
Mithat paşaların hürriyet mirasına..
Kara kuvvet,
Kara cehalet
Bir zamaniar yine kudurup yürümüştün, Hedefindi,
İnsanlığın şanlı kaîesifTEVFiK FİKRET) Kara ku vvet Yağdırdınız üstümüze lâneti,
Karanlığa boğdunuz bu memleketi,..
Bugün daha çok İnanıyor.uz : dağıtacak
Bir avuç Türk çocuğunun aydınlığı
Ya kafanızı, yahut...
ratlığa bürünen faşizm gibi, yaşamakta olduğunu gösterir. Mit’ hat Cemal bu şark bolluğu içinde «son taşta düştü» diye bağırırsa şu şarkçıların azgınlığını varın siz düşünün,
Mülkiyet ve ideoloji
Malatya lisesi felsefe öğretmeni Kemal Yalazkan, tarihî maddecilik gözüle mülkiyet ve ide oloji,, adlı edrinde “Reaksiyo-nerler halk mistisizmini besleyecek olan idealist bir felsefeye muhtaçtır,,, «Hegel... kendi felsefi tohumunu Aman kapitalizminden almıştır», «Liberalizm ve emperyalizm İktisadî ve zaruri sosyal bir merhaledir», «Kapitalizm kendi antitezi olan proletaryayı ve onun ideolojisini doğurmuştur,» v, s. gibi başlıkr lar altında ciddi meşe’eleri ba-şarile inceliyor eser Istanbulda Tuna matbaasında basılmıştır.
Korporasyonculuk bir d3vlet sistemidir ve bu sistem
İktisadî ve siyasî faşizmin anasıdır.
I
ESAT ÂDİL
Yer yüzü büyük bir felâket, zulum ve istibdat devresi atlattı. Bir kaç yüz milyonu kurta-tarabilmek için insanlık 20-25 milyon kurban vermek zorunda kaldı. Herkesin bildiğ'i bu facialarla yüklü hikâyeyi burada tekrarlamanın gerçi hiç bir ameli faydası yoktur. Görünürdekiler herkesin gözüne batmakta, geçmişdekiler ise hepimizin hafızasında dip dili, tap taze yaşamaktadır.
Fakat felâketlerin — bazı kimselerin keyfini hoş ettiği için olacak — hasretini çekenler, onu adeta arzulayanlar her nedense eksik olmuyor. Bu gibiler, isterik veya mezohist bir iştiyak içinde faciaların destanlarını hazırlıyorlar ve fırsat bulurlarsa bir «kaside han» gibi ulu orta okumaktan çekinmiyorlar. Yer yüzünün atlatmış olduğu o büyük felâket ne idi ? İnsanlığın eşine rastlamadığı o büyük facia nerelerde ve kimler tarafından oynanmıştı ? Bunu, bizim kadar onlarda bilirler.
İtalyan faşizmi ile Alman nazizminin dayandığı nazariyeyi ve bu nazariyenin dayanaklarının neler olduğunu da yine onlar bizim kadar bilirler, belki bizden daha iyi bilirler.
Fert ve kitle halindeki her türlü hak ve hürriyetlerin sistemli bir surette yok edilmesini tevil eden bu nazariye her şeyin üstünde devlet parolasını ortaya atarken, devletin kendi anlayışına göre ne olduğunu açıklamaktan da çekinmişti. Biz demokratlara göre devlet milletin yine kendi menfaatlerine göre kendi kendini idare etmek cihazı iken ve bu bichazm kurulabilmesi için de binlerce yıl insanlığın savaş zortında kaldığı ap açık bilinirken onlar, yani faşistçe ve nazistce düşünüş ve hareket ediş sistemine bağlananlar devleti büsbütün başka .ürlii anladılar ve anladıkları şekle soktular. Onların devleti, millet egemenliğininin üstünde bir egemenlik idi. Şu halde devlet kimin veya kimlerin elinde ise sualsiz, mesuliyetsiz mutlak egemen de o ve ya onlardî. Eski zamanların «Allaha vekâlet» demek olan hükümdarlık nazariyesinden faşistçe devlet nazariyesinin hiç bir farkı yoktu.
Her şeyi nefsinde toplayan hükümdar mefhumu faşizmdeki devlet mefhumunun ta kendisi idi. Çün.vü, fert ve millet haklarının, hürriyet
lerinin hepsini devlet temsil ediyor, bütün ıkti-tisadi, İçtimaî ve siyasî teşkilâtların tepeden inme kaynağı devlet oluyordu. Bu, demokrasideki aşağıdan yukarı sisteminin tamamiyle aksi idi.
İşte, korporasyonculuk dediğimiz, yani milletin İktisadî, İçtimaî ve siyasî teşkilâtlanma ve devlet cihazını murakabedeki bağımsızlığı yerine bu teşkilâtlanmanın devlet tarafından tanzim ve yine devlet tarafından kontrol edilmesi rejimidir ki, faşizmin ana cihazını ve temelini teşkil eder.
Demek oluyor ki, devlet eğemenliğini elinde tutan ve onu temsil eden zümre milletin bütün hürriyetlerine, bilhassa teşkilatlanma hürriyetine el koyarak her türlü şerbetliği ve bağımsızlığı ya’nız devlette, daha doğru bir ifade ile ya'nız hakim zümre inhisarında topluyor.
İşte, Samet Ağaoğlu, geçen hafta Vatan gazetesinde yayınladığı bir makale ile bu sistemin yani faşizmin türkiyede yeni baştan kurulmasını tavsiye ediyor. Demokrat partinin mensubu olan bu zat işçi sendikalarının doğrudan doğruya devlete bağlanmasını ve bağımsız birer meslek birliği halinden çıkarılmalarını isterken açıktan açığa korporasyonculuğu, Musolininin o ölmüş eserini Türkiyede diritmeye uğraşıyor.
Milletin ve demokratik teşekküllerin dışında ve her şeyin üstünde devlet anlayışına bağlı kalanların, kontrolsuz, mesuliyetsiz bir zümre egemenliğine taraftarlık edenlerin korporasyon-culuğun siyasî neticelerini, yani facialarını da hoş görmeye hazır oldukları apaçık meydandadır.
Hür, bağımsız işçi sendikalarının varlığına karşıkoyanlara açıkça soruyorum : Emeğin ve emekçinin hürriyetini devleıe bağişlarken sermayenin ve sermayedarın hürriyetine niçin dokunmak istemiyorsunuz ? Küçük bir zümre eslinde bulunan istihsal vasıtalarını işleten işçilere bir lokma ekmeği ve bir yudum hürriyeti çok görüyorsunuz da, bu istihsal kaynakları üzerindeki millî servetlerin yine millet adına sdevlete tahsis edilmesini niçin talep etmiyorsunuz ?
NOT: Geçen sayıdaki sendika düşmanları adlı yazımızın ikinci satırındaki inkılapçı partiler «ihtilâlci partiler» diye dizilmiştir. Düzeltiriz.
Son Ekonomik Tedbirlerin Gayriilmi Oluşuna Bir Misal
Yazan : Kasan Tanrıkut
Peker kabinesinin alelace’e aldığı «tedbirler» üzerinde uzun uzadiya durmak isterdin. Ne yazık ki kendisinde yazı yazmayı kabul edeceğ m günlük hiç bir gazete mevcut olmadığı için düşünce erimi yalnız bir iki nokta üzerinde topladım. Onları Tür-kiyenin büyük inkilâpçı dergisi olan (Gün) de neşretmeğe karar ve* d m.
Son zamanların çok seri hain lelerle alınmak istenen ekonomik malî tedbirleri bana öyle geliyor-ki harp içinde güdülmüş o'an aksak ve sakat politikanın tam tersini gütmek mantığına dayanıyor. Bu mantık geniş görüşlü insicamlı ve İlmî bir proğram içinde ortaca atılmış olsa idi şüphesiz basit olmaktan kurtulacak gayece uaştıracakdı. İlmî, memleket realitelerine sıkıdan sıkıya bağlı ve onlara uyğutı bir hareket seyri karşısında olmadığımızı eserle.le söyleyeceğiz. Bu düşüncen.n ilk şüphe kaldırmaz del. 1 i şudur :
Alınan tedbirlerin gayesi hayatı ucuzlatmak, bu yabama fa-c asının doğurduğu sayısız ferdî güç'üke.i ve meselâ lürklyede ne İe k ıda. kolay ve çok bulunur bir hastalık haline ge en veremi önlemeğe muvaffak olmak olmaliydı. Her ne kadar hayatı ucuzlatmak prensibinin esaslı gaye o duğu ilân ed.lm.şse de bunu ilân eden hükümetin alman tedbirler.n müsbet bir netice vereceğinden emin bulunmadığını memurlara ayrıca zamlar yapmak ihtiyacını duymasınoan anlayabiliriz. Bu tedbirle, halatı ucuzlatacak ise memu.la a zam yapmağa ne lüzum va dı f Eğer tebir.er za uri neticeler doğu.a-cak olan ilmi sebeplere dayanmakta olsa di memurlar için ayrıca çaıe e. düşünmeğe lüzüm yoktu. Yok eğer hayat ucuzla" ılmıyacaksa bu tedbirler n çin
alınmıştır ? Zaruri neticeler verecek müsbet tedbirlerle karşı karşıya olmadığımız ve tecrübe-yapılmakta olduğu an'aşılmıştır. ıderei maslahatçılık sosyalist olmayan her ekonomik sistemin, şikâyetler son haddi bulduğu zaman, hakim zümrelerin menfaatlerini haleldar etmeksizin bir takım tedbirler almaktan ibaret bünyesine uygundur. Kapitalist memleketlerde siyasî zümre kendilerine dayandığı kimse’eri-memur, asker vesaire memnun etmek sııretile hayatın1 idameye çalışır. Bu arada geniş kitlelerden yükselen feryadı yarım tedbirlerle gidermek ister.
Ortada bir takım neticeler vardır: Pahalılık, açlık, veıem vesaire... Biz bu neticeleri doğuran şebepleri bulup oıtadan kaldıracak İlmî ve teşkilâtçı kud-letten mıhrum olduğumuz için sebepleıe dokunamıyor, neticeleri yamamağa çalışıyoruz. Her zammı yeni bir pahalılığın takip etmiş olduğu tecrübe ile sabittir Ve memurlara yem zam yapılması teklifi efkârı umumiyenin gözünde yen’ tedbirlerin değerini şüpheli vaziyete sokmuştur. Eu, “memurlara zam yapılmaz ise efkârı umumiye lahat edecek,, demek değildir. Memurlar çok ağır hayat şartları altında bulunuyorlar-harbin zengin ettiği bir avuç adamla ezelden zegln diğer beş on adam ist sna edilirse bütün Türk vatandaşları gibi on'ar da kötü durumdadırlar. Gerek onları ve gerekse bütün vatandaşları geçim belâsından kurtaracak olan çare zam değildir. Sosyal ve ekonomik bünyede köklü bir değişme yapabilecek kudrette İlmî tedbirler almak sayesinde hayat ucuzlayacak olursa ne memur sefaleti, ne verem salgını kalır. Burjuva ibt rasla ına oyuncak olan İçtimaî nizamlar, plânlar ve İlmî
esaslar dahilinde ekonomik hayata müessir olamadıkları için, onlar İktisadî hayatı değil, İktisadî hayat onları idare eder. Bu günkü durum bizi İktisadî hayatın idare etmekte berdevam olduğunu ve İktisadî hadiselere müessir olabilecek İlmî zihniyet ve İdarî kabiliyetten mahrum kimseler olduğumuzu bir kere daha ortaya vurmuştur.
Sebepler var oldukça neticeler var olmakta devam edecektir ve neticeleri değiştirmek hususunda harcanan cehit, zaman ve para heba olup gitmektedir. Sebepler üzerinde tesir yapabilirsek neticeler de kendilikıerin-en değişecektir. Böyle deteımi-ne esaslar dahilinde hareket edecek plânlı ve şuurlu bir ekonomi yaratmağa muvaffak olursak halk az zaman içinde derin nefes alabilir. Bu ise halk kitlelerinin yüzde yüz menfaatine olan bir plân tanzim ederek onu ne bahasına olursa olsun tatoik sahasına koymağa girişmekle olabilecek bir iştir. Günü gününe ve saati saatine alman tedbirler sade kötü neticeler ile uğraşmağa girmek demektir. Asıl mühim olan bu netice erin doğmasını önceden önlemektir. Bu da geniş ve rasyonel bir plânın tanzim edilmiş olması ile olur. Böyle bir plân, şüphe kaldırmaz bir ilmi kabiliyet ve söz götürmez bir teşkilâtçı zihniyet tarafından ortaya konabilir. Bu iki vasıf ise şahsi ve zümrevi menfaatlerini ortadan kaldırarak yüzde yüz halkçı olan ve halkla beraber istirap çekip «halkın kendisinden ibaret» şahsiyetler haline gelmiş idealistlerin yaratacağı atmosfer ile beraber müs-ebt soauç'ar verecektir.
Ansiklopedi
—' ■ i|( IIJII ~Fı !■ 11. II TTTTT . f^WllTI* »Jı.rjB'»» feTJML JJ HTTlirn
Darven, bilindiği gibi, ►ilini cephesinde, yeni bir’ devir’aç-mış, “Biyoloji,, alimidir.
Hayatının, yirmi beş senesini, nebatatın, ve hayvanatın, tabiat içinde, yaşamak için, nasıl, mücadeleye mecbur olduklarını ve bu zaruret yüzünden, dolayısiyle, umumi bir tekâmül kanunun hüküm sürdüğünü, tesbit eden, yegâne, büyük adamdır. Darven bu me-yanda, insanın da hayvanat içinden bu kanunların tesiri altında, nasıl sıyrılıp çıktığını da ortaya koymuştur. Ası! mevzuu teşkil eden, sosyal darvenizm : Sosyoloji ilminin, bahsidir. Burjuva âlimleri, yukarıda saydığımız kanunların, cemiyet için de esas olduğunu, ileri sürerler. Yani istifa kanunu mucibince, cemiyetin, her safhasında, her devrinde, olduğu gibi, harp, bundan-böyle de olacaktır. Bir zarurettir. Ve ebedidir derler.
Halbuki, cemiyet, haddizatında, tabiatla mücadele etmek için kollektif iş gücünün, ifade sidir.
Fakat, cemiyetin inkişaf, seyrinde insanlar bulundukları şartlara tabi yani, mevcut istihsal aletlerinin yarattığı, istihsal münasebetlerine göre; menfaat ayrılıklarına düşmüşler ve bu'menfaatleri ayrı, ayrı olan, insan kitleleri, sınıfları teşkil etmişlerdir. İşte1 cemiyet bünyesinde, bu taban tabana zıt, barışmaz, uzlaşmaz sınıf mücadelesi, d ;vam ettikçe, sosyal darvenizm doğrudur. Fa, kat yine istihsal aletlerinin yarattığı ve yaratacağı, yeni istihsal münasebe lerine göre açılacak, yeni devirler, sınıfsız cemiyet içinde, ne bir harbe, ne kırize, ne anarşiye, ne de böyle projelere yer olmayacaktır. İşte Burjuva âlimlerinin, görüşü ile, Proletarya âlimlerinin, görüşü arasındaki, muazzam fark, ve keskin, mücadele, bu kaynaktan doğmaktadır.
Dünyanın Hali
_Bey1ik' istatistiklerden bıkkınlık getirdik, p
1 Tonlarla buğday' denizi boyluyorjher yıl, " BirYanda'aç'ölüyordnsan yığınları, Beri yanda yaşamanın güzelliğinden * bahsediliyor.
Kırbaç altında.
Ve halâ' şâir varki,
Sevgilr baldırından’dem vuruyor.
Şaşırmış ne halt edeceklerini insaııoğullari;'
Gündüz işde,'
Gece meyhanede...
Neye yarar gündelik der'leri tekrarlamak
^mahalle kahvelerinde.
Ve şikâyet etmek yaşamaktan,
Elde varken blrsiirü çare..
neye yarar küçücük memnuniyetler,
Güneşten, topraktan, sudan..
Bir bilsem hor işin başı sended'r;
İnsan...
Afif YESARj.
Küçük Memur
Guy Mercler'den
Acele et küçük memur, acele
yürüyen tranvaya atlarken sıkıntılı bakışını gördüm nefes nefese idin, saatine baktın cebinde bilet karneni arıyorsun
koşmak ve merdivenleri dörder dörder çıkmak gerek yürüyüşünü hafifletmesini ister gibi saatine bakıyorsun belki gece biraz hızlı koşmuştur, belki şirketin saati durmuştur
belki personel şefi de geç kalmıştır bunlar pek az muhtemel o halde zili çalacaklar gecikişini bir deftere yazacaklar sana imzalatacaklar
bunu hiç unutmayacaklar
maaşına zam istediğin zaman bu defteri İnceleyecekler
örnek bir memur olmadığını görecekler
işine bağlanmadığını, sabahları yatakdan çıkamadığını, sokakta avarelik ettiğini görecekler acele et, küçük memur, acele ya bu işi de kaybedersen halin ne olur?
”Bu sıralarda çok zor,,
ve “bu sıralarda,, lafı senelerdir sürmekte
harpten beri
daha evvel de harp vardı
daha evveli bir harp sonrası
ve daha evvel bir başka harp
daha evvel senin askerlik hizmetin
o sıralarda üç seneydi
ve çok daha evvel küçük memur babanın parasiyle okuduğun mektep her şey şu cümlede saklı “bu sıralarda çok zor,, ve bütün bir hayat ve şimdi artık ihtiyarsın Acele et. küçük memur acele geç kalacaksın.
O. AKBAL.
— 5 —
# * #
Sulh Emrinde Fransız düşüncesi : 3
İlim Bir Harp Sebebi Olmamalıdır
PAUL LANGEVIN
Bu gün açılan kongrede “Sulh emrinde Fransız düşüncesi* te-masını ele almakla, Fransız mu" harırleri milli birliği, düşmanlıkların sona erdiği ve Paris sulh konferansının pek güçlükle ilerlediği, umulan huzurun henüz belirmediği bir anda, hürriyete olan ümitlerimize aykırı ve gü-1 ünç bir vakıaya işaret etmek is-miştir. Bütün milletler silâh ba şı vaziyetinde, her zamankinden daha sıkıntılı haldedirler, galip ^erin hiçbiri de silahlan elden bırakmayı düşünmüyor. Hepimiz burada toplandık, birlikte bu teh' i keli vaziyet üzerinde düşünmek.bunun sebeplerini anlamak, ve üzerimize çökmüş olan teh likeyi bertarafetmekiçİn hepimizin bütün düşünce, ifade veya hareket kabiliyetlerimizi kullanmak-*a hissemize düşecek vazıfey tesbit .etmek istiyoruz. İnsanlık yarınını perçinlemek hususunda hiçbir zaman bugünkü kadar kuvvetli vasıtalara sahip olmamıştı.
İnsanlık bugün bir dörtyol ağzında bulunuyor; istersek, çok feci ve zalim olacak bir harp yerine, çok güzel olacak bir sulha doğru götüren yolu seçmesi için insanlığa pek alâ yardım edebiliriz.
Ben bugün, tabii kuvvetlere hakim olmamızı sağlamakta bir milyon yıllık bir geçmişi olan ateşin elde edilmesinden tutun da, atom içinde saklı milyonlarca defa daha kuvyetli tesir vasıtalarını elimize vermekte bize yardım eden sahih ilimleri alâ-
{1] Bn konferansın metni 2 Temmuz 1946 tarih ve 68 sayılı Les etoiles mecmuasında çıkmıştır.
— 6 -
£ © ©
«Süiti emrinde Fransız düşüncesi» namiyle en mümtaz Fransız ilim ve san’at şahsiyetleri nı, sulh uğrunda çalışmak üzere bir araya toplayan birliğin açılış toplantısında verilen söylevlerden geçen hafta Jean Cas-sou’nun nutkunu nakletmiştik. Bu hafta da gene aynı toplantıda Fizik İlmî sahasındaki a-raştırmalariyle cihanşümul bir şöhreti olan Prf. Paul Lange-vin’in verdiği söylevin bir ter-cemesini veriyoruz :
® @ © kadar eden mücadeleyi bilhassa açmak istiyorum.
Dünyayı idare eden egoizmdir.
Bu büyük başarılardan ve bilhassa sonuncusundan doğan neticeler, ilmimizin insanlık kıymeti üzerine bir takım şüpheler uyandırmıştır. Şu son yirmi yıl içinde tekn’k taibikatin inkişafından doğan buhranlar, işsizlik ve insanlık hâzinelerinin bile bile tahribi gibi saçma manzaralar jiim adı verilen şu yeni promethese-yi zincire vurmak teklifinin ortaya atılmasına sebep olmuştur. Dünyayı anlamak ve ona hükmetmek için sarf ettiğimiz büyük gayretin bu tarzda felce uğratdmasından şu veya bu sahadaki ilerlemelerini muhafazâ etmek istiyen kıskanç milletler tarafından bazı araştırmaların gizli tutulması gibi bir netice dağacaktır, böyle bir karar, pek çok sayıda sanayi adamları tarafından ötedenberi kullanılan' imalât sırlarını saklamak gibi çirkin metodun milletler arası bir plân içinde umu-mileşmesine büyük bir yardımı olacaktır. Az çok bir gayretle çozülemiyecek veye anlaşılamı-
yacak .bir sır bulunduğuna göre bundan bir emniyetsizlik atmosferi doğacak, bu da içinde bütün ilmin ve insanlığın boğulup gidecekleri bîr uçuruma doğru koşuş olacaktır. Herşey bir yana her yeni keşfin neticelerini kim önce haber verecek? O kadar iftihar, ayni zamanda endişe et' tiğimiz keşiflerin hepsi de pek mütevazı bir şekilde başlamıştır. Şu halde bütün neşriyatı yasak etmek bütün ilmi hayatı durdurmak ve dünyayı tanımanın bir takım tehlikeleri yanında mümkün kıldığı bir takım iyiliklerden de mahrum kalmak icap edecektir.
Gerçekten, bu tehlikeler, bu yeni kuvvetli tesir vasıtaları, ferdi ve kollektif egoizmin hüküm sürdüğü ve yeni kuvvetlerden faydalanarak sadece şiddetlenen ve genjşliyen bir takım anlaşmamazlıklara |yol açtığı bir dünyada inkişaf etmesinden doğmuştur.
Kolloktif sahada, bir vaka hatırlıyorum ki, bu vakada egoizm pek saf, lâkin o derecede endişe verici bir şekilde kendini belli ediyordu; bu gençliğimde olmuştu. O zamanlar zararlı olmaktan artık vazgeçtiğini umduğumuz, Petit Parisien gazetesini okurdum. Bir gün bu gazetede, kısa olduğu kadar da cok manalı şu aşağıdaki haberi okudum-“Ukranyada buğday mahsulünün kötü olduğu haber veriliyor, Kanada sevinç içindedir.» İnsanlık tarihi, kabileler; siteler, ırklar tarafından işte bu şekilde zehirlenmiştir. Tedbirsizce bir çoğalmadan veya komşunun malına göz dikmekten doğan istilâlardan sonra, tekniğin inkişafı, mahsullerin akıtılması için emperyalizmlere ve sömürge zaptı
veya iktisadi rekabet harplerine yol açmıştır.
Ferdi egoizm, menfaat araştırması ilmin ve ilim tatbikatının, önce içtimai anlaşmazlıklar dahili harp ve ihtilâl sebepleri, sonra da milletler arası anlaşmazlık kaynakları haline getirilmesine yardım etmiştir; henüz bu felâketlerle karşılaşmamış milletlerin idarecileri, rejimleri değiştiren harp misaller1 gözleri önünde durduğu için bir sirayetten korkmaktadırlar. Bugün olup biten hadiselerin büyük bir kısmı bu tarzda izah edilebilir; nasıl ki, büyük Fransız ihtilâli harpleri de bu tarzda 1zah edilmektedir.
İlim ve insan müdafaası.
Bugüne kadar bu vaziyet iyi kötü devam etmiştir; çünki ilim, ortaya çıkmasına yardım ettiği kötülüklere karşı elinde kâfi derecede müdafaa ve himaye vasıtası bulabildi. Zırhtan veya mancınıka karşı tahkimattan, tayyare tarafından Radarla görünmesini güçleştirmek için atılan madeni kâğıtlara kadar, müdafaa ile hücum arasında mücadele bakımından tarih, uzun ve heyecanlı sayfalar yazmıştır.
Atom bombasının ortaya attığı yeni vakıa şudur ki, sonsuz kudretini bir tarafa bırakalım, bu silâha karşı elimizde hiç vasıta yok gibidir; meğer ki eski vahşi hale ve mağaralar devrine dönelim.
Bu saldırganlığı ortadan kaldırmağa ve ilmin mümkün kıldığı mesut sulhu hazırlamağa ya~dım etmek için, alimin yapacağı iş şudur: düşüncesini içtimai veya milletler arası adalet hizmetine vermek, kendi içinde insanlarla kardeş olabilecek İnsanî duyguları inkişaf ettirmek, bugüne kadar umumiyetle yaptığı gibi «keşiflerim iyiye veya kötüye kullanılmış. Bana ııe„ düşüncesinden vazgeçip, aksine iyiye veya kötüye kullanılmasiyie yakından alâkadar olmak üzere zanaatının içinden ve içine sakladığı fildiş kuleden çıkmak bazı milletlerin
BU AKŞAM
Bu akşam içimde sarhoş olmak arzusu...
Salaş bir kahvede oturup
deniz kenarında
gece mehtaba karşı çekmek kafayı...
Silsilesine sövüp dünyayı bu hale sokanların kurtulmak düşüncelerden alaturka bir plakta...
Bu böyle
böyie ama,
yapacak işler var; biliyorum...
Biliyorum insanları, çalışanları biliyorum.,. Yarın gene parmakları ve makineleriyle hazırlayacaklar yarınları...
Bu gün uğrunda da olsa bir önemli iştir bu...
Bu gece İçimde sarhoş olmak arzusu... Fakat şafakla beraber ayılacağım...
M. Fuat HOP
idarecileri tarafından tehlikeli vaziyete sokulan insanları uyandırmak üzere imdat işaretini çekmek.
Atom bombasının keşfinde çalışmış olan Amerikan âlimleri şimdi anahatlarını çizdiğim vazifeyi ilk anlayan âlimler olmuştur, bu dikkata değer ve şerefli mevkii onlara vermeliyiz. [1]
Yeni Meksika’da geçen yılın 16 Temmuzunda yapılan ilk tecrübelerin doğurduğu heyecanlı vakalar üzerinden henüz bir yJ gibi bir zaman geçti. Resmi rapor da şu cümleleri görüyoruz: Umumi kanaat şudur ki, bu doğumda bulunanların hepsi, bu neticelerin daima iyi olmâsı hizmetine hayatlarını vakfetmek vazifesini üzerlerine almışlardır. Chicago daki plütonyum istihsal eden fabrikanın montajına yardım eden Dr. Simpson, Londra’da geçen şubatta yapılan bir toplantıda şü söz’eri söylemiştir: “Yeni Meksika tecrübesinden bir
(I) Fıof. Paul Langevin bu sözleri söylediği sırada, Amerika’da atom bombasının mali İşlerine re= islik etmiş olan Dr. ©ppenheimer'in İstifası haberi alınmıştı.
yıl önce, çalışma'arın yapıldığı lâ-boratuvarlarda küçük küçük gurupla ın, atom bombasını kullanmaktan doğan netice'er ve böyle bir silâhın medeniyetin geleceği üzerinde yapabileceği tesir hakkında münakaşa etmek üzere top’andık’arı olurdu Başka milletler de atom bombaları yapmağa başlamadan önce, bir şeyler yapmak lâzım geldiğini hissediyoruz.
1945 Haziranında lâbratuvar-larda yazılı münakaşalar tertip edildi. Umumiyetle keşifte çalışanlar tecrit edildi.
Muhtelif labratuvarlarda yazılan netin’eri birbiriyle karşılaştırınca, bunların hemen birbirinin ayni olduklarını görünce hayret ettik :
Atom bombasının icadiyle ortaya çıkan meselelerin, milletler arası bir ölçü içinde hal e' dilmesi icap ettiği kanaatini ifade edivor. Bugüne kadar görülmemiş ve dünyanın siyasî bünyesine, mühim bir takım vazifeler yükliyen bir teftiş ve kontrol sistemi, ve bütün memleket" (Devamı 15ci sayfada)
Mütemadiyen değişen bir dünyada yaşıyorruz. Bir'çeyrek asırdır insanlar başka türlü düşünür ’ oldular. Yeni kıymet hükümleri kullanıyorlar. Asırlık müesseselerde derin çatlaklar ve yer yer çöküntü’er görülüyor. Temel sarsılmıştır:
Halbuki çoğumuz, bu değişikliklerin farkında olmadan, bazılarımız da bunun delâlet ettiğ; manayı anlamadan, anlamak istemeden yaşıyoruz. Ne çare! içinde yuvarlandığımız had’sele-re kavrayıcı bir gözle bakabil-meklığimiz için, mutlakta bunlardan uzaklaşmamız lâzım .geliyor. Bazı göz hastaları gibi, tarihi değişiklikleri ancak uzaktan görebiliyoruz. Fakat bir çeyrek asırlık mesafe de, görmek isteyenler için az tr esafe değildir.
Birinci dünya harbînden beri hayatımızın değişmeyen ve değişmeye yüz tutmayan tarafı kalmadı. Terbiye dediğimiz şeyden tutunda, san’at telekkilerimize varıncaya kadar her şey değişti ve değişmektedir.
Terbiye değişti: İmtiyaza artık sözle bile kimse iahammül etmiyor. Karşılıklı münasebetlerimizi “sen sen, ben de ben, düsturuna göre ayarlıyoruz.
Ahlâk değişti: Başkasının e-meğinden geçinmek henüz menfur sayılmıyorsa da kadın hürriyete kavuşmak üzeredir. Taşlanmadan işinden gücünden olmadan cinsi hayatını artık erkekle müsavat üzere yürütebiliyor.
Hukuk değişti: İçtimaî ve ki-tisadî mülahazaların fertçiliğe galebe çaldığı görülüyor. Ferd1 hakların en mutlağı ve en mır kaddesi sayılan mülkiyet hakkı, her gün cemiyet lehine bir az daha tahdit olunuyor.
İktisat değişti: Liberal 'iktisadın başı boş piyasası yerine planlı iktisat sistemleri geçiyor. «Bırakın yapsın,, düsturu artık
altın devrini hatırlatan bir efsanedir. istihsal kaynaklarının millileştirilmesi günün meselesi olmuştur.
San’at değişti: Şimdiye kadar varlıklı zümreye hizmet etmişken bu gün san’at a’eminde geniş halk kitle'erine doğru bir hareket seziliyor. Halk hem ilhanı perisi, hem de san’atkârın mu" hatabı olmak yolundadır. Hatta halk kitlelerin'n kurtuluşunda san’atm İçtimaî bir rolıı olduğu bile iddia olunuyor.
Siyaset değişti: Hükümet ricali icraatını meşrulaştırmak çin, halkın menfaatlerine uygun hareket ettiklerini; İktisadî ve içtimai zaruretlerden ilham aldıkların’, hiç değilse söylemek lüzumunu duyuyorlar. Ve halkın kontrolü her gün bir az daha ciddileşiyor.
Nihayet devlet değiştüilâhi çehresini gitgide kaybedip insanlaşıyor. Eskiden pür kudret bir varlık iken, bugün devlet amme hizmetlerinin yekûnu oluverdi -Yapmakla mükellef olduğu işlerin adedi gün geçtikçe kabarmaktadır. Vazifesi sırf korkutmak ve ticaret piyasını serbest tutmaktan ibaret olan “polis devleti’ de, liberal iktisat gibi ve onunla beraber tarihe karışmıştır.
Umumî bir değişme ve yenileşme karşısinda bulunduğumuz meydandadır.Çeşit çeşit münasebetleri ve müesseselerile cemiyet hayatı da kökünden değişmektedir! Ve işin garibi şudur ki, bütün bu değişme ve yenileşmeler sanki ğörülmez bir elin idaresi akında imişler gibi, hep ayni istikamette olmakta ve ayni «dünya görüşüne» bağlanmaktadır. Hürriyet ve Müsavatın sözde kalmayıp hakikat olmasını kuvvetle
YENİ 0
K
Yazan : MEHMET
arzu ettiğimiz için, medeniyetin bütün nimetlerinden serbestçe ve bu nimetlerin yaratılmasındaki hissemiz nisbetinde faydalanmak istediğin iz için dünya değişiyor Hürriyetin kanuni bir imkân, Mü-satın da hukukî bir farksızlık olarak kalmasına artık tahammülümüz kalmadı. İstiyoruz ki bu kanuni imkândan hepimiz faydalanabilelim. îistyoruzki bu hukukî farksızlık, yaşama hakkımz. bakımından bir farksızlık olsum Ve hürriyet ve Müsavat varlıklı sınıfın inhisarından çıkarak müşterek nimetlerimiz olsun.
Zaruretler, bizde işte bu şuu ru uyandırdığı için değişiyoruz ve yeni'eşiyoruz. Eğer bu gün muaşeret adabımızın mihveri değişmiş ise. bu, emekleriyle dünya nimetlerine her gün bir şey katanların sınıf şuuruna erişerek yaşadıkları hayat gibi ri" yasız ve imtiyazsız olan kendi muaşeret adaplarını bize kabul ettirmiş olmalarındandır. Eğer bugün tenasül hayatımızı tanzim eden ahlâk kaideleri değişmiş ve kadın serbest vaşıyabiliyorsa bu da kadının, hayatını erkeğe muhtaç olmadan kazanabilme-sindendir. Serbest ve müsavat dairesinde münasebetler, kadının fabrikaya, atölyeye ve büroya gird’gi tarihten başlar... Eğer san’atta yepyeni bir cereyan başlamışsa ve san at- ve san’at-kârı varlıklı sınıfın esaretinden kurtarıp, halk kitleleriyle barıştırmak için bir hamle yapılıyorsa bu da, halk iradesinin san’atı himaye etmesinden ve yolsuzluk içinde geçen hayatı boyunca, san’atkârın dert ortaklarını yakından tanımak fırsasuıı bulmuş olmaısndandır. Hukukta, İktisat-
D
ET
u
8B
ALİ AYBAR
ta, Siyaset ve Devlette göze çarpan değişmelere gelince, bunların sosyah’st temayülleri o derece rşikârdııki ayrıca izahları lüzumsuzdur.
Dünyanın Sosyalizme gitmesi mukadderdi- Tarihin akışında ve İçtimaî müesseselerin tekâmülünde tesadüfe yer yoktur, İnsanlığı Hürriyet ve Müsavata götüren yolda Din ve Hukuk merhaleleri aşıldıktan sonra; Hürriyet ve Müsavatın gerçek şekline kavu-şulması mukadderdi.
Dinler bize hesabı öbür dünyada görülen bir hürriyet ve Müsavat verdiler: İnsan hak yolunu bulup Cenabı Hakka serbestçe kulluk etmek için hürdür; ve kul olduğu 'için de, Cenabı Hakkın nazarında bütün insanlar müsavidir. Hukuku beşer beyannameleriyle insanlar kanun ö“ nünde hür ve müsav1 oldular! Amerikanın istiklâli ve Fransız inkılâbından sonra imtiyazlar kalktı; Kanun her insana hür yaşamak ve başkalariyle müsavi muamele görmek imkânın1 tanıdı. Fakat Hukuku Beşer Beyannamelerinden sonra, milyonlarla insan yine köle hayatı sürmekte devam ettiler. Zira Kanunların vaat ettiği Hürriyet ve Müsavattan, ancak varlıklı insanlar faydalandılar-
Hürriyet ve Müsavatın “Teo-ojik„ ve «Metafizik» şekilleri böylece idrak edilmiş olunca, artık nasıl olsa bir gün bunların «Pozitif,, şekline geçilecekti. Bir çeyrek asırdır bu intikal devresini yaşıyoruz.
Bu kolayca oluverecek bir şey değildir. Sosyalist bir dünya nizamının kurulması için dalıa pek çok mücadele etmek icab ediyor Her ileri fikir gibi Sosyalizmin de
*
reaksiyoner kuvvetlerle karşılaşması tabiidir. Fakat ileri fikirlerin reaksiyoner kuvvetlere mağlup olduğu hiç görülmemiştir. Onan için istikbale emniyetle bakabiliriz. Nasıl emniyetle bakmıyalım ki Sosyalizim, Kapi-list dünyayı içinden zaten kemir-miştir. Ve kemirmektedir. Binaenaleyh üçüncü bir dünya harbi çıksa da çıkmasa da, eninde sonunda Kapitalist rejim çökecek ve emeğinin hakkını alan insan gerçek Hürriyete ve ğerçek müsavata mutlaka kavuşacaktır.
Şu halde acaba yeni Dünya Sovyet dünyası örneği üzerine kurulmuş bir dünyamı olacaktır?
Zannetmiyronm. Sovyetizm, Sasyalizmin gerçekleşen bir şeklidir ; fakat gerçekleşebilecek tek şekli değildir. Sosyalizme dayanan-başka hükümet ve ida e şekilleri de bulunabilir. Nitekim on altıncı asrın ilk senelerine kadar yaşayan «İnkalar,, devleti
Gece Nöbeti
Daha bu ay başında giydi
Beyaz gömleği;
Bekliyor ağir hastasını tek yataklıda-
Sabahı bulmaz bu nöbet;
Ha kesildi, ha kesilecek nefesi nabızlar yüksek.
Belki gece yarısında biter bu sayıklama, Belki kuşluğa dayanır.
İşte gözler kaydı bir yana,
Dudaklarsa aralık.
Soymak hastalar uyanmadan,
Teslim etmeli imama.
Peki, ama bu titreme neden?
İnsanın dirisini sever Recep
Korkar ölüsünden"
Rıfat İLGAZ.
de, iptidai bir şekilde olmakla beraber. Sosyalist bir devletti. Halbuki Amerika yerlilerinin bu devleti ile Sovyet Rusya teşkilâ-
tının hiç bir münasebeti yoktur.
Mamafih pek tabiidirki, Sosyalist bir dünyada Sovyet örneğinde devletler de bulunacaktır. Hele ilk zamanlarda ve Rııs nufuz bölgesinde bu mutlaka böyle olacaktır. Fakat bu uzun sürmeyecektir. Çünkü Kapitalizmle Sovyetîzmin karşılaşmasından yani bu tez1 e antitezden daha ileri bir sentez doğacaktır. Ve Sosyalist nizam yer yüzünden sefaleti yaksuzluğu yarın endişesini ve harbi kaldıracaktır.
Fakat bundan dolayı insanlar daha mes’ut mu olacaktır?
Sosyalizmin dünyadaki ıztırap yekûnunu azaltacağı muhakkaktır. Amma insanın iyi ve kötü tarafları, arzuları ve ihtiraslariyle yine bu egoist mahluk olarak kalacağı da muhakkaktır. Ve Sosyalist nizam kurulduktan Sonra da, daha iyi daha doğru ve daha güzel için insan yine mücadele edecektir. Ve zaten saadet de enfıısı bir halettir..,
- 9 _
Pearl Buck’un değeri var mıdır?
Yazan : Tuna BAI.TAC10ĞLU
Ankara caddesi kitapçılarının en fazla tuttukları yabancı muharrirlerden biri de Pearl S. Buck’dır. Bu da Pearl Buck’m memleketimizde fazla okunduğunu gösterir. Çünkü bizim kitapçılar satılacağından emin olmadıkları kitapları neşretmeğe pek yanaşmazlar.
Hemen hemen bütün romanları Çin hayatını anlatan bu kadın muharrir son yılların romancısıdır. 1892 de doğmuştur ve bu gün bir çoğu türkçeye terceme edilmiş bulunan romanlarından ilkini 1929 da yani 1/ yıl önce yazmıştır.
Pearl Buck ne değerde bir romancıdır ? Böyle bir suale olur olmaz bir cevab verilemeyeceği aşikârdir. Hayatının bazı cephe, leri onun daha iyi anlaşılmasına yardim eder. Babası misyonerdi. Pearl Buck’ın çocukluğu tama-mile Çin’de geçti ve inglizceden evvel Çinceyi öğrendi. A. merika’dan fazla Çin’i tanıyan bu kadın muharrir bir Çin üniversitesinde hocalık ta yaptı. Çinlilere karşı sarsılmaz bı'r bağlılığı ve derin bir sempatisi vardı.
Bu sıkı bağlılık ve Çin’i Çinli kadar tanıyış, ona büyük başarılar kazandıran kuvveti vermiş oldu. Week-End-Review dergisi Pearl Buck için «Mrs. Buck’ın her cümlesi Çin hakkında pek çok şey söylüyor» diyor.
Bu mütalâa çok doğru. Bana kalırsa onun değerini meydana getiren temel direklerden en sağlamı hiç şüphesiz Çin’i ve Çinlileri çok iyi anlamış ve tammış olmasıdır. Bunun en güzel misali de 1938 de Nobel mükâfatını kazanan «Sarı Esirler» (The Go-od Earth) dır.
İbrahim Hoyi tercümesinin ön
sözünde «bu eser sade fakat beşeri mevzuu,' muharririnin pek iyi bidiği, en iç nokta'arına kadar tetkik ve tahlil ettiği Çin hayatının gözlerimizin önüne se-rilişıle pek çabuk alâka topladı* diyor. Evet Pearl Buck Çin hayatının en iç noktalarına kadar girmiş ve Çinliyi Çinli gibi duymuştur. Sonra bu eserde yalnız Çinli değil insan da vardır, İnsanın acıları, insanın sevinçleri, kısaca insanın bütün duyguları derin bir anlayışla belirtilebilmiştir diyebiliriz. “San Esirler onun en büyük romanıdır. Orada toprakla insan birbirine karışmışı iki dert ortağı olmuş, birbirinden ayrılamaz iki varlık haline gelmiştir.
Taymis gazetesinin edebi ilâvesi «Şark rüzgârı Garp rüzgârı., için «bazı bakımlardan Sarı E-sir’lerden daha iyi» diyor. Ben bunu kabul etmiyorum. Taymis muharriri yanılıyor. Pearl Buck “Sarı Esirler» le edebi hayatının en yüksek zirvesine varmış, ne
Türkiye Sosyalist Partisi Yayınlarından :
I
Fiatı 20 kuruştur.
ondan evvel ne de ondan sonra aynı kuvvette eser verememiştir. Son romanlarından biri olan (China Sky) «Çin Ufukları,, alelade bir kitaptır. Adeta bu kitabı yazan Pearl Buck ile «Sarı Esirleri» yazan Pearl Buck iki ayrı insandır diyeceğim geliyor.
Eğer Pearl Buck’ın değerin1 ismi Türkçeye yanlış tercüme edilen (China Sky)’ la ölçmeye kalkarsak değil dünya edebiyatında Amerikan edebiyatında bile onu bahis mevzuu edemeyiz, İnsanları çok iyi anlamış olan Pearl Buck, Ghina Sky'da bir fantezi bir romantizm merakına düşmüştür.
Mrs. Buck ölmez muharrirler arasına girecekse bu «Sarı Esirler,, sayesinde olacaktır. Mamafih diğer bazı değer taşıyan romanları da olduğu inkâr edilemez. Bunların arasında «Canavar Tohumu,, , «Ana», Şark Rüzgâ rı Garp Rüzgârı,, . «Oğullar» (Sons girebilir. Bilhassa bu son eser “Sarı Esirler» ayarına erişebilecek bir kıymet ifade etmektedir diyebilirim. Diğer romanları değerlerinden ziyade Pearl Buck’m şöhreti sayesinde sürüm temin etmiş kitaplardır.
Pearl Buck en güzel eser1 “Sarı Esirler,, de insan, Çinli ve toprak denen şeyi bir araya getirebilmiş bu üç şeyi bize bütün kuvvetiyle anlatmıştır. Onun değeri bunları anlatabilmesinde-dir.
Netice olarak şunu söyleyebilirim : Sarı Esirler okunması lâzım gelen eserlerden biridir ; “China Sky„ı okumak ise zaman kaybetmektir. İşte böylece Pearl Buck’m bir cephesi çok çabuk unutulacak, diğer kuvvetli cephesi de uzun zaman yaşayacaktır.
S end ika I izm in Menşeleri
Onliçüncü asırdan Fransız İhtilâline kadar
İLK GREVLER Birleşmeler ve grevler 15 inci asırla 18 inci asır arasında artmaktadır. Grevlerin yeminli zanaatlardan ziyade, serbest zanaatlarda daha çok olduğu anlaşılıyor. 16 inci asit da muayyen bir ticaret kapitalizmi ortaya çıkıyor. Topdancı kumaş tacirleri bir çok zanaatkarları çalıştırıyorlar, bu ise çoğu zaman sefil bir vasfı olan bir proletaryanın doğmasına imkân hazırlıyor. İplikçilikte ve matba-açılıkta da vaziyet aynidır.Lâkin serbest zanaatlar esnaf ketlıüda-lıklarına(juranda)yak'aşmağa çalışıyor, ve kethüdalıklar gibi be-ediye idareleri veya senyörler tarafından kabul ettirililm'ş sıkı nizamlara tabi oluyorlar, kıratlık hâzinenin menfaatleri icabı ketküdalıkların yayılması hareketini esasen teşvik etmektedr.
Villers-Cotterets in 1539 tarihli emirnamesine, ve 1571 ve 1572 tarihli fermanlara rağmen — ki bunlar ferdin işi bırakmasını bile yasak etmektedir — grevler patlak veriyor 1539, 1541 ve 1571 de Liyon ve Paris matbaacılarının grevleri; 157b* da Paristeki fırın çıraklarının yaptıkları grev 1589 da Pariste terzi işçilerinin grevleri.
Bu grevler daha şiddetle, lâkin kısa ömürlü olarak 17 inci asırda da devam ediyor.
iyi teşkilâtlı olmadıkları için, bu grevler hemen daima muvaf-fakiyetsizlikle neticelenmektedir. 1688 de Ambetdeki bir greve 403 isçi iştirak etmiştir. Yukarı Normandiyada Darnetal kumaş tezgâhlarındaki kalfalar ayaklanıyorlar.
18 inci asırda anlaşmazlıklar daha da fazla artıyor, Paris matbaacıları (1724), Versaılles’daki
ressamlar (1748), Paris ciltçileri (1776) grev yapıyorlar.
Bu hareketlerin hemen her zamanki bariz vasfı, fakirlerin zenginlere karşı isyanıdır. Bu grevlere katılanların hepsi işçi olmadıkları için, bu hareketler sadece bir işçi haıeti manzarası göstermiyor. Bu hareketler; dilenciliğin korkunç bir şekilde artması ve hükümetin yardım müesseseler!- kurmak hususunda gayretler sarfetn esi sebebile, sefaletin gözle görünür feci bir manzara almasından doğmaktadır. Bu devi,- zarfında, Amerika" dan gelen kıymetli madenlerin akını tesiri’e hayat pahalılığı baş gösteriyor. Gündeliklerin artışı ise, hayat pahalılığının artması ile atbaşı gitmiyor. Gündelikler hükümet ve esnaf teşkilâtı nizamname'erile tas.bit edilmiştir. Gündelik’ere böyle bir narh konmasında hakim olan düşünce, fiatların yükse'mes'ne üc-üctleri arttırmanın tesir etmekte olduğudur. Fiatların da yükselmesini önlemeye çalışıyorlar.
Crevler meslekî bir karakter taşıdığı müddetçe, hiç bir zaman esnaf teşkilâtının veya bir şehrin hudutlarını aşamaz. Sınırlandırılmış ve bir yerde tesbit edilmiş olduklarından dolayı, grevler rekabetlerinden kalfaların pek korktukları yabancılara, bil hassa matbaacılıkta ihtisas sahibi olmayan işçilere, bazan da çalışma saatlarının azaltılması ve ya gündeliklerin arttılması için ustalara tevcih edilmiş oluyor.
Bunun’a beraber, unutmamak lâzımdır ki, işçiler işçi olarak, müstahsil olarak değil daha çok müstehlik olarak isyan etmektedirler. Bu devirdeki işçi anlaş-mazlıklarile, 19 uncu ve 20 inci
asırlardaki işçi anlaşmazlıkları arasındaki en büyük fark bilhassa bu noktadadır.
18 inci asırda esnaf teşkilâtı binası her tarafından çatırdamağa başlıyor, artık hiç kimseyi tatmin edemez oluyor. Her yerde bu müessesenin islâhı lüzumundan bahsediliyor. 1750 de Mac-hault müfettişlerden geniş bir tetkike girişmelerini rica ediyor. 1761 de devlet sekreteri Bertin bir çok esnaf teşkilâtlarının bir tek teşkilât halinde birleşmelerini teklif ediyor. Fizyokratlar ise bunların ortadan kaldırılmalarım istiyorlar. Fizyokratlardan Tur-got’un gerçekleştirmeğe çalıştığ1 şey de budur (1776 tarihli ferman, kral sandanyelerinden birine yazılmıştır), o, ticaretin ser-bestis’ni ortaya koyuyor, ve her kim olursa olsun, yani ister işçi, ister patron, «hangi maksada dayanırsa dayansın, bunların kendi aralarında birlik veya cemiyet kurmalarını’ yasak ediyor. Parlamentonun bu teklife karşı çıkması üzerine, Turgot istifa etmek zorunda kalıyor ve yeni bir ferman (ağustos 1776 fermanı) esnaf teşkilatlarını, esaslı şekilde slâh etmek suretile, bunlara yeni bir zihniyet aşılamağa çalışarak devam ettirmeğe rıza gösteriyor. Esnaf teşkilâtının çalışma tarzına yeni bir elestikiyet kazandıran bu İslahat 17 inci asırda yapılmış olsaydı, belki çok faydal] olurdu. Lâkin, iş işten geçmişti. Fransız ihtilâli bir hürriyet rejimi getirerek, eskiden kalma her şeyi silib süpürecektir. Chape-lier kanunu (14-17 haziran 1791) yeni bir devrin başladığını gös-eren ilk alâmetttir.
Çeviren: Şerif HULUSİ.
HİKAYE
nillHIIHUlMİİUHH
BABAMI
z
Yazan: Valentin KATAYEF
Çeviren : HULÛSİ ŞERİF
( G eçen sayıdan )
Kadın daha fazla acele elti ; Kaymakçı dükkânının sahibi kadına teşekkür etti, acele işi olduğunu söyledi. Dükkanda bir saat kadar kalmışlardı. Uyumayan ve karnı doymuş olan çocuk, güçlükle ayakları üzerinde durabiliyordu. Kadın çocuğu o-muzlarından tutup sarstı, yakasını düzeltti ; hafifçe onu kapıya doğru itti. At nalına ayağı takıldı, nala doğru elini uzattı, kadın tekrar onu sokağa doğru sürükledi.
— Uyumak istiyorum.
Zehir gibi soğuk esen rüz garda çocuk gözlerini kırpıştırıyordu. Kadın onun sözlerine kulak vermiyorınuş gibi görün ü. Vaziyetlerinin umutsuz o’duğutıu anlamıştı. Şehirde hiç kimseyi tanımıyordu. Bu harpten iki ay evvel buraya gelmiş, burada kısılın kalmıştı.
— Dizlerim dondu.
Çocuk yalancıktan ağlıyordu. Kadın oğlunu bîr köşeye çekti, dizlerini uğuşturdu. Çocuk sakinleşti.
Kadın birdenbire bir aileyi tanıdığını hatırladı. Novoro-sisk’den Odesa’ya gelirken Ge-orgi vapurunda ahbap olmuşlardı. Pavlovskiler yeni etfli idiler, erkete üniversite agrejesi idi; kadın da şehircilik enstitüsünde tahsilini yeni bitirmişti. Adı Ve-ra idi. İki kadın birbirlerinden hoşlaşmışlar, bir kaç defa birbirlerine gidip gelmişlerdi. Erkeklerde dost olmuşlardı. Hattâ bir akşam birlikte sarhoş olmuşlardı. Pavlovski Odesa’da değildi. Kolordudaydı. Şehrin tahliyesinde bir türlü gidemiyen Ve-ta burada sıkışıp kalmıştı. Pek yakınlarda Aleksandr pazarında
birbirlerine rastlamışlardı; hattâ ayak üstü konuşmuşlardı bile. Pazarda uzun müddet gecikmek tehlikeliydi, almanlar hemen her gün orada araştırmalar yapıyor, hüviyet soruyorlardı. Onun için iki genç kadın ancak beş dakikacık konuşmuşlardı. O zamandan beri birbirlerinin yüzünü görmemişlerdi. Ama Vera hâlâ şehirdeydi ; ne diye şehri terket-sin ? Pavlovskiler rustu. Belki de vaziyet iyiden iyiye be li oluncaya kadar Vera’nm evinde bek-liyebiiirdi ; hiç olmazsa çocuğunu olsun oraya bırakırdı ya ! Pavlovskiler epeyi uzakta, Piro-zonskaya caddesinde, Fransız bulvarının dirseğinde oturuyorlardı.
—- Anne, nereye gidiyoruz ? Evimize mİ ?
— Yok yavrum, ziyarete gidiyoruz,
— K'mlere ?
— Küçük Vera Pavlovski teyzeyi hatırlıyor musun ?
Onun evine gidiyoruz.
—- İyi.
Çocuk sızlanmayı kesti ; ziyarete gitmesini severdi, keyfi geldi. Limana giden bir caddenin üstündeki Storganovski köprüsünü, Karantina rampasını geçtiler. Aşağıda balçıktan yapılmış, köşeleri... kuvvetli bir takım
evler görünüyordu ; bir kısmı enkaz haline gelmiş, bir kısmı da yanmıştı. Rampanın bir ucunda başka bir köprünün gözleri yükseliyordu. Bu gözlerin içinden köşeli bloklar, liman harabeleri fark ediliyordu. Daha uzakta çökmüş ve yanmış çatıların üstünden beyaz, donmuş deniz, derin mavi, buzlardan kurtulmuş bir suyun parladığı ufka kadar uzanıyordu. Don yüzünden mu
attal kalmış, meşhur Odesa fenerinin beyaz harabeleri etrafında demir atmış kurşuni boyah bir kaç Rumen gemisi, uzakta, sol tarafta, şehre hâkim bir tepe üzerinde sisten sıyrılmış şehir tiyatrosunun mavi bir deniz hayvanı kabuğunu andıran kubbesi. Staganovski köprüsünün kap kara demir parmaklıkları, uzun bir sıra göğe uzanmış mızraklar-Aşağıda, karantina rampasını ellerinde kovalariyle tırmanan insanlar : su dökülüyor, kaldırım üstünde donuyor ve şu solgun güneşin donuk ışığında cam gibi parlıyordu.
Epeyi uzun bir müddet yürüdüler. Çocuk yorulmuştu, ama hiç sesini çıkarmıyordu. Hızlı hızlı yürüyor, küçük botlarını yere vuruyor, annesini güçlükle takip edebiliyordu. Mümkün olduğu kadar, çabuk varmak istiyordu, çünkü ziyaretleri seviyordu. Yürürken, bir taraftan annesi onun soğuktan morarmış ya Haklarını uyuşturuyordu. Pav-lovskinin evine yakm bir yerde, yaya kaldırım üstünde ateş yanıyordu : bir çok askerler ısınıyorlardı. Geniş ve büyük ev birkaç bloktan mürekkepti. Lâkin iki kanatlı araba kapısı kapalı ve bir zencirle bağlıydı. Araştırma yapılıyor içeri girip çıkanların hepsinin hüviyetleri soruluyordu.
Kadın, çok acele işi varmış gibi, kapının önünden geçti. Kimse kendisine dikkat etmedi. Çocuk gene dermansız düştü. Onu kucağına aldı, yaya kaldırımın mavi lâvdan taşları üstünde koşmağa başladı. Çocuk sükûnet buldu. Kadın avare avaıe dolaşmağa başladı.
Geçtiği bu yerlere sık sık gelirmiş gibi, kendisini bellemişler gibi bir his geldi. Bir kaç saatini sinemada geçirmeği düşündü. Seans erken başlardı, çünkü akşam saat sekizden sonra sokağa çıkmak yasaktı, ç>_ kanlar Ölüm cezasına çarpıtırlardı. Midesi bulandı, kusacak gibi oldu ; sonra kendisi gibi soğuk yüzünden buraya sığınmış olan askerlerle, orospularla dolu salonun ağır ve boğucu havası içinde başı döndü. Hiç olmazsa burası sıcaktı, bir müddet oturabilirlerdi, Koluna yaslanıp he-mencık uyuyuveren çocuğun kaşkolünü çözdü. Herde uzermde geçit resmi yapan hayallerden hiçbir şey anlamaksızın salonda iki seans devanünca kaldı. Askerî havadisler, sonra bir komedi veya manasını kavrayamadığı komediye yakın bir şeyıer görüyor gibi geldi. Her şey birbirine karışıyor, bir curcunadır gidiyordu. Öazan sarışın bukleli, yanağını yüzü görünmeyen bir erkegm aümduz gögsune dayamış dıloer bir kızın yüzü, bütün perdeyi kaplıyordu. İkisi bir a-ğızdan müzikle beraber şarkı soyluyorıardı. öonra genç kız güzel spor bir otomobilin içme kuruluyordu. Hazanda, kap kara gayzerleri andıran ve birbiri ardından bir, iki, üç, dört mlilâk oluyor, bir çinko şangırtısını aıi' duan bir sesle, sanki bir çatının saç kaplamaları bir çekişte yırtılıyordu, bir, iki, üç, dört, ardından kara toprak parçaları m?» deni bir davul sesini andıran bir gürültü ile gökten yağmur gibi yağıyordu, matem haçlı tanklar yuvarlak, uzun namlularından dalıa uzun ateşten dilleriyle beyaz dumanlar savurarak gıcırdıyorlardı.
Çizmeleri yamalı, başında kalpağı olan bir alman asker kadının omuzuna bütün ağırlı-ğiyle yaslanıyordu. Kocaman pis parmağiyie, çocuğu uyandırmak için, ikide birde, budalacasına :
— Küçük oğlan uyuma ! Küçük oğlan uyuma ! diye tek
rarlayacaktan, kaba kaba ve kahkaha ile gülüyordu.
Lâkin çocuk uyanmıyor, uykusunda kıpırdanarak inliyordu. Alman ağır bapnı kadının omuzuna dayadı, bir eliyle de çocuğun yüzünü mıncıklamağa başladı. Kadın, askeri kızdırmaktan, kendisine hüviyet sormasından * orkarak susuyor, sesini çıkarmıyordu. Almanın ağzı tuzlu ba-l’k kokuyordu. Kadın kusacak gibi oidu, lâkin kendini tutmak, rezalet çıkarmamak için müthiş bir gayret sarfetti. Kendi kendine muhakeme etmeğe çalışıyordu. Alman hiçbir kötülük etmiyordu. badece kaba bir herifti, okadar. Tamamen uslu, edebli bir alman.
Alman, kadının omuzunda uyudu. Kadın kıpırdamadı, öyle durdu. Adam çok ağırdı. A.dır-ma, uyusun daha iyi 1
Kumral bukleli kız durmadan perde üzerinde yer Ueğiştiştiri-yordu. Madenî bir şanğıtı ile kapkaı agayzerier f ı ş k ı r i y o r, tanklar tırmanıyor, alman taburları çöllerin kumları üstünde yürüyordu; Eiffel kulesinden kocaman bir iaşıs't bayrağı dalgalanıyordu. Küçük sivri burnu ile kadın çenesi gibi minicik çene-sile Hıtler perde üstünde havlıyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmış, ‘kalçalarını oynatıyor, ağzını çok hızh açıp kapıyordu; o kadar hızlı ki “hav, hav, hav„ sesi biraz geri kalıyor, yetışe-miyordu.
Karanlıkta askerler kızları sıkıştırıyor, onlar da çığlığı basıyorlardı. balonun havası son derece ağırdı, barımsak, ringa bauğı, ham alkol, aspirin, şu ru-men parfomü «chat noir» kokuyordu. boukta dolaşmaktaysa, burası daha iyi idi. Kadın kendini biraz dinlenmiş hisediyodu. Çocuk da tam bir uykuya varmıştı. Son seans bitmişti. Geni sokağa çıkmak icabediyordu.
Çocuğun elinden tuttu, yürüdüler. Şehir zifiri bir karanlığa bürünmüştü. «Işıksız evlerin arasından donmuş, kalın bir sis
yükseliyor kirpiklere yapışıyordu. Souktan nerdeyse donacaklardı sokakta mangallar yanıyordu. Tek tük silâh sesleri işitiliyordu. Caddelerden devriye’er geçiyorlardı. Saat dokuzdu. Uyku ile ağırlaşan çocuğu kadın kucağına aldı Askerlerin kendisini tevkif edebilecekleri düşüncesinden ürküp koşmağa başladı, tenha, dar sokaklardan -gidiyordu Kırağı ile Örtülü akasyalar, çınar ağaçları hayaletler gibi dikiliyordu. Şehir bomboş kapkaranlıktı. Arasıra karanlıkta bir kapı aralanıyordu, Parlak bir ışık camın kenarında donmuş arabaları birdenbire aydınlatıyor Koltoti meyhanesinde Çahnankemanın heyecanlı ve titrek sesi caddeye dökülüyordu. Durmadan koşan kadın, kazasız belâsız kültür parka vardı.
Pek büyük olan park deniz kenarında uzaniyordu. Burada sessizlik hakimdi. Her şey yüzüstü bırakılmış gibiydi. Bilhassa aşağıda, gözün alabildiği yere kadar donmuş olan denizin üst tarafındaki sarp sahilde sessizlik hakimdi. Duvar kadar kaim bir sessizlik’ tek tük bir kaç yıldız ağaçların kül renkli tepeleri üze, rinde göz kırpmaktaydı. Ağaçlar arasından bîr pröjöktörün mavi ışığı kayıyordu. Kadın geniş asfalt bir yol üstünde yürümekteydi,
*
Ağşçlann ne ağacı olduklarını anlamağa çnlışaraktan yürüyordu. Uzun ve içi meyve dolu kabuklan’ yere doğru uzun ipler ha'inde sarkmakta olan kurt yemez ağaçları, ehram şeklinde budanmış akasyalar, çınar ağaçları tuyaiar va'dı. Krağı altında şekilleri dsğişnrş, ve tıpkı bulutmuşlar gibi toprağı örtmüşlerdi.
Kadın nefes aldı, sonsuz bir boş sıra dizisi boyunca daha ağır ağır yürüdü. Sıralardan biri üstüne oturmuş bir adanı gördü. Kalbi çarparak geçti. Kas katı başını sıranın arkalığına dayamış bir vaziyette hiç Devamı 16'ıncı sayfada.
Tarihin Kaydettiği En Eski Grev
Yazan: Imre Syomai
(Geçen sayıdan)
Gidip onlarla müzakereye girişiyor. «İşinize dönün ve size yemin ediyoruz ki, Firavun ma-beddeki işleri teftiş etmeğe geldiği 2aman, sizi kendimiz cnun yanma götüreceğiz.» İki gün sonra sahiden Firavun geliyor, ve müdür Pentörit yanında bir polis memuru olduğu halde, Firavunun huzuruna çıkıyor ; Prens, onları dinledikten sonra, bir kere de işçilerin ağzından işitmek üzere yanında bulunan kâtiplerden birile bir kaç rahibi murahhas tayin etmek lûtfunda bulunuyor.
İşçiler istediklerini şöyle anlattılar : Aç, susuz geliyoruz, elbisemiz yok, yağımız yok, balığımız yok, sebzemiz yok. Bunları efendimiz Firavuna bildirin, söyleyin hükümdarımız Firavuna, bize yiyecek bir şeyler göndersin». İşçilerin sefaletine acıyan Firavun bunlara, söylendiğine göre elli çuval kadar buğday dağıttırıyor, ve bu umulmadık nimet sıkıntı çekmeden bunların ay sonunu beklemelerine imkân veriyor. İlk günler oldukça sakin geçti ; lâkin ayın on beşinde yiyecek kalmadı, ve yeniden memnuniy etsiziik başgösterdi. Ayın on altısında işsizlik başladı, ayın on yedisi, on sekizi böyle geçti. Ayın on dokuzuncu günü sabahı işçiler şantiyeyi ter-ketmeğe kalkıştılar, lâkin işlere nezaret eden kâtip Pentoritit bir-şey sızdırmadan muhafız sayısını arttırmış, ve o kadar iyi tedbir almıştı ki, işçiler kapıdan dışarı adım atamadılar : Bütün günü bir araya toplanmak ve küçük gruplar halinde komplo yapmakla geçirdiler. Nihayet, bir sabah, daha gün doğar doğmaz henüz tamamlanmamış bir duvarın dibinde toplandılar, inşaatı gözden
geçirmiş olan müdürü görünce ona doğru hücum etliler, büyük gürültü ile etrafını sardılar. Müdür beyhude yere güzel sözlerle onları avutmağa çalıştı, lâkin işçiler hiçbir söz dinlemek istemediler. Bun’arm feryatlarını duyan başka memurlarla, Mut mabedi rahiplerinin bir çoğu derhal koştular, işçiler gelenlere işi anlatmasını müdüre ihtar ettiler. "Amon’un başı için, diyorlardı gazabı insanları öldüren hükümdar başı için yemin ediyoruz, artık biz gelmek istemiyoruz ; orada toplanmış olan büyüklerine vaziyeti anlat 1» Nihayet, hiçblt şey elde edememekten yorulup, derhal Teb valisine çıkarak kendisinden adalet istemeğe karar verdiler.
*
Mut mabedile Psaru’nun e" v'nin arası çok sürmez, sokak aralarından on dakika sürer, çabucak yoldan çekilmiyen kalabalıkla atışmalar da caba. Neyse kapıyı vurdular. Kapı uzun alçak ve mazgallı bir duva 'da açılır, duvar üzerinde yapraklj başile bir akasya ağacı yükselir, ve kapıdan oldukça geniş, dört yanı binalarla çevrili bir avluya girilir. Solda valinin dar, çıplak oldukça yüksek bir zemin katı ve iki katla bir taraçadan ibaret yontma Faştan yapılmış ikametgâhı vardır ; ortada tepesi yuvarlak iki buğday anbarı; en sağda kebentli geniş bir kiler-Kapı bekçisi daha gürültüyü işitir işitmez kapıları sürme-lemiştir, lâkin dışarıdan yüklenenlerin zorıle kapı açılır. Bütün güruh avluya dalar, ne yapacağını bilemİyerek sağa sola dağılır. Bu sırada Psaru koşar, ve çocukluğundanberi efendisi önünde eğilmek için terbiye edilmiş bu adamları durdurmak için onun bir bakışı kâfi gelir. Nihayet
içerinden biri söze başlamağa karar verir ; ötekiler önce korka korka onun sözlerini tasdik ederler, sonra kendi ıztırapları-nın hikâyesile coşarlar. Vali bir takım vaitlerle kendilerini avutmağa kalkışınca tehdit edecek kadar öfkelenirler. İşçilerin nazarında söz kâfi değildir, onların bağırarak, çağırarak istedikleri şey yapmaktır : «Evvelce dağıtılanlara ilâve olarak bize buğday vermiyecekler mi ? Öyle ise, buradan bîr yere kıpırdamayız.» Tam bu sırada, kölenin biri kalabalığı yarıyor, ve alçak sesle : «Bir saat Önce Firavunun sarayından çıktığını, Aınan mabedine doğru gittiğini, evin önünden geçeceğini, ve daha şimdiden maiyetinin bitişik sokaktan geçmekte olduğunu haber veriyor Firavun tam da kargaşalığın içine düşecek 1 Firavunun bizzat kendisi işçilerin şikâyetlerini din-iyecek ha 1 Psaru süratle karar veriyor, ve münakaşayı kısa keserek vekil harcı Hamoist’i çağırtıyor : “Bak bakalım anbarlarda ne kadar buğdayın var, bu adam-ara da ver 1» Sonra, ötekilere dönüp ; «Hamoist’le beraber an-barîara koşun, size vereceklerini alın I»
Bu âııi kararın sebebini bil-miyen kalabalık, bu hali birdenbire kendini gösteren bir cömertliğe atfediyor, ve bu ihsana teşekkürler ediyor : «Sen bizim babamızsın, biz de senin oğullarınız 1 Sen ihtiyarın dayandığı bastonsun, sen çocuğun sütbaba-sısın, sefillerin müdaiiisin! Sen Teb’de üşüyenleri ısıtan bir sığmaksın 1 Sen karabahtiilerin, memleketimiz insanlarında hiçbir zaman eksik olmıy an ekmeğisin!,, Bunlar teşekkür ve minnettarlık ifadeleri idi ! Psaru bu tezahüratı kısa kesiyor, onların gitmele-(Devamı 16 cı sayfada)
İlim Bir Harp Sebebi
O i m a m a i i d ı r
7’inci sayfadan;
lerin idareleri üstünde yeri olan bir teşkilâtın atom enerjisini, hiçbir milletin atom bombası imal etmemesini temin edecek şekilde kontrol etmesini istiyorlardı.
Atom bombasının Japon-yada’da kullanılmasını takip eden haftalarda, o zamana kadar aa-ğılmış olan gruplar, bu ilim işinde çalışmış olanların yüzde doksanını bir araya toplayacak şekilde ve üç İaboratuvarda toplanmışla 'di.
Japonya’nın teslim olmasiyle umumi eıkarda doğan hayret üzerine, umumî efkârı terbiye et-me( için bir programın hazırlanması katiyen İüzumlu görüldü, bunu da laboratuvar’arda çalışarak orada nelerin hazırlandığını gayet iyi bilenlerin yapması icap ederdi.
Bu suretle, bu âlimle;, Birleşik Amerika Devletleri parle-mentosuna teklif edilen ve kendilerinin tavsiye ettık’eri milletler arası politikaya aykırı bir kanuna karşı cephe almak gibi bir vaziyete düştüler.
Bu münasebetle, tıpkı burada bizim birleştiğimiz gibi, birleşmiş bir Amerikan âlimleri federasyonu kuruldu ; bu federasyona tabiat ilimleri ve insanla uğraşan ilimlerin mümessilleri olanlar girecek, atom enerjisine bir hal çaresi aramak ve halkı terbiye etmek işinde birlikte çalışacaklardı, Kendilerinin de söyledikleri gibi bu suretle meselenin ehemmiyetini ve milletler arası bir hal çaresi bul man-n zaruretini daha iyi anlatabileceklerini umdular.
Amerikan ilminin gösterdiği kahramanlık ı
Son zamanlarda bu federasyon «Birleşmiş bir dünya veya adem» adlı dikkate değer bir kitap çıkardı. Aralarında Einste-
in, Bohr gibi âlimler de bulunan ve federasyona dahil en büyük âlimler tarafından yazılmış birçok makaleler arasında, federasyon maksadını şu sözlerle anlatıyor :
«Silâhlanma yarışma bir son verilmelidir. Bu kitap, bu gayeye hizmet etmek üzere vücuda getirilmiştir. Bu kitabın yazılmasına katılanlar şu noktalar üzerinde anlaşmışlardır :
1) Atom bombası meselesi bizi dünya tarihinin en büyük buhranlarından biriyle karşı karşıya getirmiştir.
2) Mesele kendiliğinden derhal poiitik bir ehemmiyet kazanmıştır, bu ehemmiyeti de devam edecektir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek hususunda ilim bize hiçbir kuvvetli vasıta temin edemiyor.
3) Mesele dünya ölçüsünde bir ehemmiyet taşıyor. Bunun sadece millî bir hal çaresi bahis mevzuu olamaz. «Milletler atom enerjisine, hattâ daha da üstün olanlarına sahip olabilirler. Lâkin harbin daima mümkün olduğu bir dünyada bu enerjiyi ellerine geçiremezler. Zaruri değişikliklere bizi götürecek bir tek çare vardır ki, o da yeni kuvvetin inkişafı hususunda millet lerin elbirliğiyle çalışmalardır. Hakikaten, işin başka çıkar yolu yoktur. Başka türlü yaşayamazlar. Yeni enerji kaynağı, tabir caizse, hepimizin müşterek düşmanıdır ; onun içindir ki, bu enerjinin hepimizin de müttefiki olması lâzımdır. Bu da pek alâ mümkündür. “Amerikan âlimleri federasyonu uzun süren bir çalışma sonunda buldukları atom bombasında hem bir tehlike hem de bir ümit ışığı gören insanlardan mürekkep bir topluluktur. Vakaları gözleriyle görmüş, yıllarca tedkik etmiştir. Şimdi ise onları bütün insanlarda gözleriyle görmektedirler. Bu vakalar Hiroşima harabelerine kazılarak yazılmıştır. Bu harabeler bize bir şey öğretmiyorsa meselemiz ebediyen cevapsız olarak kala
caktır : Onun için hepimizin'ha-rekete geçmemiz lâzımdır. Hiçbir millet Birleşik Amerika devletleri vatandaşlarının bugün ellerinde bulunan imkân ve mesuliyetleri yüklenme iniştir. Buna karşı göğüs germesini öğrenmeliyiz, çünkü, bir atom harbinden sonra, sağ kalanlar arasında devamlı bir sulh kurabilmek için, ne iyi niyete, ne de zekâya artık lüzum kalmıyacaktır. Çünkü, sağ kalanlar bu sulhu kendi siteleri olacak olan harabe yığınlarında bulacaklardır.
«Vaktimiz çok azdır, hepimizin hayatı tehlikededir.»
Mücadelede Fransız zekâsı ;
Amerikan meslektaşları gibi, Fransız âlimleri de sulh davasının, adalet ve insanlık tesaniidü davasiyle aynı şey olduğu ka-naatindedirler. İçlerinden bazıları bunun böyle olduğunu çok eskiden anlamışlardı, bugün hep-side anlıyorlar, ve adaletin bu müdafaasına ömürlerini rahatlanın’ veya hayatlarını feda etmiş olanların eserini devam ettirmeğe hazırdırlar.
Bu büyük hareket, ferdi adalet ölçüsü içinde bundan 53 yıl önce Dreyfus davasiyle başlamıştır. Birliğimiz bugün bu kelimeyi bir bayrak gibi yukarı kaldırıyor. Bu bayrakta bugüne kadar hâlâ cezalandırılmamış bu iğrenç cinayeti bir adalete çevirmek için mücadele eden Emil Duc!eaux ve Grimaux Painleve gibi büyük âlimlerin Jaures, Tra-rieux Gabriel Secilles, Vikto Basch gibi insanlık ilimlerde uğraşan âlimlerin adı yazılıdır. Bu gün benim reisliğini ettiğim ve merkez komitesinde Emile Bore! Jeaques Hadamarjveya Paul Rivet gibi âlimler te bulunan bu birliğin adalet endişesi ferdi meselelerden sosyal veya milletler arası nizamda kollektif meseleler, yani sulhu ilgilendiren meselelere geçmiş bulunuyor.
Ayni istikametteki bir başka teşekkül de 1934 yılında faşişt (Devamı 16 cı sayfada)

ideolojisi ve felsefesi SABÎHA SERTEL
YIĞIN
Fikir dergisi
Okuyunuz•ve okutunuz.
Tevfik Fikret
BABAMIZ
( Baştarafı 13 üncü sayfada ) kıpırdamadın duruyordu. Kadın adamın üstüne, sanki bir ağaçmış gibi, kırağı yağdığını fark etti.
Burada her şey sakindi. Kadın son derece yorgundu. Artık korku da yoktu. Ertesi sabah soğuktan ölenlerin cesetlerini kaldırmak üzere, şafak vak-i şehrin sokaklarından kamyonlar geçti. Kamyonun biri kültür parkın asfaltlı geniş şosesini bir baştan bir başa ağır ağır geçti. İki kere durdu. Önce, donarak Ölmüş bir ihtiyarın oturmuş olduğu sıranın yanında durdu. Sonrada, kadınla çocuğun oturmuş oldukları sıranın yanında. Kadın çocuğun elinden tutmaktaydı. Yan yana oturmuşlardı. İkisinin de kıyafeti hemen hemen birbir.n n aynı idi. Oldukça iyi, içi kürklü paltolar, içi yünlü çizme'er, kalın yünden eldivenler. D.ri imişler gibi oturuyorlardı lâkin kırağıdan didik didik olmuş yüzleri bembeyaz, ipek gibi idi. Kirpiklerinden buzlar dökülüyordu. Askerler kadınla çocuğu kaldırdıkları zaman, vücutları eski halini muhafaza etmekte idi. İki alman oturmuş vaziyetteki kadını sallayıp kamj'önun içine attılar; vücut ihtiyarın vücuduna çarptı, odun sesi gibi bir ses ■ çık-ard'. Sonra askerler büzülmüş olan çocuğu attılar. Vücudu tok bir ses çıkararak anasının vücuduna çarptı, ve biraz sıçradı.
Kamyon hareket etti. Sokak-ara konan oparlörlerde müzik
sesi duyuldu, yeni bir günün başladığını haber verdi. Sonra bir gencin sesi, duayı andıran bir eda ile şu sözleri üç defa tekrarladı: “Sabahlarınız hayırlı olsun! Sabahlarınız hayırlı olsun! Sabahlarınız hayırlı olsun!,, Sonra ayni buzlu ve sarıcı ses rumence duayı okudu :
«Göklerde olan babamız , adın mukaddes, saltanatın her yerde hakim, senin iraden üzerimizde olsun.,.»
Fransızcasmdan çeviren Şerif Hulusi
e
Tarihin kaydettiği en eski grev
(Devaml cı sayfadan) rini çabuklaştırıyor, son grevci de Hamoistle birlikte anbar'arın ardında kaybolunca ancak rahat bir nefes alabiliyor. Beş dakika içinde anbar boşa’mıştı, sokakta her zamanki ha’in i almıştı. Firavun gelebilir artık.
Binlerce yıl önce Nll kıyılarında muzaffer olan grevin hikâyesi, geçen asır zarfında sabırlı bir çalışma ile ihya edilen en eski bir dokümana göre işte bu d ur.
Bu grev, insan hafızasının hatırasını muhafaza ettiği ilk grevdir. Bu grevle tarihte, tazyik gö: enlerin tazyik yapanları kati şekilde, yeıımesile sona erecek bir sıra işçi mücadeleleri safhası açılmış oluyordu.
İlim bir harp sebebi olmamalıdır
Baş tarafı !5incl sahifsde aleyhtarı münevverler komitesi idi ki en mühim unsurları ya Alman işgali altında kahramanca canlarını ^vermişler, veyahut ta bugün bizimle beraberdirler. Mukavemetten doğan bugünki birliğimiz mühim bir vazife yüklen, miş bulunuyor, bu vazifenin ne olduğunu bize bu kongre gösterecektir. çünki, Fransız ilminden sanatından, edebiyatından istek lerde bulunmak büyük sevinciyle yananları aydın’atmak onlarla temas etmek, onları ikna etmek için muhtaç olduğumuz her şeyi bize yine bu kongre gösterecektir.
Yeniden doğuşumuzun hiçbir işareti, memleketimizin şerefli geçmişinin işareti kadar büyük ve değerli olamaz.
Paul LANGEVİN.
Dikkat
Bayilerimize
Gün’ün bu güne kadar satılmış olanlarının bedellerinin gönderilmesini,
Satılmamış olanların da iade edilmesini bilhassa rica ederiz.
GÜN
Miiessisi Esat Adil Müstecabi.İmtiyaz sahibi,neşriyatı fiilen idare eden: Haşan Tanrıkut Yıllığı 10, altı Ayhğı530, üç aylığı 2o0 kuruştur. AdresıP. K. 519 —Nam Basımevi.